egitimsen2
Merkez Yüreğir İlçesi`ndeki Ulubatlı Hasan Mahallesi`ndeki Güney Sanayi Çalışanları İlkokulu`nda görevli öğretmen Eser Çapar, 1- 16 Haziran 2013 tarihlerinde Adana`da Gezi Parkı eylemlerine katıldı. Eylemleri yönettikleri ileri sürülen Eser Çapar ve KESK üyesi 3 kişi hakkında, `terör örgütü Türkiye Komünist Partisi/Kıvılcım (TKP/K) üyesi oldukları, izinsiz eylem düzenledikleri ve polise direndikleri` iddiasıyla Adana 4`üncü Ağır Ceza Mahkemesi`nde dava açıldı. Karar duruşmasına çıkmayı bekleyen Eser Çapar ile ilgili Milli Eğitim Bakanlığı da (MEB) idari soruşturma başlattı. Soruşturmanın ardından MEB Yüksek Disiplin Kurulu, Eser Çapar`a 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamında, `Devlet memurluğundan çıkarma` cezası verdi. Meslekten ihraç kararı Eser Çapar`a geçen 5 Ocak`ta tebliğ edildi. Kararın ardından Eser Çapar, bu yıl 1`inci sınıfı okuttuğu öğrencilerine ve velilerine veda etti.
`İPTAL EDİLECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORUZ`
Ülke genelinde çok sayıda insanın Gezi Parkı eylemlerine katıldığını hatırlatan Eser Çapar, kendisinin de demokratik hakkını kullanarak gösterilerde yer aldığını, bu süreçte bir kez gözaltına alındığını ve hakkında Cumhuriyet Savcılığı`nca takipsizlik kararı verildiğini söyledi. İdari soruşturma sonrası MEB Yüksek Disiplin Kurulu`nun verdiği kararı değerlendiren Çapar, "Aslında verilen karar kamu çalışanlarını ve demokratik tepkilerini gösterenleri baskı altına almaya, sindirmeye yöneliktir. Karara karşı mahkemeye başvurduk. Kararın iptal edileceğini düşünüyoruz" dedi.
ARA SIRA OKULUNA UĞRUYOR
İdari soruşturma açıldığında meslekten atılabileceğini hiç düşünmediğini vurgulayan Eser Çapar şöyle konuştu:
"Ben 17 yıllık öğretmenim. Bu yıl 1`inci sınıfları okutuyordum. `Kara haber tez duyulur` misali, karar tebliğ edilmeden önce haberi gelmişti. Bu öğrencilerimizi de velilerimizi de çok üzdü. Yerime bir öğretmen atandı. Ara sıra okula uğruyorum, öğrencilerim bana sarılarak hasret gidermeye çalışıyor. Zor bir durum oldu."
Adana’da değişik tarihlerde Gezi eylemlerine katıldıkları için 89 kişi hakkında açılan soruşturma “delil yetersizliği” nedeniyle takipsizlikle sonuçlandı.
Adana’da değişik tarihlerde Gezi eylemlerine katıldıkları için 89 kişi hakkında açılan soruşturma “delil yetersizliği” nedeniyle takipsizlikle sonuçlandı. Ancak Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğü, hakkında takipsizlik kararı verilen 6 kişinin de içinde bulunduğu dosyada adı geçen 20 Eğitim Sen üyesine 657 sayılı yasaya göre “Devlet memuruna yakışmayan davranışta bulundukları” gerekçesiyle verdiği uyarı cezasında diretiyor.
Eğitim Sen Adana Şubesi Hukuk Sekreteri Mehmet Akarsubaşı, görüntülerde suç unsuru oluşturacak bir şey olmadığı için kendi üyelerinin de içinde bulunduğu dosya ile ilgili “yürütmeyi durdurma” kararı verildiğini, buna karşın Adana İl Milli Eğitimin 20 kişi hakkında tekrar soruşturma başlattığını bildirdi. İl Milli Eğitim Müdürlüğünün “Sendikanın çağrısı ile eyleme katıldıkları için ceza verilemez” şeklinde karar veren Teftiş Kurulu Başkanını görevden aldığını belirten Mehmet Akarsubaşı, ardından soruşturma dosyasının tekrar açıldığına dikkat çekti. Müdürlüğün bu tutumunu “hukuk tanımaz” olarak nitelendiren Akarsubaşı, yeniden açılan soruşturmada yer alan fotoğraflar ve görüntülerin, “yürütmeyi durdurma” kararı verilen dosyadakilerle aynı olduğu bilgisini verdi.
Uyarı cezasının 657 sayılı kanunda geçen “Devlet memuru vakarına yakışmayan davranış” maddesi uyarınca verildiğini, yasada ise “disiplin suçu” olarak tanımlanan suçların görevlerini ilgilendirdiğini söyleyen Akarsubaşı, oysa eğitim emekçilerinin katıldıkları eylemin görevleri dışında sendikanın çağrısı ile yapıldığını vurguladı.
Volkan PEKAL
Evrensel Adana
2014-2015 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI İLK YARISINDA
MEB’İN KARNESİ KIRIKLARLA DOLUDUR!
2014-2015 eğitim-öğretim yılının ilk yarısı 23 Ocak Cuma günü sona erecek, 17 milyon 397 bin öğrenci ve 896 bin 222 öğretmen yarıyıl tatiline girecektir. 2014-2015 eğitim öğretim yılının ilk yarısı eğitimin acil çözüm bekleyen sorunlarının arttığı, kamu kaynaklarının özel okullara aktarıldığı, TOEG yerleştirmelerinin işkenceye dönüştüğü, eğitimde bilimden çok dini referanslara göre düzenlemelerin hayata geçirildiği, siyasi iktidarın eğitime ve topluma yönelik dayatmacı ve baskıcı uygulamalarının zirve yaptığı bir dönem olmuştur.
Milli Eğitim Bakanlığı eğitim alanında attığı her adımda öğretmen, öğrenci ve velileri mağdur etmeyi sürdürmüş, paralı eğitim uygulamalarını arttırarak, toplum içindeki sınıfsal çelişkileri eğitim sistemi üzerinden daha da derinleştirmekten çekinmemiştir.
Eğitimde ticarileştirme ve dinselleştirme adımları artmıştır
Siyasi iktidarın ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın 12 yıldır öncelikli gündemleri arasında yer alan eğitimin ticarileştirilmesi ve eğitimi dini kurallara göre düzenleme adımları, 2014-2015 eğitim öğretim yılı birinci yarıyılına da damgasını vurmuştur. Bir taraftan eğitim sistemi adım adım piyasa ilişkileri içine çekilip, halkın cebinden yaptığı eğitim harcamaları belirgin bir şekilde artarken, diğer taraftan “dindar nesil” hedefine uygun olarak eğitimi dini kurallara göre biçimlendirme ve dini eğitimi devlet eliyle yaygınlaştırma yönünde somut adımlar atılmıştır.
Devlet okulları sorunları ile baş başa bırakılırken, özel okullara yönelik doğrudan teşvik politikaları uygulamaları geçtiğimiz dönemde de hız kesmemiştir. AKP, kendi döneminde iki kat artan özel dershaneleri kapatıp özel okullara dönüştürmeye zorlarken, özel okula gidecek öğrencilerin okullarına öğrenci başına 2500 TL ile 5.500 TL arasında değişen ve toplamda 1 milyar TL’yi aşan miktarlarda kamu kaynağını aktarılmıştır.
Kamu kaynaklarının özel okullara aktarılmasının somut bir sonucu olarak 2002’de sadece yüzde 1 olan özel okul oranı, 2014 itibariyle yüzde 5’i geçmiştir. Eğitimde 4+4+4 uygulaması sonrasında özel okul sayısı 10 kat, özel okula giden öğrenci sayısı ise 12 kat artmıştır.
Eğitimde sorunlar artmış, öğrenciler ve veliler cezalandırılmıştır
2014’te öğretmen ve derslik açıkları, atama bekleyen öğretmenler, laik-demokratik eğitim anlayışıyla temelden çelişen uygulamalar, anadilinde eğitim taleplerinin yok sayılması, kalabalık sınıflar, taşımalı eğitim, okulların altyapı eksiklikleri ve bütçe yetersizliği gibi acil çözüm bekleyen çok sayıda sorun yine çözümsüz bırakıldı.
Okulların İmam Hatip’e dönüştürülmesinden istediği sonucu alamayan MEB, yeni bir hamle yaparak, itirazlara rağmen normal okullar içinde imam hatip sınıfları açtı, dini eğitim uygulamaları okulöncesine kreşlere kadar indirildi, din derslerine cami imamları girerken, okulöncesi çağdaki çocuklara yönelik cami gezileri organize edildi.
Uyguladıkları politikalarla çocukları ve gençleri özel liselere, imam hatibe, meslek liseleri ve açık liselere mahkum edenler, on binlerce çocuk ve gencin okul sıralarında olması gerekirken tarlalarda, sanayi sitelerinde, fabrikalarda çalışmak zorunda bırakılmasından 2014’te de en küçük rahatsızlık duymadılar.
Devlet okullarında çoğu taşeron şirket personeli binlerce yardımcı hizmetli çalıştırılırken, velilerden temizlik, spor vb. adlarla birçok kalemde para toplanıp eğitimin tüm yükü velilerin sırtına yüklenmiştir. Velilerin cebinden yaptığı eğitim harcamalarının 2014-2015 eğitim öğretim yılı itibariyle ortalama 4 bin TL’ye dayanmış olması dikkat çekicidir.
Veliler bir taraftan her geçen yıl artan eğitim harcamalarını nasıl karşılayacağını kara kara düşünürken, 2014’te ilk kez yapılan TOEG sınavı ve yerleştirmelerinde çoğu yoksul emekçi ailelerin çocukları kendi istekleri dışında ya meslek liselerine ya da imam hatip liselerine yerleştirilmiştir. Bazı illerde öğrenciler evlerinden 150-200 km uzaktaki bir okula yerleştirilerek resmen cezalandırılmıştır. Çocuğunu başka okullara nakletmek isteyen velilere bürokratik engeller çıkarılmış, kontenjan olan okullara çocuğunu kaydetmek isteyen velilerden yüksek miktarlarda “zorunlu bağış” talep edilmiştir. Bazı veliler çocuklarını imam hatibe göndermektense açık liseye kaydetmeyi tercih etmiş olması düşündürücüdür.
Yine çocuklar öldürülmüş, fişlenmiş ve istismar edilmiştir
2014-2015 eğitim öğretim yılının ilk yarısında da çocuklar, çocuk oldukları unutularak işkence görmüş, cezaevine atılmış, fişlenmiş, istismara uğramıştır. Güvenlik güçlerinin çocukları hedef alarak katledilmesi uygulamaları artarak sürmüştür.
AKP iktidarı döneminde güvenlik güçleri tarafından, Roboski`de olduğu gibi bombayla, Gezi direnişinde gaz kapsülü ile son olarak Cizre`de olduğu gibi polis kurşunuyla öldürülen çocukların resmi sayısı 101`’e ulaşmıştır. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme`nin 6. Maddesi her çocuğun yaşama hakkına sahip olduğunu ve devletin çocuğun yaşamını ve gelişimini güvence altına almakla yükümlü olduğunu belirtmektedir.
Çocuğun ruhsal yaşamına ilişkin hakları yaşama hakkının temel bir unsurudur. Bu nedenle çocukları hedef haline getirecek, onlara psikolojik baskı anlamına gelecek şekilde fişleme ve teşhir uygulamaları üzerinden çocuğun ruh sağlığını bozucu ve ruhsal bütünlüğüne ilişkin haklarının ihlali çocuğa karşı işlenmiş açık bir suçtur. Devlet çocuk yaştan başlayarak bütün yurttaşlarını fişlemekten, çocukları hedef alarak öldürmekten, cezaevlerine doldurmaktan ve çocuk istismarcılarını korumaktan vazgeçmelidir.
Eğitimde hükümet memurluğu yandaş eğitim yöneticileri ile başlamıştır
Milli Eğitim Bakanlığı’nın piyasacı, bireyci, her adımda din ve inanç istismarına dayanan, dayatmacı politikalarının okullardaki en önemli uygulayıcıları olan yeni okul müdürleri, bir süredir tartışılan hükümet memurluğu uygulamasının en stratejik aktörleri olarak göreve başlamıştır. AKP il ve ilçe başkanları ile kurulduğu ilk günden bu yana iktidarın memur kolları gibi çalışan Eğitim Bir Sen’in ortak mesaisi ile yapılan değerlendirmeler sonucunda Türkiye’deki her 10 müdürden 8 tanesi artık Eğitim Bir Sen üyesi olmuş, müdür yardımcıları da benzer bir mantık üzerinden görevlendirilmeye başlanmıştır.
Göreve başlar başlamaz iktidarın askeri gibi hareket eden eğitim yöneticileri, okullarda “kışla düzeni” oluşturmaya başlamıştır. Son dönemde okullarda özellikle kız öğrencilerin nasıl giyineceğine yönelik dayatmacı ve hiçbir dayanağı olmayan uygulamalara itiraz eden Eğitim Sen’li öğretmenler, keyfi olarak sürgüne gönderilmeye, fiilen cezalandırılmaya başlanmıştır.
19. Milli Eğitim Şurası eğitimin nereye götürülmek istendiğini göstermiştir
19. Milli Eğitim Şurası, başından sonuna kadar laik, bilimsel eğitim anlayışına ve pedagoji bilimine meydan okuma şeklinde yaşanırken, eğitimin her aşamasında dini eğitimi ve dini değerleri temel alan, bir eğitim şurasından çok, karma eğitimin tartışıldığı ve zorunlu din derslerinin yoğun olarak gündemleştirildiği, dini ve manevi değerler eğitiminin öne çıktığı bir “din eğitimi şurası” olarak gerçekleşmiştir.
Şura’da çocukları potansiyel suçlu, okulları da birer cezaevi gibi gören, eğitime kışla düzeni getirmeye çalışan kararlar alınmıştır. Temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı kararlar alındı. Emniyetten “riskli” öğrenciler hakkında istihbarat istenmesi, okul duvarlarının yükseltilmesi, öğrenci disiplin yönetmeliğinin ağırlaştırılması, okullara turnike ve kameranın takılması, öğrencilerin dedektörle aranması, tuvaletlere duman sensörü takılması gibi, eğitim bilimi ve okul iklimi ile temelden çelişen karar önerileri, Eğitim Sen’in itirazlarına rağmen kabul edilmiştir. Eğitim Sen’in itirazlarının ne kadar haklı olduğu, son olarak Diyarbakır’da 872 öğrencinin fişlenerek internette bütün bilgilerinin yayınlanması ile bir kez daha görülmüştür.
Şura’da özellikle din eğitimi ve değerler eğitimi ile ilgili olarak alınan kararlar, 4+4+4 ile başlayan ve eğitimin dini söylem ve kurallara göre biçimlendirilmesi yönündeki politika ve uygulamalarının önümüzdeki dönemde artarak süreceğinin ilk işaretlerini vermiştir.
Milli Eğitim Bakanı, toplumu her ne kadar bu kararların tavsiye niteliğinde olduğunu belirtse de, eğitimde bir süredir bilimsellikten çok, iktidarın, siyasal-ideolojik tercihleri ve dayatmaları ile hem okullarda, hem de toplumda yeni çatışma ve kutuplaşma alanları yaratmak için adım atmaktan çekinmeyeceğini göstermektedir.
Okullarda ve üniversitelerde soruşturma ve cezalar hız kesmemiştir
Eğitim Sen üyesi öğretmenlere ve öğretim üyeleri hakkında açılan yönelik soruşturma, sürgün ve cezaların artması dikkat çekicidir. İktidarın Gezi Direnişi paranoyası aradan geçen zamana rağmen hala sürmektedir. Gezi direnişi sürecinde sonrasında ilkeli ve kararlı duruşlarıyla öğrencilerine örnek olan üyelerimiz kimi zaman "yargı" ve "hukuk" kıskacına alınarak cezalandırılmakta, kimi zaman da siyasi kararlarla sürgüne gönderilerek cezalandırılmaktadır.
Siyasi iktidarın "Ya sev ya terk et" mantığının, Milli Eğitim Bakanlığı`ndaki karşılığı "ya itaat et ya da sürgüne git" şeklindedir. Eğitim Sen üyeleri, sadece Gezi eylemleri sürecinde değil, mücadeleye atıldığı ilk yıllardan bu yana haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı direnmekte, bu nedenle soruşturma, sürgün ve cezalarla karşı karşıya kalmaktadır. Ne siyasi iktidar temsilcilerinin tehditleri, ne de MEB`in soruşturma ve sürgünleri bizi biz eden ilke ve değerlerimizden asla geri döndüremeyecektir.
Ataması yapılmayan öğretmenler ve yardımcı hizmetli sorunları çözüm bekliyor
Eğitim sisteminin yıllardır çözüm bekleyen sorunlarından birisi de sayıları 300 bini bulan ataması yapılmayan öğretmenler sorunudur. Bugün bakanlığın yaptığı açıklamalara göre 120 binin üzerinde öğretmen ihtiyacı bulunmaktadır. MEB bu atamaları gerçekleştirmek yerine ucuz, esnek ve güvencesiz ücretli öğretmen formülüyle bu ihtiyacı gidermeye çalışmaktadır. Bugün MEB bünyesinde 60 bine yakın ücretli öğretmen ayda 800 ila 1000 TL arasında bir ücretle güvencesiz olarak istihdam edilmektedir. Ataması yapılmayan öğretmenler sorunu en kısa sürede çözülmeli, ataması yapılmayan bütün öğretmenlerin atamaları somut bir plan dahilinde yapılmalıdır.
Benzer bir sorun yardımcı hizmetler alanında yaşanmakta, Türkiye’deki okulların yarısına yakın bir kısmında taşeron şirketler, İŞKUR ya da okul aile birliklerinin çabalarıyla yardımcı hizmetliler geçici süreli olarak okullarda çalıştırılmaktadır. Güvencesiz statüde çalışan yardımcı hizmetliler çoğu zaman ücretlerini almakta zorluk yaşamakta, kamu kaynaklarını özel okullara aktaran siyasi iktidar, okulların en temel ihtiyaçlarını karşılaması için okullara ihtiyacı kadar ödenek ayırmayarak, eğitimde ticarileştirme uygulamalarını doğrudan teşvik etmektedir.
Eğitimde “tekçi” anlayışta ısrar sürmektedir
Siyasi iktidar, her türden dini inancı istismar ederek çocukları ve toplumu “tek din, tek mezhep” anlayışı üzerinden “tek tip” hale getirme çabaları, 2014-2015 eğitim öğretim yılı birinci yarıyılında okullarda başlatılan somut uygulamalarla daha da belirginleşmiştir.
Okullarda mescit açılması zorunlu hale getirilmesi, reşit olmayan kız çocuklarının başörtüsü ile derse girmeye başlaması, karma eğitim karşıtı söylem ve kampanyaların artması, bilim düşmanı uygulamalar, anadilinde eğitim taleplerinin yok sayılması, farklı inanç, kimlik ve kültürlerin dışlanması gibi çok sayıda uygulama ile eğitimde yıllardır benimsenen “tekçi” anlayışın ısrarla sürdürüldüğünü göstermiştir.
Yıllardır toplumsal yaşamın her alanında sürekli kamplaşma ve kutuplaştırma yaratmak üzerinden siyaset yapanlar, benzer bir bölünmeyi okullarda öğrenciler, öğretmenler ve veliler arasında oluşturmaya çalışmış ve bunda kısmen de olsa başarılı olmuşlardır. Eğitimde siyasal kadrolaşma uygulamalarının yukarıdan aşağıya doğru organize bir şekilde gerçekleştirilmesi, okullarda yaşanan şiddetin artması, öğretmenlere yönelik saldırıların engellememesi gibi durumlar, okulların fiilen kışla ya da cezaevi haline getirilmesini beraberinde getirmiştir.
Kamusal, Demokratik, Bilimsel, Laik ve Anadilinde Eğitim Hakkı için Mücadelemiz Sürecektir
2014-2015 eğitim öğretim yılının ilk yarısında eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirildiğini söylemek mümkün değildir. Okulların eğitim kurumu olmaktan adım adım uzaklaştığı, öğrencilerin yarış atı gibi sınavdan sınava koştuğu, öğretmenlerin düşük ücretle, esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı, siyasal kadrolaşmanın zirve yaptığı, farklı dil ve kimliklerin dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin sağlıklı nesiller yetiştirmesi mümkün değildir.
Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okulöncesinden üniversiteye kadar bilimin değil, dinin referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçilerinin, öğrenci ve velilerle birlikte kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi tüm emek ve demokrasi güçleri ile birlikte omuz omuza sürdüreceğimiz bilinmelidir.
Şube Yürütme Kurulu Adına
Ahmet KARAGÖZ
Şube Başkanı
Adana Emek ve Demokrasi Güçleri İnönü Parkı’nda basın açıklaması okuduktan sonra Haziran İsyanı’nda hayatını kaybedenleri anmak üzere Atatürk Parkı’na yüründü. Kitle 1 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.
Eskişehir‘deki Gezi Parkı eylemleri sırasında polis ve sivil kişilerce darp edildikten sonra 38 gün komada kalan ancak kurtarılamayarak hayatını kaybeden üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz`ın bugün Kayseri`de görülen duruşmasında mahkeme heyeti kararını açıklamıştır.
Sanıkların polis olduğu benzer davalardaki örnekleri sıkça görüldüğü gibi, Ali İsmail Korkmaz‘ı darp ederek öldürdüğü bütün delilleri ile sabit olan polis ve sivillere ödül gibi cezalar verilmiş, savunmalarında utanmadan "biz darbeyi önledik" diyen polislere "iyi hal" indirimleri yapılarak, bir anlamda katillere sahip çıkılmıştır.
Polisin davayı izlemek isteyenlere karşı biber gazı eşliğinde yoğun bir şekilde şiddet uygulaması, mahkemeden sonra polislerin de katil meslektaşlarına sahip çıktığını göstermektedir. Bu karar, Türkiye`de hala adalet olduğunu düşünen, katillerin adalet önünde mutlaka hesap vereceğine inananlar açısından tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu karar ile kamu gücünü kullanarak 19 yaşında bir üniversite öğrencisini döve döve öldüren polislere "iyi hal indirimi" yapılması başlı başına bir skandaldır ve asla kabul edilemez.
Gezi eylemleri sürecinde hayatını kaybeden bütün gençlerimizin katillerinin ve bütün sorumluların yargılanması talebimiz gibi, Ali İsmail Korkmaz`ın katillerinin peşini bırakmayacağımız da bilinmelidir.
8 Şubat Pazar günü Kadıköy`de düzenlenecek olan `Laik Eğitim-Demokratik Yaşam` mitingi
EMEKLE VE MÜCADELEYLE YOĞRULMUŞ 20 YIL
Eğitim emekçilerinin onurlu ve kararlı mücadelesinde nice yıllara...
Eğitim Sen Adana Şube Kadın Meclisi "Kadın düşmanı AKP Elini Emeğimden ve Bedenimden Çek" konulu basın açıklaması gerçekleştirmiş açıklamayı Şube kadın meclisi adına Seher TEZEL yapmıştır.
Kadın düşmanı AKP Elini Emeğimden ve Bedenimden Çek
Basına ve Kamuoyuna
AKP hükümeti, biz kadınların tüm uyarı, talep ve gündemleştirdiğimiz önerilerimizi dikkate almadan, aileyi korumak adı altında kadına yönelik şiddeti kışkırtan ve bize annelik dışında bir var olma biçimi tanımayan politikalarını sürdürüyor.
2014 yılında 281 kadın, abisi, babası, eşi, sevgilisi veya eski eşi tarafından katledilmiş 14-15 yaşındaki kız çocuklarının zorla evlendirilerek ‘aile’ içine kapatılmalarını ‘masumane’ gören anlayışlar sonucu onlarca kız çocuk intihar etmiştir. Bu cinayetleri önlemek yerine her fırsatta kadını bir erkek, bir aile üzerinden tanımlayan AKP zihniyeti, kadına yönelik şiddeti ve cinsiyetçi söylemlerini gün gün arttırarak özellikle kamusal alanda çalışan biz kadınları hedef haline getiriyor.
Geçtiğimiz günlerde Urfa’nın Siverek ilçesinde Türkçe öğretmeni olarak görev yapan Ramazan KUTLU’nun, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘’kadın–erkek eşitliği fıtrata ters’’ sözlerinden görev çıkartmışçasına yazdığı ‘’Kadın Hakkı’’ isimli şiir, kadınları aşağılayan, çalışan kadınlara hakaretler içeren dili ile gerici zihniyeti okullarda var etme çabasıdır. ’’Tak yüzüğünü evinde otur’’ ‘’ fıtratını zorlama’’ ‘’kariyer yapacağım dedin/erkeklerle yarıştın/çocuk doğurdun, bakıcıya bıraktın/sen kariyer yapıyorsun/evde bakıcı yüzüne tükürüyor çocuğunun/erkekleşme yarışma’’ ‘’hele sen evlisin/kocanı bil/erini bil’’ gibi ifadeler içeren şiirin, öğrencilere yönelik çıkarılan bir okul dergisinde yayınlanması, öğrencinin gözünde kadın öğretmenin niteliğini düşüren bir algı yaratmayı amaçlamaktadır.
Bizler Eğitim Sen’li kadınlar olarak bu algı ve zihniyetlere karşı sonuna kadar mücadele edeceğimizi bir kez daha ifade etmek istiyoruz
İktidarının kadın düşmanı söylem ve uygulamalarından cesaret alan Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin YILDIZ, gerici söylemlerine her geçen gün bir yenisini ekliyor. Daha önce ‘’çalışan kadın fuhuşa hazırlık yapan sürece destek oluyor’’ ‘’kadın haber spikeri izlemek caiz değildir.’’ gibi cinsiyetçi açıklamalarıyla gündeme gelen Nurettin YILDIZ, son olarak ‘’altı yaşında çocukla evlenilebilir.’’ diyerek çocukları hedef almıştır.
Yıldız, çocuk tecavüzünü özendirici açıklamasıyla alenen suç işlemiştir. Bizler Nurettin YILDIZ hakkında yasal sürecin başlatılmasını talep ediyor, sürecin takipçisi olacağımızı bir kez daha belirtiyoruz.
Erkek egemen sistem, bir yandan biz kadınların hayatına, kimliğine, bedenine bir yandan da emeğimize saldırmaya devam ediyor. Kadın bedeni, emeği ve yaşamı bir bütün olarak erkek-devlet-sermaye denetiminde tutulmak isteniyor. Kadınlar aileye mahkum edilerek iş yaşamından koparılmak ve cinsiyetçi iş bölümü derinleştirilmek isteniyor. Bu anlamda yeni yılın ilk günlerinde ‘’annelik bir kariyerdir’ diyen, daha önce de her fırsatta kadına en az üç çocuk doğurmasını buyuran akıl, şimdi bu kariyere sahip olmayı teşvik eden ve destekleyen ‘’müjdeli haberler’’ ifşa etmeyi sürdürüyor.
Başbakan Davutoğlu’nun “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı” açıklaması, adından da anlaşılacağı gibi erkek egemen iktidarın kadını hapsetmeye çalıştığı sınırları açığa çıkaran bir açıklamadır.
Bu düzenlemelerle bir yandan esnek, yarı zamanlı çalışma biçimleriyle kadınlar ucuz işgücü olarak istihdam edilmek istenmekte, diğer yandan sadece eş ve annelik kimlikleriyle tanımlanarak aile içine hapsedilmeye çalışılmaktadır. Açıklamalardan anlaşılan, bizim ısrarla gündemde tutmaya çalıştığımız kreş talebine sadece değinilmekle yetinildiği, ev içi bakım sorumluluğunun yine kadına havale edildiğidir. Adında aile ve nüfus yapısı geçmesine rağmen bu programda sadece engelli çocukların bakımında kadına destek sunulacağı belirtiliyor, yaşlıların bakımına ilişkin herhangi bir ifade yer almıyor. Devletin sağlamakla yükümlü olduğu hizmetler, sanki kadınların sorumluluğundaymış gibi yaklaşılarak, kadınlara müjdeleniyor. Her zaman söylediğimiz gibi devlet, vatandaşlarının sosyal ve ekonomik haklarını sağlamakla yükümlüdür. Nitelikli çocuk, hasta ve yaşlı bakımına erişim hakkı, bir kadın meselesi değil toplumsal bir meseledir.
Kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmanın yolu, toplumsal cinsiyet perspektifine kör ve cinsiyetçi iş bölümünü yeniden üreten politika ve programlar yerine; kadınların, deneyim ve çalışmaları sonucu ortaya koymuş oldukları taleplerini gören politikalar yapmaktan geçer. Kadının istihdama katılımını sağlayacak politikalarsa “fıtrat”ımıza eşitsizlik yazmaya çalışmakta ısrar eden bir akılla yapıldığı müddetçe, toplumsal cinsiyet politikasızlığı olarak kalmaya mahkumdur ve açıktan ifade edildiği biçimiyle kadına annelikten başka bir “kariyer” yapma olanağı vermez.
Biz, Eğitim Sen’li kadınlar olarak kadını ve kadının istihdamını ilgilendiren konuların “aile” ve “nüfus” politikalarıyla birlikte anılmasına, evlenelim ve çocuk doğuralım diye bize para teklif edenlere itiraz ediyoruz.
Bizler koşulsuz olarak 24 saat açık, nitelikli, erişilebilir ve ücretsiz kreşler açılıp ücret eşitsizliği giderilene kadar, anne olmak isteyen çalışan kadınların hak gaspına uğramadan istihdam edilebilmesi sağlanana, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak politikalar yapılana ve ayrımcılıkla baş etmek için önlemler alınıncaya kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.
Sizler de eşitsizlik fıtrattandır demekten vazgeçin ve elinizi bedenimizden, emeğimizden çekin.17.01.2015
EĞİTİM SEN ADANA ŞUBE
KADIN MECLİSİ Adına
SEHER TEZEL