ARTVİN'in Hopa İlçesi'nde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın katıldığı mitingde emekli öğretmen Metin Lokumcu'nun ölümüyle sonuçlanan olayları protesto için Adana'da da yürüyüş yapıldı

İnönü Parkı'nda toplanan yaklaşık 300 kişilik grup, ellerinde Metin Lokumcu'nun fotoğraflarıyla, Ziyapaşa Mahallesi'ndeki Ak Parti il binasına doğru yürüyüşe geçti.
Ak Parti binasının önünde Adana emek güçleri adına Eğitim-Sen Adana Şube Başkanı Kamuran Karaca bir açıklama yaptı. Açıklamasında Lokumcu'nun ölümüne neden olanların adalet önünde hesap vermesi gerektiğini söyleyen Karaca, emek ve özgürlük mücadelesinin süreceğini söyledi. 

 

Değerli Basın ve Kamuoyuna

Türkiye “İleri Faşizmin” Gölgesinde

Tüm demokratik hak ve özgürlük taleplerinin polis şiddetiyle bastırılmaya çalışıldığı günlerden geçiyoruz. Seçim sürecinde bu saldırılar gözü kara biçimde yaygınlaştırılıyor. AKP’nin seçim sürecindeki saldırıları ve Başbakan’ın kışkırtıcı söylemleri her geçen gün saldırıları daha da artırmaktadır. 

 

AKP’nin Hopa’da gerçekleştirdiği miting öncesinde, iktidarın politikalarına, özellikle bölgede kurulması planlanan HES’lere yönelik tepkilerini dile getiren Hopa halkına gazla, tazyikli su ve copla acımasızca müdahale edilmiştir. Polisin saldırısı sonucu onlarca vatandaşımız yaralanırken, gazın etkisinin yanı sıra polisin darp etmesi sonucu Eğitim Sen eski üyesi, emekli öğretmen Metin Lokumcu kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmiştir.

Hopa’dan Sonra Ankara, İstanbul, İzmir, Giresun ve Bursa’da da saldırılar devam etti. Emekli Öğretmen Metin Lokumcu’nun polis şiddeti sonucu hayatını kaybetmesini protesto edenlere sert müdahalelerde bulunulmuştur. İzmir’de İşçi emeklisi TKP Üyesi Turgut Eraslan  yoğun gazdan kaynaklı kalp krizi geçirerek yoğun bakıma alınmıştır.

 

 

Eylem Fotografları İçin Link 

(Açılan sayfada Bu web sitesine devam et (önerilmez) tıklarsanız resimlere ulaşabilirsiniz)

 

 

Ankara’da AKP İl Başkanlığı önünde basın açıklaması yapmak isteyenlere biber gazı ve coplarla saldıran polis, aralarında çoğu şube yöneticimiz ve üyemiz olan  54 kişiyi gözaltına almıştır. Yaralıların yanına giden 3 avukat da darp edilerek gözaltına alınmıştır. Olayları görüntüleyen Birgün Ankara muhabiri de polisler tarafından dövülerek gözaltına alınmıştır. Polis saldırısı sonucu Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş'ın kalçası kırılmıştır. Bir üniversite öğrencisinin yüzü yarılmıştır. Polisin orantısız güç kullandığı, sert müdahalesi sonucu pek çok arkadaşımız yaralanmıştır. Gözaltına alma sırasında uygulanan şiddet polis araçlarında ve emniyette de sürdürülmüştür. İçlerinde ciddi şekilde yaralananların olduğu arkadaşlarımız hâlâ gözaltında tutulmaktadır.

12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak genel seçimlere sayılı günler kaldı. Başbakan’ın üslubundan da anlaşılacağı üzere iktidar partisi devlet olanaklarını kullanarak, tek başına iktidar olma hevesiyle anti demokratik uygulamalarda sınır tanımıyor.

En demokratik hakları için basın açıklaması yapanlara dahi gaz bombaları ile saldırmayı alışkanlık haline getiren polis, toplumsal olaylara müdahalede sınır tanımaz hale gelmiştir. Polisin, hak arama mücadelesi yürüten tüm kesimlere yönelik bu pervasız tavrının arkasında,  AKP iktidarının, başta Başbakan’ın kışkırtıcı söylemi ve cesaret veren tutumu olduğu bilinmektedir.

 
Dolaysıyla genel seçimlere yaklaştıkça seçimlerin demokratik ve şeffaf bir ortamda yapılacağına dair kaygımız, tereddüdümüz artmaktadır. Son zamanlarda yaşananalar bu kaygımızı haklı kılmaktadır.

 

Emek, demokrasi ve özgürlük mücadelemizi sürdüreceğiz

Tüm yaşananlara rağmen, Başbakan, halkın farklı kesimlerini karşı karşıya getirmeye hizmet edebilecek kışkırtıcı söyleminin dozajını artırmaktan çekinmemektedir. Hopa'da polisin yoğun gaz bombası nedeniyle bir kişinin yaşamını yitirmesine ve onlarca kişinin yaralanmasına karşın, Başbakan’ın hakları için alanlara çıkan halka “eşkıya şehre inmiş” diyerek hakaret etmesi, kendinden olmayana duyulan öfkenin yansımasıdır.

 “İleri demokrasi” nutuklarının atıldığı bir dönmede, her fırsatta şiddeti meşrulaştırmaya çalışanların maskesi son yaşanan şiddet dalgası ile bir kez daha düşmüştür.

 

Adana’da emek güçleri olarak, öncelikle Eğitim Sen emekli üyesi öğretmenimiz Metin Lokumcu’nun ailesine ve tüm yakınlarına baş sağlığı diliyoruz. Başbakan yarın Adana’ya geliyor. Bizler bu kentin emek güçleri olarak uyarıyoruz. Bu cinayetin ve arkasından yaşanan saldırıların sorumlularının hak ettiği cezayı alması için gerekli mücadelenin sürdürüleceğini kamuoyuna ilan ediyoruz. Kendine demokrat AKP İktidarının faşizan tutumu karşısındaki net tutumumuz sürdürülecektir.

 

Ancak faşizmin egemen olduğu ülkelerde yaşananlarla kıyaslanabilecek bu saldırıları kınıyor, hukuk dışı gözaltına alınan arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz.

Emek, demokrasi ve özgürlük mücadelemizi, dün olduğu gibi bugün de daha çok büyüterek sürdüreceğiz.

Zulme boyun eğmeyeceğiz, susmayacağız, direneceğiz. 

 

DİSK, KESK, TMMOB, ADANA TABİP ODASI, HALKEVLERİ, PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEGİ, TUNCELİLER DERNEĞİ, GENÇLİK MUHALEFETİ, ÖĞRENCİ KOLEKTİFLERİ, LİSELİ GENÇ UMUT, DHF, EDP, EMEP, ESP, ÖDP, TKP

 

Katılımcı Kurumlar Adına

Kamuran KARACA

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü

Adana’da İnönü Parkı’nda bir araya gelen grup adına açıklamayı Eğitim-Sen Adana Şube Başkanı Kamuran Karaca yaptı. Karaca, AKP’nin ileri demokrasisine bir öğretmenin şehit verildiğini söylerken, başbakanın mitingi bahane ederek Hopalılara saldırdığını belirtti. Protestonun demokratik bir hak olduğunu söyleyen Karaca, kolluk kuvvetlerinin güç kullanmasını eleştirdi.

 

 

BASINA VE KAMUOYUNA

AKP’nin ileri demokrasisine bir öğretmen daha şehit verilmiştir. Artvin’in Hopa ilçesinde AKP’nin dağı taşı, dereyi, tepeyi satan özelleştirme politikalarını protesto etmek için “su haktır satılamaz” diyen çeşitli D.K.Ö ve siyasi partilere, yani Hopalılara, başbakanın mitingi bahane edilerek saldırılmıştır. Polisin ileri demokratik tutumu sonucu, çok  sayıda kullanılan gaz bombası nedeniyle emekli eğitim emekçisi Metin Lokumcu kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmiştir.

Protesto, demokratik bir ülkede kime karşı, kim tarafından  yapılırsa yapılsın bir haktır.

Demokratik haklarını kullandığı için  hiç kimseye, hele hele bir ilçe halkına orantılı ya da orantısız güç kullanılması mazur görülemez.

Başbakan mitingini ,dikensiz gül bahçesine çevrilmiş ortamlarda yapacaksa ;suyu, deresi, dağı, taşı özelleştirmelerle  satılmayan bir yer ve halk bulunmalıdır.Yoksa özelleştirmelerin sorumlusu olarak, bu ve benzeri haklarına sahip çıkanların protestolarına alışmalıdırlar.

Hopa’da bu gün sanki bir savaş varmışçasına Hopalılara yapılan müdahaleler kabul edilebilir bir durum değildir. Miting yapacağız diye,  hayatını kaybeden eğitim emekçisinin ve insanların ölümüne neden olunmamalıdır.Bu durumu şiddetle kınıyoruz.Sorumlular yargı önüne çıkarılmasını istiyoruz.

Çayına, suyuna, okuluna, hastanesine, tüm ülkesine sahip çıkma mücadelesi veren yiğit Hopalılara  geçmiş olsun diyoruz. Başınız sağolsun diyoruz. 31 Mayıs 2011

Sendikalardan

1 Mayıs Çağrısı

Türk İş DİSK KESK TMMOB Adana Eczacılar Odası Adana Tabip Odası tarafından ortak yapılan basın açıklamasında "1 Mayıs Pazar Saat:13.00'de Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önünden başlayacak mitinge tüm halkımızı çağrıyoruz" denildi

 

Bizler bu ülkenin işçileri, kamu emekçileri, meslek sahipleri, emeklileri, işsizleri, yoksulları, kadınları, gençleri olarak, tüm dünya emekçileriyle birlikte 1 Mayıs alanlarında, emeğin bayramındayız.

Barış için, özgürlük için, demokrasi için, saygın bir iş için, savaşsız bir dünyada sömürüsüz, baskısız, insan onuruna yaraşır bir yaşam için birlikteyiz. Sosyal adalet, eşitlik, bağımsızlık ve sendikal haklarımız için 1 Mayıs 2011’de, başta Taksim olmak üzere tüm alanlarda, omuz omuzayız.

1 Mayıs 2011’i güvencesiz, esnek, kuralsız çalışmanın, taşeronlaşmanın yaygınlaştırıldığı koşullarda karşılıyoruz. Emekçilerin yarısı kayıt dışında çalışıyor, sendikal örgütlenmenin önündeki engeller korunuyor ve örgütlenen işçiler işten atılıyor. İş kazası adı verilen iş cinayetleri durmak bilmiyor. Torba Yasa ile her alanda emekçilerin hak ve çıkarları geriye götürülmek isteniyor.

Biz sosyal adalet, eşitlik, özgürlük ve demokrasi istiyoruz. Biz, özgürlükçü, eşitlikçi sivil demokratik bir anayasa ve yasalar için; inanç ve düşünce özgürlüğü için sesimizi yükseltiyor, özgürlükten, demokrasiden ve sosyal devletten vazgeçmeyeceğimizi bildiriyoruz.

1 MAYIS’TA ALANLARDAN BİR KEZ DAHA HÜKÜMETE ve İŞVERENLERE SESLENİYORUZ;

İşsizliğin önlenmesini, kıdem tazminatı hakkımızın korunmasını, esnek, kuralsız ve

güvencesiz çalışma biçimlerinden vazgeçilmesini istiyoruz.

İşsizlik Sigortası Fonu’nun amacı dışında kullanılmasına karşı çıkıyoruz.

Sağlık ve sigorta alanındaki mağduriyetlerimizin giderilmesini istiyoruz.

Asgari ücretin insan onuruna yakışır olmasını, vergi adaletsizliğinin giderilmesini istiyoruz.

İş cinayetlerinin önlenmesini, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin artırılmasını istiyoruz.

Taşeronlaşma ve kayıt dışı ekonominin engellenmesini, özelleştirmelerin durdurulmasını istiyoruz.

Anti demokratik sendikal yasaların değiştirilmesini, toplu pazarlık ve örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz.

Kürt sorununun demokratik ve barışçıl bir şekilde çözümünü; din, vicdan ve düşünce özgürlüğünün toplumun tüm kesimlerine hakim kılınmasını istiyoruz.

Cezaevlerindeki yaşam koşullarının insan onuruna yakışır bir şekilde iyileştirilmesini, ağır hastaların tahliye edilmesini istiyoruz.

Doğal yaşamın korunmasını ve ekolojik çevrenin katline son verilmesini istiyoruz.

Kadına yönelik şiddetin engellenmesini, istihdamda kadın emeğine daha çok yer verilmesini istiyoruz.

Engellilerin toplumsal yaşama eşit bireyler olarak katılmasının sağlanmasını istiyoruz.

ÖSYM tarafından yapılan sınavlarda güvenlik ve adaletin kuşkulara yer bırakmayacak şekilde sağlanmasını istiyoruz.

Biz, 1 Mayıs 1977’ nin aydınlatılmasını ve kaybettiklerimizin faillerinin bulunmasını, adalet önüne çıkarılmasını istiyoruz.

Biz, Arap halklarının demokrasi mücadelesini destekliyor, onlara yapılan tüm anti demokratik müdahaleleri kınıyoruz.

İşçiler, Kamu Emekçileri, Emekliler, İşsizler, Yoksullar, Kadınlar, Gençler,

EMEK, BARIŞ, ÖZGÜRLÜK ve DEMOKRASİ İÇİN HAYDİ 1 MAYIS’A!

1 MAYIS BİRLİK, MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ

TÜM EMEKÇİLERE KUTLU OLSUN

1 Mayıs Tertip Komitesi Başkanı 
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

1 Mayıs Adana'da düzenlenecek miting ile kutlanacak. Tertip Komitesinin İnönü parkında düzenlediği basın açıklamasına  demokratik kitle örgütleri ve sendika temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen açıklamayı KESK Dönem Sözcüsü, 1 Mayıs Tertip Komitesi başkanı Kamuran KARACA okumuştur.

EMEK, BARIŞ, ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ İÇİN 1 MAYIS’TA TÜM TÜRKİYEDE ALANLARDAYIZ

Emek ve meslek örgütleri olarak, Türkiye açısından önemli bir dönemeçte, 1 Mayıs kutlama hazırlıklarını başlatmış bulunmaktayız.

İşçi sınıfının uluslar arası birlik, mücadele ve dayanışma gününü emeğin bayramı 1 Mayıs’ı Adana’da da tüm emekçilerle birlikte kutlayacağız.

 

1 Mayıs 2011 kutlamaları, işsizlik ve yoksulluğun kalıcılaştığı, krizin olumsuz etkisinin, resmi rakamlarda bile gizlenemeyecek bir düzeye ulaştığı, siyasal iktidarın referandum sonrası toplumsal muhalefete karşı giderek artan baskı ve şiddetinin kuşatmasında gerçekleştirilecektir.

İşten atmalar, düşük ücret dayatmaları, maaşların zamanında ödenmemesi ve ücretsiz izinler patronların kazanılmış hakları gibi uygulanıyor. İşçi ve emekçilerin mağduriyetleri değil, patronların istekleri karşılanıyor. AKP hükümeti işçi ve emekçilerin feryadını duymazlıktan geliyor. İşçiler, işsizler ve emekçiler lehine tedbirler almak yerine, kaynakları patronlara aktarmaya devam ediyor. İşsizlik çığ gibi büyüyor, hayat pahalılığı, sefalet artarak devam ediyor.

1 Mayıs 2011’i güvencesiz, kuralsız çalışmanın yaygınlaştığı koşullarda karşılıyoruz. Emekçilerin yarısı kayıt dışında çalışıyor. Esnek, güvencesiz ve kuralsız çalışma kural haline geliyor. İş kazası adı verilen iş cinayetleri durmak bilmiyor. Taşeron işçiliği ve sözleşmeli personel uygulaması ile sömürü ve yoksulluk giderek artıyor. 

AKP, KENDİSİNE YÖNELİK HER TÜRLÜ MUHALEFETİ, YOK SAYMAKTA ve HAKLARIMIZI GASP ETMEKTEDİR.

Hükümetin, ulusal istihdam strateji belgesi adı altında emeğin haklarına yönelik saldırıları içeren gündemi, torba yasa ile deşifre olmuştur. Sosyal korumadan ve sendikal haklarından mahrum milyonlarca işçi için ağır ve yoğun bir çalışma rejiminin yeni taşları örülmeye çalışılmaktadır. Torba yasa ile emekçilerin iş güvencesi kaldırılmak istenmekte ve sürgün yasalaşmaktadır. Bütün bu durum ortadayken, toplumsal tepkilerin ve muhalefetin artması kaçınılmazdır. AKP hükümeti bu tepkileri sindirmek ve bastırmak adına, kendisine yönelik her türlü demokratik muhalefeti, darbecilik olarak adlandırmakta, demokratik talepleri susturmak için, darbe dönemlerini aratmayacak uygulamaları hayata geçirmektedir. Toplumun bilgilenme hakkının ve düşünce özgürlüğünün önüne konulan engeller ve uygulamalar kaygı verici ve kabul edilemez boyutlara ulaşmıştır.

TÜRKİYE'Yİ EMPERYALİST GÜÇLERİN ÇIKARLARI İÇİN YENİ MACERALARA SÜRÜKLEYECEK SÜREÇTEN KAYGILIYIZ

TBMM'den çıkartılan tezkere bugün Libya, yarın ise Suriye ve İran'a yapılacak müdahalelerde ciddi bir tehdit olacaktır. Bu nedenle Türkiye'yi emperyalist güçlerin çıkarları için yeni maceralara sürükleyecek bu süreçten son derece kaygılıyız. Bu nedenle ülkede ve bölgede barış talebimiz ısrarla savunmamız gereken yaşamsal bir taleptir.

Son dönemde Dünya bir başka soruna, ekolojik krize sürüklenmiştir. İnsanlık, yaşamsal kaynakları kapitalizmin doymak bilmez ihtiyaçları için hızla tüketmekte ve böylelikle kendi sonunu da hazırlamaktadır. Sayısı giderek artan doğal felaketlerin, artan kıtlığın gölgesinde, dünya bir nükleer faciayı daha yaşamaktadır. Buna karşın ülkemizde su kaynaklarının ticarileştirilmesi ve nükleer enerjinin sorgusuz sualsiz kabulü hepimizi derinden kaygılandırmaktadır. Biz emek ve meslek örgütleri olarak, emeğin haklarının yok edilmeye çalışıldığı, ülkenin bir sivil diktaya doğru yöneldiği bir süreçte, yoksulluğa, eşitsizliğe, hak ve özgürlüklerimizin gasp edilmesine ve doğal kaynaklarımızın tahrip edilmesine karşı sesimizi yükseltiyoruz.

Tüm bu sorunlara ve baskılara karşı, 1 MAYIS; işçi ve emekçilerin hak ve özgürlük mücadelesinin güç kazandığı, emekçilere dönük her türlü saldırılara karşı, bağımsız ve demokratik taleplerin gerçekleştiği gün olmalıdır.

Demokratik, Laik, Sosyal bir hukuk Devleti için; İş için, ekmek için, barış için tüm emekçileri 1 Mayıs 2011 Pazar günü Adana’da Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önünden Saat:13.00’de başlayacak mitinge çağırıyoruz.

Yaşasın 1 Mayıs!

 Kamuran KARACA

KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü

1 Mayıs Tertip Komitesi Başkanı

TÜRK İŞ – DİSK –KESK – TMMOB – ADANA TABİP ODASI

 

    Konfederasyonumuz tarafından “Güvenceli İş, Güvenceli Gelecek” şiarıyla 30 Mart – 10 Mayıs 2011 tarihleri arasında imza kampanyası başlatmıştır.

Bugün güvence gibi sunulan, iş ve çalışma hakkı elimizden alınmak istenmektedir. Çalışma yaşamı giderek parçalanmakta, istihdam politikası bu parçalanmışlık üzerinden şekillenmektedir. Başta sağlık, eğitim, büro, alt yapı, iletişim hizmetleri olmak üzere tüm kamu kurumlarında çalışan emekçiler sözleşmeli, taşeron, 4/A, 4/B, 4/C, 50/D, ücretli, kapsam içi, kapsam dışı v.b. statülere bölünmüştür. 

Güvencesiz çalıştırma, farklı biçimlerle kamu hizmetleri bakımından temel çalışma biçimi haline getirilmek istenmektedir. Bu anlayış; vatandaşın nitelikli kamu hizmeti alma hakkını engellediği gibi emekçiler açısından da geleceksizliği ve güvencesizliği dayatmaktadır. Aynı ya da benzer işi yapan emekçilerin ücretleri ve sosyal hakları arasında farklılıklar oluşturarak, daha az ücret dayatılmakta, emekçiler birbirleriyle rekabete zorlanmaktadırlar. 

Güvencesiz çalışma;

Düşük ücret dayatmasıdır,

Fazla mesai ücreti almadan günde 10–12 saat çalışmadır,

Hizmetlerin kar amacına göre verilmesidir,

Çalışma yaşamının, “beğenmiyorsan git” denilerek güvencesizleştirilmesidir,

Sendikal örgütlenme ve dayanışmanın yok edilmesidir,

Performans uygulamasıyla; kamu kurumlarının şirket, çalışanların köle, vatandaşın müşteri haline getirilmesi, ücret ve iş güvencesinin ortadan kaldırılmasıdır.Anayasanın kanun önünde eşitlik ilkesi başlığı altında düzenlenen 10. maddesinin dördüncü fıkrasında; “… Devlet organları ve idare makamları, bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmektedir.Bu nedenle aynı şartlarda çalışılmasına rağmen aynı özlük haklardan faydalanamamak, Anayasa’nın eşitlik ilkesiyle, hakkaniyetle ve adaletle bağdaşmamaktadır.Yukarıda belirtilen haklı gerekçelerle;

  • 4/B, 4/C, 50/D, 4924 statüsünde çalışan tüm sözleşmeliler kadroya geçirilmelidir.          
  •  4/C’li çalışanların diğer çalışanlar gibi aile yardımı alması sağlanmalı, fazla mesai ücretleri ödenmeli, izin hakları kullandırılmalıdır.                                                         
  • Üniversiteler, piyasa endeksli sistemde bilim üretemez. 50/D’li araştırma görevlileri, akademik yaşamlarının devamlılığı ve akademik verimlilik sağlayabilmeleri için iş güvencesine kavuşturulmalıdır.    
  • Taşeron çalışanlar “ana işveren” olan kurum personeli kadrosuna alınmalıdır.            
  • Aynı işi yapan emekçilerin eşit mali ve sosyal haklardan yararlanması sağlanmalıdır.

Bütün bu taleplerimizin anayasa ve uluslar arası sözleşmelerde yer alan hükümler doğrultusunda yasal düzenlemeye kavuşturulmasınıTALEP EDİYORUZ.             

    Kampanya kapsamında toplanan imzalar 10 Mayıs tarihinden sonra merkezi postanelerden kargo ile Başbakanlığa gönderilecektir. 01.04.2011

Kamuran KARACA

Eğitim Sen Adan Şube Başkanı

KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü

İmza Kampanyası Metnini İndirmek İçin Tıklatın

LİBYA HALKI, KENDİ KADERİNİ KENDİSİ BELİRLEMELİ, EMPERYALİST SALDIRI DERHAL SON BULMALI, İNCİRLİK ÜSSÜ KAPATILMALIDIR. 
Basına ve Kamuoyuna

 

Dünyayı yöneten emperyalist güç odakları, çeyrek yüzyıldan beri dünyayı yeniden biçimlendirmek, "yeni bir dünya düzeni" kurmak için planlar yapmakta; uluslararası sermaye merkezlerini, diplomatlarını, ordularını dünyanın her köşesinde bu yeniden biçimlendirmeyi gerçekleştirmek amacıyla harekete geçirmiş bulunmaktadırlar. Onlar "yeni dünyalarını" sermaye güçlerinin çıkarlarından başka hiçbir insani kaygının duyulmadığı bir dünya olarak kurmak istemektedirler. Bu yenileme; ekonominin organizasyonundan siyasete, ideolojik alana kadar hayatın bütün alanlarına bir müdahale olarak ilerlemektedir.

"Genişletilmiş Ortadoğu Projesi" ya da "Emperyalizmin Yeni işgal Projesi" aslında Kuzey Afrika dan Çin sınırına kadar olan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Emperyalist ideologlardan İslam dünyasındaki Amerikan işbirlikçilerine kadar her cinsten savunucularına bakarsanız GOP un amacı ABD nin ya da genel olarak emperyalizmin çıkarları değildir. Bütün amaç, Ortadoğu ya özgürlük ve demokrasi getirmek; kadın haklarını, insan haklarını egemen kılmak; ezilen ulusları ve mezhepleri özgürleştirmek; açlığa, yoksulluğa, eğitimsizliğe son vererek bölge halklarının refah ve mutluluğunu sağlamaktır! Yani GOP, plancılarının amaç ve stratejilerinden bağımsız bakarsanız; her insanın  uygulansa ne iyi olur  diyeceği bir plandır. Ama gerçekte GOP; ABD nin dünya egemenliğini ebedileştirmek için girişilen saldırının örtüsü olarak devreye sokulmuş;  Ilımlı İslam-Radikal İslam  ayırımı üstünden İslam dünyasındaki ilerici-devrimci çevrelerin yedeklenmesini de amaçlayan bir  proje dir. Irak ta açıkça ortaya çıktığı gibi, GOP un tek amacı vardır; Amerika nın ve emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda bölgenin haritasının yeniden çizilmesine meşruiyet kazandırmak, buna bölge halklarının desteğini sağlamak! Ötesi laftır,  kara propaganda dır.

 

Bir süredir halkın, Kaddafi yönetimine isyanıyla gündemde olan Libya'da, son olarak BM’nin desteğini arkasına alan ABD, Fransa ve İngiltere’nin başını çektiği ağır saldırıların hedefi oldu. Saldırılarını, Libya halkını Kaddafi’nin “zulmünden” kurtarma bahanesiyle açıklayan emperyalist güçlerin, bu türden gerekçelerinin aslında ne anlama geldiği daha önce Irak ve Afganistan’ın işgali sırasında da görülmüştü.

 

Savaş uçaklarının ağır bombardımanı ve yoğun füze saldırısına maruz kalan Libya’da, bu saldırılardan askeri hedeflerin yanında halkın da zarar gördüğü gelen ilk haberler arasında yer alıyor.

 

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da halklar bir süredir gerici diktatörlere karşı mücadele veriyorlar. Tunus ve Mısır’da halkın mücadelesi diktatörlerin devrilmesiyle sonuçlanırken Libya’da ise, Kaddafi, halkın isyanını bastırmak için saldırılara girişti. Kaddafi’nin halkına karşı uyguladığı zulüm politikaları nasıl kabul edilemez ise, Libya’ya yönelik emperyalist saldırılar da aynı şekilde kabul edilemez. Emperyalist ülkelerin ve onların oyuncağı durumundaki BM’nin, bugüne kadar hiçbir ülkeye ‘dışarıdan’ demokrasi getirmediği gibi, Libya’ya da getirmeyecektir.

 

Türkiye hükümetinin de, bu emperyalist saldırıya yeşil ışık yakmış olması ve destek vermesi utanç vericidir. Libya halkına bomba yağdıran savaş uçaklarının İncirlik üssünden kalkmasına göz yumanlar ise tarih önünde hesap vereceklerdir.

 

2001 yılında benzer bahanelerle Afganistan’a saldıran ABD, hala bu ülkedeki işgalini sürdürüyor. Hem Afganistan hem de aynı şekilde ABD tarafından işgal edilen Irak’ta yaşanan onca ölüm ve yıkıma rağmen “demokrasi”nin gelmediği biliniyor. Bu yakın tarih örnekleri bile, Libya’ya yönelik emperyalist saldırı ve işgalin, bu ülkeye demokrasi getirmeyeceğinin bir göstergesidir.

 

Libya halkı, kendi kaderini kendisi belirlemeli, emperyalist saldırı derhal son bulmalı, İncirlik üssü kapatılmalıdır.

  

TÜRKİYE BARIŞ MECLİSİ - TUNCELİLER DERNEĞİ - ADANA ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ -PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEĞİ-TİHV - İHD- TUHAY DER - ANADOLU DER - TÜRK İŞ - DİSK – KESK –TMMOB-ADANA TABİP ODASI- BDP- ÖDP - EMEP – EDP-ESP

  

Kurumlar Adına

 

Güven BOĞA

 

Türkiye Barış Meclisi Dönem Sözcüsü

Tarih 8 Mart 1857’yi gösterdiğinde New York’ta 40 bin dokuma işçisi kadın, 12–14 saati bulan günlük çalışma süresinin 8 saate düşürülmesi ve daha iyi çalışma koşulları için greve gitti. Ancak egemenlerin buna tepkisi çok sert oldu. Polislerin işçilere saldırması sonucu, fabrikaya kilitlenen ve dışarı çıkamayan 129 kadın işçi yanarak hayatını kaybetti. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.1911 yılında 25 Mart'ta New York kentinde çıkan Triangel yangınında 140 kadın işçi yanarak öldü.

8 Mart’ın üzerinden 100 yılı aşkın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, özellikle ülkemizde kadınlar olarak toplumsal konumumuzdan, çalışma yaşamındaki koşullarımıza kadar değişen pek bir şey olmadı.

Yine ev işlerini biz yapıyoruz,

yine çocuklara, hastalara, yaşlılara, özürlülere yalnızca biz bakıyoruz;

yine ev emeğimiz yok sayılıyor,

yine ucuz ve yedek işgücüyüz,

yine kadrosuz ve güvencesiz işlerde çalışıyoruz,

 

KESK üyesi kadınlar olarak, kadının özgürleşmesinin, kadın cinayetlerinin durdurulmasının ancak ve ancak kadınların örgütlü gücünün bir eseri olacağını biliyoruz. Biz kadınlar öncelikle kendi kurumlarımızdan, ardından çalışma yaşamından başlamak üzere erkek egemen bakış açısının sirayet ettiği toplumsal yaşamın tamamını dönüştürmek için yola çıktık. Yolu bizimle kesişen herkesle birlikteyiz.

 

EMEĞİMİZ BİZİMDİR

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının “rakamlarına göre”: Çalışanların; % 71,1'i erkek.

 

Sadece temel eğitim almış erkeklerin işgücüne katılma oranı % 70,8 iken, kadınlarda % 25,4’dür. Yükseköğretim mezunlarında erkeklerde işgücüne katılma oranı % 83,4 iken, kadınlarda   % 70’tir.

 

Biz KESK’li kadınlar olarak, kadın istihdamını, sadece kadınların istihdama katılımı olarak değerlendirmiyoruz. Çünkü kadınların hangi koşullar altına istihdama katıldığını, istihdamın niteliğini ve istihdamda toplumsal cinsiyet eşitliğini ve ev içi emeklerini gözetmeden kadın istihdamı adına atılacak her adım, sözde kalacak hatta toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve kapitalist sistem politikalarını daha da derinleştirecektir. 3 Şubat Torba Yasa eylemiyle nasıl ki kadın istihdamına (istihdamsızlığına) yönelik maddeleri geri çektirdiysek, Emine Aslan, Türkan Albayrak’ın, Aynur Çamalan’ın ve Tekel işçisi kadınların direnişleri nasıl ki bizlere umut olduysa, bundan sonra da her yerde büyüterek sürdüreceğimiz, çoğalttığımız mücadeleyle emeğimize sahip çıkacak, kapitalizme ve erkek egemenliğine darbeler vurmaya devam edeceğiz.

 

ÖFKELİYİZ;

Yine sokakta kadınlar öldürülüyor; eski-yeni kocası, sevgilisi, babası, abisi fark etmiyor ama en yakınındaki erkek tarafından. Öncesinde kadınlar dilekçeler veriyor ama onu kimse dinlemiyor; tıpkı sokakta dövülürken kimsenin görmediği gibi. Tıpkı Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanının “münferit” görüp, duymadığı gibi. Bakan kadına yönelik şiddete sıfır tolerans gösterildiğini söylüyor oysa ki gerçek bambaşka….

 

·          Gerçek; Türkiye’de her gün 3 kadının öldürülmesi; dün Necla, bugün Ayşe, yarın Sevgi;

·          Gerçek, kadın cinayetlerinin münferit değil sistematik olması;

·          Gerçek; kadın cinayetlerinin son yıllarda %1400 artması;

·          Gerçek; 81 ilde 3.800 olması gereken sığınma evi sayısının 65’te kalması;

·          Gerçek; 12 bin din görevlisiyle kadına yönelik şiddetin çözüleceğinin öngörülmesi;

·          Gerçek; kadınları eve hapseden, 3 çocuk doğurmalarını talep eden; kadın erkek eşitliğine inanmadığını kadınların gözlerinin içine baka baka söyleyen, ‘’muhalefet eden kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılacaktır’’ diyen bir Başbakanımızın olması;

·          Gerçek; Kürt sorununun çözümünü Kürt kadınları ile evlenmede gören belediye başkanları;

·          Gerçek diri diri toprağa gömülen, bombalarla parçalanan kız çocukları;

 

Biz KESK’li kadınlar olarak, dünyayı değiştirecek örgütlü gücümüz olduğuna inanıyoruz! Bu nedenle, bu hükümranlığın yıkılması, toplumun tüm kesimlerinin, özellikle kadınların şiddetten arınmış, kadın erkek eşitliğinin yaşamın bütün alanlarında gerçekliğe kavuştuğu bir dünya ve bir Türkiye yaratmak için mücadelemizi sürdüreceğiz.

 

YOK SAYILAN DİLİMİZİ KULLANMAK İSTİYORUZ

 

Bu ülkede yıllardır yok sayma ve bastırma politikalarının bir sonucu olarak uygulanan anadilinin yasaklanması, dilimizi kullanamayan kadınlar olarak en çok bizleri etkiledi.  Anadilinin yasaklanması erkek egemen sistem açısından kadın üzerindeki denetimi derinleştirme aracı olurken, dili yasaklı kadınlar açısından ise yaşama katılımın önündeki en büyük engel oldu.

 

Bu temelde; 2011  8 Mart’ını KESK’li kadınlar olarak; eşitlik, özgürlük mücadelesinde ve kadın cinayetlerinde yitirdiğimiz tüm kadınlar şahsında üyemiz Necla YILDIZ’ a atfediyoruz.

 

BİZ KESK’Lİ KADINLAR OLARAK

8 MART’IN 101. YILINDA 101. KEZ BİRLEŞİK MÜCADELEYİ ÖRECEĞİZ.

‘’  KADROLU, GÜVENCELİ ÇALIŞMA İÇİN!

KADIN CİNAYETLERİNE DUR DEMEK İÇİN!

ANADİLİNDE EĞİTİM VE SAĞLIK HAKKI İÇİN!’’  Yine alanlarda olacağız.

YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI;

YAŞASIN EMEĞİMİZ; BEDENİMİZ VE KİMLİĞİMİZ İÇİN VERDİĞİMİZ MÜCADELE

YAŞASIN KESK

 

 

KESK Adana Şubeler Platformu Adına

Gülistan ATASOY

Ses Adana Şube Hukuk ve Kadın Sekreteri

Değerli Basın Emekçileri,
Kamuoyunda Torba Yasa ismi ile bilinen 6111 sayılı “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” TBMM’de kabul edilip onaylanması için Cumhurbaşkanlığı’na gönderildiği aşamada emek ve meslek örgütleri yasanın veto edilmesini istedi.


Ancak, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, değerlendirme ve eleştirilerimize kulak tıkayarak, yasayı onaylayıp yürürlüğe koymuş bulunmaktadır. Açıkça görüyoruz ki, Sayın Cumhurbaşkanı adeta bir Noter gibi davranmıştır.
AKP iktidarının, birçok yasal düzenlemede olduğu gibi, Torba Yasa’nın hazırlık sürecinde de emek ve meslek örgütlerinin görüşlerine başvurmadan, eleştiri ve değerlendirmelerini dikkate almadan kendi “ileri demokrasi” anlayışına uygun davranmış, kamuoyunu yanıltmaya ve 3 Şubatta görüldüğü gibi binlerce emekçinin tepkisini bildik faşizan tutumuyla bastırmaya kalkışmıştır. Ne yazık ki, Sayın Cumhurbaşkanı da buna ortak olmuştur ve Cumhur’un temsilcisi olarak değil, AKP’nin Noteri gibi davranmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanı’na soruyoruz;
1)         Onayladığınız Yasada Resmi 3 milyon işsize karşın, sadece 170 bin kişinin faydalanabildiği İşsizlik Fonu’nun prim gelirlerinin yarısının, taşeron firmalara, Özel İstihdam Bürolarına aktarılmasının yolunu açtınız. Kimin yararına yaptınız bunu?
2)         Belediye işçilerine sürgün yolu açıldı. Sendikasızlaştırma kapıda.  Norm kadroda ya da değil, belediye işçileri “İhtiyaç fazlası” ilan edildikleri taktirde, Milli Eğitim veya Emniyet teşkilatının taşra teşkilatlarına gönderilecek. Atandıkları yere 5 günde başlamazlarsa işlerini kaybedecekler. İşçiyi yollayan belediye 5 yıl boyunca yeni kadrolu işçi alamayacak. Hizmet alım yöntemiyle taşeron ile anlaşacak. Taşeronlaşma yaygınlaşacak.  Bunlar kimlerin talepleriydi ve siz kimlerin çıkarını gözettiniz?
3)         Kriz döneminde, şirketler krizdeyiz diyerek işçi ücretlerini ödemediler. İşçilerin ücretleri İşsizlik Fonu’ndan, işçilerin kendi haklarından ödendi. Şimdi bu uygulama sadece genel kriz koşullarına tabi olmayacak, sektörel ve bölgesel düzeyde de uygulanabilecek. Şirketler her dara düştüğünde ücretsiz izinler, kısa çalışma ödeneği devreye girecek. Bu uygulamanın olduğu işyerlerinde işten çıkartmalar kolaylaşacak. İşverenler kriz bittiğinde bu fona, işçilere yapılan ödemelerin karşılığında bir geri ödeme yapmıyorlar. Olan işçilerin işsiz kaldıklarında kullanacakları haklarına oluyor ve siz sayın Cumhurbaşkanı, işvereni memnun etmek adına bu ülkenin insanına bunu nasıl reva gördünüz?
4)         Torba Yasa ile kamuda esnek istihdam artık yasal hale getiriliyor. Öngörülen değişiklik ile bir kamu emekçisi birkaç farklı kurumda çalıştırılabileceği gibi, 8 saatlik çalışma süresinin dışında farklı şekillerde çalıştırılabilecek. Cumhurbaşkanı bunu kamu emekçilerine nasıl izah edeceğini düşündü mü acaba?
5)         Kamu emekçileri, rızaları dışında kurum içi ve kurumlar arasında 1 yıldan 6 aya kadar görevlendirilebilecek. Sürgün kural haline gelecek. Sürgünü onaylayan bir Cumhurbaşkanı hangi çalışma barışından ve adaletinden söz edecek?


6)         Özel sektörde 10 yılın üzerinde yöneticilik yapmış kişiler, kamu kurumlarının başına getirilecekler. Böylelikle kamu yararı ilkesinin yerine, piyasa koşullarına uyum sağlanmaya çalışılacak. Özel sektör zihniyeti kamuyu yönetecek. Cumhurbaşkanı sosyal devleti ortadan kaldıracak bu uygulamanın vebali altında kalacağını bilmiyor mu?
7)         İşyeri denetimlerini iş müfettişlerinin yerine çalışma bakanlığının memurları yapacak. İşçi daha korumasız hale gelecek. İş kazaları konusunda yaşanan süreç ortada. Böylelikle kamuda nüfuzu olan şirketler denetimden kaçabilecek. Yaşanan bunca iş katliamlarına seyirci kalmakla yetinmeyip, adeta onay verdiniz. Sayın Cumhurbaşkanı, adı işçi olan bir insanın yaşamı sizin için bu kadar mı ucuz, bu kadar mı değersiz?
8)         İş öğrenimi adı altında, daha kuralsız ve düşük ücretle çalışmanın aracı olan stajyerlik uygulamasında ücretler düşürüldü. Stajyerler 229 TL yerine 178 TL alacak. 20’den az kişi çalıştıran iş yerlerinde stajyer ücretleri 89 TL olacak. Stajyer uygulamasının yapılabileceği yerlerde işçi sınırı 20’den, 5’e çekildi. Cumhurbaşkanı gençlerin staj parasının düşürülmesini ve denetimden uzak yerlerde çalıştırılmalarının önünü açan bu kadar açık emek sömürüsünü onaylarken hangi beklenti ve kaygıyla hareket etti acaba?
9)         Böylelikle denetimin en az olduğu alanlar stajyer kullanımına açılıyor. Gençler ve meslek lisesi öğrencileri yoğun bir emek sömürüsüne ve iş güvenliğinden yoksun ortamlara mahkum ediliyor. Bu ülkenin gençlerine, bizim olan bu çocuklara nasıl kıydınız?
10)       İstihdamı teşvik adı altında yeni işsizler yaratılacak. 18-29 yaş arası erkekleri istihdam edenlerin sigorta primlerinin İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanması sonucunda 30 yaş ve üzeri çalışan işçilerin işe alınması neredeyse imkânsız hale gelecek. Cumhurbaşkanı işsizler ordusuna yeni insanlar katacak düzenlemeyi onaylayarak insanların geleceğini karartmaya ortak olduğunu bilmiyor mu?
11)       Kısmi süreli çalışan işçiler eksik sigorta primlerini kendi cebinden ödeyecek. Ödeyemediği takdirde sağlık hizmeti alamayacak, hastane kapılarında ölecek. Bu durumda Sayın Cumhurbaşkanı rahat uyuyabilecek mi?
12)       81 No’lu ILO Sözleşmesi’ne ve Anayasanın 90. maddesine rağmen sözleşmeli çalışanlara grev yasaklanıyor, en temel sendikal eylemlerin ise, “memuriyetten çıkarılma” tehdidi ile önüne geçilmek isteniyor.
13)       Sicil yerine disiplin kavramı getirilerek cezalandırma mantığı öne çıkarılıyor. Bu düzenlemeyle bir anlamda Hükümet açısından “uslu durmayan”, onun işaret ettiği sendikaya üye olmayan, hakkına sahip çıkan kamu emekçileri cezalandırılacak.
14)       Kamuda daha az engelli istihdam edilecek.
Değerli Basın Emekçileri,
Cumhurbaşkanı yasayı onaylayarak hükümetin esnek çalışmayı, güvencesizliği ve performans sistemini içeren Kamu Personel Rejimi uygulamasına ortak olmuştur. Cumhurbaşkanı tıpkı hükümet gibi emek örgütlerinin randevu talebine cevap vermeyerek sermayenin talepleri doğrultusunda hareket ettiğini göstermiştir. Emek örgütü temsilcilerinin görüşleri yok sayılmış, dikkate alınmamıştır.
Ancak emekçiler olarak biz bu yasayı onaylamıyoruz ve mücadeleyi daha da büyütmeye kararlıyız… Temel gündemimiz, gelecek yeni saldırı dalgasına karşı ortak mücadeleyi yükseltmektir. Emek örgütleri ya bu yasalara ve anlayışa karşı sonuna kadar direnecek ya da tarihin tozlu sayfalarında bir teferruat olarak kalacaklardır.
Bilinmelidir ki, emekçiler “kazananlar mücadele edenlerdir” gerçeğinden hareketle fiili ve meşru mücadelesine kararlılıkla devam edecektir. Saygılarımızla. 1 Mart 2011


 
TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, TÜRKİYE KAMU SEN,TMMOB ADANA İKK, ADANA TABİP ODASI adına 

Güven BOĞA

KESK Dönem Sözcüsü

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

03 Şubat Ankara'da emekçilere yapılan müdahale yine Ankara'da yaşanan işçi ölümleriyle ilgili Sendikalar, Demokratik Kitle ve Siyasi Partilerin destek sunduğu yürüyüş Beşocak meydanından başlayıp İnönü parkında KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Mehmet ANTMEN tarafından okunan basın açıklamasıyla tamamlanmıştır.

İŞ CİNAYETLERİNİN, EMEKÇİLERE YÖNELİK POLİS ŞİDDETİNDE SORUMLUSU
GERİCİ VE SÖMÜRÜ DÜZENİNİN TEMSİLCİSİ AKP HÜKÜMETİDİR.

Önceki gün Ankara’da yaşanan iki ayrı olay Türkiye gündemine damgasını vurdu.
Birincisi, emek ve meslek örgütlerinin demokratik haklarını kullanarak “Torba Yasa”yı protesto etmek istemelerinin polis gücüyle ve zor kullanılarak dağıtılmasıydı. 
İkinci olay ise, esasında iş güvenliğinden yoksun, kuralsızlığın had safhada olduğu ülkemizde, Torba Yasa’nın daha yasalaşmadan nelere yol açabileceğinin bir göstergesiydi. Ankara Ostim Sanayi Sitesi’nde bulunan iki işyerinde meydana gelen iki ayrı patlamada 17 işçi hayatını kaybetti, onlarcası yaralandı.


İş kazalarında Avrupa birincisi ve dünya ikincisi; sendikal hak ve özgürlükler konusunda da ILO’nun kara listesinde olan bir ülkeden başka hangi sonucu bekliyorsunuz ki?
Türkiye’de maden ocaklarında, tersanelerde, güvencesiz, sağlıksız, korumasız, ruhsatsız ve denetimsiz işyerlerinde, cinayete dönüşen iş kazalarında kaybettiğimiz binlerce işçinin ölüm nedeninin ardındaki gerçek bilinmektedir. Bu işyerleri, “canlı ölülerin” çalıştırıldığı birer mezarlık gibidir. Tuzla’daki, Davutpaşa’daki, maden ocaklarındaki iş cinayetlerini henüz unutmadık. Ama “nedense” bunlara karşı önlem almak, denetimleri artırmak yerine, Torba Yasa gibi güvencesizliği ve denetimsizliği artıran kararlar alınmaktadır.

Dünkü iş cinayetlerinin esas nedeni, Torba Yasa’da da ifadesini bulan, iş müfettişlerinin bilimsel olarak yapacağı denetimleri engelleyerek, vasıfsız memura devretme mantığıdır. Bu bir kaza değildir ve Torba Yasa iş cinayetlerine yeşil ışık yakmaktadır. Önemi herkez tarafından bilinen işçi sağlığı ve iş güvenliği yasasının bugüne değin çıkarılmaması da bu cinayetlerin temel nedenidir.Ve bu cinayetlere sessiz kalmayan, itiraz eden emek ve meslek örgütleri hükümet tarafından cezalandırılmaktadır.
OSTİM’de, insanlık dışı koşullarda, güvencesiz ve insanlık dışı koşullarda çalışmak zorunda kaldıkları için yaşamlarını yitiren 17 işçiyi kaybetmenin acısını hiçbir cümleyle anlatamayız.

Yakınlarına başsağlığı diliyor, iş cinayetlerinin artık son bulmasını istiyoruz.
Değerli basın;
OSTİM’de, ilk bakışta işçi sağlığı, iş güvenliği önlemlerinin yeterli olmamasından kaynaklandığı izlenimi veren bu vahim kazalar yaşanırken, Kızılay’da da AKP iktidarının hak arayan emekçilere tahammülsüzlüğünü gösteren bir vahşet yaşandı.
İşçi ve emekçilerin sadece ve sadece demokratik hakları ve insanca yaşam hakkı için gösterdikleri demokratik tepkileri su, gaz, plastik mermi ve sis bombalarıyla bastırıldı.
Bu vahşet AKP iktidarının işçi ve emekçilerin demokratik tepkilerine karşı tahammülsüzlüğünün ifadesidir.
Bu vahşet AKP iktidarının özlemini duyduğu ve adım adım gerçekleştirdiği “polis devleti”nin ifadesidir.
Bu gidiş ülkemizin karanlığa doğru gidişidir. Kazanılmış demokratik hakların yok edilme isteğidir. İşçi ve emekçi halk düşmanlığıdır. İktidarın, sadece ve sadece kendi temsil ettiği sermaye sınıfının taleplerini hayata geçirme politikasının kanıtıdır.
TBMM’de görüşülmekte olan “Torba Yasa” içinde gerek parlamento içinde gerekse toplumsal hayatta bir mutabakatla karşılanan cezaların indirilmesi, öğrenci gençliğe af, emeklilerin bazı taleplerinin karşılanması gibi düzenlemelerin yanında milyonlarca işçi ve emekçinin haklarının gasp edilmesi, gençlerin ve çocukların geleceğinin karartılması, daha da karanlık süreçlere götürücü düzenlemeler içermektedir.


Bu yasada güvensiz çalışma vardır. Bu yasada kamu çalışanlarına sürgün vardır.

Bu yasada gençlere istihdam adına mali kıskaca almak vardır. Bölgesel asgari ücret vardır. İşsizlik fonunun yağmalanması vardır.

Ne yapmalıydık?

Hiç ses çıkarmamalı mıydık? Üyelerimizin hak ve çıkarlarını korumamalı mıydık? Demokratik haklarımızı savunmamalı mıydık?
Ne yapmalıydık?

Teslim mi olmalıydık?

Yani AKP iktidarının bugüne kadar yaptığı gibi toplumsal örgütlerden kaçırdığı, parlamento içindeki partilerden dahi kaçırdığı “imamın doğru bildiği yolda” yürümesi karşısında susmalı mıydık? Yani bizden iktidar karşısında el pençe divan durup saygı duruşuna geçmemiz bekleniyordu?
Hayır! Bin kere hayır!

Bizlerin örgütsel geleneğinde “gelene ağam, gidene paşam” demek yoktur. Teslim olmak yoktur.
Doğru bildiğimiz yolda yürümek, mücadele etmek vardır.

Tüm dünya bu demokratik tepkimizin nasıl bir şiddetle engellendiği gördü.
Bunun tek bir suçlusu vardır: AKP iktidarı ve onun başı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Yaşananlar bizzat onun talimatıyla gerçekleştirilmiştir.

Demokrasiye tahammülsüzlüğün Tunus’taki, Mısır’daki sonuçlarını bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Kurulan saltanatların polisiye baskılarla korunamayacağı açıktır.
Milyonları temsil eden emek ve meslek örgütleri temsilcileri olarak buradan bir kez daha ilan ediyoruz ki; yaratılmak istenen polis devletine karşı direnmek en demokratik hakkımızdır.


TÜRK İŞ / DİSK / KESK / TMMOB / TTB
ADANA ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ / PSAKD / HALKEVLERİ / CEPHE HAREKETİ
 CHP / BDP / EMEP / EDP / ÖDP

Bu sefalet ve kölelik belgesini geri çektirmek için;

Emekçiler TBMM'ye YÜRÜYOR!

EMEKÇİLER TORBA'YA GİRMEYECEK!

MECLİS'TE GÖRÜŞÜLMEKTE OLAN "TORBA YASA"YLA:

 

vİşsizlik Fonu yağmalanacak!

Primlerimizden oluşan İşsizlik Sigortası Fonu, işsizlere değil, kaynak olarak hazineye ve işverenlere aktarılacak.

vSürgünler yasallaşacak!

Esnek ve kuralsız çalışma yasalaşacağı için onbinlerce belediye işçisi "ihtiyaç fazlası" olarak Milli Eğitim veya Emniyet'in taşra teşkilatına sürgün edilecek. Bu belediyeler 5 yıl boyunca yeni işçi alamayacak. Hizmet alımı yöntemiyle taşeronlaşma yaygınlaşacak.

Memurlar "kamu yararı" ve "hizmet gerekleri" sebebiyle ihtiyaç duyulması halinde diğer kurum ve kuruluşlarda 6 aya kadar geçici süreyle görevlendirilebilecek.

vÖdünç memurluk getirilecek!

Tasarı kabul edildiğinde memurlar da işçiler gibi başka kurumlara "ödünç" verilebilecek.

Norm kadro fazlası kamu emekçileri "ihtiyaç fazlası personel" olarak 4/C'ye geçirilecektir.

vÇalışma yaşamı esnekleştirilecek!

"Uzaktan çalışma", "evden çalışma" ve "çağrı üzerine çalışma" biçiminde iş yaşamı esnek ve kuralsız hale getiriliyor. Bunun sonucunda hepimizi bekleyen şudur:

·         Kısa süreli çalışma nedeniyle tüm çalışanlar primlerini 30 güne tamamlamak için kendi cebinden ödeme yapacak.

·         Kendi cebinden primini tamamlamayan sağlık sigortasından yararlanamayacak, ömür boyu emekli olamayacak.

·         Herkes gelirinin %12,5'u oranında prim ödemedikçe sağlık hizmetlerinden yararlanamayacak.

·         Kadın emeği sömürülecek.

vGençlerin ve çocukların geleceği çalınacak!

16-18 yaş arasında çalışan yüzbinlerce genç ortalama 85 TL daha az ücret alacak. İşe ilk girişlerde deneme süresi 2 aydan 4 aya çıkacaktır.

Stajyerlik uygulamasıyla ücretler düşürülüp, sömürü artırılacaktır. Meslek yüksek okulu öğrencileri, meslek lisesi ve çıraklık okulu öğrencileri ile aynı kategori içine sokularak stajyerlik ve çıraklık ücretleri düşürülecektir.

vDenetimsizlik artırılacak!

İşçi lehine iş müfettişleri eliyle yapılan denetimler, işçinin temel haklarına ve alacaklarına dair yetki bağımsız iş müfettişlerinden alınarak bakanlık personeline verilerek denetimsizlik artırılacak.

İşverene vergi affı, emekçiye ücret esnekliği ve sefalet, kadınlara ve çocuklara yoğun emek sömürüsünü getiren, tüm çalışanların iş güvencesini ortadan kaldıran

"Torba Yasa" Tasarısı GERİ ÇEKİLSİN!

Kurumlar Adına

KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü

Muzaffer YÜKSEL

SES Adana Şube Sekreteri