egitimsen2
Adana Türk Halk Müziği Öğretmenler Korosu Konseri
08 OCAK 2015 PERŞEMBE GÜNÜ SAAT:20.00
YER : ADANA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KONSER SALONU
Seyhan Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğünün 09 Ocak 2015 Saat:20.00'de Düzenlediği "Bir Öyle Bir Böyle" tiyatro oyunu için ücretsiz biletleri sendikamızdan temin edebilirsiniz.
YAZAN YÖNETEN : BARBAROS UZUNÖNER
DRAMATURG : MELİS SEZER
OYNAYANLAR : MERVE SEVİ
BARBAROS UZUNÖNER
SERKAN ATAR
SESLENDİRMELER : YILDIZ KENTER
DİLBER AY
ALİ KOCATEPE
MERVE ERDOĞAN
SELDA EREKE
MÜZİK : RAMİZ BAYRAKTAR
EFECT : A KADİR ÇALIŞKAN
FOTOĞRAF VE GRAFİK : EREN YİĞİT
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkılarıyla.
Sivaslı yapımcı Şerafettin’in Şevval’e duyduğu aşkı anlatmak için sahnelettiği aşk ile başlayıp aşk ile biten komedi.
Şerafettin imkansız aşkını anlatmak için Barbaros Uzunöner’e bir oyun yazdırır. Başlarda yazar kendi istediği şeyleri yazmak istese de Şerafettin karşı çıkar ve “Boş konuları bırak aşk tutar aşk… “ der. Yazar çocukluk, ergenlik, gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemlerinde aşkı anlatan bir oyun yazar. Şerafettin oyun öncesinde sahneye bir dansöz çıkarmayı ister, yazarın büyük çabaları sonrasında bu gerçekleşmez. Şerafettin’in isteği ile oyunda Barbaros Uzunöner’e Merve Sevi eşlik eder.Oyunda yakışıklı bir anlatıcı olması gerektiğini düşünen Şerafettin bu görev için kendisini uygun görür ve oyunun anlatıcısı olur.
Oyun sırasında müdaheleleri ile oyunu durduran Şerafettin yazara son derece sert Merve Sevi’ye ise nezaket dolu davranır. Ama onun nezaketi bile zaman zaman kabalıklar barındırabilir.
Oyuncular Şerafettin’e kızsalar bile işlerine duydukları saygıdan ve işlerini kaybetme endişesinden dolayı onu alttan alırlar.
Anlatımlar ve skeçlerden oluşan oyun; zamanın davranışlarımıza etkisini mizah yoluyla anlatmaktadır.
Seyirciler ile beraber bir yolculuğa çıkılır, duygulardan yapılmış köprülerden geçilir, yaşamın her anından çocukluktan yaşlılığa kadar var olan aşkın her hali mizahın o nadide sevimliliği ile sahneye aktarılmaktadır.
Şerafettin rolü ile Serkan Atar’ın yer aldığı oyunun skeçlerinde Barbaros Uzunöner ve Merve Sevi rol almaktadır.
Aşk dolu komedi yolculuğu başlıyor, siz de yerlerinizi alın.
Bağlı sendikamız ESM’nin başvurusu üzerine dün (25 Aralık) Anayasa Mahkemesi’nde görüşülerek iptal edilen Emekli Sandığı Kanunu'nun, "emekli ikramiyesinin hesabında 30 fiili hizmet yılından fazla sürelerin dikkate alınmayacağı" hükmüne ilişkin açıklama bugün (26 Aralık) Konfederasyonumuz Merkezinde gerçekleştirilen basın toplantısında kamuoyu ile paylaşıldı.
ESM Genel Başkanı Mustafa Şenoğlu’nun basın açıklaması metni aşağıdadır.
Bugün sizlerle kamu emekçileri adına Konfederasyonumuz ve Sendikamız ESM’nin yıllarca süren mücadelesinin sonucu kazanılan hukuki bir zaferi paylaşmak için toplanmış bulunmaktayız.
Bilindiği üzere kamu emekçileri kaç yıllık hizmetleri olursa olsun, en fazla 30 yıl hizmet üzerinden emekli ikramiyesi alabilmektedir. 30 yılın üzeri için kendilerine herhangi bir ödeme yapılmamaktadır. Özellikle son yıllarda, çalışan maaşı ile emekli maaşı arasındaki farkın çok artması dolayısıyla, pek çok kamu emekçisi zorunlu olarak 30 yılın üzerinde çalışmak durumunda kalmaktadır. Bu çalışmanın önemli bir kısmının ikramiye dışında bırakılması ise büyük bir hak kaybına yol açmaktadır.
Konfederasyonumuz ve bağlı sendikamız Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM) toplu sözleşme önerisi olarak yıllardır savunduğu bu konuyu emekli olan Şube Başkanımız üzerinden yargıya taşımıştır. ESM’nin Ankara eski 1 no’lu Şube Başkanı Hasan Hüseyin KAYA, Sosyal Güvenlik Kurumuna başvurarak, 30 yılı aşan hizmetleri için kendisine emekli ikramiyesi ödenmesini talep etmiş, bu talebin reddi üzerine de, Sendikamız aracılığıyla 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun 89. maddesinin 4. fıkrasında yer alan “…verilecek emekli ikramiyesinin hesabında 30 fiili hizmet yılından fazla süreler … (dikkate alınmaz)” hükmünün Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla, iptal davası açmıştır. Anayasaya aykırılık iddiamız, Ankara 10. İdare Mahkemesi tarafından yerinde bulunmuş ve mahkeme yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.
Anayasa Mahkemesi, 2013 yılı Ekim ayı itibariyle dosyanın esasına geçilmesine karar vermiş olup, 25 Aralık 2014 günü söz konusu düzenlemeyi Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmiştir. Böylelikle emekli ikramiyesinin ödenmesinde 30 yıl sınırı ortadan kalkmış ve kamu emekçileri çalıştıkları sürenin tamamı üzerinden emekli ikramiyesi almaya hak kazanmıştır.
30 yıldan fazla çalışmış olup 30 yıl üzerinden emekli ikramiyesi almış olan kamu emekçilerinin de geriye dönük talepte bulunup bulanamayacağına yönelik yoğun sorularla karşılaşmaktayız. Kanaatimizce bu hak, emekli olan kamu emekçilerini de etkileyecek ve onların da 30 yıl üzeri çalışmaları için emekli ikramiyesi alma haklarını doğuracaktır.
Sendikamız ESM’nin başvurusu üzerine, konunun Anayasa Mahkemesi’ne taşınması sonrasında yasanın iptal edilebileceğini anlayan hükümet yetkilileri, bu durumu kendi lehlerine çevirmek için, bir süre önce bir yasa değişikliğini gündeme getirmişlerdir. Yasanın detayları henüz kesinleşmemiş olmakla birlikte, emekli ikramiyesinde 30 yıl şartı yerine, 30 yıldan fazla hizmetler için kademeli yıl şartının getirileceği, anlaşılmaktadır. Bu göstermelik yasa değişikliğinin bizim talebimizi karşılamaktan çok uzak olduğu gibi, anayasa mahkemesinin iptal kararına da açıkça aykırı olacaktır.
Açtığımız davada belirttiğimiz ve Anayasa Mahkemesi tarafından da kabul edildiği üzere; emekli ikramiyesinin ödenmesinde süre sınırının olması açıkça Anayasa’ya aykırıdır. Bu durumda, gündeme getirilen yeni yasal düzenleme de kaçınılmaz biçimde Anayasa’ya aykırı olacaktır. Yapılması gereken iptal kararının uygulanması ve tüm süre sınırlaması kaldırılarak kamu emekçilerinin, çalıştıkları sürenin tamamı üzerinden, emekli ikramiyesi almalarının sağlanmasıdır. Zira böyle bir sınır işçiler için söz konusu değildir. İşçiler kıdem tazminatlarını kıdem sürelerinin tamamı üzerinden alabilmektedirler. Yani bir işçinin 30 yılı aşan çalışması için kıdem tazminatı alma hakkı vardır. Aynı hakkın emekli ikramiyesi bakımından kamu görevlilerine de tanınması gerekmektedir. Aksi yöndeki tüm yasal düzenlemeler, Anayasa Mahkemesinin de kabul ettiği gibi, Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı olacaktır.
Anayasa Mahkemesi bir başka konuda verdiği kararda aynen (Anayasa Mahkemesi’nin 05.02.2009 tarihli, 2005/40 E. ve 2009/17 K. sayılı kararı) “Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa’nın 10. maddesindeki “kanun önünde eşitlik ilkesi” hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.”demek suretiyle bu hususu açıklamıştır.
Emekli ikramiyesinin hesabında, 30 fiili hizmet yılından fazla sürelerin dikkate alınmayacağı hükmü, emekli olma şartlarında zamanla oluşan değişiklikler dolayısıyla da hukuksal dayanağını yitirmiş ve bir başka açıdan daha Anayasa’ya aykırı hale gelmiştir.
Şöyle ki; artık kamu çalışanlarının kadınlar için 20, erkekler için 25 yıl çalışma şartını yerine getirmeleri emekli olmaları için yeterli değildir. Bunun yanı sıra bir de gerekli yaş şartını taşımaları gerekmektedir. Bu yaş 65’e kadar uzamaktadır. Yani artık bir kamu çalışanı gerekli çalışma süresini tamamlamış olsa dahi, emekli aylığına ve emekli ikramiyesini hak kazanmak için gerekli yaş sınırını doldurmayı beklemek zorundadır. Bu durumda gerekli çalışma süresini doldurduktan sonra çalışmaya devam etmek, eskiden olduğu gibi kamu emekçileri bakımından bir tercih değil zorunluluk halini almıştır.
Bu durumda da Emekli Sandığı Kanunu’nun 89/4. maddesinde yer alan “30 fiili hizmet yılından fazla süreler” cümlesi ile getirilen şart bir angarya halini almıştır. 30 yılı aşan çalışmanın ihtiyari olmaktan çıkıp, hayatın olağan akışı gereği zorunlu hale gelmesiyle birlikte, çalışılan sürenin tamamı için emekli ikramiyesi ödenmesi Anayasa’da düzenlenen “angarya yasağının” da bir gereğidir.
Açıkladığımız nedenlerle; KESK ve ESM’nin mücadelesi sonucu verilen Anayasa Mahkemesinin iptal kararı tüm kamu emekçileri bakımından haklı ve önemli bir kazanımdır.
Kamu emekçilerinin hak ve çıkarlarını korumak, yeni haklar kazanmak için fiili ve hukuki mücadele yürüten KESK ve ESM, bu başarının sahibi ve mimarıdır.
Kimi basın organlarında yer aldığı gibi, bu davanın MEMUR-SEN ile hiçbir ilgisi yoktur. Hükümet yandaşlığı ve baskı ile kamu emekçilerini üye yapmaya çalışan MEMUR-SEN, kamu emekçilerine yaşattığı hak kayıplarını unutturmak adına, başarımızdan nemalanma uğraşı içindedir. Bu samimiyetten uzak ve gayri ahlaki çabaları sendikal mücadele ilkelerine de aykırı görmekteyiz.
Tüm kamu emekçileri bilmelidir ki, dün olduğu gibi bugün de haklarının yegâne koruyucusu ve savunucusu KESK ve KESK’e bağlı sendikalardır.
Bu vesileyle kararın tüm kamu emekçilerine hayırlı olmasını diliyor, kamu emekçilerini daha güçlü ve örgütlü bir mücadele için KESK çatısı altında örgütlenmeye çağırıyoruz!
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz
Yaşasın ESM
Yaşasın KESK
“İktidar, eğitimi kendine göre dizayn etmek istiyor”
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Ahmet Karagöz, “Dünyayı çocuklara verecek eğitim sistemi istiyoruz” dedi
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Ahmet Karagöz, Türkiye’de herkes için ‘demokratik’ bir eğitim istediklerini ve bunun mücadelesini verdiklerini söyledi. Gazetemiz Egemen’i, Şube Sekreteri Zeynel Kete il birlikte ziyaret ederek, sorularımızı yanıtlayan Karagöz, Ak Parti iktidarının 12 yıl boyunca, milli eğitim sistemini kendi düşüncesi doğrultusunda dizayn etmeye çalıştığını savundu.
Demokratik eğitim taleplerinin önüne her zaman güvenlik güçlerinin çıkarıldığını iddia eden Eğitim Sen Şube Başkanı Karagöz, ancak kendilerinin de mücadeleden vazgeçmeyeceklerini dile getirdi. Karagöz, “Bize linç uygulanmaya çalışılıyor. Oysa, bizim kültürümüzde, Eğitim Sen olarak başta eğitim alanı olmak üzere her alanda mağdurdan, ezilenden yana olmak var” şeklinde konuştu.
Soru: Eğitim camiasında şu günlerde hareketli günler yaşanıyor, eylemler, protestolar var. Neler diyeceksiniz?
Karagöz: Evet, biz eğitimciler için gündem oldukça yoğun. Bugün, eğitim kuşatılmış durumda. Karşımızdaki tablo hiç içaçıcı değil. Düşünün bir kez, 12 yıllık AKP iktidarı boyunca, 5 Milli Eğitim Bakanı değişti. Eğitim sistemi tam bir yap boz tahtasına çevrildi. Tüm bunlara karşın ise, biz eğitimcilerin demokratik talepleri gözardı edildi. Bizlere tek seçenek alanlar, sokaklar bırakıldı. Alanlara, sokaklara çıkan eğitimcilerin karşısına ise polis gücü çıkarılıyor. Örneğin ben 4 yıllık yöneticiyim. Onlarca adli soruşturma geçirdim. Bugünkü iktidar, ‘saltanatımıza güç vermeyen hiçbir kimseyi istemiyoruz’ anlayışı içinde. Yani, bizlere dayatılan, ‘bizler gibi düşüneceksiniz’ dayatması.
Soru: Önümüzdeki süreçte ne gibi çalışmalarınız olacak?
Karagöz: Biz eğitimcilere karşı bir linç uygulanıyor. Bizim kültürümüzde, Eğitim Sen’in anlayışında, mücadele var. AKP iktidarı her alanda insanlara dayatmada bulunuyor, ya benden olacaksın ya da karşıtımsın, diyor. Bu eğitim alanında da böyle. Bizler hep mağdurdan, ezilenden yana olduk. Bundan sonra da öyle olacak.
Soru: Özellikle, yönetici atama sınavlarına karşı açtığınız davalardan bir sonuç alabildiniz mi?
Karagöz: Onlarca dava açtık. Bunların bir çoğunu kazandık. Yönetici atama sınavlarında da aynı sonuçları aldık. Ama bunların bir dönüşü olmadı. Karşımızda yargı kararlarını uygulamayan bir iktidar var.
İşte, daha birkaç gün önce üç eğitim sendikası olarak, Eğitim Sen, Eğitim İş ve Türk Eğitim-Sen olarak ortak eylem yaptık. Milli Eğitim Müdürüyle görüştük, sorunlarımızı, taleplerimizi ilettik. Milli Eğitim Müdürü bir eğitimci gibi değil, bir işletmenin CEO’su gibi bizimle görüştü. Deyim yerinde ise, Milli Eğitim Müdürü kendisini eğitim sisteminin bir unsuru gibi değil, bir işletmenin temsilcisi şeklinde davrandı. Bizlere, ‘Biz sizlerle çalışmak istemiyoruz. Sizlerle evlilik, nikah istemiyoruz. Siz neden istiyorsunuz’ dedi. Bu görüşmede, karşımızda bir milli eğitim müdürü değil, bir işletme müdürü gördük. Milli Eğitim Müdürü, bizlere, 26 bin öğretmenin örgütlü olduğu bir camianın temsilcileri gibi davranmadı.
Soru: Diğer eğitim sendikalarının tavrı nedir?
Karagöz: Elbette, Eğitim Sen’in gösterdiği tavrı göstersinler, alanları kullansınlar. Bugün Eğitim Sen’in her eyleminde bizlere sınır çizilmektedir. Yolları işgal etmeyin, trafiği aksatmayın, şeklinde. Bizler eğitimciyiz ve tabi ki tüm bunlara saygılıyız. Bizlerin elinde silah yok, elimizde sadece kalem var. Bizim hedefimizde, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşmesi. Türkiye’nin demokratikleşmesi, herkesin yararınadır. Böylelikle eğitim alanındaki sorunlar da çözülmüş olur.
Düşünün bir kez, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan saray yaptırdı, dünyanın 16. büyük ekonomisiyiz, deniliyor. Ama işçiye, memura yüzde 3’ler düzeyinde zam veriliyor. Asgari ücret 900 lira bile değil. Önerilen maaş artışları, günlük bir simit parası değil. Soma’da 301 madencimiz, Ermenek’te 18 madencimiz neden öldü? Eğer sağlıklı denetimler yapılmış olsa idi, o madencilerimiz yaşıyor olacaktı… Bugün yapılan o sarayla, ülkemizde 90 adet üniversite kurulabilirdi. Bizler, ülkemizin kaynaklarının boşa aktarılmasını istemiyoruz. Biz, eğitimciler, bugün asgari ücretin biraz üstünde, yoksulluk sınırının altında yaşıyoruz.
Soru: Öneriniz nedir?
Karagöz: Bizler, herkesin hakettiği yerde çalışmasını istiyoruz. İşte, eğitimde son dönemlerde yapılan atamalara bakın. Hepsi siyasi kaygılarla yapılmış atamalardır. Üstelik bu atamalar sadece okul yöneticileriyle sınırlı kalmamıştır. Okulda temizlik yapan hademeye kadar bu böyle olmuştur. İşte bir başka örnek. Toplam 16 bin üyesi bulunan Eğitim Sen, Eğitim İş ve Türk Eğitim-Sen üyesi sadece 42 öğretmen, okul yöneticisi olarak atanırken, 5 bin üyesi bulunan Eğitim Bir-Sen’den ise 362 öğretmen okul yöneticisi olarak atanmıştır. Bu bile eğitimde yaşananları gözler önüne sermeye yetmektedir.
İdarenin uygulamalarına karşı açtığımız davaların sonuçları uygulanmıyor. Sanki bizlerle dalga geçiyorlar. Onlara göre, en iyi Eğitim Sen’li, ‘ölü Eğitim Sen’li’… Ortaya konulan uygulamalarla öğretmenler, toplum karşısında ötekileştiriliyor.
Eğitim sistemimiz tam bir taşeronlaştırmaya doğru gidiyor. Geçenlerde yapılan Eğitim Şurası kararlarına da, toplumumuzun çok dikkat göstermesi gerekmektedir. Daha okul öncesi çocuklarımız bile, dini inanışlara göre dizayn ediliyor. Bunun somut örneğini Osmaniye’de gördük. Minicik çocuklar başları örtülerek, dua ettirilerek anaokuluna giriyor.
Öte yandan, Şura kararları kesin değildir, uygulanması gereken kararlar değildir. Zaten bugün, eğitim sisteminin yüzde 25’i dini içeriklidir. Eğer Şura kararları bakanlık tarafından kesinleşip uygulanırsa, eğitim sisteminde dini içerik oranı yüzde 50’ye ulaşır. Yani iktidar, kendi doğrultusunda bir eğitim sistemi istiyor ve bu konuda da oldukça mesafe aldı. Biz, dini inanışa karşı değiliz. İmam Hatip okulları da olsun. Ama isteyen her aile çocuklarını istediği okulda okutsun. Bu zorla olmaz. Unutmayalım ki, hukuk herkese lazım. Alın bakın, müfredat programlarına. Demokratik olmadığını göreceksiniz. Ekolojiden trafiğe kadar yaşamın tüm alanlarını ilgilendiren konuları, müfredatta göremezsiniz. Müfredata göre, bizleri, çocukluğumuzda anlatılan ‘leylekler getirdi’… Yani tekçi bir mantıkla oluşturulan müfredat programı var, karşımızda.
Şunu söylemek istiyorum ki… Eğitimdeki kıyametin asıl nedeni özelleştirmedir. Eğitim uluslararası ve ulusal sermayenin insafına terkedilmiştir. Hatırlatırız ki, özelleştirme herkesi vurur.
Biz, insanları ötekileştirmeyen bir eğitim istiyoruz. Demokratik bir eğitim sisteminden yanayız. Biz, dünyayı çocuklara verecek bir eğitim sistemi istiyoruz. Bu konudaki mücadelemizi de sürdüreceğiz.
Siyasi iktidar, yıllardır eğitim sistemini kendi dünya görüşü doğrultusunda düzenlemekte, bunu gerçekleştirmek için bir taraftan bütün kamu kurumlarında "siyasal kadrolaşma" operasyonları sürerken, diğer taraftan özellikle Eğitim Sen üyelerine yönelik soruşturma, sürgün ve cezalandırma uygulamaları giderek artmaktadır.
Taksim gezi Parkı’nın ranta kurban edilmesine karşı gelişen yurttaş duyarlığını polis terörü ile bastırmaya kalkışan AKP iktidarı Türkiye halkının vicdanının, hak ve adalet arayışının güçlü duvarına çarptı.
AKP halkın; hak, adalet ve özgürlük talebine; devlet terörüyle karşılık vererek onlarca insanımızın ölümüne, yüzlerce insanımızın sakat kalmasına, binlerce insanımızın yaralanmasına neden olmuştu. Gezinin talepleri, biz kamu çalışanlarının talepleriyle örtüşmesi nedeniyle de KESK ve Eğitim Sen 4-5 ve 17 Haziran 2013 de grev kararı alarak Türkiye’de örgütlü olduğu her yerde fiilen Haziran direnişinin bileşenlerinden biriydi.
Milyonların katıldığı ve adına Gezi Direnişi dedikleri büyük halk hareketinden korkan AKP; direnişe katılan ve kimliklerini tespit ettiği her yurttaşı sindirme ve itibarsızlaştırma adına her türlü baskıyı uygulamışlardır. Biz kamu çalışanlarını, açılan idari soruşturmalarla cezalandırmak istediler. Ancak o dönem soruşturmayı yürüten Adana İl Milli Eğitim Teftiş Kurulu Başkanı gezi sürecini yasal, anayasal, sendikal hak ve özgürlükler kapsamında yorumlayıp soruşturmaya yer olmadığını bildirmesiyle birlikte Teftiş Kurulu Başkanını görevden almışlardı. Adana Valisi ve Adana İl Milli Eğitim Müdürü AKP’de aldıkları talimat gereği Gezi Direnişine katılanlara mutlaka ceza vermeleri gerekiyordu. Bu nedenle ifadelerimiz bir kez daha alındı. Daha önce ifadeleri alınan şuan 20’ye yakın arkadaşımızdan bu sefer aşağıdaki sorular sorularak, savunmaları istenmiştir.
Gezi Parkı Eylemlerinde;
• Yüzünüzü kapatıp kapatmadığınız,
• Gaz maskesi takıp takmadığınız,
• Taşlardan ve demir korkuluklardan bariyer oluşturup oluşturmadığınız,
• Sokaklarda ateş yakıp yakmadığınız,
• Olaylara müdahale eden güvenlik kuvvetlerine taşlı, sopalı saldırılarda bulunup bulunmadığınız,
Bizler her türlü şiddete karşı olan bir sendikanın üye ve yöneticileriyiz. Üye ve yöneticilerimizin bu sorulara muhatap kalması ve cezalandırılması manidardır. Sokak ve alanları bizlere yasaklamaya çalışan AKP sosyal medya üzerindeki paylaşımlar üzerinde de soruşturmalar açıp cezalar vermektedir.
Siyasal iktidarın asıl amacı Eğitim Sen üyelerini toplumun nazarında itibarsızlaştırmak ve terörüze etmektir. Ancak şu bilinilmeli ki bizler legal zeminde; demokratik haklarımızı AKP’nin polis terörüne rağmen bugüne kadar korkmadan kullandık. Bundan sonrada adli ve idari soruşturmaların içeriğine bakmadan; üyelerimizin ekonomik, özlük, demokratik talepleri için, ülkemizin demokratikleşmesi için, ülkenin kaynaklarının sermayenin değil halkın talepleri doğrultusunda kullanılması için sokakları ve alanları kullanmaya devam edeceğiz. Eğer bu suçsa bu suçu her gün işlemeye devam edeceğimizin bilinmesini isteriz.
Devlet Bankalarını ayakkabı kutularıyla soyanlardan hesap sorulmazken, hırsız ve yolsuzluklarıyla basına düşen görüntüleri sosyal medya üzerinde paylaşan arkadaşlarımızın cezalandırılması faşizmin ta kendisidir. AKP’yi uyarıyoruz; Toplumsal barışı ülkenin tüm kaynaklarını sermayenin hizmetine sunarak sağlamanız mümkün değildir.
AKP Geziyle hesaplaşmak istiyorsa; başta Berkin ELVAN olmak üzere gezide katledilen yoldaşlarımızın katillerini yargı önüne çıkarıp hesabı sorulmalıdır. Ancak bugüne kadar yapılan tek şey katillerin ödüllendirilmeye çalışıldığı, şehitlerimizin acılı annelerinin miting alanlarında yuhalatmamaları ne insanlık nede ahlaka sığan bir durumdur.
Eğitim Sen üyeleri, sadece Gezi eylemleri sürecinde değil, mücadeleye atıldığı ilk yıllardan bu yana haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı direnmekte, bu nedenle soruşturma, sürgün ve cezalarla karşı karşıya kalmaktadır. Ne siyasi iktidar temsilcilerinin tehditleri, ne de MEB`in soruşturma ve sürgünleri bizi biz eden ilke ve değerlerimizden asla geri döndüremeyecektir.
Eğitim Sen`in mücadele tarihi zulmün ve zorbalığın karşısında boyun eğmeyen, doğru bildiği yolda eğilip bükülmeden yürütülen mücadelenin tarihidir. Bu mücadele geleneğine geçmişte boyun eğdiremeyenler, bugün de yarın da boyun eğdiremeyeceklerini çok iyi bilmelidir. 27.12.2014
Ahmet KARAGÖZ
Şube Başkanı
"ÖĞRETMENLERİN 2015 OCAK AYI İL İÇİ VE İLLER ARASI ÖZÜR DURUMUNA BAĞLI YER DEĞİŞTİRME DUYURUSU" Yayımlandı
Duyuruya göre "Birinci aşama başvurularının son günü itibarıyla son iki yıllık süre zarfında en az 360 gün sigortalı hizmeti olduğunu ve sigortalılığının halen devam ettiğini gösterir belge" sunanlar eş durumu özrüne dayalı olarak yer değiştirme isteğinde bulunabilecektir.
16 Ağustos 2014 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 4. maddesiyle değiştirilen 14. maddenin 1. fıkrasının (d) bendi ile 2. fıkrasında yer alan "kesintisiz son üç yıl" ibaresi uyarınca, kamu görevlileri, eşleri atanmayı talep ettikleri yerde kesintisiz olarak son üç yılda sosyal güvenlik primi ödemek suretiyle çalışıyor ise aile birliği özrüne bağlı olarak yer değiştirme isteğinde bulunabilecektir. Kesintisiz son üç yıldır çalışmıyor ve sosyal güvenlik primleri ödenmemişse yer değiştirme isteğinde bulunamayacaktır.
Bakanlığın Resmi internet sitesinde yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği Taslağının 36/1-ç maddesinde de benzer bir hükme yer verilmişti. Yürürlükteki Yönetmeliğinin ‘Eş durumu özrü` başlıklı 37/5 maddesinde bu süre son iki yıl içinde en az 360 gün olarak belirlenmiştir. Bu süre, 2006 yılında yürürlüğe giren öğretmenlerin atama ve yer değiştirme yönetmeliğiyle 240 günden 360 günü çıkarılmıştı. Bakanlık bu taslağı yürürlüğe koyarsa sosyal güvenlik primi ödeme gün sayısını 360 günden de 1080 güne çıkarmış olacaktır. Bakanlık, öğretmenlerin atama ve yer değiştirme yönetmeliğinin (bu taslakla) genel yönetmelikle uyumlu hale getirildiği savunmuştur. Oysa genel yönetmelikte eşi sigortalı olanlara eş durumu özrüne dayalı yer değiştirme hakkı tanınmamışken, öğretmenlerin atama ve yer değiştirme yönetmeliğiyle öğretmenlere bu hak tanınmıştı. Özel yönetmelik genel yönetmelikle tanınan hakları genişlettiğinden, bu konuda bir uyumsuzluktan söz edilmiyordu. Dolayısıyla genel (çerçeve) yönetmelikte kesintisiz son üç yıl sosyal güvenlik primi ödeme koşulu aranması, özel yönetmelikte bu hakkın genişletilmesini engellememektedir. Konuyla ilgili bu görüşlerimizi yazılı ve sözlü olarak Bakanlığa sunmuştuk. Milli Eğitim Bakanlığı`nın bu Duyuru ile görüş değiştirmiş olmasını umuyoruz. Bu nedenle eş durumu özrüne dayalı yer değiştirme isteklerinde son iki yıl içerisinde 360 gün prim ödenmiş olmasının yeterli sayılması yalnız yarıyıl tatilinde değil, yaz tatilinde de geçerli olmalı, Yönetmelik de bu şekilde yürürlüğe konmalıdır.
Duyuruya göre;
Özür grubu başvuruları 5 - 9 Ocak 2015 tarihleri arasında alınacak.
Atamalar 19 Ocak 2015 tarihinde gerçekleştirilecek.
Tebligat ve ilişik kesme işlemleri ise 23 Ocak 2015 tarihinden itibaren gerçekleştirilecek.
Duyuruyu PDF olarak görmek için tıklayınız.
CEO Değil, Milli Eğitim Müdürü İstiyoruz.
Değerli Basın ve Kamuoyuna
23 Aralık 2014 tarihinde Eğitim Sen, Türk Eğitim Sen ve Eğitim İş sendikaların şube başkanları ve sendikalarımızın avukatlarıyla Adana İl Milli Eğitim Müdürüne yargı kararlarının uygulanmasına ilişkin ziyarette bulunarak taleplerimizi ilettik. Ancak İl Milli Eğitim Müdürü “Adana’da yargıçların yönetici atama yönetmeliğini okumadan karar verdiklerini, hukuku katlettiklerini”, Milli Eğitimi özel bir işletmeye benzeterek “bizler kar etmek istiyoruz dolayısıyla çalışma arkadaşlarımızı biz belirleriz. Sizlerle nikâh kıymak, evlenmek istemiyoruz. Neden ısrarla bizimle çalışmak istiyorsunuz. Öğretmenleri de zaten mülakata tabi tutarak çalışmalarını sağlayacağız. 1998 yılında yönetici olmak için girdiğim sınavda 93 puan aldım. İstanbul İlinde 3. en yüksek puanı ben aldım. Beni de atamadılar. Ama ben kimseyi mahkemeye vermedim.” Bu cümleleri sarf eden sanki Adana gibi büyük metropolün İl Milli Eğitim Müdürü değil de zarar eden ve işte atılma korkusu yaşayan bir işletmenin müdürüne ait gibiydi.
Yaklaşık olarak 26 bin eğitim çalışanın İl Milli Eğitim Müdürü tamamıyla tarafsızlığını yitirmiş, siyaseten iktidara “Taraf olmayan bertaraf olur.” dercesine geçmiş dönemlerle hesaplaşma, intikam alma duygusuyla davranıyor olması aslında son 12 yıldır toplumun muhalif kesimlerine uygulanan linç operasyonundan başka bir şey değildir.
Hukuktan, pedagojiden, liyakatten yoksun, taraflı, sığ değerlendirmeler ve mülakatlarla yapılan bu yönetici atamaları vicdanları yaralayan uygulamalardır. Bu uygulamalardan kaynaklı yaşanan mağduriyetlerin sorumlusu; kanunsuz uygulamalarda imzası olan herkese aittir.
İlimizde yönetici atama mülakat sınavına, Eğitim Sen kimliği ile girip ataması okul müdürü olarak yapılan 13 arkadaşımız var. Eğitim Sen’den istifa ettirilen 41 öğretmen arkadaşımız ise mülakat sonrası okul müdürü olarak görevlendirilmiştir. Adana’da yetkili sendika olan Türk Eğitim Sen üyelerinde 27 öğretmen arkadaşımızın mülakat sonrası okul müdürü olarak atanmıştır. Eğitim İş sendikasına üye 2 öğretmen arkadaşımız yalnızca okul müdürü olarak atanması yapılmıştır. Yandaş yalaka Eğitim Bir Sen üyesi 360 öğretmenin mülakat sonrası okul müdürü olarak atamasının yapılması, mülakattın hangi kriterlere göre yapıldığını açıkça göstermektedir.
AKP kendi siyasal, ideolojik ihtiyaçlarını karşılayacak ve iktidarlarını perçinleyecek bir eğitim modelini yaratmak için 12 yıllık İktidarı süresince 5 ayrı Milli Eğitim Bakanının birbirinden farklı eğitim politikalarıyla; eğitimciler ayrıştırılmış, ötekileştirilmiş ve değersizleştirilmiştir. Bu uygulamalardan anlaşılan tek şey eğitimi kaosa sürükleyip, özelleştirmeyi hızlandırmaktır. Bu durumu örneklersek; devlet okullarına tek kuruş kaynak aktarmayan iktidar devlet okullarındaki 250.000 başarılı öğrenciye; öğrenci başı 2.500,00TL ile 3.500,00TL eğitim ödeneği adı altında kaynak aktararak toplamda 800 milyon TL’yi devletin kasasından özel okulları kasasına yani yandaşların kasasına aktarmıştır.
AKP kamuda çalışan personeli kamunun ihtiyaçları doğrultusunda değil, kendi siyasal ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde; tekçi ve kendilerine biat eden, saltanatlarına güç veren bir pozisyonda olmasına ilişkin özel bir çaba sarf ettiklerini bizlerde kamuoyu da bilmektedir.
Kamuda çalışan personeli verimli ve üretken kılmak için öncelikle iş barışını sağlayacaksınız. İş barışı için her türlü değerlendirmelerde liyakat esas alınmalıdır. Sendikal ve siyasi kimlikler kriter olmaktan çıkarılmalıdır. Bu ülkenin her yurttaşı hak ediyorsa hak ettiği yerde çalışma şansı, çalışma imkânı verilmelidir. Ülkemizin kaynakları hepimize yetecek kadardır. Kaynaklarımızı ayrıştırmak için değil toplumsal barışı sağlamak için kullanılmalıdır.
Sayın Vali’yi yargı kararlarının uygulanması için göreve çağırıyor, yargı kararlarını uygulamayanlar için suç duyurusunda bulunacağımızı ve tazminat davaları açacağımızın bilinmesini isteriz. Yargı kararları uygulanmadıkça bu davanın sonuna kadar takipçisi olduğumuzu bir kez daha kamuoyu ile paylaşıyoruz.26.12.2014
Ahmet KARAGÖZ Kamil KÖSE
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Türk Eğitim Sen Adana 2 Nolu Şube Başkanı
Selahattin Dolgun Galip Reha Ertekin
Türk Eğitim Sen Adana 1 Nolu Şube Başkanı Eğitim İş Adana Şube Başkanı
Roboski’de katledilen 34 yurttaşımızın 3. yıl dönümü nedeniyle Çukurova Üniversitesi öğrencilerinin bugün düzenlediği anma etkinliğine, önce ülkücüler sonra da polisin saldırısı sonucu onlarca öğrenci darp edilerek gözaltına alınmışlardır. Roboski katliamını sorumlularının bulunup yargılanması yerine üniversiteli gençlerin gözaltına alınmasını kınıyor ve biran önce gözaltındakilerin serbest bırakılmasını talep ediyoruz.
Yolsuzluk, Rüşvet, Yağma ve Talana Son Verilmeli, Hırsızlardan ve Arkalarındaki Güçlerden Hesap Sorulmalıdır!
12 yılı aşkın bir süredir tek başına iktidar olan AKP’nin yıllardır adım adım inşa ettiği yolsuzluk, yağma ve rant düzeni, 17-25 Aralık 2013’te başlatılan, yolsuzluk, rüşvet ve kara para aklama iddiasıyla başlatılan operasyonların üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen bir arpa boyu yol alınamamıştır. Yolsuzluk ve rüşvet çetesinin faaliyetleri ve siyasi iktidarla ilişkileri delilleri ile birlikte birer birer ortaya çıkarılmasına rağmen, yolsuzluk yapanlar ve yolsuzluğa aracı olanlar, siyasi iktidarın yargı, emniyet ve basına yönelik baskı ve operasyonları ile aklanmaya çalışılmaktadır.
Operasyonun gerçekleştiği son bir yıl içinde, ilk olarak 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan tutuklu şüpheliler salıverilmiş, sonra da dosyaya bakmakla yeni görevlendirilen savcıların “takipsizlik” kararıyla soruşturma nedeni hukuken ortadan kaldırılmak istenmiştir. Ayakkabı kutusu ve kasalar dolusu dolar, avro, TL “sahiplerine” faiziyle birlikte iade edilirken, “şüpheliler” de hükümete yönelik sözde “darbe”nin mağduru gibi gösterilmek istenmektedir. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile ilgili olarak yürütülen tek yasal soruşturma, dört bakan hakkında Meclise gelen fezlekeler üzerinden yürütülmektedir. AKP Hükümeti ve Meclis Grubu, “komisyondaki oy çokluğu” ile bakanları aklayarak ya da en azından birkaçını Yüce Divan’a göndererek, kendisi için son derece yıpratıcı olan bu süreci en az zararla kapatmak istemektedir.
Yolsuzluk ve rüşvetin suçlularının bütün açıklığı ile ortaya çıkarılıp hesap sorulmasında Hükümetin yargı yolunu kapatması, 17-25 Aralık büyük yolsuzluk ve rüşvet skandalının elbette halkın, emekçilerin vicdanında kapandığı anlamına gelmemektedir. Geniş halk kesimleri yıllardır yoksulluk ve borç batağında yaşam savaşı verirken, birilerinin yıllardır ülke kaynaklarını kendi kişisel çıkarları için kullandıkları ayan beyan ortadadır. Son bir yıldır her şey bütün açıklığı ile halkın gözleri önünde yaşanmaktadır. Sistemin polisleri, savcıları, mahkemeleri, istihbarat güçleri siyasi iktidarın doğrudan elemanları gibi hareket etmiş, soruşturmanın daha fazla derinleşmemesi için bütün olanaklarını seferber edilmiş, bazı deliler ortadan kaldırılmıştır. Ancak cin bir kez şişeden çıkmış, yıllardır halktan gizlenen gerçekler, yolsuzluk, yağma ve talan düzeni toplumun geniş kesimleri tarafından daha net görünmeye başlanmıştır. Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere, hükümet çizgisinde yayın yapan gazeteler, köşe yazarları ve yandaş sendikalar, yolsuzluk ve rüşvet operasyonları karşısında son bir yıldır “tek ses, tek yürek” davranmakta ve yolsuzluk yapanların açığa çıkarılmasını isteyenleri suçlamayı, onlara iftiralar atmayı sürdürmektedir. Siyasi iktidar ise “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” sözüne uygun olarak o da 17-25 Aralık haftasını adeta hırsızlıkların, yolsuzlukların, rüşvetin açığa çıkarılmasını isteyenleri sindirme haftasına dönüştürmeyi amaçlamaktadır.
Yıllardır “adalet” ve “hukukun üstünlüğü” gibi kavramlarla her türlü yolsuzluğun, adaletsizliğin ve hırsızlığın üzerini örtenler, halkın gerçeklerin açığa çıkarılması taleplerini görmezden gelmesi kabul edilemez. Mevcut yağma ve sömürü düzeninin gerçek yüzünü gösteren bu pisliği sistemin mevcut güçlerinin temizlemesi mümkün değildir. Yıllardır halkın sırtından servetlerini arttıranların, ortaya saçılan pislikleri ortaya çıkarmak yerine, üzerine birkaç kürek toprak atarak yoluna devam etmek istemelerine izin verilemez. Bu nedenle bu pisliği sadece emekçilerin birleşik, örgütlü mücadelesinin temizleyebileceği unutulmamalıdır.
Siyasi iktidarın bütün engelleme girişimlerine rağmen, yolsuzluk, rüşvet ve yağma gibi sistemin çürümüşlüğünün ifadesi olan bütün pisliklerin halka gösterilmesi görevi emekçilerin ve emek örgütlerinin öncelikli görevleri arasındadır. Yıllardır emeği ve alınteri çalınan, sefalet ücretlerine mahkum edilen emekçiler olarak, her yerinden pislik akan mevcut sistemin sorunlarını kendi iç dengelerini bozmadan aşmasına izin vermeyecek, gerçeklerin bütün açıklığıyla ortaya çıkması için bütün gücümüzle mücadele edeceğimiz bilinmelidir.
Rüşvete, yağmaya, yolsuzluğa izin vermeyen, insanca bir düzen kurulmadan, “zengine han, hamam, yoksula din iman” anlayışı ve dini muhafazakârlık örtüsüyle üzeri örtülmeye çalışılan mevcut yolsuzluk ve sömürü düzeninin ve her yerden akan pisliklerin kaynağını kurutmak mümkün değildir. AKP iktidarının yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile ilgili olarak bütün ekonomik ve siyasi gerçeklerin üzerini kapatma girişimleri asla kabul edilemez. Yolsuzluğa karışan, rüşvet alan ve kamu kaynaklarını talan eden bütün sorumlular ve arkasındaki güçler halka hesap vermelidir.25.12.2014
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı