UMUTTAN Korkanlara Türkiye’nin Dört bir Yanında Direnen Emekçiler Yanıt Verdi!
Şafaktan, görmekten, duymaktan, türkülerden, umuttan korkanlara Türkiye’nin dört bir yanını direniş alanına çevirenler en güçlü yanıtı verdi.
Ceyhan İlçe Temsilciliği
İmamoğlu İlçe Temsilciliği
Pozantı İlçe Temsilciliği
İsmail Hazar İlköğretim Okulu
Oğuzhan İlköğretim Okulu
Karşıyaka Orhan Çobanoğlu Kız Teknik ve Meslek Lisesi
Sadıka Sabancı İlköğretim Okulu
ÇOCUK İHMAL VE İSTİSMARI ÖNLEME SEMİNERİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Şube binamızda gerçekleştirilen Çocuk ihmal ve istismarı önleme birimi tarafından organize edilen seminer gerçekleştirildi. Çocuk, güçsüzlüğü, savunmasızlığı ve saldırıya açık oluşu nedeniyle fiziksel ve cinsel olarak her türlü istismara açıktır. Çocuk istismarı konusunda düzenlediğimiz Semineri hazırlayan Eğitim Sen Adana Şube Çocuk İhmal Ve İstismarı Önleme Birimine teşşekkür ederiz.
Eğitim Sen Adana Şubesi Çocuk İhmali ve İstismarı Önleme Biriminin amacı da eğitimcileri ve ebeveynleri bilinçlendirmek, saklı kalan istismar olaylarını ortaya çıkarmak, çocuk istismarına yol açan görsel medyadaki zihniyeti ve tüketim alışkanlıklarını teşhir etmek, istismar kurbanlarına istismarın yarattığı travmatik süreçle baş etme becerisini kazandırma amaçlı gerekli yönlendirme ve desteği sağlamaktır.
Çok sayıda üyemizin katıldığı semineri Psikolojik danışmanlarımız Halime DOĞAN, Fatma AÇIKGÖZ ve Adana Barosu Avk. Veysel TUNCİL gerçekleştirmiştir.
Emeği geçen tüm arkadaşlarımıza teşşekkür ederiz.
Şube Yürütme Kurulu
EĞİTİM SEN ADANA ŞUBE
ÇOCUK İHMAL VE İSTİSMARI ÖNLEME BİRİMİ
İletişim: 322 458 31 75 / 506 251 04 39
BASINA VE KAMUOYUNA
Her şeyin alınıp satılabilir olduğu çağımızda, anneler günü tüketimin arttırılması için adeta bir kampanya süreci gibi işliyor. Tek taş pırlanta kampanyaları, annelerin ev işlerini daha hızlı yapmalarını sağlayacak ev aletlerinde uygulanan indirimler, mağaza promosyonları ile anneler günü devasa bir pazara dönüştürmüştür. Oysa ana emeği ölçülemez bir değer olarak varlığını korumaktadır. Geçmişten günümüze her iktidar analığı yücelten söylemler kullanmış ancak anne olan kadınların sorunlarına çözüm üretilmemiştir. Bunun yerine anneler gününde iktidarlar küçük icraatlarını gizleyen büyük laflarla kurmaca bir dünya yaratmak istemişlerdir.
Bugün anneler günü kadınlar çok çalışıyor, az kazanıyor. Bir yandan güvencesiz işlerde, merdiven altlarında çalışırken diğer yandan yaşlı, çocuk ve hasta bakımıyla emeği görünmez kılınıyor. Her kesimden kadını ulaşabileceği kreşler ve bakım evleri yok denecek kadar az.
Bugün anneler günü ancak Roboski’deki anneler katledilen çocukları için adalet aramaya devam ediyor. Kayıp anneleri çocuklarının mezarlarını olsun bulmak için umutlarını gözyaşlarına karıp bekleyişlerini, mücadelelerini sürdürüyor. Berfo ananın şahsında 12 Eylül, gerçek bir hesaplaşmayı talep ediyor. Kendi bedenleriyle savaşa kalkan olan barış anaları anneler gününde madalyonun öteki yüzünü temsil ediyor. Onlar pırlanta değil bu savaşın durmasını istiyor.
Bugün anneler günü Ruhat, Beritan, Baran, …ve daha yüzlerce çocuk cezaevlerinin yolunu gözlüyor. Yine anneleriyle birlikte demir parmaklılıklar arkasında özgürlüğü bekleyen çocuklar annelerine hiçbir hediye almayacaklar. Onların tek isteği bir an önce özgürlüğe kavuşmak.
Bugün anneler günü ancak yoksulluk ve şiddet birer kadın gerçeği olarak canımızı yakmaya devam ediyor. Çöpten ekmek toplayarak çocuklarını beslemeye çalışan anneler var.23 Nisan’da Çocuk bayramında çocuğunun gözleri önünde katledilen anneler var.
Anneler günü savaşın yoksulluğun kadına yönelik şiddetin son bulmasıyla gerçek anlamıyla kutlanabilecektir. Eğitim Sen’li kadınlar olarak pırlanta ya da ev gereçleri değil; özgürlük barış ve adalet istiyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle tüm annelerin anneler gününü kutluyoruz.
Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu Adına
Esra ARSLAN KÖSELE
Şube Kadın Sekreteri
Adana'da kadına yönelik aile içi şiddet başta olmak üzere taciz ve tecavüz olaylarında yaşanan artışı değerlendiren Avukat Sevil Aracı, taciz ve tecavüz vakalarının son 5 yılda yüzde 30 artış gösterdiğini belirterek, AKP'nin "hadım etme" uygulamasının suçları meşrulaştırmaktan başka bir anlamının olmadığını belirtti. Aracı, "Erkek şiddette, tacizde ve tecavüzde kendisini haklı görüyor çoğu kez, bu yargı sürecinde de destekleniyor. 'Haksız tahrik indirimi' beyanının hala taciz ve tecavüz davalarında esas alınması da yargının bu suça ortak olması anlamına geliyor" dedi.
Çukurova bölgesinde özellikle Adana'da kadına yönelik şiddet vakalarında ve cinsel saldırı suçlarında önemli oranda bir artış yaşanıyor. Kadına yönelik aile içi şiddet başta olmak üzere, taciz, tecavüz ve cinayet vakalarının yoğun olarak görüldüğü Adana'da yoksulluk, işsizlik, AKP'nin kadına bakış açısı ve kadını aile ve devlete ait bir varlık gibi görme zihniyetinin bunun başlıca sebepleri olduğunun altı çiziliyor. Eğitim Sen Adana Şubesi Kadın Sekreteri Esra Arslan, Avukat Sevil Aracı ve Sosyolog Prof. Dr. Adnan Gümüş Adana'da kadına yönelik şiddet ve taciz tecavüz vakalarının neden çok olduğuna dair DİHA'ya değerlendirmelerde bulundu.
'İnsanın insan olarak değersizleştirildiği gerçeği var'
Sosyolog Prof. Dr. Adnan Gümüş, toplumsal refah düzeyi, ekonomik kaygılar, tüketim kültürü ve kültürel yapının beslediği bir şiddet olgusunun her geçen gün Türkiye'de daha sık yaşanmaya başladığının altını çizdi. Son dönemde özellikle tüketim kültürü ile birlikte insanın 'insan' olarak değersizleştiğine vurgu yapan Gümüş, bu değersizliğin yarattığı en temel sonucunun şiddet vakaları olduğunu belirtti. Tüketim kültürünün ihtiyaç- edinim dengesiyle örtüşmemesi nedeniylede değişen erkek beklentilerinin şiddetin temel körükleyenlerinden biri olduğunu söyleyen Gümüş, "Maalesef işsizlik başta olmak üzere kadının iş hayatında yerini hak ettiği şekliyle alamaması da aile içi şiddeti arttırıyor. Kadın erkek eşitsizliği maalesef devam ediyor. Türkiye'de kadınların yüzde 16'sı istihdama katılabiliyor" dedi.
'Göçle birlikte yaşanan işsizlik ve yoksulluk'
Eğitim Sen Adana Şubesi Kadın Sekreteri Esra Arslan da, 1990'lı yıllarda bölgede yaşanan savaş nedeniyle nüfusun önemli bir kısmının bölge illerinden Çukurova'ya göç ettiğini ifade ederek Adana ve Mersin illerinin göç kendi olduğunu kaydetti. Arslan, göçün sonucunda işsizlik ve yoksulluğun arttığına işaret ederek bu durumdan en çok kadınların ve çocukların etkilendiğini belirtti. Arslan, özellikle son 15 yıl içerisinde yoğunlaşan işsizlik, yoksulluk, milliyetçilik ve şiddet kültürü gibi sosyolojik dönüşümlerinde büyük kentlerde yaşayan kadınların şiddete ve cinsel saldırılara maruz kalmalarını büyük oranda etkilediğinin altını çizdi.
'Kutsal aile birliği çatırdıyor'
Kadınların Adana'da özellikle aile içinde şiddete uğradığına işaret eden Arslan, aile içinde statüde bazı dengelerin çatırdağına vurgu yaparak, "Bu durum kadınların 'Kutsal aile birliğine' topluca karşı koyuşlarıdır. Artık her şey eskisi gibi yürümemekte, kadının hane içinde geleneksel yeniden üretim faaliyetlerinde olduğu, erkeğin de kamusal alanda kapitalist çarkın işgücü olduğu, kendi aralarında oluşturdukları cinsiyete dayalı işbölümü kısmi de olsa çatlamaya başlıyor. Kadın esnek kuralsız da olsa işgücüne katılarak var olan ataerkil sınırlarını zorluyor. Artık daha çok boşanma, ayrılma talebiyle ortaya çıkıyor, verilene razı olmuyorlar. Hal böyle olunca da daha çok şiddete uğruyorlar. Çünkü öldürülen şiddete uğrayan kadınlar onların hayatla bağlarını kurdukları, bel bağladıkları aile öğesinin tek unsurları. Bunun çatırdadığını görmek, bu cinayetleri tetiklemekte diye düşünüyorum" dedi.
'Süreç hastalıklı ve eksik ilerliyor'
Arslan, toplumda oluşturulan muhafazakar söylemlerin medya aracığıyla meşrulaştırdığını ifade etti. "Siyasi iktidarın 'üç çocuk yapın' çağrısının 'akil erkek'lerin cinsiyetçi ve muhafazakâr demeçleri kadına biçilen misyonu gösteriyor" diyen Arslan, kadının isminin bakanlıktan çıkarılmasının ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirilmesinin kadının aileye ve devlete ait olduğu vurgusu taşıdığına dikkat çekti. Arslan, bu durumda sistemin ve mevcut politikaların kadını aile üzerinden tanımlayarak eve hapsetmesinin yaşanan çatışmayı daha da derinleştirdiğini söyledi. Sorunun çözümünün kadınların farklılıklarıyla birlikte kurdukları topyekün bir örgütlenme ve direniş hattıyla olacağını belirten Arslan, bu hattın güçlendirilmesi için sivil toplum örgütlerinin ve siyasi partilerin kadın örgütlenmeleri ve sendikalarla ortak bir çalışma oluşturması gerektiğini belirtti. Arslan, "Halen yasalarda 'haksız tahrik indirim' şeklinde bir beyanın yer alması bir taraftan da hükümetin şiddetin önlenmesine dair yasalar çıkartması aslında sürecin nasıl da hastalıklı yetersiz ve eksik ilerlediğinin göstergesidir" dedi.
'Kadının beyanı esas alınmalı'
Avukat Sevil Aracı ise, Çukurova bölgesinin karma bir yapısının olduğunu, işsizliğin ve yoksulluğun fazla olduğunun altını çizdi. Aracı, erkek egemen kültür ve toplum yapısının kadını bir meta olarak gördüğünü hatırlatarak, "Erkek şiddette, tacizde ve tecavüzde kendisini haklı görüyor çoğu kez, bu yargı sürecinde de destekleniyor. Kadının yaşadıklarını ispatlaması bekleniyor. Ama aslında özellikle taciz tecavüz olaylarında biz tam tersi olması gerektiğini düşünüyoruz genel vakalardan farklı olarak. Bu tip bir olayda kadının beyanı esas alınmalı ve erkek eğer suçsuz ise bunu ispatlamalıdır, konunun hassasiyeti, delillere dayandırmanın zorluğu, kadının başa çıkmak zorunda olduğu bir sürü buna bağlı sorun birlikte düşünüldüğünde. Özellikle Adli Tıp Kurumu'ndan alınması istenilen raporlar tam bir işkenceye dönüşüyor. Bu durumda kadının ruh sağlığının bozulmamış olma ihtimali olmadığından rapora gerek duyulmadan ruh sağlığı bozulmuş olarak kabul edilmelidir ve buna göre ceza verilmelidir diye düşünüyoruz ve bu yönde yasal düzenlemeler yapılmasını, Adli Tıp işkencesinin bitirilmesini istiyoruz" dedi.
'AKP'nin amacı kadını evin içine hapsetmektir'
Son dönemde AKP hükümetinin yaptığı düzenlemelerle kadına bakış açısını ifşa ettiğini belirten Aracı, tüm düzenlemelerin kadının eve, aile içine ve dört duvar arasına hapsetmeye yönelik olduğunu belirtti. Son dönemde Türkiye'de kadının iş gücüne katılımının yüzde 26'ya gerilediğini, işsizlik oranının ise yüzde 14.3'e yükseldiğini vurgulayan Aracı, devletin verdiği sosyal yardım ve bağışların bu durumu belgelediğinin altını çizdi. Devletin sosyal yardım yaparken dahi kadını eve hapsetmeyi amaçladığını söyleyen Aracı, çocuk yardımı, eğitim yardımı, yaşlı ve özürlü yardımı adı altında verilen komik paralar için bile "kadının çalışmıyor olması" şartı getirdiğini ifade etti. Kadına yönelik şiddet olaylarının AKP hükümeti döneminde yüzde bin 400 artmasının tesadüf olmadığını söyleyen Aracı, yapılan düzenlemelerle bağlantısının olduğunu ve özellikle yargı sürecinde erkeklerin çok kolay tahrik indirimlerinden faydalandığını söyledi. Kadına yönelik cinsel taciz ve tecavüz olaylarında, son 5 yılda yüzde 30 artış olduğunu belirten Aracı, AKP'nin tartıştırdığı tacizciyi, tecavüzcüyü "hadım etme" uygulamasının suçları meşrulaştırdığının altını çizdi.
'AKP tecavüz edenin 'hasta' olarak algılanmasını istiyor'
Aracı, "Tecavüz edenin 'hasta' olarak algılanması isteniyor. Biz kadınlar olarak bunu da doğru bulmuyoruz. Konu bir hastalık olarak ele alınamaz. Erkek egemen toplumsal yapının bir tezahürü olarak ele alınmalı. Kadın ev içine hapsedildikçe şiddet görme olasılığı da artıyor. Buna karşı mücadele yolları da tıkanıyor. Son yasal değişiklikler de aslında bir geriye gidişe neden oluyor. Kadına hediye gibi sunulan şiddetle mücadele yasası da beklentileri, kadın örgütlerinin taleplerini karşılamaktan uzak" dedi. Kadını sadece aile içinde bir unsur olarak gören yaklaşımın onun kişiliğini ve kimliğini tanımamak olduğunu belirten Aracı, konuyla ilgili kadın örgütlerinin uzun zamandır mücadele ettiğini vurguladı. Kadın cinayetlerinde katil erkeklerin sıklıkla başvurdukları bir savunmanın 'haksız tahrik indirimi' olduğunu söyleyen Aracı, mahkemeler de çoğu kez bu savunmaların kabul edildiğini ve erkeklerin kolaylıkla indirimden faydalandığını ifade etti. Aracı, "Biz özellikle Adana'da görülen kadın cinayetleri davalarında, kadınlar olarak davaları takip etmeye çalışıyoruz. Haksız tahrik indiriminin uygulanmaması için de çaba harcıyoruz. Son dönemde bazı davalarda bu başarıldı. Bu yüzden de özellikle bu tür davalarda kadınların takibinin sahiplenmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Biz kadınları köleleştiren, aşağılayan her türlü gerici yasanın ortadan kaldırılmasını, devletin yaşam hakkımızı koruma görevini yerine getirmesini istiyoruz" dedi.
BASINA VE KAMUOYUNA
Türkiye’de son yıllarda kadın cinayetlerinin sayısı bir cins kırımından söz edebileceğimiz boyutlara ulaştı.
Henüz lise öğrencisi olan 17 yaşındaki Tuğba Genç 29 Nisan Pazar günü Şehit Bahaattin Kalaycı ilköğretim okulu bahçesinde 23 yaşındaki Tahsin Canbolat tarafından boğazı sıkılarak öldürüldü.
Babası ve diğer yakınları Tahsin Canbolatın Tuğba Genç’i sürekli taciz ettiğini, iki kez de kaçırma teşebbüsünde bulunması üzerine ailenin polis merkezine şikâyette bulunduklarını ve savcılığa dilekçe vermelerine rağmen hiç bir tedbir alınmadığını belirtti.
Koca, baba, erkek kardeş, abi, sevgili, ayrıldığı eş, amca, dayıları tarafından katledilen kadınların haberleri her gün gazetelerin 3. sayfalarında... Hayatlarımızı alan bu şiddetin adı hep “cinnet” , “sapıklık” , “delilik”, “hastalık”, “işsizlik”, “onur”, “gurur” , “namus” oluyor. Cinsiyetçi medyanın etik gazetecilik ilkelerini aşarak Tuğba’nın katilini bireyi sevgisinden öldürmek zorunda kalan, zavallı ve masum bir hasta olarak göstermeye çalışması ve durumu çarpıtmaya çalışması hiç de şaşırmadığımız bir durum. Kadın cinayetlerinin 2002 yılından bugüne yüzde 1400 oranında arttığı bir dönemde devlet, kadına yönelik şiddete tarafsız olmadı. AKP iktidarı ile birlikte derinleşen gerici, muhafazakâr ve piyasacı yapı kadına yönelik şiddeti giderek tırmandırmakta. Her gün işlenen kadın cinayetleri görmezden gelinmektedir. AKP’nin bugün kadınlara dair geliştirdiği politika; meşrulaştırdığı ve beslediği şiddeti muhafaza ve müdafaa etmektir. Bunun en somut örneklerinden biri kadın cinayetlerinin bu kadar yoğun olduğu bir ülkede kadın katillerinin hemen hemen her davada olduğu gibi “haksız tahrik” indiriminden faydalanarak cezadan kurtuluyor olması. Sistem, bir erkeği kurtarmak için harekete geçtiğinde, karakollardan hastanelere, yüksek yargıdan adalet teşkilatının tüm birimlerine kadar, siyasetçiler de dâhil olmak üzere, bütün mekanizmalar tüm gücüyle katilleri ve tecavüzcüleri kurtarmak için işliyor..
Tuğba Genç, güpegündüz hem de bir okul bahçesinde öldürülürken, önlem almayan, sorunu çeşitli gerekçelerle meşrulaştıran tüm ilgili kurumlar ve kayıtsız kalan herkes bu cinayetin suç ortağı! Devletin kadınları şiddetten koruma yükümlülüğü yerine getirilmedikçe bu cinayetlerin dolaylı azmettiricisi ve sorumlusu ilgili kurumlardır.
Bu nedenle kadın Cinayetlerinin son bulması için Acil önlem alınmasını istiyoruz!
Başta Başbakanlık olmak üzere, İç işleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Aile ve sosyal politikalar bakanlığı, Emniyet Müdürlüğü, mahkemeler, savcılıklar, valilikler ve belediyeler yani tüm ilgili kurumlar tarafından
- Kadın-erkek eşitliği tartışmaya açılmaksızın fiili olarak hayata geçirilsin.
- Kadınlara yönelik her tür şiddet, baskı ve ayrımcılığın önüne geçmek ve kadınların yaşam haklarını garanti altına almak üzere gerekli tüm adımlar atılsın.
Kadın cinayetleri davalarında ‘haksız tahrik indirimi’ ‘erkeklik indirimi’ uygulanmasın.
Şiddet gören, ölümle tehdit edilen kadınlar karakol, adliye, jandarma kapılarından ‘aile meselesi’ denerek geri gönderilmesin, tüm yasal haklarını kullanmalarının sağlanması yanında özel önlemler alınarak koruma altına alınsın
Bizler Eğitimsen Adana şubesi olarak kaybettiğimiz öğrencimizin ailesine başsağlığı diliyor, akıllarda ve vicdanlarda adaleti sağlamak için bu davalara müdahil olacağımızı şiddet son bulana dek mücadelemize devam edeceğimizi bir kaz daha yineliyoruz
Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu adına
Esra ARSLAN KÖSELE
Şube Kadın Sekreteri
Mersin’de Gözaltına Alınan Merkez Kadın Sekreterimiz Sakine Esen Yılmaz ve Demokrasi Platformu Üyeleri Serbest Bırakılsın!
BASINA VE KAMUOYUNA
Mersin’de Gözaltına Alınan Merkez Kadın Sekreterimiz Sakine Esen Yılmaz Ve Demokrasi Platformu Üyeleri Serbest Bırakılsın!
Halkların barış, kardeşlik ve özgürlük bayramı Newroz, AKP hükümeti tarafından yeni bir gerginlik ve şiddet vesilesi haline getirildi. Sanat yoluyla da “teröre destek” verilebileceği şeklindeki vecizesi ile yasakçı zihniyetini dışa vurarak kamuoyunun tepkisini çeken İdris Naim Şahin’in talimatıyla harekete geçen Valiler, 18 Mart Pazar günü yapılacak Newroz etkinliklerine izin verilmeyeceğini dile getirdiler. Böylece yıllardır barış içinde kutlanan Newroz bayramı, bir kez daha hükümetin insiyatifi ile gerilim kaynağına dönüştürüldü.
18 Mart Pazar günü başta İstanbul ve Diyarbakır olmak üzere, Newroz kutlamalarının engellenmesi için, her türlü engellemeye ve şiddete başvuruldu. İstanbul’da kafasına gaz bombası isabet ettiği belirtilen Hacı Zengin isimli BDP İlçe Yöneticisi yaşamını yitirdi.
Valiliklerin 18 Mart’taki kutlamaları yasaklamalarına, Newroz’un 21 Mart tarihinde kutlanacağı gerekçe gösterilmişti. Bunun göz boyama ve yasaklamaya ve şiddete mazeret yaratma amacıyla uydurulmuş bir gerekçe olduğu, bugün Mersin’de bir kez daha anlaşıldı. Mersin’de 20 Mart tarihinde kutlanacak olan Newroz etkinlikleri için kent merkezinde halka davet bildirileri dağıtan Demokrasi Platformu üyelerine güvenlik güçleri müdahale etti. Aralarında Merkez Kadın Sekreterimiz Sakine Esen YILMAZ, Mersin Şube Yürütme Kurulu üyemiz Mahir Engin ÇELİK’in aralarında bulunduğu beş Demokrasi Platformu üyesi ve İskenderun’da Halkların Demokratik Kongresi üyesi 3 arkadaşımız gözaltına alındı. Arkadaşlarımız halen Mersin ve İskenderun’da gözaltında tutulmaktadır.
Arkadaşlarımızın gözaltına alınmasını kınıyoruz ve derhal serbest bırakılmalarını istiyoruz. Müdahale olmadığı takdirde bir yüz binlerce insanın katıldığı kutlamalarda hiçbir sorun yaşanmadığını çok iyi biliyoruz. Sorun yasakçı ve engelleyici zihniyetten kaynaklanmaktadır. Bu yıl Newroz mitinglerine çeşitli gerekçelerle izin vermeyen siyasi irade, varlığını gerilim ve şiddet politikalarına borçlu olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Şiddete ve gerilime teslim olmayacağız. Türkiye, bu politikaya mecbur değildir. Biz halkların, Newroz halayları gibi çok renkli bir ahenkle, barış içinde yaşayabileceğine her zamankinden daha fazla inanıyoruz. Her türlü şiddet ve gerginlik politikasına karşı barışı, halkların kardeşliğin, örgütlenme ve düşünce özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz. Baskılar, engellemeler, gözaltılar bizi bu mücadelemizden geri döndüremeyecektir.
KESK-İHD-HDK (BDP, EDP, EMEP, ESP, TÖP, SDP, SGH, Sosyalist Parti, Türkiye Gerçeği, Kaldıraç)
Kurumlar Adına
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Esra Arslan Kösele
Eğitim Sen Şube Kadın Sekreteri
Değerli Basın emekçileri
AKP’nin tüm Türkiye genelinde kendini eleştiren, uyguladığı neo liberal politikalara karşı çıkan gazeteci, öğrenci, akademisyen, toprağına suyuna sahip çıkan köylülere karşı uyguladığı baskılar tüm kamuoyunca bilinmektedir.
Bugün Adana’da KESK’e bağlı sendikalarımızın yönetici ve üyelerine açılan dava’da bunun en somut göstergesidir. Arkadaşlarımızın suçu nedir? Ne yapmışlardır? Arkadaşlarımız bire bir sendikal mücadele kapsamında olan 4688 sayılı kamu görevlileri sendikaları yasasının Grevsiz Toplu Sözleşmesiz çıkarılmak istenmesine karşı konfederasyonumuzca alınan eylem kararını Adana’da gerçekleştirmişlerdir.
Bir sendikal örgütlenme düşünün ki kendisine dair çıkarılacak yasaya ilişkin görüşlerini ifade etmesi, AKP’nin ileri demokrasisinde suç sayılmaktadır ve dava açılmaktadır. Adana valilik ve emniyetinin konuyla ilgili tutumu da dikkat çekicidir. Arkadaşlarımızın yanında ve bu davaların takipçisi olacağımızı herkes bilmelidir. Her birinin de beraat ile sonuçlanacağından şüphemiz yoktur. Çünkü ortada bir suç yoktur. Bugün KESK ve Sendikalarımızın MYK üyelerinin Adana’da olmasının nedeni budur.
4+4+4 = İDEOLOJİK SALDIRI
ZORUNLU EĞİTİM İDEOLOJİK HEDEFLER ÜZERİNDEN DEĞİL, PEDAGOJİK İHTİYAÇLAR GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULARAK DÜZENLENMELİDİR!
4+4+4 düzenlemesi, Başbakan’ın “dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” açıklamalarına paralel olarak, AKP grup başkanvekillerinin imzasıyla “kanun teklifi” olarak Meclis’e sunulmuştur. Ancak tüm toplumu yakından ilgilendirmesine rağmen, düzenlemenin asıl muhatabı olan eğitim sendikaları, eğitim alanında faaliyet yürüten kurum ve dernekler, üniversiteler, bilim çevreleri dışlanmış, çocuklarımızın geleceğini yakından ilgilendiren böylesine önemli bir konuda tamamen ideolojik amaçlarla hareket edilmiştir.
Geçtiğimiz yıllar içinde uyguladıkları piyasacı politikalarla eğitimi yap-boz tahtasına çevirenler, bu teklifle gerçek niyetlerini gizleyerek, zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaracaklarını iddia etmektedirler. Zorunlu eğitimin süresinin arttırılması çocuklarımız açısından elbette çok önemlidir. Ancak böylesine önemli bir konuda düzenleme yapılırken siyasal amaçlar üzerinden değil, eğitim biliminin gerektirdiği ihtiyaçlar üzerinden hareket edilmesi gerektiği açıktır.
Kanun teklifi TBMM Milli Eğitim Komisyonu’nda görüşülürken, sendikaların, eğitim örgütlerinin ve bilim insanlarının tüm itirazları görmezden gelinmiş; muhalefetin sesi kısılmak istenmiş, basına da yansıyan şiddet görüntüleri arasında, kanun teklifi sadece iktidar partisi üyelerinin desteğiyle komisyondan geçebilmiştir. Önümüzdeki günlerde Meclis genel kuruluna gelmesi beklenen son değişikliklerle birlikte;
¨ Kanun teklifinde yer alan, “ilköğretim devlet okullarında parasızdır” ifadesi komisyon görüşmelerinde metinden çıkarılarak, ilköğretimin tamamen paralı hale getirilmesinin ilk adımları atılmak istenmektedir.
¨ 4 yıl süreli birinci kademe “ilkokul”, ikinci 4 yıl süreli kademe ise “ortaokul” olarak tanımlanmıştır. Değişiklik yürürlüğe girdiği zaman, 5. sınıf öğrencilerini okutan bütün öğretmenler “norm fazlası” haline gelecek ve bakanlık tarafından başka görevlerde görevlendirilebilecektir.
¨ 12 yıllık kademeli zorunlu eğitimi meşrulaştırmak için 5. sınıftan itibaren çocukları “mesleğe yönlendirme”gibi gerekçeler ileri sürülmektedir. Bütün dünya ülkelerinde mesleğe yönlendirmenin daha ileri yaşlarda yapıldığı gerçeği ortadayken, Türkiye’de 10 yaşına çekilmesi pedagoji bilimine aykırı olduğu kadar, Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırıdır.
¨ Daha önce 4. sınıftan sonra getirilmek istenen “açık öğretim” sistemi, komisyonda yapılan değişikliklerle 8. sınıf sonrası için öngörülmüştür. Böylece kız çocukları eğitim süreci dışına itilmektedir. Ülkemizde çocuk gelinlerin ağırlıklı olarak 13, 14, 15 yaşında olduğu düşünüldüğünde mevcut düzenleme ile “çocuk gelinler” uygulamasına resmen onay verilmek istenmektedir.
¨ Temel eğitimin en önemli aşaması olan okul öncesi eğitim, yasa teklifinde yer almamaktadır.
¨ Yıllardır toplumsal bir talep olan zorunlu din dersinin kaldırılması ve anadilinde eğitim talepleri karşılanmamaktadır. Aksine, getirilmek istenen düzenleme ile zorunlu din derslerine ek olarak seçmeli din dersleri gündeme getirilmektedir.
¨ Arapça ve Kur’an dersleri ikinci kademede seçmeli hale getirilerek, bütün okullarda fiilen imam hatip modeline geçilmek istenmektedir.
¨ Okulların yeterli altyapı ve donanıma sahip olmadığı gerçeği göz ardı edilerek, ilkokul ve ortaokul eğitiminin“bağımsız binalarda” gerçekleştirileceği iddia edilmektedir.
¨ 4+4+4 şeklindeki kademeli eğitim ile hedeflenen “açık öğretim” sistemi ile zorunlu eğitimin“esnekleştirilmesi” arasında bağ kurularak, eğitim sisteminin piyasa ile ilişkilendirilmesi ve sermayeye ucuz işgücü sağlar duruma getirilmesi amaçlanmaktadır.
¨ Bir taraftan uzun vadede seçme sınavlarının kaldırılacağı iddia edilirken, diğer taraftan kademeli eğitim uygulaması ile çocuklarımızın daha erken yaşlarda dershaneye gitmeleri teşvik edilmektedir.
Eğitim sisteminin ve çocuklarımızın ihtiyaçlarından çok, tamamen siyasal ve ideolojik amaçlarla hazırlanan kanun teklifi ile eğitimde çok başlılığın önü açılmakta, kelimenin tam anlamıyla çocuklarımızın geleceği ile oynanmak istenmektedir. Yasa teklifiyle murat edilen düzenlemenin, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasından çok, AKP’nin “kendine taraftar yetiştirmek” üzere, arka bahçesi olarak gördüğü İmam Hatip Okullarının önünü açmak olduğu ortadadır. AKP Hükümetinin ilk döneminde İmam Hatip Okullarında 71 bin öğrenci okurken, 2011 yılında bu sayı yüzde 450 artışla 250 binlere ulaşmış durumdadır. Esasında yasa teklifinde bütün okulların İmam Hatip Okulları’na dönüştürme niyeti yattığı görülmelidir.
Paralı hale getirilen eğitim hizmetlerinden tüm yurttaşlar eşit ve parasız olarak yararlanmalı, eğitim sistemi her yaştan öğrencinin özgür düşüncesini geliştireceği, nitelikli, laik, bilimsel ve demokratik bir eğitim sürecinden geçmesini sağlayacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.
Ortaöğretim sisteminin, çok amaçlı ve program seçmeli olarak yeniden düzenlendiği, çocukların sadece kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda seçim yapmalarının sağlandığı bir temel eğitim modeli benimsenmelidir.
Bizler, emek ve demokrasi güçleri olarak,
Bütün bu nedenlerden dolayı, eğitimin ve geleceğimizin iktidar partisinin siyasal hedeflerine kurban edilmesine izin vermeyeceğiz. Herkesin eğitim hakkından eşit ve parasız olarak yaralanması için çocuklarımızın geleceğine sahip çıkacağız.
Bunun için;
Aynı tema ile 17 Mart 2012 Cumartesi günü bütün illerde kitlesel eylemler gerçekleştireceğiz.
Toplumun ve eğitim sisteminin gerçek ihtiyaçlarının tamamen dışında gündeme getirilen bu yasa teklifi, asıl muhatapları olanları dışlayan bir şekilde Meclis gündemine geldiğinde, Eğitim Sen’in yapacağı greve bütün gücümüzle destek olacağımızın bilinmesini istiyor, başta Ankara olmak üzere tüm illeri eylem alanına çevireceğimizi buradan ilan ediyoruz.
Emek ve demokrasi güçleri olarak, siyasal iktidarı bir kez daha uyarıyoruz.
Hangi amaçlarla gündeme getirildiği açıkça belli olan yasa teklifi derhal geri çekilmelidir. Bir düzenleme yapılacaksa, bilim insanlarının, sendikaların ve eğitim örgütlerinin katılımıyla, eğitim sisteminin gerçek ihtiyaçları doğrultusunda yapılmalıdır.
Tüm anneleri, babaları, velileri, sadece eğitim alanında değil toplumsal yaşamın her alanında yaşanan gelişmelerden kaygı duyan herkesi çocuklarımızın geleceğine, ülkemizin geleceğine sahip çıkmaya çağırıyoruz.
Ali BERBEROĞLU
KESK MYK Üyesi
Adana KESK kadın komisyonu, 8 Mart kadınların uluslar arası birlik mücadele ve dayanışma günü kapsamında Beyazevler Çamlık kafede bir araya geldi. Düzenlenen kadın şenliğine KESK şubeler platformuna bağlı sendikaların kadın sekreterleri ve kadın üyeleri dışında SES MYK üyesi Aslıhan Han Özden, İsmet paşa ve barış mahallesinde Kentsel dönüşüme karşı barınma hakkı için mücadele eden mahalleli kadınlar, Halkevci kadınlar, Kadın emeği kolektifi ve Radyo dünyadan kadınlar da şenlikte yer aldı. Yaklaşık 250 kişinin katıldığı , “keskli tutuklu kadınların fotoğraflarının ve siddet, güvencesizlik üzerine yazılı pankartların asıldığı etkinlik 8 Mart tarihinin ve kadınların mücadeledeki yerini anlatan bir sinevizyon gösterimiyle başladı. SES denetleme kurulu üyesi Gülşen TOPAL, Sincan cezaevinde tutuklu bulunan KESK kadın sekreteri Canan ÇALAĞAN’ın KESK’li kadınlara gönderdiği mektubu okudu.
ETKİNLİK RESİMLERİ İÇİN TIKLATIN
Şenliğinin açılış konuşmasını yapan KESK şubeler platformu BES yönetim kurulu üyesi Sabahat Mutluer 8 Mart ın tarihsel öneminin bugünkü örgütlü kadın mücadelesini büyütmede daha da anlam kazandığınıı ve sistemin dayatmış olduğu baskı ve kadına yönelik saldırı politikalarının topyekün bir mücadele dinamiğiyle geri püskürtülebileceğini vurguladı. Sabahat Mutluer’in konuşmasının ardından söz alan SES MYK üyesi Aslıhan HAN kadınların bir cins olarak yaşadığı sömürünün, savaş, güvencesizlik, gözaltı ve tutuklamalar, kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri, Kürt sorunun çözümsüzlüğünde hükümetin ısrarı gibi başlıklar altında kat be kat derinleştiğini ve kadınların buna karşı isyanlarını büyütmeleri gerektiğini dile getirdi ve Keskli kadın tutukluların 8 Martın hemen arefesinde gözaltına alınarak tutuklanmasının kadının yaratmış olduğu iradeden korktukları anlamına geldiğini ve arkadaşlarımızın bir an önce serbest bırakılması gerektiğini ifade etti.
Şenlik, serbest kürsü bölümünde ev emekçisi kadınların, şiddet ve mobbing mağduru kamu çalışanlarının konuşmalarıyla devam ederken, kesk kadın komisyonu üyelerinin hazırlamış olduğu kadınlar korosunun hazırlamış olduğu müzik dinletisi ve “Adım kadın; çığlıklarım var” adlı skeçle kadınların coşkusu görülmeye değerdi. Müzik eşliğinde çekilen halaylarla Keskli kadınlar kadın dayanışmasını ve mücadeleyi büyütme çağrısını atılan sloganlarla yineleyerek etkinliği sonlandırdılar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, Türkiye'nin insan hakları karnesinin giderek kötüleştiğini savundu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, Türkiye'nin insan hakları karnesinin giderek kötüleştiğini savundu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) Türkiye aleyhine açılan 16 bin dava olduğuna işaret eden Gök, bu davaların önemli bir bölümünün ise 'adil yargılanma' ile ilgili olduğunu vurguladı.
Bir dizi ziyaret ve temaslarda bulunmak üzere Adana'ya gelen Gök, CHP İl Binası'nda düzenlenen toplantıda Türkiye'deki insan hakları ihlalleriyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Partililerin yoğun ilgi gösterdiği oturumda Eğitim Sen Şube Başkanı Kamuran KARACA, Şube Örgütlenme Sekreteri Ahmet KARAGÖZ, Şube Mali Sekreteri Abdullah YALÇIN ve Eski Disiplin Kurulu Üyesi Seçil ONAN katılmıştır. Toplantıda konuşan Gök, Türkiye'nin insan hakları alanındaki karnesinin giderek kötüleştiği yorumunda bulundu. Gök, bu konuda gerek Uluslararası İnsan Hakları Örgütü, gerekse dünyanın saygın kuruluşlarınca yapılan incelemelerde Türkiye'deki insan hakları ihlallerinin giderek arttığının ortaya konulduğunu belirtti.
Türkiye'nin insan hakları konusundaki sicilinin bozuk olduğunu kaydeden Gök, "Türkiye'de insanlar, hak ihlallerine uğramadan geçirmedikleri gün neredeyse yok. İnsan hakları ihlalleri, gündelik hayatımızda olduğu gibi toplumsal hayatımızın da hemen hemen her anında yaşanıyor. Yaşam hakları ihlalleri, kadına yönelik şiddet ve taciz, eğitim hakkı ihlalleri, adil yargılanma ihlalleri bu konuda örnekleri çoğaltmak mümkün. Ne yazık ki, tüm bu konularda Türkiye'nin sabıkası giderek kabarıyor.
Bugün Adana’mızın Semerkant İlköğretim okulunda geçtiğimiz yıl iki bayan arkadaşımız Okul müdürü ve bir hizmetli tarafından tacize uğradıkları iddiasıyla bir dayanışma örneği vererek konuyu idari boyuta taşıdılar. Konuyla ilgili bir takibat yapılması için dilekçeyle başvuruda bulundular, elbette kadınların bu başvuruyu yaparken aldıkları medeni cesaretlerini kutlamak gerek çünkü evli bu arkadaşlarımız, bunların sadece kendi iç dünyasında değil, ailede yarattığı tahribata da bakmak gerekir. Peki bu medeni cesaretten sonra olması gereken nedir, Devletin ve toplumun bu arkadaşlara sahip çıkması gerek peki öyle olmuşmudur.
Bu arkadaşlarımız kendilerini taciz eden müdür ve hizmet hakkında şikayette bulunduktan sonra neler yaşamışlardır.
Değerli arkadaşlarım değerli basın mensupları bu arkadaşlar kısa bir süre sonra çalıştıkları okuldan başka bir okula sürgüne gönderilmişlerdir. Şimdi siz çok haklı bir konuda hem fiziki hem psikolojik dünyanıza yönelik ağır bir saldırıyı cezalandırmak için mücadele edeceksiniz ve bunun sonunda bulunduğunuz okuldan alınıp başka bir okula sürgüne gönderileceksiniz. Kadını korumayla izah edilecek bir yanı varmıdır. Kadına adeta cezalandırılıyor sen tacize uğradın, şiddete uğradın ama sen bu okuldan uzaklaş diyorsun böyle bir mantığı AKP iktidarının güdümünde bulunan milli eğitim müdürleri sağlıyor. Kadına bakış açısı ve insanlığa bakış açısı böyle olduğu sürece bu iktidar döneminde kadınlarımız bu uygulamaları gördükten sonra kendilerinin haklarını aramaktan dahi vazgeçer olurlar. dedi
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi olarak konuyla ilgili arkadaşımızın meclise verdiği dilekçeyi komisyona götüreceğini belirtti ve öğretmen arkadaşlarımızın yanında olacağız dedi. Örneğin Türkiye'de adil yargılanma konusunda çok ciddi hak ihlalleri var. Bu durum gerek Avrupa Birliği İlerleme Raporu'nda, gerekse de uluslararası kurumlar tarafından yayımlanan raporlarda yer alıyor" dedi.
"AİHM'DE TÜRKİYE LEHİNE AÇILAN 16 BİN DAVA VAR" Bugün AİHM'de Türkiye aleyhine açılan 16 bin dava olduğunu kaydeden Levent Gök, bunun önemli bir bölümünüyse 'adil yargılanma hakkının ihlali' konusunda açılan davaların oluşturduğunu ifade etti. AİHM'nin 2010 yılında söz konusu davalar nedeniyle Türkiye'yi 24 bin euro tazminat ödemeye mahkum ettiğini hatırlatan Gök, "Türkiye, insan hakları konusunda Afrika ülkelerinin bile gerisinde kaldığımız acı bir gerçek. Genel tablo son derece umutsuz. Türkiye'nin bu konuda dış dünyaya olan utancı giderek artıyor ve artık buna bir son verilmesi lazım. Özellikle bu konuda yaşanan hak ihlalleri, son 10 yıllık dönemde ciddi oranda arttı. Ne yazık ki Türkiye, insan haklarında sınıfta kalan bir ülke olarak dünyadaki yerini aldı. Bu durumdan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak büyük bir üzüntü duyuyorum" diye konuştu.
Toplantıda Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Kamuran KARACA konuyla ilgili arkadaşlarımızın taciz olayıyla ilgili gerekli duyarlığı gösteren TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi CHP Ankara Milletvekili Levent Gök ve CHP İl ve İlçe yöneticilerine teşekkür etti,
İnsan hakları ihlalleri her alanda artarak devam ediyor, sendikal çalışmalarımız için davalar açılıyor, cezalar veriliyor. dedi
Öte yandan; burada bulunan pek çok kamu çalışanı, emekli arkadaşımızı da yakından ilgilendiren bir durumu yaşıyoruz. 3 aydan beri kamu çalışanları zam alamamıştır Nisan ve Mayıs aylarında da 2012 yılı zamları alınacak gibi görünmüyor. Bu Türkiye’de ilk defa yaşanıyor. Meclis alt komisyonlarında bekletilen “Toplu Sözleşme Yasası” adının böyle olmasına karşılık toplu sözleşme hakkı içermiyor. dedi
Sürgün edilen öğretmenlerle ilgili olarak; Milli Eğitim Müdürlüğü ile daha önce görüşme yapıldığını ve sürgün kararlarının durdurulduğunu ancak yeni Milli Eğitim Müdürünün gelmesiyle tacize uğrayan öğretmenlerin sürgün edilerek adeta cezalandırıldığını söyledi.
İl Milli Eğitim Müdürü ile yapılacak görüşmede bu konuyla ilgili açıklama isteyeceklerini ve hukuki mücadeleyi sürdüreceklerini açıkladı.
15 Ocak Eğitim Sen Adana Şube Adana öğretmenevinde yapılan eğitim çalışmalarında;Kamuda Emek Sürecinin Dönüşümü Esneklik ve Güvencesizlik konularını merkez eğitimcimiz Erhan TURGUT, Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Emeği merkez kadın eğitimcimiz Elif AKGÜL, İşyeri Örgütlenmesi ve Örgütsel İşleyişimiz konusunda merkez eğitimci Dengiz SÖNMEZ eğitimler verdiler.
Dahası...
KESK Adana Şubeler Platformu temsilcileri KESK’in kuruluş yıldönümünü kutladı.
8 Aralık 1995 tarihinde kurulan Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonunun kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında Adana Şubesi platformu temsilcileri Adana Tabip Odasında Kokteyl düzenleyerek KESK’in kuruluş yıldönümünü kutladı.
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem sözcüsü Muzaffer TEKİN kokteylde yaptığı açıklamada, 8 Aralık 1995 tarihinde mücadeleci miras ruhu ile kurulduklarını belirtti.
Tekin, “Konfederasyonumuz KESK 8 aralık 1995 tarihinde Encümen-i Muallim’den, TÖS’den TÖB-Der’den aldığı mücadeleci miras ruhu ile kuruldu. Siyasi iktidarlara göre mücadele tarzını asla ve asla değiştirmedi. Kamu emekçilerinin hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek en büyük hedefi oldu. Olmaya da devam edecek. Baskılara, sürgünlere ve cezalara rağmen 16 yıldır geri adım atmadı. Kuruluş günümüz kutlu olsun. Elini vicdanına koyan her insan, KESK’in siyasi iktidarın kim olduğundan bağımsız olarak, kamu emekçilerinin hak ve özgürlüklerini temel alan bir mücadele yürüttüğünü kabul eder. 17-18 Haziran 1995 tarihinde Kızılay’da 150 bin üyesi ile iki gün geceleyerek yaptığı eylemler ve direniş sonrasında sendika kurma hakkını alanın KESK olduğunu bilir. Şu çok iyi bilinmelidir ki, KESK tüm baskı ve sindirme politikalarına rağmen bugüne kadar kimsenin gönüllü kulluğunu yapmamıştır, bugünden sonrada yapmayacaktır. KESK’in sorumlu olduğu tek kesim hakları ve özgürlükleri için mücadele ettiği kamu emekçileridir. Hükümete gönüllü kulluğu kabul edenlerin taleplerine göre yapılacak yasanın da toplu sözleşmenin de kamu emekçilerinin hak ve çıkarlarını koruması mümkün değildir. Bu ülkenin kamu emekçilerinin, mücadelemizi karalamaya çalışarak ahkâm kesenlere hak ettiği dersi er ya da geç vereceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Buradan onurlu tüm kamu emekçilerine tekrar çağrıda bulunuyoruz. Gelin bizleri yok sayan, yandaş konfederasyonu ile el ele vererek irademize ipotek koymaya çalışan bu iktidarın emek düşmanı politikalarına sesiz kalmadığımızı hep birlikte gösterelim. En uzun gecede, en kısa gündüzde 21 Aralık’ta karanlığı yırtarak aydınlığa giden yolu açmak için hep birlikte grevde olalım” dedi.
Tekin’in açılış konuşmasından sonra KESK tarihi konulu sine vizyon gösterimi gerçekleştirildi.
KAMUDA DÖNÜŞÜMÜN EĞİTİME YANSIMALARI
Şubemiz 26 Kasım 2011 tarihinde “Kamuda Dönüşümün Eğitime Yansımaları” konulu bir panel düzenlendi. Paneli yöneten Şube Başkanı Kamuran KARACA’nın açılış konuşmasının ardından, 18-20 Kasım tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirilen “Ulusal Öğretmen Stratejisi Çalıştayı” na Eğitim Sen adına şube üyemiz Ç.Ü. Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Adnan GÜMÜŞ katılmıştır. Panelimize katılan Adanan Gümüş Çalıştay'da "Hizmet öncesi öğretmen yetiştirme", "Öğretmen atama kaynakları, seçme süreci ve yerleştirme", "Uyum ve adaylık süreci, sürekli mesleki gelişim", "Öğretmenlik Mesleği Kariyer Basamakları" başlıkları altında çalışmalar yapıldığını bu çalışmalarla ilgili panele katılan üyelerimize bilgilendirme yapmıştır.
Etkinliğe panelist olarak katılan Eğitim Sen Eski Uluslararası İlişkiler Uzmanı Ordu Üniversitesi İİBF Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Deniz YILDIRIM’ın Kamuda Dönüşümün Eğitime Yansımalarısunumunda“Kamunun Dönüşümü ve 657 DMK Değişiklikleri, Kamu Hizmeti ve Kamu Hizmetlerinin Ticarileştirilmesi Süreci, Kamu İstihdamı, Bazı Avrupa Ülkelerinde Personel Sisteminin Dönüşümü,Kamuda Esnek Çalışma ve Sonuçları, Mevcut Personel Sistemi Nasıl Değişecek, Ne Yapılmalı, Nasıl Mücadele Edilmeli.” Konuları işlenmiş panele katılan üyelerimizin sorularına yanıt verilmiştir.
Etkinlik Şube Eğitim Sekreteri Halil KARA’nın Kamunun Dönüşümünde yapılan bu saldırılara karşı kamu çalışanlarının "Ne Yapılmalı, Nasıl Mücadele Edilmeli" konulu bilgilendirmesiyle panelimiz tamamlanmıştır. Panele katılan tüm üye arkadaşlarımıza teşekkür ederiz.
Şube Yönetim Kurulu
Kadınlar kardeşlik sesini yükseltti
Van’da yaşanan deprem sonrasından Van halkı ile dayanışma büyüyor. Adana Kadın Platformu yaptığı basın açıklaması ile Van halkının yanında olduklarını ifade etti.
İnönü parkında bir ataya gelen Adana Kadın Platformu üyeleri adına basın açıklamasını okuyan Serpil Arslan, insan merkezli olmayan kar hırsı ile donanmış sistem nedeniyle yüzlerce insanın öldüğünü dile getirdi. Yıllardan beri toplanan deprem vergisinin nerede olduğunun anlaşılamadığını ifade eden Aslan, mağdur olan binlerce insana yardımların ulaşmadığını belirtti. Hak arama eylemlerine binlerce polisi ile devletin yığınak yaptığını vurgulayan Aslan, arama kurtarma çalışmalarında ise devletin ortada olmadığını söyledi. Deprem sonrasında yapılan ırkçı açıklamalara da değinen Aslan, bu açıklamaları yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunduklarını aktardı. Irkçı, faşist söylemler karşı Türkiye halklarının sağduyu ile Van halkına yardıma koştuğunu ifade eden Aslan, halkların barışı ve kardeşliği istediğini gösterdiğini dile getirdi.
Adana Kadın Platformu olarak bu sesi daha da yükseltmeye çalıştıklarını söyleyen Aslan, aksayan yardım ve sağlık hizmetlerinin düzeltilmesini ve devletin asli görevini yapmasını istediklerini belirtti.
Baskı, Şiddet ve Tahammülsüzlüğün Göstergesi!
AKP hükümeti, özellikle 12 Eylül referandumundan aldığı güçle, hak arayan, eşitlik, barış ve özgürlük talep eden toplum kesimlerine karşı otoriter ve baskıcı bir yönelime girmiştir. “12 Eylül ile hesaplaşmak” iddiası ile çıkılan yolda, bugüne kadar yaşanan anti demokratik gelişmeler, ancak darbe dönemlerinde yaşanacak baskı ve şiddet uygulamalarının gün geçtikçe arttığını göstermektedir.
12 Eylül referandumu sonrası yasama, yürütme ve yargıda yaşanan değişiklikler, AKP muhaliflerine yönelik olarak başlatılan “cadı avı” ve sonrasında yaşanan gelişmeler, Türkiye’de eski statüko ve vesayet ilişkilerinin yerine AKP’nin kendi statükosunu ve tek parti vesayetini getirdiğini açıkça göstermektedir.
AKP iktidarında hakları ve talepleri için mücadele eden işçi ve emekçiler; şiddet taciz ve tecavüze karşı alanlara çıkan kadınlar; şifresiz, sınavsız ve parasız eğitim isteyen liseli ve üniversiteli gençler; düşünce ve ifade özgürlüğünü savunanlar; “yandaş” olmayan gazeteci, yazar ve çizerler; iktidarın tüm anti demokratik tutum ve davranışlarını eleştiren herkes tehdit unsuru olarak görülmüş ve talepleri için her alana çıktığında karşısında devletin güvenlik güçlerini ve onların şiddetini görmeye başlamıştır.
Hükümetin anti demokratik uygulamalarına karşı sessiz kalmayan, haklarına sahip çıkanlar, AKP’nin “ileri demokrasi” adını verdiği baskı ve sindirme politikalarından nasibini fazlasıyla almaya başlamıştır. Başbakanın “ileri demokrasi” kavramını kullandığı ilk günden bu yana hak arayanlar, kelimenin tam anlamıyla otoriter ve baskıcı bir düzenin bütün aygıtlarını polisiyle, yargısıyla, “yandaş” medyasıyla karşısında görmüştür. Bu kesimler alanlara çıktıklarında hem polis şiddeti ile karşı karşıya kalmış, hem de hükümet yanlısı basın tarafından “hedef” haline getirilmiştir.
AKP döneminde basılmamış kitaplar için baskınlar yapılmış, iktidarın uygulamalarını eleştiren muhalif gazetecileri içeri atılmıştır. Telefon dinlemeleri, internet yasakları, muhalif gazete ve dergilerin kapatılması, gazetecilerin onlarca yıllık hapis cezalarına çarptırılması vb uygulamalarla AKP tüm toplumu denetim altına almak istemekte, ülkeyi kelimenin tam anlamıyla “açık cezaevi” haline getirmeye çalışmaktadır.
Geçtiğimiz yıllarda hükümet yanlısı sendikaların çalışmaları bizzat siyasallaşmış kamu görevlileri eliyle yürütülürken, mücadeleci sendikaların üye ve yöneticileri çeşitli baskı ve tehditlere maruz kalmış, özellikler KESK ve bağlı sendikalara yönelik yoğun bir sindirme ve yıpratma kampanyaları düzenlenmiştir. AKP’nin desteğiyle hükümet yanlısı sendikalar, geçtiğimiz 9 yılda dünyanın hiçbir yerinde örneğine rastlanmayacak şekilde yüzde binin üzerinde üye artışı gerçekleştirmiştir.
KPSS’deki kopya skandalının üstünü örtmeye çalışan; YGS sınavındaki şifre iddialarını ve diğer skandalları protesto eden öğrencileri tehdit eden; kendisine muhalif bütün sesleri içeri atarak susturmaya çalışan; heykellerin bizzat başbakan tarafından “ucube” ilan edildiği; başbakanı eleştirmenin, protesto etmenin bile suç sayıldığı bir ülkede, gerçek anlamda demokrasiden değil, olsa olsa “ucube” demokrasiden bahsedilebilir.
Genel Seçim Sürecinde Yaşananlar Endişe Vericidir!
Türkiye’nin bütün devlet kurumları, geçtiğimiz 9 yıl içinde tek parti emrinde toplanmış, demokratik hak ve özgülükler sadece iktidarın çizdiği sınırlar içinde kullanılabilir hale gelmiştir. Öyle ki, sadece genel seçim sürecinde yaşanan anti demokratik gelişmeler bile endişeli olmak için yeterlidir. Söz konusu anti demokratik uygulamalardan Eğitim Sen üye ve yöneticileri de nasibini fazlasıyla almıştır. Üyelerimize yönelik soruşturma, sürgün ve cezalar yetmezmiş gibi, son olarak Diyarbakır’da yaşanan görevden almalar, hukuksuzluğun ve keyfiyetin geldiği noktayı göstermektedir.
Türkiye’de şiddeti tırmandıran baskıcı uygulamalar, genel seçim sürecine girildiği andan itibaren siyasi iktidar tarafından bilinçli olarak tırmandırılmaya başlanmıştır. AKP, emek ve demokrasi karşıtı politikalara destek vermeyen herkesi “susturulması gereken bir düşman” olarak görmektedir. Bu nedenle en demokratik tepkilere bile tahammül edilmemekte, hukuk ve insan hakları ayaklar altına alınmaktadır. İşkence ve kötü muamelenin seçim sürecinde sokaklara kadar inmesi, tamamen siyasi gerekçelerle gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklamalar endişelerimizi daha da arttırmaktadır.
AKP’nin anti demokratik uygulamaları, genel seçimler sürecinde iktidarın çirkin yüzüyle bizleri bir kez daha karşı karşıya getirmiştir. Seçim sürecinde yaşanan yasaklamalar ve keyfi tutuklamaların ardından, Artvin Hopa’da yapılan eylemde Eğitim Sen eski üyesi emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun polisin biber gazlı müdahalesi sonucunda yaşamını yitirmesi, Başbakan’ın seçim meydanlarında benimsediği “şiddet ve nefret dili”nin en acı sonucu olmuştur. Olayın meydana geldiği günden bugüne kadar Hopa’da 12 Eylül’ü aratan ev baskınları ve gözaltılar yaşanmış, Metin Lokumcu’nun ölümüne neden olanları yakalamak için en küçük bir çaba göstermeyenler, onun öldürülmesini çeşitli illerde protesto edenleri döverek gözaltına almış, işkence yapmış ve tutuklamıştır.
Türkiye AKP Zihniyeti İle Yönetilmeyi Hak Etmiyor!
Türkiye, ülkenin en temel sorunlarının çözülmesi için demokrasi, barış ve özgürlük talep eden kesimlerin taleplerine kulaklarını kapatarak, kendisine “yeter” diyen herkesi düşman gören böylesine ilkel bir zihniyet ile yönetilmeyi asla hak etmemektedir.
Eğitim Sen olarak, özgürlükleri sadece kendileri gibi düşünenler söz konusu olduğunda hatırlayan, “ileri demokrasi” kisvesi altında faşizan uygulamaları hayata geçiren AKP ve Başbakanı, kendisi gibi düşünmeyenlere saygı göstermeye ve “kendine demokrat” olmaktan vazgeçmeye çağırıyor, AKP’ye verdiğimiz demokrasi karnesini kamuoyu ile paylaşıyoruz. 10.06.2011
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
AKP DÖNEMİNDE HAK İHLALLERİ BİLÂNÇOSU
2002–2007 Çıraklık Dönemi;
2002 yılında;
Ø 75 kişi Faili meçhul cinayetler, 40 kişi yargısız infaz sonucu, 5 kişi gözaltında hayatını kaybetti.
Ø 876 kişi işkence ve kötü muameleye uğradı.
Ø 21 bin 612 kişi gözaltına alındı.
Ø 200’ü gazeteci olmak üzere 1.148 kişi tutuklandı.
Ø 108 radyo ve televizyon toplam 3220 gün kapatma cezası verildi. 2 radyo tamamen kapatıldı.
Ø 10 gazete ve dergi toplam 78 gün kapatıldı.
Ø 1 Enstitü, 1 vakıf ve 5 dernek kapatıldı.
Ø 83 kuruluş (siyasi parti, kitle örgütü, yayın organı)
Ø 169 kitap, dergi ve afiş yasaklandı veya yayını durduruldu.
Ø 228 kişi için toplam 362 yıl 7 ay hapis cezası ve 144 milyar 164 milyon TL para cezası verildi.
Ø 17 öğretmen açığa alındı, 296 öğrenci okuldan uzaklaştırma aldı, 74 öğrenciye tasdikname verilerek okullarla ilişkileri kesildi. 55 öğrenci hakkında dava açıldı.
Ø 5 bin 91 kişi siyasi nedenlerle işten atıldı.
Ø 220 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı.
Ø 582 kamu emekçisi sürgün, görevden uzaklaştırma ve idari cezalar aldı.
2003 yılında;
Ø Faili meçhul saldırılar sonucu 50 kişi, yargısız infaz sonucu 44 kişi öldürüldü.
Ø 1.849 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
Ø 9 bin 648 kişi gözaltına alındı, 1.196’sı tutuklandı.
Ø 285 yayın (kitap, dergi, gazete vb) yasaklandı.
Ø 2 derginin yayını durduruldu, 14 dergi ve 8 gazete toplam 192 gün kapatıldı, 2 internet sitesine Türkiye’den giriş engellendi.
Ø 30 gazete ve yayın organı baskına uğradı.
Ø 11 TV ve 10 radyo toplam 480 gün kapatıldı ve 10 kez program durdurma cezası verildi.
Ø Düşüncelerini ifade edenlere karşı açılan 172 davada 882 kişi hakkında 3545 yıl 3 ay hapis cezası istendi.
Ø 52 eylem, basın açıklaması ve mitinge polis tarafından müdahale edildi.
Ø 46 siyasi kuruluşa baskın düzenlendi.
Ø 736 kişi sürgün edildi.
2004 yılında;
Ø Faili meçhul saldırılar sonucu 42 kişi, yargısız infaz sonucu 47 kişi öldürüldü.
Ø 843 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı, toplumsal gösterilerde 213 kişi yaralandı.
Ø 6 bin 391 kişi gözaltına alındı, 774’ü tutuklandı.
Ø 31 yasaklama (7 tiyatro oyunu, 2 konser, 5 afiş, 4 etkinlik, 2 şölen, 2 film, 2 müzik albümü, 3 stand, 1 kampanya, 1 resim sergisi, 1 TV programı, 1 resim, öykü, şiir yarışması) yaşandı.
Ø 4 kitap, 4 dergi ve 1 gazete toplatıldı ve yasaklandı. 2 gazete ve 1 dergi toplam 23 gün, 2 dergi ise sürekli olarak kapatıldı.
Ø Düşüncelerini ifade edenlere karşı toplam 2. 488 kişi hakkında 76 soruşturma açıldı. Yine düşünceyi ifade suçundan dolayı 693 kişi toplam 30 yıl 9 ay hapis ve 784 milyar 757 milyon 402 bin TL para cezasına çarptırıldı.
Ø 124 basın açıklaması, gösteri, eylem ve mitinge polis tarafından müdahale edildi.
Ø 1.181 kişi hakkında toplam 25 soruşturma açıldı. 11 soruşturma sonucunda 146 Eğitim Sen üyesi, 12 KESK üyesi, 7 doktor ve 52 siyasi parti ve dernek üyesi, maaş kesme, kademe durdurma, kınama, uyarı ve para cezasına çarptırıldı.
Ø 580 kişi sürgün edildi.
2005 yılında;
Ø Faili meçhul cinayetlerle 213 kişi, yargısız infaz sonucu 24 kişi yaşamını yitirdi.
Ø 79 kişi işkence ve kötü muamele gördü.
Ø 4.956 kişi gözaltına alındı 515’i tutuklandı.
Ø 4 kişi gözaltında öldürüldü.
Ø Toplam 39 yayın toplatıldı ve yasaklandı.
2006 yılında
Ø 5.560 kişi gözaltına alındı, bunların 1545’i tutuklandı,
Ø 44 kişi yargısız infaz edildi, toplumsal gösterilere müdahalede aşırı güç kullanımı nedeniyle 12 kişi öldü, 869 kişi yaralandı,
Ø Polisin silah kullanma yetkisinin ihlali nedeniyle 32 kişi öldü, 45 kişi yaralandı.
Ø 708 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
Ø 22 yayın hakkında toplatma kararı verilirken, 25 etkinlik yasaklandı, 3 yayın organı saldırıya uğradı,
Ø 1 internet sitesi engellendi, 5 radyo ve televizyona uyarı cezası verildi, 2 radyo ve televizyon da kapatıldı, 1 radyoya 5 kez uyarı cezası verildi.
Ø 113 dosyadan 430 kişi hakkında soruşturma açıldı.
2007-2011 (Kalfalık Dönemi)
2007 yılında;
Ø Faili meçhul saldırılarda 42 kişi ölürken, 29 kişi yargısız infaz sonucu öldürüldü.
Ø Gözaltında 5 ölüm yaşandı.
Ø Toplam 687 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
Ø 7.197 kişi gözaltına alındı, 1440 kişi tutuklandı.
Ø 48 yayın toplatıldı ve yasaklandı.
Ø 39 etkinlik yasaklandı.
Ø 18 dergi ve gazete bürosu polis tarafından basılırken, 13 internet sitesi engellendi.
Ø Düşünceye açılan soruşturma sayısı 138 olurken, yargılanan kişi sayısı ise 558 oldu, bin 232 kişi hakkında 190 dava açıldı.
2008 yılında;
Ø Faili meçhul saldırılarda 29 kişi ölürken, 33 kişi yargısız infaz sonucu öldürüldü.
Ø 8 kişi gözaltında öldürüldü.
Ø Toplam 448 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.
Ø 11.002 kişi gözaltına alındı, 2.347 kişi tutuklandı.
Ø 13 gazete, 11 dergi, 8 afiş, 5 kitap, 1 takvim ve 2 bildiri toplatıldı.
Ø 38 gazete, 7 dergi ve 1 televizyonun yayını durduruldu
Ø 9 gazete ve dergi bürosu, 1 televizyon kanalı ve 1 dağıtım şirketi basıldı.
Ø 136 olaydan 2.641 kişiye soruşturma açıldı.
Ø 450 kişi hakkında 140 dava açıldı.
Ø 64 parti temsilciliği, 35 dernek binası ve 4 sendika ve oda şubesi baskına ve saldırıya uğradı.
2009 yılında;
Ø 36 kişi yargısız infaz sonucu öldürüldü.
Ø 1.835 kişi işkence, kötü muameleye maruz kaldı.
Ø 7.718 kişi gözaltına alındı, 1.923 kişi tutuklandı.
Ø 23 etkinlik yasaklanırken, çoğunluğu Kürt orijinli 10 gazete toplam 27 kez, 7 dergi ise toplam 15 kez toplatıldı.
Ø 1 televizyonun yayını 2 kez durduruldu.
Ø 11 kitap, 6 afiş, 5 pankart, 1 kitapçık yasaklandı veya toplatıldı.
Ø 11 gazete bürosu, 3 televizyon kanalı ve 2 radyo binası baskına uğrarken, 2 bin 601 internet sitesi kapatıldı.
2010 yılında;
Ø 15 bin 976 kişi gözaltına alındı.
Ø 23 bin 573 hak ihlali yaşandı. Sadece doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesinde 3 bin 706 kişi gözaltına alındı, 987 kişi tutuklandı, 741 işkence ve kötü muamele vakası tespit edildi.
Ø 2010 yılında ifade özgürlüğü kapsamında 790 kişiye para cezası kesildi.
Ø Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2010′un ilk 6 ayında basın alanında açılan soruşturma sayısı 5 bini geçerken, bunların 2 bini davaya dönüştü.
2011 yılı başından bu yana ise 5 bin dolayında kişi gözaltına alındı ve yüzlercesi tutuklandı.
Türkiye’de bugün itibariyle halen 68 gazeteci tutuklu olarak yargılanıyor.