''1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü''

Adana'da, ''1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'' dolayısıyla kutlama programı düzenlendi.

Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önünde toplanan çeşitli sivil toplum kuruluşlarına, sendikalara ve siyasi partilere üye gruplar, ellerindeki pankartlarla Mustafa Kemal Paşa Bulvarı'ndan ve Sular mevkisinden yürüyerek, Uğur Mumcu Meydanı'nda toplandılar.

1 MAYIS FOTOGRAFLARI İÇİN TIKLATIN

 

Burada tertip komitesi adına konuşma yapan Eğitim-Sen Adana Şube Başkanı Güven Boğa, örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün önünde engeller bulunduğu savunarak, bu engellerin kaldırılmasını istedi.

 

Konuşmasında hükümeti eleştiren Boğa, "AKP Hükümeti işçi ve emekçilere saldırmaya devam ediyor. İşsizliğin, yoksulluğun ve yolsuzluğun giderek arttığı, mevcut sosyal, demokratik hak ve özgürlüklerin, “Demokratik Açılım” tartışmalarının ve “Anayasa Değişikliği”nin yapıldığı bir dönemde de budanmaya devam ettiği bir süreçten geçiyoruz. Sermayenin, AKP hükümeti ve işbirlikçilerinin saltanat sürdüğü, safahat içinde yaşadığı bu dönemde; “bir eli yağda, bir eli balda” olan bir avuç mutlu azınlık, milyonları sömürmeye ve devletin olanaklarını kendi menfaatleri doğrultusunda yağmalamaya devam ediyor.

İşçi ve emekçileri kırıntılarla yaşamaya razı etmeye çalışan AKP, sermayenin daha fazla kar etmesi için çalışan bir hükümet olarak tarihe geçti. Sekiz yıllık AKP hükümeti döneminde, işsizlik ve yoksulluk katmerleşerek arttı. İşsizlik, Cumhuriyet tarihi boyunca en yüksek seviyeye ulaştı ve rekor kırdı. Bunun karşısında büyük sermaye sahiplerinin kârları onlarca kat büyüdü. Patronlar ve bankalar yıllık kârlarını katlayarak, devletten teşvik alarak, sigorta giderlerini devlete ödeterek büyüdüler. Bunun karşısında ise asgari ücret yerinde sayıyor. Kayıt dışı çalışanların sayısı ise yüzde 60'ları aşmış durumda.

 Sömürü, baskı ve sefalet artarak devam ediyor. Patronlar, krizi bir soygun ve yağma fırsatına çevirerek, çalışanların ücretlerini düşürdüler, kitlesel işten atmalar gerçekleştirdiler ve emekçilerin kazanılmış haklarını budadılar. Halkın sefalete itildiği bu dönemde AKP hükümeti ve Başbakan hep patronların arkasında oldu ve sermayeye yeni olanaklar yaratmayı bir görev saydı" dedi. Konuşmaların ardından şiirler okunurken, çalan müzik eşliğinde gruplar halay çekti.

1 Mayıs Tertip Komitesi Başkanı Güven BOĞA Konuşma Metni; 

  İşçiler, Kamu Emekçileri, Gençler, Eğitim ve Sağlık Hakları,

Geleceği Gasp Edilenler, İşsizler, Kadınlar, Yoksullar, Açlığın Pençesinde Yaşam Mücadelesi Verenler;


Hoş Geldiniz,
            Kardeşlerim;


            İşçilerin, emekçilerin, 8 saatlik işgünü, sendika, sigorta, haftalık, yıllık izin, kıdem tazminatı vb. bugün sahip oldukları pek çok hak; kapitalist patronlara karşı, gerektiğinde canlarını feda ettikleri çetin mücadeleler sonucu kazanılmıştır. 1891 yılından bu güne kadar 1 Mayıs bu tarihi mücadelelerde bir dönemeç noktası olmuştur.


            Kardeşlerim;


İşçi sınıfının birliğinden ve mücadelesinden korkan egemen güçler, ülkemizde 1 Mayıs’ı engelleme, yasaklama ve provoke etme girişimlerinden hiç vazgeçmediler. 1977 1 Mayıs katliamı hafızalarımızda tazedir. Katliamın failleri bilindiği halde halen açığa çıkarılmamış ve gerçeklerin üstü örtülmüştür. Ancak işçi sınıfı için bu sayfa kapanmamıştır, ‘77 1 Mayıs katliamı ve tüm siyasi cinayetlerin aydınlatılması mücadelemiz yükselerek devam edecektir.
                                            AKP Hükümeti işçi ve emekçilere saldırmaya devam ediyor


İşsizliğin, yoksulluğun ve yolsuzluğun giderek arttığı, mevcut sosyal, demokratik hak ve özgürlüklerin, “Demokratik Açılım” tartışmalarının ve “Anayasa Değişikliği”nin yapıldığı bir dönemde de budanmaya devam ettiği bir süreçten geçiyoruz. Sermayenin, AKP hükümeti ve işbirlikçilerinin saltanat sürdüğü, safahat içinde yaşadığı bu dönemde; “bir eli yağda, bir eli balda” olan bir avuç mutlu azınlık, milyonları sömürmeye ve devletin olanaklarını kendi menfaatleri doğrultusunda yağmalamaya devam ediyor.


İşçi ve emekçileri kırıntılarla yaşamaya razı etmeye çalışan AKP, sermayenin daha fazla kar etmesi için çalışan bir hükümet olarak tarihe geçti. Sekiz yıllık AKP hükümeti döneminde, işsizlik ve yoksulluk katmerleşerek arttı. İşsizlik, Cumhuriyet tarihi boyunca en yüksek seviyeye ulaştı ve rekor kırdı. Bunun karşısında büyük sermaye sahiplerinin kârları onlarca kat büyüdü. Patronlar ve bankalar yıllık kârlarını katlayarak, devletten teşvik alarak, sigorta giderlerini devlete ödeterek büyüdüler. Bunun karşısında ise asgari ücret yerinde sayıyor. Kayıt dışı çalışanların sayısı ise yüzde 60’ları aşmış durumda.
Sömürü, baskı ve sefalet artarak devam ediyor...


Patronlar, krizi bir soygun ve yağma fırsatına çevirerek, çalışanların ücretlerini düşürdüler, kitlesel işten atmalar gerçekleştirdiler ve emekçilerin kazanılmış haklarını budadılar. Halkın sefalete itildiği bu dönemde AKP hükümeti ve Başbakan hep patronların arkasında oldu ve sermayeye yeni olanaklar yaratmayı bir görev saydı.


Tekel işçilerinin mücadelesi polis zoruyla bastırılmaya çalışıldı. Sendikasızlaştırma politikası devletin ve hükümetin resmi politikası haline geldi. İnsanca ücret isteyen işçiler ve kamu emekçileri azarlandı, “bedava ekmek yok” denilerek terslendi.
Eğitim ve sağlık, parası olanın hizmet aldığı kârlı sektörler olarak yeniden dizayn edildi. Dershanecilik palazlanırken; parası olanın okuduğu, olmayanın işsiz ve eğitimsiz kaldığı bir sistem kuruldu. “Sağlıkta dönüşüm” adı altında özel hastaneler ihya edildi, kamu hastanelerine ödenekler azaltıldı ve AKP döneminde “paran kadar sağlık” uygulamasına geçildi.
12 Eylül Anayasası’nın özünü değiştirmeden kendisine göre bir Anayasa hazırlayan AKP; işçi ve emekçilerin, farklı inançların ve tüm ezilenlerin taleplerini görmezden geldi ve gelmeye de devam ediyor.


Ancak işçi ve emekçiler AKP hükümeti karşısında sessiz ve çaresiz değil!


İş, ekmek, barış ve özgürlük talepleri susturulamıyor. Sömürü ve baskıya karşı mücadele daha da büyüyor. İşçi ve emekçiler, AKP Hükümetinin saldırılarına alanlarda bugün bir kez daha “dur” demektedir.
Kardeşlerim; Aslında tüm krizlerin temelinde tek bir neden yatıyor: Kapitalizmin krizi. Yıllardır ülkemizi yönetenlerin yanlış politikaları, bizleri içinden çıkılmaz bir kriz döngüsünün içine attı.


            Uluslar arası sermayenin neo-liberal politikalarını baş tacı yapanlar ekonomik krizin asıl mimarlarıdır. Yıllarca ülkenin zenginliklerini haraç mezat satanların, ülkeyi hortumculara ve soygunculara peşkeş çekenlerin krizin faturasını emekçilere ödetmeye hakkı yoktur. Açığı yaratan özelleştirmeci zihniyetin ekonomi politikalarının ta kendisidir.


            Kamunun zenginliklerini satarak başladıkları özelleştirmelerde sıra kamunun toptan tasfiyesine geldi. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi en temel kamusal hizmetler birer birer piyasaya açılmaya çalışılıyor.


            Soruyorum size kazanımlarımızın tek tek gasp edilmesine göz yumacakmıyız?


Birileri daha birkaç yıl öncesine kadar dünyanın değiştiğini,"küresel dünyada" bütün zenginliklerin ve refahın herkes tarafından paylaşılacağı, yoksulluk ve eşitsizliklerin ortadan kalkacağı yalanını söylüyorlardı. Bugün ise dünya, yoksulluğun, dışlanmanın, adaletsizliğin arttığı, zenginliğin bir avuç insanın elinde toplandığı, büyük çoğunluğun ise açlık-yoksulluk sınırında yaşadığı bir dünya halini aldı.
 
  
            "Sermaye nasıl daha çok kar elde eder, zenginler parasına nasıl para katar, borsada hisseler nasıl daha çok kazanır" soruları üzerinden yükselen, yoksullara kemer sıkma politikaları dayatıldı. Emekçilere verilecek maaş artışları döneminde her daim IMF'ye verilen sözler, imzalanan anlaşmalar, ülkenin 'kutsal istikrarı' gündeme geldi.


            Çalışanlar yoksulluk-açlık sınırında yaşamaya mahkûm edildi, işsizlere yapacak bir şey yok" gidin taşı sıkın suyunu çıkarın" denildi, güvencesiz-geçici çalışma koşulları geliştirilerek emek sömürüsü mekanizmasının temel özneleri haline getirildi.


             Türkiye'de 24 ocak 1980 kararları ile birlikte uygulamaya başlayan bu politika, bugüne kadar bütün iktidarlarca kesintisiz sürdürüldü. Özelleştirme ve taşeronlaştırmaya dayanan bu politikalar AKP döneminde de hızla uygulanmaya devam edildi. Onların deyimiyle piyasa toplumu yaratılmaya çalışıldı. Kamusal kaynaklar 'babalar gibi satarız' tüccarlığı ile satılıp savıldı. Cumhuriyet tarihinin en önemli kuruluşları bir bir  yerli ve yabancı sermayeye devredildi. Eğitim, sağlık gibi temel kamu hizmetleri parası olanların yararlanacağı bir ayrıcalık haline getirildi. Sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortası yasaları ile sosyal güvenliğin ortadan kaldırılmasına yönelik adımlar atıldı.


            Ülkemizin çeşitli yerlerinde ebeveynler çocuklarını gönderecek okul bulamazken, derslere girecek öğretmen bulunamazken, hükümet eğitim alanında tek bir yatırım yapmamaktadır. Özellikle yoksul kesimler en temel sağlık hizmetlerine bile ulaşamazken, hükümet sağlığı paralı hale getirmeyi yegâne sağlık politikası olarak gördü. Üstelik reform adı altında milyonlarca insan sosyal güvenlik kapsamı dışına itilerek güvencesizliğe ve geleceksizliğe mahkûm edildi. Toplumsal yaşamı temellerinden sarsan sosyal krizi yaratan neden, yıllardır hükümetler değişse de aynı kalan IMF buyruğu ekonomi politikalarıdır.


Kardeşlerim; Soruyorum size bu ülkeyi ABD'ye, AB'ye, IMF'ye teslim edecek miyiz?


Kardeşlerim: Demokrasinin işlemediği, hukukun siyasi ve başkaca güçlerle işletildiği bir süreçten geçerken esas konuşulmayan halkın sorunları ve ülkenin geleceğidir...AKP ağırlığının oluşturduğu meclis, millet iradesini yansıtmadığı gibi demokrasiyi savunan bir güç ve irade göstermekten de acizdir. Yaşanan kriz devletin demokratik esaslar üzerinden yeniden şekillenmesinin zorunluluğunu bir kez daha göstermiştir. Bu da ancak birleşmiş halk iradesinin toplumsal her alanda iktidar olmasıyla gerçekleşecektir.


            Emekçi kardeşlerim;      Anayasa değişikliğinde halkın söz hakkı yok, seçme hakkı yok. Filler tepişiyor, halka soran yok.


            Soruyorum size bu anayasa gerçekten halkın gereksinimlerini karşılayabilecek mi?  


            Kardeşlerim;     Uluslararası sermayenin tüm emirlerini harfiyen yerine getiren hükümetlerin kulakları emekçi halkın taleplerine daima kapalı olmuştur. Darbe mirası 12 Eylül hukuku, en temel demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılmasına bile engeldir. Yıllarca emeğinin karşılığını alma mücadelesi veren emekçileri, öğrenim hakkına ve üniversitesine sahip çıkmaya çalışan öğrencileri, her alanda ayrımsız eşitlik isteyen kadınları, Türkiye coğrafyasının tüm renkleriyle, tüm kültürleriyle birarada kardeşçe yaşamasını isteyenleri yasa zoruyla, polis şiddetiyle bastıranlar, ülkeyi içine sürükledikleri krizlerin hesabını vermekten korkmaktadır.


            Yıllardır faili meçhullerle, politik cinayetlerle, yargısız infazlarla ve linç girişimleriyle devam eden hukuksuzluk, 12 Eylül hukukunun ikiz kardeşidir. Hayatlarımızı birer karabasana çevirmeye çalışanlara izin vermeyeceğiz. Ölüme karşı yaşamı, sömürüye karşı emeği savunmaktan hiçbir zaman geri durmayacağız. Barıştan, adaletten, özgürlüklerden, bağımsızlıktan, demokrasiden, halkların kardeşliğinden yana çıkan sesimizi bir an olsun kısmayacağız.
            1977 1 Mayıs Katliamının sorumluları açığa çıkarılmadan, Maraş'ın, Çorum'un, Gazi'nin, Sivas'ın ve Malatya da ki katliamın gerçek sorumluları bulunmadan, 12 Eylül Darbecileri yargılanmadan, politik cinayetler aydınlığa kavuşturulmadan, çetelerin kirli ilişkileri dağıtılmadan, Çatışmalara neden olan sorunlar için, barışçıl demokratik bir çözüm yolunda adım atılmadan, cezaevlerindeki tecrit politikalarından vazgeçilmeden gerçek bir demokrasiden söz edilmesi imkânsızdır.
Farklılıkları inkar ederek, milliyetçiliği kaşıyarak, demokrasi ve emek güçlerine saldırarak ülkenin demokratikleşebileceğini sananlar yanılıyorlar..     

       
Tüm milliyetçi kışkırtmalara rağmen Türkiye'de güçlü bir demokrasi potansiyelinin olduğunu biliyoruz. Biz emekçiler olarak, yeni nesilleri yetiştiren aydınlar olarak çocuklarımızın, öğrencilerimizin dilleriyle, kültürleriyle, renkleriyle, isimleriyle ayrımcılık yapamayız. Halkımızın içerisine de ayrımcılık sokanlara karşı Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Laz kardeşliğini örmeli ve demokrasi cephesini birleştirmeliyiz. 
 Kardeşlerim;     Ülkemizde laisizm sorunu politikaya alet edildiği kadar, emekçileri de bölmek için kullanılıyor. Türkiye halkı olarak 80 yıldır çözülmeyen laisizm sorununu halka dayanarak ve demokrasi temelinde çözmek zorundayız. Gericilik, hurafecilik, 12 Eylül'den bugüne okullarımızı tarikat eğitim yerleri haline getiren anlayış darbecilikle birlikte başladı. Bunun mimarı darbeciler oldu.

            Biz din ve vicdan özgürlüğünü savunuyoruz. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalıdır diyoruz. Gerçek laiklik, halk yönetimine dayanan, demokrasi anlayışı ile birleşmiş emekçilerin birliğiyle gerçekleşen bir çözümle mümkün olabilir.


KARDEŞLERİM DEĞİŞTİREBİLİRİZ! ÇÜNKÜ ÇÖZÜM ELLERİMİZDE;
Eşit, özgür, laik, bağımsız ve demokratik bir Türkiye hayal değil!


             Bu ülkenin emekçileri; Savaş, işgal ve ölüm, Yoksulluk ve yolsuzluk, Gerici, ırkçı ve şoven politikalar, Kölelik yasaları, hak gaspları, Sözleşmeli, iş güvencesiz, sosyal hakları olmayan çalışma yaşamı, Esnek ve kuralsız çalışma, İşyeri huzurunu bozan ayrıcalıklı-ayrımcı politikalar, Cinsiyetler arasında eşitsizlikler, Performansa dayalı ücretlendirme, Emekçileri birbirine düşüren rekabet yasaları İSTEMİYOR!

            Bizler;  Düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını, Halkların eşit, özgür, bağımsız, demokratik bir Türkiye’de bir arada yaşamasını,  Haklarımızın ve özgürlüklerimizin güvence altına alınmasını, Toplusözleşmeli, Grevli Sendikal Hak ve Özgürlüklerimizi Kullanmak İSTİYORUZ!


- Ülkemizde ve bölgemizde barış ve kardeşlik güçlendirilmelidir. Sorunların diyalog ve barışçıl çözümü için, bütün taraflar sorumlu davranmalıdır.

- Her alanda tam bir demokratikleşme sağlanmalı, demokratik hukuk devleti önündeki yasal ve uygulamadan kaynaklı engeller kaldırılmalıdır.

- Örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmalıdır. Herkesin düşüncesini özgürce ifade edebilme, yaşama, çalışma ve eğitim özgürlüğü genişletilmelidir. Siyasetin katılımcı ve çoğulcu bir yapıya kavuşabilmesinin ve örgütlü toplumun yolu açılmalıdır.

- Sendikal hak ve özgürlükler önündeki tüm engeller, bütün anti-demokratik hükümler kaldırılmalı, demokratik bir çalışma

düzeni kurulmalıdır.

- Kamu emekçilerinin toplu sözleşmeli ve grevli sendikal hak ve özgürlükleri ile siyaset yapma haklarının önündeki engeller kaldırılmalı, kamu emekçilerine yönelik baskı ve sürgün politikalarından vazgeçilmelidir.


- IMF ile yapılan bütün anlaşmalar iptal edilmeli, borçlar yeniden yapılandırılmalıdır.


- Özelleştirmeler ve kamu hizmetlerinin küçültülmesi girişimleri derhal durdurulmalı, eğitim, sağlık ve sosyal güvenliğe ayrılan paylar artırılmalıdır.

- Kayıtdışı ekonomi kayıt altına alınmalı; Asgari ücret insanca yaşayacak bir düzeyde belirlenerek, vergi dışı bırakılmalıdır. Kamu çalışanlarına yönelik tek yanlı ücret politikalarından vazgeçilmelidir. Adil bir vergi reformu derhal yapılmalıdır.


- İşsizlik sigortası kapsamında olmayan işten çıkarılan işçilerin zorunlu giderlerini karşılamaya yönelik olarak “Dayanışma Geliri” uygulanmalı, ayrıca elektrik, su, yakacak, kira gibi ödemeleri belirli bir süre kamu bütçesinden sağlanmalıdır.


- Çocuk işçiliği ve istismarına, çalışma yaşamındaki her türlü ayrımcılığa son verilmelidir. Engellilere hayatın her alanına daha fazla katılma olanağı yaratılmalıdır.


- Kamu kurum ve kuruluşlarının personel ihtiyaçları bekletilmeden giderilmeli, emekli olanların yerine derhal yeni personel istihdam edilmelidir.     
Herkese iş ve güvenceli çalışma hakkı için, insanca yaşanacak ücret için, düşünce, basın, örgütlenme özgürlüğü için, barış, eşitlik ve kardeşlik için Türk-İş, DİSK, Kamu Sen ve KESK tarafından gerçekleştirilecek 26 Mayıs’ta  bir günlük uyarı grevimizin başarıya ulaşması için bugünden sizlere çağrıda bulunuyoruz.


TEKEL direnişinin önemli özelliklerinden biri de toplumun hemen tüm ezilen kesimleri içinde, sermaye ve hükümetinin saldırılarına karşı mücadeleyi teşvik etmesi, mücadele eğilimine güç vermiş olmasıydı. TEKEL direnişi hem ondan güç alan, hem de ikinci bir direniş alanı oluşturarak ona güç veren Çemen Tekstil işçilerinin grev ve direnişi, kararlı ve birleşik bir direnişle saldırıların püskürtülebileceğini göstermekle kalmadı, bu fikre, umudu kırık geniş kesimler açısından dahi inandırıcılık kazandırdı. Uyuyanlar irkildiler; toplumun sömürülen ve ezilen kesimlerinin öfke, istek ve duyguları dile getirildi. “Bu memlekette bir şey değişmez” diyenler, “İyi, yeni ve güzel şeyler oluyor” demeye başladılar. İşte 26 Mayıs 2010 grevi bu direnişlerin devamı olmalıdır. Haklı mücadelemiz için bir arada yürümek bir arada olmak zorundayız. Hepinizi 1 Mayıs tertip komitesi adına sevgi ve saygıyla selamlıyor, hepimize kolay gelsin diyoruz. 1 Mayıs 2010.


 
 
TÜRK-İŞ, DİSK, HAK-İŞ, KESK, T.KAMU SEN, MEMUR-SEN, TMMOB, ADANA TABİP ODASI adına


                                                                                                                      
    Güven BOĞA
   1 Mayıs Tertip Komitesi Başkanı   

Okunma 2468 defa