Üyelerimize Açılan Soruşturma ve Baskıları Bizleri Yıldıramaz
Değerli Basın ve Kamuoyuna;
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üye ve yöneticilerimiz Diyarbakır ilinde yürüttüğü sendikal faaliyetleri nedeniyle son 6 yıldır ağır baskılara maruz kalmıştır. Baskılar giderek arttırılmış, 2010-2011 eğitim öğretim yılında Diyarbakır Şube Başkanımız, önceki dönem Şube Kadın Sekreterimiz ve 40 a yakın üyemiz hakkında idari ve adli soruşturma açılmış, disiplin cezaları verilmiş, bunlardan eski kadın sekreterimiz ve şube başkanımız memuriyetten ihraç talebi ile Yüksek Disiplin Kuruluna verilmişlerdir.
Soruşturmaların ardı arkası kesilmeksizin devam etmekte, aynı üyelerimiz hakkında tekrar tekrar soruşturmalar açılarak, mükerrer durum yaratılmak istenmektedir.
Tüm bu idari işlemlere karşı yasal yollara başvurulmuş, gerekli davalar açılmıştır.Sendikamız şube yönetici ve üyeleri üzerinde devam eden bu baskılar biran önce durdurulmalıdır. Sendikal faaliyetlerimizi engelleme gayretleri bitmelidir.
Uluslar arası ve ulusal yasalarla güvence altına alınmış olan sendikal faaliyet hakkımız idari baskılarla sona erdirilmeğe, üyelerimiz idari işlemlerle cezalandırılmaya çalışılmaktadır.Bu soruşturmalar mücadelemizi hiçbir zaman engelleyemeyecektir.
Diyarbakır İlinde yürütülen bu soruşturma ve baskıları kınıyor, idarenin kararlarını gözden geçirerek bir an önce soruşturmaların geri almasını istiyoruz.
Şube Yönetim Kurulu Adına
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Şube Başkanı
2010–2011 Eğitim Öğretim Yılında Eğitimin Sorunları Katlanarak Artmış,Yaşanan Sorunlara Yine Kalıcı Çözümler Üretilememiştir!
Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin yıllardır karşı karşıya kaldığı sorunlar, 2010–2011 eğitim-öğretim yılında artarak devam etmiştir. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılı içinde, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, eğitimin çözüm bekleyen en temel sorunlarını çözme noktasında yeterince adım atılmadığı gibi, var olan sorunların artarak devam etmiş olması düşündürücüdür.
Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar elbette bugün ortaya çıkmamış, yıllardır sürdürülen serbest piyasacı, diğer kamu hizmetleri gibi eğitimi ticarileştirmeyi ve özelleştirmeyi hedefleyen bilinçli politikaların bir birikimi olarak bugünlere gelinmiştir. AKP iktidarı, bu olumsuz birikimi daha da arttırmak için elinden geleni yapmaktadır. Geçtiğimiz yıllar içinde kamu hizmetlerinde yaşanan yaygın ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, bir bütün olarak eğitim sistemini ve eğitimin bileşenlerini de doğrudan olumsuz etkilemiştir.
Eğitimin ve eğitim emekçisinin bir türlü çözüme kavuşturulmayan sorunları artarak devam etmektedir. Kamusal eğitimin zayıflatılması, eğitimin tamamen paralı hale getirilmek istenmesi, ilköğretim ve ortaöğretimde dershanelerin tarihte hiç olmadığı kadar öne çıkması, cinsiyet, etnik kimlik ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamalar, ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu, ücretli-vekil öğretmenlik uygulamalarının devam etmesi, yaşanan yoğun siyasi kadrolaşma uygulamaları, öğretmenlerin ek ders ücretlerinde yaşanan sorunlar, hizmetli, memur ve teknik personelin sorunları, üniversitelerde yaşanan akademik ve idari sorunlar vb gibi pek çok sorunun çözümü için adım atılmadığı gibi, geçtiğimiz dönemde bu sorunlara yeni sorunlar da eklenmiştir.
2010-2011 eğitim öğretim yılında derslik, okul, öğretmen, memur ve hizmetli açıklarına da çözüm üretilmemiş, okulların araç gereç ve fiziki altyapı ihtiyaçları giderilmemiş, eğitim emekçilerinin ekonomik, demokratik, sosyal ve özlük haklarında kayıplar yaşanmış, üniversite kapılarındaki yığılmayı önlemek için gerekli adımlar atılmamıştır. Kısacası her yıl yaşanan sorunlar geçtiğimiz yıl içinde daha da artarak devam etmiştir.
Türkiye’de pek çok alanda olduğu gibi, eğitim sisteminde de yıllardır birikerek büyüyen ve artık yapısal hale gelmiş, acil çözüm bekleyen sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunları ana başlıklar ve rakamlarla ifade etmemiz gerekirse;
Türkiye’de okullaşma sorunu hala tam anlamıyla çözülememiştir. Okulöncesinde okullaşma oranı ortalama %37, ilköğretimde %98, ortaöğretimde %69 seviyesindedir. Okula gitmeyenlerin önemli bir bölümünü kız çocukları oluşturmaktadır.
MEB 2010–2011 istatistiklerine göre okulöncesi eğitimde 3-5 yaş grubunda okullaşma oranı toplamda %29.85, kız çocukları için yüzde %29.43; erkek çocukları için ise %30.3’tür. 4-5 yaş grubuna bakıldığında ise toplamda %43.10; kız çocukları için %42.47; erkek çocukları için ise %43.70’tir.
İlköğretimde kız çocuklarının okullaşma oranının en düşük olduğu iller Bitlis (%84,27), Van (% 84,57) ve Hakkâri (%85,05), en yüksek olduğu iller ise Ankara (% 99,31), İzmir (%99,18) ve Mersin’dir (%99,01). İlköğretimde kız çocuklarının okullaşma oranın en düşük olduğu illerin Van, Bitlis, Hakkari gibi iller olmasında, sosyo-ekonomik nedenlerin yanı sıra eğitimde anadiline yer verilmemesinin de önemli bir payı bulunmaktadır.
Ortaöğretimdeki okullaşmada cinsiyete göre fark büyümekte olup 2010-2011 itibariyle net okullaşma oranı %69.33 iken, bu oran erkekler için %72.35, kızlar için %66.14’tür.
TUİK verilerine göre Türkiye’de 6 yaş üstü okuryazar olmayan 4.672.257 kişinin3.757.203’ü kadındır. Okumaz-yazmazlık oranı kadınlarda %12,3, erkeklerde ise %3,1’dir.
2010 – 2011 eğitim ve öğretim yılında eğitim kamusal hak olmaktan çıkarma ve paralı hale getirme girişimleri bütün hızıyla sürmüştür. 2010–2011 eğitim öğretim yılı itibariyle 1.054 özel anaokulu, 898 özel ilköğretim okulu, 798 özel lise bulunmaktadır. 1930 yılında, çoğu yabancılara ait azınlık okulu olmak üzere, 300 kadar özel okul varken, 2011 yılında bu sayı2.750’ye ulaşmıştır. 1930 yılında özel okullarda okuyan öğrenci sayısı 30 bin civarındayken, bugün özel okullarda okuyan öğrencilerin sayısı 498 bine ulaşmıştır.
Türkiye’de okul ve derslik sayısı öğrenci sayısına paralel olarak ve ihtiyaca yanıt veren düzeyde değildir.
Okulöncesi eğitimde; okul sayısı 27.606, derslik sayısı 46.336, öğrenci sayısı 1.115.818, öğretmen sayısı ise 48 bin 330’dur. Okulöncesi eğitimde derslik başına 24 öğrenci düşüyormuş gibi görünmesine karşın, okulöncesi eğitimin ülke çapında yeterince yaygınlaştırılmamış olması, mevcut sayısal verilerin durumu anlamak için tek başına yeterli veri sunmamaktadır.
İlköğretimde; okul sayısı 33.310, derslik sayısı 332.902, öğrenci sayısı 10.916.643’tür.Devlet okullarındaki öğretmen sayısı ise bakanlık tarafından toplamda 458.046’dır. Türkiye’deki öğrencilerin yaklaşık %70’i ilköğretimde bulunmaktadır. 2002–2003 eğitim öğretim yılında ilköğretimde 35 bin 133 okul, 10 milyon 332 bin öğrenci varken, aradan geçen 9 yılda ilköğretimdeki öğrenci sayısı 10 milyon 917 bine çıkmasına rağmen okul sayısı32 bin 797’ye gerilemiştir. Buru durum birleştirilmiş sınıf ve taşımalı eğitim uygulamalarının arttığının somut bir kanıtıdır.
Ortaöğretimde; okul sayısı 8.913, derslik sayısı 110.310, öğrenci sayısı 4.240.130, öğretmen sayısı 206.862’dir. Ortaöğretimdeki rakamlara göre derslik başına düşen öğrenci sayısı 40 olarak hesaplanmaktadır. Ancak Büyükşehirlerde, özellikle yoksul ailelerin yaşadığı semtlerdeki sınıf mevcutları bu rakamın çok üzerindedir.
Türkiye’de halen okulların üçte ikisinde ikili eğitim yapılmakta, birleştirilmiş sınıflarda eğitim ve taşımalı eğitim uygulamaları sürmektedir. Kalabalık sınıflarda eğitim hem öğretmenler hem de öğrenciler açısından önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir. Okulların fiziki yapı ve donanım açısından yaşadığı eksiklikler sağlıklı bir eğitim hizmetinin verilmesini güçleştirmektedir.
Öğretmenlerin yarısını kadınlar oluşturmasına karşın okul yöneticilerinin büyük bölümü erkeklerden oluşmaktadır. Okulöncesi eğitimde çalışan 42.716 öğretmenin % 95’i (40.647), ilköğretimde çalışan 485.677 öğretmenin % 52’si (252.729), ortaöğretimde çalışan 206.862 öğretmenin ise % 41,9’u (86.688) kadınlardan oluşmaktadır. Buna karşın MEB Personel Dairesi rakamlarına göre okullarda yönetim kadrolarında bulunan 58.835 kişiden sadece 5.298’i (% 8,98) kadın iken, yüzde 91,02’si erkektir.
Öğretmen açıkları giderilmemiş, sayıları 400 bini bulan işsiz öğretmenlerin atamaları yapılmadığı gibi, mevcut öğretmen açıkları, sayılarının yüz bini aştığını tahmin ettiğimiz ücretli ve vekil öğretmenler aracılığıyla kapatılmaya çalışılmaktadır. 2010–2011 eğitim-öğretim yılı itibariyle il ve ilçe Milli Eğitim müdürlükleri tarafından öğretmen ihtiyacı bulunan eğitim kurumlarına 77 bin 601 ücretli öğretmen görevlendirilmesi yapılmıştır. Milli Eğitim Bakanı’nın yaptığı açıklamaya göre resmi olarak 146 bin 194 öğretmen açığı bulunmaktadır.
AKP Hükümeti her bütçe döneminde “eğitime en çok biz ayırdık” iddiasında bulunsa da,34 milyar 112 milyon TL’lik 2011 MEB bütçesinin % 72’sinin personel giderlerine, %11’i sosyal güvenlik devlet primi giderlerine ayrılmıştır. Eğitime ayrılan bütçenin beşte dördü zorunlu harcamalara gitmektedir.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin %17,18’i yatırımlara ayrılırken, o günden günümüze kadar sürede bu pay sürekli olarak azaltılmış ve 2011 yılında %5,85’e kadar düşürülmüştür. 2002–2011 yılları arasında MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan payın trajik düşüşüne bakıldığında, AKP eliyle eğitim yatırımlarının nasıl bitirilme noktasına getirildiğini bütün açıklığıyla gözlemlemek mümkündür.
Tamamıyla sınav odaklı olan ve piyasa ilişkileri içine çekilen eğitim sistemi ile birlikte sınavlara hazırlık süreci de daha fazla önem kazanmıştır. Bu durumun en somut sonuçlarını özel dershane sayılarının artışında gözlemlemek mümkündür. Türkiye’de özel dershane sayısı 2002 yılında 2 bin 122 iken, 2011 yılında 4 bin 99’a çıkmıştır. 2002 yılında dershanelere giden öğrenci sayısı 606 bin 522 iken, 2011’de 1 milyon 234 bin 738’e; bu dershanelerde çalışan öğretmenlerin sayısı ise 19 bin 881’den, 50 bin 209’a yükselmiştir. AKP hükümeti döneminde dershanelerin sayısı iki kat artarken, teşviklerin de etkisiyle özel okullara giden öğrencilerin sayısı 223 binden 498 bine yükselmiştir.
Türkiye’de 9 milyonun üzerinde engelli vardır. Türkiye nüfusunun yaklaşık % 12’sini oluşturan engellilerin eğitim hakkından yeterince faydalanabildiklerini söylemek mümkün değildir. Sayıları 1 milyonu bulan 4-18 yaş arasındaki engelli çocukların ancak 30.000 kadarı eğitim hakkından yararlanabilmektedir.
Öğrencilerimizi kelimenin tam anlamıyla test makinesi haline getiren SBS, YGS, LYS, KPSS vb gibi sınavlar, eğitim sistemimizin omurgası haline gelmiştir. İlköğretimden ortaöğretime geçiş sınavları üç kez değişikliğe uğramıştır. 6., 7. ve 8. sınıflara uygulanmaya başlanan SBS, daha sonra kademeli olarak sadece 8. sınıflara uygulanır hale getirilmiş, üniversiteye giriş sınavları da neredeyse her yıl değiştirilmiştir.
Geçtiğimiz eğitim öğretim yılının kuşkusuz en önemli olaylarından birisi YGS’de yaşanan şifre skandalı ve sonrasında yaşananlar olmuştur. ÖSYM’nin şifre skandalı nedeniyle 1 milyon 700 bin öğrenci ve aileleri büyük bir travma yaşamış, ancak şifre skandalına neden olanlar hakkında herhangi bir yasal işlem yapılmamıştır.
2010-2011 eğitim ve öğretim yılında eğitimde dinsel muhafazakarlaşmanın geldiği boyutları gösteren çok sayıda örnek olay yaşanmıştır. Kız ve erkek öğrencilerin birbirine 45 cm’den fazla yaklaşmaması, karma okullarda kız erkek öğrencilerin yemekhanelerinin ayrılması gibi uygulamaların yanı sıra, özellikle 18. Milli Eğitim şurasında dile getirilen kız ve erkek öğrencilerin okullarının ayrılması konusu eğitim sisteminin nasıl bir kuşatma altında olduğunun önemli örneklerinden birisidir.
Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında okullarda yaşanan çocuk istismarını önleme konusunda etkin bir çaba harcanmamış, Siirt’te bir okul yöneticisinin ilköğretim öğrencisi kız çocuklarına cinsel istismarda bulunmasının ardından yargı NÇ davasında olduğu gibi sürüncemeye bırakılmıştır.
Geçtiğimiz eğitim öğretim yılı içinde öğrenciler ve öğretmenlere yönelik şiddet olayları yine yoğun bir şekilde yaşanmış, Milli Eğitim Bakanlığı okullarda yaşanan şiddetin nedenlerini ortadan kaldıracak çözümler üretmek yerine, her okula bir sivil polis görevlendirerek, okulda şiddeti sadece asayiş sorununa indirgeyen tavrını sürdürmüştür.
Ders kitapları cinsiyet ayrımcı unsurlar barındırmaya devam etmektedir. Sendikamızın ilk ve ortaöğretim ders kitapları üzerinde yaptığı ve web sitemizde yer alan taramalar, eşitsizliğin boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay’ın kararlarına rağmen zorunlu din dersi uygulamasının değişimi ile ilgili herhangi bir somut adım atılmamıştır.
Bireylerin kendi anadillerinde eğitim görme hakkı önündeki engeller sürmekte, anadilinde eğitim talep eden kesimler önce polis şiddetiyle karşı karşıya kalmakta sonrasında yargı kıskacına alınmaktadır.
Eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik, demokratik, sosyal ve özlük haklarında kayda değer bir iyileştirme yapılmamıştır. Düşük maaş ve düşük ek ders ücretiyle çalıştırılırken düzenlenen SBS ve Açık öğretim sınavları ve benzeri sınavlarda görev alan öğretmenlere verilen ücretler adaletsiz ve yetersizdir. Bu sınavlarda görev alan öğretmenlere 36 TL ödenirken polislere 68 TL hizmetlilere 68 TL il sorumlularına 90 TL ödenmektedir. Yıllardır uygulanan TKY uygulamalarına paralel olarak geliştirilen İlköğretim Kurumları Standartları uygulamasıyla, TEFBİS anketi uygulamasıyla eğitim emekçileri angarya işlerde çalıştırılmaya ve görevleri olmayan işleri yapmaya zorlanmışlardır.
Sendikal örgütlenme önündeki yasal ve fiili engeller kaldırılmamış; ILO sözleşmelerine aykırı bir şekilde grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı yönünde herhangi bir adım atılmamıştır.
Eğitime destek personeli açıkları (hizmetli-memur) ve mevcut hizmetli, memur, teknik personel, ÖSYM ve Yurt Kur personelinin sorunları için bugüne kadar herhangi bir adım atılmış değildir.
Eskişehir’deki 15 Mart 2010’da kaybolan üyemiz Mehmet Ali Örkmez ile Muğla’da kaybolan üyemiz Casim Uzuneminağaoğlu öğretmenlerimizin bulunması için yapılan bütün girişimlerimiz sonuçsuz kalmış, kayıp öğretmenlerin bulunması için yetkililerce yeterli çaba gösterilmemiştir.
Eğitimde eşitsizlik ve adaletsizliğin en önemli göstergelerinden birisi olarak bölgeler ve iller arası gelir dağılımındaki eşitsizlik devam etmektedir. Ekonomik imkânların kısıtlılığı, çocuk ve gençlerimizin okula devamını engelleyen en önemli faktör olmayı sürdürmektedir.
Eğitim sisteminde yaşanan ve burada ancak bir bölümüne değindiğimiz sorunlar, yıllardır ısrarla sürdürülen serbest piyasacı, diğer kamu hizmetleri gibi eğitimi ticarileştirmeyi ve özelleştirmeyi hedefleyen bilinçli politikaların bir birikimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin bilimsel, demokratik, laik yönünün geliştirilmesine; derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alt konusunda köklü bir değişime gereksinim vardır. Bu değişiklikler yapılmadan atılacak her adım, eğitimin sorunlarını yarına havale etmekten öteye gitmeyecektir.
Kamuran KARACA
Şube Başkanı
Gözaltı ve Soruşturmalar Bizi Yıldıramaz
Değerli Basın emekçileri,
“Balkon konuşmaları”nın aksine, emek ve demokrasi güçlerine karşı çeşitli ad ve gerekçelerle yeni bir saldırı dalgası daha başlatılmış durumdadır. Seçimlerin sonuçları netleşip de AKP’nin oy kaybı yaşadığı yerler ortaya çıkınca yeni operasyonlar için düğmeye basıldı. 15 Haziran tarihinde Batman’da içinde Sendikamız TÜM BEL-SEN temsilcisi Muzaffer Çınar’ın da bulunduğu onlarca siyasetçi ve demokratik kitle örgütü temsilcisi gözaltına alındı ve bunlardan 8’i tutuklandı.
Dün sabah yeni bir operasyon dalgasıyla uyandık. Van’da EĞİTİM SEN Şube Başkanımız Selami Özyaşar, eski şube başkanlarından Lezgin Botan ve Müzahit Karakuş, şube yöneticilerinden Garip Yaviç, , eski şube sekreteri Sinan Gündüz ve sendika üyesi Hakan Yaman gözaltına alınmışlardır.
Gece kimsenin olmadığı saatlerde sendika şube binamızın kapısı kırılarak açılmış ve içerisi dağıtılarak arama işlemi gerçekleştirilmiştir. Adresleri ve çalıştığı yerler belli olmasına, Van’da bilinen/tanınan insanlar olmasına rağmen gözaltına alınmışlardır. Oysa rahatlıkla çağrılıp ifadeleri alınabilirdi. Ancak biliyoruz ki, korku salmak ve toplumsal muhalefeti susturmak istedikleri için Demokrasi ve emek mücadelesinde öne çıkan, emek harcayan arkadaşlarımızı özellikle böylesi bir yöntemle gözaltına alıyorlar.
İleri sürülen gerekçeler ne olursa olsun, hangi kanuna muhalefet etmekten gözaltına alınmış olurlarsa olsunlar, gerçek nedenin AKP’nin seçim intikamı ve muhalefete tahammülsüzlüğü olduğu açıktır.
Değerli Basın Emekçileri,Kamu emekçileri mücadelesinin öncüsü ve direngen gücü KESK üye ve yöneticilerine yönelik anti demokratik uygulamalar da toplumsal muhalefeti susturma politikasının bir parçasıdır. Halen yönetici ve üyelerimizden; Seher TÜMER , Olcay KANLIBAŞ, Ahmet ZİREK, Metin FINDIK, Ayhan KURTULAN, Lokman ÖZDEMİR, Aynur ŞAHİN, Yüksel OZAN, Sedat GÜLER , Yakup TEKİN, Serpil ARSLAN DÜZGÜN, Nazire AYATA CİVELEK ve en son 26 Nisan 2011 tarihinde gözaltına alınan Gülsüm YILDIZ tutuklandılar. Yüzlerce üyemiz hakkında başta memuriyetten uzaklaşma talebiyle olmak üzere adli ve idari soruşturmalar açılmaktadır. Onlarca üyemiz sürgün edilmiştir.
19–20 Nisan 2011 tarihlerinde SES ve TTB’nin yaptığı grev ve AKP’nin sağlıkta dönüşüm programını Adana’da Demokratik Çözüm Çadırı’ndaki kitleye anlattıkları gerekçesiyle 28 Nisan 2011 tarihinde gözaltına alınan üyelerimizden Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu ve Dr. Ömer Eşki “örgüt üyeliği” iddiasıyla yargılanmaktadırlar!
Değerli Basın Emekçileri,
O halde bize düşen de direnmek, direnmek ve yine direnmektir. Çünkü biliyoruz ki, tarihte kazananlar hep direnenler, mücadele edenler olmuştur. KESK, fiili ve meşru mücadele içerisinde, 12 Eylül cenderesine karşı inançlı ve kararlı insanların bir araya gelmesiyle kurulmuş bir emek örgütüdür. Ne askeri cuntaya ne de sivil cuntalara teslim olmamış bir örgüttür.
Her sabah yeni bir gözaltı ve tutuklanma haberi ile uyanmak istemiyoruz. AKP’nin toplumsal muhalefete, hak ve özgürlükler mücadelesine tahammülsüz olduğu artık tartışmasızdır. En asgari hukuk normlarının, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün ayaklar altına alınması kabul edilemez.
Değerli Basın Emekçileri,
Her bir operasyon ve baskı yeni sorun, gerginlik ve çatışma demektir. Tüm yurttaşlar güven içinde yaşamak, yarınından emin olmak hakkına sahiptir. Ortamı daha fazla germek kimsenin hayrına değildir. Siyasi iktidarı yıllardır uyguladığı ekonomik ve siyasi politikalardan hoşnut olmayan, eleştiren ve muhalefet eden kesimlere karşı tahammüllü olmaya çağırıyoruz.
Demokratik hak ve özgürlükleri genişletecek, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözümünü esas alacak, ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri kaldıracak adımlar atılmalıdır.
Arkadaşlarımızın gözaltında tutulduğu her bir saat bir eziyet ve işkencedir. Güvence altına alınmış haklarımızın açık ihlalidir. Bu nedenle arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır.
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Yalçın ALÇİÇEK
Eğitim Sen Adana Şube Sekreteri
BALKON KONUŞMASININ ŞİFRESİ ÇÖZÜLÜYOR:
HUKUKSUZLUK, BASKI VE ŞİDDET
AKP ve her geçen gün onun denetimine giren yargı, toplumda yeniden bir gerilim ve kaos ortamı yaratacak nitelikteki uygulamalarını sürdürmektedir. Yıllardır üyelerimize açılan soruşturmalar, verilen adli ve idari cezalar, sürgünler devam ederken, bu saldırılar AKP döneminde yaratılan sanal örgütlenmeler ve örgütlerle gözaltı ve tutuklamalara dönüşmüştür ve hukuksuz, keyfi olarak bu tip uygulamalar arttırılmıştır. Son dönemlerde kamusal, bilimsel, parasız, laik ve anadilinde eğitim isteyenler, daha demokratik bir Türkiye’de insanca yaşama talebi olanlar, ülkede çatışmaların son bulmasını, Kürt sorununun demokratik, barışçıl bir yöntemle çözülmesini talep edenler, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa talep edenler, parasız eğitimi, sağlığı ve insanca yaşamı savunanlar, zorunlu din derslerinin kaldırılmasını isteyenler, AKP’nin muhafazakâr toplum anlayışını reddedenler ve daha birçokları bu gün AKP hükümetinin hedefi haline gelmişlerdir.
Son olarak Van Eğitim Sen Şube başkanımız ve yöneticilerimiz dahil altı üyemiz Salı günü gözaltına alınmış, üç arkadaşımız savcılık tarafından serbest bırakılırken şube başkanımız ile birlikte üç yöneticimiz tutuklanmıştır. Bu uygulama bir tahammülsüzlüğün net ifadesidir. Örgütlenme ve düşünce özgürlüğüne vurulan bir darbedir. AKP iktidara geldikten çok kısa zaman sonra kendisi gibi olmayan, kendisine benzemeyen ve benzemek istemeyen her kesime yönelik faşizan bir yönelim geliştirmiştir. 12 Haziran seçimleri öncesi ve seçim sonrası bu tahammülsüz tutumunu hız kesmeden sürdürmüştür. Bu gün karşılaştığımız bu baskı, gözaltı ve tutuklamaların tek nedeni emekçileri, iktidarın çizgisinde düşünmeyenleri zapturapt altına alma isteğidir. Son günlerde daha da sıklaşan operasyonların hedefi itaat ve sessizleştirmedir.
AKP ülkemizdeki tüm devlet kurumlarını kendi sözcüsü haline getirmiştir. Her alanda olduğu gibi yargıda, güvenlik teşkilatında da kendisine benzeyenlerle yandaş bir kurumsallaşma çabasını yoğunlaştırmıştır. Anti demokratik tüm uygulamalarını bu kurumlar aracılığıyla yürütmektedir. Sanal örgütler kurdurmakta, telefon dinlemeleri ve takiplerle özel yaşama müdahale etmekte, sanal iddianameler hazırlatarak kurguladığı suçlu tipolojisini ve örgütleri hedef göstermektedir. Bu düzen içerisinde insanlar yıllara yayılan yargı süreçleriyle cezaevlerinde tutulabilmektedir. Hatta hâlihazırda binlerce kişi ne ile suçlandıklarını bilmeden cezaevlerinde yargılanmayı beklemektedir.
Bizler, son günlerde bu artan baskılar sonucu gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan Van Şube başkanımız Selami ÖZYAŞAR, geçen dönemki şube başkanımız Lezgin BOTAN ve üyemiz Garip YAVİÇ’in derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz. AKP bölgede seçim hezimetini ve yaşadığı şokun faturasını emekçilere çıkarmak yerine hatayı kendi yürüttüğü siyasal ve sosyal politikalarda aramalıdır. Devleti tüm olanaklarını, araçlarını, memurlarını kendi lehine 12 Haziran seçimlerinde seferber eden AKP, kendisine çalışmayan, kendisine benzemek istemeyen emekçileri hedef alan bu hukuksuz uygulamalara bir an önce son vermelidir.
EĞİTİM SEN olarak AKP’nin bu uygulamaları karşısında esas duruşa geçmeyeceğimizi bir kez daha belirtiyoruz. Her türlü hukuksuzluğa ve keyfi uygulamalara karşı, anti demokratik uygulamalara karşı fiili ve meşru mücadelemizi bu dönemde yükselteceğimizi belirtiyoruz.28.06.2011
Kamuran KARACA
Şube Başkanı
BARIŞA VE KARDEŞLİĞE UZANAN TÜM YOLLAR, SAVAŞA KARŞI MÜCADELEYLE AÇILABİLİR.
Son günlerde yoğunlaşan çatışmalı ortamın sonucunda artan ölümler, bu ülkenin barış ve kardeşliğini savunan biz emekçileri derin bir üzüntüye boğmakta ve geleceğe ilişkin kaygılarımızın artmasına sebep olmaktadır. Yaşanan çatışmalarda yaşamlarının baharında hayatlarını kaybeden bu ülkenin gençlerinin ailelerine ve sevenlerine baş sağlığı diliyoruz.
AKP hükümeti “ demokratik açılım” adı altında bu ülkenin yıllardır çözüm bekleyen Kürt sorununu çözme yönünde toplumda “olumlu” bir beklenti yaratmıştır. 12 Haziran seçimleri sonrası artık statükoyu temsil eden AKP, son dönemde girdiği yönelim ile toplumda yarattığı beklentileri boşa çıkarmaktadır. Halkın demokratik beklentilerini karşılamak yerine şiddeti körükleyerek sorunun gerçek nedenlerini görünmez kılan ve çözümü zorlaştıran bu yönelimin ABD-AKP-Cemaat koalisyonu eliyle uygulanması, Türkiye toplumunu tek tipleştirmeye yönelik politikalarının bir parçasıdır.
Yaklaşık 30 yıldır Kürt sorununun gerçek sebeplerini açığa çıkarıp toplumun beklentilerine uygun bir çözüm üretmek yerine milliyetçi, şoven anlayışı besleyerek sorunun çözülmediği görülmüştür. Bu süreçte akan sadece kan ve gözyaşı olmuş, toplumun bir arada yaşama özlemi tahrip edilmiştir. Bugüne kadar 30 bini aşkın insanımızın yaşamına mal olan, binlerce faili meçhul cinayete sebebiyet veren, ülkenin doğusunda her gün yeni bir toplu mezarın bulunduğu koşullar hükümetlerin yıllardır soruna savaş politikaları ve şiddet merkezli çözüm dayatmasının sonucunda ortaya çıkmıştır. Şiddet savaşı kışkırtıcı bir unsurdur, kim tarafından ne amaçla kullanılırsa kullanılsın barış ortamını zedeler, halklar arasında güvensizliği tesis eder.
Sorunu sürekli olarak askere havale eden, siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, tarihsel boyutları görmezden gelen, Kürt sorununun demokratik, barışçıl yöntemlerle çözülmesi için somut adımlar atmayanların, çözümden yana düşüncelerini ifade edenlere karşı tehditler savurması, “artık kimse ölmesin” diyenlere karşı kimlerin savaş çığırtkanlığı yaptığını da göstermektedir. Başbakan başta olmak üzere, böylesi dönemlerde daha sorumlu davranması gereken siyasilerin ve medyanın attıkları savaş çığlıklarının, tüm ülke için daha fazla ölüm, daha fazla acı ve gözyaşından başka bir anlam taşımadığını tarih bize defalarca göstermiştir.Başbakan Erdoğan, son gelişmeyle ilgili, “Artık Ramazan sabrı da kalmadı”, “Söz bitti!” değerlendirmesini yaptı. Ve yapılan açıklamalarda; “profesyonel ordu” kurulması; “Özel Tim”in bölgeye gönderilmesi gibi önlemlere şimdi; emniyetin “terörle mücadele bölümünün” yeniden örgütlenmesinden “özel yetkili valilikler” ihdas edilmesi ya da “valilerin süper yetkilerle donatılması”nın eklenmesi için çalışmaların hızlandırıldığı belirtilmektedir. Ve bu yeni düzenlemeler, “terör örgütüyle arasına mesafe koyup koymamak” gibi hiçbir objektif kriteri bulunmayan, “barışçıl çözüm” isteyen aydınları, gazetecileri, insan hakçılarını da “suçlu” kategorisine sokan yeni “suç tanımları”yla da beslenmek istenmektedir.
Değerli basın;
ABD’nin Ortadoğu’daki taşeronu olduğunu artık gizleme ihtiyacı bile duymaksızın ülke içinde savaş politikalarını artırma yönünde adımlar atan AKP, Suriye’ye yönelik saldırgan politikanın yürütücülüğüne soyunarak Ortadoğu’yu kan gölüne çevirecek tehlikeli bir yönelime girmiştir.
Uzunca bir zamandan beri, Suriye’ye “Operasyonları durdur. Reformlar yap!” çağrısı yapan emperyalistler, Suriye’nin “Operasyonları durdurduk!” açıklamasından hemen sonra; “Esad iktidardan çekilmeli. Ondan reform çıkmaz” açıklamaları yapmaya koyuldular.
ABD’nin stratejisine bağlanan ve batılıların sözcüsü gibi hareket eden Türkiye, kendi Kürtleriyle yeniden silahlı çatışmaya giren bir stratejiye dönmesi elbette ki hiçbir bakımdan anlaşılır değildir. Çünkü Kuzey Irak’taki PKK kamplarına karşı girişilen bombardıman ülkeyi ve sınır bölgelerini bir savaş hali ortamına itmektedir.
Sınır ötesi harekat ve onun dayandığı gösterilen strateji değişikliği tam bir açmazdır. Çünkü geçtiğimiz 25 yıl, Kürt sorununun savaşarak çözülebilecek bir şey olmadığını herkese göstermiştir.
Hele Suriye ve çevresindeki gelişmeler dikkate alındığında; Amerikan stratejisine bağlanmış politikaların Türkiye’yi bölgedeki bütün uğursuz çatışmaların girdabına ittiği görülmektedir. Kürt sorunu ve Suriye sorununda barışçıl çözüm, ülkelerde ve bölgede demokrasinin geliştirilmesi, halkların serbestçe kendi kaderlerini tayin etme hakkına saygı gösterilmesi gerekmektedir. Bu, Kürt sorunu için de, Suriye sorunu için de, Filistin sorunu için de böyledir.
Değerli basın;
Yıllardır toplumun vicdanında ve hafızasında silinmesi zor, derin izler bırakan bu acılar artık son bulmalıdır. Türkiye bugüne kadar savaşın bedelini en ağır şekilde ödemiştir. Savaşın değil, demokratik, barışçıl çözüm yollarının gündem olması için herkesi sağduyulu davranmaya davet ediyor, siyasilerin ve medyanın toplumda düşmanlık duygularını pekiştirecek açıklama ve yayınlar yapmak yerine, barış ve bir arada yaşam zeminini güçlendirecek somut adımlar atmalarını istiyoruz.
Bizler aşağıda imzası olan kurumlar olarak sesimizi daha gür haykırabilmek için 11 Eylül 2011 Pazar Günü, Uğur Mumcu (İstasyon Önü) Alanında, Saat: 16.00’da Başlayacak Bir Miting Düzenleyeceğiz. Barış için, kardeşlik için, evlatlarımızın öldürülmemesi için, savaşa dur demek için miting meydanında olacağız. Tüm halkımıza sesleniyoruz “Sesimize ses verin, Savaşı Durduralım, Barış egemen olsun”. Saygılarımızla. 22.08.2011
Kurumlar Adına
Güven BOĞA
Adana Barış Meclisi Dönem Sözcüsü
ADANA BARIŞ MECLİSİ / DİSK ADANA BÖLGE / KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU / TÜMTİS / TMMOB ADANA İKK / ADANA TABİP ODASI / ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ / 78’LER GİRİŞİMİ / İHD / BDP / BOSTANCILAR DERNEĞİ / BULAMLILAR DERNEĞİ / CEPHE HAREKETİ / ÇHD / DEMİRCİLER ODASI / DENİZLİ DOLMUŞ KOOP. / EDP / EKMEKÇİLER KOOP. / ELBİSE VE EŞYACILAR ODASI / ELEKTRİKÇİLER ODASI / EMEP / ESP / FIRINCILAR ODASI / HALKEVLERİ / HAZROLULAR DERNEĞİ / KAHVECİLER ODASI / KAMYONCULAR ODASI / KAPZIMANLAR ODASI / KASAPLAR ODASI / KUAFÖRLER ODASI / KUNDURACILAR ODASI / LOKANTACILAR ODASI / MEYA-DER / MEYDAN DOLMUŞ KOOP. / MİNİBÜSÇÜLER ODASI / MKM / OTO LASTİKÇİLER ODASI / OTOBÜSÇÜLER ODASI / ÖDP / ÖNDERLER DOLMUŞ KOOP. / ÖZEN DOLMUŞ KOOP. / PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEĞİ / RADYO VE TELEVİZYONCULAR ODASI / SEVKİYATÇILAR DERNEĞİ / SEYYAR SATICILAR ODASI / SOSYALİST YENİDEN KURULUŞ / ŞAKİRPAŞA DOLMUŞ KOOP. / TATLICILAR ODASI / TİHV ADANA TEMSİLCİLİĞİ / TOPEL DOLMUŞ KOOP. / TUHAY-DER / TUNCELİLER DERNEĞİ / TÜRKİYE GERÇEĞİ / TZP / YAĞLI BOYACILAR ODASI / YEŞİLEVLER DOLMUŞ KOOP. /
12 Eylül Darbesinin Yarattığı İzler Bütün Ağırlığıyla Sürüyor!
Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız’ın “12 Eylül Darbesinin Yarattığı İzler Bütün Ağırlığıyla Sürüyor!” başlıklı basın açıklaması metni.
12.09.2011
12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden, 31 yıl geçti. Aradan geçen 31 yıl, 12 Eylül’ün tarifi zor acıları, o yılları yaşamış milyonlarca insanın hafızalarında uzun yıllar silinemeyecek kadar izler bırakmıştır. 12 Eylül’ü hazırlayan ve gerçekleşmesine neden olan koşullar, toplumun büyük bölümü açısından uzun yıllar sürecek karanlık dönemin haberciliğini yapmıştır.
Türkiye’deki sermaye sınıfı, o günlerde IMF ve Dünya Bankası ile birlikte hazırladığı ve aslında yabancı sermayenin ülkeyi dizginsizce talanı anlamına gelen 24 Ocak 1980 kararlarını hayata geçirebilmesi, sermayenin bir askeri baskı rejimine ihtiyaç duymasını beraberinde getirmiştir. 12 Eylül 1980 askeri darbesini izleyen günlerde sendikal haklar büyük ölçüde kısıtlanmış, grevler yasaklanmış, tüm toplu sözleşmeler “askıya” alınırken Türk-İş dışındaki konfederasyonlar ve üye sendikalar kapatılmıştır.
12 Eylül’ün üzerinden 31 yıl geçmiş olmasına rağmen Türkiye hâlâ darbe yasalarıyla yönetilen, düşünceyi ifade ve örgütlenme özgürlüğünün olmadığı, karakolda ve sokakta işkencenin, gözaltında ölümlerin devam ettiği bir ülke olmanın utancını yaşamaktadır. 12 Eylül darbesinin yasal ve fiili bütün uygulamaları ve sonuçlarının ortadan kaldırılması uzun yıllardır Türkiye’de demokrasi mücadelesinin en önemli unsurlarından birisi olmuştur. Geçtiğimiz yıl, 12 Eylül’ün 30. yıldönümünde yapılan Anayasa değişikliği referandumu ile yapılan değişikliklerin ne kadar göstermelik olduğu geçtiğimiz bir yıl içinde bütün boyutlarıyla görülmüştür.
Anayasa’dan çalışma yasalarına kadar birçok alanda 12 Eylül’ün antidemokratik hükümleri, aksi yöndeki bütün iddialara rağmen bugün de varlığını ve etkisini sürdürmektedir. Temel hak ve özgürlüklerden, düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne, siyasi partiler yasasından, seçim yasalarına kadar 12 Eylül zihniyeti devam etmektedir.
12 Eylül, her konuda olduğu gibi eğitim emekçileri hareketini de derinden etkilemiştir. Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER), 12 Eylül ile birlikte kapatılmıştır. Kapatılan ilk büyük örgütün, öğretmenlerin örgütü olması dikkat çekicidir. Sıkıyönetim mahkemeleri, 200 bin üyeli örgütü yasaları hiçe sayıp “gizli örgüt” sayıp kapatmıştır. 7–8 ay içerisinde temyiz süreci de tamamlanmak üzere TÖB-DER yok edilmiş, öğretmenlerin, bin bir zorlukla ve yetmiş yılda alın terleriyle biriktirip aldıkları malları ellerinden alınmıştır. 12 Eylül’de yaklaşık 25 bin üye ve temsilci de çeşitli nedenlerden dolayı mesleklerini kaybetmiştir. Çok sayıda TÖB-DER üye ve yöneticisi 12 Eylül yasaları ile sürgün edilmiş, görevlerinden olmuşlardır. 3.854 öğretmen, 120 öğretim üyesinin görevine 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanununa dayanılarak son verilmiştir. Bu dönemde toplam 4891 kamu personelinin işten atıldığı bilinmektedir. Ayrıca 7.200 devlet memuru hakkında 1402 sayılı yasa gereğince işlem yapılmıştır. Sıkıyönetim döneminden sonra pek çok hükümet değiştiği halde, hiçbir iktidar TÖB-DER’in mallarını geri vermek istememiş, bunun için girişimde bile bulunmamıştır.
12 Eylül, “Türk-İslam” anlayışının özellikle eğitim sistemi içinde kurumsallaşmasını sağlarken “Siyasal İslam”ın da devletin güvenli kollarında gelişip serpilmesinin önünü açmıştır. Okullara zorunlu din dersi konulmasından eğitim müfredatının Türk-İslamcı bir perspektifle yeniden yapılandırılmasına kadar pek çok gelişme 12 Eylül’ün etkilerinin aradan geçen süreye rağmen devam ettiğini göstermektedir.
Türkiye’de, çalışma yaşamı başta olma üzere pek çok alanda örgütlenme hakkına yönelik yasal ve fiili uygulamalardan kaynaklı engeller hala varlığını sürdürmektedir. 12 Eylül Anayasasının özünü oluşturan yasakçı, statükocu ve dışlayıcı yaklaşımlar, örgütlü ve bilinçli bir toplum yaratma çabalarının önünde ciddi birer engel olarak varlığını sürdürmektedir. Örgütlü toplum hareketinin oluşumunu tamamen reddeden 12 Eylül anlayışı, toplumun ve bireylerin örgütlü mücadelesinin önüne yeni engeller çıkararak devam etmektedir.
12 Eylül 1980 darbesinden bu yana ülke gündemini meşgul eden demokratikleşme sorununun hala çözülememiş olması düşündürücüdür. Aradan geçen 31 yıl içinde ülke demokrasisi somut anlamda ilerlemek bir yana, sürekli olarak geriletilmek istenmiş, çıkarılan yasalar ve yapılan değişikliklerle toplumun mücadeleci kesimleri baskı ve şiddetle kuşatılmıştır ve söz konusu kuşatma bugün de farklı biçimlerde sürmektedir.
Topluma karşı suç işlemiş, işkencelerde ve idam sehpalarında insanların ölmesine neden olmuş olan dönemin getirdiği hukuksal mevzuat olumsuz sonuçlarıyla birlikte kaldırılmadıkça, darbeciler ve destekçileri hesap vermedikçe Türkiye’de demokratikleşmeden bahsetmemiz mümkün değildir. Bu nedenle öncelikle, başta 12 Eylül Anayasası olmak üzere 12 Eylül hukukuna ve onun yarattığı sonuçlara son verilmeli, sadece “sivil” değil, demokratik hak ve özgürlükleri güvence altına alan, eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasa hazırlanmalıdır. Yurttaşların demokratik hak ve özgürlüklerinin korunması, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının giderilmesi devletin anayasal sorumluluğu olmalıdır.
31. yılında Türkiye’nin en karanlık dönemini ifade eden 12 Eylül ve onun yarattıkları ile hesaplaşmak, 12 Eylül düzeni karşısında gerçek anlamda bağımsız, demokratik bir Türkiye’yi savunmak, onun için mücadele etmek anlamına gelmektedir. 12 Eylül ile hesaplaşmak, her türden gericiliğe, ırkçılığa ve emperyalizme karşı eşitliğin, özgürlüğün, barış ve kardeşlik düşüncelerinin toplumda yaygınlaştırılmasından geçmektedir. 12 Eylül ile gerçek anlamda hesaplaşmak, onun karanlık yüzünü bütün boyularıyla açığa çıkarmakla mümkündür. Eğitim Sen, 12 Eylül zihniyetine karşı yürütülen mücadelenin güçlendirilmesi noktasında kendisine düşen sorumlulukla hareket etmeyi, Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesi açısından bir görev saymaktadır.
2011-2012 eğitim öğretim yılı 19 Eylül Pazartesi günü ders zilinin çalmasıyla başlayacaktır. Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin yıllardır karşı karşıya kaldığı sorunlar, yıllar içinde artarak devam etmiş, bugün içinden çıkılamaz hale gelmiştir. 2011-2012 eğitim öğretim yılı başında, önceki dönemlerde olduğu gibi, eğitimin çözüm bekleyen en temel sorunlarını çözme noktasında yeterince adım atılmamış olmasından dolayı var olan sorunlar artarak sürmektedir.
Yıllardır sürdürülen serbest piyasacı, eğitimi ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları ile “piyasa ilişkileri” içine çekmeyi hedefleyen bilinçli politikaların bir birikimi olarak bugünlere gelinmiştir.
AKP iktidarı döneminde söz konusu olumsuz birikimi daha da arttırmak için çok sayıda adım atılmış, eğitim sistemimiz adeta yap-boz tahtasına dönüştürülmüştür. Geçtiğimiz yıllar içinde kamu hizmetlerinde yaşanan yaygın ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, bir bütün olarak eğitim sistemini ve eğitimin bileşenlerini de doğrudan olumsuz etkilemiştir.
Kamusal eğitimin zayıflatılması, eğitimin tamamen paralı hale getirilmek istenmesi, ilköğretim ve ortaöğretimde dershanelerin ve özel ders verme yönteminin tarihte hiç olmadığı kadar öne çıkması, cinsiyet, etnik kimlik ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamalar, ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu, ücretli-vekil öğretmenlik uygulamalarının devam etmesi, yaşanan yoğun siyasi kadrolaşma uygulamaları, öğretmenlerin ek ders ücretlerinde yaşanan sorunlar, hizmetli, memur ve teknik personelin sorunları, üniversitelerde yaşanan akademik ve idari sorunlar vb gibi pek çok sorunun çözümü için adım atılmadığı gibi, geçtiğimiz dönemde bu sorunlara yeni sorunlar da eklenmiştir.
Genelde yaşanan bu sorunlar ilimizde de aynen yaşanmaktadır.
Ayrıca ilimizde
- İlköğretimde 1-4 sınıfların sürekli öğleci, 5-8. Sınıfların sürekli sabahçı olması öğretmen ve öğrencilerin çoğunun tepkisini çekmekte ve bu uygulamadan vazgeçilmesi istenmektedir.
- Hasta olan ve sevk alan öğretmenlerin yönetmeliğe aykırı olarak 7 saat ders ücretinin kesilmesini isteyen okul müdürleri vardır.
- İlköğretimde ve ağırlıklı olarak liselerde öğretmenlerin bir kısmı sınıfta dersi yeterince işlemek yerine özel ders eğilimine yönelmekte ve okullarda eğitimin kalitesi her geçen gün düşmektedir.
- MEB kayıt sistemi üzerinden kayıt hakkı olmasına karşın yüksek miktarlarda kayıt parası istenmekte, ayrıca çevre okullara kayıt zorunluluğu nedeniyle bölge dışından gelen öğrencilerin durumu birçok okul müdürü tarafından fırsat olarak görülmekte ve binlerle ifade edilen kayıt paraları istenmektedir.
- MEB kayıt sistemi nedeniyle birçok öğretmen ve eğitimci çocuklarını çalıştıkları okula kayıt ettiremeyip evde yalnız başına bırakarak işlerine gitmek zorunda kalmaktadır. Bu konuda yüzlerce öğretmen ve çocukları mağdur durumdadır.
- İlimize atanan ve depoda bekletilen 276 öğretmenin atamalarının bir an önce yapılamasını istiyoruz.
İlimizde bu sorunlara biran önce müdahale edilmesi gerekmektedir.
2011-2012 eğitim öğretim yılı öncesinde derslik, okul, öğretmen, memur ve hizmetli açıklarına da çözüm üretilmemiş, okulların araç gereç ve fiziki altyapı ihtiyaçları giderilmemiş, eğitim emekçilerinin ekonomik, demokratik, sosyal ve özlük haklarında kayıplar yaşanmış, üniversite kapılarındaki yığılmayı önlemek için gerekli adımlar atılmamıştır. Kısacası her yıl yaşanan sorunlar devam etmektedir.
Eğitim Sen olarak eğitim sisteminde yaşanan sorunlar ile ilgili olarak hazırlamış olduğumuz “2011–2012 Eğitim Öğretim Yılı Başında Eğitimin Durumu” başlıklı raporu kamuoyu ile paylaşıyor, eğitimin ve eğitim emekçilerinin sorunlarına kalıcı çözümler üretilmesini talep ediyoruz.
Kamuran KARACA
Şube Başkanı
Yönetim Kurulu Adına
2011–2012 Eğitim Öğretim Yılı Başında Eğitimin Durumu
AKP Hükümeti, 2002 yılında iktidara geldiği günden bu yana özellikle eğitime yönelik uygulamaları ile dikkatleri üzerine çekmiştir. AKP hükümeti döneminde eğitime yönelik olarak gerçekleştirilen tüm icraatlarının fiili ve hukuki müdahalelerle eğitim sistemini kendi ideolojisi çerçevesinde biçimlendirmek olduğu açık bir şekilde görmek mümkündür. Geçtiğimiz yıllar içinde eğitimin temel sorunlarını çözme noktasında yeterince adım atılmadığı gibi, benimsenen piyasacı ve özelleştirmeci politikalarla eğitim sistemi içinden çıkılmaz sorunlarla baş başa bırakmıştır.
Geçtiğimiz dönemdeki AKP’nin eğitim politikasına bu açıdan baktığımızda; eğitimde ticarileştirme ve özelleştirme uygulamalarının yaygınlaştığı, esnek ve güvencesiz istihdamın arttığı, kamu okullarının satışa çıkarıldığı, kamu kaynakları ile özel okullar ve üniversitelerin desteklendiği, müfredatın piyasacı ve gerici bir içerikte yeniden oluşturulduğu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın merkez ve taşra teşkilatında yaşanan yoğun siyasi kadrolaşma uygulamalarının yaşandığını görmemiz mümkündür.
Türkiye’de yıllardır uygulanan eğitimde özelleştirme politikaları, AKP iktidarı ile birlikte daha da hızlanmıştır. Devletin sorumluluğunda olması gereken eğitimin yükü, siyasi iktidarların bilinçli politikalarıyla birlikte büyük oranda velilerin omuzlarına yıkılarak kamusal, parasız eğitim hakkı büyük oranda erozyona uğratılmıştır. Eğitim sistemimiz; geçtiğimiz dönemde daha piyasacı ve ticari bir anlayış ile yönetilmeye başlanmış, veliler çocuklarını okutabilmek için ceplerinden daha fazla harcama yapmak zorunda kalmıştır. AKP iktidarı döneminde, her geçen yıl eğitimin daha da paralı hale getirilmesiyle birlikte milyonlarca çocuk ve gencimiz ya eğitim hakkından mahrum bırakılmış ya da ekonomik nedenlerden dolayı eğitimlerine devam edememiştir.
Bugün Türkiye’de milyonlarca çocuk ve gencin eğitim hakkını kullanmasını benimsediği politikalarla engelleyen, eğitim hakkı gibi temel bir insan hakkını “serbest piyasa”nın insafına bırakmak için gece-gündüz çalışan, bunun için peş peşe yasal düzenlemeler yapan AKP, geçtiğimiz dönemde benimsediği politikalar ile kendisinden önceki siyasi iktidarları da aşan bir pratik içinde olmuştur.
Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar, yıllardır ısrarla sürdürülen serbest piyasacı, diğer kamu hizmetleri gibi eğitimi ticarileştirmeyi ve özelleştirmeyi hedefleyen bilinçli politikaların bir birikimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eğitimde AKP döneminde gerçekleşen değişim eğilimleri, dünya çapında gerçekleşen dönüşüm sürecinden bağımsız değerlendirilemez. Dünya düzeyinde eş zamanlı olarak gerçekleşen bu eğilimlerin yapısal bir sürecin yani kapitalizme özgü dinamiklerin günümüzde ulaştığı düzeyin sonuçları olduğunu belirtmek gerekir.
Türkiye’de pek çok alanda olduğu gibi, eğitim sisteminde de yıllardır birikerek büyüyen ve artık yapısal hale gelmiş, acil çözüm bekleyen sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunları ana başlıklar ve rakamlarla ifade etmemiz gerekirse;
Okullaşma Oranı Hala Yetersiz
Türkiye’de okullaşma sorunu hala tam anlamıyla çözülememiştir. Okulöncesinde okullaşma oranı ortalama %37, ilköğretimde %98, ortaöğretimde %69 seviyesindedir. Okula gitmeyenlerin önemli bir bölümünü kız çocukları oluşturmaktadır. MEB 2010–2011 istatistiklerine göre okulöncesi eğitimde 3-5 yaş grubunda okullaşma oranı toplamda %29.85, kız çocukları için yüzde %29.43; erkek çocukları için ise %30.3’tür. 4-5 yaş grubuna bakıldığında ise toplamda %43.10; kız çocukları için %42.47; erkek çocukları için ise%43.70’tir.
İlköğretimde kız çocuklarının okullaşma oranının en düşük olduğu iller Bitlis (%84,27), Van (% 84,57) ve Hakkâri (%85,05), en yüksek olduğu iller ise Ankara (% 99,31), İzmir (%99,18) ve Mersin’dir (%99,01). İlköğretimde kız çocuklarının okullaşma oranın en düşük olduğu illerin Van, Bitlis, Hakkâri gibi iller olmasında, sosyo-ekonomik nedenlerin yanı sıra eğitimde anadiline yer verilmemesinin de önemli bir payı bulunmaktadır. Ortaöğretimdeki okullaşmada cinsiyete göre fark büyümekte olup 2011 yılı itibariyle net okullaşma oranı%69.33 iken, bu oran erkekler için %72.35, kızlar için %66.14’tür.
Okul, Derslik, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları
Türkiye’de eğitim sistemi içindeki okul, derslik ve öğretmen sayılarına bakıldığında, ülke nüfusunun önemli bir bölümünün eğitim sistemi içinde yer aldığı anlaşılmaktadır. Okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretimde yıllar içinde yaşanan yapısal değişiklikler sonucunda ortaya çıkan tablo hiç de iç açıcı değildir.
2011 Yılında Okul, Derslik, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları
Eğitim Kademesi | Okul Sayısı(Resmi+özel) | Derslik Sayısı(Resmi+özel) | Öğrenci Sayısı(Resmi+özel) | Öğretmen Sayısı(Resmi+Özel) | |
Kadrolu | Sözleşmeli | ||||
Okulöncesi | 27.606 | 46.336 | 1.115.818 | 32.516 | 15.814 |
İlköğretim | 32.797 | 339.653 | 10.981.100 | 443.828 | 59.500 |
Ortaöğretim | 9.281 | 117.760 | 4.748.610 | 214.927 | 7.778 |
Toplam | 69.684 | 488.915 | 16.137.436 | 691.271 | 81.902* |
Kaynak: Milli Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2010–2011
OKUL ÖNCESİNDE okul sayısı 27.606, derslik sayısı 46.336, öğrenci sayısı 1.115.818, öğretmen sayısı ise 32 bin 516’sı kadrolu, 15 bin 814’ü sözleşmeli olmak üzere toplam 48 bin 330’dur. Okulöncesi eğitimde derslik başına 24 öğrenci düşüyormuş gibi görünmesine karşın, okulöncesi eğitimin ülke çapında yeterince yaygınlaştırılmamış olması, mevcut sayısal verilerin durumu anlamak için tek başına yeterli veri sunmamaktadır.
İLKÖĞRETİMDE, okul sayısı 33.310, derslik sayısı 332.902, öğrenci sayısı 10.916.643’tür.Devlet okullarındaki öğretmen sayısı ise bakanlık tarafından toplamda (kadrolu + sözleşmeli)458.046’dır. Türkiye’deki öğrencilerin yaklaşık %70’i ilköğretimde bulunmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın Mart 2011’de açıkladığı İlköğretim rakamlarına baktığımızda derslik başına 32 öğrenci düşüyormuş gibi görünmektedir. Ancak gerçekler belirtilen rakamlardan tamamen farklıdır. İkili eğitim ve taşımalı eğitim sorunu ilköğretimde hala çözülmemiştir ve özellikle metropol ve şehir ilköğretim okullarda derslik başına 45-50 öğrenci düşen okullar bulunduğu bilinmektedir. Özellikle yoksul emekçi ailelerin yaşadığı yerlerdeki okullarda hem altyapı ve fiziki donanım, hem de ders başına düşen öğrenci sayısı açısından ciddi sıkıntılar yaşandığı bilinmektedir.
ORTAÖĞRETİMDE okul sayısı 8.913, derslik sayısı 110.310, öğrenci sayısı 4.240.130, öğretmen sayısı (kadrolu + sözleşmeli) 206.862’dir. Ortaöğretimdeki rakamlara göre derslik başına düşen öğrenci sayısı 40 olarak hesaplanmaktadır. Ancak Büyükşehirlerde, özellikle yoksul ailelerin yaşadığı semtlerdeki sınıf mevcutları bu rakamın çok üzerindedir.
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun bir yazılı soru önergesine verdiği yanıta göre 17 Şubat 2011 itibarıyla Milli Eğitim Bakanlığına bağlı resmi eğitim kurumlarında 566 bin 891 kadrolu, 69 bin 865 sözleşmeli olmak üzere toplam 636 bin 756 öğretmen görev yapmaktadır. 2010–2011 eğitim-öğretim yılı itibariyle il ve ilçe Milli Eğitim müdürlükleri tarafından öğretmen ihtiyacı bulunan eğitim kurumlarına 77 bin 601 ücretli öğretmen görevlendirilmesi yapılmıştır. Milli Eğitim Bakanı’nın yaptığı açıklamaya göre resmi olarak 146 bin 194 öğretmen açığı bulunmaktadır.
Bütçeden Eğitime Ayrılan Pay Gerçekte Artmıyor
2003–2011 yılları arasında artan öğrenci sayısına karşın Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin, ortaya çıkan ihtiyacı karşılayacak kadar artmadığı görülmektedir. Aşağıdaki tabloda son dokuz yıl içinde eğitime bütçeden ayrılan pay ve bu payların Milli Gelire oranı gösterilmiştir. İktidarı döneminde Türkiye’ye “çağ atlattığını” iddia edenler, borç almak hariç, diğer tüm alanlarda olduğu gibi, eğitim politikalarında da sınıfta kalmıştır. Eğitime bütçeden ayrılan paylar bu durumun en açık kanıtı niteliğindedir. Üstelik eğitimde bütçeden ayrılan payların ortalama %70’i personel harcamalarına ayrılmaktadır. Geçtiğimiz yıllar içinde eğitimin finansmanı büyük ölçüde öğrencilerin, dolayısıyla öğrenci velilerinin omuzlarına yıkılmış durumdadır.
MEB Bütçe Payı ve GSYH’ya Oranı
Yıllar |
MEB BütçesininKonsolide Bütçeye Oranı (%) |
MEBBütçesininGSYH’yeOranı (%) |
2003 | 6,91 | 2,24 |
2004 | 8,53 | 2,30 |
2005 | 9,53 | 2,29 |
2006 | 9,47 | 2,18 |
2007 | 10,42 | 2,49 |
2008 | 10,30 | 2,41 |
2009 | 10,64 | 2,95 |
2010 | 9,84 | 2,57 |
2011 | 10,92 | 2,81 |
Kaynak: Milli Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2010–2011
Son yıllarda eğitime bütçeden ayrılan pay rakamsal olarak artmakla birlikte eğitimin Milli Gelir içindeki payının fazla değişiklik göstermemiş olması dikkat çekicidir. Merkezi bütçe içinde sınırlı, ancak sosyal harcamalar içinde önemli bir paya sahip eğitim harcamaları, sosyal harcamaların her geçen yıl azaltılması, daha doğrusu özel kesime yönelik kaynak olarak aktarılması nedeniyle ya azalmış ya da yerinde saymıştır. Böylece eğitim sistemi içinden çıkamayacağı bir kriz içine itilmiştir. Özellikle 1990 sonrası ülke ekonomisini alt-üst eden krizlerin sıklaşması, ekonomide olduğu gibi eğitim hizmetlerinde de büyük yapısal sorunlara neden olmuş, çözüm olarak eğitimin ticarileştirilmesi, özelleştirilmesi, eğitim harcamalarının öğrenci ve velilerin sırtına yıkılması gibi sonuçlar ortaya çıkarmıştır.
Halkın ve Özel İdarelerin Eğitime Katkısı
Yıl | Halk Katkısı | Özel İdare Katkısı |
2002 | 96.020.373 | 114.261.319 |
2003 | 144.030.560 | 182.356.168 |
2004 | 104.837.117 | 677.741.292 |
2005 | 213.714.999 | 948.183.585 |
2006 | 234.689.755 | 1.187.132.414 |
2007 | 251.729.440 | 1.108.166.147 |
2008 | 218.259.319 | 971.061.840 |
2009 | 118.167.971 | 528.693.606 |
2010 | 115.647.348 | 467.359.930 |
Kaynak: MEB Örgün Eğitim İstatistikleri (2010-2011)
AKP Hükümeti her bütçe döneminde “eğitime en çok biz ayırdık” iddiasında bulunuyor olsa da, bu iddia, 34 milyar 112 milyon TL’lik 2011 MEB bütçesinin yüzde 72’sinin personel giderlerine gittiği gerçeğini değiştirmemektedir. Sosyal güvenlik devlet primi giderleri ise eğitim bütçesinin yüzde 11’ini oluşturmaktadır. 2010 yılı içinde özel harcamalar içinde eğitime 10 milyar TL harcandığı tahmin edilmektedir. Halkın ve özel idarelerin eğitime katkısının yıllar içinde gösterdiği değişim, hükümetin eğitimin finansman yükünü üzerinden atmaya çalıştığını göstermektedir.
MEB Bütçesinden Yatırıma Ayrılan Pay
AKP iktidarı döneminde eğitim bütçesinden yatırımlara ayrılan pay sürekli olarak azalmıştır. Eğitimin sorunlarını çözmek için atılması gereken en somut adım, eğitim alanındaki kamu yatırımlarının artmasıdır. Ancak AKP Hükümeti, diğer tüm alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da özelleştirmeyi ilke edindiği için, MEB bütçesinden yatırıma ayrılan payı dikkat çekici oranlarda azaltmıştır.
MEB Bütçesi ve Eğitim Yatırımına Ayrılan Pay
Yıllar | MEB bütçesi | MEB Yatırım Bütçesi | MEB BütçesiYatırım Payı (%) |
2002 | 7 460 991 000 | 1 281 690 000 | 17,18 |
2003 | 10 179 997 000 | 1 479 050 000 | 14,53 |
2004 | 12 854 642 000 | 1 244 150 000 | 9,68 |
2005 | 14 882 259 500 | 1 230 306 000 | 8,27 |
2006 | 16 568 145 500 | 1 411 498 000 | 7,49 |
2007 | 21 355 534 000 | 1 490 000 000 | 6,98 |
2008 | 22.915.565.000 | 1 296.704.000 | 5,66 |
2009 | 27.446.778.095 | 1.256.188.195 | 4,57 |
2010 | 28.237.412.000 | 1.785.327.000 | 6,32 |
2011 | 34.112.163.000 | 1.995.625.000 | 5,85 |
Kaynak: Milli Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2010–2011’den hesaplanmıştır.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin %17,18’i yatırımlara ayrılırken, o günden günümüze kadar sürede bu pay sürekli olarak azaltılmış ve 2011 yılında %5,85’e kadar düşürülmüştür. 2011 yılında MEB bütçesinden yatırımlara ayrılan pay son derece trajiktir. 2002–2011 yılları arasında MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan payın trajik düşüşüne bakıldığında, AKP eliyle eğitim yatırımlarının nasıl bitirilme noktasına getirildiğini bütün açıklığıyla gözlemlemek mümkündür.
Genel bütçeden ve MEB bütçesinden yatırımlarına ayrılan paydaki azalma yurttaşların eğitim maliyetini üstlenmede daha çok yükümlülük altına girdiğini belirgin olarak ortaya koymaktadır. Eğitim harcamalarının finansman kaynaklarına göre dağılımı, eğitimde maliyetin faturasının her geçen yıl veliye daha çok yüklendiğini, velilerin yaptığı harcamalarda oranın bizim gibi gelişmekte olan ülkelerle aynı oranlarda olduğunu göstermektedir.
Her geçen gün içten içe çürüyen sistemde eğitim emekçilerinin çabaları ile okullarda yürütülmeye çalışılan eğitim ve öğretim pek çok sorunla yüz yüzedir. İlköğretimden başlayarak tam anlamıyla bir yarış içine sokulan çocuklarımız ve gençlerimiz arasındaki eğitim rekabeti, dershanelerle daha da artmış, oluşan dershane sistemi okullarda verilen eğitimin niteliğini tamamen yitirmesine, en temel işlevlerini bile yerine getiremez duruma gelmesine neden olmuştur.
Ekonomik ve sosyal açıdan az gelişmiş bir ülke olan Türkiye’de, eğitimdeki eşitsizlikler ve adaletsizlikler farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır. Bazen ekonomik gelişmişlik düzeyi ve kültürel etkenler belirleyici olurken, bazen kır-kent farklılıkları, bazen de cinsiyet, etnik kimlik ve buna bağlı olarak ortaya çıkan adaletsizlikler eğitim alanında yaşanan eşitsizliklerin belirleyicisi olabilmektedir. Eğitimde eşitsizlik ve adaletsizliğin en önemli göstergelerinden birisi, bölgeler, iller, hatta aynı il içinde farklı semtler arası gelir dağılımındaki eşitsizliktir. Ekonomik imkânların kısıtlılığı, eğitimin devamını engelleyen en önemli faktördür. Burada belirleyici olan etkenler, eğitim olanaklarından ne ölçüde yararlanıldığı, eğitimin niteliğini, okulların fiziki donanım ve alt yapısı, okuldaki araç-gereç olanakları, öğretmen ve derslik açıkları vb etmenlerdir.
Özel Dershaneler Çığ Gibi Büyüdü
Türkiye’de 2011 itibariyle 1.054 özel anaokulu, 898 özel ilköğretim okulu, 798 özel lisebulunmaktadır. 1930 yılında, çoğu yabancılara ait azınlık okulu olmak üzere, 300 kadar özel okul varken, 2011 yılında bu sayı 2.750’ye ulaşmıştır. 1930 yılında özel okullarda okuyan öğrenci sayısı 30 bin civarındayken, bugün özel okullarda okuyan öğrencilerin sayısı 498 bine ulaşmıştır.
Özel Dershane, Öğretmen ve Öğrenci Sayıları
Yıllar | Özel Dershane
Sayısı |
Öğretmen Sayısı | Öğrenci Sayısı |
2002–2003 |
2.122 |
19.881 |
606.522 |
2003–2004 |
2.568 |
23.730 |
668.673 |
2004–2005 |
2.984 |
30.537 |
784.565 |
2005–2006 |
3.928 |
41.031 |
925.299 |
2006–2007 |
3.986 |
47.621 |
1.071.827 |
2007–2008 |
4.031 |
48.855 |
1.122.861 |
2008–2009 |
4.262 |
51.916 |
1.178.943 |
2009–2010 |
4.193 |
50.432 |
1.174.860 |
2010–2011 |
4.099 |
50.209 |
1.234.738 |
Kaynak:MEB Örgün Eğitim İstatistiklerinden derlenmiştir
Özel dershanelerin durumu eğitimde yaşanan durumun daha net görülmesi açısından dikkat çekicidir. Dershane sistemi, bugün başlı başına bir sektör haline gelmiştir. Eğitime yeterli kaynak ayrılamaması, okullarımızda nitelikli eğitim verilememesi, özel dershane sisteminin her geçen gün büyümesine ve neredeyse kamu okullarına alternatif kurumlar olarak düşünülmesine neden olmuştur. AKP iktidarı boyunca Türkiye’de özel dershane sayısı 2002 yılında 2 bin 122 iken, 2010 yılında 4 bin 193’e çıkmıştır. 2002 yılında dershanelere giden öğrenci sayısı 606 bin 522 iken, 2010’da 1 milyon 174 bin 860’a; bu dershanelerde çalışan öğretmenlerin sayısı ise 19 bin 881’den, 50 bin 432’ye yükselmiştir. AKP hükümeti döneminde dershanelerin sayısı iki kat artarken, teşviklerin de etkisiyle özel okullara giden öğrencilerin sayısı 223 binden 498 bine yükselmiştir.
Öğretmen açıkları sorun olmayı sürdürüyor
Öğretmen açıkları giderilmemiş, sayıları 400 bini bulan işsiz öğretmenlerin atamaları yapılmadığı gibi, mevcut öğretmen açıkları, sayılarının yüz bini aştığını tahmin ettiğimiz ücretli ve vekil öğretmenler aracılığıyla kapatılmaya çalışılmaktadır. 2010–2011 eğitim-öğretim yılı itibariyle il ve ilçe Milli Eğitim müdürlükleri tarafından öğretmen ihtiyacı bulunan eğitim kurumlarına 77 bin 601 ücretli öğretmen görevlendirilmesi yapılmıştır. Milli Eğitim Bakanı’nın yaptığı açıklamaya göre resmi olarak 146 bin 194 öğretmen açığı bulunmaktadır.
Sonuç olarak;
Her geçen gün içten içe çürüyerek bir enkaz haline getirilmiş eğitim sistemimiz eğitim emekçilerinin çabaları ile okullarda yürütülmeye çalışılmaktadır. İlköğretimden başlayarak tam anlamıyla bir yarış içine sokulan çocuklarımız ve gençlerimiz arasındaki eğitim rekabeti, dershanelerle daha da artmış, oluşan dershane sistemi okullarda verilen eğitimin niteliğini tamamen yitirmesine, en temel işlevlerini bile yerine getiremez duruma gelmesine neden olmuştur.
Eğitim, tüm dünya çapında evrensel bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir. Bunun altında yatan en önemli etken eğitimin; insan kişiliğinin tüm yönleriyle gelişmesinde çok önemli bir faktör ve insanların kendilerini gerçekleştirmeleri ve özgürleşmeleri ile doğrudan ilişkili bir süreç olmasıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde eğitimin; cinsiyet, ırk, etnik yapı ve ulus gibi ayrımlar gözetilmeksizin her bireyin hakkı olduğu açıklanmıştır.
Eğitimin temel bir insan hakkı olması, kamusal sorumluluğu, yani devletin herhangi bir ayrım gözetmeden herkese, eşit ve nitelikli eğitimi parasız olarak sunmasını gerektirmektedir. Her tür ve düzey eğitim; sınıf, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik görüş, ulus, etnik köken gibi ayrımlar yapılmadan herkese sağlanmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri imzaladığı eğitim hakkıyla ilgili ve eğitimde ayrımcılığın önlenmesine ilişkin uluslararası anlaşmalar ve Anayasa ve ilgili yasalardaki hükümler gereği, eğitim hakkının kullanımının önündeki engelleri aşmak üzere etkin çalışmalar yürütmek zorundadır. Eğitime ilişkin çalışmaları gerçekleştirirken, “eğitim hakkı”na ilişkin ilkeleri göz önünde bulundurmak gerekir.
Türkiye nüfusunun yaklaşık %12’sini oluşturan engellilerin eğitim hakkından yeterince faydalanabildiklerini söylemek mümkün değildir. Sayıları 1 milyonu bulan 4-18 yaş arasındaki engelli çocukların ancak 30 bin kadarı eğitim hakkından yararlanabilmektedir. Türkiye’deki 8 milyon engellinin %36.3’ü okuma yazma bilmemektedir. Engelliler arasında ilkokul mezunlarının oranı %41 iken, yüksekokula devam edenlerin oranı sadece %2.24’tür.
Yapısal sorunları olan eğitim sistemini günü birlik politikalarla geçiştirmek ülkenin geleceğine vurulmuş en büyük darbe olacaktır. Eğitim sistemimiz; özellikle yoksul ailelerin yaşadığı bölgeler açısından daha büyük ihmallerin, derin eşitsizlik ve yoksullukların yaşandığı bir durumdadır.
Eğitim Sen olarak geleceğimizin bu enkazın altında yok olmaması için acil adımlar atılması zorunluluğunu ve kamusal, parasız, demokratik, nitelikli, bilimsel ve anadilinde eğitim hizmetinin hayata geçirilmesi için somut adımların atılmasını talep ediyoruz.
* MEB’e bağlı sözleşmeli öğretmenler, AKP’nin seçim yatırımı olarak 12 Haziran genel seçimleri öncesinde karoya geçirilmiştir. Bu olumlu adıma karşın eğitim sistemi içindeki esnek ve güvencesiz çalıştırma uygulamalarına devam edilmektedir.
KESK MYK ÜYESİ AKMAN ŞİMŞEK VE EĞİTİM SEN MYK ÜYESİ BETÜL KORKUT, KÜLTÜR SANAT SEN MYK ÜYESİ MUSTAFA POLAT ADANA'DA BİR DİZİ ETKİNLİK VE İŞ YERİ GEZİLERİNE KATILIYOR.
KURUMLARLA ORTAK BASIN AÇIKLAMASI
27 Eylül 2011 Tarihinde Eğitim Sen Adana Şube Binasında gerçekleştirilen Açıklamaya KESK MYK Üyesi Akman Şimşek, Eğitim Sen MYK Üyesi Betül Korkut, Adana Tabip Odası Başkanı Resmiye KAYA, DİSK Çukurova Bölge Temsilcisi Kemal Aslan, TMMOB İKK Sekreteri Mustafa Altıokka ve Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Şahin Yeter ve KESK Adana Şubeler Platformuna bağlı şube başkanları ve üyelerinin katılımıyla gerçekleştirildi. Açıklamayı Kurumlar Adına KESK MYK Üyesi Akman Şimşek Gerçekleştirmiştir.Haberin Devamı
YÜRÜYÜŞ VE BASIN AÇIKLAMASI
27 Eylül 2011 Saat:18.00'de
KESK üyesi sendikacılar, 5 Ocak Meydanından başlayarak, ellerindeki meşaleler ve pankartlarla sloganlar atarak, İnönü Parkı'na geldi. Burada Kurumlar Adına Basın açıklamasını Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Kamuran Karaca Gerçekleştirmiştir. Haberin Devamı
8 Ekim Ankara Mitingine Yönelik Toplantı Gerçekleştirildi.
28 Eylül 2011 Tarihinde MYK Üyeleriyle İlçe gezileri gerçekleştirilmiştir.
Kozan 50. Yıl Lisesi TİS ve 8 Ekim Miting Bilgilendirme Toplantısı
İmamoğlu İlçe Temsilciliği TİS ve 8 Ekim Miting Bilgilendirme Toplantısı
İmamoğlu Hürriyet İlköğretim Okulu TİS ve 8 Ekim Miting Bilgilendirme Toplantısı
İNSANCA BİR YAŞAM, EŞİT, ÖZGÜR VE DEMOKRATİK TÜRKİYE MİTİNGİ İÇİN
8 EKİM'DE ANKARA'DAYIZ!
27 Eylül 2011 Tarihinde Eğitim Sen Adana Şube Binasında gerçekleştirilen Açıklamaya KESK MYK Üyesi Akman Şimşek, Eğitim Sen MYK Üyesi Betül Korkut, Adana Tabip Odası Başkanı Resmiye KAYA, DİSK Çukurova Bölge Temsilcisi Kemal Aslan, TMMOB İKK Sekreteri Mustafa Altıokka ve Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Şahin Yeter ve KESK Adana Şubeler Platformuna bağlı şube başkanları ve üyelerinin katılımıyla gerçekleştirildi. Açıklamayı Kurumlar Adına KESK MYK Üyesi Akman Şimşek Gerçekleştirmiştir.
AKP kendinden olmayan herkese, her şeye düşmandır. Egemen düşünce, egemen ideoloji, egemen anlayış, egemen mezhep, egemen ulus dışında her şeye düşmandır AKP iktidarı. Her şey ona göre suç kapsamındadır. Ana dilde eğitim istemek, kültürünü ve kimliğini özgürce yaşamak istemek, inançlarını özgürce yaşamayı istemek, hak ve özgürlük talep etmek, parasız eğitim istemek, HES’lere karşı olmak, NATO defol, İMF defol demek, füze kalkanı projesine karşı çıkmak, yıkımlara karşı barınma hakkını savunmak, parasız sağlık hakkı istemek, grevli ve TİS’ li sendika hakkı istemek ve saymakla bitiremeyeceğimiz hak ve özgürlükleri talep etmek suç kapsamındadır. AKP’ nin yargısı da boş durmaz tüm hak arama eylemlerini suç kapsamında görerek demokratik mücadele veren işçiyi, kamu emekçisini, Kürdü, Türkü, Arabı yani tüm halkı gözaltına alarak, tutuklayarak korku imparatorluğu yaratmaya çalışır.
AKP’nin ustalıktan neyi kastettiği her gün biraz daha anlaşılıyor. Emek ve demokrasi karşıtlığında, güvencesiz ve taşeron çalıştırmada ustalaşmıştır. Taşeron sisteminde o kadar ustalaşmıştır ki, şimdi Ortadoğu’da ABD’nin taşeronluğunu yapmaktadır. Kadına yönelik şiddeti ve kadını eve kapatmada ustalaşmıştır. Yandaş kurumlar oluşturmada ustalaşmıştır. Kamu kurumlarını haraç mezat satmakta ustalaşmıştır. Ve tüm bunlara rağmen kendini farklı göstermede de ustalaşmıştır.
Değerli Basın Emekçileri
Son dönem ülkemizin hukuksal, siyasal dokusuna Kanun Hükmünde Kararnamelerin tamamen hakim olduğuna tanıklık ediyoruz. AKP İktidarı seçimlere birkaç gün kala, kendisine olağanüstü yetkiler vererek, çıkardığı yasaya dayanarak her gün bir Kanun Hükmünde Kararnameye (KHK) imza atmaya devam ediyor. Her fırsatta “İleri demokrasi” den dem vuran AKP iktidarı, TBMM’ni devre dışı bırakarak ülkeyi “KHK’ demokrasi ”sine çevirmiş durumda. KHK’ler ile Türkiye’nin siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel çehresi yeniden şekillendiriliyor. Kamunun yapısı sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde her gün çıkarılan KHK ‘ler ile düzenlenmeye çalışılıyor. Bakanlıklar, KHK’ler ile yapboz tahtasına çevrilirken, kamu kuruluşları kar amaçlı çalışan şirketlere dönüştürülmek isteniyor. Milli Eğitim Bakanlığı ve SHÇEK Teşkilat Yasaları KHK ile değiştirilerek esnekleştirme ve güvencesizleştirme kamunun tüm kurumlarında hızla yaygınlaştırılıyor.
Değerli Basın Emekçileri,
AKP iktidarı “ileri demokrasi” havarisi kesilerek ülkeyi demokratikleştirileceğini söyleyerek yola çıkmıştır. Yürüdüğü yolda görülmüştür ki; sadece kendine ve işbirliği yaptığı emperyalistler için demokrasi yaratmak istediğini artık bilmeyen kalmamıştır.
Şimdi de sıra kamu emekçilerine reva görülen demokrasiye gelmiştir. Bilindiği gibi 4688 sayılı yasanın emekçilerin ekonomik, sosyal, demokratik, siyasi, özlük ve mesleki hak ve çıkarlarını tırpanlamayı hedefleyen anti demokratik özü, TİS ve grev hakkımızı engelleyen yapısı nedeniyle yıllarca bu yasaya karşı mücadele ettik. Bu nedenle gözaltına alındık, tutuklandık, soruşturmalara maruz kaldık, sürüldük ve daha nice zorluklarla mücadele ettik. Biz bu mücadeleyi yürütürken yandaş örgütler Hükümetle kol kola girerek yasanın devamı için oyunlar oynadılar. Bilindiği gibi, 12 Eylül 2010 referandumuna sunulan anayasa değişikliği ile kamu emekçilerine “toplu sözleşme” düzeni getireceğini ve çalışma yaşamının demokratikleştireceğini söyleyerek oy toplamaya çalışan AKP, geçen bir yıllık süreçte hiçbir adım atmamıştır. Şimdi de 4688 sayılı sahte sendika yasasında kimi tadilatlar yaparak kamu emekçilerini oyalamaya çalışıyor.
Kamu emekçileri KESK öncülüğünde yirmi yıldan uzun bir süredir Grevli Toplu Sözleşmeli bir yasa mücadelesi veriyor. Bu güne kadar hükümetle ve diğer konfederasyonlarla bir araya geldiğimiz her platformda dile getirdiğimiz temel görüşlerimizi özetleyecek olursak;
Öncelikle biz KESK olarak, kamuda çalışan tüm emekçilerin sendikalarda örgütlenebilmesini savunuyor, örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir düzenlemeyi kabul etmiyoruz.
Yine defalarca dile getirdiğimiz gibi, hükümetin, altında kendisinin ve daha önceki hükümetlerin imzası olan uluslararası sözleşmelere ve antlaşmalara aykırı tutum geliştirmekten, Grevli Toplu Sözleşme Hakkımızı engellemeye çalışmaktan artık vaz geçmesini istiyoruz. Grevli Toplu Sözleşme hakkımızı yasal teminat altına almayan hiçbir düzenlemeyi kabul etmedik ve bundan sonrada kabul etmeyeceğimizi sizlerin aracığı ile bir kez daha ilan ediyor ve diyoruz ki Grevsiz Toplu Sözleşme, Toplu Sözleşmesiz Sendika Olmaz!
Bugüne kadar yaptığımız görüşmelerde maalesef hükümetin kendisine yakın konfederasyonları kollayarak kamu emekçilerinin geleceğini ipotek altına almak istediğini gördük. AKP iktidarı, kamu emekçileri adına görüşmelere katılacakları kendi yandaşlarından oluşturmak istiyor. Biz, KESK üyelerini, demokratik kanallardan seçilerek gelen yöneticilerimiz dışında kimsenin temsil etmesine izin vermeyeceğiz. Üyelerimizin ve tüm kamu emekçilerinin mali, sosyal ve çalışma şartlarına ilişkin taleplerini toplu sözleşme masasında bugüne kadar olduğu gibi KESK olarak savunmaya devam edeceğiz. Tekrar tekrar altını çiziyoruz; KESK üyelerini KESK’ten başka hiçbir konfederasyon temsil edemez.
Değerli Basın Emekçileri,
12 Eylül referandumu sonrası anayasada yapılan değişiklikle öngörülen, Kamu Görevlileri Hakem Heyeti ile grev hakkımız zımnen yasaklanıyor. AKP, Hakem Heyetinin bileşimini kendi çoğunluğunda oluşturarak yıllardır yaptığı gibi kendi çalıp kendi oynamaya çalışıyor. Oysa çalışma yaşamında gerçek bir demokrasi sağlanabilmesi için toplu sözleşmede uzlaşmazlık olması halinde kamu emekçilerinin kendi geleceklerine kendilerinin karar vermesini sağlayacak bir düzenleme yapılmalıdır. Referandum sandığında toplu sözleşmenin kabulü ya da greve çıkma oylanabilmelidir. Kısacası kamu emekçileri kendi geleceklerine kendileri karar vermelidir.
Ülkemiz, ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda yaşanan gelişmelerin tamamında büyük bir çözümsüzlük içinde bulunuyor. Bir taraftan güvencesizlik, geleceksizlik, işsizlik ve yoksulluk politikaları alabildiğine yaygınlaşırken, diğer taraftan insanca yaşam, eşit, özgür ve demokratik Türkiye talep eden toplumun örgütlü kesimleri gerek yasal, gerekse fiili uygulamalarla kuşatılarak sindirilmek, yok edilmek istenmektedir.
Ülkemizde yaşanan saldırıların, önümüzdeki dönem emekçiler için daha da katmerlenerek artacağını söylemek için kahin olmak gerekmez. Ancak biz sorunlar karşısında, hükümetin politikalarından zarar gören tüm kesimlerin ortak mücadelesini örme görevi ile karşı karşıyayız.
Bunun ilk adımını DİSK-TTB ve TMMOB’la birlikte çağrıcısı olduğumuz, merkezi miting ile atacağımızı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Grevli toplu sözleşme ve örgütlenme hakkını savunan kamu emekçilerinden kıdem tazminatlarının gasp edilmesine direnen işçilere; "sağlıkta dönüşüm" aldatmacasına karşı koyan sağlık emekçilerinden örgütüne ve mesleğine yapılan saldırılara karşı mücadele eden mühendis, mimar ve şehir plancılarına; Toprağını, suyunu, havasını ve yaşama haklarını savunanlardan, evde-sokakta ve iş yerinde var olma mücadelesi veren kadınlara; Özerk-parasız demokratik-bilimsel üniversite mücadelesi yürüten öğrenci gençlikten, tüm ezilenleri Ortak talepler etrafında birleşmeye, düzenin “yeni yüzüne” karşı temel haklarımız için, insanca yaşamı savunmak için,
İNSANCA BİR YAŞAM EŞİT, ÖZGÜR, DEMOKRATİK TÜRKİYE İÇİN,
8 Ekim’de Ankara’da kurulacak emekçilerin, ezilenlerin “Sokak Meclisi ”ne katılmaya çağırıyoruz.
KESK-DİSK-TTB-TMMOB
Akman ŞİMŞEK
KESK Genel Eğitim ve Örgütlenme Sekreteri
Meşaleli eylem
KESK - DİSK - TTB-TMMOB üyeleri, 5 Ocak Meydanından başlayarak, ellerindeki meşaleler ve pankartlarla sloganlar atarak, İnönü Parkı'na geldi.
Burada Kurumlar Adına Basın açıklamasını Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Kamuran KARACA Gerçekleştirmiştir.
İNSANCA BİR YAŞAM,EŞİT, ÖZGÜR VE DEMOKRATİK TÜRKİYE İÇİN 8 EKİM’DE ANKARA’DAYIZ!
AKP hükümetinin politikaları her geçen gün yoksulluğu ve işsizliği artırırken; gelecek endişesi tüm toplumu sarmış durumda. Seçimlerde aldığı oy oranının yarattığı sarhoşluğun etkisinden kurtulamayan AKP, hem iç hem dış politikada attığı adımlarla ülkemizi hızla uçurumun eşiğine sürüklüyor. Siyasetin, ekonominin, toplumsal ve sosyal yaşamın sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillenmesi hızlanarak sürüyor.
Ekonomi Sermaye İçin Büyürken Emekçiler İçin Küçülüyor!
Bir taraftan zenginlerin sayısı artarken, diğer taraftan gerçek işsizlerin sayısı 6 milyona ulaşmış durumda. 2008 krizinin başlangıcında Türkiye’nin ilk 100 zenginin toplam servetleri 56 milyar dolar iken, üç yıl içinde bu rakam yüzde yüz artarak 104 milyar dolara çıktı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre her ne kadar ekonominin 8.8’lik bir büyüme gösterdiği, kişi başı milli gelir 15 bin 119 lira olduğu açıklansa da, emekçiler bu büyümeden pay istediklerinde “kaynak yok” deniliyor.
Yoksulluk ve Adaletsizlik Kaderimiz Değildir!Türkiye’de en zengin yüzde 10’luk kesiminin toplam gelirdeki payı yüzde 30.4 iken, en yoksul kesimin 10’luk kesimin payı ise yüzde 2.3. Yani en zengin ile en yoksul kesim arasında tam 13 kat fark var. Türkiye gelir dağılımındaki bu adaletsizliğiyle, OECD ülkeleri arasında da Meksika’dan sonra ikinci sırada. Açlık sınırının 1.000 TL, yoksulluk sınırının 3.000 TL’ye dayandığı koşullarda net 658 TL. asgari ücretle milyonlarca insan çalıştırılıyor. Kamu emekçileri ise ortalama 1500 TL maaş alarak açlığa yakın yoksulluğa uzak bir yaşam sürdürüyor.
AKP Emekçiye Düşman Politikalarını IMF’ye Sadakatle Uygulamaya Devam Ediyor!
Kıdem tazminatının kaldırılarak fona devredilmek istenmesi, esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılması, düşük ücret dayatması, sağlık ve eğitim başta olmak üzere kamu hizmetlerinde ticarileştirmenin hızlandırılması, örgütsüzleştirmenin yaygınlaştırılması düzenlemelerine yer verilen 61. hükümet programı, AKP’nin emek düşmanı politikalarda ne kadar pervasızlaştığını gösteriyor.
Demokrasi Askıda, Totaliter Bir Düzene Doğru Gidiyoruz!
AKP, liberal-muhafazakar bir ülke tahayyülüne uygun biçimde “yeni bir düzen” inşa etmeye çalışıyor. Yukarıdan hükümet aşağıdan cemaat eliyle toplum kuşatılmakta, medyası, polisi ve yargısıyla herkesi dinleyen ve izleyen korkuya dayalı büyük bir gözaltı düzeni yaratmak istiyor. Kendisi gibi düşünmeyen herkes susturuluyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Kürt sorununun barışçıl, demokratik çözümü yerine savaş politikalarına dönülüyor. Sorunun barış, eşitlik ve özgürlük temelindeki çözümünü savunarak; silahların susmasını, Türk veya Kürt hiçbir ananın yüreğinin yanmamasını isteyen, “Artık yeter kimse ölmesin” diyenlerin sesi kısılmak isteniyor. Türkiye’de emekçilerin, halkın yıllardır yaşadığı sorunların giderek ağırlaşmaya başladığı koşullarda, yaşanan haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı sesini yükseltenler, demokratik tepkilerini dile getirenler şiddetle bastırılırken, işçiler ve kamu emekçileri başta olmak üzere, çevrecilerin, mühendislerin, hekimlerin ve toplumun diğer kesimlerinin talepleri duymazlıktan, görmezlikten geliniyor.
KHK’ler İle TBMM Devre Dışı Bırakılarak, Ülke Yönetilmeye Çalışılıyor!
AKP, seçimlerden önce aldığı Kanun Hükmünde Kararname yetkisini hiçbir hukuksal denetim takmaksızın pervasızca kullanıyor. KHK’ler ile Türkiye’nin siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel çehresi yeniden şekillendiriliyor. Kamunun yapısı sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde her gün çıkarılan KHK ‘ler ile düzenlenmeye çalışılıyor. Bakanlıklar, KHK’ler ile yapboz tahtasına çevrilirken, kamu kuruluşları kar amaçlı çalışan şirketlere dönüştürülmek isteniyor. Milli Eğitim Bakanlığı ve SHÇEK Teşkilat Yasaları KHK ile değiştirilerek esnekleştirme ve güvencesizleştirme kamunun tüm kurumlarında hızla yaygınlaştırılıyor.
Grevsiz Toplu Sözleşme, Toplu Sözleşmesiz Sendika Olmaz!12 Eylül 2010 referandumuna sunulan anayasa değişikliği ile kamu emekçilerine “toplu sözleşme” düzeni getireceğini ve çalışma yaşamının demokratikleştireceğini söyleyerek oy toplamaya çalışan AKP, geçen bir yıllık süreçte hiçbir adım atmamıştır. Şimdi de 4688 sayılı sahte sendika yasasında kimi tadilatlar yaparak kamu emekçilerini oyalamaya çalışıyor. Kamu emekçileri yirmi yıldan fazladır Grevli Toplu Sözleşmeli bir yasa mücadelesi veriyor. Kamuda çalışan tüm emekçilerin sendikalarda örgütlenebilmesini savunuyor, örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir düzenlemeyi kabul etmiyoruz. Grev ve Toplu Sözleşme Hakkımızı yasal teminat altına almayan hiçbir düzenlemeyi kabul etmedik, etmeyeceğiz.
Kamu Emekçileri Kendi Geleceklerine Kendileri Karar Vermelidir!
Anayasada oluşturulan Kamu Görevlileri Hakem Heyeti ile grev hakkımız zımnen yasaklanıyor. AKP, Hakem Heyetinin bileşimini kendi çoğunluğunda oluşturarak yıllardır yaptığı gibi kendi çalıp kendi oynamaya çalışıyor. Oysa çalışma yaşamında gerçek bir demokrasi sağlanabilmesi için toplu sözleşmede uzlaşmazlık olması halinde kamu emekçilerinin kendi geleceklerine kendilerinin karar vermesini sağlayacak bir düzenleme yapılmalıdır. Referandum sandığında toplu sözleşmenin kabulü ya da greve çıkma oylanabilmelidir.
İnsanca Yaşamı Savunuyor, Eşit, Özgür, Demokratik Bir Türkiye İstiyoruz!
Türkiye, ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda yaşanan gelişmelerin tamamında büyük bir çözümsüzlük içinde ilerlemektedir. Bir taraftan güvencesizlik, geleceksizlik, işsizlik ve yoksulluk politikaları alabildiğine yaygınlaşırken, diğer taraftan insanca yaşam, eşit, özgür ve demokratik Türkiye talep eden toplumun örgütlü kesimleri gerek yasal, gerekse fiili uygulamalarla kuşatılarak sindirilmek, yok edilmek istenmektedir. Grevli toplu sözleşme ve örgütlenme hakkını savunan kamu emekçilerinden kıdem tazminatlarının gasp edilmesine direnen işçilere; "sağlıkta dönüşüm" aldatmacasına karşı koyan sağlık emekçilerinden örgütüne ve mesleğine yapılan saldırılara karşı mücadele eden mühendis, mimar ve şehir plancılarına; Toprağını, suyunu, havasını ve yaşama haklarını savunanlardan, evde-sokakta ve iş yerinde var olma mücadelesi veren kadınlara; Özerk-demokratik-bilimsel üniversite mücadelesi yürüten öğrenci gençlikten, “artık kimse ölmesin” diye haykıran barış yanlılarına kadar herkesi, Ortak talepler etrafında birleşmeye, düzenin “yeni yüzüne” karşı insanca yaşamı savunmak,
EŞİT, ÖZGÜR, DEMOKRATİK TÜRKİYE‘Yİ yaratmak için 8 Ekim’de Ankara’da kurulacak emekçilerin, ezilenlerin “Sokak Meclisi ”ne katılmaya çağırıyoruz. YAŞASIN GREVLİ TOPLU SÖZLEŞME MÜCADELEMİZ!YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!YAŞASIN EMEKÇİLERİN BİRLİĞİ!
Kurumlar Adına
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Şube Başkanı
KESK-DİSK-TTB-TMMOB
KESK'e bağlı sendika üyeleri, 5 Ocak Meydanı'ndan başlayarak, ellerindeki meşaleler ve pankartlarla sloganlar atarak, İnönü Parkı'na geldi.
KESK Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Şimşek, burada eylemciler adına yaptığı açıklamada, Hükümetin 12 Eylül 2010 Referandumuna sunulan anayasa değişikliği ile kamu emekçilerine ''toplu sözleşme'' düzeni getireceğini ve çalışma yaşamının demokratikleştireceğini söylediğini, ancak, geçen 1 yıllık süreçte hiçbir adım atmadığını kaydetti.
Hükümetin 4688 Sayılı ''sahte sendika yasası''nda tadilatlar yaparak kamu emekçilerini oyalamaya çalıştığını savunan Şimşek, şöyle devam etti:
''Kamu emekçileri KESK öncülüğünde yirmi yıldan uzun bir süredir grevli toplu sözleşmeli bir yasa mücadelesi veriyor. Ancak, 12 Eylül Referandumu sonrası anayasada yapılan değişiklikle öngörülen, Kamu Görevlileri Hakem Heyeti ile grev hakkımız zımnen yasaklanıyor. AKP, Hakem Heyetinin bileşimini kendi çoğunluğunda oluşturarak yıllardır yaptığı gibi kendi çalıp kendi oynamaya çalışıyor.
Oysa çalışma yaşamında gerçek bir demokrasi sağlanabilmesi için toplu sözleşmede uzlaşmazlık olması halinde kamu emekçilerinin kendi geleceklerine kendilerinin karar vermesini sağlayacak bir düzenleme yapılmalıdır. Referandum sandığında toplu sözleşmenin kabulü ya da greve çıkma oylanabilmelidir. Kısacası kamu emekçileri kendi geleceklerine kendileri karar vermelidir.''
Şimşek, emekçileri ve ezilenleri, ''İnsanca bir yaşam, eşit, özgür, demokratik Türkiye için'' 8 Ekim tarihinde Ankara'da kurulacak ''Sokak Meclisi''ne katılmaya çağırdı.
Dahası...
EĞİTİMDEKİ SORUNLAR HER GEÇEN GÜN BÜYÜYOR.
12 MESLEKTAŞIMIZIN KAÇIRILMASINI KINIYORUZ.
Basına ve Kamuoyuna
Yeni eğitim öğretim yılına pek çok sorunla girerken, dozu ve kapsamı her geçen gün artan yeni sorunlarla daha da zor bir sürece doğru sürükleniyoruz.
Ülkemizde şiddet ortamı, bir an önce bitsin isterken, son 1 hafta içinde, meslektaşımız 12 öğretmeninin kaçırılmasıyla bizleri derinden üzen yeni bir safhaya evrilmektedir.
Büyük zorluklar içinde mesleklerini yerine getirmeye çalışan öğretmenlerimizin yaşam haklarına yönelik bu saldırıları kınıyoruz.
Ülkede temel sorunlara demokratik, barışçıl çözümler aranması gerektiğini, aksi takdirde şiddetin kör sarmalından kurtulamayacağımızı belirtiyor, yetkililerin bu konuda sorumluluklarını yerine getirmesini istiyoruz.
Diğer yandan, Milli Eğitim Bakanı, Sayın Ömer Dinçer’in eğitim öğretim sorunlarına yaklaşımı, açıklamaları ve uygulamaları tüm eğitim kadrolarında büyük bir moral bozukluğu yaratmakta,
Tepkiler artmaktadır.
Öğretmenler 3 ay tatil yapıyor, söylemi,
Okul idarecileri hakkında, kayıtlarda bağış yardım, vb. adıyla para alan okul idarecileri hakkında inceleme başlatılması,
Müdür Başyardımcıları ve Md. Yardımcılarının rotasyonu konusu yeni sorunlar olarak büyümektedir.
Bu uygulamaların, geçtiğimiz günlerde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameyle okulların özelleştirilmesi, satılması, 49 yıllığına kiralanması, yani okulların piyasaya sunulması süreciyle örtüşmesiyle, zor bir döneme girdiğimizi açıkça görebiliyoruz.
Öğretmenler 3 ay tatil yapmıyor. Yaklaşık 10 yıllık AKP iktidarında da kendilerini yenilemek için hangi imkânlar verildiyse onunla da yetinmeyip, her türlü maddi sıkıntılar ve olanaksızlıklara rağmen, özveriyle ve yaratıcılıklarıyla eğitim öğretim görevlerini gerçekleştirmişlerdir.
İdarecilere para toplama incelemesi, soruşturmaya mı dönüşecek?
Toplam kalite uygulamalarıyla kendi parasal kaynağını yaratmaya zorlanan idareciler bağış, para, toplama incelemesi ile cezalandırılmak mı isteniyor?
Sayın Bakanın, kayıt parası vb. adı altında para alan okullara inceleme istemiyle, milli eğitim müdürlüklerince inceleme süreci başlatılmıştır.
Eğitim Sen olarak yıllardır parasız eğitim hakkını savunduk. Öğrenci, öğretmen, veli idareci arasında bağış, kayıt parası, vb. adlarda para ilişkisine karşı çıktık. Davalar açtık. Suç duyurularında bulunduk. Ama hep bu çark miktarı ve kapsamı genişleyerek sürdü.
Sayın Bakan, Anayasanın 42. Maddesindeki tanımla okulların kaynağını neden biz vereceğiz, demiyor?
Kendi parasal olanaklarınızı yaratın denilen yerde, idarecilere inceleme başlatılması, yeni bir sindirme uygulaması mı?
Özelleştirme, eğitimi piyasaya açma sürencin bir parçası mı?
Biz eğitimcilerin ve idarecilerin yeni politik yönelimlerden dolayı ezilmesi, sindirilmesi karşısında yanlarında olup haklarını sonuna kadar savunmaya devam edeceğiz.
Piyasa, Kar ilişkisine karşı eğitimin kamusal bir hak olduğunu parasız eğitimi sonuna kadar savunacağız
Müdür Başyardımcısı ve Müdür Yardımcısı Rotasyonu Uygulaması da Sorunlu
Geçtiğimiz günlerde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamede rotasyon kapsamı dışında tutulan Md Başyardımcısı ve Md. Yardımcısı olarak kurumunda 8 yılı dolduranların rotasyonunun, eski genelgenler doğrultusunda yapılması yönünde çalışmalar devam ediyor. İlimizde de puanlara göre rotasyon sıralama listesi Adana MEB’de yayınlandı.
Ancak yönetmeliklere göre yapılacak bu uygulama, yeni KHK ile çelişmektedir ve uygulanması halinde ülkede binlerce dava konusu olacağı şimdiden görülmektedir.
Bu konuda uygulamanın hızla düzeltilmesi gerekmektedir
Bu nedenle sorun yaşayan idarecilere hukuksal ve diğer konularda yardım için yanlarında olacağımızı belirtiyoruz.
Başta, Sayın Milli Eğitim Bakanı olmak üzere, MEB Yetkililerini sorunların çözümünde bir kez daha duyarlığa davet ediyoruz.
Şube Yönetim Kurulu Adına
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü nedeniyle Eğitim Sen Adana şubesinin Adana Tabipler Odasında düzenlediği kokteyle çok sayıda eğitim emekçisi ve sivil toplum kururluşlarının temsilcileri katıldı.
Şube Başkanı Kamuran Karacanın açılış konuşmasıyla başlayan etkinlikte Karaca; Öğretmenlerimize insanca yaşayabilecekleri, nitelikli hizmet verebilecekleri çalışma ve yaşama koşulları yaratılmalı; bunun için de başta maaşlar olmak üzere mesleki ve özlük hakları insan onuruna yaraşır düzeye yükseltilmelidir. Kaybedilme noktasına gelen mesleki saygınlığın yeniden kazanılması için, öğretmen yetiştirme ve istihdam politikalarının uluslararası standartlara uygun ve bilimsel bir anlayışla ele alınması ve tüm eğitim emekçilerinin ekonomik, sosyal, mesleki ve özlük sorunlarının çözülmesi gerekmektedir.
652 Sayılı KHK ile MEB Teşkilat Kanunu’nda sınırlı sayıdaki üst düzey yöneticilerin maaş ve çalışma koşullarında yapılan iyileştirmelerin bütün öğretmenlerin sorunlarını çözecekmiş gibi sunulmaya çalışılması doğru olmadığı gibi, kabul edilebilir de değildir. Bütün bunların yanı sıra MEB, kamu özel ortaklığı uygulamaları ile eğitim hizmetlerini tamamen özel sektöre açmakta, özel sektörün yapacağı okulların 49 yıllığına kiralanmasını gündeme getirerek eğitimde yaşanan piyasalaştırma uygulamalarını daha da derinleştirmek istemektedir.
Eğitim Sen olarak, sistem tarafından dayatılan her türlü haksız ve hukuksuz uygulamanın ancak tüm öğretmenlerin birleşik ve örgütlü mücadelesiyle kırılabileceğine inanıyoruz. Öğretmenler, hem eğitim sisteminden kaynaklanan olumsuzlukları hem de kendi hakları ile ilgili yaşadıkları sıkıntıları sendikaları aracılığıyla çözebilir, alternatif bir eğitim sisteminin oluşturulmasına katkı sağlayabilirler.
Eğitim Sen olarak, 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’nü öğretmenlerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak görüyoruz. Bu durumun bir gereği olarak, yaşadığımız sorunlara kalıcı çözümler üretilmesi, parasız, bilimsel, demokratik ve anadilinde eğitim hakkının yaşam bulması için; özgür ve demokratik bir Türkiye talep eden herkesi 8 Ekim’de KESK, DİSK, TMMOB ve TTB öncülüğünde Ankara’da yapılacak olan mitinge davet etti.
Konuşmanın ardından emekli olan üyelere hazırlanan teşekkür belgeleri verildiği.
Grevsiz Toplu Sözleşme, Toplu Sözleşmesiz Sendika Olmaz!
4 Ekim 2011 tarihi itibariyle 4688 sayılı yasada yapılacak değişikliklere ilişkin Hükümetin konfederasyonlarla yaptığı toplantılar sona ermiştir.
Bu süreçte Konfederasyonumuz emekçilerin hak ve çıkarlarını her platformda savunma, kamu emekçilerinin talep ve beklentilerini ifade etme sorumluluğuyla yapılan tüm toplantılara katılarak yasanın özüne ilişkin görüş ve önerilerini iletmiştir. Örgütlenme özgürlüğünü ciddi biçimde kısıtlayan 4688 sayılı yasanın anti demokratik yapısını değiştirmek için hemen her maddeye ilişkin önerilerde bulunduk. Ancak hükümetin temel konularda haklara genişleten bir tavır olmamıştır.
Çalışma bakanlığınca “Uzlaştık” denilen 24 maddenin bile anlam bulabilmesi, özgür toplu sözleşme ve grev hakkımızın yasal güvence altına alınması ile mümkündür.
Sendikal yapılanmaları bitirmeyi hedefleyen bir toplu sözleşme sistemi getirdikten sonra sendika yöneticilerine sözde kimi güvenceler getirildiği iddia edilse bile bir anlamı olmayacaktır. Nitekim şu anda KESK’e bağlı sendikaların yöneticisi ve üyesi 20 arkadaşımız tutukludur, yüzlercesi hakkında dava açılmıştır, sürgün edilmektedirler, baskıya maruz kalmaktadırlar.
Üçlü Danışma Kurulu toplantıları sonucunda tüm çabamıza rağmen grev, toplu sözleşmenin kapsamı ve düzeyi, tarafları, yetki, itiraz ve Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun nihai karar organı haline getirilerek grevi zımnen yasaklı hale getiren temel konularda bir uzlaşma sağlanamamıştır. Dolayısıyla “24 maddede anlaştık, geriye 3–4 madde kaldı” gibi sorunu hafifletmeye çalışan bir yaklaşım doğru değildir. Bu vesileyle bir kez daha vurguluyoruz; Grevsiz Toplu Sözleşme, Toplu Sözleşmesiz Sendika olmaz!
Uluslararası sözleşmelere uygun, emekçilerin özgür örgütlenmesine ve mücadele yürütmesine olanak sağlayacak demokratik bir düzenleme yapılmalıdır.
Toplu Sözleşmenin kapsamı daraltılmamalı, toplu sözleşme masasında kamu emekçilerinin ekonomik, sosyal, demokratik, siyasi, özlük ve mesleki tüm hak ve çıkarları belirlenmelidir.
KESK’in ya da herhangi bir konfederasyonun üyesini ancak ve ancak kendisi temsil edebilir. Göreceli sayı farkı üzerinden sendikal ilkelere aykırı bir dayatma kabul edilemez. Dolayısıyla eşit taraflar ilkesiyle hareket edilmeli, her sendika kendi üyesi için toplu sözleşme yapabilmelidir.
Toplu sözleşme masasında uzlaşma sağlanmaması durumunda, kamu çalışanlarının referanduma gitmesi ve grev hakkı teminat altına alınmalıdır.
Şimdi sorumluluk Bakanlar Kurulu’ndadır. Konfederasyonların uzlaşılamayan konulara ilişkin önerileri Bakanlar Kurulu’nda ele alınacak ve yasa taslağına son şekli verilerek Meclis Genel Kurulu’na sevk edilecek.
2 milyondan fazla kamu emekçisinin gözü kulağı burada olacak. Konfederasyonumuz şu andan itibaren kamu emekçilerinin sesini duyurmak için fiili ve meşru mücadelesini yükseltecektir. Hükümeti sokağın sesine kulak vermeye, emekçilerin haklı taleplerinin gereğini yapmaya çağırıyoruz.
Aksi halde siyasi iktidar; özgür, demokratik toplu sözleşme düzeni ve grev hakkımız önündeki engellerin korunarak devam ettirilmesini hedefleyen sahte sendika yasasının sorumlusu olacaktır.
Yeni anayasa tartışmalarının ve çalışmalarının başladığı bugünlerde Hükümetin takınacağı tavır yeni anayasanın ne kadar demokratik olacağı konusunda da önemli bir veri olacaktır.
Konfederasyonumuz şimdiye kadar “sahte sendika” yasalarına karşı verdiği mücadeleyi yeni “sahte sendika” yasasına karşı da verecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
AKP hükümeti, tüm bu uyarılarımızı dikkate almaz, taleplerimize yanıt vermez ise; yapacağımız eylem ve etkinlikleri sürdüreceğimizi kamuoyuyla bir kez daha paylaşıyoruz.
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Kesk'ten Meşaleli Yürüyüş |
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Adana Şubeler Platformu üyeleri Adana'da meşaleli yürüyüş yaptı.
Adana Büyükşehir belediyesi önünde toplanan grup, slogan atarak gittikleri AK Parti il binası önüne oturma eylemi yaptı.
Grup adına açıklama yapan Kesk Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü ve Eğitim-Sen Adana Şube Başkanı Kamuran Karaca, her gün tüketim maddelerine yeni zamlar geldiğini söyledi.
Karaca, "Daha bir hafta önce elektriğe yüzde 10, doğalgaza yüzde 15 zam yapıldı. Ulaşıma ardı ardına zamlar yapılmaya devam ediyor" dedi.
Karaca, Kesk olarak vatandaşın hak ve çıkarlarını her platformda savunduklarını dile getirdi.
Değerli Basın Emekçileri,
Değerli Dostlar,
Yıllardır kamu emekçilerinin, işçilerin, köylülerin, hekimlerin, mühendislerin, toplumun ezilen tüm kesimlerinin talepleri görmezden geliniyor. Kazanılmış haklarımızı elimizden almak için gece gündüz çalışanlar, demokratik taleplerimizi ve haklı mücadelemizi yok saymaya devam ediyorlar.
Hükümetin politikalarına karşı çıkanlar, gerçek demokrasi isteyenler, AKP’nin ‘ileri demokrasi ’sinin hedefi haline gelerek gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Değerli Basın Emekçileri,
Değerli Dostlar,
Emekçilere, eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe gelince “kaynak yok” diyen hükümet, sıra silaha, savaşa gelince seferber oluyor. “Atık kimse ölmesin, acılar son bulsun” diyenlere kulaklarını tıkayanlar, sınır ötesi harekat tezkerelerinin süresini defalardır uzatıyorlar.
Savaşa giden paralarla ülkenin düze çıkarılabileceğini hükümet yetkilileri de itiraf etmesine rağmen aynı savaş politikalarında da ısrar sürdürülüyor.
Ama bizler;
Savaş istemiyoruz.
Askeri harcama istemiyoruz.
Emperyalist çıkarlar için ülkemizin topraklarının üs olarak kullanılmasını istemiyoruz.
Füze kalkanı-insansız uçak- tank-top-tüfek istemiyoruz.
BİZ:
Okul istiyoruz – Hastane İstiyoruz- Nitelikli ve parasız kamu hizmeti istiyoruz - Adalet istiyoruz- Eşitlik istiyoruz -Barış istiyoruz
Değerli Basın Emekçileri,
Değerli Dostlar,
Her gün emekçi halkın temel tüketim maddelerine yeni zamlar geliyor. Daha bir hafta önce elektriğe %10, doğalgaza %15 zam yapıldı. Ulaşıma ardı ardına zamlar yapılmaya devam ediyor. Bu zamlara rağmen utanmadan, sıkılmadan karşımıza geçip “bu zamlar toplam enflasyonu sadece yüzde 1 artıracak” diyenlere soruyoruz:
Temel tüketim maddelerine yapılan zamlar ortadayken bu nasıl bir enflasyon hesabı? Bu kimin enflasyonu?
Değerli Basın Emekçileri,
Değerli Dostlar,
12 Eylül’e karşı olduğunu iddia eden AKP, 12 Eylül’ün açtığı yolda ilerliyor. Bir taraftan işçilerin kıdem tazminatları gasp edilmek istenirken, diğer taraftan kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşme hakkı engellenmeye çalışılıyor.Bugün, siyasi iktidar, on yıldır sürdürülen toplu görüşme oyunun adını değiştirip toplu sözleşme koyarak, Tüm Uluslararası Sözleşmeleri ve mahkeme kararlarını çiğneyerek; Yani hukuku çiğneyerek,Emekçilerin temel taleplerini görmezden gelerek,
Yıllardır hormonlayarak büyüttüğü yandaş sendikanın da desteği ile 4688 sayılı yasada makyaj düzenlemeler yapmaya çalışıyor.
Değerli Basın Emekçileri,
Değerli Arkadaşlar,
Biz KESK olarak, emekçilerin hak ve çıkarlarını her platformda savunma, kamu emekçilerinin talep ve beklentilerini ifade etme sorumluluğuyla yapılan tüm toplantılara katılarak yasanın özüne ilişkin görüş ve önerilerimizi ilettik.Örgütlenme özgürlüğünü ciddi biçimde kısıtlayan 4688 sayılı yasanın anti demokratik yapısını değiştirmek için hemen her maddeye ilişkin önerilerde bulunduk. Ancak üzülerek gördük ki, Hükümetin temel konularda hakları genişleten bir tavrı olmamıştır.
Üçlü Danışma Kurulu toplantıları sonucunda tüm çabamıza rağmen grev, toplu sözleşmenin kapsamı ve düzeyi, tarafları, yetki, itiraz ve Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun nihai karar organı haline getirilerek grevi zımnen yasaklı hale getiren niteliği gibi temel konularda bir uzlaşma sağlanamamıştır.
AKP İktidarı ise sıraladığımız temel noktalarda anlaşma sağlanamamasına rağmen; tali konuları öne çıkararak konfederasyonlarla uzlaşıldığı havası yaratmak istemektedir.
Değerli Basın Emekçileri,
Değerli Arkadaşlar,
AKP Hükümetinin “24 maddede anlaştık, geriye 3–4 madde kaldı” gibi sorunu hafifletmeye çalışan yaklaşımı kabul edilemez. Geriye kaldığı söylenen 3-4 madde kamu emekçilerinin hak ve çıkarlarını doğrudan ilgilendiren temel konulardır.Buradan hükümete sesleniyoruz:
Anlaşıldığını-uzlaşıldığını iddia ettiğiniz 24 madde sizin için çok önemliyse, biz bunlarda sizin önerilerinizi değerlendirmeye hazırız. Peki siz anlaşma sağlanamayan ana konulardaki 3-4 maddede kamu emekçilerinin taleplerini kabul etmeye var mısınız?
Ø Uluslararası sözleşmelere uygun, emekçilerin özgür örgütlenmesine ve mücadele yürütmesine olanak sağlayacak demokratik bir düzenleme yapılmasına var mısınız?
Ø Toplu Sözleşmenin kapsamını daraltmadan, toplu sözleşme masasında kamu emekçilerinin ekonomik, sosyal, demokratik, siyasi, özlük ve mesleki tüm hak ve çıkarları belirlenmesine var mısınız?
Ø KESK’in ya da herhangi bir konfederasyonun üyesini ancak ve ancak kendisinin temsil etmesine, dolayısıyla eşit taraflar ilkesiyle hareket edilerek her sendikanın kendi üyesi için toplu sözleşme yapmasına var mısınız?
Ø Eğer her alanda ‘ileri demokrasi’ yi hakim kılma iddianızda samimi iseniz; Toplu sözleşme masasında uzlaşma sağlanmaması durumunda, kamu çalışanlarının referanduma gitmesi ve grev hakkının teminat altına alınmasına var mısınız?
Siz bu sorularımıza olumlu yanıt vermediğiniz sürece bizden de grevli toplu sözleşme hakkımızı yasal güvence altına almayan sahte bir sendika yasası düzenlemesine göz yummamızı beklemeyin. Kaldı ki anlaşıldığı ileri sürülen konuların bile anlam bulabilmesi, özgür toplu sözleşme ve grev hakkımızın yasal güvence altına alınması ile mümkündür.
Sürekli söylüyoruz, bu vesileyle bir kez daha vurguluyoruz;
Grevsiz Toplu Sözleşme, Toplu Sözleşmesiz Sendika Olmaz!
Değerli Basın Emekçileri,
Değerli Dostlar,
4 Ekim 2011 tarihinde yapılan son Üçlü Danışma Kurulu toplantısı sonucundaKonfederasyonların uzlaşılamayan konulara ilişkin önerileri Bakanlar Kurulu’nda ele alınacak ve yasa taslağına son şekli verilerek Meclis Genel Kurulu’na sevk edilecek.
Bu aşamada sorumluluk Bakanlar Kurulu’ndadır. 2 milyondan fazla kamu emekçisinin gözü kulağı burada olacak. Bu süreçte hükümetin kamu emekçilerinin haklarına karşı takınacağı tavır, çalışmalarına bu günlerde başlanacak olan yeni anayasanın da ne kadar demokratik olacağı konusunda önemli bir veri olacaktır.
Hükümeti, emekçilerin haklı taleplerine kulak vererek, gereğini yapmaya çağırıyoruz.
Aksi halde siyasi iktidar özgür, demokratik toplu sözleşme düzeni ve grev hakkımız önündeki engellerin korunarak devam ettirilmesini hedefleyen sahte sendika yasasının vebali altında kalacağını bilmelidir.
Değerli Basın Emekçileri,
Değeri Dostlar,
Bizler bu topraklarda emeğin hakları, barış ve demokrasi için mücadele etmenin zor, bedelinin ağır olduğunu biliyoruz. Bununla beraber emekçilerin bu güne kadarki kazanımlarının egemenlerin bir lütfu olmadığını, hepsini dişimizle tırnağımızla verdiğimiz mücadelemizle kazandığımızı da biliyoruz.
Türkiye’de kamu emekçileri sendikacılığını, fiili meşru mücadelesi sonucunda hayata geçiren konfederasyon olarak diyoruz ki, yıllar boyunca verdiğimiz mücadele deneyimi ve birikiminin bize öğrettiği bir şey var:
Hak verilmez, Mücadele ile Alınır!
Toplu sözleşme ve grev hakkımız var , hakkımızı kullanacağız!...
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı