egitimsen2

egitimsen2

25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’nde Mirabel kardeşleri katleden zihniyetin bir benzeri bugün kadınların yaşamının her alanını denetleme çabasında. 
Bu ülkede her gün beş kadın öldürülüyor, yüzlerce kadın şiddete maruz kalıyor. Savaştan dolayı topraklarını terk etmek zorunda kalan binlerce kadın, gittikleri yerlerde sistematik şiddetin birincil hedefi olmaya devam ediyor. Kadına yönelik şiddet ve kadının bedeni, kimliği ve emeği üzerindeki baskı her geçen gün artıyor. 


2014 yılının başından bu yana ülkemizde 240 kadın erkek şiddeti ile öldürüldü. Çok sayıda kadın işyerlerinde, evlerinde, sokaklarda erkek şiddetinin farklı biçimlerine maruz kaldı. Çocuk istismarı son derece korkunç boyutlara ulaştı ve nefret cinayetleri yaygınlaştı.
Kadına yönelik şiddete ilişkin rakamlar ve her gün beş kadının hayatını kaybediyor olması ülkede kadına yönelik sistematik bir şiddete, çok önemli, ihmale gelmez bir sorunun varlığına işaret ediyor. Kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için derhal harekete geçilmesi gerektiğini ifade ediyor. 
Ancak siyasi iktidar, bu cinayetleri ve şiddeti önlemeye yönelik bir çaba içinde olmamayı sürdürüyor. Şiddeti sıradanlaştırmaya çalışıyor. “Namus,” diyor; “ahlak,” “edep” diyor, kadın çocuk doğursun, daha fazla çocuk doğursun, kocasının ya da babasının himayesinde yaşasın diyor. Kadın erkek eşitliğinin nasıl sağlanacağına, kadın üzerindeki baskıların nasıl azaltılacağına, nitelikli kadın istihdamını nasıl artıracağına ve nefret cinayetleri ve kadına yönelik her türlü şiddeti nasıl ortadan kaldıracağına değil de kürtajı nasıl önleyeceğine ve boşanma oranlarını nasıl azaltacağına, aileyi nasıl koruyacağına kafa yoruyor. Kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayan herkese saldırıyor, diğerlerini de kendi gibi olmayanlara karşı aynı tutum içinde olmaya teşvik ediyor. 
Öte yandan hazırlanan 2015 bütçesi ile kadınların ekonomik, sosyal ve siyasal alanda karşılaştıkları cinsiyet ayrımcılığı pekiştirilmektedir. Bu bütçe kapitalizmin beden ve yeni işgücü rejimi oluşturma politikalarının izlerini taşımaktadır. Bu bütçe kadınları yok sayan savaş ve sermayenin bütçesidir.
Ortada bu kadar çok sorun var; ama bu iktidarın bir kadın bakanlığı yok.
2011’de “Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli” diyerek Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın isminden kadın kelimesi silindi ve bu bakanlık var olanın da gerisine düşen bir biçime Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüştürüldü. 
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, kadınlardan bihaber. İslam, kendisine yöneltilen kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri hakkındaki soruları Adalet ve İçişleri Bakanlığı’na yönlendirdi.


Kadına yönelik şiddet istatistikleri ve koruma altındaki kadınların durumuna dair soruları yanıtla(ma)yan Ayşenur İslam, istenilen bilgilerin Adalet ve İçişleri Bakanlıkları’nda olduğunu ifade etti. Bu da gösteriyor ki Bakan kadına yönelik şiddetten bihaber. Bizler biliyoruz ki kadınlar en çok eşleri, eski eşleri, babaları, ağabeyleri ve yakın akrabaları tarafından öldürülüyor. İktidar tarafından her gün yeniden üretilen bu kutsal aile miti biz kadınların hayatını tehdit etmeye devam ediyor. 



Türkiye’nin en önemli sorunları arasında yer alan “çocuk gelinler” sorunu;

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na göre “geçmişte kaldı”. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, konu hakkında 2014 Şubat’ında verilen soru önergesine 2012 yılı verileriyle yanıt verdi. Üstelik bu veriler çocuk gelinler sorununu ortaya koymak için yapılmış bir araştırmadan değil, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün Evlenme ve Boşanma İstatistiklerinden elde edilmiş veriler. Yani “yasal” evliliklerin içerildiği araştırmanın verileridir.
Ocak ayında 13’ünde anne olup 14 yaşında ölü bulunan Siirtli Kader Erten olayı ardından yapılan tartışmalarda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, çocuk yaşta evlilikler konusunda “Bu nikâhların çoğu masumane kıyılıyor” demişti.

Çocuk Gelinler Hakkında Resmi Veri Yok Deniliyor;
Çocuk gelinlerin gerçek sayısının ortaya çıkarılması için yapılan kapsamlı bir resmi çalışma yok. 
Ama Emniyet Müdürlüğü polisin verilerine göre Türkiye’de;
* Her üç evlilikten biri çocuk evliliği,
* Evlendirilen kız çocukların üçte birden fazlası kuma,
* Her yıl üç yüz bin evlilik yapılıyor, bunun yüz bini çocuk evliliği,
* Evlilik yaşı kız çocuklarda 12’ye kadar düşüyor,
* Çocuk evliliklerinde Türkiye dünyada ilk onun içinde olduğunu görüyoruz.

Biz, kadını aileden bağımsız ele alabilen, adında Kadın olan, kadın için ve kadın erkek eşitliğini güçlendirmek konusunda politika üretmekle görevli olan bir Bakanlığımız olsun istiyoruz. Toplumda kadınlıkların var olduğu düşüncesini dışarıda bırakmayan, kadınlardan gelen taleplerin politikasını oluşturup bunların devlet politikasına dönüşmesini sağlayacak resmi mekanizmaların oluşturulmasını talep ediyoruz. 
Ama kadının ismine dahi tahammülsüzlüğe işaret eden ve muhafazakâr demokratlığın bir gereği olarak düzenlendiği ifade edilen bu bakanlık sadece kadınları yok saymakla kalmıyor, aynı zamanda Bakanlığın adında kalan “sosyal politika” meselesini de sorunlu hale geliyor. Aile politikalarıyla sosyal politikaların aynı bakanlık çatısı altına toplanması sadece kadının değil, aynı zamanda çocukların, yaşlıların, engellilerin ve yoksulların da ailenin sorumluluk alanına atıldığının bir göstergesi. 


Biz KESK’li kadınlar olarak; şiddetsiz bir toplum, eşitlik ve adalet taleplerimize sahip çıkarak; şiddetin her türlüsüne; savaşa, tacizlere, tecavüzlere, istismarlara ve katliamlara sessiz kalmayarak; yaşamın her alanını dönüştürme çabamızla, bugün bir kez daha birilerinin bize bahşetmesini beklemeden, haklarımızı almak için buradayız. 
Bir kadın bakanlığı istiyoruz. 
Bizi gören, bizim taleplerimizi esas alan politikalar yapılsın ve hayata geçirilsin istiyoruz.
Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayanan bir bütçe oluşturulmasını talep ediyoruz.
Erkek adalet değil, gerçek adalet istiyoruz. 
KESK'li kadınlar olarak bizi eğitim, sağlık, hukuk ve istihdam politikaları ile geleneksel kutsal aile mitleriyle kuşatma çabasında olanların emeğimiz ve bedenimiz üzerinde kurmaya çalıştığı denetimine karşı çıkmaya; örgütlenmeye, değiştirmeye, mücadele etmeye devam edeceğiz. 19.11.2014
YAŞASIN KADINLARIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELESİ!
YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI!
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Şükran YEŞİL
Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başarı belgesi ile ödüllendirildikten iki ay sonra müdürlük hakkı elinden alınan üyemiz Serkan Ceylan ile ilgili karar mahkemeden döndü. Müdürleri değerlendirme puanı hukuktan yoksun bulundu. 

Ülke genelinde Ağustos ayında "Görev Süresi Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri İçin Değerlendirme Formu" kapsamında muhalif sendikalara üye olduğu belirtilen çok sayıda okul müdürünün bu hakkı elinden alınmıştı. Aydın`ın Söke ilçesinde de aralarında Eğitim Sen üyesi Serkan Ceylan`ın da olduğu 14 müdür ve müdür yardımcısının görev süresi uzatılmamıştı. 

MEB Başarı Belgesi Vermişti

Ceylan, 2005 yılında yapılan müdür yardımcılığı sınavını Söke birincisi olarak kazandıktan sonra aynı yıl 15 Mayıs`ta Söke Ticaret Meslek Lisesi`ne atandı. Müdürlük sınavını kazanan Ceylan, 5 Şubat 2010`da Bağarası Çok Programlı Lisesi`ne, 2012`de Fatma Tüzzehra Orhun Anadolu Sağlık Meslek Lisesi`ne müdür oldu. Ceylan, 17 Ocak 2013`te kaymakamlıktan başarı ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü`nden teşekkür belgesi aldı. 19 Haziran 2014`te Ankara`ya davet edilerek Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başarı belgesi verildi. 

Ancak Meslek Eğitim Merkezi`nde müdür yardımcısı olarak görev yaparken 16 Haziran 2014`te İl Milli Eğitim Müdürlüğü`ne atanan Ünal Aydın ve Temmuz ayı içinde atanan şube müdürleri, 2014 yılı ‘Görev Süresi Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri İçin Değerlendirme Formu` kapsamında, Ceylan hakkında 68 notu vererek Ceylan`ın müdürlük hakkını elinden aldı. Ceylan da Aydın Bölge İdare Mahkemesi`nde bu kararın iptali için dava açtı.

Puan Hukuki Dayanaktan Yoksun Bulundu

Mahkemenin 5 Kasım`da aldığı kararında, ‘Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Değerlendirme Formu`na göre, olumluluk gösteren düşünce yapısı, tavır, davranış, vasıf, karakter ve benzeri niteliklere göre değerlendirme yapıldığı, kararların ‘evet` ya da ‘hayır` şıkkıyla doldurulacağı, ‘hayır` denilen kişiler için puan verilmemesinin öngörüldüğü, puan vermemenin dayanağının somut bilgi ve belgeyle açıklığa kavuşturularak ispatlanması gerektiği ifade edildi. Milli Eğitim Müdürlüğü`ne, "Değerlendirme puanı hangi objektif ve nesnel ölçütlere göre verildi" diye sorulduğu ve buna ilişkin belgelerden birer örnek istendiği vurgulanarak şöyle denildi: 

"Davalı idarelerin savunma dilekçelerinde ve ekli belgelerde, somut uyuşmazlığa ilişkin değerlendirme formları yerine matbu evrakların gönderildiği anlaşılmakla, idarecilik görevi nedeniyle kazanılmış hakların yönetmelikle düzenlenen ölçme ve değerlendirmelerin hukuken itibar edilebilir bilgi ve belgelerle ortaya konulamaması karşısında, düzenlenen değerlendirme puanının hukuki dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır." 

Kararda, bu işlem nedeniyle Ceylan`ın görev ünvanı ve yerinin yerinin değişeceği, değişikliğin silsile halinde bütün kadroları etkileyeceği ve telafisi güç zararlalar doğurabileceği kaydedilerek yürütmenin durdurulmasına hükmedildi.

1997-1998 ve 2002-2005 yıllarında Şube Eğitim Sekreteri, 2005-2011 Yıllarında Şube Başkanı, Halen Şube Hukuk Sekreteri olarak görev yaparken 17 Kasım 2014 tarihinde Seyhan Belediyesine Kültür ve Sosyal İşler Müdürü olarak atanan Güven BOĞA'YA yeni görevinde başarılar dileriz.

 

Eğitim Sen güneşini ötelere taşıyan eğitim emekçilerinin onurlu mücadelesinin yanı sıra demokrasi kavgamızda da emeğiniz daima önemsenecek, katkılarınız saygıyla anılacaktır.

 

Şube Yürütme Kurulu

 

 

 

1956'da Robert Kolej’i bitirdi. 1964 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun oldu. 1964'de fahri asistan olarak aynı fakültenin Sistematik Felsefe ve Mantık kürsüsünde göreve başladı.[2] 1969'da kadrolu asistan oldu. 1974'de "Yeniçağ Felsefesinde Apriori Problemi" başlıklı çalışmasıyla doktorasını verdi. 1978’de "İnsan ve İnsanlık Kavramları Üzerine Antropolojik-Etik Bir Çalışma" başlıklı teziyle doçent oldu. 1979’da doçent kadrosuna atandı.

 


1990'da Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Eğitimi Bölümünün bağımsız bölüm olmasına katkıda bulundu. Mersin (1994) ve Cumhuriyet(2000) Üniversitelerinde Felsefe Bölümlerini kurdu. Türkiye'nin önemli felsefecilerinden olan Nutku, Cumhuriyet ve Çukurova Üniversitelerinde dersler vermektedir. Ayrıca İngilizce, Almanca, Fransızca ve Latince bilmektedir. Nutku "Felsefeylemek" kavramını dilimize kazandırmıştır.

 

Kitapları

 

·         İnanmanın Felsefesi, 2012 (Anı Yayıncılık) (ISBN 978-605-4434-81-0)

 

·         Daha Güncel Felsefe, 2006 (Anı Yayıncılık) (ISBN 9944-474-06-1)

 

·         Felsefe ve Güncellik, 2005 (Bulut Yayınları) (ISBN 9789752861176)

 

·         Ur Uruk Urşu - Şiir Damlası Tarih (şiir kitabı), 2005 (Anı Yayıncılık) (ISBN 9756376856)

 

·         İnsan Felsefesi Çalışmaları, 1998 (Bulut Yayınları) (ISBN 9789758295135)

 

HEPİMİZİN FITRATINDA İNSANA YARAŞIR KOŞULLARDA ÇALIŞMAK VAR! 
BALIK İSTİFİ DİZİLDİĞİMİZ TRAKTÖR KASALARINDA, MİNİBÜSLERDE CAN VERMEK DEĞİL!


KESK’li kadınlar olarak bu yıl 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü eylem ve etkinliklerimizi, kısa bir süre önce iş cinayetlerinde kaybettiğimiz mevsimlik tarım işçisi kadınların anısına Yalvaç’tan başlatıyoruz. 



Soma’da verdiğimiz kayıpların acısını dindirmek mümkün değilken Şırnak’tan, İstanbul’dan, Ermenek’ten, Isparta’dan işçi cinayetleri haberleri aldık. Biz burada bu açıklamayı okurken de birçok yerden benzer haberler gelmeye devam ediyordur belki. 



Birbiri ardına gelen bu haberlerin sorumluları işverenler ve hükümet. Bu cinayetlerin yaygınlığına ve birçok yerde çalışma koşullarına ilişkin durumun vahametine rağmen, hükümet gerekli önlemleri almamakta diretiyor; işçi güvenliğine ilişkin denetimlerin gerektiği gibi yapılmamasına göz yumuyor. Kayıt dışı istihdamla mücadele etmesi gerekirken, bu tür istihdamlarla mücadele konusundaki politikasızlığı ile kayıt dışı çalışmayı teşvik ediyor ve güvencesiz çalışma biçimlerini yaygınlaştırıyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine dair önlemler almak yerine, daha çok kar etmeyi, işçilerin hayatlarına, hayatlarımıza tercih ediyor. Bu tutum sürdükçe ve hükümet ilgili uluslararası sözleşmeleri imzalamadığı sürece her gün kadın, erkek, çocuk birçok emekçi hayatını kaybedecek.
Çünkü birilerin ceplerini dolsun, birileri daha ucuza daha çok kazansın diye hayatımız hiçe sayılıyor; hayatlarımız üzerinden pazarlıklar yapılıyor. Devlet ve işveren eliyle göz göre göre öldürülüyoruz. 



Mevsimlik tarım işçileri ne yazık ki basının, kamuoyunun daha da vahimi yetkililerin gündemine ancak öldüklerinde girebiliyor. Oysa tarım işçilerinin çalışma koşulları; sosyal güvenceden yoksunluk, kayıt dışılık, çok düşük ücretler ve uzun çalışma saatleri nedeniyle yani tam da insana yaraşır istihdamın gereği olarak yetkililerin gündeminde olmalı. Bu koşulları değiştirmeye yönelik önlemler alınmalı, yetkililer bu konuda bir an önce bir politika belirleyerek, ilgili yaptırımları hayata geçirmeli.


Trafik kazası değil iş cinayeti!
Tarım işçilerinin önemli bir çoğunluğunu, kadınlar, çocuklar, etnik azınlıklar ve düzensiz göçmenler oluşturuyor. Tarım işçisi kadınlar hem gündelik ev işlerinde, hem de tarım işinde kötü koşullarda ve uzun çalışma sürelerinde çalışmaktan kaynaklı olarak, hayatlarını ileriki dönemlerde de etkileyebilecek ciddi sağlık sorunları yaşıyorlar. Bunun yanında aynı Yalvaç’ta olduğu gibi balık istifi yüklendikleri minibüslerde hayatlarını kaybediyor, yaralanıyorlar. Hem düşük ücretle çalıştırılıyorlar, hem de göç yollarında ve gittikleri bölgelerde taciz, tecavüz, kadın cinayetlerine maruz kalma riskine çok açıklar. İçinde bulundukları istihdamın enformel niteliği nedeniyle bu tür durumların önüne geçecek, bu gibi durumlarda haklarını talep edebilecek mekanizmalara erişmeleri ve örgütlü bir biçimde seslerini duyurabilmeleri mümkün değil. Çünkü onlar kayıtsızlar ve bu nedenle görünmezler. Bu nedenle trafik kazası adı altında iş cinayetlerinde can veriyorlar. 
Bizler bugün bir kez daha kadınlar ve tüm emekçiler için çalışma yaşamının tamamında, insana yaraşır çalışma koşulları, güvenli çalışma, iş ve ücret güvencesi talebimizi yineliyoruz. Bununla birlikte; daha önce de birçok kez dile getirdiğimiz taleplerimizi yineliyoruz. 
• Mevsimlik tarım işçilerinin temel haklardan yararlanmalarını sağlayacak yasal düzenlemeler bir an evvel yapılmalıdır. 
• Güvencesiz, kayıt dışı çalışmaya son verilmeli, Herkese güvenceli iş olanakları sağlanmalıdır.
• Çocukların mevsimlik tarım işçisi olarak çalıştırılmasının önüne geçilmelidir.
• Kadın mevsimlik tarım işçilerinin üzerlerindeki bakım yükünü kaldıracak çözümler üretilmeli, sağlık sorunlarının çözümü için özel politikalar uygulanmalı, kadın işçilerle erkek işçiler arasındaki ücret adaletsizliği giderilmelidir.
• Tarım işçilerinin tehlikeye açık araçlarla fazla sayıda taşınmasının önüne geçilmeli, araçların trafik denetimi sağlanmalıdır.
Bizler evde sokakta ya da çalıştığımız yerlerde kadınlar olarak yaşadığımız baskı, şiddet ve sömürünün arkasında erkek egemen kapitalist düzen olduğunu biliyoruz. Dilimiz, rengimiz, etnik kökenimiz, inancımız farklı olabilir, çalışma alanlarımız farklı olabilir ama maruz kaldığımız sömürü aynıdır. Bizi yok sayan, emeğimiz ve bedenimiz üzerine çöreklenen bu erkek egemen tahakkümü, bulunduğumuz her noktada örgütlenerek ve dayanışma ilişkilerimizi güçlendirerek ortadan kaldıracağız.
Fabrikada, hastanede, okulda, büroda, evde ya da tarlada fark etmez, çalıştığımız her yerde bu tahakküme sessiz kalmıyor, isyan ediyor ve mücadeleyi yükseltiyoruz. 
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Fatma BOZKURT
Kültür Sanat Sen Genel Merkez Denetleme Kurulu Üyesi
Emeğimiz, bedenimiz kimliğimiz bizim.
Yaşasın Kadın Dayanışması!

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü Eylem/Etkinlikleri

Ortadoğu’da savaş ve çatışmaların artarak devam ettiği, pek çok bakımdan oldukça önemli bir süreçteyiz. Kimlik, aidiyet ya da inanç temelinde halklara karşı yürütülen savaşların ve saldırıların neden olduğu yıkımlara tanık oluyoruz; tüm bu yıkımların daha ciddi ve etkileri uzun süre kalacak olan hasarlara yol açmasından büyük bir endişe duyuyoruz.

Biliyoruz ki savaş ve çatışma koşulları; kadının tüm yaşantısını kuşatan şiddetin; cinayetlerin, taciz ve tecavüzlerin meşru bir biçimde ortada kol gezmesini sağlar. Şiddeti sistematikleştirir. Kadınlar hem çatışma bölgelerinde hem çatışmalardan kaçarak sığındıkları ülkelerde erkek şiddetinin çeşitli biçimlerine daha açık hale gelir. Bunun yanında savaşa ayrılan bütçenin artması, kamu hizmetleri ve diğer bütçelerde kesintilere yol açar.

Bu süreçte, daha önceki yıllarda olduğu gibi önemli kararlar alındığına ve ilgili politikalar yapıldığına iddiasını daha baştan geçersiz kılan pratik ve söylemlere tanık oluyoruz. Kadın cinayetleri, kadın intiharları, taciz ve tecavüz olayları ve yargının kadına yönelik şiddet davalarında aldığı erkekten yana tutum; kadını korumaya ve kadına yönelik şiddeti engellemeye yönelik olarak yapıldığı iddia edilen kanunsal düzenlemelere rağmen devam ediyor. Kadının istihdamını artırmak adına dayatılan esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılmasına yönelik düzenlemelerle yapılmaya çalışıldığı gibi, emek alanında kadın-erkek eşitliğini sağlamak adına yapıldığı iddia edilen kimi düzenlemelerle, kadınların iş güvenceleri ellerinden alınmaya çalışılıyor. Birçok kadın nitelikli istihdam olanağı yaratılmadığı ve bu konuda ciddi önlem ve tedbirler alınmadığı için, güvencesiz koşullarda, düşük ücretle ve kayıt dışı çalışıyor. İş güvenliğini sağlamaya ve çalışma koşullarını insana yaraşır hale getirmek üzere ilgili önlemlerin alınmaması emekçi kadınların hayatını tehdit etmeyi sürdürüyor. Tüm bunların yanında kadının var olabilme koşulunu “aile” ve “anne” kavramlarına dayandıran erkek devlet aklının “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” kadın için ve kadına dair politikalarını kadın değil de “aile”ye öncelik atfederek belirlemeye devam ediyor.

Böyle bir atmosferde, “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü”nde kadın örgütlülüğünün, mücadelesinin önemini vurgulamak, barış şiarımızı yükseltmek için önerdiğimiz eylem ve etkinlik programı çerçevesinde, Ortadoğu halklarının eşit ve özgür bir şekilde bir arada yaşamaları için verdiği mücadeleyi selamlıyor, zalimane baskılara ve erkek şiddetine maruz kalan kız kardeşlerimizle dayanışma içinde olduğumuzu göstermek ve onların seslerini de duyurmak için SAVAŞA ve KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI SUSMUYOR, İSYAN EDİYORUZ diyoruz. 

KESKli kadınlar olarak, barış talebimizle nitelikli kadın istihdamının artması ve güvencesiz emeğe  son verilmesi çağrısında bulunarak kadın mücadelesini ve kadın mücadelesine olan inancı yükseltmek için kararlaştırdığımız eylem programının en güçlü şekilde sahiplenileceği ve hayata geçirileceğine olan inancımızla

 

Şube Sosyal etkinlikler komisyonun organize ettiği fotoğrafçılık kursumuz derslere başlamıştır.

 

Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk`ün ölümünün üzerinden 76 yıl geçti. Atatürk`ün 10 Kasım 1938`de hayata gözlerini yumduğu günden bu yana dünya üzerinde yaşanan gerginlik ve savaşlar durmaksızın devam ediyor.

 

AKP iktidarı, bugün üstlendiği emperyalizmin taşeronluğu rolüne, yaratmak istediği tek tip toplum düzenine, kadınının ve erkeğin toplumsal yaşamda ayrıştırılmasını emreden gericiliğe karşı emeğin, eşitliğin ve özgürlüğün ülkesini kurmak için direnenlere saldırmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk`ün "Yurtta Barış, Dünyada Barış!" anlayışını yok sayan AKP; her fırsatta "Yurtta Savaş, Dünyada Savaş!" politikası doğrultusunda hareket etmektedir. Mustafa Kemal Atatürk`ün hem yurtta hem de dünyada barış savunusu, dün olduğu gibi bugün de güncelliğini korumaktadır.

 

Eğitimde ve bilimde ırkçı-gerici girişim ve uygulamaların etkisini arttırdığı, eğitim sisteminin pek çok yönden kuşatma altına alındığı günümüz koşullarında, hayatı boyunca aydınlanmadan ve bilimden yana tutumuyla öncü rol oynamış olan Mustafa Kemal Atatürk`ü ölümünün 76. yılında saygıyla anıyoruz.

 

 

Şube Yürütme Kurulu