egitimsen2
25 Kasım’da Kadına Yönelik Şiddete Karşı Susmuyoruz!
Eşitlik, Özgürlük ve Adalet İçin Alanlardayız!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kadınlara karşı bakış açısını ortaya koyan fıtrat açıklaması; erkek egemen iktidarın biz kadınlara karşı açtığı savaşın açık ilanıdır. Kadınları erkeklerle eşit olamayacak varlıklar olarak gören, pozitif ayrımcılığı tersten anlayan, kadını sadece çocuk doğurdukça değerli sayan resmi devlet temsilcilerine karşı bugün tüm dünyadaki kız kardeşlerimizle birlikte alanlardayız. İktidar için değişmeyen ve sabit olan tek şey kendi iktidarını korumaksa; biz kadınların vazgeçemeyeceği şey barış, özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelesidir. Biz tüm baskılara ve yok saymalara karşı mücadelemizle var oluyor, değiştiriyor ve özgürleştiriyoruz. Kimsenin fıtratına sığmıyor, sınırları aşıyoruz.
Erkek egemen sistem her gün kadını daha fazla eve hapsetmeye çalışırken; biz kadınlar 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde her yerde alanlara çıkıp bizi duymak, görmek ve anlamak istemeyenlere fıtratımızla cevap veriyoruz. Bedenlerimizi, emeğimizi, kimliğimizi ve hayatımızı kimsenin hizmetine sunmuyoruz. Her türlü şiddete, baskıya ve sömürüye karşı susmuyor, isyan ediyoruz. Her gün üç kadının öldürüldüğü, onlarcasının tacize, tecavüze ve şiddete bu sistemde sadece nefes almak için bile mücadele etmek zorundayız. Kadın olarak kendi kimliğimizle yaşamak bu kadar zorken; sadece kendi çıkarlarımızı değil bütün kadınların ortak isyanını büyütmeye uğraşıyoruz. Bu yüzden kadın dayanışmasının elimizdeki en önemli silah olduğunun farkındayız.
Yaşam mücadelemiz bugün Şengal’den Kobane’ye, İspanya’dan Arjantin’e kadar her alanda devam ediyor, büyüyor, zenginleşiyor. Farklı dillerde aynı talepleri haykırmanın güveni ve cesareti ile savaşlara, talana ve şiddete karşı mücadelemiz devam ediyor. Kürt ve Ezidi kadınlarını savaşta katleden, tecavüz eden, esir alan, cariye diye pazarlarda satan IŞİD zihniyeti bugün ülkemizde fıtrat açıklamaları yapan Erdoğan’ınki ile aynıdır. Her ikisi de kadınları erkeklere eşit görmemekte, onları sadece erkeklerin hizmetine sunulmuş varlıklar olarak değerlendirmektedir. Dün en az üç çocuk doğurun diyen erkek egemen aklın aynısı bugün kadınları pazarlarda satıyor. Fakat dün Gezi’de ‘Küfürle değil inatla diren’ diyen, kırmızı elbisesi ile isyana duran kadınların direnişi ile IŞİD’ e karşı savaşan kadınların direnişi mücadeleyi büyütmek için yol gösteriyor. Bu nedenle Suruç’tan Kobane’ye geçerken vurulan Kader Ortakaya hepimizin mücadelesinin simgesi haline gelmiştir. Biz kadınlar için mücadelede sınır yoktur.
Eğitim Sen’li kadınlar olarak; 25 Kasım’ları sadece duyarlılık ve farkındalık yaratma günü olarak görmüyoruz. Her gün farklı alanlarda devam eden haykırışımızın birleşip daha güçlü ve daha yaygın şekilde gösterilmesi olarak değerlendiriyoruz. Bugün devlet koruması altında katledilen kız kardeşlerimizi, şiddete, tacize ve tecavüze uğrayan bütün kadınları anmak ve onların yarım bırakılan hayatlarının hesabını sormak için alanlardayız. Tüm kadınları bedenimiz, emeğimiz ve kimliğimiz için yürüttüğümüz mücadeleye katılmaya, adımlarımızla bütün dünyayı yerinden oynatmaya davet ediyoruz.
Sendikamızın "Özgür Giyim" Kararına Uyan Kamu Görevlisinin Disiplin Cezası ile Cezalandırılmayacağına İlişkin Karar
Kararı görmek için tıklayınız.
Ermenek’te Madende Oğlunu Kaybeden Recep Ve Ayşe Gökçe’nin Feryadı Ve Bize Verdikleri İnsanlık Dersi
Ermenek’te çocuğun kara kömür madeninden cansız bedenini alıp kara toprağa veren Recep Gökçe ve "oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı? “diyen Ayşe teyzenin feryatları insanın yüreğini dağlıyor. Recep amcanın cenaze işlemleri sırasında ayağındaki ayakkabılarının basına yansıyan görüntüleri insanlığın ayıbının bir yansımasıydı. Recep amcanın ayağındaki delikli ayakkabı ve uzun zamandır sırtında çıkarmadığı aynı yırtık ceketi söz söyletmeyecek kadar her şeyi anlatıyordu. Genelde bu tür durumlarda ayıp olmasın diye devlet görüntüde vatandaşa bir ayakkabı ve elbise alırdı. Bu görüntülerden sonra devletimiz iki çift aynı lastikli ayakkabı göndermiş. Basına devletin verdiği yeni ayakkabı ile görüntülenmek istemeyen Recep amca, “alsam olmuyor, almasam olmuyor” diyor. Param olsa böyle gezer miydim diyor.
Yokluk ve Yoksulluk Madende Ölümü Getiriyor
Recep amca Ayşe teyzenin köy yaşamı basına yansıdığı kadar hep yokluk ve yoksulluk içinde geçmişler. İki göz derme çatma evde tuvaleti dışarıda, banyosu ise oturma odasının bir bölümü perdeyle çevrilen alanda yaşamlarını sürdürüyorlarmış.
Recep amcanın ayağındaki yırtık lastik ayakkabı diğer taraftan yürek burkan maden faciasında ölen ailelerin çığlıkları. Yoksulluk ve çaresizlik canlarına tak etmiş ve mecburiyetten ölümlerini bile bile yer altına iniyorlar.
Bir vatandaş cenaze namazı kıldırtan Diyanet İşleri Başkanına yoksulluklarının sonucu bu insanların kara madende can verdiğini belirtiyor. Köylünün başka ne söylediğini bilmiyoruz ancak bu yaşama isyan ettiği belli.
Recep Amcanın Ayakkabısı Yırtık Ancak Gururu Sağlam
Akrabaları başına bu felaket gelince basının da ilgisini fark eden akrabaları yarım edelim demişler. Parası olmasa da hep "var" dermiş Recep amca.
Recep amca yırtık lastik ayakkabısı için “Aylığımı aldığımda ayakkabıyı alırım. 'Paran yoksa para verelim' derler. 'Param var derim ıstırabımdan" diyor. Yük olmuyor kimseye.
Bugüne kadar parasız günleri geçse de hep idare ettiğini aktaran Recep amca. Ayıp olur, telaşe olur diye kimseden bir şey istememiş. Yani kimseyi rahatsız etmemiş.
"Param yok, param olsa ben bu ayakkabılarla gezer miyim milletin içinde. 'Elindeki lastiği atıver' derler. 'Atarım ben, siz karışmayın' derim. Elin kadar ben alamadım mı? Elin kadar ben giyemedim mi? Param yok alamadım. Dişlerim yok. Eşimin de benim de dişlerim tükendi. Doktora yaptıracağımız dişler 'tutar mı tutmaz mı' diye sorduk. Yoksulluk nedeniyle gidip taktıramadık. Eğer orada param olsaydı, hemen taktıracaktım" diyor Recep amca.
Recep amcanın yokluğa rağmen kendisini ezdirtmemesi ve dik duruşu takdire şayan. En azından küçük çıkarı için yalan söylemiyor. Olduğu gibi doğal davranıyor. Üstü başı yırtıktır ancak yüreği sağlamdır. Okuması yazması belki yoktur, ancak ahlaki normları çok iyi biliyor. Sınırlarını ve sorumluluklarını biliyor.
Çünkü Anadolu insanı halen “ayıp nedir” bilir. Utanır, yalan söylemez. Kimseye rahatsızlık vermez. Köylü gururludur, kendinden veriri, başkasına yük olmaz.
Kendi köylülerimden ve geçmişteki köy hayatımdan bilirim. Kırsalda yaşayan insanı doğa ile iç içe yaşadığı için doğanın kurallarını bilir. Doğada yalan ve küçük çıkarlar yoktur. Doğanın kuraları vardır. Doğa yalanı hileyi hurdayı kabul etmez. Onun için kırsalda yaşayan insanı hep önemsemişimdir.
Kar Hırsı İnsani Değerlerin Önüne Geçmemeli
EVET, bir tarafta Recep amcanın ayağındaki yırtık lastik diğer tarafta para kazanma hırsının tükettiği insanlık. Bir tarafta oğlu ekmek parası için yer altında kara kömür için can verdi Recep amcanın, diğer tarafta kara kömürün enerjisi ile şahlanan vahşi kapitalizmin sömürdüğü insan emeği. Ayşe teyze halen ne oldu da madeni su basması sonucu oğlunun öldüğünü bilmiyor. Daha çok kazanma hırsı ve baskısının, denetimsizliğin ve liyakatsizliğin yaratığı sonuçların oğlunun ölümüne neden olduğunu belki tam bilmiyor. Jared DIAMOND’un Tüfek Mikrop ve Çelik kitabının ana teması ve insanlığının dünden-bugün geldiği üretim ilişkileri konusunda da derin bilgileri olduğunu sanmıyorum Recep amcanın ve Ayşe teyzenin.
Dün tarımda geçinen bu insanların son yıllarda değişin üretim ilişkileri ve serbest pazar ekonomisinin canavar çarkının ağzında ezildiklerini ve bunun sonucu yoksulluğa itilen yaşamlarının sonucu oğullarının zorunlu olarak yer altına inmesi gerektiğini de tam anlayamadılar. Bir şeyin yanlış gittiğini biliyorlar ancak karı hırsının insanlığı tüketeceğini herhalde akıllarından geçirmemişlerdir. Ticaret de yapılmalı, iş de yapılmalı ancak açgözlülük ve paradan başka bir şey düşünmemek, insanın kendine ve çevresine verdiği en büyük zarar olsa gereke. Bir insanın zorunlu ihtiyaçları karşılanıyorsa, sağlığı yerindeyse, işi, evi ve ayağı yerden kesiliyorsa bundan başka ne istenir.
Üretim İlişkilerinin Değişimi, Kırdan Kente Göç Bir Çok İnsanı Yoksullaştırdı
Açıkçası daha yeni tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi yaşayan Anadolu köylülerinin büyük çoğunluğu yoksullaşmalarını gururlarına yedirmiyorlardır. Dün kıt kanat ürettikleri ile geçinen köylü, bugün ihtiyaçların fazlalaşması ve çeşitlenmesi karşısında geliri yetersiz kalıyor. Sınırlı üretim kapasitesine sahip köylünün ihtiyaçlarını satın alamaması ve bunun yaratığı çaresizlik Recep amcaların boynunu büktüğü duruma getiriyor. Param olsa elin içinde yırtık ayakkabı ile gezermiydim derken tam da belirtiğim çaresizliği belirtiyor. Bir zamanlar bağı bahçesi olan ve geçinen köylülerimiz bugün ne olduğunu anlamıyorlar. Tüketim yoksulu daha da yoksullaştırdı. Dışa bağlı tarımsal girdiler, ürettiklerinin para etmemesi, gelirinin düşüklüğü kişiyi yoksullaştırdı. Çağımızın tüketim toplunda ihtiyaçlar çeşitlenmesi bütün olarak satın alma gücünü sınırlamış Recep amcanın.
Bir zamanlar doğada ihtiyaçlarını karşılayan Recep amcalar ve Ayşe teyzeler gelişmiş pazar için üretim yapılan dünyada yoksullaştılar ve bunun sonucu oğullarını yer altında kara kömürde kaybettiler. Nasıl bir gelişmişlik nasıl bir adalet ki dün kırsalda geçinen insanlar bugün ekmeğe muhtaç.
Yalnızca maden işçileri değil, kot temizliğinde çalışan ve çok genç yaşta ölen onlarca işçi, inşaatların denetimsizliği ve aşırı üretim talebine kurban giden onlarca işçi hepsi aynı canavar çarkının dişileri arasında can verip gidiyorlar. Türkiye iş kazalarında sanırım şimdi Dünyada ilk sırlarda yer alıyor.
Artık MIŞ gibi yaşamaya son verelim
Soru şu biz ülke olarak toplum olarak yaşananlardan ders çıkarıyor muyuz? Her olayı analiz edebiliyor muyuz? Geleceğe yönelik araştırma ve teknoloji geliştiriyor muyuz?
Geçim için, üç beş kuruş için yer altına inmekten başka şansı olmayan işçilere-köylülere üzülmekte artık yetmiyor. Toplumun okumuşları, aydınları ve ilgilileri artık bazı yanlışları uygun dile ve uygun kanalarla açıklaması ve önlem almasını sağlaması gerekiyor. Artık bu denetimsizliğe ve para hırsına YETER demek gerekiyor. Bilim ve teknoloji çağında bu görüntüler dünyanın 17. büyük ekonomisine sahip ülkemize yakışmıyor. Yetkililerimizin her defasında gerekli önlem alındı dedikleri anda bakıyorsunuz bir başka yerde bir başka ölümlü kaza yaşanıyor.
Demek ki söylemle olmuyor. Bir bütün olarak ülkemizin çalışma ve iş anlayışında değerler dizisi değişikliğine gitmek gerekir. Görebildiğim kadarı ile bütün işlerimiz geçici ve MIŞ gibi yapıyoruz. Bu anlayışla bir yol alamayız. Sanki hep birbirimizi idare ediyoruz. Her şeyi kitabına uyduruyoruz. Olan umudunu yitirmeyen fakir Recep amca ve Ayşe teyze gibi dünyada yaşanan çıkar ilişkileri çarkını bilmeyen ve anlamayan saf insanlara köylüleri oluyor.
Mevlana'nın dediği gibi yeni bir şey söylemek gerekir.
Teknoloji çok gelişti biz halen kazma kürek yüzlerce yer altında dehlizlerde maden arıyoruz. Dünya artık robotlarla üretim yapıyor ve robotlarla ameliyat gerçekleştiriyor. Türkiye artık yeni şeyler söylemelidir.
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ,
Çukurova üniversitesi öğretim üyesi,
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it., https://www.facebook.com/iortas ,
Tweeter; İbrahim ORTAŞ @iortas
Adana 20 Kasım 2014
NİTELİKLİ EĞİTİM, NİTELİKLİ ÖĞRETMENLE MÜMKÜNDÜR!
ÖĞRETMENLERİN SORUNLARI ÇÖZÜLMELİ, TALEPLERİ KARŞILANMALIDIR!
Öğretmenlik mesleği açısından, uluslararası anlamda sadece 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü olarak kutlanmasına karşın, 12 Eylül sonrasında ilan edilen “24 Kasım Öğretmenler Günü” bugüne kadar öğretmenlerin en temel sorunlarının bile gündeme gelmediği “resmi bir gün” olarak görülmektedir.
12 Eylül cuntasının bir ürünü olan “24 Kasım Öğretmenler Günü”nün, aynı zamanda, 12 Eylül zihniyetinin nasıl bir öğretmen istediğinin simgeleştiği bir gündür. Eğitim Sen için 24 Kasım’ı gerçek anlamda öğretmenler günü olarak kabul etmek demek; 12 Eylül rejimini, uygulamalarını ve düşüncesini benimsemek, TÖB-DER’in kapatılmasını ve binlerce öğretmenin mağdur edilmesini onaylamak, 12 Eylül zihniyetinin yaratmak istediği “itaatkâr” öğretmen profilini kabul etmek anlamına gelmektedir.
Eğitim Sen, yıllardır 12 Eylül zihniyetinin ürünü olan 24 Kasım’ı değil, dünya öğretmenlerinin evrensel mücadele günü olan 5 Ekim’i Dünya Öğretmenler Günü olarak kabul etmekte ve kutlamaktadır. Türkiye’de 5 Ekim, eğitim emekçilerinin uluslararası dayanışma ve mücadele günü olarak Eğitim Enternasyonali’nin Türkiye’deki tek üyesi olan Eğitim Sen tarafından kutlanmaktadır.
Her fırsatta 12 Eylül ve darbelerle hesaplaştığını iddia eden iktidar ve yandaş sendikalar, yıllardır 24 Kasımı Öğretmenler Günü olarak kutlamakta, öğretmenlere içi boş ve gerçek yaşamda hiçbir karşılığı olmayan övgüler dizip, gerçek sorunların üzerini örterek günü kurtarmaya çalışmaktadırlar.
12 yıldır tek başına iktidarda olan AKP’nin öğretmenlik mesleğinin taşıması gerektiği nitelikleri, iş yükünü, aldığı ücreti ve eğitim hizmetinin niteliğini en azından OECD ülkeleri düzeyine taşımak gibi bir hedefi olmamıştır. Eğitimde 4+4+4 dayatmasıyla zaten sorunlu olan eğitim sisteminde büyük bir alt-üst oluş yaratılmış, on binlerce öğretmen okul dönüşümleri sürecinde norm fazlası yapılarak mağdur edilmiş, fiilen sürgüne uğramıştır. Milli Eğitim Bakanlığı attığı her adımda, başlattığı her uygulamada öğretmenlerin, yardımcı hizmetli ve memurların daha fazla çalışabilmelerinin önünü açmak, birbiriyle rekabet eder hale getirmek için “kalite”, “rekabet”, “verimlilik” gibi piyasacı kavramlar eşliğinde gündeme getirilen eğitimde performans değerlendirme uygulamalarını adım adım uygulamaya ve iş güvencemizin altını oymaya başlamıştır.
12 YILDA ÖĞRETMENLERİN SATIN ALIM GÜCÜ BELİRGİN BİR ŞEKİLDE AZALMIŞTIR
Geçtiğimiz 12 yıl içinde eğitim ve bilim emekçilerinin aldıkları maaşlar, rakamsal olarak artmış gibi görünse de insanca yaşam seviyesinin yanına bile yaklaşamamıştır. Eğitim emekçilerinin üçte ikisi insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürebilmek için ek işler yapmak zorunda bırakılmış, özellikle öğretmenlerin satın alım gücü belirgin bir şekilde azalmıştır.
Eğitim emekçilerinin ücretlerinde yaşanan gerilemeyi en somut ifade etmenin yolu; öğretmenlerin ve diğer bazı meslek gruplarının 12 yıl önceki maaşları ile bugün aldıkları maaşları karşılaştırmaktır. 2002 yılında en düşük memur maaşı 293 TL, polis memuru maaşı 591 TL, uzman doktor maaşı 810 TL, avukat maaşı 780 TL iken öğretmen maaşı 560 TL’dir. Aradan geçen 12 yıl içinde hemen hemen bütün meslek gruplarının temel ücretlerinde gerçekleşen artış, eğitim emekçilerinin maaşlarındaki artıştan daha fazla olmuş, yüz binlerce öğretmenin satın alım gücü fiilen düşürülmüştür.
Kasım 2014 itibariyle aile yardımı (164 TL) ve diğer ek ödemeler (çocuk yardımı vb) hariç, aile geçim indirimi dahil polis memuru maaşı (8/1) 2.765 TL, uzman doktor maaşı (1/4) 3.962 TL, avukat maaşı (1/4) 3.923 TL iken öğretmen maaşı (9/0) 2.082 TL, en yüksek öğretmen maaşı (1/4) 2.422 TL’dir.
AKP’nin iktidarda olduğu 12 yıl itibariyle eğitim emekçilerinin maaşları ile diğer kamu emekçilerinin maaşlarını karşılaştırdığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:
¨ 2002’de göreve yeni başlayan bir öğretmen; aynı durumdaki polislerden sadece yüzde 4 daha az maaş alıyorken, 2014’te göreve yeni başlayan bir öğretmen 8’inci derecenin birinci kademesindeki bir polis memurundan yüzde 32 oranında daha az maaş almaya başlamıştır. Bugün göreve yeni başlayan bir öğretmen ile aynı durumdaki polis memurunun maaşı arasındaki fark tam 683 TL’dir.
¨ 2002’de göreve yeni başlayan öğretmenin maaşı uzman doktor maaşından yüzde 43 daha az iken, bugün bu yüzde 90’a çıkmıştır. Uzman doktorların ek ödemeleri ile öğretmenlerin ek ders miktarı hesaba katıldığında aradaki fark daha da açılmaktadır.
¨ 2002’de göreve yeni başlayan bir öğretmen, kamuda çalışan avukatlardan yüzde 34 daha az maaş alırken, bugün bu fark yüzde 88’e kadar çıkmıştır.
Kuşkusuz kamuda istihdam edilen ve her biri farklı işleri yapan tüm kamu görevlilerinin yaptıkları iş önemli ve değerlidir. Burada öğretmen maaşları ile diğer meslek gruplarının maaşlarını kıyaslamaktaki tek amacımız, son 12 yıl içinde öğretmen ücretlerinde yaşanan erimeyi açıklamaktır.
Siyasi iktidar aile (164 TL) ve çocuk (38 TL) yardımlarını maaşların içinde vererek maaşları yüksek göstermekte ve kamuoyunu kandırmaktadır. Genel olarak kamu görevlilerinin maaş artışları ve satın alma gücü açısından bakıldığında, öğretmenlerin AKP iktidarında ciddi anlamda ekonomik kayıp yaşadıkları anlaşılmaktadır.
Eğitim emekçilerinin gerek çalışma gerekse yaşama koşulları açısından her geçen yıl, bir önceki yılı mumla aradığı açıktır. Geçmişte Başbakan ve Milli Eğitim Bakanlarının, hatta sokaktaki vatandaşın bile sık sık “çok maaş alıyorlar” gibi tamamen yanlış bilgiye dayalı söylemlerde bulunmaları eğitimde mesleki itibarsızlaştırmanın geldiği noktayı görmek açısından önemlidir. Öğretmenlerin aldıkları maaşlar, rakamsal olarak fazlaymış gibi gösterilse de yapılan işin niteliği açısından bakıldığında, insanca yaşam seviyesinin yanına bile yaklaşmamaktadır. Eğitim-öğretim sürecinin emektarları olan yardımcı hizmetliler ve memurların durumu ise çok daha vahimdir. Türkiye’de lise mezunu bir yardımcı hizmetli (13/3) sadece 1759 TL, memur ise (13/3) 1928 TL maaş almaktadır.
ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ İTİBARSIZLAŞTIRILMIŞ, MESLEK ONURU ZEDELENMİŞTİR
Öğretmenler Türkiye’nin en ücra köşelerinde, her türlü olumsuz koşullarla mücadele ederek, görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadır. Yaşamın olduğu her yerde eğitim emekçilerini görmek mümkün. Öğretmenlerin yıllar boyunca büyük fedakarlıklara katlanarak çalışırken yaşadığı zorluklar ortadayken, çalışma ve yaşam koşulları ve mesleki saygınlıklarının giderek kötüleşmesi dikkat çekicidir. Geçtiğimiz yıllar içinde öğretmenlerin ekonomik ve sosyal sorunlarına ek olarak, mesleki saygınlıklarında ciddi gerilemeler yaşanmıştır.
AKP 2002 seçim bildirgesinde “Öğretmenlik mesleğinin toplumda hak ettiği itibarı yakalayabilmesi için öğretmenlerin nitelikleri artırılacak, buna paralel olarak özlük hakları ve çalışma şartları iyileştirilecektir” ifadesi yer almasınakarşın, 12 yıllık AKP iktidarında öğretmenlik mesleğinin bırakalım toplumda hak ettiği itibarı yakalamasını, öğretmenler tarihin hiçbir döneminde AKP iktidarı döneminde olduğu kadar hakarete maruz kalmamış, öğretmenlik mesleği tarihte hiç bu kadar büyük bir itibar kaybına uğramamıştır. Göreve gelen her bakan fırsat buldukça öğretmenlerin az çalıştığı, uzun tatil yaptığını iddia etmiş, her fırsatta öğretmenlik mesleğini “itibarsızlaştıran” ifadeler kullanmıştır.
MEB, eğitime yönelik politika ve uygulamalardaki başarısızlığını sorgulamak yerine, öğretmene rotasyon girişimleri ile bir kez daha öğretmenleri hedef almıştır. MEB’de şube müdürlüklerinden başlayarak okul müdürler ve müdür yardımcılarına kadar bütün eğitim yöneticilerine performansa dayalı çalışmaya bağlı olarak rotasyona uygulaması başlamıştır. Öğretmenler açısından tarihin en büyük sürgünü anlamına gelen ve on binlerce öğretmeni yakından ilgilendiren, “öğretmenlere rotasyon” uygulaması için ilk adım atılarak, okullarda yeni ve kitlesel bir tasfiye için düğmeye basılmıştır.
Eğitimde, hiçbir gerekçe eğitim emekçilerini okuttuğu öğrencisinden, oturduğu mahallesinden kopararak, zorla başka bir işyerine göndermesini haklı çıkaramaz. 4+4+4 sonrasında okul dönüşümleri ile mağdur edilen öğretmenler, bu kez de rotasyon dayatması ile tehdit edilmekte, görevlerini sağlıklı bir şekilde yapmaları engellenmektedir.
SORUNLARIMIZ GİDEREK ARTMAKTADIR
¨ Türkiye’de çalışan öğretmenler, OECD ülkeleri içinde en çok çalışan, en düşük maaş alan öğretmenler arasındadır.
¨ Öğretmenlerin yüzde 80’i geçinebilmek için ek iş yapmak zorunda bırakılmış, üçte ikisi borçlanarak hayatını sürdürmek zorunda kalmıştır.
¨ Öğretmenler, sık sık değişen eğitim politikaları nedeniyle siyasi iktidarın ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın elinde adeta oyuncak haline getirilmiştir.
¨ Öğretmen açıkları sorununa kalıcı çözümler üretilmeyerek 300 bini aşkın işsiz öğretmenin ataması yapılmamış, bugüne kadar 40 işsiz öğretmen resmen intihara sürüklenmiştir.
¨ Eğitimde benimsenen esnek çalışma uygulamaları ile aynı işi yapan farklı statülerde öğretmen istihdamını gündeme gelmiş, kariyer basamakları ve performans değerlendirme uygulamaları eğitim emekçilerini birbirine rakip haline getirmiştir.
¨ Eğitime bütçeden yeterli pay ayrılmaması nedeniyle öğretmenler öğrencilerden çeşitli adlar altında para toplamaya zorlanan birer “tahsildar” durumuna düşürülmüştür.
¨ Öğretmenlerin büyük bölümünde angarya çalışma ve iş yükü artışına paralel olarak meslek hastalıklarında artış yaşanmakta, özellikle 4+4+4 sonrasında yeni sorumluluklar yüklenerek angarya çalışmaya zorlanmaktadır.
¨ Demokratik haklarını kullandıkları ve sendikal çalışmalara katıldıkları için her yıl çok sayıda öğretmen soruşturma geçirmekte, sürgün ve cezalarla karşı karşıya kalmaktadır. Her fırsatta Eğitim Sen üyelerine soruşturma açılmakta, bazıları hakkında sürgün, maaştan kesim cezaları hatta memuriyetten çıkarma cezaları verilmekte, bu tür keyfi cezaların tamamına yakını yargıdan dönmektedir.
¨ Hizmetli ve memurların yaşadığı ekonomik ve özlük sorunlar da yıllardır görmezden gelinmekte, tıpkı öğretmenler gibi hizmetli ve memurlar da sorunlarına kalıcı çözümler üretilmesini talep etmektedir.
EĞİTİM SEN OLARAK TALEPLERİMİZ;
¨ Öğretmenler günü olarak 12 Eylül ürünü olan 24 Kasım değil, Dünya Öğretmenler Günü olan 5 Ekim tarihi esas alınmalı, öğretmenlere hak ettiği değer verilmelidir.
¨ Başta insanca yaşayacak ücret talebimiz olmak üzere, eğitim emekçilerinin bugüne kadar yaşadığı ekonomik mağduriyetler giderilmeli, son 12 yıl içinde satın alım gücümüzdeki azalmayı telafi eden adaletli bir ücret artışı sağlanmalıdır.
¨ 2014 yılı enflasyon farkları bir seferde ödenmeli, ek ödemelerin tamamı temel ücrete ve emekliliğe yansıtılmalı, vergi dilimi uygulaması sabitlenerek ücretlerde yaşanan erimenin önüne geçilmelidir. Ek ders ücretleri günün şartlarına uygun bir şekilde yeniden düzenlenmeli ve en az iki kat arttırılmalıdır.
¨ Eğitim-öğretim yılı başında öğretmenlere yapılan eğitim-öğretime hazırlık ödeneği, her dönem başında olmak üzere yılda iki kez olmalı ve bütün eğitim ve bilim emekçilerinin yararlanması sağlanmalıdır.
¨ Eğitimde esnek, kuralsız ve angarya çalışma uygulamalarına son verilmeli, performans değerlendirme ve rotasyon uygulamalarından tamamen vazgeçilmelidir.
¨ Hizmetli ve memurlara özel hizmet tazminatı ödenmelidir.
¨ Kamu emekçilerinin grevli toplusözleşme hakkı önündeki engeller kaldırılmalı, gerçek bir toplusözleşme düzenin yaratılması sağlanmalıdır.
Şube Yürütme Kurulu Adına
Ahmet KARAGÖZ
Şube Başkanı
DSP Adana İl Başkanı Fatma Altınok ve yönetim kurulu üyeleri 24 Kasım öğretmenler günü vesilesiyle sendikamızı ziyaret ettiler,
20 Kasım Ankara'da Sağlık Emekçilerine yapılan polis saldırısı ve gözaltıları protesto etmek için KESK Adana şubeler platformu üyeleri İnönü parkında basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamayı grup adına SES Adana Şube başkanı Tekin Müjde yapmıştır.
Polis, Sağlık Emekçilerinin Bütçe Taleplerine Gaz Bombası ile Saldırarak Yanıt Verdi!
Değerli Basın ve Kamuoyuna;
20 Kasım 2014 Tarihinde TBMM Dikmen Kapısı önüne Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu`nda görüşmeleri devam eden 2015 bütçesi görüşmelerinde sağlık bütçesine ilişkin eleştiri ve taleplerini iletmek isteyen Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES ) üyelerine polis gaz bombaları ile saldırdı. Aralarında SES Genel Başkanı Gönül Erden ve MYK üyelerinin de bulunduğu 12 kişi gözaltına alınırken dört arkadaşımızda yaralanmıştır.
Konfederasyonumuz KESK’e bağlı sendikaların üye ve yöneticileri AKP Polisinin bu akıl almaz saldırısını protesto etmek için Ankara Güvenpark`ta toplanmışlardır. Güvenpark’ta toplanan kitleye de AKP Polisi gaz bombalarıyla saldırıda bulunmuş ve aralarında BTS Genel Başkanı Nazım Karakurt, Eğitim Sen Basın Yayın Sekreteri Mesut Fırat ve Merkez Kadın Sekreteri Ebru Yiğit`in de bulunduğu çok sayıda kişiyi gözaltına alınmışlardır. Burada da yapılan saldırının ardından gözaltı sayı 17 kişiye ulaşmıştır.
Türkiye de; iş cinayetlerinin, taşeron çalışmanın, sorgusuz sualsiz işten atmanın, yolsuzluğun, hukuksuzluğun serbest olduğu ve AKP’nin “Yeni Türkiye”sinde hak arama mücadelesinin fiilen yasaklandığı, demokratik tepkilerin şiddetle bastırıldığı bir süreci yaşıyoruz.
Saldırıda aralarında sendika MYK’larımızın da olduğu yönetici ve üyelerimiz yaralanmış, gözaltına alınmışlardır. Gözaltına alınan ve yaralanan arkadaşlarımız şunlardır:
Gözaltına Alınıp Serbest Bırakılan Arkadaşlarımız:
1. GÖNÜL ERDEN (SES Genel Başkanı)
2. NAZIM KARAKURT (BTS Genel Başkanı)
3. MESUT FIRAT (EĞİTİM SEN BASIN YAYIN SEKRETERİ)
4. EBRU YİĞİT (EĞİTİM SEN MERKEZ KADIN SEKRETERİ)
5. İBRAHİM KARA (SES MYK Üyesi)
6. ŞİNASİ DURSUN (SES MYK Üyesi)
7. FİKRET ÇALAĞAN (SES MYK Üyesi)
8. HÜSNÜ YILDIRIM ( SES ANKARA)
9. MEHTAP KARAOĞLAN ( SES ANKARA)
10. HIDIR DOĞAN (SES BAKIRKÖY)
11. FİKRET BULUT (SES BAKIRKÖY)
12. BULUT HASKİOĞLU (SES HATAY)
13. ADNAN VURAL (SES ANKARA)
14. ASLIHAN HAN ÖZDEMİR (SES ESKİ MYK ÜYESİ)
15. DENİZ ÇELEBİ (SES)
16. HÜLYA YILDIR (SES)
17. ONUR KARAHANCI (SES-TTB)
Yaralı Arkadaşlarımız:
1. GÖNÜL ERDEN (SES Genel Başkanı)
2. YILMAZ BOZKURT ( SES MERSİN)
3. ERDAL TURAN (SES ANKARA)
4. BULUT HASKİOĞLU (SES HATAY)
AKP’nin son günlerde diline dolandırdığı “kamu güvenliği” gerekçesinin arka planında yatan asıl amacın demokratik hak arama mücadelesinin ve toplumsal muhalefetin bastırılması olduğu her geçen gün netleşmektedir. Anayasal haklarımız dahi “kamu güvenliği” yalanıyla engellenmekte, ihlal edilmektedir.
Emekçilere yasaklanan bir Meclis halkın meclisi olamaz. Bırakalım şeffaf ve katılımcı bütçe hazırlamayı, bütçeye ilişkin Meclisin kapısında bir açıklamaya dahi tahammül edemeyen AKP’nin hazırladığı bütçe talanın, yolsuzluğun, savaşın bütçesi olduğu ve oldubittiye getirilmek istendiği kanıtlanmıştır.
Korkunun ecele faydası yoktur. Hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltmeye; AKP’nin emek karşıtı sermaye yanlısı politikalarını, Yoksulluğun, Yolsuzluğun, Rantın ve Savaşın Bütçesi’ni teşhir etmeye devam edeceğiz.
KESK Adana şubeler platformu olarak; polisin sınır ve hukuk tanımaz bu saldırısını protesto ediyor, saldırı talimatı verenleri kınıyoruz. 21.11.2014
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
TEKİN MÜJDE
SES Adana Şube Başkanı
Çocuk Hakları mı Dediniz… Biz Daha O Konuya Gel(e)medik!
Çocuklara dair ilk uluslararası sözleşme olan BM Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul edileli 25 yıl oldu. Çeyrek asırdır bağlayıcılığı olan bu sözleşmeyle; dünya ülkeleri çocuklar arasında hiçbir ayrım gözetmeden onların haklarını korumak için çalışacaklarını beyan etmişlerdir. Türkiye ise İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden sonra en kapsamlı sözleşme olarak kabul edilen Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin üç maddesine çekince koyarak 1995 yılında yürürlüğe koymuştur. Mesele çocuklar ve çocuk hakları gibi temel bir demokratik adım bile olsa Türkiye Cumhuriyeti; politik ve toplumsal çıkmazlarından kurtulamamaktadır. Çocuklar arasında yasalar önünde bile eşitliği sağlamaktan aciz Türkiye Cumhuriyeti; istismar, tutuklamalar ve hak ihlalleri ile 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nü karşılamaktadır.
Berkin, İbrahim, Uğur, Ceylan’dan Sonra Sıra Kimde?
Taraf devletlerden biri olan Türkiye; 18 yaşından küçük her bireyi çocuk olarak kabul edeceğine ve tüm çocukların temel yaşam hakkını korumak için çaba göstereceğine dair söz vermiştir. Hem istatistikler hem de istatistiklere sığdırılamayan değerlerimizden biliyoruz ki; bir çocuğun tek ayağını havaya kaldırıp ‘şakacıktan’ söz vermelerine benzemez devletin verdiği sözler. Asla bir çocuk kadar masum ve neşeli olamayacak olan devlet mekanizması aslında kendi ‘derinliklerini’ saklamak için sığ imzalar atmaktadır. Bu yüzden Çocuk Hakları Sözleşmesinde bahsi geçen her cümleye ne kadar çok ihtiyacımız varsa; devletin tutmadığı sözler yüzünden elimizden aldığı canlarımızı unutmamaya da o denli ihtiyacımız var.
Türkiye’de uluslararası sözleşmelere atılan janjanlı imzaların bizlere daha fazla şiddet ve ayrımcılık olarak dönmesi artık rutin hale gelmiştir. Hiçbir sözleşmenin gereklerini yerine getirmediği gibi iktidardakiler her gün daha fazla kurnazlık ve ikiyüzlülük ile demokrasi ve barış naraları atmaktadır. Bizlere ise doğrudan devlet şiddeti ile öldürülen çocuklarımızın isimlerini tekrarlamak; katillerin yüzüne her gün bir kez daha haykırmak düşmektedir. Sahte demokrasi nutukları altında işlenen devlet cinayetleri onlarca çocuğumuzu elimizden almıştır. Bu çark; hak temelli gerçek bir demokrasi mücadelesi verilmediği sürece bedenlerimizi öğütmeye devam edecektir. Geçen sene Berkin’dik, İbrahim’dik, ondan önce Uğur’duk, Ceylan’dık şimdi Kobane eylemleri sırasında katledilen çocuklar olduk. Devlet dersinde katledilen bütün çocuklarımızın oynayamadığı oyunlar, okuyamadığı kitaplar, gidemediği, gezip göremediği yerler ve yaşayamadığı hayatların hesabını sormak onlarla aynı okulu paylaşan biz eğitim ve bilim emekçilerinin asla vazgeçmeyeceği sorumluluğudur. Biz çocuklarımızı asla unutmayacağımızı ilan eder; herkesi bütün çocukların rahat ve özgür büyüyebilecekleri bir dünya için mücadele etmeye çağırırız.
Bizim Devlete Verecek Çocuğumuz Yok!
Destan yazan polislerin, kahraman askerlerin kullandıkları silahlardan kurtulabilen çocuklar için devletin mayınlı sınavları asla bitmemektedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin kabul edilmeye layık görülen maddelerine rağmen çocuklar tutuklanmaya devam etmektedir. Çocuk tutukluluğu başvurulabilecek en son yöntemlerden biri iken; onlarca çocuk çok basit gerekçelerle cezaevlerine gönderilmekte; haftada bir saat kapalı görüş ve on dakika telefonla iletişim kurmalarına izin verilmektedir. Daha önce TMK mağduru çocuklarla ilgili yürütülen onlarca kampanya ve yaygın eylemler sonucunda AKP hükümeti birkaç değişiklik yaparak sorunu çözdüğünü konu komşuya ilan etmişti. Lakin Pozantı, Sincan, Şakran derken cezaevlerinde çocukların maruz kaldığı kötü muamele ve işkencelere asla son verilmediği bilinmektedir. Suça bulaşmış çocuklar için dünya üzerinde uygulanan onlarca farklı yöntem varken; Türkiye Cumhuriyeti kendisine biat etmeyen çocuğu içeriye tıkmakta çözümü bulmaktadır. Son olarak Kobane eylemlerinde en az 55 çocuğun tutuklandığı Gündem Çocuk Derneği tarafından hazırlanan raporla ortaya konulmuştur. Çocuklarımızı elimizden alan devlet sistemi, sokakları, okulları ve parkları boşaltmakta cezaevlerini doldurmaktadır.
Çocuktan Korkan Devlet Zihniyeti Çoktan Sonuna Yaklaşmıştır!
Bizler; Dünya Çocuk Hakları günü olan 20 Kasım’da sadece öldürülen ve tutuklanan çocuklarımızı hatırlamaya değil, herkesi çocuklara dair politikalarıyla sınıfta kalan devlet zihniyetini bir kez daha yerinden etmeye çağırıyoruz. Eğitim ve sağlık sisteminden kadın politikalarına kadar her alanda çocukların yararını değil kendi çıkarlarını düşünen bu sistem; çocuklarımızın sahip olduğu heyecan, merak ve yaratıcılıktan korkmaktadır. O yüzden; 4+4+4 eğitim modeli ile itaatkâr nesiller yetiştirilmeye çalışılmakta, çocuk evlilikleri ve işçiliğinin önü açılmaktadır. Aile içerisine hapsedilen kadınlar ve çocuklar devlet politikaları ile sosyal yaşama katılımdan uzaklaştırılmaktadır. Okul öncesi kurumları ve kreşleri kapatan, kadınları ev içine hapseden ekonomik ve sosyal adımlar çocukları da doğrudan etkilemekte artan şiddet ve istismarın önü açılmaktadır. Bütün bunları hiçbir çekince koymadan kabul ettiği maddelere rağmen yapan devlet; 1995 yılında uyguladığı ayrımcılığı resmiyete kavuşturmuştur. Çocuk Hakları Sözleşmesinin aşağıda sıralanan 17., 29. ve 30. maddeleri kabul edilmemiştir.
“Kitle iletişim araçlarını azınlık grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik ederler”
“Taraf Devletler çocuk eğitiminin aşağıdaki amaçlara yönelik olmasını kabul ederler: Çocuğun ana–babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi;”
“Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların varolduğu Devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.
Bu maddeler kabul edilmeyerek; çocuklar arasında etnik köken, din ya da kültüre dayalı ayrımcılık yapılması meşrulaştırılmıştır. Bugün devletin en tepesinde oturan, tüm imkanları ellerinde tutan AKP iktidarına seslenmek istiyoruz;
* Çocuk Hakları Sözleşmesi temelinde demokratik, eşit ve özgürlükçü politikalar üretilsin!
* Çocuk Hakları Sözleşmesine konulan çekinceli maddeler kaldırılsın!
* Tüm çocukların anadilinde, laik, parasız, nitelikli ve kamusal eğitim alması için gereken adımlar atılsın!
* Çocuk cezaevleri kapatılsın!
Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu Adına
Ahmet KARAGÖZ
Şube Başkanı
Her Yer Festival Her Yer Direniş 21-24 Kasım 2014 ADANA
IX Uluslararası İŞÇİ Filmleri Festivali
DÜZENLEYENLER
DİSK - KESK - ADANA TABİP ODASI-TMMOB-SEYHAN BELEDİYESİ - HALKEVLERİ -SENDİKA.ORG - ÇAPUL TV
GÖSTERİM SALONLARI...
SEYHAN BELDİYESİ KÜLTÜR MERKEZİ
ADANA MERKEZ HALKEVİ
BEYAZEVLER HALKEVİ
GÖSTERİMLER ÜCRETSİZDİR.