KESK’Lİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR.
GÖZALTILAR, TUTUKLAMALAR VE BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ
Değerli Dostlar,
Bir taraftan‘ileri demokrasi’ nutukları atılırken diğer taraftan ülkemizin hızla tek adam diktasına doğru sürüklenmek istendiği çok hassas bir dönmeden geçiyoruz.
Sırtını 12 Eylül faşist askeri darbe anayasasına yaslayan AKP iktidarı, her geçen gün daha da otoriteleşen faşizan düzenine muhalefet eden herkesi ‘potansiyel terör suçlusu’ olarak görüyor. Hak ve özgürlükleri için mücadele edenler, kuşatılan yargı, emniyet ve medya aracılığı ile bertaraf edilmesi gereken hedefler olarak gösteriliyor. Toplumu derin bir sessizliğe mahkûm etmek için, başta muhalif-demokrat kesimler olmak üzere insanca bir yaşam ve demokratik bir ülke isteyen herkes bu ucube demokrasinin baskılarından payına düşeni alıyor.
Bu çerçevede konfederasyonumuza ve bağlı sendikalarımıza yönelik baskıların sürekli olarak arttığı, Türkiye’nin dört bir yanında üye ve yöneticilerimize yönelen keyfi gözaltı ve tutuklamalarla kuşatılmaya çalışıldığımız tüm kamuoyunca bilinmektedir. Yönetici ve üyelerimiz nezdinde sendikal mücadelemizi hedef alan “KESK’i bertaraf etme operasyonlarına” özellikle son bir senedir hız verilmiştir. 13 Ocak, 13 Şubat, 25 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirilen operasyonların son halkasını 19 Şubat 2013 tarihinde yaşamış bulunuyoruz.
Aralarında Eğitim ve Örgütlenme Sekreterimiz Akman Şimşek ve Denetleme Kurulu Üyemiz Erdoğan Canpolat’ın da olduğu toplam 60 arkadaşımız bu operasyon sonucunda tutuklanmıştır. Bununla da kalınmamış 19 Şubat operasyonun devamı niteliğinde sürek avını aratmayan bir sürecin işletilmesi sonucunda Bölgemize bağlı sendikalarımızın yönetici ve üyesi 6 arkadaşımız daha tutuklanmıştır. Böylece tutuklu yönetici ve üyelerimizin sayısı 121’e çıkmıştır.
Değerli Dostlar,
KESK’i bertaraf etmek isteyenlerin 25 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirdiği operasyon kapsamında açılan davanın ilk duruşması gerçekleştirilecek. 2 si Bölgemizden 22’si yaklaşık 10 aydır tutuklu, aralarında Genel Başkanımız Lami Özgen’in de bulunduğu 50 si tutuksuz olmak üzere toplam 72 yönetici ve üyemiz kendilerine isnat edilen suçlamalar hakkında savunmalarını yapacaklar.
Aradan geçen koskoca 10 aydan sonra bugün Ankara ve Adana’da ilk duruşmalarına çıkacak olan yönetici ve üyelerimiz ‘ileri demokrasinin!’ Özel Yetkili Mahkemelerinde yani Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanacaklar.
Çünkü
Sendikal hak ve özgürlüklerin tek tek budandığı,
Yılda ortalama bin insanımızın iş cinayetlerine kurban verildiği,
Sendika binalarının helikopterler eşliğinde basılmasının sıradanlaştırıldığı,
Kamu emekçilerinin kapı kulu olarak görüldüğü,
Tüm emekçilere hayatın zindan edilmek istendiği,
Türkiye’de emek ve demokrasi mücadelesinin yapı taşı, fiili meşru mücadelenin açık adresi KESK’in üyesi olmak ağır bir suç olarak görülmektedir.
Peki, nedir bu “yasa dışı faaliyetler”?
Tüm halkın parasız, nitelikli, ulaşılabilir kamu hizmeti alma hakkını savunmak için konfederasyonumuz ve sendikalarımızın kararlarına uygun olarak eylem ve etkinliklere katılmak.
Bu çerçevede; 8 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirdiğimiz, “İnsanca Yaşam İçin Eşit-Özgür Demokratik Türkiye" başlıklı izinli mitingimize,
13 Şubat 2012 günü gözaltına alınarak tutuklanan kadın yönetici ve üyelerimizi desteklemek amacıyla gerçekleştirilen etkinliklere,
4688 sayılı yasada yapılan tadilata karşı aldığımız tutum, kamuoyu tarafından 4+4+4 olarak bilinen eğitim yasasına yönelik yaptığımız eylemlere,
21 Aralık ve 23 Mayıs tarihlerinde yüz binlerce kamu emekçisinin katıldığı Grevlere katılmak.
Sendikal hak ve özgürlüklerimiz ihlal edilerek, neredeyse her sendika genel merkezine ve şubesine yerleştirilen gizli kamera ve ses kayıtları ise ‘suç delili’ olarak gösterilmektedir.
Değerli Dostlar
Oysa Genel Başkanın, Genel Sekreter ve MYK üyeleriyle yaptığı telefon görüşmelerinin bile hangi örgütsel ilişkiye dayandığını sorgulanmaya çalışanlar işi Kürt siyasal hareketi içerisinde konuşulan çeşitli kelimeleri ve kavramları kullanmayı yasa dışı örgüt üyeliği için yeterli kabul etmeye kadar vardırmıştır.
Çünkü onlara göre, evlerinin, işyerlerinin adresi açık olan KESK’lilerin şafak baskınları ile gözaltına alınması, tutuklanması doğaldır.
Sendika ve konfederasyon binalarımızın didik didik aranması, her kitapçıda rahatça bulunabilecek kitaplarımızı sistemlerini alaşağı edecek “deliller” olarak gösteren arama tutanakları doğaldır.
Kemoterapi tedavisi için hastaneye giden üyemizin kaçma şüphesiyle gözaltına alınması, annesi babası gözaltına alınan üç aylık bir bebeğin saatlerce nezarette bekletilmesi gayet doğaldır.
Eşi de gözaltına alındığı için çocuğunu bir yakınına teslim etmek isteyen Eğitim ve Örgütlenme Sekreterimizin “çocuğunu imza karşılığı teslim edeceksin. Yoksa Çocuk Esirgeme Kurumuna teslim ederiz” diyerek tehdit edilmesi sıradan, rutin bir uygulamadır.
Gizlilik gerekçesiyle sizinle hatta avukatınızla paylaşılmayan dosyanızın bütün ayrıntıları ile basına servis edilmesi normaldir. Daha hakkınızda dava açılmadan, yargılanmadan suçlu ilan edilmeniz Türkiye’nin yargı sistemi açısından sıradan olaylardır.
Değerli Dostlar,
“suçsuzluğu kanıtlanana kadar herkes suçludur” zihniyetinin hakim olduğu bir yargı sisteminde ve o yargı sisteminin üzerinde gölgeleri bulunanlara göre tüm vaka-ı adliyedendir.
Ancak bize göre emekçiler üzerindeki sömürüyü adaletsizliği, hukuksuzluğu ile pekiştirenlerin adına “ileri demokrasi” dedikleri bu düzen doğal değildir.
İşte böyle bir düzende, KESK’in, kamu emekçilerinin sendikal hak ve özgürlüklerini daha da budamayı hedefleyen yasalara, fiili uygulamalara karşı sesini her yükselttiğinde operasyonlarla karşılaşması ise asla “tesadüf” değildir.
Her zaman söylüyoruz bir kez daha yineliyoruz. Yönetici ve üyelerimizin gözaltına alındığı, tutuklandığı operasyonların artmasının kaynağında kamu alanının tasfiye etmek isteyenlere karşı yıllardır sürdürdüğümüz mücadele vardır. Gerisi lafı güzaftır.
Dün 4688 sayılı yasada yaptıkları tadilata karşı verdiğimiz mücadelemizi hazmedemeyenler bugün sınırlı iş güvencemizin hedef alınmasına sessiz kalmayacağımızı biliyorlar.
Dün yönetici ve üyelerimizi sendikal faaliyetlerinden dolayı, istifaya zorlayan, sürgün eden, görevden çıkaranlar bugün bunların mücadelemizi engellemeye yetmediğini görüyorlar. Bunun için ardı ardına gerçekleştirdikleri baskınlarla, kuşatma operasyonları ile KESK’i toptan bertaraf etmeye çalışıyorlar.
Din, dil, ırk, siyasal düşünce, etnik köken, mezhep, engelli, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve felsefi düşünce ayrımı gözetmeden kapılarını sonuna kadar tüm kamu emekçilerine açan, farklılıkları zenginliği olarak gören KESK’i bölmeyeceklerini biliyorlar. Bunun için iktidarlarının gübresiyle hormonlayarak semirttikleri, kamu emekçilerinin halklarının bir bir gasp edilmesine payandalık edenlerin yönetiminde olduğu yandaşları daha da büyütmenin yolunu KESK’i etkisiz hale getirmekte arıyorlar.
Bunun için KESK’in her geçen gün daha da otoriteleşen faşizan düzenlerine teslim olmasını bekleyenler büyük bir yanılgı içerisindedir. Çünkü bu dava emekten, demokrasiden, barıştan yana olanların davasıdır. Ve bu değerler için mücadele edenler birkaç duruşma kaybetse bile son celsede yenildiklerini, teslim alındıklarını tarih yazmamıştır.
Buradan görmeyen gözlere, duymayan kulaklara, yazmayan kalemlere inat bir daha ifade ediyoruz. Bizler, bu topraklarda gerçek bir demokrasi için mücadele etmenin zor, bedelinin de ağır olduğunu biliyoruz. Ancak "hak verilmez mücadeleyle alınır" şiarını ilke edinen, baskılara mücadeleyi daha da yükselterek cevap veren, "acıyı bal eyledik" diyen bir geleneğin bugünkü mirasçıları KESK’liler olarak baskılar karşısında asla yılmayacağız. Haklı mücadelemizi baskı altına almaya çalışan, her türlü hukuk dışı ve fiili uygulamalar karşısında geçmişte olduğu gibi bugün de sesiz kalmayacağız.
Geçmişte memurun sendikası mı olur? diyenlerin kapılarımıza vurdukları mühürleri nasıl söküp attıysak, bugün baskılara karşı birbirimize daha fazla kenetlenerek zulmün ve zorbalığın efendileri önünde asla boyun eğmeyecek, emekçilere reva görülen bu karanlık tabloyu hak ettiği yere, tarihin çöplüğüne atacağız.
Bilin ki, KESK’in onurlu mücadelesi tüm baskılara rağmen sürüyor.
Bilin ki, KESK, Faşizme karşı demokrasi,
Emperyalizme karşı bağımsızlık,
Savaşa karşı barış,
Baskılara karşı özgürlük
Irkçılığa ve şovenizme karşı emeğin birliği ve halkların kardeşliğini savunmaya devam ediyor. Devam edecek.
YAŞASIN EMEK VE DEMOKRASİ MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN SENDİKAL MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN KESK!
Muzaffer YÜKSEL
SES Adana Şb. Başkanı
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Köy Enstitülerinin 73. Kuruluş Yıldönümü Kutlu Olsun!
Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu`nun `Köy Enstitülerinin 73. Kuruluş Yıldönümü Kutlu Olsun!` başlıklı açıklama metnidir.
Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 yılında 3083 sayılı yasayla, Hasan Ali Yücel`in Milli Eğitim Bakanlığı ve İsmail Hakkı Tonguç`un önderliğinde kurulmuştur. Köy Enstitüleri, kısa ömrü içinde çok sayıda öğretmen yetiştirmiş, Köy Enstitüleri`nden yetişen çok sayıda yazar, bilim insanı ve toplumsal hayatının güzelleşmesine ve ülke insanlarının özgür bireyler olarak yetişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
Köy Enstitüleri, 1930`lu yıllarda Türkiye nüfusunun yüzde 80`inin köylü olduğu, nüfusun yüzde 85`inin okuma-yazma bilmediği bir ortamda, çağdaş köy kalkınma modeline uygun olarak yapılandırılan ve bugün bile birçok ülkeye örnek olabilecek, üretime dönük öğrenimi esas alan eğitim kurumları olarak bilinmektedir.
Köy Enstitüleri sadece öğretmen yetiştiren kuruluşlar olmayıp, bulunduğu çevreyi araştıran, geliştiren ve çevrenin kalkınmasını da üstlenmiş kurumlar olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda yerine getirdiği işlevin önemi tartışılmazdır. Köy Enstitüleri kırsal yörede toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı sağlamak; bu alanda ilgili gerekli elemanları yetiştirmek için kurulan eğitim kurumları olmuştur. Bu dönemde köy çocukları eğitildikten sonra köylerine tarımda, işte, sanatta, zanaatta ve sağlık alanlarında eğitmen ya da öğretmen olarak geri gönderilmişlerdir.
Çok değişik ve çarpıcı bir girişim olan Köy Enstitüleri hareketi belki de dünyaya örnek bir projedir. Ne yazık ki Köy Enstitüleri`nin önemi aradan geçen bunca zamana rağmen yeterince anlaşılamamıştır.
Köy Enstitüleri`ne eğitim anlamında yüklenen sorumluluk ağır ve anlamlıdır. Köy Enstitülerindeki anlayış o dönemde "Eğitim, üretim içindedir" sloganı olmuştur. Türkiye`de o dönemde yaşanan tüm imkânsızlıklara rağmen, Köy Enstitüleri deneyimi, hep beraber ülkeyi kalkındırmak için üretmeyi ve hayata birlikte bakmayı hedeflemiştir.
Köy Enstitüleri`nin en önemli özelliklerinden birisi, günümüz Türkiye`sinin bir türlü kurtulamadığı ezberci eğitim sistemine değil, gerçek anlamda öğrenci merkezli, öğrencilerin yaparak ve yaşayarak öğrenme sürecini ilke edinen bir eğitim-öğretim ortamı yaratmış olmasıdır.
Enstitülerde kararlar yönetici-öğretici-öğrenci üçlüsünün katkı ve onayıyla alınmıştır. Bugün eğitim politikalarının, 4+4+4 uygulamasında olduğu gibi AKP`nin siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda "tek merkezden" ve tüm topluma yönelik bir dayatma olarak alındığı dikkate alındığında, Türkiye`de eğitim sisteminin yıllardır neden derin bir kaosun içinde olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
O döneme ülkemizin karşı karşıya bulunduğu zorlu koşullar ve uluslararası dinamiklerin ülkemiz üzerinde kurdukları psikolojik etkinin sonucu Köy Enstitüleri soğuk savaşa kurban edilip kısa sürede kapatılarak tarihin tozlu raflarına kaldırılmıştır.
Bugün öğretmen yetiştirmeden başlayarak eğitim sisteminin yaşadığı pek çok sorunun kaynağında Köy Enstitüleri`nin kapatılması yatmaktadır. Köy Enstitüleri`nin kapatılması, ülkemizdeki aydınlanma sürecinin durdurulması ve demokratik işleyişin sekteye uğratılması anlamına gelmiş, genel anlamda da demokrasimizin derin bir yara alması sonucunu doğurmuştur.
Eğitim Sen Köy Enstitüleri`nin ilerici, demokrat ve aydınlanmacı geleneğine dün olduğu gibi bugün de sahip çıkmaktadır.
Köy Enstitülerinin 73. Kuruluş Yıldönümünde
"Öğretmen Yetiştirmede Yaşanan Sorunlar"
Şube olarak Köy Enstitülerinin 73. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlediğimiz "Öğretmen Yetiştirmede Yaşanan Sorunlar" konulu panel 20 Nisan 2013 tarihinde Adana Ziraat Mühendisleri odasında gerçekleştirilmiştir.
Panelde Şube Eğitim Sekreteri Halil KARA'nın açılış konuşmasında "Köy Enstitüleri, kısa ömrü içinde çok sayıda öğretmen yetiştirmiş, Köy Enstitülerinden yetişen çok sayıda yazar, bilim insanı ve toplumsal hayatının güzelleşmesine ve ülke insanlarının özgür bireyler olarak yetişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
Köy Enstitülerinin kapatılması, ülkemizdeki aydınlanma sürecinin durdurulması ve demokratik işleyişin sekteye uğratılması anlamına gelmiş, genel anlamda da demokrasimizin derin bir yara alması sonucunu doğurmuştur.
Eğitim Sen Köy Enstitülerinin ilerici, demokrat ve aydınlanmacı geleneğine dün olduğu gibi bugün de sahip çıkmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönemde eğitim iki yönden kıskaca alınmaktadır. Birincisi Neoliberal politikalar çerçevesinde eğitimin özelleştirilmesi ve piyasalaştırılması, ikincisi bilimsellikten uzak muhafazakarlaştırılma çalışılması noktasında; seçmeli ders adı altında din derslerinin artırılması, çeşitli yazarlar ve şairlerin kitaplarından bölümlerinin çıkarılması, çeşitli gerekçelerle bilimsel eğitimi savunan öğretmenlere soruşturmaların açılması, dinsel simgelerin okullarda kullanılması, kutlu doğum haftası kapsamında eğitim yuvalarının diyanetin birer şubesi gibi çalıştırılması ortadadır. Bu açıdan değerlendirmek gerekirse Köy Enstitülerinin önemi buradan bakıldığında da daha iyi anlaşılmaktadır.
Eğitim Sen olarak Ekim 2013 tarihinde gerçekleştirilecek olan Demokratik Eğitim Kurultayı'na hazırlandıklarını ve şube olarak DEK için yapılan komisyon çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Panelimiz Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi, Yard. Doç Dr. Memet KARAKUŞ, Doç. Dr. Mediha SARI ve Öğr. Gör. Dr. Andaç ÇUHADAR'ın sunumları ardından
Köy Enstitüleri mezunlarından olan Ali YİĞİT'in anıları ve şiirinin ardından karşılıklı soru cevap şeklinde panel tamamlanmıştır.
Panelimize Katkı sunan, katılan ve emeği geçen tüm dostlarımıza teşekkür ederiz.
Şube Yürütme Kurulu
Adana'da çok sıcak 1 Mayıs
Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önünden Uğur Mumcu Meydanı'na yürüyen yaklaşık 10 bin kişi, meydanda halay çekerek 1 Mayıs'ı kutladı.
ASKİ kavşağında buluşan Türk-İş, DİSK, KESK, TMMOB, Adana/Osmaniye Tabip Odası, sivil toplum örgütleri ve siyasi partilerin katılımıyla Uğur Mumcu Meydanı’na kadar yürüdü. Yürüyüş boyunca, ‘Kahrolsun Amerikan emperyalizmi’, ‘Yaşasın özgürlük, yaşasın adalet’, ‘Fazişme karşı omuz omuza’, ‘Köleliğe hayır’, ‘1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı’, ‘Baskılar bizi yıldıramaz’, sloganları atılırken iş, emek, adalet, yoksulluk, kültür-sanat, eğitim ve sağlık konulu döviz ve pankartlar taşındı.
İstanbul Taksim'deki olayların da 'Her yer Taksim, her yer direniş' ve 'Emekçiye uzanan eller kırılsın' sloganlarıyla protesto edildiği kutlamada Tertip Komitesi Başkanı Kamuran KARACA'nın açılış konuşmasıyla başladı "Bugün dünyanın dört bir yanında işçiler, emekçiler, yoksul köylüler, ezilen halklar, yüreği emekten yana atan tüm toplumsal kesimler mücadeleyi, dayanışmayı, birliği alanlara taşıyor!, Bugün 1 Mayıs, mücadelenin ateşiyle, coşkusuyla hep bir ağızdan çığlığa dönüşüyor! Bende bu coşkuyla hepinizi düzenleyici kurumlar adına selamlıyorum." dedi ve tertip komitesi adına konuşan DİSK Adana Bölge Temsilcisi Kemal Arslan, 1977 yılı 1 Mayıs'ında yaşamını yitirenleri andı.
Eşit, özgür ve demokratik bir Türkiye mücadelesi verdiklerini belirten Arslan, "İşçiler ve emekçiler olarak her zamankinden daha çok birlik ve dayanışmaya ihtiyacımız var" dedi. Konuşmanın ardından bir süre slogan atan kalabalık, yerel grupların ve Ali Asker'in seslendirdiği şarkılara eşlik edip halay çektikten sonra dağıldı.
Konuşma Metni
1 MAYIS
EMEKÇİLERİN BİRLİK MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ
KUTLU OLSUN!
Yaşamını alın teriyle kazananlar, işçiler, kamu emekçileri, işsizler, emekliler, kadınlar, bu ülkenin yüreği emekten ve halktan yana atan aydınlık, yiğit insanları merhaba;
Merhaba emeğine sahip çıkan, toprağına suyuna geçit vermeyen çiftçi-köylü kardeşlerim;
Demokratlar, aydınlar, yurtseverler, ilericiler, devrimciler MERHABA
Bugün dünyanın dört bir yanında işçiler, emekçiler, yoksul köylüler, ezilen halklar, yüreği emekten yana atan tüm toplumsal kesimler mücadeleyi, dayanışmayı, birliği alanlara taşıyor!
Bugün 1 Mayıs, mücadelenin ateşiyle, coşkusuyla hep bir ağızdan çığlığa dönüşüyor!
Bende bu coşkuyla hepinizi düzenleyici kurumlar adına selamlıyorum. Öncelikle başta 77 1 Mayıs’ı katliamında kaybettiğimiz arkadaşlarımız olmak üzere bu onurlu mücadelede yaşamını kaybetmiş tüm arkadaşlarımızı, sevgiyle, saygıyla anıyorum.
Değerli Arkadaşlar;
Ülkemizde işçiler ve emekçiler olarak birliğe, dayanışmaya ve ortak mücadeleye her zamandan daha çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz.
AKP iktidarı eliyle ülkenin ve emekçi halkın geleceği karartılmaya çalışılıyor. Yukarıdan aşağıya devletin tüm kurumları üzerinde kurulan tekelci iktidar başkanlık sistemi ile tek adam diktasına dönüştürülmeye çalışılıyor. Bir avuç zenginin daha fazla zenginleşmesi için milyonlar yoksullaştırılıyor, yaşadığı evlere kadar sahip oldukları her şey iktidar eliyle sermayeye sunuluyor.
İnsanı, emeği ve doğayı son damlasına kadar sömüren bu düzen, hayatın her alanını ticarileştirerek başta sağlık ve eğitim olmak üzere en temel haklarımızı bile ellerimizden alırken, bizlere sefalet ücretleriyle açlığı, yoksulluğu reva görüyor.
Dizginlerinden koparılmış sermayeye “Daha ucuz emek, daha fazla kar” için taşeron tipi güvencesizlikle kölelik düzenini inşa ediyor.
Fabrikalarda, yer altı madenlerinde çalışan işçileri ölümle yaşam arasındaki ince çizgide çalışmak zorunda bırakıyor, emeği gibi yaşamlarına da el koyuyor. İktidara geldiği tarihten bu yana on binlerce işçi kardeşimizin ölümü, ailelerinin çektiği acı, akan giden gözyaşları AKP’ye yetmemiş olacak ki, bu düzeni kamu alanı dahil tüm çalışma alanlarımızda kurmaya yelteniyor.
Şimdi, buradan Taksim’de ve tüm ülkede 1 Mayıs’ı mücadele çığlığına dönüştüren, ülkesi ve geleceği hakkında söz sahibi biziz diyen milyonlarca işçinin, emekçinin sesiyle haykırıyoruz, “ARTIK YETER!”
Sendikal haklarımızın yok edilmek istenmesiyle, başta ifade ve düşünce özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerimizin ellerimizden alınmasıyla bu korkunun büyüdüğünü görebiliyoruz. 12 Eylül zihniyetinin pençesinde gazetecilerden, öğrencilere, aydınlardan, sendikacılara kadar uzanan gözaltı ve tutuklamalarla, girdaba dönüştürdükleri öfke dalgaları korkularının esaretidir.
1 Mayıs meydanlarından cezaevlerinde tutuklu olan sendikacı arkadaşımıza sevgilerimizi gönderiyorum.
Korkuyorlar, çünkü TEKEL’in yaktığı kıvılcım bugün işyerlerinde direniş mücadeleleriyle ateşe dönüşüyor.
Korkuyorlar çünkü bugüne kadar cinsiyet ayrımcılığıyla, değersiz kıldığı emeğiyle görmezden geldiği kadınlar, elinde isyan bayrağı hakları ve özgürlükleri için sokağa çıkıyor…
Kamuda, fabrika önlerinde, madenlerde işçilerin emekçilerin yaktığı ateş iktidarın, patronların elini yakıyor. ŞİMDİ BU ATEŞİ BÜYÜTME ZAMANIDIR!
Dostlar,
Mücadelesini verdiğimiz Türkiye eşit, özgür, demokratik ve bağımsız bir Türkiye’dir.
Bugün AKP, Ortadoğu halklarını kuşatan emperyalist savaşta bölgesel bir güç olma hevesiyle ülkemizi kanlı savaşların taşeronluğunu üstlenmeye sürüklemektedir.
İzin vermeyeceğiz!
Bizler, ülkemizin kanlı tarihe ortaklık edecek bir ülkeye dönüşmesine;
Emperyalizmin maşası haline gelerek komşularıyla savaşın eşiğine gelmesine;
Ortadoğu halklarının özgürlük ve demokrasi temelli geleceklerini yok etmek için ülkemizde savaş hazırlığı içinde olan NATO üslerine, ABD askerlerine İzin vermeyeceğiz!
Şimdi, daha güçlü bir barış çağrısını seslendirmenin, emperyalizme karşı halkların birlikte mücadelesini büyütebilmek için her türlü emperyalist ilişkilerin tasfiye edildiği, tam bağımsız ve özgür bir Türkiye çığlığımızı yükseltmenin tam zamanıdır.
Sevgili arkadaşlar,
Barışın olmadığı yerde, insanca yaşam olmayacağını, eşitliğin ve özgürlüğün inşa edilemeyeceğini biliyoruz.
Türkiye halklarının eşitlik ve özgürlük mücadelelerinin de önünü açabilecek böylesi bir iklim, kuşkusuz birarada gönüllü yaşam esasına dayanan çözüm taleplerini benimseyen herkesin ortak mücadelesiyle yaratılacaktır.
Özgür ve demokratik bir ülkede eşit, kardeşçe ve farklılıklarımızla birarada yaşayacağımız geleceği bugünden kuralım;
1 MAYIS’TA ALANLARDAN BİR KEZ DAHA HÜKÜMETE VE İŞVERENLERE SESLENİYORUZ.
v İşsizliğin önlenmesini, kıdem tazminatı hakkımızın korunmasını, esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma biçimlerinden vazgeçilmesini istiyoruz.
v Taşeronlaşma ve kayıt dışı ekonominin engellenmesini, özelleştirilmelerin durdurulmasını istiyoruz.
v İnsan onuruna yaraşır iş herkesin hakkıdır. İstihdamın korunması ve işsizliğin önlenmesi temel yaklaşım olmalıdır.
v Haksız işten çıkartılmalar önlenmeli, iş güvencesi işe iadeyi sağlayacak biçimde öncelikle düzenlenmelidir.
v Kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınmalıdır.
v Asgari ücretin insan onuruna yakışır olmasını, vergi adaletsizliğinin giderilmesini istiyoruz.
v Sözleşmeli ve 4/C’li çalışanların kadroya alınmasını istiyoruz.
v 657’de yapılmak istenen değişiklikle iş güvencemizin ortadan kaldırılmasına hayır diyoruz.
v Başta Sağlıkta, Eğitimde, Sosyal Güvenlikte ve kamu alanında özelleştirmeye hayır diyoruz.
v Düşük Ücretle taşeron işçiliği, il özel idaresi görevlendirmeleri, valilik görevlendirilmesi gibi geçici kapsamda güvencesiz ve kadrosuz çalıştırılmaya hayır diyoruz.
v Başta Sağlıkta şiddete karşı olmak üzere her alanla da iş cinayetlerinin önlenmesini, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmasını istiyoruz.
v Toplu sözleşme ve grev hakkı önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz.
v Sendikalara, Emek ve Demokrasi güçlerine karşı saldırılara, gözaltılara ve tutuklamalara hayır diyoruz.
v Kürt sorunun demokratik ve barışçıl bir şekilde çözümünü, düşünce özgürlüğünün hakim kılınmasını istiyoruz.
v Kadına yönelik şiddetin engellenmesini, istihdamda kadın emeğine daha çok yer verilmesini istiyoruz.
v Engellilerin toplumsal yaşama eşit bireyler olarak katılımının sağlanmasını istiyoruz.
v Doğal yaşamın korunmasını, ekolojik çevrenin katline son verilmesini istiyoruz.
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerimizdedir,
Haklı günler, büyük günlerdedir geleceğimiz…
Yolumuz açıktır. Yolumuz aydınlıktır. Çünkü bu ülkenin emekçileri, ülkenin gerçek sahipleri özgür, eşitlikçi, barışçı, demokratik, laik bir Türkiye yaratmaya kararlıdır.
Sizleri Tertip Komitesi adına bir kez daha selamlıyor ve saygılar sunuyorum
TÜRK İŞ – DİSK – KESK – TMMOB – ADANA/OSMANİYE TABİP ODASI
Barışın, Eşitliğin, İnsanca Yaşamın Hüküm Sürdüğü Bir Ülkede Kutlanacak Anneler Günlerine!
Anneler günü bu yıl da ülkemizde ve dünyada kadınların eşitsizlikler, ayrımcılık, şiddet gibi sorunlarının üzerini örten ve aslında kadına biçilen rolleri pekiştiren bir tüketim günü olarak kutlanıyor. Başbakanın kadınlardan talep ettiği çocuk sayısı her geçen gün artar, hükümet kürtajı yasaklamak için fırsat kollarken yoksulluğu, kadın ve çocuk yoksulluğunu derinleştirecek politikaları hayata geçirmekten geri durulmamaktadır. Kadının birey olarak değil aile içinde değer gördüğü bu bakış açısı, "hanım kardeşlere" ne güvenceli/düzenli bir işi ne de çocuğunu bırakabileceği nitelikli parasız kreşi layık görmektedir.
Kadın cinayetleri de her geçen gün artan bir biçimde kendini göstermektedir. Sadece Nisan ayında bilinen, 27 kadının cinayete kurban gittiğidir. İş kadınların canını almaya, tacize, tecavüze gelince, kadının "kutsal anneliği" bir kenara bırakılmakta, mahkemeler cinayetlerin, tecavüzlerin faillerinin beraat kararlarına cömertçe imza atmaktadır. Ne kadının ne de onun doğurduğu canın kıymet gördüğü ülkemizde annelik muhafazakâr politikaların yüklendiği bir ideal olarak sürekli karşımıza çıkartılmaktadır. Son otuz yılın savaş politikaları ve devletin "derin" güçleri on binlerce anneyi evladından etmiştir. Belki daha da fazlası failli meçhullerin, kayıp vakalarının kurbanı durumundadır. Berfo Ana geçtiğimiz Şubat ayında evladının akıbetini öğrenemeden hayata gözlerini yummuştur. Roboski`deki annelerse hala evlatlarına ağlamaktadır. 12 Eylül ile hesaplaşma iddiasındaki siyasal iktidar karanlık olayların üzerindeki örtüyü kaldırabilmiş değilken, bunların faillerini jet tahliyelerle özgürlüklerine kavuşturmaktadır.
Bir canın değerini herkesten daha iyi bilen annelerin bugün başlıca dileği, barışın gelmesi, ülkedeki çatışma ortamına zemin hazırlamış olan eşitsizliklerin bir an önce ortadan kaldırılmasıdır. Şimdiye dek bu savaş dolayısıyla karanlık güçlerce katledilmiş, kaybedilmiş, işkenceye uğramış canların sorumluları derhal bulunmalıdır. Barış umutlarının hâkim olduğu bugünlerde barışı kalıcı hale getirecek önlemler alınmalı ve baskıcı, otoriter, tektipleştirici yaklaşım derhal terk edilmelidir.
Erkek egemen kapitalist sistem elini kadın bedeni üzerinden derhal çekmeli, kadınlar anneliği özgür iradeleriyle seçebilmelidir. Bugün erkek egemen zihniyetle kadınlara makbul bir anne ve eş olmayı telkin eden politikalara değil, annelerin doğurduğu canların kirli savaş politikalarına kurban edilmediği, annelerin ve çocukların eğitim, barınma, güvenceli çalışma, sağlıklı ve insanca yaşama koşullarına kavuştuğu bir ülkeye ihtiyacımız var. Barışın, eşitliğin, insanca yaşamın hüküm sürdüğü bir ülkede kutlanacak anneler günlerine!
Şube Yürütme Kurulu Adına
Esra ARSLAN KÖSELE
Şube Kadın Sekreteri
Bildiğiniz üzere, kamu emekçilerinin çözüm bekleyen onlarca sorunu orta yerde dururken AKP iktidarı geçtiğimiz çarşamba günü TBMM’ye yeni bir Torba Yasa tasarısı sunmuştur. Söz konusu tasarı ile başta 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu olmak üzere pek çok kanunda, kanun hükmünde kararnamede değişiklik öngörülmektedir.
Bu torba yasa tasarısı ile 2,5 milyonu aşkın kamu emekçisinin umutları bir kez daha karartılmıştır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile aylardır yaptığımız toplantılarda taraflar olarak üzerinde uzlaşma sağladığımız hiçbir konuya yasa tasarsında yer verilmemiştir. Torba yasa tasarısında, 2012-2013 toplu sözleşme sürecinde görüşülmesine izin verilmeyerek Kamu Personeli Danışma Kuruluna havale edilen 161 konunun hiç birisine ilişkin tek bir düzenleme bile yer almamaktadır.
Yıllardır kadro bekleyen yüz binlerce sözleşmeli ve geçici personelin beklentisi boşa çıkartılmıştır. Sözleşmeli personelin kadroya geçirilmesi, 2005 yılından sonra göreve başlayan kamu emekçilerine bir derece verilmesi, disiplin cezalarının affı, yardımcı hizmetler sınıfına dâhil personele ek gösterge verilmesi, 399 sayılı KHK’ye tabi sözleşmeli personelin, memurlara tanınan izin haklarından aynı şekilde yararlanması, kadın memurlara hamileliğin başlangıcından itibaren ve analık izninin bitiminden itibaren bir yıl süreyle gece nöbeti ve gece vardiyası görevi verilmemesi gibi sorunların çözümü için kanun tasarısı taslağı hazırlanmasına rağmen bugüne kadar en küçük bir adım dahi atılmamıştır.
Tüm bunların yerine Çalışma bakanlığı ile sendikalar-konfederasyonlar olarak yaptığımız toplantılarda çekince koyduğumuz konular yine bir torbanın içerisine doldurulmuştur.
Peki, ne var bu torbada? Bu torbada, kamuda üst düzey yönetici olarak atanabilmek için gerekli koşulların alt üst edilmesi dolayısıyla kariyer ve liyakat ilkesinin tamamen ortadan kaldırılması vardır. Otoriter başkanlık sistemine giden yolun taşlarının döşenmesi için tıpkı 12 Eylül referandumun da olduğu gibi AKP’nin devletleşmesi sürecinin hızlandırılması vardır.
AKP’nin bu torbasında, “Hükümet memuru” yaratarak zaten doruğa çıkan siyasi kadrolaşmanın önündeki son kalelerin de işgali vardır. Kamu Hastaneleri Birlikleri düzenlemeleri ile hastanelerin yönetimine özel sektörden yüksek maaşla sağlıkçı olmayan CEO ların atanmasına benzer bir uygulamanın tüm kamu alanında genelleştirilmesi vardır. AKP’nin bu son torbasında işe göre personel değil yandaşa göre iş-mevki yaratma vardır.
Diğer taraftan tasarı ile kamu emekçilerinin disiplin cezalarının affı beklentisi de boşa çıkarılmaktadır. Başından beri yüz kızartıcı suçlar dışında kalan tüm disiplin cezalarının affedileceği beklentisi yaratılan kamu emekçilerine 28 Şubat şoku yaşatılmıştır. AKP iktidarına göre disiplin suçları nedeniyle 28 Şubat sürecinde memuriyetten çıkarılanlardan başka mağdur olan kamu emekçisi bulunmamaktadır.
Bildiğiniz gibi Anayasa Mahkemesi bu yılın başında 666 sayılı KHK’nın bazı maddelerinin iptaline ilişkin başvuruyu değerlendirerek kararını açıklamıştır. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararı ile 666 KHK’nın kamu kurumlarının çok büyük bölümünde fazla mesai ücretini ortadan kaldıran 15. Maddesi iptal edilmiştir. Ancak bu torba tasarı ile
Anayasa Mahkemesinin kamu emekçileri lehine verdiği bu önemli karar ortadan tekrar kaldırılmak istenmektedir. Dolayısıyla bu torbada fazla mesai ücretinin tamamen kaldırılmasıyla kamu emekçilerinin sefalet koşullarına itilmesi vardır.
Eğer kamu emekçilerinin başına örülmek istenen bu torba yasa tasarısı yasalaşırsa;
Kamuda, Müdür, İl Müdürü, Daire Başkanı kadrolara yapılacak atamalarda aranan sırası ile 8, 10 ve 12 yıllık hizmet süresi 5 yıla indirilecek. Bu pozisyondakiler için 5 yılın hesabında sadece kamudaki süreler değerlendirilecek.
6400 ek göstergeli Genel Müdür ve üstü kadrolara atanmada yine 5 yıl hizmet yeterli olacak. 5 yılın hesabında bu kez özel sektördeki süreler de değerlendirilecek. Üstelik bu kadrolara daha önce hiç memuriyeti olmayanlar da atanabilecek.
Müdür ve üstü kadrolara atanmada belirli süre o kurumda çalışmış olma, belirli bölümleri bitirmiş olma gibi şartlar aranmayacak.
Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı gibi kurumlardaki üst düzey kadrolara meslek mensubu olmayanlar da atanabilecek. Örneğin Adalet Bakanlığına bağlı müdürlüklerin büyük bölümüne atanabilmek için, hukuk fakültesi mezunu olma, hâkim, savcı ya da avukat olma şartlarının yanı sıra ve kamuda belli bir hizmet süresine sahip olma şartı da ortadan kaldırılacak. Yani mesleğin gerektirdiği hizmet yılı, fakülte-eğitim şartları kaldırılacak. Adalet Bakanlığındaki üst düzey kadrolara İlahiyat Fakültesi mezunu, meslekle uzaktan yakından ilgisi olmayanlar atanabilecek.
Böylesine önemli görevlere atanmada tek kriter sadece ve sadece AKP yandaşlığı olacak. Kamuda yıllarca hizmet eden gerekli şart ve nitelikleri taşıyanların başına bu Yandaş-CEO-Tüccar takımı amir olarak atanacak.
Bunun adı, AKP iktidarına biatta kusur etmeyecek “hükümet memurluğu” yaratılması değil de nedir? Zaten kamu alanında ciddi mesafe kaydedilen siyasi kadrolaşmanın tamamlanması değil de nedir? Bunun adı, kamu hizmetinin sürekliliğinin yok edilmesi, kamu personel alımında uyulması gereken kuralların yok sayılması değil de nedir?
Burada özellikle bir konunun altını çizmek istiyoruz. Ne yazık ki bu tasarıda AKP iktidarının “ölümü gösterip sıtmaya razı etme mantığı” bir kez daha yüzünü göstermiştir. Bu durumu AKP hükümetinin medyayı manipüle etmesinin, kamuoyunu bilinçli olarak yanlış yönlendirmek için tüm olanaklarını seferber etmesinin doğal bir sonucu olarak görüyoruz. Medyaya, hemen her gün “memura müjde” manşetleri attıran AKP iktidarının yarattığı sis perdesinin de etkisiyle, kamu emekçilerinin geniş bir bölümünce hatta ne yazık ki bazı sendika ve konfederasyonlarca bu torba yasa tasarısının yasalaşması durumunda ortaya çıkacak tablo tüm netliği ile görülememektedir.
Sürgün-Rotasyonla, bireysel performansa dayalı ücretlendirmeyle, kamuda güvencesizliği artıracak istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılması tehdidi altında tutulan milyonlarca kamun emekçisi “Korktuğumuz gibi değilmiş. Neyse torba yasa tarsısında bunlar yok” diyecek duruma getirilmiştir.
Bu tasarıdan beklentisi olan, hatta KPDK toplantılarında bugün bu torba yasa tasarısıyla birebir örtüşen önerilerde bulunan, yandaşlığı tescilli konfederasyon yönetiminin görmezden geldiğinin aksine bu tasarı tüm kamu emekçilerinin yaşamını alt üst edecektir. Nasıl mı?
Öncelikle iş güvencesinin sadece kadrodan ibaret olmadığını hatırlatmak isteriz. Geleceğe güvenle bakmayı engelleyen her şeyin iş ve ücret güvencesinin bir unsuru olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla çalışma yaşamında belirsizlik yaratan, yarının nasıl olacağını görmeyi engelleyen her gelişme güvencesizliği derinleştirmektedir.
Bugüne kadar kamu alanında güvencesizliği gittikçe artıran, istihdamı onlarca parçaya ayıran bir süreç yaşanmıştır.
Başta 6111 sayılı torba yasa ve onlarca Kanun Hükmünde Kararname ile kamu alanında taşeronlaştırma yaygınlaştırılmıştır. Esnek, performansa dayalı, kuralsız, güvencesiz çalışma biçimleri İş ve ücret güvencemizle doğrudan bağı olmadığı yanılsaması yaratılan onlarca düzenleme, fiili uygulama ile hayata geçirilmiştir.
Sonuç olarak bugün sadece sözleşmeli istihdamın karşılığı olan 4/B kadrosu veya geçici personel istihdamının karşılığı olan 4/C kadrosu değil bunlara göre daha göre daha avantajlı olduğu bilinen 4/A kadrosu da önemli bir tehlike ile karşı karşıyadır. İşin özü hangi ad altında istihdam edilirse edilsin tüm kamu personeli günümüzün çağdaş köleliği dediğimiz 4/C’li istihdama doğru hızla sürüklenmektedir.
İş ve ücret güvencesinin unsurlarını birer birer ortadan kaldıran diğer torba yasalar, KHK lar gibi bu son torba yasa tasarsının hedefi de bu kadar açıktır.
Sizin vasıtanızla hala bu torba yasa tasarısının iş güvencesi ile ilişkisi olmadığını düşünenlere buradan sormak istiyoruz. Ehliyetsiz, vasıfsız ama sadece yandaş olduğu için üst düzey yöneticiliğe atanan amirlerin, müdürlerin, genel müdürlerin, müsteşarların olduğu bir kamu istihdamında kamu emekçilerinin sınırlı hale getirilen iş güvencesi derin bir darbe daha almayacak mı? İş güvencesi ve ücret güvencesinin tamamen ortadan kaldırılması için ayrı ayrı yasalar, düzenlemeler mi bekleyeceğiz? Sürgün niteliğindeki rotasyon, bireysel performansa dayalı ücretlendirme, disiplin cezalarından uyarma ve kınama basamaklarının çıkarılarak performansa bağlı olarak aylıktan kesme cezalarının getirilmesini mi bekleyeceğiz? Yoksa yarın çok geç olmadan bunlara karşı sesimizi, mücadelemizi mi yükselteceğiz? Sorun da çözüm de işte tam bu noktadadır.
Diğer taraftan bugüne kadar TBMM’ye gelen yasa tasarılarının, tekliflerinin getirildikleri haliyle kalmadığını defalarca yaşayarak öğrendik. Konusuyla en alakasız yasa tasarılarının, tekliflerin bile verilen önergelerle nasıl tanınmaz hale getirildiğine, sendikal hak ve özgürlüklerimizi yok ettiğine defalarca şahit olduk. Hemen her gün kabineden bir bakanın “657’ye sırtını dayayan memurlar yan gelip yatıyor” beyanatları, kamu emekçileri ile toplumun diğer kesimlerini karşı karşıya getirmeyi hedefleyen kışkırtıcı açıklamaları hafızalarımızdaki tazeliğini koruyor.
Biz, vicdanlarında kamu emekçilerinin sorunlarına yer vermeyenlerin torba yasa tasarılarından da medet umulmayacağı gerçeğini defalarca yaşayarak öğrendik. Aynı tehlike bugün de kapımızda. Eğer biz iş güvencemize sahip çıkmazsak, bugüne kadar emek karşıtı onlarca yasayı hayata geçirenlerin fırsat buldukları ilk anda bugün bu torba yasa tasarısında yer almayan konuları gündeme getirmekten kaçınmayacaklarından kimsenin kuşkusu olmasın.
Bugün kamu emekçileri olarak önümüzde iki yol var. Ya işimize, güvencemize göz koyanlara karşı geleceğimize sahip çıkmak için örgütlü mücadeleyi yükselteceğiz ya da AKP’ye biat eden hükümet memurluğu ile güvencesiz, esnek, kuralsız çalışmanın gönüllü kulları olacağız.
Biz tercihini birinci yoldan yana kullanan kamu emekçilerinin örgütü olarak mücadeleyi yükseltemeye kararlıyız.
Yalana karşı gerçeğin, haksız-hukuksuz olana karşı adil ve demokratik olanın açığa çıkarılması mücadelesinde, tüm kamu emekçilerini kendi tercihlerini, iradelerini ortaya koymanın bir aracı olarak 27-31 Mayıs 2013 tarihleri arasında yapacağımız REFERANDUMA katılmaya çağırıyoruz.
Bize sormadan hakkımızda karar alanlara haklarımıza ve geleceğimize sahip çıktığımızı göstermek için tüm yurtta, işyerlerinde, alanlarda sandıklar kurarak oy kullanmaya, kendi referandumlarını yapmaya çağırıyor.
Sadece bugün TBMM de olan” hükümet memurluğu” yasa tasarısına karşı değil her an bu tasarıya eklenme ihtimali hiç de uzakta olmayan sürgün-rotasyon düzenlemesine, performansa dayalı ücretlendirmeye, uyanık tüccar hesabıyla disiplin cezalarının değiştirilmesine, iş ve ücret güvencemizin tamamen ortadan kaldırılmasına karşı; 5 Haziran 2013 Çarşamba günü yapacağımız GREV ile AKP iktidarını güçlü biçimde uyarmaya davet ediyoruz.
Tüm kamu emekçilerine sesleniyoruz. Bu mücadele vicdanlarında, torbalarında emek karşıtlığından başka bir şey taşımayanlara karşı umut ve insana dair ne varsa taşıyanların mücadelesidir. Bu mücadele yaşamı sevgiden tuğlalarla yeniden kurma mücadelesidir.
Son söz olarak tüm kamu emekçilerini yarın çok geç olmadan, bugün, iş ve ücret güvencesine, insanca yaşam güvenceli gelecek mücadelesine sahip çıkmaya çağırıyoruz. Bu mücadele hepimizin mücadelesidir. 25.05.2013
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
27 -31 Mayıs tarihleri arasında 11 iş kolunda kamu çalışanlarıyla işyerlerinde yapılan referandum sonuçlandı.
Hükümet Memurluğuna, Performansa Göre Ücretlendirmeye, Kadrolaşmaya, Rotasyona, Esnek Çalışmaya karşı, Güvenceli İş – Ücret Güvencesi İçin, gerçekleştirdiğimiz referandum sonucunda 12.638 kişi oylamaya katılmış olup , 12.260 Hayır,378 Evet oyu kullanılmıştır.
10 yılı aşan AKP iktidarında ardı ardına çıkarılan kanunlar, KHK’ler ve yönetmeliklerle kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi süreci hızlandırıldı. Kamu emekçilerinin iş ve ücret güvencesini adım adım budayan onlarca düzenleme hayata geçirildi.
Torba yasa düzenlemeleri ile sadece son 6 yıl içinde 4800 kanun maddesi yasalaştı. Kamu emekçileri ile ilgili her düzenlemede kazanılmış haklarımız birer birer gasp edildi. Kamuya ait işletmeler teker teker özelleştirilirken, kamu hizmetleri “dışarıdan hizmet satın alma” yoluyla piyasa ilişkileri içine çekildi. Böylece kamuda esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma yaygınlaştırıldı.
Bir yandan mezarda emeklilik diğer yandan re’sen emeklilik, yeni personel almama, taşeronlaştırma, sözleşmeli-ücretli personel uygulaması, geçici süreli sözleşmeli personel çalıştırma, 4-B, 4-C, 4-D, çakılı sözleşmeli çalışma, geçici-mevsimlik işçilik gibi uygulamalarla kamu kesiminde iş ve ücret güvencesi önemli ölçüde daraltıldı. Taleplerimize hep kulaklarını tıkayanlar bizimle dalga geçercesine yandaş basına her gün “memura müjde” haberleri yaptırdılar.
Bugünden geriye baktığımızda, kamu emekçilerinin çalışma yaşamının alt üst edildiğini, bir bütün olarak kamu alanının tasfiyesinde ciddi mesafenin alındığını görüyoruz. Tüm bunlar yetmezmiş gibi; 657 sayılı yasada da değişiklik öngören torba yasa tasarısı ile kamu istihdamının parçalandığı, kamuda esnek ve güvencesiz çalışmanın artırıldığı bir ortamda, bizler için sürgün anlamına gelen rotasyon, bireysel performansa göre ücret, disiplin cezalarında uyarma ve kınama basamaklarını kaldırarak doğrudan aylıktan kesmeye geçiş, kamuda üst düzey görevlere özel sektörden açıktan atama yapılarak hükümet memurluğunu dayatma gibi düzenlemelerle kamu emekçilerine reva görülen çalışma koşulları daha da ağırlaştırılmak isteniyor.
Bu tasarı yasalaşırsa;
Hükümet Memurluğu ile Siyasal Kadrolaşma Artacak!
Kamu emekçilerinin acil çözüm bekleyen onlarca sorunu bulunurken, AKP hükümeti kazanılmış haklarımızı tamamen ortadan kaldırmak için emek düşmanı politikalarına her gün bir yenisini ekliyor. Son olarak 15 Mayıs 2013 tarihinde TBMM’ye gönderilen torba yasa tasarısıyla kamuda çalışma ilişkileri, “hükümet memurluğu”na uygun olarak biçimlendirilmek isteniyor.
Birçok kurumda kadrolaşmayı tamamlayan AKP, yapılacak düzenlemeyle kendi siyasi yaklaşımına uygun gerici kadroların kamuda yönetici pozisyonlara atanmasının önünü tamamen açmayı hedefliyor. Bugüne kadar üzerinde 691 değişiklik yapılan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu başta olmak üzere pek çok kanunda, kanun hükmünde kararnamede değişiklik öngören torba yasa tasarısıyla “otoriter başkanlık sistemine” giden yolun taşları döşenmek isteniyor.
Kamuya CEO’lar Atanmak İsteniyor!
Kamuda “liyakat” ve “kariyer” ilkelerini ortadan kaldırarak siyasal kadrolaşmayı tamamlamayı hedefleyen tasarı yasalaşırsa, üst düzey yönetici kadrolarına özel sektörden “açıktan atama” yapılacak. Dışişleri, Adalet, Maliye Bakanlıkları gibi kamu kurumlarında yıllardır uygulanan liyakata dayalı yükselme sistemi ortadan kaldırılacak. Bu önemli görevlerin gerektirdiği hizmet süreleri, eğitim şartları gibi vasıfları taşımayanların açıktan atanmasının tek anlamı, siyasi iktidarın bir dediğini iki etmeyen bir “hükümet memuru” sistemi yaratmaktır. İşe göre personel değil, yandaşa göre iş yaratmaktır.
Tüm vatandaşlara eşit, nitelikli ve parasız olarak sunulması gereken kamu hizmetlerini sermayenin “kar” mantığına göre halka satmakla görevlendirilecek CEO’lar kamu kurumlarına “özel sektörden” atanmak istenmektedir. Bu adım sosyal devletin tasfiyesinin bir ileri aşaması olacaktır.
Oyunu Görüyoruz, Tepkimizi Yükseltiyoruz!
AKP genel olarak TBMM’ye gönderdiği yasa tasarılarında kamuoyu tepkisini en aza indirmek için yapmayı düşündüğü kritik değişiklikleri gizlemeyi seçmektedir. 15 Mayıs 2013 tarihinde gönderilen bu tasarıda iş güvencesi ve performansa dayalı ücretlendirmeye ilişkin doğrudan değişiklikler öngörülmese de, tasarının içeriği dikkatle incelendiğinde esas hedefin iş güvencesini ortadan kaldırmaya yönelik düzenlemeleri içerdiği görülmektedir.
ARTIK YETER!
Tüm yurtta, işyerlerinde, alanlarda kurduğumuz sandıklarda oy kullanarak bize sormadan bizim hakkımızda karar alanlara, haklarımıza ve geleceğimize sahip çıktığımızı gösterdik.
Bugün TBMM de olan hükümet memurluğu yasa tasarısına ve her an bu tasarıya eklenme ihtimali olan rotasyon (sürgün) düzenlemesine, performansa dayalı ücretlendirmeye, uyanık tüccar hesabıyla disiplin cezalarının değiştirilmesine, iş ve ücret güvencemizin tamamen ortadan kaldırılmasına karşı yaptığımız referandumda büyük bir çoğunlukla tepkimizi ortaya koyduk, aynı taleplerle;
5 Haziran 2013 Çarşamba günü yapacağımız GREV ile AKP’yi güçlü biçimde UYARACAĞIZ!
İŞ GÜVENCEMİZE VE GELECEĞİMİZE SAHİP ÇIKMAK İÇİN
5 HAZİRAN’da GREV’deyiz!
İlimizde tüm kamu çalışanlarını 5 Haziran’da gerçekleştireceğimiz greve katılmaya davet ediyoruz.01.06.2013
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Değerli Basın Emekçileri,
Türkiye’de son bir haftadır yaşananlar, çok uzun süredir gecenin karanlığının hakim olduğu bir ülkede eşitliğe, özgürlüğe, demokrasiye hasret bırakılan tüm kesimlerin umutlarını yeniden filizlendiriyor. Silmeye, unutturmaya çalışanlara inat, topraklarımızda süren toplumsal mücadeleler tarihine yeni sayfaların eklenişine tanıklık ediyoruz.
Taksim Gezi Parkı’na AVM yapılmasını dayatan talana ve ranta karşı başlatılan protestoları zor kullanarak bastırabileceğini zanneden AKP iktidarı tüm dikta rejimlerinin baş belası en sağlam kayaya, halka toslamış bulunuyor. Gezi parkındaki doğa katliamına karşı demokratik haklarını kullanarak tamamen barışçıl eylemler gerçekleştirenlerin canına kast eden boyutlara ulaşan devlet terörü ile karşılaşması yıllardır haksızlık ve hukuksuzlukla kuşatılanlar için bardağı taşıran son damla olmuştur. Baskı ve zulüm düzenine karşı ülkenin dört bir tarafında milyonların sahiplendiği, omuz verdiği Gezi Parkı direnişi bir halk hareketine dönüşmüştür. KESK olarak; tüm baskıların, devlet terörünün üzerine direniş kararlılığıyla yürüyerek ülkesine ve geleceğine sahip çıkan başta gençlerimiz olmak üzere tüm halkımızı selamlıyoruz. Türkiye`nin aydınlık geleceği için yürütülen bu onurlu mücadelede hayatını kaybedenlerin ailelerine, yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.
Değerli Basın Emekçileri,
Gezi parkı direnişi halkı kul olarak gören, marjinal, çapulcu olarak nitelendirecek kadar pervasızlaşanların gaz bombalarının dumanı, sisi ile perdelemeye çalıştığı emek ve demokrasi düşmanlığını tüm çıplaklığıyla ortaya sermiştir. Sokak sokak, mahalle mahalle tüm ülkeye yayılan direniş sadece Gezi Parkı’nı değil, bütün bir ülkeyi sermayenin talanına açan, yıllardır emek ve demokrasi düşmanlığının bayraktarlığını yapanlara karşı halkın yükselen tepkisinin ifadesidir. Tüm acılara, kayıplara rağmen zulme karşı kenetlenen milyonların mücadelesini hala anlamak istemeyen AKP iktidarı ve iflah olmaz yandaşları on yılı aşkın bir süredir katmerleşerek artan yağma ve sömürü düzeninin ülkemizde yarattığı tahribatı, halkta, emekçilerde biriktirdiği öfkeyi görmezden gelmektedir.
12 Eylül faşist askeri darbesinin ürünü anayasaya sırtını dayayan, darbe ürünü kurumları kendi iktidarlarının baskı aracı haline getirenler halkın hala ileri demokrasi demagojilerine inanmasını beklemektedir. Türkiye’yi emperyalist politikaların bölgedeki taşeronu haline getirenlere göre yeni Osmanlıcılık hevesiyle soyundukları küresel güç olmalarını engellemek isteyen marjinaller "3-5 ağacın sökülmesine" karşı bir bardak suda fırtına koparmak istemektedir. Ne yiyip içeceğinden nerede ne giyeceğine, kaç çocuk yapacağından hangi durumlarda kürtaj yaptırabileceğine, çocuklarını kaç yaşında okula başlatacağından hangi dersleri tercih edeceğine, hangi dinin, mezhebin inancına göre yaşayacağından hangi diziyi, filmi seyredeceğine kadar kendinde halkın tüm yaşam alanlarına müdahale etme hakkını gören, kendi çizdiği makul vatandaş kalıplarına uymayanlara hakarette, küfürde sınır tanımayanlara göre tüm baskılara, devlet terörüne rağmen alanlara çıkmaya devam edenler ülkenin huzurunu bozmaya çalışan bir avuç çapulcudan ibarettir. En küçük bir eleştiri karşısında bile hezeyana kapılanlara göre ileri demokrasiyi içine sindirmeyenler dış mihrakların oyununa gelmektedir.
Onlara göre ülkenin hapishanelerindeki sendikacılar, gazeteciler, avukatlar, öğrenciler teröristtir. Bunun için yargılanmalarına, mahkemeye çıkarılmalarına gerek de yoktur. Onlara göre her istediklerinde boy gösterdikleri yandaş medya, sordukları çanak soruları cevaplamalarında bile yardımını esirgemeyenler varsa basın özgürlüğü sağlanmıştır. El etek öpen, iktidarlarında himmet bekleyen yandaş sendikaların hormonlu büyümesi sürdükçe sendikal hak ve özgürlükler garanti altına alınmıştır. İktidarlarının hedef gösterdiği her insan ve kurum hakkında dava açabilen savcılar, muhalif tüm seslere ceza yağdıran özel yetkili mahkemeler oldukça yargı bağımsızdır.
Oysa bugün ülkemizin içine her geçen gün daha fazla içine çekildiği emperyalist savaşa, halkın üzerine yağan bombalara, inançlara ve kimliklere yönelik ötekileştirmeye, emeğin haklarını yok etmeye yönelik saldırılara, üniversiteleri sermayenin hükümranlığına açan uygulamalara, yaşamlarına neoliberalizmin dini tevekkülcüğüyle yön verecek daraltmalara, kısacası baskı ve zulüm düzenine karşı artık sabrı tükenen halk ayaktadır.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yapması gereken tek şey, günlerdir polis şiddetiyle engelleyemediği bu halk iradesi önünde boyun eğmek ve bunun gereklerini yerine getirmektir. İstanbul’u gaza boğan, halka saldırı emri veren İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü görevden alınmalıdır. Tüm gözaltı ve tutuklamalar derhal serbest bırakılmalıdır. Taksim Gezi Parkına Topçu Kışlası ve AVM yapılması planı iptal edilmelidir. Başta Taksim olmak üzere şehirlerin meydanlarına konulan toplanma yasakları kaldırılmalı, biber gazı kullanımı yasaklanmalıdır.
Değerli Basın Emekçileri,
Yoksulluğun, adaletsizliğin, hukuksuzluğun hüküm sürdüğü, emeğin hakkının yok sayıldığı bir ülkede yaşayan tüm kesimler gibi biz kamu emekçileri de geleceğe güvenle bakamıyoruz. Çünkü bir insanın geleceğine güvenle bakabilmesi ancak kişinin gelirinin, sosyal güvenliğinin, sendikal hak ve özgürlüklerinin garanti altı altına alınmasıyla mümkündür. Tüm çalışanlar gibi kamu emekçileri de geleceğe ilişkin beklentilerini koruyabildikleri ölçüde kendisini ve ailesini güvende hissedebilir. Oysa kamu emekçileri istikrarsızlıkla kol kola giren güvencesizliği her geçen gün biraz daha fazla hissetmektedir. Yıllardır hayata geçirilen yasalarla, kanun hükmünde kararnamelerle, fiili uygulamalarla kamu emekçilerinin iş güvencesi alabildiğine sınırlanmıştır.
Özellikle son on yılda esnek, performansa dayalı, kuralsız, güvencesiz istihdam katlanarak artmıştır. Kamunun toptan tasfiyesinin hızlandırıldığı, özelleştirme ve taşeronlaştırma ile kamu yararının rafa kaldırılmak istendiği koşullar yetmiyormuş gibi her gün hayata geçirilen yeni düzenlemelerle iş ve ücret güvencemiz adım adım yok edilmek istenmektedir. Hangi ad altında istihdam edilirse edilsin tüm kamu çalışanları günümüzün çağdaş köleliği dediğimiz 4/C’li istihdama doğru hızla sürüklenmektedir.
Son olarak 15 Mayıs’ta AKP iktidarı tarafından TBMM’ye sevk edilen “hükümet memurluğu” torba yasa tasarısı kamuda kariyer ve liyakat ilkelerini tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Ehliyetsiz, vasıfsız ama sadece yandaş olduğu için özel sektörden kamuya üst düzey yöneticiliğe atanmanın önünü açan düzenleme ile AKP’nin devletleşme sürecinin önündeki son engeller de ortadan kaldırılmak istenmektedir. Yandaş-Tüccar-CEO takımının açıktan atamayla müdür, genel müdür, müsteşar makamlarına taşındığı bir kamu yapılanması yaratarak doğrudan kamu emekçilerinin iş güvencesini hedef alınmaktadır.
Değerli Basın Emekçileri,
Her türlü baskıya rağmen sesini yükselten, kamu emekçilerinin vicdanın sesi olma kararlılığından ödün vermeyen KESK olarak iş güvencesinden asla taviz vermeyeceğimizi, sendikal hak ve özgürlüklerimizin daha da daraltılmasına izin vermeyeceğimizi defalarca ifade ettik. 21 Mayıs 2013 tarihinde yaptığımız basın toplantısıyla kamu emekçilerinin iş ve ücret güvencesini adım adım ortadan kaldırmayı hedefleyen saldırılara güçlü bir cevap vermek için 5 Haziran’da bir günlük bir uyarı grevi gerçekleştireceğimizi tüm kamuoyuna ilan ettik.
Ancak Gezi Parkı direnişiyle ülkenin dört bir tarafına yayılan eşitlik, özgürlük ve demokrasi talebine kulaklarını tıkayanların, halkın canına kast edecek kadar gözünü karartanların ortaya çıkardığı vahşet tablosu yeni bir değerlendirme yapmamız gerektiğini göstermiştir. Bugün ülkenin bütün şehirlerine yayılan halk öfkesi ve direnişi, yıllardır mahkum edildiğimiz neoliberal yağma ve talan düzenine karşı açılmış bir mücadele bayrağıdır. Yaşamını ve geleceğini savunan tüm halk kesimleri gibi, kamu emekçileri de işine, geleceğine ve yaşam alanlarına sahip çıkmaya kararlıdır.
Sömürü ve yağmaya karşı emeğin hakkını, savaşa karşı barışı, emperyalizme karşı bağımsızlığı, ırkçılığa ve şovenizme karşı hakların kardeşliğini kararlılıkla savunan KESK’liler olarak, bu değerlerin hedef tahtasına konduğu koşullarda ne iş güvencesinden ne de sendikal hak ve özgürlüklerden de söz etmenin mümkün olmadığını düşünüyoruz. Bu nedenle grevimizi bugünden itibaren tüm yurtta başlatıyoruz.
Kamu emekçileri iş güvencesi başta olmak üzere, kazanılmış haklarına nasıl sahip çıkıyorsa, halkımızla birlikte yaşam alanlarımıza da aynı kararlılıkla sahip çıkmayı sürdürecektir. Siyasi iktidarı kamu emekçilerinin ve halkın geniş kesimlerinin taleplerine kulak vermeye çağırıyoruz. 657 sayılı DMK'yı değiştirerek kadrolaşmayı artırmayı öngören hükümleri derhal geri çekin.04.06.2013
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Gün emeğimize ve değerlerimize sahip çıkma günüdür. Gün demokrasi, emek ve halk düşmanlarına karşı mücadeleyi yükseltme günüdür. "İnsanca Yaşam, Güvenceli İş, Güvenli Gelecek ve Demokratik Türkiye İçin AKP`yi Uyarıyoruz"
Taksim Gezi Parkı’nın ranta kurban edilmesine karşı gelişen yurttaş duyarlılığını polis terörü ile bastırmaya kalkışan AKP iktidarı Türkiye halkının vicdanının, hak ve adalet arayışının güçlü duvarına çarptı.
AKP iktidarı halkın bu onurlu tepkisine devlet terörüyle karşılık verme yolunu seçti. Hak ve adalet isteyen insanlarımız öldürüldü, onlarcası sakat bırakıldı, binlercesi yaralandı.
Medya iktidar ablukası altına alınarak, Türkiye halkının özgürlükçü muhalefeti hakkında muazzam bir çarpıtma ve karalama kampanyası başlatıldı.
Gezi Parkı direnişinin başından bu yana en geniş kesimler tarafından sahiplenmesinde önemli bir görev üstlenen Taksim Dayanışması ile muhatap olmak yerine bu süreçte bir kez bile Taksim ve civarına inmeyenlerle görüşülerek kamuoyu yanıltılmaya çalışıldı.
Ancak halkın direnişi kırılamadı, önüne konulan bütün barajları birer birer aştı.
Türkiye halkının vicdan, hak ve adalet direnişiyle sarsılan AKP iktidarı, halkın büyük direnişini kıramayınca, çevre duyarlılığına indirgemeye, yaygın polis terörü ve despotik yönetim tarzına karşı halk tepkisini gayrı meşru hale getirmeye girişti.
Türkiye’nin özgürlüğe sevdalı insanları AKP iktidarının bu oyununa gelmedi. Halkın hak ve özgürlüklerinden vazgeçmeyen ısrarlı direnişi karşısında AKP iktidarı halka karşı, tüm dünyanın gözleri önünde akıl almaz ve vahşi bir saldırı kampanyası başlattı.
Halk direnişinin simgesi haline gelen Gezi Parkı ve Taksim Meydanı iktidarın polisi tarafından kimyasal gazlar ve sıvılarla işgal edildi. Bu da yetmezmiş gibi başta Kızılay olmak üzere ülkenin dört bir yanında kentlerde Dünya’nın gözü önünde ölçüsüz polis şiddeti yaşandı. İnsanların kaybettikleri dostlarını uğurlamak için yapacakları anma törenine dahi korkunç bir polis saldırısı yapıldı.
Çocuklar ve yaşlılar tüm insani değerler ayaklar altına alınarak gaza boğuldu, hırpalandı.
Bu vahşi saldırılarda yaralanan insanlarımız için oluşturulan revirler dağıtıldı, doktorlar, hemşireler gözaltına alındı, tedavi araçları ve malzemeleri tahrip edildi.
Halk muhalefetine sahip çıkan milletvekilleri, uluslararası gözlemciler gazlandı, coplandı.
Bu acımasız polis şiddeti, bizzat Başbakan tarafından miting meydanlarında verilen talimatlarla harekete geçirildi. Bu vahşetin sorumluluğu faşizan politikaların talimatını veren AKP hükümetinin yanı sıra bu politikaları uygulayan başta Valiler olmak üzere kolluk güçlerine aittir. Kimden gelirse gelsin halka karşı insanlık suçu içeren talimatları uygulayarak bu suçları işleyenlerin, hesap vereceklerini akıllarından çıkarmamaları gerektiğini hatırlatıyoruz.
Ancak özgürlük ve saygı isteyen halkımız, iktidarın tüm vahşi saldırganlığına inançla, onurla, kararlılıkla, zekayla, aşkla karşı koymayı sürdürüyor. Özgürlük ve onurun, hakkın ve adaletin direnişi büyüyor, tüm Türkiye’yi sarıyor, AKP iktidarın sarsıyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan, halkımızın bu büyük direnişi karşısında giriştiği iç savaş kışkırtıcılığının AKP tabanında karşılık bulmamasından çılgına dönerek, dizginsiz bir baskı rejimi kurma yoluna girdi. Artık sokaklarımızda polis TOMA’larının, Akreplerinin yanında Jandarma TOMA’ları ve askeri birlikleri de görmeye başladık.
Bizler Türkiye halkının hak, adalet, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin en köklü emek ve meslek örgütleri olarak, AKP iktidarının despotik bir rejim oluşturma yönündeki bu saldırganlığının durdurulmasının bugünün en yakıcı demokratik görevi olduğu kanısındayız. Bu nedenle AKP hükümetinin polisi tarafından uygulanan şiddete derhal son verilmesini ve Başta Taksim olmak üzere şehirlerin meydanlarında uygulanan polis ablukasının kaldırılmasını talep ediyoruz.17.06.2013
DİSK - KESK - TMMOB - TTB – TDB
Kurumlar Adına
Kamuran KARACA
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcü
Dahası...
Kamu emekçilerine ve konfederasyonumuza yönelik baskı ve saldırılar, gözaltı ve tutuklamalarla devam ediyor. Sendikal hak ve özgürlüklerimizi yok sayanlar yine kamu emekçilerinin haklarının gasp edilmesi öncesi düğmeye bastılar. Kamu emekçileri sendikal hareketinin kurucusu ve sözcüsü olan örgütümüzün yıllardır verdiği emek mücadelesi, yine şafak operasyonlarıyla sindirilmeye çalışılıyor.
Son dönemde ülkemizde yaşananlar AKP’nin, yarattığı korku imparatorluğunun gölgesinin ulaşmadığı hiçbir alan bırakmamaya kararlı olduğunu göstermektedir. Tasavvur ettikleri resmi hayata geçirmek için Türkiye’yi hızla tek adam diktasına doğru sürükleyenler; muhalif-demokrat kesimleri cendereye alarak tüm toplumu derin bir sessizliğe mahkûm etmeyi amaçlamaktadır. Bunun için öğrencileri, avukatları, sendikacıları, gazetecileri, korku imparatorluklarına karşı sesini yükselten herkesi gözaltına almakta hukuksuz isnatlarla tutuklamakta sakınca görmüyorlar. Kısacası insanca bir yaşam ve demokratik bir ülke isteyen herkesi hedef tahtasına koymaya devam ediyorlar.
Bu politikalar sonucunda gezi parkı eylemleriyle başlayan halkın demokratik tepkisini ortaya koyduğu etkinliklere yapılan saldırılar sonucunda 4 yurttaşımız hayatını kaybetti. 18 yurttaşımız gözünü kaybetti, yüzlerce yurttaşımız yaralandı hatta yaralılara yardım eden doktorlar, hemşireler gazlandı, darp edildi ve gözaltına alındılar.
Kamu çalışanları olarak haklarımız için ve haksızlıklara karşı 4-5 Haziran ve 17 Haziran tarihlerinde Ülke genelinde Grev yaptık. Bugün 4 ve 17 Haziran tarihleri arasında hem grevler için hem de gezi parkı eylemlerine katılanlar diyerek İçişleri Bakanlığının istemiyle soruşturma başlatılmıştır. En meşru haklarını kullanan kamu çalışanları için baskı ve sindirme müdahalesi olarak gördüğümüz bu uygulamayı şiddetle tepki gösteriyoruz.
Buradan soruyoruz; AKP politikalarıyla bunalan ve tepkilerini sokağa taşıyan kamu çalışanlarına ve insanlara soruşturma açmak hangi hukuki kapsamda yapılmaktadır?
AKP mitinglerine kamu araçlarıyla taşınan kamu çalışanları için de soruşturma yapılacak mıdır?
Diğer taraftan bu baskılamanın bir başka yöntemi de gözaltı ve tutuklamalardır. Bu sabah Üyemiz Eser Çapar’ında aralarında bulunduğu 4 kişi evlerinden gözaltına alınmışlardır. Halkla birlikte tepkilerini alanda ortaya koymaktan başka bir suçlama olmayacağını düşündüğümüz bu gözaltları kınıyor ve serbest bırakılmalarını talep ediyoruz.
Diğer taraftan son yıllarda ardı ardına yapılan operasyonlar sonucunda aralarında KESK Genel Örgütlenme Sekreteri Akman ŞİMŞEK ‘inde tutuklu arkadaşlarımızın sayısı 87’dir.
KESK olarak, ne zaman haklarımızı, özgürlüklerimizi yok sayan düzenlemelere, saldırılara karşı emek ve demokrasi mücadelemizi yükseltsek karşımızda korku imparatorluğunun mimarı AKP’yi buluyoruz.
Gözaltına alınan arkadaşlarımıza, sendikal faaliyetlere katılmaları suç olarak gösterilmekte ve bu kapsamda sorular yönetilmektedir. Ancak bildiğimiz bir şey varsa o da AKP’nin emek ve demokrasi düşmanlığında “ustalaştığı”, kendisine muhalefet eden herkesi bazen varlık nedenlerini oluşturan en doğal eylem ve etkinlikleri suç sayılarak, bazen de suç yaratarak itibarsızlaştırılmak istediğidir.
Bizler biliyoruz ki; sömürü ve yağmaya karşı emeğin hakkını, savaşa karşı barışı, emperyalizme karşı bağımsızlığı, ırkçılığa ve şovenizme karşı hakların kardeşliğini kararlılıkla savunduğumuz, baskı ve sömürü düzeni üzerine kurulu bu köhne düzene karşı her koşulda direneceğimizi ifade ettiğimiz için bu tabloyla karşı karşıyayız.
Bilinmelidir ki, KESK ve dostları emek ve demokrasi mücadelesini yükselterek her türlü hukuk dışı uygulamanın karşısında olmaya devam edecek, emek ve demokrasi güçleri için her geçen gün kararan bu tabloyu ortadan kaldırma mücadelesini kararlılıkla sürdürmeye devam edecektir. Tutuklanan üyelerimizin haklarını her zeminde koruyup savunmaya devam edeceğiz. AKP hükümetinin faşizan politikalarına karşı duracak, zulmün ve zorbalığın efendileri önünde asla boyun eğmeyeceğiz.
KESK olarak tüm demokratik muhalefete, üye ve yöneticilerimize yönelik soruşturma, yıldırma ve sindirme uygulamalarına son verilmesini, tutuklanan arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz. 19.06.2013
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Yüz Binlerce İnsanı Gözaltına Alabileceğinizi mi Sanıyorsunuz?
Bu Cadı Avı Derhal Durdurulmalıdır!
Son dönemde ülkemizde yaşananlar AKP’nin, yarattığı korku imparatorluğunun gölgesinin ulaşmadığı hiçbir alan bırakmamaya kararlı olduğunu göstermektedir. Tasavvur ettikleri resmi hayata geçirmek için Türkiye’yi hızla tek adam diktasına doğru sürükleyenler; muhalif-devrimci-yurtsever ve demokrat kesimleri cendereye alarak tüm toplumu derin bir sessizliğe mahkûm etmeyi amaçlamaktadır. Bunun için öğrencileri, avukatları, sendikacıları, gazetecileri, korku imparatorluklarına karşı sesini yükselten herkesi gözaltına almakta hukuksuz isnatlarla tutuklamakta sakınca görmüyorlar. Kısacası geleceğine sahip çıkan, insanca bir yaşam için ve özgür demokratik bir ülke isteyen herkesi hedef tahtasına koymaya devam ediyorlar.
Adana’da 2 gün önce aralarında Eğitim Sen üyesi Eser Çapar’ında olduğu ve HDK bileşenlerinden Serkan Nar, Ahmet Ekinci ve Uğur Can Büyüknisan olmak üzere dört arkadaşımız gözaltına alınmışlardı.
Bu sabah erken saatlerde birçok ilde olduğu gibi Adana’da da çok sayıda adrese baskın düzenleyerek Polis insanları gözaltına aldı.
Bugün gözaltına alınanlar Eğitim Sen Üyesi Kenan KALKAN, Emre Aslan, Memet Çelik, Orbay Gayret, Kurtuluş Yıldız ve Zemin Demirel’dir.
Geçtiğimiz günlerde ise ESP’li arkadaşlara yapılan gözaltı furyası sonucu 18 kişi tutuklandı bunun yanı sıra yine bu operasyonlar çerçevesinde SDP’li 4 arkadaş ve Beşiktaş Çarşı grubundan 2 arkadaşımız tutuklanmışlardır.
Gerçekleştirilen gözaltı saldırıları ve tutuklanmalar sendikacılar, devrimci ve sosyalist örgütler şahsında gezi parkı direnişine karşı yapılmıştır.
Hedefte olan halkın özgürlük ve onur mücadelesidir. Bu saldırı söz, eylem ve örgütlenme isteyen halka, taşeron sistemine karşı iş güvencesi, can güvenliği, grev ve sendikalaşma isteyen işçilere demokratik, bilimsel ve anadilde eğitim hakkı isteyen gençliğe, kadına yönelik şiddete ve kadın cinayetlerine karşı mücadele eden emekçi kadınlara, anadil hakkı ve kimliği için sokağa çıkan Kürt halkına, çevre ve doğanın korunması için mücadele yürütülen çevrecilere, rantsal dönüşüme karşı mücadele eden kent emekçilerine inanç ve vicdan özgürlüğü isteyen Alevi halkımıza yapılmış bir saldırıdır.
Öncelikle belirtmek isteriz ki, söz konusu baskınlar ve gözaltılarla, Türkiye halkının günlerdir süren ortak mücadelesini bölemeyecek ve kendinizce suç odakları yaratamayacaksınız. AKP`nin suçlu yaratmaktaki ustalık dönemine yakından tanıklık edenler olarak biliyoruz ki "yalancının mumu" çoktan söndü!
Yıllar içinde adım adım yaratılan korku imparatorluğunun, meydanlara mühürlenen mücadele kararlılığıyla ve direnişin mizahından yükselen kahkahalarla tam ortasından yarıldığı bir dönemde AKP, artık kimseyi yalnızlaştıramayacağını ve "marjinalleştiremeyeceğini" aklının bir yerine kazımalıdır! Unutulmamalıdır ki asıl baskı, sindirme ve yok etme gibi faşizan tekniklerin üzerine iktidarını kurumsallaştıranlar "MARJİNAL"dir. Çünkü bu tahakküm biçiminin adı FAŞİZMDİR!
Bizler, cadı avına başlayan, daha yitirilen canların ve binlerce yaralının hesabını vermeyen polisin, müdahale gücünü daha da artıracağını söyleyen AKP`yi bir kez daha uyarıyoruz! Gözaltılar derhal durdurulmalıdır! Gözaltına alınanlar derhal serbest bırakılmalıdır! Eğer bir hesap sorulacaksa, bu hesap devlet terörü sonucu yitirilen canların ve binlerce yaralının hesabı olacaktır. 21.06.2013
KESK Adana Şubeler Platformu, Adana Halkların Demokratik Kongresi,
İnsan Hakları Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Halkevleri, BDSP adına
Yalçın ALÇİÇEK
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Bilim ve Sanat Merkezlerinin İşlevi Yok Ediliyor
Bilindiği üzere, Bilim ve sanat merkezleri, M.E.B. Özel Eğitim Hizmetleri ve M.E.B. Bilim ve Sanat Merkezleri Yönergesine göre üstün ve özel yetenekli öğrencilerin eğitim- öğretim gördüğü kurumlardır. Bu kurumlara öğrenciler iki kademeden oluşan özel sınav ile alındığı gibi Bu merkezlerde görev yapacak yönetici ve öğretmenler de, alanları veya üstün yeteneklilerin eğitimi ile ilgili alanda yüksek lisans veya doktora yapmış olmaları, üstün yetenekli çocuk/öğrencilerin hizmet içi eğitimi, seminer ve kurslarına katılmış olmaları gibi nitelikler de göz önünde bulundurularak, seçilmektedir.
Bireyselleştirilmiş öğretimin esas alındığı Bilim ve Sanat Merkezleri 05/07/2013 tarihinde normları bakanlık tarafından MEB’na Bağlı Okul ve Kurumların Yönetici ve Öğretmenlerinin Norm Kadrolarına İlişkin Yönetmeliğin 15. Maddenin g/4 bendine göre güncellenmiştir. Güncellemeye göre Görsel sanatlar/Resim ve Müzik öğretmeni normu 2, diğer tüm branşlarda 1’e indirilmiştir. İdareci normların da ise bazı bilim ve sanat merkezlerinde 1 müdür 1 müdür yardımcısı, bazı bilim ve sanat merkezlerin de ise sadece 1 müdür olarak belirlenmiştir. Ancak adı geçen yönetmelikte yer alan “Özel eğitim okul ve kurumlarında (Hastane ilkokulları hariç) öğrenci sayısı 51’ kadar 1, 51-126’ya kadar 2, sonra gelen her 150 öğrenci için 1 müdür yardımcısı norm kadrosu verilir.” (Madde 8), “ Üstün yeteneklilere yönelik açılan kurumlardan öğrenci sayısı 25’e kadar olanlar için 1, 25’ten fazla olanlar için 2 sınıf öğretmeni normu verilir.” (Madde 10-6) maddeleri dikkate alınmayarak Bilim ve Sanat Merkezlerine sınavla atanan öğretmen ve idareciler norm fazlası duruma düşürülmüştür.
Üstün yetenekli çocuk/öğrencilerin bireysel yeteneklerinin farkında olmalarını sağlamakla görevli eğitim yöneticisi ve öğretmenlerin, hiçbir hukuksal düzenlemeye dayanmadan norm kadro fazlası durumuna düşürülebileceklerinin farkına varmaları, yönetici ve öğretmenlerde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.
Bu durumda;
• Bireyselleştirilmiş öğretimin esas olduğu merkezlerde bireyselleştirilmiş öğretimden uzaklaşılacak, üstün ve özel yetenekli öğrenciler kalabalık sınıflarda kaybolacaklardır.
• Norm kadro fazlası olan öğretmen ve idareciler eş değer olmayan kurumlara tayin istemek zorunda bırakılacak, sınavla elde ettikleri hakları elinden alındığından öğretmen ve idarecilerin çalışma istekleri yok edilecektir. Öğretmen kadrosu ve bina konusunda zaten sorunlarla baş başa bırakılan bilim ve sanat merkezlerinde sorunlar daha da artacaktır. Normu düşmeyen öğretmenlerin ders ve iş yükleri artacağından üstün zekâlı ve özel yetenekli öğrencilere yönelik yapılacak eğitimin kalitesi düşecektir.
• Bir öğretmenle etkinliklerin yürütülemeyeceği kısa sürede herkes tarafından anlaşılacağından normlar yeniden güncellenerek (kadrolu öğretmen ataması yapılmadığından) görevlendirmeyle öğretmen mi çalıştırılacak? Bu görevlendirilecek öğretmenler, kimlerden oluşacak? Hangi kriterlere göre atanacak? Yoksa kişisel ilişkiler mi devreye girecek?
• Bütün kurumlarda olduğu gibi bilim ve sanat merkezlerinde de aynı yönetimsel işler yapılmaktadır. Bu durumda üç – dört idarecinin yaptığı işleri sadece bir müdür veya bir yardımcısı nasıl yürütecektir?
Bu nedenlerle, Milli Eğitim Bakanlığı Bilim ve Sanat Merkezlerinin mevcut binalarını geliştirmek, laboratuar şartlarını iyileştirmek, öğretmenlerinin yeteneklerini etkili hale getirmek ve sayılarını arttırmak için çalışmalar yapmak yerine mevcut öğretmenlerin normlarını azaltarak üstün ve özel yetenekli öğrencilerin eğitimini kendi eli ile baltalamaktan bir an önce vazgeçmelidir.
ŞUBE YÜRÜTME KURULU
Milli Eğitim Bakanı Nabi AVCI’nın yaptığı açıklamalar ile 60ve 66 aylık öğrencilerin kayıtlarından vazgeçildiği anlaşılmakta ancak 69 aylıklardan başlanarak 1. Sınıflara kayıt alınmıştır.
72 aylık çocukların zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak ilkokula hazır olduğu gerçekliğine rağmen hala 72 ay öncesi çocukların ilkokula zorlanması anlamsızdır. Kaldı ki geçen yılki 60 ve 66 aylık öğrencilerin yaşadıkları dikkat dağınıklığı, dinleme bozukluğu gibi ileriki yıllarda çocukların eğitimini olumsuz etkileyecek izlerin sorumluluğu kendilerindeyken 69-72 ay arası çocukların da benzer sorunları yaşayacağı ortadadır. Hükümet bu yanlıştan vazgeçmelidir.
Velilere, 72 ay öncesi çocuklarını ilkokula değil, anaokuluna göndermelerini öneriyoruz.
Diğer tarafdan
Eğitimde 4+4+4 dayatması ile daha da derinleşen eğitimde piyasa odaklı dönüşüm sürecinde ilkokul ve ortaokullarda yaşanan kaosa paralel olarak ortaöğretimde yapılan değişikliklerle yüz binlerce öğrenci göz göre göre mağdur edilmektedir. Bu yıl son kez yapılan ve ilköğretim sekizinci sınıf öğrencilerinin girdiği Seviye Belirleme Sınavı (SBS), AKP’nin eğitimin bütün kademelerinde olduğu gibi, ortaöğretimde de yeni bir kaosun kapıları aralanmıştır.
Bilindiği gibi 2013-2014 eğitim yılından itibaren düz liseler kaldırılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tıpkı eğitimde 4+4+4 dayatmasında olduğu gibi, liselerin dönüştürülmesi konusunda da, okul kayıtlarının yapılmaya başlandığı bir dönemde, yeterli altyapı çalışmaları yapmadan atmış olduğu adımlarla yüz binlerce gencimizi mağdur etmiştir.
MEB’in 2012-2013 örgün eğitim istatistiklerine göre geçtiğimiz yıl 8. sınıfta okuyan ve bu yıl 9. sınıfa başlayacak olan 1 milyon 270 bin 74 öğrencinin 363 bin 872’si Fen, Anadolu, Anadolu Öğretmen ve Sosyal Bilimler Liselerinde okuma “fırsatı” bulurken, 184 bin 707 öğrenci SBS sonucuna göre Anadolu türü mesleki teknik eğitim okullarına, 64 bin 170’i ise Anadolu İmam Hatip Lisesine kayıt yaptırabilecektir. Bu yıl 9. sınıfa başlayacak öğrenci sayısından sınav puanı ile bir ortaöğretim kurumuna yerleşen öğrencilerin sayısını çıkardığımızda geriye herhangi bir okula yerleşme imkanı bulamayan 657 bin 325 öğrenci kalmaktadır. Bu öğrencilere özel okul, meslek lisesi, İmam Hatip Lisesi, Çok Programlı Lise ya da Açık Liseden birisini tercih etme zorunluluğun gündeme getirilmiştir.
Resmi rakamlar tercih dayatması yapılan öğrenci sayısının 657 bin 325 olduğunu göstermesine rağmen, MEB’in bu durumda olan öğrenci sayısını 574 bin olarak açıklanması, mağdur edilen öğrenci sayısının bile yanlış hesaplandığı izlenimini doğurmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı, tıpkı okul dönüşümleri ile yüz binlerce öğrenci ve öğretmeni mağdur ettiği gibi, şimdi de lise kayıtlarının devam ettiği bir dönemde gençlerimizi büyük bir belirsizliğin içine itmiştir.
İlimiz Adana’da geçen yıl 8. sınıftan mezun olan yaklaşık 37 bin öğrencinin, yaklaşık 26 bini akademik eğitim yapabileceği Fen, Anadolu, Anadolu Öğretmen, Sosyal Bilimler, Anadolu meslek lsielerine yerleşme fırsatı bulabilmiş, geriye kalan 10 bin civarında öğrenci herhangi bir okula yerleşememiştir. Bugün Adana Milli Eğitim Müdürlüğün’de duyurusu yapılan boş kontenjanlar için Anadolu liselerine başvuru kapatisesi boş kontenjanlar için yaklaşık olarak bin civarında öğrenciyi yerleştirebilecektir. Bu da geriye kalan 8-9 bin öğrencinin Anadolu liselerine yerleşemeyeceği ve zorla açık lise, imam hatip lisesi, meslek lisesi ve özel okullara gönderilmesi anlamına gelmektedir.
Öğrenciler zorla meslek liselerine, imam hatip liselerine ve özel okullara yönlendiriliyor
MEB, tıpkı 4+4+4 dayatmasında olduğu gibi, yeni ortaöğretim sisteminde de öğrencileri zorla özel okullara, meslek liselerine ya da imam hatip liselerine yönlendirmeye çalışmaktadır. Eğitimde 4+4+4 dayatmasının kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaöğretim kurumları (liseler), tıpkı ilkokul ve ortaokullar gibi mevcut sistemin ekonomik ve siyasal ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılırken, genel liselerin ortadan kaldırılması ile lise çağındaki öğrencilerin büyük bölümünün muhtemel öğrenci kontenjanları dikkate alındığında meslek liselerine, imam hatip liselerine, özel liselere ve açık lisede okumaya zorlandığı anlaşılmaktadır.
2013 yılında son kez yapılan SBS’ye 1 milyon 112 bin 604 öğrencinin girmiş olması, bu öğrencilerin tamamına yakınının bugün “akademik lise” olarak adlandırılan okullara gitmek istediğinin somut bir göstergesidir. Bu açık gerçeğe rağmen Milli Eğitim Bakanlığı, daha önce hazırlamış olduğu stratejik planlarında da sık sık ifade ettiği gibi, ortaöğretimde okuyacak öğrencilerin sadece 363 bin 872’sine akademik liselerde okuma imkanı tanımakta, bu yıl 9. sınıfa başlayacak öğrencilerin yarısından fazlasını meslek liselerine, özel okullara, imam hatip liselerine ya da açık liseye gitmeye zorlamaktadır.
AKP hükümeti döneminde eğitimde yaşanan yoğun ticarileştirme uygulamalarına paralel olarak hayata geçirilen din eğitimi uygulamaları, siyasi iktidarın yıllardır “arka bahçesi” olarak gördüğü imam hatip okullarına yönelik “pozitif ayrımcılık” her fırsatta karşımıza çıkmıştır. Çok sayıda kamı okulu ödenek yetersizliği ile karşı karşıya kalırken, bugüne kadar hiçbir imam hatip okulunun kaynak sıkıntısı çekmemiş olması ve taleplerinin hemen yerine getirilmesi dikkat çekicidir.
AKP iktidarı döneminde imam hatip liseleri ve bu liselerde okuyan öğrenci sayısındaki istikrarlı bir artış yaşanmış, özellikle son iki yılda İHL sayısı 537’den 708’e çıkmıştır. 2013-2014 eğitim öğretim yılında bu sayıya 100 yeni İHL eklenerek sayının 808’e çıkması planlanmaktadır.
AKP hükümetinin iktidar olduğu ilk günden bu yana kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak ve velilerin çocuklarını özel okullara göndermesi için çeşitli yasal düzenlemeler yaptığı hatırlanacaktır. Özel öğretimi teşvik adı altında bugüne kadar yapılan bütün teşvikler sonucunda Türkiye’de kamu okullarına sağlanmayan olanaklar, devlet desteğiyle özel okullara fazlasıyla sunulmuştur. Son olarak eğitimde 4+4+4 dayatması ile birlikte çok sayıda öğrenci velisi çocuklarını özel okullara göndermek zorunda kalmış, 2012-2013 eğitim öğretim yılında özel okula kayıtlarda belirgin bir artış yaşanmıştır.
Örgün özel öğretim kurumlarına giden öğrenci sayısı 4+4+4 öncesinde 535 bin iken, 4+4+4 sonrasında bu rakam yüzde 15 artışla 613 bine kadar çıkmıştır. Eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında özel okulöncesi eğitim kurumu sayısı 2.848’den 3.641’e, özel ilköğretim okulu sayısı; 992 ilkokul ve 904 ortaokul olmak üzere Türkiye koşullarında hayal bile edilemeyecek rakamlara ulaşmıştır. Aynı dönemde özel ortaöğretim sayısının 840’tan 1.033’e çıkmış olması dikkat çekicidir.
Hükümetin özel meslek liselerine yönelik öğrenci başına 4 bin 500 TL teşviki daha mürekkebi kurumadan etkisini göstermiş, geçtiğimiz yıl 45 olan özel meslek lisesi sayısı neredeyse 3 kat artarak 126’ya çıkmıştır. Özel meslek liselerine teşviklerin sürmesiyle birlikte başta özel sağlık liseleri olmak üzere, özel liselerin sayısında ciddi bir artış yaşanması beklenmektedir.
Sermaye çevrelerinin bu konuya yaklaşım tarzı, ihtiyaç duydukları ucuz ve nitelikli işgücünü karşılayabilme arayışlarıyla ilişkilidir. İstedikleri uzmanlaşmış, kendini sürekli olarak eğiterek “hayat boyu öğrenme” ilkesinin müdavimi olan, rekabetçi, girişimci, ucuz, AB standartlarında bir işgücüdür. Markayı en üst değer olarak görmesi gereken işgücünün eğitimi ve bu nitelikleri edinebilmesi için sermaye grupları, özellikle de teknik ara eleman ihtiyacı yaşayan sanayi çevreleri, hükümetle el ele bu süreci yönetmektedir.
MEB’in çözüm önerileri hiç gerçekçi değildir
MEB, genel liselerin kaldırılması nedeniyle mağdur olan yüz binlerce öğrencinin durumundan kaynaklı olarak yapılan yoğun eleştiriler üzerinde meslek lisesine gitmek istemeyen ve resmen “ortada” kalan öğrencilerin meslek ve Anadolu liseleri bünyesinde açılacak olan “düz lise programı” ile sorunlarının çözüleceği iddiası gerçekçi değildir. Bu okulların altyapısının bu kadar öğrenciyi “genel lise programı” içine alması teknik olarak mümkün değildir.
Bakanlığın mağdur olan öğrencilerin ayrıca Çok Programlı Liseler (ÇPL) bünyesindeki genel lise programlarına kayıt yaptırabileceğini söylemesi, bu statüdeki okulların sayısından ve kontenjanından bile haberdar olmadıklarını göstermiştir. MEB verilerine göre Türkiye genelinde sadece 615 Çok Programlı Lise bulunmaktadır. ve bu liseler genellikle öğrencilerin az olduğu yerlerde açıldığı için sayıları ve kontenjanları sınırlıdır. MEB’in ortaöğretime kayıt döneminde böylesine gayri ciddi bir açıklama yapması, yaşanan sorunun büyüklüğünün farkında olmadığını göstermektedir.
2012-2013 örgün eğitim istatistiklerine göre Türkiye çapında faaliyet gösteren 615 Çok Programlı Lise bünyesinde okuyan öğrenci sayısı sadece 181 bin 521’dir. İstanbul’da 21, İzmir’de 10, Ankara’da ise sadece 7 tane çok programlı lise bulunmaktadır. Sadece üç büyük şehirdeki öğrenci yoğunluğu dikkate alındığında bile MEB’in çözümünün hiç de gerçekçi olmadığı anlaşılmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı akademik liselere gidemeyen ve kendi tercihi dışında zorla meslek liselerine, imam hatibe, özel okullara gitmeye zorlanan yüz binlerce öğrenciyi hangi matematiksel mucizeyi hayata geçirerek 615 adet Çok Programlı Liseye gönderecektir.
AKP’nin piyasacı-muhafazakar ve otoriter politikalarının bir devamı, rant ve kar arayışı karşısında özellikle yoksul ailelerin çocuklarına verilen değerin an açık ifadesidir. MEB’in hayata geçirmeye çalıştığı yeni ortaöğretim modeli, özellikle yoksul emekçi çocukları için meslek lisesi, imam hatip lisesi ve açık lise arasında tercihte bulunma zorunluluğu getirmekte, öğrenciler bir anlamda “kır katır mı, kırk satır mı? tercihine zorlanmaktadır.
Tüm bu sorunların yanında genel olarak eğitim sisteminde yıllardır yaşanan sorunların aşılması, Türkiye’de eğitimi hak ettiği noktaya taşımak, ancak eğitimin eşit, parasız ve kamusal niteliğini arttırmayı hedefleyen bir anlayışla mümkündür. Bu nedenle eğitim sistemi sermaye ve piyasa yararına düzenlemelerle değil, halktan, yoksul ve emekçi sınıflardan yana değişikliklerle gündeme gelmelidir.
Eğitim Sen olarak belirtmek isteriz ki yaşananlar, AKP’nin piyasacı-muhafazakar ve otoriter politikalarının bir devamı, rant ve kar arayışı karşısında yoksul ailelerin çocuklarına verilen değerin an açık ifadesidir! AKP’nin ekonomik krizi eğitimdeki dönüşümle fırsata çevirme hamlesidir!
Öyle ki eğitim sistemimiz; geçtiğimiz 10 yıl içinde daha piyasacı ve daha gerici bir anlayışla yönetilmeye başlanmış, veliler çocuklarını okutabilmek için önceki dönemlere göre cebinden daha fazla harcama yapmak zorunda bırakılmıştır. Eğitimin temel insan haklarından birisi olduğunun göz ardı edildiği bu 10 yıllık süreçte, eğitimin giderek daha fazla paralı hale getirilmesiyle birlikte, milyonlarca çocuk ve gencimiz ya eğitim hakkından yoksun bırakılmış ya da çeşitli nedenlerle eğitimlerine devam edememiştir.
AYRIMCILIK, ÖTEKİLEŞTİRME VE DAYATMALARDAN VAZGEÇİLMELİDİR.
Bugün dünyanın bütün ülkelerinde insan hakları, demokrasi ve özgürlük bilinci yükseliyor. Farklı dillerin, kültürlerin, renklerin aynı haklardan eşitçe yararlanması anlayışı gelişiyor. Devlet eliyle birey ve toplum inşası reddediliyor. Ekonomide ve sosyal hayatta adalet vazgeçilmez ölçüt oluyor. İnsanlığın gelişmesi özgür, eşit, demokratik bir eğitim anlayışıyla herkesin ulaşabileceği, kamusal, parasız, laik, bilimsel ve anadilinde bir eğitim programıyla mümkündür. Eğitimde ayrımcılığın ve dayatmaların olmaması, örgün ve kamusal eğitim süreçlerinden zorunlu din derslerinin kaldırılmasını ve herkesin anadilinde eğitim alma hakkına kavuşmasını talep eden imza standımızıda burada açıyoruz.
Öğrencilerin özgür seçim hakkını elinden alan ve açık bir dayatma olarak karşımıza çıkan böylesi bir uygulama kabul etmediğimiz bilinmelidir. Eğitim Sen olarak MEB’i ciddiyete davet ediyor, herkesi çocuklarımızın eğitim hakkına ve geleceğine sahip çıkmaya davet ediyoruz!09.09.2013
Şube Yürütme Kurulu Adına
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı