egitimsen2
Eğitim Sen kuruluş yıl dönümü etkinliği
21 Ocak 2016 Perşembe Saat:18.30
Yer: Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi
Bordrolarımız Yoksulluğun ve Sömürünün Belgesidir!
Bugün ellerimizde yoksulluğun, sömürünün belgesi olan bordrolarımızla alanlardayız. Ellerimizdeki bu bordrolar yıllardır biriken, her geçen gün ağırlaşan ekonomik ve sosyal sorunlarımızın belgesidir. Duyulmayan sesimiz, yok sayılan taleplerimizdir.
Bilindiği üzere AKP ve yandaş konfederasyonu arasında varılan Satış Sözleşmesi sonucunda 2016-2017 yılları Toplu Sözleşme sürecinde temel taleplerimiz görmezden gelinmiş, bir kez daha öngörülen enflasyon oranları üzerinden kamu emekçileri sefalet ücretine mahkûm edilmiştir. Nitekim Ocak ayının daha ilk haftasında başta elektrik, doğalgaz, gıda olmak üzere halkın temel tüketim harcamalarında meydana gelen artışlarla maaşlara yapılan artışlar erimiştir. Önümüzdeki dönemde ekonomik kayıpların artarak devam edeceği 64. Hükümet programının ekonomik hedeflerinden de anlaşılmaktadır.
Yine gerek Hükümet Programında ve gerekse de Hükümet yetkililerinin açıklamalarından da anlaşılacağı üzere kamu emekçilerinin iş güvencesinin ortadan kaldırılması da dâhil olmak üzere çalışma yaşamında yeni saldırı yasaları gündeme gelecektir. Nitekim şu anda Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmekte olan Gelir Vergisi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile doğum/annelik bahanesiyle kamuda yarı zamanlı çalışma ile esnek çalışma temel istihdam biçimi olarak yerleştirilmek istenmektedir.
Emeği ile geçinen tüm kesimlerin daha fazla sefalete itildiği, kamu kaynaklarının savaşa aktarıldığı, iş güvencemize göz dikildiği, kıdem tazimatının fona dönüştürülerek talan edilmek istendiği, yandaşlığın, kadrolaşmanın hız kazandığı bir süreçteyiz.
2016-2017 yılları Toplu Sözleşme (TİS) sürecinde kamu emekçilerinin mali, demokratik ve sosyal taleplerini yok sayarak MEMUR-SEN ve AKP eliyle yapılan bu sefalet artışını protesto ederek maaşlarımızdaki kayıpların bir an önce telafi edilmesini talep ediyoruz.
Bugün bordrolarımızı yoksulluğa, sömürüye meydan okuduğumuzu göstermek, insanca yaşam hakkımız için kazanana dek mücadelemizi büyütmeye kararlı olduğumuzu göstermek için yakıyoruz. Kamu emekçileri, iradesi yok sayılarak iktidarın beklentilerine uygun biçimde yandaş konfederasyon tarafından imzalanan Satış Sözleşmesinin ürünü olan bu bordroları reddetmektedir. AKP ve yandaş sendikası, kamu emekçilerini sadaka ile kandıramayacağını artık anlamalıdır.
AKP’nin zulüm, sömürü ve talan düzenine karşı eşitlik, özgürlük, barış, adalet ve insanca bir yaşam taleplerimizle işyerlerinde, sokaklarda, hayatın her alanında tüm baskılara ve zorbalıklara rağmen inadına sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Tüm kamu emekçilerini bu mücadelede yer almaya ve geleceklerine sahip çıkmaya çağırıyoruz.15.01.2016
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Zeynel KETE
Eğitim Sen Adana Şube Sekreteri
“Barış İçin Akademisyenler” imzasıyla bir metin hazırlanmış, yurt içi ve yurt dışından bin iki yüzü aşkın akademisyen metne imza atmıştı. Yaşanan şiddet ortamının sona erdirilmesi ve barış istemini içeren metne imza atan akademisyenler cumhurbaşkanı, hükümet üyeleri, bazı basın yayın organları tarafından hakaretlerle tehdit edilmiş, YÖK tarafından gerekenin yapılacağı ifade edilmiş, bazı illerde de cumhuriyet savcılıklarınca soruşturma başlatılmıştır.
Eğitim Sen olarak akademisyenlerin yanında olduğumuzu dile getirerek, konuyla ilgili bir de yazılı basın açıklaması yaptık. Metne imza atan akademisyenlere de gerekli desteği vereceğiz.
Bu kapsamda ilk olarak, bir ilde savcılıkça “Türk Milletini, Cumhuriyeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisini Alenen Aşağılama ve Terör Örgütü Propagandasını yapma” suçlamasıyla soruşturma başlatıldığı göz önünde bulundurularak, bu kapsamda bir ifade örneği hazırlanmıştır.
Akademisyenler Savcılık İfade Örneği için tıklayınız.
Sendikamız Eğitim Sen, kurulduğu ilk günden itibaren yüksek öğretim alanına dair sorunları takip ediyor. Elbette sadece sorunları işaret etmekle yetinmiyor. Somut çözüm önerilerini üyeleriyle birlikte belirleyip, bu doğrultuda adımlar atmayı hayati bir ilke olarak görüyor. Bu bülten de uzunca bir dönemde elde ettiğimiz birikimin ürünü…
Yükseköğretim bültenimizin ilk sayısının, yalnızlaştırma politikalarına karşı güçlü dayanışma ilişkileri geliştirebilmeye, sahip olduğumuz birikimle ortak mücadele yürütüp sorunlarımızı çözebilmeye ve “insan, toplum, doğa yararına” yüksek öğretim sisteminin örgütlenebilmesine katkı sağlamasını umuyoruz.
Eğitim Sen Yükseköğretim Bülteni Aralık 2015 için tıklayınız.
Eğitim Sen Yükseköğretim Bülteni ön kapak için tıklayınız.
Eğitim Sen Yükseköğretim Bülteni iç kapak için tıklayınız.
21/12/2015 tarihinde 1 saatlik iş bırakma ve 22/12/2015 Cizre ve Silopi’de Hizmet İçi Eğitim Almaya gidiyoruz eylemi ile ilgili alınan iki MYK kararı ve ifade örnekleri
21 Aralık MYK Kararı için Tıklayınız
21 Aralık İfade Örneği İçin Tıklayınız
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Rehberlik ve Denetim Başkanlığı, KESK, DİSK, TMMOB tarafından 29 Aralık tarihinde alınan iş bırakma eylemi ile ilgili olarak, valiliklere “Eğitim Hakkını Engelleyici Eylemler” konulu skandal bir talimat göndermiştir. Söz konusu talimatta, zorlama bir yorumla, yapılan eyleminin “yasa dışı, siyasi ve ideolojik amaçlı” olduğu, “sendikal hakların kullanımı sınırlarını aştığı”, “eğitim hakkını engellediği” iddia edilmiştir. Talimat, tüm okul müdürlüklerine ulaşmış olup, eyleme katılan Eğitim Sen üyelerinin ismi ve bilgileri bildirilmeye başlanmıştır.
MEB, günlerce sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelerdeki öğretmenleri, can güvenliklerini sağlayamadığı için “hizmet içi eğitim” adı altında bir SMS mesajı ile okullarından uzaklaştırmış ve eğitim kurumlarının bizzat devlet eliyle boşaltılmasını sağlamıştır. Aylardır yüz bini aşkın öğrencinin binlerce öğretmenin eğitim-öğretim hakkını fiilen gasp eden MEB’in, halkın yaşam hakkı ve öğrencilerin eğitim hakkı için yapılan “hizmet üretiminden gelen gücü kullanma” eylemine “öğrencilerin eğitim hakkını engellemek suçu” işlendiği gerekçesiyle soruşturma açma talimatı vermesi büyük bir çelişkidir.
Binlerce öğretmeni okullarından ve öğrencilerinden zorla koparan, öğrencilerin eğitim hakkını elinden alan MEB, sendikal eylemden dolayı hiçbir eğitim emekçisine ceza verilemeyeceğini bile bile, sırf sendikal eyleme katılanlara gözdağı vermek, eğitim ve bilim emekçilerini açtığı soruşturmalarla kaygılandırmak ve sindirmek istemektedir.
Danıştay 12. Dairesi’nin 20 Aralık 2004 tarihli kararında “Sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğine vurgu yapılarak, öğretmenlerin bağlı bulunduğu sendikanın aldığı karar uyarınca bir gün göreve gelmemesi eyleminin sendikal faaliyet kapsamında olduğu” açıkça belirtilmektedir. MEB Rehberlik ve Denetim Başkanlığı, hangi konuların “sendikal eylem” kapsamında olduğunu Danıştay 12. Dairesi’nden daha iyi bilmektedir. Bu nedenle, MEB’in iş bırakma eylemine katılan eğitim ve bilim emekçilerine “gözdağı vermek” amacıyla valilikler üzerinden okul yönetimlerine talimat vererek soruşturma açması açıkça “sendikal faaliyetleri engelleme” suçudur. Anayasa ve insan hakları sözleşmeleri ile güvence altına alınan sendikal faaliyet hakkı Türk Ceza Kanunu ile de korumaya alınmış, TCK 118. maddesinde sendikal faaliyetin engellenmesi yasaklanmıştır.
MEB Hukuk Müşavirliği 27.02.2012 tarihinde, Muş’ta benzer bir iş bırakma eylemine katılanlara verilen cezalar ile ilgili Muş Valiliği’ne yazdığı resmi yazıda “sendikal faaliyet kapsamındaki eylemlere ceza verilemeyeceği”ni açık açık, tüm gerekçeleri ile belirtmiştir. MEB Rehberlik ve Denetim Başkanlığı’nın bu yazının içeriğinden haberdar olmaması mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında yapılan işlemlerin tamamının hukuk dışı olduğu açıktır.
KESK tarafından alınan kararlar gereği değişik tarihlerde gerçekleştirilen uyarı grevleri ve iş bırakma kararlarına uyarak işe gitmeyen sendika üyelerine verilen disiplin cezalarının tamamının iptal edildiği unutulmamalıdır. En son 4+4+4 düzenlemesi ile ilgili olarak 28-29 Mart 2012 tarihinde gerçekleştirilen iki günlük iş bırakma eylemine katılan üyelerimiz hakkında verilen disiplin cezalarının yüksek yargı tarafından iptal edildiğini hatırlatmak yerinde olacaktır.
Sendikamızın daha önce yaptığı pek çok eylem, etkinlik ve iş bırakma kararları, Danıştay ve İdare Mahkemeleri tarafından da yasal ve meşru kabul edilmiştir. Danıştay kararları; “sendikaların yetkili kurullarınca alınan üretimden gelen güçlerini kullanma çağırısına uyarak, sendikal faaliyet kapsamında göreve gelmeme fiilinin mazeret olarak kabulünün gerektiği” yönündedir. Danıştay bu etkinlikler nedeniyle “göreve gelmemenin disiplin cezası ile cezalandırılması”nı hukuka uygun bulmamıştır.
Kamu görevlilerinin, sendikalarının aldığı kararlar doğrultusunda toplu eylem hakkına sahip oldukları; uluslararası sözleşmelerde, insan hakları sözleşmelerinde, Anayasa ve mahkeme kararlarında hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde tanınmıştır. Bu konuda çok sayıda AİHM, Danıştay ve idari yargı kararı bulunmaktadır. Eğitim ve bilim emekçilerinin iç hukuk ve uluslararası hukukta güvence altına alınan demokratik haklarını kullanması asla suç olarak değerlendirilemez.
MEB’in, nasıl sonuçlanacağını bile bile, almış olduğu “siyasal talimat” ile sırf kamuoyunun kafasını karıştırmak ve eğitim emekçilerini hedef göstermek amacıyla başlattığı soruşturmalar derhal geri çekilmelidir. MEB’in hukuka ve yargı kararlarına “incir çekirdeği” kadar saygısı varsa, hiçbir eğitim ve bilim emekçisi hakkında sendikasının aldığı karara uyduğu gerekçesiyle soruşturma açamaz. Sendikal haklarımıza saygı duyulmasını istiyoruz.
Milli Eğitim Bakanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü 06.01.2016 tarih ve 160504 Sayılı Yazısı ile kanunun ruhuna uygun olacak şekilde süt izni kullanmak isteyen öğretmenler ve eğitim kurumu idarecileri işbirliği yaparak hiç bir tarafın mağdur edilmeden süt izninin kullanılmasının sağlanması hususunda görüş bildirmiştir.
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı eğitim kurumlarında görev yapan kadın öğretmenlerden doğum yapanların, süt iznini nasıl kullanacakları hususunda tereddütlerin giderilerek uygulamada birliğin sağlanması bakımından aşağıdaki açıklamanın yapılmasına gerek görülmüştür.
Bilindiği üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 104 üncü maddesinin (D) fıkrasında; "Kadın memura, çocuğunu emzirmesi için doğum sonrası analık izni süresinin bitim tarihinden itibaren ilk altı ayda günde üç saat, ikinci altı ayda günde birbuçuk saat süt izni verilir. Süt izninin hangi saatler arasında ve günde kaç kez kullanılacağı hususunda, kadın memurun tercihi esastır." hükmü yer almaktadır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 36 ncı maddesinin IV üncü fıkrası Eğitim ve Öğretim Hizmetleri Sınıfı başlığında; "bu sınıf bu kanun kapsamına giren kurumlarda eğitim ve öğretim vazifesiyle görevlendirilen öğretmenleri kapsar." denilmektedir. Buna göre öğretmenler, eğitim-öğretim hizmetlerini haftalık ders programları bütünlüğü içerisinde yerine getirmek durumundadır ve bu yönüyle çalışma saatleri diğer devlet memurlarına göre meslek olarak farklılık arz etmektedir.
Bu bağlamda;
1-İkili öğretim yapılan eğitim kurumlarında görev yapan sınıf öğretmenlerinin haftalık ders programlarının; hangi dönemde görev yapmak istedikleri göz önünde bulundurularak düzenlenmesi; tekli öğretim yapılan eğitim kurumlarında görev yapan sınıf öğretmenlerinin haftalık ders programlarının ise öğretmen ile okul idaresi işbirliği içinde dersleri aksatmayacak şekilde düzenlenmesi,
2-Diğer alanlarda görev yapan öğretmenlerin ders programlarının süt izni istekleri de göz önünde bulundurularak dersleri aksatmayacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.
Bu çerçevede, MEB İnsan Kaynakları Gen.Müd.nün 27/12/2004 tarihli ve 93570 sayılı yazısı yürürlükten kaldırılmıştır.
Bu nedenle, Kanunun ruhuna uygun olacak şekilde süt izni kullanmak isteyen öğretmenler ve eğitim kurumu idarecileri işbirliği yaparak hiçbir tarafın mağdur edilmeden süt izninin kullanılmasının sağlanması hususunda gerekli hassasiyetin gösterilecektir.
Kaynak: memurlar.net
M.Ö. 1000’li yıllarda yaşamış olan Çinli ozan/filozof Kuan Tzu diyor ki;
“Bir yıl sonrasıysa düşündüğün, tohum ek;
Ağaç dik, on yıl sonrasıysa tasarladığın;
Ama düşünüyorsan yüz yıl ötesini, halkı eğit o zaman;
Bir kez tohum ekersen, bir kez ürün alırsın;
Bir kez ağaç dikersen, on kez ürün alırsın;
Yüz kez olur bu ürün, eğitirsen milleti;
Birine bir balık verirsen, doyar bir defalık;
Balık tutmayı öğret, doysun ömür boyunca.”
Özet
Tarım eğitiminin yıldönümünü kutladığımız bu günlerde öğrencilerimizin final sınavları yapıldı/yapılıyor. Verdiğim dersler itibarı ile öğrencilerin final sınavlarında sorulan sorulara verdikleri cevaplar “bu kadar da olmaz” dedirtecek düzeyde. Son sınavlardan da yola çıkarak öğrencilerin temel kavramları bilmedikleri, duygusal ve mantıksal çıkarım yapmadıkları, analitik düşünme, sorgulama ve kritik okuma alışkanlığına sahip olmadığı, tarih bilincinin çok zayıf ve var olanından gerçeklikle alakasının olmadığı, not tutma ve ders çalışma alışkanlığının gelişmediği görülüyor. Mezun olma noktasına gelen öğrencilerin bu bilgi ile mezun olması durumunda ciddi hatlar ve hatta insan sağlığına zarar vermesi kuşkusu bende oluştu. Basit bir dört işlem, oran orantı kuramayan, tarım ve toprak kavramını açıklayamayan bir mühendisi toplumun önüne koyabilir miyiz diye düşünmek zorundayız.
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ
Edindiğim izlenim sorun temelde bu öğrenciler iyi eğitilmeden üniversiteye geliyorlar ve biz üniversiteler de açıkçası kişinin ufkunu ve dünyasını açacak düzeyde katkıda bulunacak ortam hazırlayamamaktayız. Uzun yıllar edindiğim izlenimler ve tutuğum notlardan çıkardığım gün geçtikçe tarım eğitimi alan öğrencilerin bilimsel olarak üniversiteyi okuyacak düzeyde akademik bilgi ile üniversiteye gelmedikleri yönünde. 200 puan civarında puan ile fakülteye kayıt yaptıran öğrencilerin doğal olarak temel bilimler ve sosyal bilimler akademik bilgi ile donatılmadan geldiklerini biliyoruz. Temel bilimler bilinmeden, ekoloji ve tarım bilimi anlaşılmıyor. Tarih bilimi okunmadığı için insanlığın tarihinin tarım tarihi olduğu anlaşılmıyor. Kendi çalışma alanının geçmişi bilinmeyince ne yaptığı anlaşılmıyor. İstihdam sorunu had safhada olunca öğrencide iyice kopuyor ve dört yılını bir şekilde tamlayıp diploma almayı almaktan başka hedefi olmuyor. Bu kadar insanın kötü olmayacağı bilinci ile konun ciddi olduğu ve mutlaka bir bütünlük içinde ele alınması gerekiyor.
İlgi duyan arkadaşlarımız için sorunu ve öğrencilerin verdiği bazı cevaplar ve buradan çıkardığım bazı temel eksiklik noktalarını ve geleceğe ilişkin neler yapılması gerektiğini aşağıda genişçe işledim.
Çok acilen Milli Eğitim bakanlığı mevcut eğitim sistemini rekorumdan geçirmesi gerekir. Tarım eğitimi nasıl öğretilmeli konulu acil bir konferans düzenlenmeli ve somut karalar alınalı ve uygulamaya konulmalı. Ziraat eğitimi alacak öğrenciler ÖSYM tarafından yapılan sınavlarda belirli bir puan altına alan öğrenciler lisansa kayıt yaptırmamalıdırlar. 180 puan sınırı düşük bir sınır olup lisans eğitimi için yetersiz kalmaktadır. Başta kamu kuramları olmak üzere liyakate dayalı burs ve istihdam sağlanmalıdır.
Çok acilen ziraat eğitimi almak isteyen öğrenciler için kamu veya üniversite vakıfları üzerinden burs imkânları sağlanmalı. Başarılı öğrencileri meslek hayatına taşımak ve geleceğin yetişmiş meslek ve bilim insanı yetiştirilmesi açısından da önemlidir. Son iki yıldır YÖK ve ÖSYM’nin Tıp ve Hukuk Fakültelerine uyguladığı belirli bir puanın veya yüzdelik dilimin altındaki öğrencilerin Tıp ve Hukuk Akademisine başlatılamayacağı kararının Ziraat Fakültelerine de uygulaması gerekmektedir. Aksi takdirde bu mezunlar ile geleceğin modern tarımını yapamayız.
Üniversitelerin öğrencilerin orta eğitiminden kaynaklanan akademik sorunlarını ve yaşanan aksaklıkları rapor edip Milli Eğitim Bakanlığı’na bildirmeleri gerekir. Sorunun bir kısmı öğrenci ve ailelerden kaynaklansa da bir ciddi sistem sorunu yaşadığımız ortada. Ortaöğretimden yetersiz gelen öğrenci ile üniversite eğitimi artık yapılamıyor. Ülkemizde neredeyse son 50 yıldır özelliklede siyasetin her fırsatta eğitim dokusu ile oynamasından kaynaklanan bir akademik nitelik sorunu yaşanıyor. Bu yapısal sorunun bir bütünlük içinde ele alınması artık kaçınılmaz.
İlgi duyanlar için geniş bir açıklama aşağıda bilginize sunulmuştur.
TARIM EĞİTİMİ CAN ÇEKİŞİYOR
Bugün ziraat eğitiminin en ciddi sorunu nitelik sorunu olduğu konusunda hemen hemen çoğumuz mutabakat içindeyiz. 1995 yılından bu yana verdiğim derslerde üniversite bakış açısıyla yoruma dayalı, karşılaştığı sorunu analiz etme ve çözme, grafik okuma ve analitik düşünme üzerine sorular sorarım. Uzun zamandır öğrencilerin sorulara verdiği cevapları analiz ederek genel bir kanaat oluşturmaya çalışıyorum. Ancak son yıllarda öğrencilerin sorulara verdiği cevaplarda durumun gittikçe kötüleştiğini görüyorum. Birçok üniversiteden edindiğim izlenime göre öğretim üyesi meslektaşlarımız çok sayıda benzer serzenişleri dile getiriyorlar.
En son yaşadığım bu sınav döneminde sınav sonuçlarının bende bıraktığı etki ziraat eğitiminin can çekiştiği yönünde. Ziraat Fakültesinde uzun dönemdir verdiğim “Tarım Tarihi ve Deontoloji”, “Kök Bölgesi Ekosistemi”, “Toprak Bilimi ve Bitki Besleme“ dersleri çerçevesinde (ders notu içeriğine ve müfredata bağlı kalarak) öğrencilere sorduğum aşağıdaki sorulara aldığım cevaplar ve öğrencilerin sınav kâğıtlarından çıkardığım genel durum şöyledir.
Tarım Tarihi ve Deontoloji dersi sınavında sorulan bazı sorular:
“1. Toprak Bilimi açısından ziraat mühendisi, mesleğini icra ederken hangi meslek ilkelerine uymalıdır? Toprak etiği sizce neyi ifade ediyor?
2. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte Türkiye tarımının yapısal sorunları nelerdi?
3. Cumhuriyetin ilk yıllarında tarım alanında yapılan başlıca yenilikler ve kazanımlar nelerdir? Örnekleriyle açıklayınız.
4.Osmanlı döneminde toprak mülkiyetinin hukuki durumu neydi? Açıklayınız
5. Günümüz bilgi ve iletişim çağının tarıma bilimine olan katkılarını geçmişle karşılaştırarak açıklayınız?
6. Mevcut Türkiye tarımsal yükseköğretimi konusunda ne tür aksaklıklar görüyorsunuz ve geleceğe ilişkin önerilerinizi nelerdir, yazınız.
Yukarıdaki sorulara verilen bazı cevaplardan bazı öğrencilerin sanki dersi hiç dinlemediklerinin veya anlatılanları anlamadıklarının, hatta ders notunun kapağını bile açmadıklarının kanaatine vardım. Verilen cevaplar genel bir söylemin ötesinde analitik ve sentezleyici öğeleri çoğu zaman içermiyor: Bazıları şu şekildedir:
“Osmanlı döneminde devlet askerleri beslemek için tarım yapıyordu.”
“Cumhuriyet ile birlikte Türkiye’de kölelik sistemi kalktı.”
“Cumhuriyet ile toprak reformu yapıldı, köylüler toprak sahibi oldu.”
“Cumhuriyetle birlikte toprak devletin mülkiyetine geçti.”
“Köy Enstitüleri kuruldu, köylüler modern tarım tekniklerini öğrendiler.”
“Osmanlı döneminde tarım yapılacak fazla alan yoktu, Cumhuriyet ile birlikte tarım alanları artırıldı.”
“Osmanlı döneminde kimyasal gübre kullanımı yasaktı, Cumhuriyet ile birlikte gübre kullanımı serbest bırakıldı.”
“Cumhuriyet ile birlikte Türkiye’de traktör fabrikası kuruldu ve tohum ıslah çalışması başladı.”
“Osmanlıda ekim nöbetine önem veriliyordu, cumhuriyet bu durumu ortadan kaldırdı.”
“Osmanlı döneminde devlet yanlış bitkilere destek veriyordu.”
“Meslek ahlakı demek, güzel ahlaklı olmak demektir.”
“Deontoloji çiftçiye hizmet etmek demektir.”
“Ziraat mühendisi, güzel ahlaklı olmak zorundadır.”
Günümüz tarım eğitimi konusunda öğrencilerin görüşü
Öğrencilerin zorunlu olarak açıkta kalmamak için tercihen Ziraat Fakültesine geldiklerini, çoğu bölümler ve dersler hakkında bilgi sahibi olmadan tercih yaptığını belirtiyor. Mesleğe ve geleceğe yönelik ciddi bir isteksizlik hakim. Çoğunlukla eğitim sisteminden ve ders işleyiş yönteminden rahatsızlar. Derslerin ezbere işlendiğini belirtiyorlar. Dört yılın yetersiz olduğunu, dersleri anlamadıklarını belirtiyorlar. Stajı angarya olarak görüyorlar.
Daha çok uygulama yapılmasını istiyorlar. Alanlarında yeterli araştırma yapma olanağına sahip olmadıklarını belirtiyorlar (Diğer yandan Kök Bölgesi Ekosistemi dersinde her öğrenciye dönem ödevi olarak verdiğim bir bitki yetiştirme denemesi çerçevesinde yetiştirdikleri bitkilerini halen hasat etmeyen öğrencilerin olması da ayrı bir paradoks).
Bizlere De Eleştiri Var
Öğretim elemanlarına yönelik
Hocalar kürsü arkasında projeksiyona ve slaytlara odaklanmaktan öğrencilere bakamamaktadırlar,
Hocalar derslere hazırlıksız geliyor,
Hocalar öğrencilerin ders içindeki tutumuna bakarak ilgisiz ve heyecansız ders anlatıyor,
Hocalar öğrencilere söz hakkı vermiyor,
Dersleri derste tartışamıyoruz vb. eleştirilerini yöneltiyorlar.
Eğitim Sistemimiz Düşündürtmüyor
Sorulara verilen cevaplarda anladığımız öğrenci okuduğunu anlamıyor ve öğrencinin akademik düzeyi çok düşük.
Öğrenci şekil ve grafik okumasını bilmiyor. Örneğin PISA’da bu sorun başarısızlığın nedenleri arasında gösteriliyor.
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme dersinde sorduğum sorulara gelen bazı cevaplar aynı şekilde öğrencilerin konuyu kavramadıkları/kavrayamadıkları yönünde. Toprak strüktürünün tanımlanmasını istediğimde öğrenci bir şeyler yazıyor ancak eline iki toprak verdiğinizde strüktürünü belirlemeyi bilmiyor.
Öğrencinin önüne değişik şekil ve boyutlarda gelişmiş strüktürlerin çizildiği bir soru koyduğunuzda öğrenci hangisinin hangi strüktür olduğunu belirtemiyor. Tersinde “strüktür tiplerini belirle” dediğinizde bir iki isim sayabiliyor. Ölçüm birimlerini ve değerlerin büyüklüklerini ayırt edemediği gibi ne anlama geldiğini bilmiyorlar. Hesaplamalarda birim kullanılmamaktadır. Aletlerde ölçülen bir sonucun ham veri olduğu dikkate alınmadan sonuç birimsiz ve ifadesiz olarak belirtiliyor. Çok basit bir oran orantı denklemi kuramadıkları, basit bir yüzde dönüşümünün ve orantı hesaplarının yapılamadığı görülüyor. 20 cm derinliğinde bir dekar arazide belirli bir hacim ağırlığı üzerinde ne kadar kg toprak olduğu çoğunlukla hesaplanamamaktadır. Basit temel kavramların ve kelimelerin karşılıklarının bilinmediği görülüyor. Toprağın ve tarımın tanımı yapılmadığı gibi, toprağın somut bir yapı olduğu ve tarımın ise toprak üzerinde yapılan bir faaliyet olduğu ayırdında olmayan öğrenciler az değildir. Kimyasal gübrelerin tarımda kulanım tarihi, Türkiye’de gübrelemenin hangi yıllarda uygulanmaya alındığı konusunda bir fikri olmadığı gibi söylediğinin ne anlama geldiği konusunda da bir bilince sahip mi onu da bilemiyorum. Çok basit olarak araziye uygulanacak gübrenin hesabını yapamayan bir kişinin nasıl mühendis olabileceği ve buna onay verilip verilmemesi konusu bizleri iyice kaygılandırıyor.
Uzun bir zaman içerisinde edindiğim izlenimler;
- Öğrenciler öğrenmekten çok ezberlemeyi tercih ediyor.
- Analitik düşünme yeteneği tam olarak gelişmemiş.
- Duygusal sorgulama sorunu var.
- Yorum yapamıyor ve iki konu arasında ilişki kurulamıyor.
- Mantıksal ilişki kurma sorunu yaşıyorlar (bir dekar alanda 25 kg toprak olmayacağını algılayamıyor) .
- Soyut düşünme gelişmemiş.
- Matamatik bilgisi son derece sınırlı (ortalma ve standar sapma alma, standart sapmanın ne anlama geilindiği bilinmiyor) Tarih bilinci gelişmemiş (Ülkemizin yakın geçmişi hakkında dahi hiçbir tarih bilgiye sahip değiller. Söyledikleri ise tarih bilinci ile alakasız).
- Kavram bilgisi yok denecek kadar az (toprak ve tarım kavramları ve/ya yapısal sorunun ne olduğunu bilmiyor).
Öğrencilerin çoğunlukla istisnasız devamsızlık hakkını (4-5 hafta derse gelmeme) tam kullanma konusunda hiçbir şüphe yok. Derse çoğunlukla, kalemsiz, deftersiz gelinmesi çok yaygın. Çoğunlukla not tutulmuyor. İlk derste not tutmanın, tarih atmanın ve derse en azından kalem ve küçük bir not defteri ile gelmenin önemini özellikle vurgularım. Hatta defter almayacak durumda olan öğrencilere defter verebileceğimi de ilk derslerimde belirtirim.
Genelde dersi sınıfta dinleyen öğrenci derste alabildiği kadarı ile yetiniyor. Kaynak okuma ve araştırma neredeyse yok. Ders notumun fazla olduğu ve sınava hazırlanmak için 15-20 sayfalık özet istendiğini duyunca kulaklarıma inanamadım.
Öğrencinin Hiçbir İdeası ve Gerçekleştirmek İstediği Bir Hedefi Yok
Bende oluşan kanı son yıllarda öğrenci kalitesinin iyice dibe vurduğu yönünde. Öğrencilerin liseden geldikleri gibi üniversitede genel eğilimlerinin değişmediği, herhangi bir idealarının olmadığı, temel bir dünya görüşüne sahip olmadıkları ve bir şeyin uğruna mücadele etmedikleri görülüyor. Üniversitenin öğrencilere gerçek anlamda kendilerini geliştirmek için bilimsel ve sanatsal etkinlikler yanında okuma, tartışma kendini gerçekleştirme ortamı yaratmadığı anlaşılıyor. Öğrencilerin bu sıralarda kendi yol haritalarını çizemedikleri görülüyor. Yalnızca derse girip çıkan, sınavdan sınava notlara bakan bir yapının olduğu anlaşılıyor. Üniversitelerin bu konuya eğilmesi ve üniversite ortamının yaratılması konusunun tartışılması gerekir.
Ne Yapılmalı?
Öncelikle bizlerin (Yöneticilerin, Tarım, Bilim Sanayi ve Teknoloji ve Milli Eğitim Bakanlıkları, YÖK, Üniversiteler, Ziraat Fakülteleri, Ziraat Mühendisleri Odası, bilim insanları olarak bizler) ne istediğimizi bilmemiz gerekir diye düşünüyorum. Ülke olarak belirlenmiş bir bilim eğitim politikamız ve gerçekleştirmek istediğimiz bir politikamız var mı? Neyi gerçekleştirmek istediğimizi iyi bilmek zorundayız.
Türkiye Tarım Eğitimi ile ilgili üniversitelerin, ZMO’nun ve ilgili kuruluşların somut bir önerisi var mı? Şu ana kadar somut bir öneri geliştirilmedi. Her 10 Ocak Tarım Eğitimi yıldönümü etkinlikleri düzenlenir ve protokol konuşmaları ile geçmiş yad edilir.
“Tarım biliminde temel sorun nedir?”
“Soruna ilişkin çözüm önerimiz var mı?”
“Önerdiğimiz bir modelimiz var mı?”
“Dünyadaki gelişmeleri izliyor muyuz? Dünyadan faklı olarak kendimize özgü bir modelimiz var mı?” gibi hiçbir soru ve tartışmaya 1981 yılından beri hiç rastlamadım. Helen’de konu ile yüzleşmekten çekiniyor ve sorunun yukarıdan çözülmesi bekleniyor gibi bir anlayış var.
Nasıl bir eğitim çıktısı istiyoruz?
Tarım eğitiminde çeşitlilik mi? Yoksa tek düze yetişmiş bir mezun mu?
Her şeyi bilen bir mezun mu? Yoksa belirli bir alanda sınırlı bilgisi olan mı?
Becerisi gelişmiş, öğretilenleri öğrenmiş, bilgiden bilgi üretebilen nitelikte yetişmiş insan gücüne sahip olmak mı?
Ziraat Fakültelerinin sayısı artırılmamalı, tersine sayı küçültülebilir ve daha kaliteli, nitelikli bir tarım eğitimi yapılabilir.
Tarım eğitiminde eğitimin niteliği artırılmalıdır.
Uygulamaya daha çok yer verilmelidir.
Yaparak öğrenme modeline geçilmelidir.
Alanın yapısı gereği sorun çözmeye yönelik eğitim sistemine geçilmelidir.
Ziraat Fakültelerinin ciddi verimlilik sorunu vardır. Ziraat Fakültelerinin bilimsel ve eğitsel verimlilikleri araştırmalıdır. Ne üretiyoruz? Sorusunu kendimize sormamız gerkiyor Kendi eksikliğini bilen bir sistem oluşturulmalıdır.
Tarım eğitimi ve tarımsal araştırma, geniş bir disiplinler arası alanı ilgilendirdiği için akademik personelin temel bilimler yanında EKOLOJİ bilgisine sahip olması gerekir.
Tarım eğitimimiz yaratıcı değil. Çünkü ekoloji bilgisini tam bilmiyoruz. Ekolojinin ilkeleri doğrudan felsefe ve güzel sanatlar ile ilişkilidir.
Güzel Sanatların Önemli
Tarım insanın ilk uğraş alanıdır ve birçok teknik tarım üzerinde gelişmiştir. Dünyada güzel sanatlar gelişmiş toplumlarda yaratıcılık da gelişmiştir. Ülkemizde tarım ile güzel sanatlar arasında ilişki kurulmalıdır. Teknik resim, perspektif, renk ve felsefe mantık gibi dersler tarım biliminde ilk yıllarda öğretilmelidir. Doğa ile doğrudan ilgili-ilintili olan tarım eğitiminde başarı çoğunlukla soyut düşünme, tasvir ve yaratıcılık ile zenginleşecektir.
Tarım eğitimi aynı zamanda sanat-spor ve felsefe ile bütünleştirilmelidir. İnsanlığın ilk yarattığı el işçiliği tarımsal ihtiyaçlara cevap verecek şekildeydi.
Ziraat Eğitimi Anabilim Dalı Kurulmalı
Ziraat eğitimi gibi hayatın geniş bir alanındaki birçok konuya yönelik eğitim verilmekte. Çağımızda iletişim tekniklerinin de tarımda kullanılması ile üretim teknikleri gelişmiş bulunmaktadır. Güncel yaşamda nasıl bir eğitimin gerçekleşmesi tartışılmalı ve bunun pedagojik-sosyal boyutları ile analiz edilip duruma göre sistemin dinamikleşmesi sağlanmalıdır.
Ölçme Değerlendirme Sistemimiz Yok ve Neyi Nasıl Değerlendireceğimizi Bilmiyoruz
İyi öğrenci yetiştirdiğimizi nasıl biliyoruz? Bu konuda herhangi bir ölçme değerlendirme sistemimiz var mı?
Mezun olan ziraat mühendisi mesleğinde bilmesi gereken bilginin ne kadarını biliyor? Mutlak bilmesi gereken bilgiyi nasıl ölçeceğiz?
Neyi bildikleri neyi bilmediklerini ölçecek bir sistemimiz yok. Bu konuda elimizde somut veri de yok.
Tarım eğitimini seçen öğrencilerimizin tercih nedenlerinin bilinmesi gerek. Öğrencilerin sosyo-ekonomik yapıları ve ailelerinin tarımla ilişkisinin bilinmesi eğitime yön vermede önemlilik stratejisi çizebilir.
Türkiye tarım eğitimi için bir hedef ortaya konulmalı ve başarı değişik aralıklarla ölçme değerlendirme teknikleri yanında paydaşlar tarafından değerlendirilmelidir.
Öğrencilerin Akademik Ve Genel Kültür Düzeyi Sorunlu
İlk derste tanışma ile birlikte genelde öğrencilerin durumunu ve genel kültür düzeyini ölçmek için kitap ve gazete okuma durumu, yabancı dil bilgisi, kültürel etkinlikleri izleme düzeyi hakkında bilgi toplamaya çalışırım. Nerdeyse çoğunlukla kız öğrencilerin dışında düzenli gazete ve kitap okuyan nerdeyse yok gibi. Kültürel etkinlikler sinemaya ve belirli müzik konserleri ile sınırlı. Yabancı dil bilen nerdeyse yok. Arada bir İngilizce “ne yapıyorsun sorusuna” bile “no ingliş” deniliyor.
Zaman içinde öğrencilerin çoğunluğunda aldığım bazı cevapları beni fazlası ile endişelendiriyor. Kayıtlarımda ilk defa 2000 yılında tarım eğitimi konusunda düşüncelerimi yazmışım ve düzenli olarak her yıl konu hakkında görüşlerimi, beklentilerimi yazıyor ve etkinliklerde konuşmacı olarak belirtiyorum. Durum o kadar vahim ki “bu kadarda olmaz” türünde bir durumla karşı karşıyayız.
Üniversite başarısı ile Yükseköğretime Geçiş Sınavı başarısı arasında ciddi paralellik var
Yukarıda öğrencilerimizin sınavlarda sorulan sorulara verdiği cevapların yetersizliğini uzun zamandır biliyoruz ve öğrencilerin sınav başarısı ile Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) arasında ciddi bir paralellik bulunmaktadır. Ortaş 2008, 2011, 2014, Gümüş, 2014-15, Eşme 2015 tarafından yayınlanan ortaöğretim başarı raporlarından yıldan yıla Fen Bilimleri ve Matematik başarısının çok düştüğü rapor edilmişti.
Eşme (2015, http://www.aljazeera.com.tr/gorus/turkiyede-universite-giris-sinavlari-ve-egitimde-nitelik-sorunu) 2013-2015 yılları arasında Liselere Giriş Sınavı sonuçlarına dayalı olarak sorulan sorulara verilen cevaplardan anlaşıldığı kadarı ile matematikten çözülen soru ortalaması her geçen yıl azalarak 5’e kadar gerilediği, Fen Bilimlerinin ortalaması ise 3.5 gibi olduğu görülüyor. Bu sonuçlar ile öğrencilerimizin üniversite başarısı paralellik içermektedir.
Normalde bu öğrencilerin üniversite okuyacak kadar temel akademik bilgiye haiz olmadıkları açık. LYS sınav sonuçlarına göre ortaöğretim süresince öğrencilerin büyük bölümünün Matematik ve Fen Bilimlerindeki temel kavram ve ilkelerle düşünme becerilerinin geliştirilemediği açıkça ortaya konmaktadır. Üniversitenin de buna ilave olarak yapacak bir planlamanın ve mekanizmasının olmadığı da biliniyor. Kaldı ki üniversitenin amacı kişiye kritik düşünme, felsefi bakış açısı kazandırmak ve bu çerçevede mesleğin temel felsefesini kazanmak ve çözüm yolları üretmeyi kazandırmaktır. Ancak ilkesel olarak Milli Eğitim’in öğrencileri orta öğretim süresince üniversiteyi okuyacak kadar temel bilgi ile donatmış olması gerekir. Ancak bugün görüyoruz ki liseden yetersiz gelen öğrenciler üniversitede okumakta zorlanmaktadırlar.
Durumun acilen üniversiteler tarafından Milli Eğitim Bakanlığı nezdinde girişimde bulunulması ve gerekli önlemlerin alınması kaçınılmaz durumda oluğu belirtilmelidir.
İstihdam Planlanmasının Yapılması Tarımsal Öğretimin Başarısı İçin Önemli
Tarım eğitimi ve istihdamda planlama sorunu yaşanıyor. Türkiye’nin tarımsal üretimi ve pazarlanması da ekolojik ve ekonomik ilkelere göre planlanmalı ve buna bağlı istihdam durumuna göre gerekli iş gücü yetiştirilmelidir.
İstediğiniz kadar iyi eğitin eğer eğittiğimiz insana iş yoksa bunca masrafın bir karşılığı olmayacaktır. Kişi geleceğini ve iş kapısını göremiyorsa nitelikli öğrenme sürecine de giremez. Ülkenin tarım politikası ve hedeflerine uygun olarak yeni istihdam alanları ve iş kapıları mutlaka aranmalı. Kamuda liyakate dayalı bir istihdam politikası içinde aralıklarla sınavla başarılı mühendisler işe alınması mesleğe olan yönelimi artırabilir.
Sonuç ve ACİL ÇAĞRI
Bir bütün olarak öğrencilerin akademik başarısının düşük olmasından tek başına öğrenciler suçlanamaz ve sorumlu tutulamaz. Belli ki ciddi bir sistem ve eğitimin yönetilmesi sorunu var. Bu akademik başarı ile bu öğrenciler ülkemize yararlı mezunlar olmayacağı açık. ÇOK ACİLEN "Tarım Eğitimi Nasıl Yapılmalı" konulu ve somut sonuç alıcı paydaşların gerekirse dünyanın başarılı ülke modellerini ve uzmanlarını da çağırarak KONFERANSLAR yapılmalı. Ancak sorunun ilk ve ortaöğretimden belirli bir eğitim sistemi ve alışkanlığı ile geldiği açık olduğu için önce Milli Eğitim Bakanlığının ÇOK acilen eğitim sistemini köklü reformlarla yeni baştan çağın gereklerine dönüştürmesi gerekir. En azından sorulan soruların yarısını yapan öğrencilerin üniversiteye kayıt yaptırması şartının getirilmesi önerilmelidir.
Eğitimin temel amacı olan insanı hayata hazırlama, farkına varıla bilirliği kazandırma, yaşamda karşılaştığı sorunları çözmek için düşünme, sorgulama, analiz etme gibi temel yaklaşımlardan uzak, yalnızca sınava dayalı, ezbere yönelmiş bir test sisteminin kişilik geliştirmediği, kültürel bilgi düzeyini geliştirmediği, mantıksal ve duygusal sorgulamadan yoksun geniş bir insan topluluğunun gelecek için ciddi kaygı oluşturduğu ortadadır.
Çok acilen ziraat eğitimi almak isteyen öğrenciler için kamu veya üniversite vakıfları üzerinden burs imkânları sağlanmalı. Başarılı öğrencileri meslek hayatına taşımak ve geleceğin yetişmiş meslek ve bilim insanı yetiştirilmesi açısından da önemlidir. Son iki yıldır YÖK ve ÖSYM’nin Tıp ve Hukuk Fakültelerine uyguladığı belirli bir puanın veya yüzdelik dilimin altındaki öğrencilerin Tıp ve Hukuk Akademisine başlatılamayacağı kararının Ziraat Fakültelerine ve tüm lisans düzeylerine uygulaması gerekmektedir. Aksi takdirde bu mezunlar ile geleceğin modern tarım ve bilimi yapamayız.
Elbette engel çıkarmak çözüm değil, baraj koymak çözüm değil. Nitel anlamda tüm ortaöğretim mezunlarının matematik, fen, sosyal bilim sorularının en azından yarısını yapar duruma getirilmesi, bu durumda olmayan tüm okulların yakınen takip edilip desteklenmesi gerekir.
Üniversitelerde birinci sınıfların iki üç türde ortak programa tabi tutulması ve baraj sınıfı yapılması, başarısız olanların Meslek Yüksekokullarına yönlendirilmesi de kalitenin yükseltilmesi açsınındın önemli bulunmaktadır.
Üniversitelerin sorunları ve yaşanan aksaklıkları rapor edip Milli Eğitim Bakanlığı’na bildirmeleri gerekir. Edindiğim bilgiye göre bu sorun büyük üniversitelerimizde ve çok yüksek puanla öğrenci alan birimlerde bile yaşanıyor. Bu bağlamda sorun bir bütünlük içinde ele alınması gerekiyor.
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Çukurova üniversitesi öğretim üyesi,
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it., https://www.facebook.com/iortas, Tweeter; İbrahim ORTAŞ @iortas