HERKES ÖZGÜR OLANA KADAR KADINLAR YÜRÜYECEK
YAŞASIN 100. YILINDA 8 MART
Yaşasın Kadınların Birlik Mücadele ve Dayanışması
100 yıl önce NewYork’ta dokuma işçisi kız kardeşlerimizin yaktığı direniş meşalesini bu yıl Dünya Kadın Yürüyüşünün “HERKES ÖZGÜR OLANA KADAR KADINLAR YÜRÜYECEK” şiarıyla yükseltiyoruz.
Kadınların her türlü sömürüye, şiddete ve ezme/ezilme ilişkisine karşı yürüttüğü mücadelenin 100. yılında herkes için özgürlük istiyoruz.
Barış, adalet ve eşitlik olmadan özgürlük de olmayacağını biliyoruz, bu nedenle 8 Mart’ın 100. yılında herkes için eşitlik, adalet ve barış istiyoruz.
Kapitalist sömürü düzeni, tarihte ataerkillikten de destek alarak kadın emeği üzerinde yükseldi. Halen de kadın emeğinin sömürüsünden besleniyor. Sermayenin sömürü çarkları, dün olduğu gibi bugün de cinsiyete dayalı rol bölüşümü ve ayrımcılık sayesinde daha kolay işliyor. Kapitalizm, bugün de içine girdiği son krizi aşmak için yine cinsiyet ayrımcılığından yararlanmak istiyor. Dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de enformelleştirme, güvencesizleştirme, kayıt dışı çalıştırma uygulamaları, en fazla kadın emekçileri etkiliyor. Dünya genelinde dinsel tutuculuğun, milliyetçiliğin ve savaşların artmasından en fazla kadınlar zarar görüyor. Milliyetçilik kadınların bedenlerini savaş alanına çeviriyor. Ve savaşlar kadınların her dilden yaktıkları ağıtları çoğaltıyor.
Yürürlüğe konulan Sosyal Güvenlik Yasası, kadınların sosyal güvenlik haklarını kısıtlamakla kalmamış, kadınları “eve dönüş”e mecbur bırakmıştır. Sistem, sosyal güvenlik haklarını alabildiğine daralttığı kadınlardan kapitalist üretim ihtiyaç duyduğunda güvencesiz bir şekilde çalışmalarını, ihtiyaç ortadan kalktığında da evlerine gitmelerini istiyor. Başbakan hala kadınlardan üç çocuk doğurmalarını isterken, ekonomiden sorumlu devlet bakanı Mehmet Şimşek, kadınlar iş aradığı için işsizlik oranlarının yüksek çıktığını söyleyebiliyor.
Ama kadınlar bu sözlerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. Yüz yıldır gerektiğinde emeğini sömürmek üzere evden çıkaran gerektiğinde de haydi evlerinize üç çocuk doğurmaya diyen egemenlere karşı hakları için, hayatları için, herkesin mutluluğu için direniyorlar.
Evet, kadınlar, tıpkı 100 yıl öncesinde olduğu gibi bugün de direnmeyi sürdürüyorlar;
İşte TEKEL işçisi kadınlar. TEKEL işçisi kız kardeşlerimiz iki buçuk aydır Ankara’nın ayazında direniyor.
Onların sesine sesini katan binlerce kadın ülkenin her yanında daha eşit bir yaşam, barış içinde bir ülke ve adalet için yürüyor.
Kadınların sosyal güvenlik hakkını ortadan kaldıran, onları “eve dönüş”e mahkûm eden SSGSS’ye hayır demek için,
Emeğimize, bedenimize, kimliğimize sahip çıkmak için,
Kadın katliamına karşı durmak için,
Halen kadın cinayetlerine “haksız tahrik” indirimi uygulayan ataerkil yargı sistemine ve
Erkek egemen kültürden beslenen ve onu güçlendiren milliyetçiliğe, militarizme karşı barış için kardeşlik için yürüyor.
Biz eğitim ve bilim emekçisi kadınlar olarak da diğer kız kardeşlerimizle birlikte yürüyor ve haykırıyoruz. Bize reva görülen şiddeti, eşitsiz ve insan onuruna yaraşmayan uygulamaları kabul etmiyoruz. Ataerkilliğe, eşitsizliğe, kapitalist sömürüye, milliyetçiliğe ve savaşlara karşı çıkıyoruz. Barış içinde, eşit ve özgürce yaşamak istiyoruz ve örgütlenirsek bunu başaracak gücümüz olduğunu biliyoruz.
İnsan onuruna yarışır bir yaşam için, adalet için, barış için, kamu yararı için aşağıdaki talepleri öne sürüyoruz ve karşılanana değin yürüyüşümüze devam edeceğimizi ilan ediyoruz.
Eğitim ve Bilim Emekçisi kadınlar olarak taleplerimiz:
- Tüm çalışanlar, iş güvencesine, eşit ve adil ücrete ve sosyal güvenlik hakkına kavuşmalıdır.
- Grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı önündeki engeller kaldırılmalıdır.
- Sağlık ve eğitim ticarileştirilmemeli, parasız, nitelikli kolay ulaşılabilir olmalıdır.
- Sözleşmeli, kısmi zamanlı geçici öğreticilik ve ücretli öğretmenlik gibi uygulamalara son verilmeli, öğretmenler kadrolu olarak istihdam edilmeli, öğretmenleri kariyer basamaklarına göre ücretlendirmek yerine, kıdem esasına göre ücretlendirmeye geçilmelidir.
- Bu hayata geçirilene değin de ücretli ve sözleşmeli öğretmenlerin statülerine, özlük haklarına, ücretlerine ilişkin net, anlaşılır ve her yerde eşit bir şekilde uygulanabilir düzenlemeler yapılmalı ve bu konudaki belirsizliğe ve karmaşaya son verilmelidir.
- Doğumdan dolayı ücretsiz izne ayrılan kamu çalışanı kadınların, izinde geçen süreleri emekli kesenekleri devlet tarafından ödenmeli ve emeklilikten sayılmalıdır.
- Doğum öncesi 8, doğum sonrası 16 hafta olmak üzere toplam 24 hafta ücretli doğum izni verilmelidir.
· Cinsiyete dayalı rol ayrımının ortadan kaldırılması ve bakım yükümlülüklerinin dengeli bir biçimde paylaşılması için, doğum izni süresinin bitiminden, çocuğun ilköğretime başladığı süreye kadar geçen sürede anne ya da babanın isterlerse dönüşümlü olarak kullanabilecekleri 1 yıl ücretli izin hakkı tanınmalıdır. Bakım isleri kamusallaşmalı ve “ebeveyn izni” için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
· Süt izni, doğum sonrasındaki ilk 6 aylık dönemde yol süresi hariç 3 saat, 6 ayın bitiminden itibaren 1 yıla kadar olan dönemde 1, 5 saat olmalıdır.
· Kriz bahanesi ile sosyal hakların aşındırılmasına son verilmelidir.
· Kapatılmış kreşler tekrar açılmalıdır!
· 0–6 yaş grubu çocuklar için, en az 50 çalışanın bulunduğu iş yerlerinde ve 50’den az çalışanın bulunduğu işyerleri için çalışma alanlarına yakın ortak bakım üniteleri ve kreşler açılmalıdır!
· Bu hizmetler, SHÇEK ve belediyeler bünyesinde, SHÇEK yönetmeliğine uygun olarak ücretsiz olarak yerine getirilmelidir!
· Gece çalışması ve vardiyalı işlerde ise kreşler 24 saat açık olacak şekilde düzenlenmelidir.
- İşyerinde cinsel tacize karşı koruyucu tedbirler alınmalı ve yasal yaptırımların uygulanmasında mağdurun şikâyeti yeterli olmalıdır.
- ILO’nun “Aile Sorumlulukları Olan Kadın ve Erkek İşçilere Fırsat Ve Davranış Eşitliği Sağlanması”na İlişkin 156 sayılı sözleşmesi ülkemiz tarafından onaylanmalıdır.
Yaşasın 8 Mart Yaşasın Kadın Dayanışması
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz
8 Mart'ın yüzüncü yılında Adana 8 Mart Kadın Platformu katılımcıları tarafından Uğur Mumcu Meydanı’nda bir miting düzenlendi. 7 Mart Pazar günü saat 12.30'da Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önünde toplanan binlerce kadın “8 Mart'ın 100. yılında özgürlük çığlığımızı büyütmek için yine alanlardayız” pankartı arkasında miting alanına kadar bir yürüyüş gerçekleştirdi.
Eylemde “Yaşasın 8 Mart”, “Tekelci kadınlar onurumuzdur” sloganları sıkça atıldı.
Kortejlerin miting alanına girmesinin ardından Adana 8 Mart Kadın Platformu adına Sevil Arıcı ortak basın metnini okudu. Arıcı açıklamasında şunlara değindi:
“Biz kadınlar bedenimize, emeğimize ve kimliğimize yönelik her türlü ayrımcılığa ve şiddete karşı 100 yıllık birikimimizle mücadeleye devam ediyoruz. Özgürlük tutkumuzla her günü 8 Mart’a çevireceğiz. Kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı; cinsiyetçiliğin şiddetin, sömürünün tacizin, tecavüzün tüm izlerini yeryüzünden silmek için tüm kadınları mücadeleye çağırıyoruz. Safımız evde, sokakta, işyerinde sömürü ve şiddete karşı birleşenlerin yanındadır. Kadınlar örgütlenmeye, mücadeleye!”
Tertip komitesinin konuşmasının ardından Tekel işçisi bir kadın “Tekel işçisi kadınlar onurumuzdur”, ”Her yer Tekel her yer direniş” sloganları arasında kısa bir konuşma yaptı. DÖKH’lü kadınlar adına Hatice Çoban bir konuşma yaparak alandaki tüm kadınları selamladı. Miting konuşmaların ardından Sultan ve Emine’nin (Janya) konseriyle sona erdi.
Adana 8 Mart Kadın Platformu’nu; Eğitim Sen, Adana Tabip Odası, Halkevci Kadınlar, DÖKH, Kadın Emeği Kolektifi, Sosyalist Feminist Kolektif, SGD, EMEP, DİP Girişimi, SDP, İHD, Sosyalist Partili Kadınlar ve YDİ ÇAĞRI örgütlerinden kadınlar oluşturuyordu.
Öğretmen Okullarının 162. Kuruluş Yıldönümünde Öğretmenlere Angarya İşler Yaptırılıyor
Türkiye’de nitelikli öğretmen yetiştirme alanında çok önemli bir boşluğu dolduran, öğretmen hareketinin gelişiminde son derece önemli payı olan Öğretmen Okullarının kuruluşunun 162. yıldönümü her yıl 16 Mart’ta kutlanıyor. Öğretmen okullarını kapatan siyasi iradenin takipçisi olanlar, bu yıl da Öğretmen Okulları’nın önemine yönelik açıklamalar yapacak, kutlama mesajları yayınlayacak. Ancak bir taraftan “övgü dolu” açıklamalar yapılırken, Türkiye’de öğretmenlik mesleğini her geçen gün geriye götüren politika ve uygulamaların neden tercih edildiği sorusu yine yanıtsız kalacak.
Medreselere alternatif olarak kurulan Rüştiye mekteplerine Batılı anlamda öğretmen yetiştirmek için açılan Darülmuallimin’in, aradan 162 yıl geçmiş olmasına karşın, öğretmen okullarının Türkiye eğitim sistemindeki yeri hala boşluğu doldurulabilmiş değildir.
Özellikle son 30 yılda yürütülen neoliberal eğitim politikalarıyla, öğretmen yetiştirmeyi sıradanlaştırmış, öğretmenlik mesleğinin saygınlığı her geçen gün biraz daha azalmıştır. Darülmuallimin’i, Köy Enstitülerini, İlköğretmen Okullarını, Yükseköğretmen Okullarını, Eğitim Enstitülerini yaratan bu toplum, şimdi öğretmen yetiştirmede tam bir çaresizlik içindedir.
Eğitim Çalıştayları İş Akış Planları Eğitim Sürecini
Sadece Sınav ve Başarıya İndirgiyor!
Bilindiği gibi son dönemde Türkiye’de devlet ve bir bütün olarak kamu sistemi, şirketlerin planlama ve yönetim anlayışları doğrultusunda dönüştürülmekte ve piyasacı ilişkiler devletin işleyişine ve diline hükmeder hale gelmektedir. Bu durumun son örneği, MEB tarafından okullara gönderilen Stratejik Plan Hazırlama Kılavuzu’nda da yer almaktadır. Her il bu kılavuza göre eğitim çalıştayları gerçekleştirmekte ve bunun sonucunda iş akış kılavuzları hazırlanmaktadır.
İş akış planının büyük bölümünde “dershanelere gitmek” ve “sınav başarısı” gibi konu başlıklarının ön plana çıkmış olması dikkat çekicidir. “Eğitim Çalıştayları”nda kullanılan dil ve aksettirilen piyasacı mantık dikkat çekicidir. Üstelik bu çalıştaylarda öğretmenlere ders saati dışında “angarya” olarak ifade edebileceğimiz yükler de yüklenmektedir. İlgili kurum ya da bakanlığın sorumluluğunda olması gereken pek çok konu, okulların ve öğretmenlerin sırtına yıkılmakta, bu şekilde kurumsal sorumluluktan kaçılmaktadır.
İş akış kılavuzu, eğitim sürecinin sağlıklı işlemesinden çok hem öğrencileri dershaneler üzerinden sınavlara hazırlamayı amaçlamakta, hem de öğretmenlere TKY’nin kaçınılmaz bir sonucu olarak ders saatleri dışında yeni sorumluluklar yükleyerek angarya dayatmaktadır.
Çalıştayın öğretmenlere yüklediği görevlendirmeler karşılığında öğretmenler herhangi bir ücret alamamaktadır. Tüm öğretmenlere çağrımız görevlendirmeler karşısında okul idarelerine dilekçe vermeleri ve bu dilekçede ders ücreti talep etmeleri gerekmektedir. Ücret verilmemesi durumunda ise yargı yolunun açık olduğu ve yargıya başvurulacağını bildirmek istiyoruz.
Eğitim Sen olarak bu uygulamalara ve angarya çalıştırılmalara son verilmesini ve herkese kadrolu, iş güvenceli çalışma hakkının tanınmasını savunuyoruz.
Saygılarımızla. 15.03.2010
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına
Güven BOĞA
Şube Başkanı
Değerli Basın; Değerli Eğitim ve Bilim Emekçileri; Değerli Adana Halkı; Basın açıklamasına dün ilimizde yaşanan bir olayı kınayarak başlamak istiyorum. Dün ÖSS sınav sistemini protesto etmek isteyen öğrencilerimize yapılan polis saldırısı ve gözaltılar kabul edilebilir bir müdahale değildir. Bu saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Ankara’da Tekel işçilerine ve dostlarına, ilimizde öğrencilerimize yapılan bu saldırılar aslında AKP iktidarının sahte demokratlığını da gözler önüne sermektedir. İşin açıkçası Anayasa değişikliği için gösterdikleri performansın bir benzerini emekçilere, gençlere olan düşmanlıklarında da görüyoruz.
Değerli basın ve kurum temsilcileri;
Herkes için parasız, eşit, nitelikli ve kolay ulaşılabilir olması gereken eğitim, sağlık, ulaşım gibi kamusal hizmetler, artık parası olanın parası kadar yararlandığı bir durum haline getiriliyor.
Yoksulluk her geçen gün artıyor, aldığımız ücretler hayat pahalılığı karşısında hızla eriyor.
Kadrolu ve iş güvenceli çalışma yerine, ücretli, sözleşmeli, taşeron çalıştırma yaygınlaştırılırken, çalışma yaşamımız güvencesizleştiriliyor, gelecek kaygılarımız her geçen gün biraz daha artıyor.
Örgütlenme özgürlüğümüz, demokratik taleplerimiz baskı ve zor yasalarıyla kıskaç altına alınıyor.
Kazanılmış haklarımız yok sayılarak, emeğimize ekmeğimize saldırılar hızla artıyor, ölüm gösterilip, sıtma dayatılıyor.
Eğitim Sen olarak;
Parasız eğitim ve parasız sağlık hakkı, iş güvenceli ve kadrolu istihdam, eşit işe eşit ücret ve çalışma yaşamının demokratikleştirilmesi amacıyla 17 Nisan’da Ankara’dayız.
TALEPLERİMİZ
· 4/B, 4/C, sözleşmeli, geçici vb. çalışmaya son verilmesi, herkese güvenceli iş, kadrolu çalışma hakkı sağlanması,
· Ataması yapılmayan öğretmenlerin en kısa sürede kadrolu olarak atanması,
· Herkese demokratik, nitelikli ve kamusal eğitim hakkı tanınması,
· Eğitim ve sağlıkta katkı ve katılım payı, sosyal güvenlikte destek primi uygulamalarının kaldırılması,
· Hizmetli ve memurların yaşamış oldukları hak gasplarının giderilmesi ve sorunlarına kalıcı çözümler üretilmesi,
· Ek ders adaletsizliğinin son bulması, ek ders kararnamesinin demokratik bir şekilde yeniden düzenlenmesi,
· Ücret ve vergi adaletsizliğine karşı, eşit işe eşit ücret ve herkesten gelirine göre vergi alınması,
· Üniversite özerkliğinin ve bilimsel özgürlüğün sağlanması, yükseköğretim emekçilerinin sorunlarının çözülmesi,
· Sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması ve çalışma yaşamındaki soruşturma, sürgün ve cezalandırmalar gibi anti demokratik uygulamaların son bulması,
· Ekonomik, sosyal, özlük ve demokratik haklarımızın toplu sözleşme ile güvence altına alınması için, 17 Nisan’da Ankara’da olacağız.
1 Mayıs’ta tüm emekçilerle alanlarda, 26 Mayıs’ta üretimden gelen gücümüzü kullanmak amacıyla bir günlük uyarı grevini Türk İş, DİSK, KESK ve Türkiye Kamu Sen olarak tüm ülke genelinde birlikte gerçekleştireceğiz.
Değerli Veliler;
Yoksulluk her geçen gün artıyor, aldığımız ücretler hayat pahalılığı karşısında hızla eriyor.
Herkes için parasız, eşit, nitelikli ve kolay ulaşılabilir olması gereken eğitim, sağlık, ulaşım gibi kamusal hizmetler, artık parası olanın parası kadar yararlandığı bir hale getiriliyor.
Bütçeden eğitime yeterli pay ayrılmadığı, okullara ödenek verilmediği için eğitimin yükü velilerimizin sırtına yıkılıyor.
Çocuklarınızı emanet ettiğiniz biz eğitim ve bilim emekçilerinin iş güvencesi ortadan kaldırılıyor.
Bizler eğitim ve bilim emekçileri olarak; eğitimin temel bir hak olduğunu, eğitim hakkı için veli ve öğrencilerimizle birlikte mücadele etmemiz gerektiğini ifade ediyor ve bunun için;
· Eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetlerin parasız, nitelikli, ulaşılabilir olması,
· Bütçeden eğitime yeterli pay, okullara ödenek verilmesi,
· Çocuklarımızın en fazla 24 kişilik sınıflarda eğitim görmesi,
· Okul öncesi ve ilköğretim öğrencilerine yılda iki defa sağlık taraması günlük ücretsiz süt, gıda ve temiz su verilmesi,
· Okullarımıza yeterli sayıda kadrolu öğretmen, yardımcı personel (hizmetli, memur, şoför, aşçı, vb.) atanması,
· Herkesin işi, çalışanın iş güvencesi olması,
· Vergide adalet sağlanması, herkesten kazancına göre vergi alınması, için sizleri imza standımıza bekliyoruz.
Taleplerimizi içeren imza metinlerini 12 Nisan 2010 tarihinde, Saat:13.30’da Büyük PTT önünde gerçekleştireceğimiz basın açıklamasının ardından başbakanlığa göndereceğiz. Tüm Adana halkını bu sorunun çözümü noktasında katkı sunmaya çağırıyoruz. Saygılarımızla. 5 Nisan 2010
EĞİTİM SEN ADANA ŞUBE YÖNETİM KURULU adına
Güven BOĞA
Şube Başkanı
Değerli Basın; Değerli Eğitim ve Bilim Emekçileri; Değerli Adana Halkı; Basın açıklamasına dün ilimizde yaşanan bir olayı kınayarak başlamak istiyorum. Dün ÖSS sınav sistemini protesto etmek isteyen öğrencilerimize yapılan polis saldırısı ve gözaltılar kabul edilebilir bir müdahale değildir. Bu saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Ankara’da Tekel işçilerine ve dostlarına, ilimizde öğrencilerimize yapılan bu saldırılar aslında AKP iktidarının sahte demokratlığını da gözler önüne sermektedir. İşin açıkçası Anayasa değişikliği için gösterdikleri performansın bir benzerini emekçilere, gençlere olan düşmanlıklarında da görüyoruz.
Değerli basın ve kurum temsilcileri;
Herkes için parasız, eşit, nitelikli ve kolay ulaşılabilir olması gereken eğitim, sağlık, ulaşım gibi kamusal hizmetler, artık parası olanın parası kadar yararlandığı bir durum haline getiriliyor.
Yoksulluk her geçen gün artıyor, aldığımız ücretler hayat pahalılığı karşısında hızla eriyor.
Kadrolu ve iş güvenceli çalışma yerine, ücretli, sözleşmeli, taşeron çalıştırma yaygınlaştırılırken, çalışma yaşamımız güvencesizleştiriliyor, gelecek kaygılarımız her geçen gün biraz daha artıyor.
Örgütlenme özgürlüğümüz, demokratik taleplerimiz baskı ve zor yasalarıyla kıskaç altına alınıyor.
Kazanılmış haklarımız yok sayılarak, emeğimize ekmeğimize saldırılar hızla artıyor, ölüm gösterilip, sıtma dayatılıyor.
Eğitim Sen olarak;
Parasız eğitim ve parasız sağlık hakkı, iş güvenceli ve kadrolu istihdam, eşit işe eşit ücret ve çalışma yaşamının demokratikleştirilmesi amacıyla 17 Nisan’da Ankara’dayız.
TALEPLERİMİZ
· 4/B, 4/C, sözleşmeli, geçici vb. çalışmaya son verilmesi, herkese güvenceli iş, kadrolu çalışma hakkı sağlanması,
· Ataması yapılmayan öğretmenlerin en kısa sürede kadrolu olarak atanması,
· Herkese demokratik, nitelikli ve kamusal eğitim hakkı tanınması,
· Eğitim ve sağlıkta katkı ve katılım payı, sosyal güvenlikte destek primi uygulamalarının kaldırılması,
· Hizmetli ve memurların yaşamış oldukları hak gasplarının giderilmesi ve sorunlarına kalıcı çözümler üretilmesi,
· Ek ders adaletsizliğinin son bulması, ek ders kararnamesinin demokratik bir şekilde yeniden düzenlenmesi,
· Ücret ve vergi adaletsizliğine karşı, eşit işe eşit ücret ve herkesten gelirine göre vergi alınması,
· Üniversite özerkliğinin ve bilimsel özgürlüğün sağlanması, yükseköğretim emekçilerinin sorunlarının çözülmesi,
· Sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması ve çalışma yaşamındaki soruşturma, sürgün ve cezalandırmalar gibi anti demokratik uygulamaların son bulması,
· Ekonomik, sosyal, özlük ve demokratik haklarımızın toplu sözleşme ile güvence altına alınması için, 17 Nisan’da Ankara’da olacağız.
1 Mayıs’ta tüm emekçilerle alanlarda, 26 Mayıs’ta üretimden gelen gücümüzü kullanmak amacıyla bir günlük uyarı grevini Türk İş, DİSK, KESK ve Türkiye Kamu Sen olarak tüm ülke genelinde birlikte gerçekleştireceğiz.
Değerli Veliler;
Yoksulluk her geçen gün artıyor, aldığımız ücretler hayat pahalılığı karşısında hızla eriyor.
Herkes için parasız, eşit, nitelikli ve kolay ulaşılabilir olması gereken eğitim, sağlık, ulaşım gibi kamusal hizmetler, artık parası olanın parası kadar yararlandığı bir hale getiriliyor.
Bütçeden eğitime yeterli pay ayrılmadığı, okullara ödenek verilmediği için eğitimin yükü velilerimizin sırtına yıkılıyor.
Çocuklarınızı emanet ettiğiniz biz eğitim ve bilim emekçilerinin iş güvencesi ortadan kaldırılıyor.
Bizler eğitim ve bilim emekçileri olarak; eğitimin temel bir hak olduğunu, eğitim hakkı için veli ve öğrencilerimizle birlikte mücadele etmemiz gerektiğini ifade ediyor ve bunun için;
· Eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetlerin parasız, nitelikli, ulaşılabilir olması,
· Bütçeden eğitime yeterli pay, okullara ödenek verilmesi,
· Çocuklarımızın en fazla 24 kişilik sınıflarda eğitim görmesi,
· Okul öncesi ve ilköğretim öğrencilerine yılda iki defa sağlık taraması günlük ücretsiz süt, gıda ve temiz su verilmesi,
· Okullarımıza yeterli sayıda kadrolu öğretmen, yardımcı personel (hizmetli, memur, şoför, aşçı, vb.) atanması,
· Herkesin işi, çalışanın iş güvencesi olması,
· Vergide adalet sağlanması, herkesten kazancına göre vergi alınması, için sizleri imza standımıza bekliyoruz.
Taleplerimizi içeren imza metinlerini 12 Nisan 2010 tarihinde, Saat:13.30’da Büyük PTT önünde gerçekleştireceğimiz basın açıklamasının ardından başbakanlığa göndereceğiz. Tüm Adana halkını bu sorunun çözümü noktasında katkı sunmaya çağırıyoruz. Saygılarımızla. 5 Nisan 2010
EĞİTİM SEN ADANA ŞUBE YÖNETİM KURULU adına
Güven BOĞA
Şube Başkanı
KESK MYK ve KESK Adana Şubeler Platformu Yöneticilerimizin ve Adana Tabip Odası Yönetim kurulu üyesi Dr. İsmail BULCA’nın katıldığı basın açıklaması 13 Nisan Saat:11.00’de Eğitim Sen Adana’da Şube Binasında gerçekleştirilmiş.
Açıklamaya katılan KESK MYK üyeleri SONGÜL MORSÜNBÜL (KESK), M. SIDDIK AKIN (SES), İZZETTİN ALPERGİN - LEVENT METİN (TÜM BEL-SEN), SAİM GÜZEL- ÖNDER ÇALIŞKAN (ESM), NİHAT BAYRAM (YAPI-YOL SEN), ŞÜKRÜ DURMUŞ-MEDET YÜCEL (TARIM ORKAM-SEN)
KESK Kadın Sekreteri Songül MORSUNBUL’un
Basın Açıklaması Metnidir
Türkiye bir kez daha çok yönlü bir krizde. 2008’de ilk işaretlerini veren ve 2009 la birlikte ülkeyi tamamen etkisi altına küresel ekonomik krizin yanı sıra ülkenin yıllardır çözülemeyen sorunları, siyasetin bu sorunlara çözüm geliştirememesi de yoğun bir siyasal kriz olarak yaşanıyor.
Ülkenin sorunları büyük ölçüde 30 yıldır uygulanan politikalardan kaynaklanıyor. Bu politikalar ülkeyi sermaye kesimi için azgın bir sermaye biriktirme zemini; vergi ve ucuz emek cennetine çevirirken; emekçiler için bir cehenneme dönüştürmüştür. İşsizlik sosyal dokumuza sindirilmiş, kayıtdışı ve güvencesiz çalışma milyonlarca emekçinin realitesi haline gelmiştir. Sözde kayıt altında çalışan milyonlarca emekçi ise açlık sınırının altında bir utanç ücretiyle, asgari ücretle çalışmaktadır.
Emekçiler işsizliğe, örgütsüzlüğe ve güvencesizliğe mahkum edilmişlerdir. Özelleştirmeler, taşeronlaştırmalar aracılığıyla eşit işe eşit ücret ilkesi ayaklar altına alınmıştır. Emekçilerin % 70’i açlık sınırının altında % 90’ı yoksulluk sınırının altında bir ücretle çalışmaktadır.
İktidarın haraç mezat sattığı kamu işletmelerinde çalışan emekçilerin mevcut hakları dahi ellerinden alınmaktadır.
Tablo böyle iken siyasi iktidar kılını bile kıpırdatmamaktadır. Ülkedeki acımasız emek sömürüsünü başbakan sanki kendi hükümetinin politikalarının bunda hiç payı yokmuş gibi sıkılmadan dile getirmektedir. Başbakan’ın işsizlik için bulduğu çözüm her TOBB üyesinin bir kişiyi işe almasıdır. Bu yaklaşım bile siyasi iktidarın ülkenin sorunlarına ne denli yabancılaştığının göstergesidir. 25 Kasım uyarı grevine rağmen Anayasa değişiklik paketinde örtülü grev yasağı getirmeye kalkışan; tüm emekçilerin ve halkın desteklediği TEKEL direnişine rağmen hiçbir somut adım atmayan; Alevilerin en temel taleplerini ötelen, Kürt yurttaşların Newroz’da ortaya koydukları barış iradesini görmezden gelen, alanlarda hak arayan emekçileri polis saldırılarıyla, biber gazıyla baskılamaya çalışan bu iktidardır.
Bütün bu olumsuz koşullar bir yandan uygulanan ekonomik politikaların diğer yandan emekçilerin hayatını karartan, özgürlüklere düşman darbe artığı Anayasa’nın eseridir. Hükümetin Anayasa değişikliği için attığı adım halkın, emekçilerin özgürlük, eşitlik ve barış beklentisinin çok gerisindedir. Bu ülkenin kapsamlı bir yeni Anayasa’ya, özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik bir Anayasa’ya ihtiyacı vardır. Siyasi iktidarın Anayasa değişikliğini daha önce Kürt sorununa ilişkin, Alevi sorununa ilişkin açılım paketlerinde yaptığı gibi kendi iktidarını tahkim etmek için kullanması kabul edilemez.
Bizler bize dayatılan bu tabloyu yırtıp atmakta kararlıyız. İşsizliği, güvencesizliği, yoksulluğu kabul etmeyeceğiz. Emekçilere yönelen her baskıcı, sömürücü tutum karşısında örgütlü gücümüzle duracağız. Emekçilerin ortak mücadelesi şiarıyla daha güçlü örgütleneceğiz. Fiili ve meşru mücadele geleneğimizi daha yaratıcı, daha gür sesli ve etkili eylemlerimizle geliştireceğiz. 1 Mayıs’ta tüm ülkede alanlarda olacağız, İstanbul’da Taksim’de olacağız. 26 Mayıs’ta grev hakkımızı bir kez daha kullanarak işsizliğe, güvencesizliğe ve örgütsüzlüğe boyun eğmeyeceğimizi haykıracağız.
Eğitim ve bilim emekçileri, 14 Nisan Çarşamba günü İstanbul ve Şanlıurfa üzerinden “Demokratik, Kamusal, Parasız, Nitelikli Eğitim; Örgütlü, Güvenceli Çalışma Hakkı ve Demokratik Yaşam” konulu Ankara yürüyüşünün ADANA ayağı 15 Nisan 2010 Perşembe günü Beş Ocak Meydanından Seyhan Belediyesinin önünde Genel Merkez Basın Yayın Sekreteri Serpil Açıl Özer'in yaptığı açıklamanın ardından yürüyüş kolumuz Tarsus'a uğurlanmıştır.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Talepleriyle Birlikte Ankara’ya Yürüyor!
Ülkemizde işsizlik ve yoksulluk her geçen gün derinleşiyor. Halkın önemli bir bölümü asgari geçim şartları için gerekli olan gelirden yoksunken, işsizlik sorunu gün geçtikçe büyüyen ve büyüdükçe acımasız sonuçlarını gösteren bir hal almaya başladı. Krizi fırsata çevirenler emekçilerin ücretlerini düşürmeye çalışırken, emekçilerin demokratik haklarını kullanmaları şiddet ve zorbaca yöntemlerle engellenmeye çalışılıyor.
Artan işsizlik ve yoksullukla birlikte başta yoksul emekçi aileleri olmak üzere, geniş toplum kesimlerini her yönden derin bir sefaletin içine itiliyor. Emekçilerin önemli bir bölümü borçlanarak yaşamını sürdürmeye çalışırken, emekçilerin sırtındaki borç yükü gün geçtikçe artıyor.
AKP, özellikle emekçilerin çalışma yaşamına yönelik olarak gündeme getirdiği yasal düzenlemeler ve fiili uygulamalarla çalışma ilişkilerini esnekleştirmiş, kamu hizmetlerini ticarileştirmiş, kamu istihdamını parçalayarak esnek ve güvencesiz istihdamı yaygınlaştıran uygulamalar içine girmiştir.
Tüm halk kitlelerini ilgilendiren parasız eğitim ve sağlık hakkı gibi kazanılmış haklarımızın önemli bir bölümü hedef haline getirilmiştir. Demokratik, kamusal, parasız, nitelikli eğitim, güvenceli çalışma hakkı talebimize karşın eğitimde ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları tüm hızıyla sürmektedir.
Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik, eğitim ve sağlık kurumlarında 4-c ve taşeron istihdamı gibi esnek ve güvencesiz çalışma biçimleri her geçen gün yaygınlaşmaktadır. Esnek istihdam uygulamaları, diğer pek çok neden gibi eğitimin niteliğini ve işleyişini olumsuz etkilemektedir.
İçinden geçmekte olduğumuz dönemde emekçilerin pek çok yönden bölünüp parçalandığı, güvencesiz ve pek çok haktan yoksun olarak çalıştırılmaya zorlandığı, yani emeğin tam olarak baskılandığı bugünlerde, AKP tarafından dillendirilen demokrasi ve özgürlük söylemleri gerçekçi değildir. TEKEL işçilerinin Ankara’ya geldikleri günlerde gösterilen polis şiddeti, AKP’nin kendine demokrat ve sahte özgürlükçü maskesini düşürmüştür.
Kamu emekçilerinin yıllardır ısrarla dillendirdiği grev ve toplusözleşme hakkı ile ilgili olarak göstermelik adımlar atan AKP Hükümeti, Anayasa değişikliği paketini hazırlarken kamu emekçilerinin grev hakkı talebini yasaklayan, görünüşte toplusözleşme hakkı veriyormuş gibi görünen bir tutum içine girmiştir. Oysa grev ve toplusözleşme hakkı birbirinden ayrı düşünülemez ve biri olmadan diğerinin işlevsiz olması kaçınılmazdır.
Anayasa değişikliği paketinde eğitim ve bilim emekçilerinin temel talepleri görmezden gelinmiş, başta herkese eşit, parasız, kamusal ve nitelikli eğitim hakkı olmak üzere zorunlu din derslerinin kaldırılması, YÖK’ün kaldırılması, kamu emekçilerine özgür toplusözleşme ve grev hakkının tanınması gibi temel talepler gündeme getirilmemiştir.
Yıllardır uygulanan özelleştirme politikalarıyla kamuya ait işletmeler haraç mezat elden çıkarılırken, kamu hizmetleri adım adım ticarileştirilmiş, katkı payı, katılım ücreti vb adlar altında halkın kamu hizmetlerinden ücretsiz yararlanma hakkı elinden alınmıştır.
Son olarak TEKEL işçilerinin mücadelesine de konu olduğu gibi işçi ve emekçiler ya kazanılmış haklarından vazgeçmeye ya da işsiz kalmaya zorlanmaktadır. Böylesine kritik bir dönemde emekçilerin işine, ekmeğine ve geleceğine sahip çıkması önemlidir. Eğitim ve bilim emekçileri bu tehlikeli gidişin karşısında taleplerini yüksek sesle dillendirmek ve kazanımlarına sahip çıkmak için 14–17 Nisan tarihleri arasında alanlarda olacak, 14 Nisan’da İstanbul ve Şanlıurfa’dan başlayacak yürüyüş kolları 17 Nisan tarihinde Ankara’da büyük bir buluşma gerçekleştirecektir.
Yıllardır uygulanan politikalar sonucu eğitimi bir gelir kapısı olarak gören, giderlerini halkın sırtına yükleyen, eğitime yeterli bütçe ayırmayan, okullara ödenek vermeyen mevcut anlayışa karşı tüm öğrencilerimizi, velileri yaşananlardan rahatsızlık duyan tüm toplum kesimlerini daha iyi ve aydınlık bir gelecek için birlikte mücadeleye çağırıyoruz.
17 Nisan Cumartesi günü taleplerimizin takipçisi olduğumuzu göstermek için Ankara’da olacağız.
· Sadece parası olanların değil, herkesin eğitim hakkından eşit ve parasız bir şekilde yararlandığı bir eğitim sistemi oluşturulmalıdır;
· Eğitim programının bireyci, ders kitaplarının bilimdışı, eğitimin paralı olması karşısında; kamusal, bilimsel, laik, anadilinde ve demokratik eğitim istiyoruz;
· Çocuklarımıza yeterli beslenme imkânı verilmeli süt, temiz su ve yılda en az iki defa ücretsiz sağlık taraması yapılmalıdır;
· Okul öncesi eğitimden, yüksek öğrenime kadar okullaşma ve okulların mevcut yapılanmasına dair temel sorunlar çözülmelidir;
· Sözleşmeli, geçici, ücretli çalıştırma karşısında; kadrolu ve güvenceli çalıştırmanın esas alındığı bir düzenleme yapılmalıdır;
· Eğitime ilişkin karar süreçlerinde sadece yöneticilerin emirleriyle karar alınması karşısında; eğitimin bileşenlerinin (öğretmenler, hizmetliler-memurlar, öğrenciler, veliler ve bilim insanları) katılımıyla karar süreçleri demokratik işleyişle belirlenmelidir;
· Eğitim ve bilim emekçilerinin, hizmetli ve memurların, üniversite çalışanları, ÖSYM ve Yurt Kur çalışanlarının yıllardır yaşadığı ekonomik, özlük, sosyal ve demokratik hakları grev ve toplu sözleşme hakkı ile belirlenmelidir.
Eğitim Sen olarak, Türkiye’nin bütün sorunları gibi giderek derinleşen eğitim sorunlarına dikkat çekmek, eğitimde ve diğer alanlarda yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamalarına son verilmesi için, herkese eşit, parasız ve nitelikli eğitim hakkı için, grev ve toplusözleşme hakkımızı kullanabilmek için Ankara’ya yürüyoruz.
Serpil Açıl Özer
Eğitim Sen Genel Merkez Basın Yayın Sekreteri
Adana'da, ''1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'' dolayısıyla kutlama programı düzenlendi.
Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önünde toplanan çeşitli sivil toplum kuruluşlarına, sendikalara ve siyasi partilere üye gruplar, ellerindeki pankartlarla Mustafa Kemal Paşa Bulvarı'ndan ve Sular mevkisinden yürüyerek, Uğur Mumcu Meydanı'nda toplandılar.
1 MAYIS FOTOGRAFLARI İÇİN TIKLATIN
Burada tertip komitesi adına konuşma yapan Eğitim-Sen Adana Şube Başkanı Güven Boğa, örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün önünde engeller bulunduğu savunarak, bu engellerin kaldırılmasını istedi.
Konuşmasında hükümeti eleştiren Boğa, "AKP Hükümeti işçi ve emekçilere saldırmaya devam ediyor. İşsizliğin, yoksulluğun ve yolsuzluğun giderek arttığı, mevcut sosyal, demokratik hak ve özgürlüklerin, “Demokratik Açılım” tartışmalarının ve “Anayasa Değişikliği”nin yapıldığı bir dönemde de budanmaya devam ettiği bir süreçten geçiyoruz. Sermayenin, AKP hükümeti ve işbirlikçilerinin saltanat sürdüğü, safahat içinde yaşadığı bu dönemde; “bir eli yağda, bir eli balda” olan bir avuç mutlu azınlık, milyonları sömürmeye ve devletin olanaklarını kendi menfaatleri doğrultusunda yağmalamaya devam ediyor.
İşçi ve emekçileri kırıntılarla yaşamaya razı etmeye çalışan AKP, sermayenin daha fazla kar etmesi için çalışan bir hükümet olarak tarihe geçti. Sekiz yıllık AKP hükümeti döneminde, işsizlik ve yoksulluk katmerleşerek arttı. İşsizlik, Cumhuriyet tarihi boyunca en yüksek seviyeye ulaştı ve rekor kırdı. Bunun karşısında büyük sermaye sahiplerinin kârları onlarca kat büyüdü. Patronlar ve bankalar yıllık kârlarını katlayarak, devletten teşvik alarak, sigorta giderlerini devlete ödeterek büyüdüler. Bunun karşısında ise asgari ücret yerinde sayıyor. Kayıt dışı çalışanların sayısı ise yüzde 60'ları aşmış durumda.
Sömürü, baskı ve sefalet artarak devam ediyor. Patronlar, krizi bir soygun ve yağma fırsatına çevirerek, çalışanların ücretlerini düşürdüler, kitlesel işten atmalar gerçekleştirdiler ve emekçilerin kazanılmış haklarını budadılar. Halkın sefalete itildiği bu dönemde AKP hükümeti ve Başbakan hep patronların arkasında oldu ve sermayeye yeni olanaklar yaratmayı bir görev saydı" dedi. Konuşmaların ardından şiirler okunurken, çalan müzik eşliğinde gruplar halay çekti.
1 Mayıs Tertip Komitesi Başkanı Güven BOĞA Konuşma Metni;
İşçiler, Kamu Emekçileri, Gençler, Eğitim ve Sağlık Hakları,
Geleceği Gasp Edilenler, İşsizler, Kadınlar, Yoksullar, Açlığın Pençesinde Yaşam Mücadelesi Verenler;
Hoş Geldiniz,
Kardeşlerim;
İşçilerin, emekçilerin, 8 saatlik işgünü, sendika, sigorta, haftalık, yıllık izin, kıdem tazminatı vb. bugün sahip oldukları pek çok hak; kapitalist patronlara karşı, gerektiğinde canlarını feda ettikleri çetin mücadeleler sonucu kazanılmıştır. 1891 yılından bu güne kadar 1 Mayıs bu tarihi mücadelelerde bir dönemeç noktası olmuştur.
Kardeşlerim;
İşçi sınıfının birliğinden ve mücadelesinden korkan egemen güçler, ülkemizde 1 Mayıs’ı engelleme, yasaklama ve provoke etme girişimlerinden hiç vazgeçmediler. 1977 1 Mayıs katliamı hafızalarımızda tazedir. Katliamın failleri bilindiği halde halen açığa çıkarılmamış ve gerçeklerin üstü örtülmüştür. Ancak işçi sınıfı için bu sayfa kapanmamıştır, ‘77 1 Mayıs katliamı ve tüm siyasi cinayetlerin aydınlatılması mücadelemiz yükselerek devam edecektir.
AKP Hükümeti işçi ve emekçilere saldırmaya devam ediyor
İşsizliğin, yoksulluğun ve yolsuzluğun giderek arttığı, mevcut sosyal, demokratik hak ve özgürlüklerin, “Demokratik Açılım” tartışmalarının ve “Anayasa Değişikliği”nin yapıldığı bir dönemde de budanmaya devam ettiği bir süreçten geçiyoruz. Sermayenin, AKP hükümeti ve işbirlikçilerinin saltanat sürdüğü, safahat içinde yaşadığı bu dönemde; “bir eli yağda, bir eli balda” olan bir avuç mutlu azınlık, milyonları sömürmeye ve devletin olanaklarını kendi menfaatleri doğrultusunda yağmalamaya devam ediyor.
İşçi ve emekçileri kırıntılarla yaşamaya razı etmeye çalışan AKP, sermayenin daha fazla kar etmesi için çalışan bir hükümet olarak tarihe geçti. Sekiz yıllık AKP hükümeti döneminde, işsizlik ve yoksulluk katmerleşerek arttı. İşsizlik, Cumhuriyet tarihi boyunca en yüksek seviyeye ulaştı ve rekor kırdı. Bunun karşısında büyük sermaye sahiplerinin kârları onlarca kat büyüdü. Patronlar ve bankalar yıllık kârlarını katlayarak, devletten teşvik alarak, sigorta giderlerini devlete ödeterek büyüdüler. Bunun karşısında ise asgari ücret yerinde sayıyor. Kayıt dışı çalışanların sayısı ise yüzde 60’ları aşmış durumda.
Sömürü, baskı ve sefalet artarak devam ediyor...
Patronlar, krizi bir soygun ve yağma fırsatına çevirerek, çalışanların ücretlerini düşürdüler, kitlesel işten atmalar gerçekleştirdiler ve emekçilerin kazanılmış haklarını budadılar. Halkın sefalete itildiği bu dönemde AKP hükümeti ve Başbakan hep patronların arkasında oldu ve sermayeye yeni olanaklar yaratmayı bir görev saydı.
Tekel işçilerinin mücadelesi polis zoruyla bastırılmaya çalışıldı. Sendikasızlaştırma politikası devletin ve hükümetin resmi politikası haline geldi. İnsanca ücret isteyen işçiler ve kamu emekçileri azarlandı, “bedava ekmek yok” denilerek terslendi.
Eğitim ve sağlık, parası olanın hizmet aldığı kârlı sektörler olarak yeniden dizayn edildi. Dershanecilik palazlanırken; parası olanın okuduğu, olmayanın işsiz ve eğitimsiz kaldığı bir sistem kuruldu. “Sağlıkta dönüşüm” adı altında özel hastaneler ihya edildi, kamu hastanelerine ödenekler azaltıldı ve AKP döneminde “paran kadar sağlık” uygulamasına geçildi.
12 Eylül Anayasası’nın özünü değiştirmeden kendisine göre bir Anayasa hazırlayan AKP; işçi ve emekçilerin, farklı inançların ve tüm ezilenlerin taleplerini görmezden geldi ve gelmeye de devam ediyor.
Ancak işçi ve emekçiler AKP hükümeti karşısında sessiz ve çaresiz değil!
İş, ekmek, barış ve özgürlük talepleri susturulamıyor. Sömürü ve baskıya karşı mücadele daha da büyüyor. İşçi ve emekçiler, AKP Hükümetinin saldırılarına alanlarda bugün bir kez daha “dur” demektedir.
Kardeşlerim; Aslında tüm krizlerin temelinde tek bir neden yatıyor: Kapitalizmin krizi. Yıllardır ülkemizi yönetenlerin yanlış politikaları, bizleri içinden çıkılmaz bir kriz döngüsünün içine attı.
Uluslar arası sermayenin neo-liberal politikalarını baş tacı yapanlar ekonomik krizin asıl mimarlarıdır. Yıllarca ülkenin zenginliklerini haraç mezat satanların, ülkeyi hortumculara ve soygunculara peşkeş çekenlerin krizin faturasını emekçilere ödetmeye hakkı yoktur. Açığı yaratan özelleştirmeci zihniyetin ekonomi politikalarının ta kendisidir.
Kamunun zenginliklerini satarak başladıkları özelleştirmelerde sıra kamunun toptan tasfiyesine geldi. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi en temel kamusal hizmetler birer birer piyasaya açılmaya çalışılıyor.
Soruyorum size kazanımlarımızın tek tek gasp edilmesine göz yumacakmıyız?
Birileri daha birkaç yıl öncesine kadar dünyanın değiştiğini,"küresel dünyada" bütün zenginliklerin ve refahın herkes tarafından paylaşılacağı, yoksulluk ve eşitsizliklerin ortadan kalkacağı yalanını söylüyorlardı. Bugün ise dünya, yoksulluğun, dışlanmanın, adaletsizliğin arttığı, zenginliğin bir avuç insanın elinde toplandığı, büyük çoğunluğun ise açlık-yoksulluk sınırında yaşadığı bir dünya halini aldı.
"Sermaye nasıl daha çok kar elde eder, zenginler parasına nasıl para katar, borsada hisseler nasıl daha çok kazanır" soruları üzerinden yükselen, yoksullara kemer sıkma politikaları dayatıldı. Emekçilere verilecek maaş artışları döneminde her daim IMF'ye verilen sözler, imzalanan anlaşmalar, ülkenin 'kutsal istikrarı' gündeme geldi.
Çalışanlar yoksulluk-açlık sınırında yaşamaya mahkûm edildi, işsizlere yapacak bir şey yok" gidin taşı sıkın suyunu çıkarın" denildi, güvencesiz-geçici çalışma koşulları geliştirilerek emek sömürüsü mekanizmasının temel özneleri haline getirildi.
Türkiye'de 24 ocak 1980 kararları ile birlikte uygulamaya başlayan bu politika, bugüne kadar bütün iktidarlarca kesintisiz sürdürüldü. Özelleştirme ve taşeronlaştırmaya dayanan bu politikalar AKP döneminde de hızla uygulanmaya devam edildi. Onların deyimiyle piyasa toplumu yaratılmaya çalışıldı. Kamusal kaynaklar 'babalar gibi satarız' tüccarlığı ile satılıp savıldı. Cumhuriyet tarihinin en önemli kuruluşları bir bir yerli ve yabancı sermayeye devredildi. Eğitim, sağlık gibi temel kamu hizmetleri parası olanların yararlanacağı bir ayrıcalık haline getirildi. Sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortası yasaları ile sosyal güvenliğin ortadan kaldırılmasına yönelik adımlar atıldı.
Ülkemizin çeşitli yerlerinde ebeveynler çocuklarını gönderecek okul bulamazken, derslere girecek öğretmen bulunamazken, hükümet eğitim alanında tek bir yatırım yapmamaktadır. Özellikle yoksul kesimler en temel sağlık hizmetlerine bile ulaşamazken, hükümet sağlığı paralı hale getirmeyi yegâne sağlık politikası olarak gördü. Üstelik reform adı altında milyonlarca insan sosyal güvenlik kapsamı dışına itilerek güvencesizliğe ve geleceksizliğe mahkûm edildi. Toplumsal yaşamı temellerinden sarsan sosyal krizi yaratan neden, yıllardır hükümetler değişse de aynı kalan IMF buyruğu ekonomi politikalarıdır.
Kardeşlerim; Soruyorum size bu ülkeyi ABD'ye, AB'ye, IMF'ye teslim edecek miyiz?
Kardeşlerim: Demokrasinin işlemediği, hukukun siyasi ve başkaca güçlerle işletildiği bir süreçten geçerken esas konuşulmayan halkın sorunları ve ülkenin geleceğidir...AKP ağırlığının oluşturduğu meclis, millet iradesini yansıtmadığı gibi demokrasiyi savunan bir güç ve irade göstermekten de acizdir. Yaşanan kriz devletin demokratik esaslar üzerinden yeniden şekillenmesinin zorunluluğunu bir kez daha göstermiştir. Bu da ancak birleşmiş halk iradesinin toplumsal her alanda iktidar olmasıyla gerçekleşecektir.
Emekçi kardeşlerim; Anayasa değişikliğinde halkın söz hakkı yok, seçme hakkı yok. Filler tepişiyor, halka soran yok.
Soruyorum size bu anayasa gerçekten halkın gereksinimlerini karşılayabilecek mi?
Kardeşlerim; Uluslararası sermayenin tüm emirlerini harfiyen yerine getiren hükümetlerin kulakları emekçi halkın taleplerine daima kapalı olmuştur. Darbe mirası 12 Eylül hukuku, en temel demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılmasına bile engeldir. Yıllarca emeğinin karşılığını alma mücadelesi veren emekçileri, öğrenim hakkına ve üniversitesine sahip çıkmaya çalışan öğrencileri, her alanda ayrımsız eşitlik isteyen kadınları, Türkiye coğrafyasının tüm renkleriyle, tüm kültürleriyle birarada kardeşçe yaşamasını isteyenleri yasa zoruyla, polis şiddetiyle bastıranlar, ülkeyi içine sürükledikleri krizlerin hesabını vermekten korkmaktadır.
Yıllardır faili meçhullerle, politik cinayetlerle, yargısız infazlarla ve linç girişimleriyle devam eden hukuksuzluk, 12 Eylül hukukunun ikiz kardeşidir. Hayatlarımızı birer karabasana çevirmeye çalışanlara izin vermeyeceğiz. Ölüme karşı yaşamı, sömürüye karşı emeği savunmaktan hiçbir zaman geri durmayacağız. Barıştan, adaletten, özgürlüklerden, bağımsızlıktan, demokrasiden, halkların kardeşliğinden yana çıkan sesimizi bir an olsun kısmayacağız.
1977 1 Mayıs Katliamının sorumluları açığa çıkarılmadan, Maraş'ın, Çorum'un, Gazi'nin, Sivas'ın ve Malatya da ki katliamın gerçek sorumluları bulunmadan, 12 Eylül Darbecileri yargılanmadan, politik cinayetler aydınlığa kavuşturulmadan, çetelerin kirli ilişkileri dağıtılmadan, Çatışmalara neden olan sorunlar için, barışçıl demokratik bir çözüm yolunda adım atılmadan, cezaevlerindeki tecrit politikalarından vazgeçilmeden gerçek bir demokrasiden söz edilmesi imkânsızdır.
Farklılıkları inkar ederek, milliyetçiliği kaşıyarak, demokrasi ve emek güçlerine saldırarak ülkenin demokratikleşebileceğini sananlar yanılıyorlar..
Tüm milliyetçi kışkırtmalara rağmen Türkiye'de güçlü bir demokrasi potansiyelinin olduğunu biliyoruz. Biz emekçiler olarak, yeni nesilleri yetiştiren aydınlar olarak çocuklarımızın, öğrencilerimizin dilleriyle, kültürleriyle, renkleriyle, isimleriyle ayrımcılık yapamayız. Halkımızın içerisine de ayrımcılık sokanlara karşı Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Laz kardeşliğini örmeli ve demokrasi cephesini birleştirmeliyiz.
Kardeşlerim; Ülkemizde laisizm sorunu politikaya alet edildiği kadar, emekçileri de bölmek için kullanılıyor. Türkiye halkı olarak 80 yıldır çözülmeyen laisizm sorununu halka dayanarak ve demokrasi temelinde çözmek zorundayız. Gericilik, hurafecilik, 12 Eylül'den bugüne okullarımızı tarikat eğitim yerleri haline getiren anlayış darbecilikle birlikte başladı. Bunun mimarı darbeciler oldu.
Biz din ve vicdan özgürlüğünü savunuyoruz. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalıdır diyoruz. Gerçek laiklik, halk yönetimine dayanan, demokrasi anlayışı ile birleşmiş emekçilerin birliğiyle gerçekleşen bir çözümle mümkün olabilir.
KARDEŞLERİM DEĞİŞTİREBİLİRİZ! ÇÜNKÜ ÇÖZÜM ELLERİMİZDE;
Eşit, özgür, laik, bağımsız ve demokratik bir Türkiye hayal değil!
Bu ülkenin emekçileri; Savaş, işgal ve ölüm, Yoksulluk ve yolsuzluk, Gerici, ırkçı ve şoven politikalar, Kölelik yasaları, hak gaspları, Sözleşmeli, iş güvencesiz, sosyal hakları olmayan çalışma yaşamı, Esnek ve kuralsız çalışma, İşyeri huzurunu bozan ayrıcalıklı-ayrımcı politikalar, Cinsiyetler arasında eşitsizlikler, Performansa dayalı ücretlendirme, Emekçileri birbirine düşüren rekabet yasaları İSTEMİYOR!
Bizler; Düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını, Halkların eşit, özgür, bağımsız, demokratik bir Türkiye’de bir arada yaşamasını, Haklarımızın ve özgürlüklerimizin güvence altına alınmasını, Toplusözleşmeli, Grevli Sendikal Hak ve Özgürlüklerimizi Kullanmak İSTİYORUZ!
- Ülkemizde ve bölgemizde barış ve kardeşlik güçlendirilmelidir. Sorunların diyalog ve barışçıl çözümü için, bütün taraflar sorumlu davranmalıdır.
- Her alanda tam bir demokratikleşme sağlanmalı, demokratik hukuk devleti önündeki yasal ve uygulamadan kaynaklı engeller kaldırılmalıdır.
- Örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmalıdır. Herkesin düşüncesini özgürce ifade edebilme, yaşama, çalışma ve eğitim özgürlüğü genişletilmelidir. Siyasetin katılımcı ve çoğulcu bir yapıya kavuşabilmesinin ve örgütlü toplumun yolu açılmalıdır.
- Sendikal hak ve özgürlükler önündeki tüm engeller, bütün anti-demokratik hükümler kaldırılmalı, demokratik bir çalışma
düzeni kurulmalıdır.
- Kamu emekçilerinin toplu sözleşmeli ve grevli sendikal hak ve özgürlükleri ile siyaset yapma haklarının önündeki engeller kaldırılmalı, kamu emekçilerine yönelik baskı ve sürgün politikalarından vazgeçilmelidir.
- IMF ile yapılan bütün anlaşmalar iptal edilmeli, borçlar yeniden yapılandırılmalıdır.
- Özelleştirmeler ve kamu hizmetlerinin küçültülmesi girişimleri derhal durdurulmalı, eğitim, sağlık ve sosyal güvenliğe ayrılan paylar artırılmalıdır.
- Kayıtdışı ekonomi kayıt altına alınmalı; Asgari ücret insanca yaşayacak bir düzeyde belirlenerek, vergi dışı bırakılmalıdır. Kamu çalışanlarına yönelik tek yanlı ücret politikalarından vazgeçilmelidir. Adil bir vergi reformu derhal yapılmalıdır.
- İşsizlik sigortası kapsamında olmayan işten çıkarılan işçilerin zorunlu giderlerini karşılamaya yönelik olarak “Dayanışma Geliri” uygulanmalı, ayrıca elektrik, su, yakacak, kira gibi ödemeleri belirli bir süre kamu bütçesinden sağlanmalıdır.
- Çocuk işçiliği ve istismarına, çalışma yaşamındaki her türlü ayrımcılığa son verilmelidir. Engellilere hayatın her alanına daha fazla katılma olanağı yaratılmalıdır.
- Kamu kurum ve kuruluşlarının personel ihtiyaçları bekletilmeden giderilmeli, emekli olanların yerine derhal yeni personel istihdam edilmelidir.
Herkese iş ve güvenceli çalışma hakkı için, insanca yaşanacak ücret için, düşünce, basın, örgütlenme özgürlüğü için, barış, eşitlik ve kardeşlik için Türk-İş, DİSK, Kamu Sen ve KESK tarafından gerçekleştirilecek 26 Mayıs’ta bir günlük uyarı grevimizin başarıya ulaşması için bugünden sizlere çağrıda bulunuyoruz.
TEKEL direnişinin önemli özelliklerinden biri de toplumun hemen tüm ezilen kesimleri içinde, sermaye ve hükümetinin saldırılarına karşı mücadeleyi teşvik etmesi, mücadele eğilimine güç vermiş olmasıydı. TEKEL direnişi hem ondan güç alan, hem de ikinci bir direniş alanı oluşturarak ona güç veren Çemen Tekstil işçilerinin grev ve direnişi, kararlı ve birleşik bir direnişle saldırıların püskürtülebileceğini göstermekle kalmadı, bu fikre, umudu kırık geniş kesimler açısından dahi inandırıcılık kazandırdı. Uyuyanlar irkildiler; toplumun sömürülen ve ezilen kesimlerinin öfke, istek ve duyguları dile getirildi. “Bu memlekette bir şey değişmez” diyenler, “İyi, yeni ve güzel şeyler oluyor” demeye başladılar. İşte 26 Mayıs 2010 grevi bu direnişlerin devamı olmalıdır. Haklı mücadelemiz için bir arada yürümek bir arada olmak zorundayız. Hepinizi 1 Mayıs tertip komitesi adına sevgi ve saygıyla selamlıyor, hepimize kolay gelsin diyoruz. 1 Mayıs 2010.
TÜRK-İŞ, DİSK, HAK-İŞ, KESK, T.KAMU SEN, MEMUR-SEN, TMMOB, ADANA TABİP ODASI adına
Güven BOĞA
1 Mayıs Tertip Komitesi Başkanı
Yoksulluğun, işsizliğin, göçün, eğitimsizliğin, fuhuş’un, uyuşturucu kullanımının, aile içi ve toplumsal şiddetin, namus ve töre cinayetlerinin pençesinde kıvranan annelerimizi, anneler günü ile avutmak mümkün mü?
BASINA VE KAMUOYUNA
Her yıl Mayıs ayının ikinci Pazar günü kutlanan anneler gününde annelik bir yandan tüketim kültürünün aracına dönüştürülürken, diğer yandan da toplumsal, ekonomik ve politik bağlamlarından koparılıyor.
Kadınlar ve Anneler Eşitsiz Bir Dünyada Yaşıyorlar
Dünyanın her yanında kadınlar, kadın oldukları için ayrımcılığa uğruyorlar; şiddet görüyorlar. Her geçen gün dünyamızda zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum büyüyor. Ama dünyanın her yerinde yoksulların en yoksulu kadınlar ve milyonlarca kadın okuryazar değil. Her yıl yüz binlerce kadın önlenebilir sağlık sorunlarından dolayı yaşamını yitiriyor. “Namus”, aşk ya da ihtiras adına işlenen cinayetlere kurban gidiyorlar.
Yoksulluğun, işsizliğin, göçün, eğitimsizliğin, fuhuş’un, uyuşturucu kullanımının, aile içi ve toplumsal şiddetin, namus ve töre cinayetlerinin pençesinde kıvranan annelerimizi, anneler günü ile avutmak mümkün mü?
Ülkemizde kadınların yarısından fazlası aile içi şiddete maruz kalmaktadır ve aile içi şiddete maruz kalan kadınların yarısından fazlasında da intihar eğilimi görülmektedir.
Savaşın şiddetini iliklerine kadar yaşayan bir anneyi hangi kapitalist tüketim ürünü mutlu edebilir? Bu nasıl bir iki yüzlülüktür?
Savaşlarda çocuklarını yitiren anneler her dilden ağıtlar yakıyorlar. Çağımızı kuşatan milliyetçilik, ırkçılık ve militarizm kadınların bedenlerini de birer savaş alanına çevirdi.
Aile içinde kadının ikincil statüsü, erkeğin emirlerine itaat etme ve saygı gösterme yükümlülüğü, erkeğe hizmet sorumluluğu toplumsal bir gerçeklik olarak varlığını etkin bir şekilde sürdürürken anneleri yapay bir günle mutlu etmek mümkün mü?
Ülkemizde cennet annelerin ayaklarının altına serilir. Ama öte yandan da kadınların akıllarının kısa olduğu söylenir.
Kadınlara seçme ve seçilme hakkının en erken verildiği ülkelerden biri olmakla övünülen ülkemizde kadınların parlamentodaki temsili içler acısıdır. Kamu kurum ve kuruluşlarının üst yönetimlerinde kadınlar yok denecek kadar azdır.
Kadın ve çocuk emeği sömürüsünün hiçbir sınır tanımadığı bir dünyada bütün sorunlardan arınmış bir “annelik” hali düşünülemez!
Ülkemizde Çalışan kadınların sektörler arasındaki dağılımına baktığımızda ise yaklaşık dörtte üçü (%72) tarımda, %10’u sanayide, %18’i hizmetlerde olduğunu görüyoruz.
. 6 milyon çalışan kadının yalnızca %18,7’si sosyal güvenlik kapsamındadır. Tarım sektöründe çalışanların sadece yüzde 4’ü sosyal güvenlik kapsamındadır. Kentlerde ise çalışmak isteseler bile yeterli istihdam olanağı bulamazlar.
En temel insan hakkı olan eğitimin, sağlığın ve sosyal güvenliğin paralı hale getirildiği, zenginle yoksul arasındaki uçurumun çığ gibi büyüdüğü bir ülkede anneleri bir günle mutlu etmek mümkün mü?
Çalışan kadınların önemli bir kısmı anne olduklarında işlerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Devlet kreş konusunda sorumluluğunu yerine getirmiyor. Bu bedelini ise anneler ödemektedir. Çünkü ülkemizde çocuk bakımı hala kadın işi olarak görülmektedir.
Çalışan kadınlar çoğunlukla süt izinlerini kullanamıyorlar. Nitekim eğitim işkolunda çalışan annelerin bu haklarını kullanmaları okul müdürlerinin insafına bırakılmıştır.
Ülkemizde kadınların yüzde 20’ye yakını halen okuryazar değildir. Ve okul çağına geldiği halde okula gönderilmeyen kız çocuklarının oranı yüzde 12’yi geçmektedir.
Ülkemizde dünyaya gelen her bin bebekten 15.2’si daha doğar doğmaz yaşamını yitirmektedir.
Zorunlu göç nedeniyle, şehirlerin varoşlarında yoksulluğa ve yoksunluğa mahkum edilen milyonlarca kadın yaşama mücadelesi vermektedir.
Antidemokratik uygulamaların her geçen gün tırmandırıldığı, çocuklarının çatışmalarda öldüğü, sokaklarda linç edildiği bir dünyada, çocuklarının yaşam ve geleceği kaygısını yaşayan anneleri “anneler günü” ile avutmak mümkün mü?
İnsanın metalaştırılmasını, rengine, cinsiyetine, dinine, diline, göre ayrılmasını, düşmanlık siyasetini kabul etmiyoruz.
Bunun için:
•Cins ayırımcı yasaların ve uygulamaların ortadan kaldırılmasını, çalışma yaşamına eşitlik, iş güvencesi ve sosyal güvence getirilmesini,
•Kadının ev içi üretimin görünür kılınması yönünde politikalar geliştirilmesini,
•Eşit, parasız ve nitelikli eğitim ve sağlık ve sosyal güvenlik olanaklarının yaratılmasını,
•En az 50 çalışanın bulunduğu işyerlerinde ve 50’den az çalışanın bulunduğu işyerleri için çalışma alanına yakın ortak bebek bakım üniteleri ve kreşlerin açılmasını,
•Doğumdan dolayı ücretsiz izne ayrılan kamu çalışanı kadınların, izinde geçen sürelerinin emekli keseneklerinin devlet tarafından ödenmesini ve emeklilikten sayılmasını,
Eğitimde cinsiyetler arasında eşitliği sağlamaya yönelik etkili mekanizmaların geliştirilmesini,
İLO’nun “Aile Sorumlulukları Olan Kadın Ve Erkek İşçilere Fırsat Ve Davranış Eşitliği Sağlanması”na ilişkin 156 sayılı sözleşmesinin, “Annelerin Korunmasına” ilişkin 183 sayılı sözleşmesinin ve 191 sayılı önerisinin ülkemiz tarafından onaylanması ve uygulanmasını istiyoruz. Saygılarımızla. 8.05.2010
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına
Güven BOĞA
Şube Başkanı
İlimizde 26 Mayıs Grevi Çukurova Üniversitesinde Saat: 09.00 Eğitim Sen, SES ve DİSK- Dev Sağlık İş ortak açıklama yaptıktan sonra Eğitim Sen Üyeleri İsmet İnönü İlköğretim Okuluna Bu İşyerinde GREV var pankartı asarak basın açıklaması gerçekleştirmişlerdir, Saat:11.00'de BES Adana şubesi SGK önünde Basın açıklaması ve Saat:11.30'da Eğitim Sen Önünde Toplanan Demokratik kitle örgütleri siyasi partiler Atatürk caddesi ve gazipaşadan yürüyerek Uğur Mumcu meydanında Hastaneler Kavşağından yürüyüşe katılan SES, DEv Sağlık İş Adana Tabip Odasıyla kortej birleştikten sonra basın açıklaması gerçekleştirilmiştir. Ortak basın açıklaması KESK Dönem Sözcüsü ve Eğitim Sen Şube Başkanımız Güven BOĞA tarafından okunmuştur. Açıklamanın ardından halaylar çekildikten sonra eylem sona ermiştir. Yürüyüşlere toplam 1200 kişi katılmıştır.
Eylem Fotoğrafları İçin Tıklatın
GÜVENCESİZLİĞE VE ESNEK ÇALIŞMA UYGULAMALARINA KARŞI GREV’DEYİZ!
Bizler, daha dün Zonguldak’ta toprağın altında kalan maden işçileri için; iş için; ekmek için; güvenceli çalışma koşulları için; özgürlük için; demokrasi için; baskısız, insan onuruna yaraşır bir yaşam için birlikteyiz. Haklarımız ve özgürlüklerimiz için dayanışma içindeyiz. Adalet, eşitlik, demokrasi ve sendikal haklarımız için omuz omuzayız.
Bugün ülkemizde emekçilerin yarısı kayıt dışında, kuralsız, güvencesiz çalışıyor. Esnek çalışma biçimleri kural haline geliyor, 4-C, 4-B, 50-D uygulamalarına, kölelik düzenine mahkum ediliyor. Sendikasızlaştırma yaygınlaşıyor, sendikal örgütlenmenin önüne engel üzerine engel çıkarılıyor. Örgütlenen emekçiler işten atılıyor. Başta madenler ve tersaneler olmak üzere, iş kazası adı verilen cinayetler önlenmiyor, önlenemiyor.
Biz özgürlük, eşitlik, barış ve demokrasi istiyoruz. Maden kazalarının “kader” olarak görülmediği bir ülke istiyoruz. Yarınlarımıza güvenle bakmak için işsizliğin ve yoksulluğun kökünün kazınmasını istiyoruz. Tüm emekçilerin grevli toplu sözleşmeli sendikal haklarının anayasal güvenceye kavuşturulduğu bir ülke için sesimizi yükseltiyor, özgürlükten, eşitlikten, barış ve demokrasi taleplerimizden geri adım atmayacağımızı haykırıyoruz.
Biz, sokaklarında linç çetelerinin hüküm sürdüğü bir ülke, ırkçı, ayrımcı, şoven, cinsiyetçi ideolojilerin kuşattığı bir devlet istemiyoruz.
Biz, üretenlerin, emekçilerin açlığa, işsizliğe, sefalete itildiği, örgütlenmeye çalışanların baskı gördüğü, hak arayanların şiddete maruz kaldığı bir ülke istemiyoruz.
Biz, emekçilerin % 41’inin güvencesiz, kayıt dışı çalıştırıldığı, özelleştirmelere maruz bırakıldığı, taşeron sistemi adı altında kölelik ücretlerine zorlandığı, 10-12 saat çalışma saatlerinin normal görüldüğü bir ülke istemiyoruz.
Biz, milyonlarca emekçinin insanlık dışı bir asgari ücret dayatması altında yaşadığı, eğitim ve sağlık hizmetlerinin paralı hale getirildiği, emeklilerin geçim sıkıntısından bezdirildiği bir ülke istemiyoruz.
Biz, tüm yasa ve uygulamaların sermayenin talepleri etrafında şekillendiği, her şeyin para ve piyasa mekanizmalarına terk edildiği bir ülkede yaşamak istemiyoruz.
Biz;
Başta 4-C olmak üzere güvencesiz, kuralsız, esnek tüm istihdam uygulamalarından vaz geçilmesini ve bu alandaki yasal düzenlemelerin değiştirilmesini; İş güvencesinin çalışma yaşamında temel bir hak olarak uygulanmasını; Geçici işçiliği bir kölelik düzeni olarak yaygınlaştıran ve kamuoyunda “kiralık işçilik” olarak bilinen düzenlemenin yasalaştırma girişimlerinden tümüyle vaz geçilmesini; Taşeronlaşma girişimlerine son verilmesini istiyoruz.
Çalışma hayatını düzenleyen yasaların ILO normlarına uyarlanmasını; Çalışanların örgütlenmesi önündeki engellerin kaldırılmasını; Kamu çalışanlarının grevli, toplu iş sözleşmeli sendika hakkının güvence altına alınmasını istiyoruz.
Avrupa Sosyal Şartı’nın örgütlenme ve toplu pazarlık hakkını düzenleyen 5. ve 6. maddelerine konulan çekincenin kaldırılmasını istiyoruz.
· Kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldıracak her türlü yaklaşımdan vaz geçilmesini istiyoruz.
· İşçilere ait olan İşsizlik Sigortası Fonu’nun amacı dışında kullanılmamasını istiyoruz.
· Kriz fırsatçılığı yapılarak emek haklarının gaspedilmemesini istiyoruz.
· Asgari ücretin “insanca yaşamaya yeterli ücret” olarak belirlenmesini istiyoruz.
· Çalışma hayatının sözleşme biçimleri, çalışma süreleri ve ücret yönünden insan onuruna yakışır iş temelinde düzenlenmesi için gerekenlerin yapılmasını istiyoruz.
· İş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin iş cinayetlerini de önleyecek şekilde yasal güvenceye kavuşturulmasını istiyoruz.
· Sağlık hakkının temel insan hakkı kapsamında değerlendirilerek uygulamadaki katılım ve katkı payından vaz geçilmesini istiyoruz.
· Hükümetin çalışma hayatıyla ilgili tüm konularda sendikaların görüş ve önerilerini dikkate almasını ve bu doğrultuda etkin girişimde bulunmasını istiyoruz.
· Uygulanacak ekonomik politikaların sermayeye kaynak aktarımı yerine emekçiler için istihdam yaratacak yatırımlara yönlendirilmesini istiyoruz.
İşte bu yüzden bugün GREV’deyiz.
Özgür, eşitlikçi, barışçı demokratik bir ülkede yaşamak, çocuklarımıza onurlu bir gelecek sunmak için bugün GREV’deyiz!
Yaşasın 26 Mayıs Grevimiz
Yaşasın Emek, barış ve demokrasi mücadelemiz!
DİSK - KESK - ADANA TABİP ODASI - TMMOB
Kurumlar Adına KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Güven BOĞA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Dahası...
BARIŞA HASRET TOPRAKLAR ORTADOĞU VE FİLİSTİN İŞGAL ALTINDA
İSRAİL’İN KATLİAMINI VE İSKENDERUN’DA ASKERLERE YAPILAN SALDIRIYI ŞİDDETLE KINIYORUZ
Arap coğrafyası içinde sahip olduğu zengin topraklarla tüm dikkatleri üzerinde toplayan Filistin, üç büyük dinin merkezi olmasına rağmen tarih boyunca barış ve huzur yüzü görmedi.
Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler için ''kutsal ve her ne sebeple olursa olsun vazgeçilemeyecek topraklar'' niteliği taşıyan Filistin, bugün dünyanın en karmaşık ve renkli bölgelerinden birisi.
İsrail savaş hukuku kurallarını dahi hiçe sayarak işgal ettiği kentlerin altyapılarını, köprüleri otoyolları, enerji ve su kaynaklarını, yardım gemilerini bombalamaktadır.
İsrail yardım gemilerine saldırdı: 16 ölü
Gazze'ye yardım götüren uluslararası yardım konvoyuna sabaha karşı uluslararası sularda İsrail askerlerinin saldırısı İsrail’in gerçek yüzünü tüm dünyaya göstermiştir. Saldırıda ana hedef "Mavi Marmara" adlı yardım gemisi oldu. Gemiye helikopterlerden halatlarla inen İsrail askerlerinin çevreye ateş açmasıyla gemide bulunanların katledilmesinin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Bu emri verenlerin de içinde yer aldığı ve bu katliamda yer alan askerlerin uluslar arası savaş suçlularının yargılandığı mahkemelerde yargılanmalarının yolu açılmalıdır.
Bu saldırı ve işgal politikalarının temelinde ABD- İsrail ittifakının Ortadoğu’yu yeniden yapılandırma hedefleri yatmaktadır. ABD- İsrail kendisine düşman gördüğü tüm unsurları yok etmeyi hedeflemektedir. İsrail saldırılarında. Tüm dünyanın gözü önünde bunlar gerçekleşirken Birleşmiş Milletler(BM) Güvenlik Konseyi’nde İsrail’i kınayan karar tasarısı ABD tarafından sürekli veto edilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti ve AKP hükümetinin yaşanan katliam ve işgal politikalarının durması için yapacağı çok şey vardır. Öncelikle İsrail’le olan askeri ve sivil işbirliğine son verilmesi gerekmektedir.
Çatışmalar Son Bulsun, Analar Ağlamasın, Çocuklar Öksüz Kalmasın
Türkiye, çalkantılı bir sürecin içinden geçmektedir. Hatay'ın İskenderun İlçesi’nde Deniz Üs Komutanlığı’na bağlı İkmal Destek Komutanlığı’na yapılan saldırıda 6 askerin ölümü 9 askerin yaralanması olayı Türkiye’de ki barış ortamının bozulmasına dönük bir provokasyondur.
Yaşamlarının baharında olan, aileleri yoksulluğun pençesinde ayakta kalma savaşı veren bu genç insanlar, geride gözü yaşlı analar, eşler ve çocuklar bırakmaktadır. Bu kan, bu gözyaşı, toplumsal hafızada silinmeksizin biriken bu acılar artık yerini çözüme ve barışa bırakmalıdır.
Unutulmamalıdır ki toplumumuz barışa büyük özlem duymakta, acılara ve akan kana son verilmesi için gerekli adımların atılmasını beklemektedir. İntikam çığlıklarının, savaşların ve bombaların sorunları çözmek yerine daha da derinleştirdiği ve çözümsüzlüğü dayattığı ortadayken, infial ve linç kampanyalarına izin vermemek en büyük sorumluluktur. Toplumda artan öfke ve linç psikolojisinin halklar arasında düşmanlığa izin verecek düzeye getirilmemesi ve önlenmesi en büyük öncelikler arasında yer almalıdır.
Bu çerçevede, alınacak her türlü kararda aklıselim galip gelmeli, halkları birbirine düşmanlık çizgisine çekecek kışkırtmalardan kaçınılmalıdır. Türkiye’nin, İran’ın ve Kuzey Irak’ın ABD eliyle bir bölge savaşında ön cephe haline getirilmek istendiği, bölgede çatışmanın daha da artması, ABD’nin bölgeyi içine düşürmek istediği belirsizlik ve kaos ortamına hizmet edecektir. Bu ortamda, sorunları demokrasi ve barış kültürü çerçevesinde halkı bütünleştirerek çözme yolunda irade koymak emperyalist oyunu bozacak, oyunun uzantılarını da çaresiz bırakacaktır.
İsrail ve İskenderun’da askerlere yönelik yapılan saldırı sonucu ölenlerin ailelerine başsağlığı yaralılara acil şifalar diliyoruz.
KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU adına Güven BOĞA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
BARIŞ KONVOYUNA VE BARIŞ’A SIKILAN HER KURŞUN HALKLARIN ÖFKESİNİ ARTTIRACAKTIR.
İsrail’in İnsani Yardım taşıyan gemi Konvoyuna yönelik operasyonu karşısında dehşet içindeyiz. Yapılan operasyonun en temel insani değerleri bile çiğnemeyi göze alan, katliamları, öldürmeyi bir politika olarak gören İsrail Hükümeti’nin tarihe yazdığı bir utanç sayfası olarak görüyoruz. İsrail'in bu saldırgan tutumunu "haklı göstermek" için yapacağı hiçbir "izahat" şiddeti, insan öldürmeyi anlaşılır kılmaz. Bu durum yalnızca İsrail’in Filistin halkı üzerinde on yıllardır süren işgal ve abluka siyasetinin geldiği insanlık dışı boyutunu görünür hale getirir. Gazze’ye gıda ve ilacın erişimine dahi tahammül etmeyip, açık denizde yardım gemisine saldırarak insanları öldürmek bir insanlık ayıbıdır.İsrail devletinin denizin ortasında askerleri aracılığıyla sivil gemilerdeki insanlara yaptığı saldırının dünyadaki en yetkili kurullardan başlayarak her düzeyde kınanması gerekmektedir. İsrail uyguladığı kör şiddetin karanlığını derhal hissetmelidir.Gerçek ölü ve yaralı sayısının ne olduğu bilgisi bile hükümetçe hala öğrenilememiş olması tam bir zafiyettir. Ölü ve yaralı sayısının artabileceği endişelerimizi arttırmaktadır. İsrail sivilleri hedef alarak, insan hayatına kayıtsızlığını ve barışçı girişimlere yönelik tahammülsüzlüğünü bir kez daha kanıtlamıştır. İsrail’in bu insanlık dışı uygulamalarını şiddetle kınıyoruz.
İsrail’in etnik arındırmaya, sürmeye ve yurdundan etmeye dayalı baskı politikaları yeni değildir. Yakın tarih İsrail’in Filistin halkına karşı uyguladığı sayısız katliamların tarihidir. Üstelik İsrail bu politikalarını başta ABD olmak üzere dünyanın egemen ülkelerinin kollaması altında sürdürebilmektedir.Savaştan, inkardan ve imhadan medet umanların, barış fırsatlarını ellerinin tersiyle itenlerin İsrail’in bu insanlık dışı yüzüne karşı alacakları tutum samimiyet ve tutarlılıktan yoksundur. Bir yandan Davos’ta sergilenen “one minute” gibi showlarla halkın Filistin halkına yönelik dayanışma duygularını okşayan, öte yandan sayısız askeri ve ekonomik projede İsrail’le işbirliği halinde olanların alacağı tavır ancak timsah gözyaşı olarak görülebilir.Tüm halkların özgürlüğü ve barış içerisinde bir arada yaşama perspektifi olmayan, üstelik bölgede ABD ve İsrail’le köklü partnerlik ilişkileri içinde olan bir hükümetin başka türlüsünü yapması da mümkün değildir.
Türkiye kamuoyu olarak infial duygumuzun doğru adreslere ve insani duyarlılığın güçlendirilmesine hizmet edecek tarzda gösterilmesi önemlidir. Bunun için BM başta olmak üzere uluslararası kamuoyunun baskısı gündeme gelmelidir. Değerli basın; Aynı zamanda gündemimize bomba gibi düşen ikinci bir acı olay da İskenderun’dan geldi. İskenderun’da yapılan saldırı sonucu 7 insanımızı kaybettik. Üzüntümüz büyüktür.
Ölenlerin yakınlarına baş sağlığı diliyor, yaralıların ise en kısa zamanda iyileşmelerini ümit ediyoruz. Her türlü saldırıyı ve şiddeti bir kez daha lanetliyoruz. Bu güne kadar Kürt sorununu salt askeri operasyonlarla çözme eğilimi sonuç vermediği gibi sınır ötesi operasyon, çatışmaların kalıcılaşması ve yaygınlaşması ihtimalini de beraberinde getirecektir.
Üzerinde yaşadığımız coğrafya da halklar arasında güven ve kardeşlik duygularının güçlenmesine hizmet etmeyen her tutum, telafisi imkansız yaralar açacak ülke içinde de toplumsal gerilimi tırmandıracaktır.Türkiye'de demokrasiden, barıştan, eşit koşullarda bir arada yaşamaktan ve adaletten yana tüm demokrasi güçlerine düşen görev toplumun sağduyulu olmasını sağlamaya, provokasyonları önlemeye, her türlü şiddete karşı tutum almaya, barışa ve demokrasiye sahip çıkmaya davet ediyoruz.
Gerçek ve kalıcı bir barışın şiddetten değil hak ve özgürlüklerin herkes tarafından eşit kullanımından geçtiğine inanıyoruz.
Saygılarımızla. 01.06.2010
Kurumlar Adına
Dr.Rıza METE
Adana Tabip Odası Başkanı
DİSK-KESK-TMMOB-ADANA TABİP ODASI
ÖĞRETMENLER İŞSİZ, OKULLAR ÖĞRETMENSİZ.
YAPILAN ATAMALAR İSE TAM BİR KOMEDİ
Değerli basın, değerli eğitim ve bilim emekçileri ve kurum temsilcileri;
AKP’nin iktidarda olduğu son 8 yılı aşkın sürede, eğitimde oluşan öğretmen açıklarına paralel olarak, güvencesiz istihdam edilen öğretmen sayısında tam bir patlama yaşanmıştır. Bununla birlikte, kalabalık sınıf mevcutları, ikili eğitim, birleştirilmiş sınıf ve taşımalı eğitim uygulaması nedeniyle resmi ağızlardan açıklanan verilerle bile 140 binin üzerinde olduğu tespit edilen öğretmen açığının, gerçekte bu rakamın çok daha üstünde olduğu; Normal eğitim yapıldığı düşünülerek hesaplandığında 400 binlere çıktığı biliniyor. Üstelik mevcut öğretmen açığını kapatabilecek 327 bin işsiz öğretmen olmasına karşın Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen atamalarındaki cimri tutumu dikkat çekicidir.
2007 yılında kadrolu atanan öğretmen sayısı 19.029 olarak gerçekleşmiş, bunların 4.330’ü sözleşmeliyken kadroya geçmiştir. Yine 2008 yılında 20.093 kadrolu öğretmen atanmış ancak bunlardan da 7.255 tanesi sözleşmeliyken kadroya geçmiştir. 2009 yılında ise 12 bin civarında öğretmen kadrolu olarak atanmış, bunların da 7.037 tanesi sözleşmeliyken kadroya geçmiştir. Bütün bu rakamlar Bakanlık tarafından açıklanan kadrolu ataması yapılan öğretmen sayısının yanıltıcı olduğunu bir kez daha açığa çıkarmıştır.
Bu gün Ülkemizdeki eğitim fakülteleri her yıl yaklaşık 50 bin mezun vermektedir. 2005 yılında mezun sayısı 44 bin iken KPSS’ YE müracaat eden işsiz öğretmen sayısı 173 bin olmuştur. 2009 yılında mezun sayısı 49 bin iken KPSS’ YE müracaat edenlerin sayısı 244 bine çıkmıştır. 2010 yılında KPSS’ YE girecek ataması yapılmayan öğretmenlerin 300 bini geçmesi kaçınılmazdır. 2002 yılında 42 bin kadrolu öğretmen ataması yapıldıktan sonra iktidara gelen AKP Hükümeti döneminde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan öğretmen atamaları, ihtiyacı ve beklenen rakamların çok altında kalmış, öğretmen adayları sürekli bir beklenti içerisine sürüklenerek sorun çözülememiştir.
Hepimiz farkında mıyız gerçekten? Kamuda iş güvencemizin kaldırılacağının, ücretlerimizin daha da kısılacağının, emekliliğin bir hayal haline geleceğinin, çocuklarımızın güvenli bir geleceğe yelken açacakları günlerin daha da uzaklaşacağının farkında mıyız?
Etrafımıza baktığımızda şunu görüyoruz: Artık sadece "öğretmen" yok. Sözleşmeli öğretmen var, ücretli öğretmen var; vekil öğretmen, dershane öğretmeni, uzman öğretmen var, başöğretmen var.
Yeni bir piyasacı düzen kuruluyor. Bu düzende aynı işi yapanlar aynı haklardan yararlanamıyor. Çünkü aynı işi yapsan da güvencelerin ortadan kaldırılıyor. Artık kamuda tüm çalışma ilişkileri, piyasa koşullarına uyarlanıyor. İşte şimdi kendimize sorular sormanın ve karar vermenin eşiğindeyiz: Piyasada iş güvencesi var mı? İş güvencesinin olmadığı yerde nitelikli kamu hizmeti olur mu? İş güvencesinin olmadığı yerde kamu hizmeti mi önceliklidir yoksa parası olan müşterinin memnuniyeti mi?
İşyerinde aynı havayı soluduğun emekçilerin neler yaşadığını biliyor musun?
• İşyerinde çalışan hizmetli-memur emekçilerin birkaçının dışında hemen tamamı güvencesiz, taşeron çalıştırılıyor.
• Birlikte aynı işi yaptığın ücretli öğretmen arkadaşın düşük ücretle çalışıyor ve sosyal haklardan, sağlık hakkından yararlanamıyor.
• Sözleşmeli arkadaşın bir çok sosyal hakkından mahrum olarak çalıştırılıyor.
• Her sabah günaydın dediğin ücretli öğretmeni bir dahaki yıl işyerinde göremiyorsun.
• Okul aile birlikleri aracılığıyla velilerimizden bağış adı altında kayıt parası toplanıyor, parası olmayan veliye okulda temizlik yaptırılıyor.
Bu gün tekel işçilerinin fabrikalarını satıp, işçileri kapının önüne koyanlar, ücretlerini yarı yarıya düşürüp istedikleri zaman işten çıkarabilecekleri şekilde 4-C statüsüne mahkum edenler, yarın senin de işyerini satıp, senin ve çocuğunun geleceğini haramzadelerin insafına terk edecek.
Hazırlıklı mısın? Ve işkolumuzda giderek ağırlığını hissettiren bu esnek, güvencesiz çalıştırma biçimleri gün gibi ortadayken, kendimizi daha ne kadar "güvende" hissedebiliriz? Bir iş kolunda sadece bir emekçi bile güvencesiz şartlarda çalıştırıldığında, geride kalan on binler kendisini ne kadar "güvende" hissedebilir gerçekte?
Değerli basın, değerli eğitim ve bilim emekçisi,
Bu soruları sormak zorundayız. Yüz binlerce öğretmen işsiz. Ataması yapılmadığı için sefalet koşullarında yaşıyor. Derslikler boş. Öğretmen açıkları yüz binlerle ifade ediliyor. Bize kaynak yok diyenler, dershanelerin tümünü özel okula çevirmek için, her türlü arsa, arazi, vergi indirimi gibi teşviği özel çıkar sahiplerine sağlayacağını beyan etmekten bile çekinmiyor.
Kamu emekçilerinin birbirlerinin rakibi haline getirilmek istendiği bir dönemde, birbirimize karşı değil, birbirimize rağmen değil; ama birbirimize yaslanarak tehditleri bertaraf, saldırıları tersyüz edebiliriz.
Şimdi örgütlenirsek, örgütlü mücadeleyi yükseltirsek saldırıyı durdurabiliriz.
Güvencesiz çalışmaya karşı duruş, ancak örgütlenmekle mümkün. Sesimize ses, gücümüze güç, haklarımıza hak katmak için Eğitim Sen'de örgütlenelim.
TALEPLERİMİZ !
· Esnek ve güvencesiz çalıştırma biçimlerine son verilmeli, sözleşmeli öğretmenler derhal kadrolu hale getirilmelidir.
· Ücretli öğretmenlerin kadrolu olarak atamaları yapılmalıdır.
· KPSS gibi öğretmenlik onurunu zedeleyen, öğretmenliği sadece ucuz ve güvencesiz bir işe dönüştüren sınav sistemi derhal kaldırılmalıdır.
· Eğitim iş kolunda çalışan bütün öğretmenler çalışmaya başladıkları ilk günden itibaren sağlık hizmetinden ücretsiz yararlanmalıdır.
· Eğitim iş kolunda çalışan tüm hizmetli, memur ve diğer personelin özlük ve sosyal hakları iyileştirilmeli, güvencesiz ve esnek çalıştırma biçimleri sona erdirilmelidir.
· Farklı statülerde çalışan öğretmenler arasında ayrımcılık yapılamaz, ücretli ve sözleşmeli öğretmenler de indirimli ulaşım (paso) hakkına sahip olmalıdır.
· Dershaneler istihdam koşulları açısından Milli Eğitim Bakanlığının yanı sıra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca da sıkı bir şekilde denetlenmeli, dershane öğretmenlerinin kölelik koşullarında çalışmalarının önüne geçilmelidir. Sigortasız çalıştırma, borç senedi imzalatma, işe başlarken tarihsiz istifa dilekçesi yazdırma uygulamaları karşısında cezai müeyyideler hayata geçirilmelidir.
· Olabilecek tüm hukuksal mekanizmaları devreye sokularak "meslekte eşitlik", "eşit işe eşit ücret" ilkelerinin ihlali engellenmelidir. Saygılarımızla. 04.06.2010
Güven BOĞA
Şube Başkanı
KÖLELİK DÜZENİ DEĞİL, TOPLU SÖZLEŞME; 657’DEKİ DEĞİŞİKLİĞE HAYIR!
657 SAYILI YASADA YAPILMASI PLANLANAN DEĞİŞİKLİK KABUL EDİLEMEZ!
657 sayılı Kanunda yapılması düşünülen değişiklikler çalışma barışını kökten dinamitleyecek bir girişimdir. Tasarının getirdiği Avrupa Konseyi ve uluslar arası sözleşmelerin gereği olarak getirilmesi zorunlu kimi haklar ve iyileştirmeler ise yasa değişikliğinin gerçek niyetini gizlemeye yöneliktir. Bu tasarıyla mevcut kamu yönetimi kökten değişecek, kamu hizmetinin niteliği düşecek ve kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldıran esnek çalışma düzeni getirilecektir.Tasarının ayrıntılarına baktığımızda siyasi iktidarın kamuda esnek ve güvencesiz çalışmayı, performansı ve siyasi kadrolaşmanın önünü açmayı hedefleyen yaklaşımını görüyoruz.Bu tasarıyla yapılmak istenen değişiklikleri kamu emekçilerinin kabul etmesi, sineye çekmesi mümkün değildir. Bu Tasarı Neleri Getirmektedir?
- Tasarıda Kamu Üst Düzey Yöneticilerinin Özel Sektörden Atanmalarının Yolu Açılarak Kamu Yönetimi Yandaş Ve Kamu Hizmetine Yabancı Kişilerin Emrine Sokulmaktadır.
- Tasarı Esnek İstihdamın Kapısını Aralamaktadır
- Tasarıda Sicil Sistemi Tamamen Yürürlükten Kaldırılarak Performans Sistemine Geçilmektedir
Böylece idareciler çalışanlar arasına husumet sokarak, rekabet ve huzursuzluk yaratacak böylelikle kendini destekleyen ya da siyaseten kayırmak istediği kişilere ödül verebileceklerdir. Kayırmacılığı esas alan bu başarı ve ödül sistemi kabul edilemez.
- Tasarıda Kamu Görevlilerinin Görevine Son Verme Kolaylaştırılarak Güvencesiz Çalıştırma Sistemine Geçilmiştir
Tasarı kamuda çalışma düzenini mevcut halinden daha fazla hiyerarşik hale getirmeyi; kamu emekçilerini amirler karşısında el pençe divan durdurmayı hedeflemektedir.
- Tasarı 4-B ve 4-C Statüsünde Çalıştırılan Kamu Emekçilerini Ayrımcılığa Tabi Tutuyor
Tasarı Avrupa Konseyi ve uluslar arası sözleşmelerin gereği olarak getirilmesi zorunlu kimi haklar ve iyileştirmeler konusunda 4-B ve 4-C statüsünde çalıştırılan kamu emekçilerini kapsam dışında tutuyor. Doğum izni, süt izni ve mazerete ilişkin izinlerden bu durumdaki emekçiler yararlandırılmayarak ayrımcılığa tabi tutuluyor.
· Tasarı Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğini Gidermekten UzaktırTasarı ebeveynlik haklarıyla ilgili olumlu değişiklikler içermekle birlikte kamu emekçilerinin en temel talebi olan doğum sonrası ücretli izinin süresini arttırmamıştır. 8 Hafta olan bu iznin en az 16 hafta olması gerekmektedir. Ayrıca ücretsiz izinle ilgili maddeye ücretsiz izinde geçen sürelerde her türlü özlük ve emeklilik haklarının korunacağı hükmü getirilmelidir. Çocuk bakımının devletçe üstlenilmesi yasal güvenceye kavuşturulmalıdır.
· Tasarının Getirdiği Uzmanlık Sistemi Objektif Ölçülerden UzaktırTasarıda uzmanlık sistemi ile ilgili getirilen sözlü sınava (mülâkat) ilişkin koşullar objektif ölçülerden uzaktır. Ayrıca kayıt altına alınmaması söz konusudur. Danıştay’ın kayıt altına alma yönündeki hükmünü ortadan kaldıracak şekilde, kayıt tutulmayacağının özellikle belirtilmesi, sözlü sınav adı altında kayırmacılığın yolunun açılması demektir. Ayrıca sözleşmeli uzmanlık anlayışı hakim kılınarak kamu emekçileri arasındaki ücret makasının derinleştirilmesi hedefleniyor.
· Tasarı Sendikal Haklar Konusunda Mevcut Kazanımları Yok Etmeyi Hedeflemektedir399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14. Maddesine daha önce yer almayan “Grev Yasağı” getirilmiştir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin ve ILO komitelerinin açık kararlarına karşın bu biçimde getirilen grev yasağı Anayasanın 90. Maddesini ve uluslar arası hukuku hiçe saymaktır. Anayasa değişiklik paketine eklenen toplu sözleşme hakkı grev hakkıyla bir bütündür; bunların bölünmesi Anayasanın 13. Maddesindeki hakkın özünü ortadan kaldırma yasağını da ihlal eder.
· Tasarı Sendikal Örgütlenmenin Özüne Aykırı Olarak Toplu Görüşme Ödeneği Uygulamasını Geri Getirmektedir Tasarı sendikalı kamu emekçilerine Geçici 58. Madde ile 4688 Sayılı yasaya eklenen TOPLU GÖRÜŞME ÖDENEĞİ verilmesini ön görmektedir. Hükümet bu yolla daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen uygulamayı Anayasa Mahkemesi kararını hiçe sayarak yandaş sendika yaratma ve bunu nemalandırma amacıyla sendika hukukuyla bağdaşmayacak bu düzenlemeyi bir kez daha gündeme getirmiştir. Sendikalar emekçilerin öz örgütleridir ve bu nedenle işverenden bağımsız olmaları esastır. Bu nedenle sendikalar sadece üyelerinin kendi gelirlerinden ödeyecekleri aidatlar sayesinde ayakta kalmalıdır. Ayrıca bilindiği gibi toplu görüşme ödeneği uzun zamandır Memur Sen tarafından her fırsatta talep edilmektedir. AKP iktidarı döneminde % 900’lere varan üye artışlarıyla yetkili konfederasyon haline gelen Memur Sen’in bu talebinin tasarıda yer alması diğer konfederasyonlardan gizlenen tasarının bu konfederasyonla paylaşılmış olduğu kuşkusunu doğurmaktadır. Emekçilerin siyasi iktidarın bu tasarısını kabul etmeleri mümkün değildir. Kuşkusuz 657 sayılı yasada değiştirilmesi gereken pek çok hüküm vardır; ancak bunlar emekçilerin temsilcilerinin de görüşü alınarak geniş bir mutabakat ekseninde yapılmalıdır. Çünkü 657 sayılı yasa kamu emekçileri açısından bir üst sözleşme niteliğindedir. Bu nitelikte bir yasa tek yanlı dayatmayla değiştirilemez.
Tasarı kamu emekçilerinin grev ve toplu sözleşme hakkını tamamen ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Sendikalarımızı bir dernek haline getirmeyi, emekçileri eylemden, hak aramak ve taleplerini dile getirmekten yıldırmayı hedeflemektedir. İş güvencesine sahip çıkmak için, insanca yaşamak için, mevcut kazanımlarımızı kaybetmemek için gücümüzü birleştirelim. Siyasi iktidar bilmelidir ki, Kamu emekçileri olarak siyasi iktidarın bu girişimine karşı çıkıyoruz. Bu tasarının yasalaşmaması için mücadele edeceğimizi buradan ilan ediyoruz. Bunun için fiili ve meşru mücadele zeminlerinde sesimizi yükselteceğiz. 14.06.2010 Yaşasın emek, barış ve demokrasi mücadelemiz!
KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU-TMMOB-ADANA TABİP ODASI adına
Güven BOĞA
KESK Dönem Sözcüsü
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı