İSTANBUL’DA VE DİYARBAKIR’DA ORTAYA ÇIKAN ÇATIŞMALARIN, ÖLÜMÜN VE YARALANMALARIN SORUMLUSU İÇİŞLERİ BAKANI DERHAL İSTİFA ETMELİDİR.

 

KATLİAMLAR, SALDIRILAR, BASKILAR VE GÖZALTILAR NEWROZ ATEŞİNİN ETRAFINDA TOPLANAN MİLYONLARIN BARIŞ VE KARDEŞLİK COŞKUSUNU ENGELLEYEMEYECEKTİR.

 

Newroz, AKP iktidarının yasaklarına, ölümle sonuçlanan saldırılarına, gözaltılara rağmen yüzbinlerin alanlara akmasını engelleyemedi.

İstanbul'un birçok ilçesinde Newroz kutlamalarına katılmak üzere Kazlıçeşme Meydanı'na gitmek isteyen binlerce kişi polis engeliyle karşılaşırken, polis Diyarbakır’da da olduğu gibi halka sık sık gaz bombasıyla saldırdı. İstanbul’da ki saldırılarda BDP Arnavutköy İlçe Yöneticisi Hacı Zengin yaşamını yitirdi. Buradan ailesine ve yoldaşlarına başsağlığı diliyoruz.

Değerli basın;

Bu saldırılar ve yasaklamalar şunu gösteriyor ki Newroz üzerinden başta Kürt’ler olmak üzere tüm demokrasi güçleri üzerinde bir baskı oluşturmak ve gözdağı vermek istenmektedir.  

18 Mart Pazar günü yapılması için  başvurulan Newroz kutlamalarının, İçişleri Bakanlığı (AKP) tarafından yasaklanması bilinçli bir provokasyonu yaratmak anlamına geleceği hükümetçe de anlaşılır bir durumdur.

 

Bakanlık, “Newroz gününün 21 Mart olduğunu ve kutlamaların da o gün yapılması gerektiğini, bu yüzden de 21 Mart günü dışındaki Newroz gösterilerine izin verilmeyeceğini” belirtiyor.

Bu kararın, yangının üstüne benzin dökmek olduğu, dün ortaya çıkan tablo göstermiştir. Çünkü zaten keyfi tutuklama kampanyalarından, askeri operasyonlardan, yasaklar ve sınırlamalardan bunalmış olan Kürt halkının, günlerdir kutlamaya hazırlandığı bir bayramın, kutlamaya iki gün kala, yasaklanması açıktır ki, ortamı her tür provokasyona, her türden tartışma ve çatışmaya açık hale getirmek demekti ve öyle de oldu.

“Newroz şu gündür, o gün kutlanması gerekir!” diyenlere belirtelim ki, Newroz, diğer bayramlar gibi resmen belirlenmiş, “kurumsal bir gün” değil bir halk bayramıdır. Bu yüzden de bir “Newroz günü” olsa da kutlamaların eskiden beri 21 Mart dolayındaki günlerde sürdüğü, kimi ülkelerde bunun günlerce sürdüğü de (İran’da 15 gün kadar) bir gerçektir.

Bu yüzden de “Newroz günü 21 Mart’tır!” diyerek kutlamaları o güne sıkıştırmaya kalkmak Newroz gerçeği ile bağdaşmaz. Dahası, hükümet böyle bir gün belirlemek istiyorsa, önce o günü tatil günü ilan etmelidir. Bütün öteki bayramlarda öyle yapıldığı için kutlama günü karmaşası da fiilen ortadan kalkmaktadır. Zaten kutlamaların pazar gününe alınmasının bir nedeni de pazar gününün tatil günü olması, halkın ancak o gün kutlama için bir araya gelebilmesindendir. Nitekim 8 Mart kutlamaları da 8 Marta yakın cumartesi ve pazar günlerini kapsayarak yapılmıştır.

Evet, Newroz, Türkiye’den Çin’e kadar çok geniş coğrafyada yaşayan ön ve Orta Asya halklarının bayramıdır. Çok değişik biçimlerde (Ülkeden ülkeye ve zamana göre) kutlanmaktadır. Ama bu ülkelerin hiç birinde nasıl ve ne zaman kutlanacağının bir tartışmaya dönüştüğü, kutlayanlara karşı yasaklar getirildiği, “Öyle değil de böyle kutlayacaksın!” diye dayatmaların yapıldığı da görülmemiştir, duyulmamıştır!

Sadece Türkiye bir istisnadır!

Çünkü Türkiye’de Newroz uzunca bir zaman bölücülüğün, ateşe tapanların, paganistlerin bayramı filan denilip lanetlendikten sonra, engellenemeyince; “Newroz asıl Türklerin bayramıdır!” diye kımız içilip demir dövülüp, tıpkı paganistler gibi devlet erkanının ateş üstünden atladığı bir “resmi törene” dönüştürülmek istenmiştir. Ama özellikle Kürtlerin özgürlük mücadelesi, yüz binlerle alanlara çıkıp Newroz’u da bir özgürlük simgesi olarak kutlamada ısrarı karşısında Newroz kutlamalarına karışılmamaya başlanmıştır.

Ancak şimdi hükümetin, hiçbir zaman da 21 Mart’a sıkıştırılmamış halk bayramını resmi bir kutlamaymış gibi 1 güne sıkıştırmaya girişmesi elbette son derece anlaşılmazdır. Dahası bu girişim, son derece tehlikeli bir girişimdir.

Hükümetin son iki yıl öncesine kadar Taksim’i 1 Mayıs gösterilerine açmamasıyla süren bir “sabıkası” vardır. Yıllar boyu Hükümet, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenleri, güvenlik güçlerinin gaz, cop ve suyuyla sindirmeye çalışmıştır. Hükümet, Taksim’in gösterilere kapatılmasının gerekçesi olarak “İstanbul trafiğinin felç olacağı” ve “Taksim’in o kalabalığı kaldırmayacağı”nı göstermiştir. Nitekim son iki yıldır; 1 Mayıs Taksim’de kutlanmaktadır ne İstanbul trafiği kilitlenmiş ne de Taksim meydanı çökmüştür!

İçişleri bakanlığı (AKP hükümeti) 21 Mart öncesi Newroz gösterilerini yasaklayarak, Newroz gösterilerini provokasyonlara açık hale getirmiş, alanlara çıkmak isteyecek milyonlarca kişiyle güvenlik güçlerini de karşı karşıya gelmesini sağlamış ve çok tehlikeli bir oyun oynamıştır. İstanbul ve Diyarbakır’da yasaklarla ortaya çıkan çatışmalar bir insanın ölümüne, yüzlercesinin yaralanmasına ve gözaltılar neden olmuştur. Bu provokasyon ortamından ve yaşanılan ölümden birinci derecede AKP hükümeti sorumludur.

İçişleri bakanlığı istifa etmelidir.

Dün ortaya İstanbul’da ve Diyarbakır’da ortaya çıkan çatışmaların, ölümün ve yaralanmaların kamuoyunda ki görünen sorumlusu içişleri bakanı derhal istifa etmelidir.

Hacı Zengin’in ölümünden birinci derecede sorumlu olanlar tespit edilmeli, tutuklanmalı ve yargılanmalıdır.

Adana’da ki Newroz kutlamaları 21 Mart 2012 Çarşamba, Saat: 11.00 de Gülbahçesi-Karasu kavşağında yapılacaktır. Barış ve kardeşlikten yana olan herkesi Newroz’a davet ediyoruz. Saygılarımızla. 19.03.2012

 

ADANA HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ İL YÜRÜTMESİ-İHD

KESK Adana Şubeler Platformu-BDSP-DİP

 

Kurumlar Adına

Güven BOĞA

 

Başbakan’ın “Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” söylemlerinden hemen sonra gündeme gelen zorunlu eğitimin kendi içinde kademelendirilerek 12 yıla çıkarılması girişimleri, bütün itirazlarımıza rağmen sürmektedir. AKP hükümeti, zorunlu eğitimin süresini arttırma bahanesiyle, temel eğitimi 4+4+4 şeklinde kademelendirerek, eğitim sistemini kendi siyasal ve ideolojik amaçlarına uygun bir şekilde biçimlendirmek istemektedir.

12 yıl kademeli zorunlu eğitim tartışmaları, milyonlarca öğrenci başta olmak üzere, tüm ülke nüfusunu yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle eğitim ve bilim emekçileri olarak bizlerin çocuklarımızın, öğrencilerimizin ve ülkenin geleceği açısından son derece önemli ve tehlikeli düzenlemeler içeren söz konusu yasa teklifine karşı sessiz kalmak, yaşananları ve gelecekte yaşanacakları kabul etmek mümkün değildir.

Kanun teklifi, Meclis Milli Eğitim Komisyonu’nda görüşülürken yaşanan kavga ve iktidar partisinin zorbaca tavırları, Hükümetin düzenlemeyi yasalaştırmak için ne kadar kararlı olduğunu göstermektedir. Ancak meydan boş değildir. Bu düzenlemenin doğrudan muhatabı olan eğitim emekçileri, öğrenciler ve veliler olarak eğitimin piyasalaştırılması ve dinselleştirilmesi uygulamalarına karşı kitlesel duruşumuzu göstermeye kararlıyız.

Önümüzdeki günlerde Meclis Genel Kurulu’na gelmesi gereken düzenlemelere baktığımızda neden bu kadar kaygılı ve öfkeli olduğumuzun kamuoyu tarafından anlaşılmasının kolaylaşacağını düşünüyoruz; 

 

¨      Kanun teklifinde yer alan, ilköğretim devlet okullarında parasızdır ifadesi komisyon görüşmelerinde metinden çıkarılarak, ilköğretimin tamamen paralı hale getirilmesinin ilk adımları atılmak istenmektedir. 

¨      İlk 4 yılın “ilkokul”, ikinci 4 yılın “ortaokul” olarak tanımlanması nedeniyle, 5. sınıf okutan bütün öğretmenlerin “norm fazlası” haline gelmesi ve bakanlık tarafından başka görevlerde görevlendirilmesinin önü açılmıştır.

¨      Daha önce 4. sınıftan sonra getirilmek istenen “açık öğretim” sistemi, tepkiler üzerinde 8. sınıf sonrası için öngörülmüştür. Çocuk gelinlerin ağırlıklı olarak 13, 14, 15 yaşında olduğu düşünüldüğünde mevcut düzenleme ile “çocuk gelinler” uygulaması iktidar tarafından desteklenmektedir.

¨      Yıllardır okulöncesi eğitimi yaygınlaştırmak için çalışmalar yapılmasına rağmen, yasa teklifinde okulöncesi eğitim zorunlu eğitimin dışında bırakmıştır. 

¨      Zorunlu din dersinin kaldırılması ve anadilinde eğitim taleplerini karşılaması yönündeki toplumsal talepler göz ardı edilmiş, zorunlu din dersleri yanında seçmeli din dersleri getirilmesinin önü açılmıştır.

¨      Arapça, fıkıh ve Kur’an derslerinin ikinci 4 yılda seçmeli hale getirilmesi sağlanarak, bütün okullarda fiilen imam hatip modeline geçilmek istenmektedir. 

¨      İlkokul ve ortaokulun, “bağımsız binalarda” gerçekleşeceği iddia edilse de, okulların bu uygulama için yeterli altyapı ve donanıma sahip olmadığı gerçeği göz ardı edilmektedir. 

¨      4+4+4 şeklindeki kademeli eğitim sisteminin piyasa ile ilişkilendirilmesi, meslek okulu açacak firmalara öğrenci başına destek sunulması ile eğitim sisteminin sermayeye ucuz işgücü sağlar duruma getirilmesi amaçlanmaktadır. 

¨      Bir taraftan uzun vadede seçme sınavlarının kaldırılacağı iddia edilirken, diğer taraftan kademeli eğitim uygulaması ile çocuklarımızın daha erken yaşlarda dershaneye gitmeleri teşvik edilmesi kesinlikle kabul edilmez bir durumdur. 

Eğitim sisteminin ve çocuklarımızın ihtiyaçlarından çok, tamamen siyasal ve ideolojik amaçlarla hazırlanan kanun teklifi ile eğitimde çok başlılığın önü açılarak, eğitim sistemi sonu görünmeyen derin bir karanlığın içine doğru itilmek istenmektedir.

Başbakan Meclis’teki grup toplantısında tüm Türkiye’ye meydan okumuş ve “hangi dilden anlıyorlarsa, o dilden konuşacağız” diyerek, 4+4+4 düzenlemesine itirazı olanlara resmen meydan okumuştur. Biz de buradan kendisine meydan okuyoruz. Bugün sevk alarak uyarımızı yapıyoruz. Eğer itirazlarımız dikkate alınmaz ve geri adım atılmazsa asıl o zaman, kimin hangi dilden anladığını hep birlikte göreceğiz.

Eğitim ve bilim emekçileri olarak, toplumun büyük bir bölümünün kaygıyla takip ettiği 4+4+4 tartışmalarında çocuklarımız, öğrencilerimiz ve velilerimizle aynı taraftayız ve benzer kaygıları taşıyoruz. Yıllardır sorunlarla boğuşan eğitim sisteminin ve çocuklarımızın Başbakanın “dindar nesil” sevdasına kurban edilmesine izin vermeyeceğiz.

Buradan hükümeti son kez uyarıyoruz;

Hangi siyasal ve ideolojik amaçlarla gündeme getirildiği açıkça belli olan düzenleme geri çekilmelidir. Bu konuda eğer gerçekten bir düzenleme yapılmak isteniyorsa bilimsel veriler ışığında, eğitim sisteminin ve toplumun gerçek ihtiyaçları doğrultusunda hareket edilmesi gerekmektedir.

Eğitim emekçileri ve veliler olarak öğrencilerimizin, çocuklarımızın geleceği üzerinden ucuz hesaplar yapanlar, asla ve asla amaçlarına ulaşamayacaklardır. Düzenleme geri çekilmediği ve mevcut haliyle meclis gündemine geldiği takdirde, hizmet üretiminden gelen gücümüzü kullanarak tüm Türkiye’yi eylem alanına çevireceğimizin bilinmesini istiyoruz.

 Şahin DEMİRCİ

Eğitim Sen Ceyhan İlçe Temsilciliği

NE GÜL AL, NE DE CAN; ÖLDÜREN SEVGİ İSTEMİYORUZ! 

BASINA VE KAMUOYUNA

Bugün 14 Şubat Sevgililer Günü. Tüketim toplumu yaratma yolunda ortaya çıkarılan ve “en sevgi yüklü” gün olarak lanse edilen “sevgililer günü” alışverişe teşvik ediyor herkesi. Kapitalizm yine insanların değerli kabul ettiği kavramlar üzerinden gelir elde etmeye çalışıyor.

 

2011 yılı çetelelerine göre, 232 kadının öldürüldüğünü, 610 kadının cinsel tacize maruz kaldığını, 180 kadının tecavüze uğradığını, en az 70 kadının intihar ettiğini, birçok kadının iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiğini, yüzlercesinin işten atıldığını, yaklaşık 700 kadının sadece politika yaptığı için tutuklandığını, üstelik bu verilerin gazetelere, internet sitelerine ve haber ajanslarına yansıyanlardan derlendiğini, gerçeğin ise çok daha yüksek olduğunu bildiğimiz bir ülkede “sevgililer günü”nden söz edebilir miyiz?

Kadınların sevgisi,  erkeğin kadın üzerinde  denetim kurmasına ne kadar izin verdiğiyle, isteklerini ne kadar  yerine getirdiğiyle ölçülüyor. Erkeklerin bedenimize ve kimliğimize sahip olmak adına yaptıklarını kabul etmemizin sevgimizin gereği olarak kabul edildiği bir aşkta özgür olmamız mümkün mü?

Türkiye’nin her yerinde, her yaş, meslek ve statüden erkeklerin, kadınlara fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik ve duygusal şiddet uyguladığını yakınlarımızdan, kapı komşumuzdan, kendimizden biliyorken “sevgililer günü”nü olağan bir biçimde kutlayabilir miyiz? Şiddet ve sevgi bir arada olabilir mi?

Hayır! Ama biz sevgi ile isimlendirilen bu günde dahi şiddet görmeye, tacize-tecavüze uğramaya, öldürülmeye devam ediliyoruz. Gönül İnal, Öznur Delibaş, Zeynep Yüksel son günlerde katledilen kadınlardan sadece bir kaçı. Daha geçenlerde, E.Y.’nin 12 yaşında iken babası tarafından 5.000 liraya satıldığı ortaya çıktı. Devletin korumasından faydalanamayan kadınlar yine bile bile ölüme gönderildi. İstatistiklere göre devlet koruma için kendisine başvuran kadınların %73’ünü koruyamıyor. Sözde kadınları koruyacak yasal düzenlemeler yapılacağı söylenirken, yasa tasarıları kadın örgütlerinin taleplerine kulak tıkayarak hazırlanıyor.  

Büyük olasılıkla yarınki gazetelerin üçüncü sayfalarından okuyacağız; bugün de en az üç kadın, erkeklerin “sevgisi” yüzünden öldürülecek. Çünkü "Erkeklerin 'sevgisi' her gün 3 kadını öldürüyor"  Telefona gelen bir mesaj, beyaz tayt giymek, kocadan boşanmayı istemek, boşanmış olmak, sevgiliden ayrılmak, etek boyu, cilveli konuşmak ya da kapıyı geç açmak gibi gerekçeler erkeklerin kadınları öldürmesine yetiyor. Aynı gerekçeler, kadın düşmanı yasalarca da kabul ediliyor ve bu yasalar katil erkekler için tahrik indirimi uyguluyor. Devlet kadınların katledilmesine, katil erkeklere tahrik indirimi uygulayarak, kadın katliamlarının önüne geçecek kanunları yapmayarak, kadınları koruyacak mekanizmaları oluşturmayarak, sığınma evlerinin sayısını yeterli düzeye getirmeyerek destek veriyor.  

Öte yandan dün sabah erken saatlerde aralarında KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan, KESK eski Kadın Sekreteri Songül Morsümbül, SES Merkez Kadın Sekreteri Bedriye Yorgun ve Tüm Bel Sen Merkez Kadın Sekreteri Güler Elveren’in de bulunduğu toplam 15 sendikacı kadın arkadaşımız evlerine yapılan polis baskını ile gözaltına alındı. 2009 yılına ait bir soruşturma kapsamında yürütüldüğü iddia edilen bu operasyonun nedeni, şüphesiz KESK’li kadınların, yaklaşan 8 Mart öncesinde yürüttüğü ve önümüzdeki sürece ilişkin oluşturdukları mücadele programıdır. KESK Kadın Meclisi yakın süreçte toplanarak bir dizi mücadele kararı almıştır. Polis operasyonunun bu kararların ardından yapılması manidar bir gelişmedir. Ancak bilinmelidir ki bu baskı ve sindirme politikaları da sesimizi kesemeyecek, bilakis mücadele azmimizi bileyecektir. Gözaltına alınan arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmalarını istiyor ve yaratılan gözaltı terörünü kınıyoruz.

Bizler, kadının ev içinde, erkeğin dışarıda tanımlandığı; eşitsiz güç ilişkileri içinde, erkeklerin günde 3 kadını öldürdüğü bir dünyada sevgiler günü kutlamıyoruz! Kadın katliamlarına, kadına yönelik şiddete, tacize ve tecavüze karşı en büyük silahımızın “kadın dayanışması” olduğunu artık biliyoruz. Erkek şiddetine karşı, erkek devlet mekanizmasını, erkek yargıyı geriletmenin, kadınlar lehine kazanımlar almanın yegâne yolunun da bu olduğunu düşünüyoruz. Sevgililer gününde; erkek egemen aşkı kabullenmek, kendinden vazgeçmektir diyoruz ve kabullenmiyoruz! Ve bir kez daha haykırıyoruz: Öldüren sevgi istemiyoruz! Şiddetinizle barışmayacağız! Erkek şiddetine karşı susmayacağız, sesimizi birlikte yükselteceğiz!

 

NE GÜL AL, NE DE CAN; ÖLDÜREN SEVGİ İSTEMİYORUZ!

ERKEK EGEMEN AŞKI KABULLENMİYORUZ !!!

YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI!

ADANA KADIN PLATFORMU 

 

Basına ve Kamuoyuna

AKP Hükümeti’nin uyguladığı neoliberal politikaların çalışma yaşamında yansıması olan esnekleştirme ve güvencesizleştirme çalışanlar üzerinde dolaylı bir baskı oluşturmaktadır. Son zamanlarda bu baskı ve uygulamalar artmış, çalışanları bezdirecek ölçülerde uygulamalar görülmeye başlanmıştır. Sağlık ve sosyal Hizmet’in piyasalaştırılması doğrultusunda yapılan düzenlemeler iş kolumuzda MOBBİNG dediğimiz kavramla daha fazla karşılaşma sürecini  yaşamamıza neden olmuştur.

 

            Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde getirilen performansa dayalı çalışma sistemi iş yükünü doğrudan arttırırken, dolaylı biçimde baskı ve tehdit oluşturmaktadır.           

Mobbing eşitsiz, asimetrik güç ilişkilerine tekabül eder. Bu tür ilişkilerin iş yaşamındaki yeri giderek artmıştır, artmaktadır. Oysa ki 19 mart 2011 tarihinde 27879 sayılı resmi gazetede Başbakanlıkça yayınlanan mobbing genelgesinde ‘’ bütün çalışanların  psikolojik taciz olarak değerlendirilebilecek her türlü eylem ve davranışlardan uzak  tutulmalarına yönelik önlemlerin alınmasını ‘’ öngören bir dizi tedbirlerden bahsedilmektedir. Bu sistemde bunun nasıl sağlanacağını sormak en büyük hakkımızdır.           

İş yerlerinde şiddetin her türlüsüne en çok kadınların maruz kaldığını biliyoruz. Sağlık alanında ise daha çok kadınların yaptığı bir meslek olmaktan kaynaklı bu şiddetle en çok hemşireler karşılaşmaktadırlar. Ç.Ü. Tıp Fakültesi Balcalı hastanesinde hemşire olarak çalışmakta olan SES işyeri temsilcisi arkadaşımız MERAL TUNCER ŞAHİN bir yıla yakın süredir  çalışma yaşamı ve özel yaşamını etkileyecek ölçüde baskı ve yıldırma politikalarıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Görev tanımı dışında iş yükü arttırılmaya çalışılmış, dışlanma, aşağılanma ve hakarete varan davranışlarla arkadaşımıza psikolojik travma yaşatılmıştır. Zorbalığın bir yönetim tarzı haline getirilmesine karşı sessiz kalmamız söz konusu olamaz. Aynı zamanda Temsilcisi bulunduğu SES Sendikasının panoları kaldırılarak, örgütlü mücadelesi açısından da ikinci bir mobbing uygulanmaktadır. Gerek bireysel gerekse sendikanın girişimleri sonuç vermeyince hukuki süreç başlatılmıştır.           

Sendikamız verilen bu mücadele dışında, üyelerimize yapılan baskı, tehdit ve yıldırma amaçlı tüm girişimlere, atama,yer değiştirme ve geçici görevlendirme gibi ‘’MOBBİNG’’ uygulamalarına karşı, en önemlisi,bu uygulamaların artmasına neden olan Sağlıkta Dönüşüm Programına karşı mücadelesini  sonuna kadar sürdürecektir.  

                                                                                                     Gülistan ATASOY

                                                                                              SES Adana Şb. Kadın Sekreteri

ÇUKUROVA ÜNİVESİTESİNDE ÖRGÜTLÜ TÜM SENDİKALARIN PROMOSYON İLE İLGİLİ ORTAK GERÇEKLEŞTİRDİĞİ BASIN AÇIKLAMASI

BASINA VE KAMUOYUNA

Banka promosyonlarının ne şekilde dağıtılacağı Başbakanlık Genelgesi yayımlandı

Promosyonun çalışanların hakkı olduğu, promosyon miktarının tamamının bir defada çalışanlara dağıtılması gerektiği belirtilmiştir. Bu konuda Üniversite de örgütlü bulunan tüm sendikaların yönetici ve temsilcileriyle bir çalışma yürütülmüştür.

Bu çalışmada; promosyonun tamamının bir defada verilmesi, ihalede tüm sendikaların temsilci bulundurması, aksi takdirde komisyonun oluşturulması , şeffaflık ilkelerinin uygulanması gibi kararlar alınmıştır.

Bununla ilgili yaptığımız dilekçe kampanyasının Rektörlüğe iletilmesi kararı alınmıştır.

Söz Konusu ihalede:

1-      İhalenin kapalı zarf teklifi açık arttırma usulü ve Üniversite de üyesi bulunan Sendika Temsilcilerinin gözlemci olarak katılması ve ihale şartnamesinin Üniversitenin internet sayfasında yayınlanmasını 2007/21 Başbakanlık Genelgesinin 7. (yedi) maddesindeki alaniyet ilkesine titizlikle riayet edilmesi.

2-      İhaleye bütün bankaların davet edilmesi, ihale sözleşmesinin 3 yıllık olması, promosyon paralarının peşin verilmesi , Üniversite de ihaleyi alacak bankanın şubesinin veya bürosunun olması eğer yoksa en kısa zamanda kurulması.

3-      Maaş hesapları için aylık ve yıllık işletim ücreti alınmayacak, personelin maaş hesapları ile ilgili bankamatik kartı ve ek kart ile kurum personelinin talebi  halinde , banka tarafından verilecek kredi kartları ve ek kredi kartlarından kart ücreti , yenileme ücreti, üyelik ücreti tahsil edilmeyecektir.

4-      Personelin internet bankacılığı hizmet kanalında gerçekleşecek TR virman, havale ve EFT işlemlerinden ücret alınmaması. Personelin vadesiz mevduat hesabında verilecek otomatik işlemleri için masraf ücreti alınmaması, yukarıda belirtilen hizmetler karşılığında ücret, komisyon alınması halinde bunun banka kayıtlarında banka kayıtlarında belgelenmesi durumunda personele geri ödenmesi  1 (Bir) ay içerisinde gerçekleştirilecektir. Bütün ATM lerden ücretsiz olarak yararlanılması

5-      Üniversite çalışanlarına tüketici kredisinde kolaylık gösterilmesi (sorunlu olanlar), Üniversite çalışanlarının kullanacağı tüketici, konut ve diğer kredilerden faiz oranlarında indirim yapılması.

6-      Teklifleri değerlendirme usulü; ihaleye katılacak banka yetkilisinin yetkili olduğuna ilişkin banka promosyon ihalesi banka yetkilisi mektubu ihale günü ve saatinde ihale komisyonuna elden teslim edecektir. Teklif mektupları komisyon tarafından bankaların huzurunda açılarak en yüksek teklif veren bankanın teklifi üzerine bankalarla açık artırım usulü ile sonuçlandırılması.

7-      Çukurova Üniversitesine bağlı birimlere açıktan atama veya nakil yoluyla yeni göreve başlayan personele 3 (üç) yıllık promosyon miktarının 36 aya bölünmesi çıkan miktarın kalan ay ile çarpılması sonucunda belirlenen miktarın çalışana ödenmesi, emekli ve nakilden geri alınmaması. Kurumda 6 (altı) ayda bir değerlendirme toplantısı yapılması

 

Üniversite çalışanlarının maaş, döner sermaye katkı payı, yolluk, ek ders gibi ödemelerini yaklaşık 20 yıldır iş bankası yapmaktadır. 2011 yılı itibariyle yukarıdaki saydığımız işlemler için aylık nakit akışı 15 Milyon TL. dir. Yıllık nakit akışı 180 Milyon TL. dir. Çukurova Üniversitesindeki toplam personel sayımız 4.600 dür. Bu veriler sadece 2011 yılı içindir.

Yapılacak ihalede nakit akışı ve çalışan sayısı göz önüne alındığında ödenmesi gereken promosyon miktarı 3 yıllık anlaşma yapıldığında kişi başı 3 Bin TL. olması gerekmektedir.

Ç.Ü. internet sitesinde yayınlanan banka promosyonu teknik şartnamesinde kampus dışından katılabilecek bankaların önü kesilmiştir.

Ç.Ü. Rektörüne soruyoruz:

Edilen bilgiye göre bir banka ile beş yıllık anlaşma yapıldığı ve kampus içerisinde 3 bankaya el altından davetiye gönderildiği doğru mudur?

Yapılacak promosyon ihalesinde Rektörün Üniversite çalışanlarından yana olması gerekmez mi?

Biz, aşağıdaki Üniversite de örgütlü sendikalar olarak; Başbakanlık Genelgesinin ve şeffaflık ilkesinin uygulanmasını, yapılacak ihalede tüm sendikaların katılmasının takipçisi olacağımızı kamuoyuna duyuruyoruz.

 

 

Kurumlar Adına Basın Açıklamasını Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Kamuran KARACA yapmıştır.

 

Bu basın açıklamasını yapan kuruluşlar:

  

Muzaffer YÜKSEL                                                              Kamuran KARACA

SES Şb. Başk.                                                                    Eğitim Sen Şb. Başk.

  

Mehmet SEZER                                                                               Rıfat ÇELİK

Eğitim Bir Sen Şb. Başk.                                                Türk Eğitim Sen 3 Nolu Şb.Başk.

  

Hülya ÖZCAN                                                                   İsa KAYADAN

Tez Koop-İş Şb. Başk.                                                   Eğitim İş Şb. Başk.

Değerli Basın Emekçileri,

  

AKP, kendisi gibi düşünmeyen, politikalarına uygun hareket etmeyen, muhalif olan herkesi hedef alıyor, düşman görüyor. Seçilmişler, üniversite öğretim görevlileri, gazeteciler, siyasi parti temsilcileri, demokratik kitle örgütü temsilcileri, avukatlar, gençler, AKP'li olmayan belediyeler, kısacası tüm muhalif kesimler AKP'nin hedef tahtasında.

 Bu tespitin doğruluğunu görmek için sadece bir günlük gözaltı bilançosuna bakmak bile yeterli. Son günlerde neredeyse her gün onlarca muhalif insan gözaltına alınmakta, mahkemelerde birkaç saat içinde neredeyse hepsi tutuklanmaktadır.

"Sıra ne zaman bana gelecek" korkusuyla kuşatılmak isteniyoruz. Evlerimiz, telefonlarımız, kurumlarımız, dergi bürolarımız, siyasi parti binalarımız, sendikalarımız ve hatta özel yaşamlarımız cemaatin denetimindeki polisin gözetimi altında...

 

 

Açık ve altını çizerek söylüyoruz, gidişat faşizmdir. Suskun, tek tip toplum yaratmak hedeflenmektedir. Toplumun örgütlü demokratik kurum ve kuruluşları, kişiler topyekûn bir saldırı ve baskı dalgasıyla karşı karşıyadır.  Zamana yayılarak gerçekleştirilen faşist yönelim giderek kurumsallaşıyor. Yönelimler belli bir program çerçevesinde ve belli bir merkezden yürütülüyor. 

 

            Siyasi iktidar, başta Ortadoğu olmak üzere küresel sermeyenin çıkarlarını da gözeterek devleti AKP'lileştiriyor. Toplumsal yapıyı muhafazakar, milliyetçi ve neo liberal ideoloji doğrultusunda yeniden dizayn etmek istiyor. Bu amaç doğrultusunda muhalif kesimlere yönelik devlet terörü uyguluyor. Devletin tüm kurumları belirlenen konsepte uygun hareket ediyor. Kadrolaşmasını tamamlayan AKP, hukuk ilkelerini pervasızca ayaklar altına alıyor.

 

Yitirdiğimiz binlerce cana, akan kana ve sosyal tahribata rağmen Kürt Sorununda çözümsüzlükte ısrar ediliyor, inkar politikaları farklı argümanlarla devam ettiriliyor.

 

Değerli Basın Emekçileri,

 

AKP için en büyük engellerden biri de KESK'in emek ve demokrasi mücadelesidir, kararlı ve ilkeli duruşudur. Bu duruşu nedeniyle KESK kurulduğu günden bu yana emek düşmanı her iktidarın hedefi olmuştur. Çünkü KESK ücret sendikacılığı yapmaz. Çünkü KESK devletten ve sermayeden bağımsız, emekçilerin hak ve çıkarlarını savunur. Çünkü KESK, Ülkenin temel sorunlarına ilişkin sözünü hiç kimseden çekinmeden doğrudan ifade eder. Çünkü KESK, özgürlük ve demokrasi mücadelesi ile üyelerinin çıkarlarını savunma görevlerini birbirinden ayırmaz. KESK, toplumsal-siyasal sorunların çözümünde barışı savunur. KESK ırkçı, milliyetçi yaklaşımları reddeder; toplumun etnik kimlik, kültür ve inanç farkı gözetmeksizin bir arada yaşama iradesini savunur. İşte KESK’e yönelik rahatsızlığın kaynağı, tam da bu ilkelerimizdir. Bu nedenle, sürgünlere, soruşturmalara, yargılamalara, faili meçhullere, gözaltılara ve tutuklamalara maruz kaldık, kalıyoruz. 12 Ekim 2011 ve 14 Ekim 2011 günlerinde yapmış olduğumuz Sendikalar Yasası için yürüyüşümüzde Adana KESK  Emekçileri de soruşturmalara maruz kalmıştır.

 

Değerli Basın Emekçileri,

 

Konfederasyonumuza yönelik en ciddi saldırılardan biri de 28 Mayıs 2009 tarihinde yönetici ve üyelerimize yönelik gerçekleştirilen toplu gözaltı ve tutuklama operasyonudur. Bu operasyon sonucu Genel Başkanımız, Eski Genel Sekreterimiz, eski Kadın Sekreterimiz, Sendikamız EĞİTİM SEN eski ve yeni Kadın Sekreterleri, Genel Meclisimizin üç üyesi ve çoğunluğu Sendikalarımızın İzmir Şube Yöneticisi toplam 31 arkadaşımız gözaltına alınarak tutuklandılar. Sendikal faaliyetlerimiz, demokratik eylem ve etkinliklerimiz soruşturma ve yargılama konusu yapıldı. Arkadaşlarımız altı ay tutuklu kaldıktan sonra ilk duruşmada tahliye oldular. Yargılamanın tutuksuz olarak devam ettiği dava dosyasının içeriğine bakıldığında başta hukuk kesimleri olmak üzere hemen herkes arkadaşlarımızın beraatlarını bekliyordu. Ancak adeta yargılamaya "gizli bir el" müdahale etti ve karar duruşmasından kısa süre önce duruşma heyetinden iki hakim değiştirildi.

 

28 Kasım tarihinde yapılan karar duruşmasında baştan beri mahkeme heyetinde yer alan ve heyet başkanı olan yargıç tüm arkadaşlarımızın beraatlarını isterken, dosyayı ne kadar okudukları bile belli olmayan, siyasi iktidarın yargıdaki kadroları oldukları izlenimini veren iki hakim 25 arkadaşımızın 6'şar yıl 3'er ay cezalandırılmasına karar verdi! Bu davanın iddianamesini hazırlayan savcının kısa süre önce İzmir'de çıkar amaçlı suç örgütüyle ilişkisi olduğu gerekçesiyle yetkileri ellerinden alındı! Ancak aynı iddianameye dayanılarak ceza verildi. Ortaya çıkan tablo, AKP'nin HSYK'nın yapısı ile ilgili yaptığı düzenlemeden sonra yargıda da kurumsallaşmasını tamamladığını göstermektedir.

 

Değerli Basın Emekçileri,

 

Bu karar yargıya ve adalete olan güveni açıkça zedelemiştir. Karar hukuki değil siyasaldır. Verilen ceza ile KESK, kriminalize edilmek isteniyor Ceza konusu olan sendikal hak ve özgürlüklerdir. Yargılanan sendikal faaliyetlerimizdir. Yargılanan KESK'tir, bizleriz.

 

KESK’i yıldırmayı, sürdürdüğü emek ve demokrasi mücadelesini sekteye uğratmayı hedefleyen bu faşizan tutum amacına ulaşmayacaktır. Grev hakkımızı engelleyen, toplu sözleşmeyi kuşa çevirip göstermelik hale getiren 4688 sayılı yasada yapılacak değişikliklere karşı mücadeleyi yükselttiğimiz bir dönemde verilen bu ceza tesadüf değildir. Bizler, bu topraklarda gerçek bir demokrasi için mücadele etmenin zor, bedelinin de ağır olduğunu biliyoruz. Ancak "hak verilmez alınır" şiarını ilke edinen, baskılara mücadeleyi daha da yükselterek cevap veren, "acıyı bal eyledik" diyen bir gelenekten gelen KESK yılmayacaktır. KESK, haklı ve meşru mücadele çizgisinden taviz vermeyecek, geri adım atmayacaktır. Arkadaşlarımıza her koşulda sahip çıktık, çıkmaya devam edeceğiz. KESK'li olmak bir onurdur, onuru çiğnetmeyeceğiz. 

  

Yaşasın KESK, Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!

 

Susmadık, susmayacağız!

  

KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU

 

Adına KESK dönem sözcüsü SES Şube Başk. Muzaffer YÜKSEL

KESK'li Kadın üyeler 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet Kapsamında KESK'li tutuklu kadınlara basın açıklamsı ve kart gönderimi gerçekleştirilmiştir. Açıklamayı KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Gülistan ATASOY SES Adana Şube Kadın Sekreteri Gerçekleştirmiştir. 

DEĞERLİ BASIN EMEKCİLERİ

     Dünyada ve ülkemizde toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunlar çığ gibi büyürken AKP hükümeti sorunlara demokratik yöntemlerle çözüm üretmek bir yana, çözüme dair söz söyleyen, muhalif kesimlere de şiddet, gözaltı ve tutuklama gibi anti demokratik yöntemlerle baskı uyguluyor.

Resmi rakamlara göre 30 Nisan 2011 itibariyle Türkiye’de toplam 124 bin 74 mahpus bulunuyor. Bunların 53 bin 796 sını ise tutuklular oluşturuyor. Gelişmiş ülkelerde cezaevlerindeki mahpusların toplam nüfusa oranı binde 1 iken ülkemizde bu oran binde 2 düzeyinde. Bu haliyle Türkiye Avrupa ülkeleri arasında tutuklu sayıları itibariyle ilk sırada yer alıyor. Buna karşı Adalet bakanlığı, cezaevi kapasitesinin 140 bine ulaştırılacağını belirtiyor. Hükümet bireysel silahlanma, savunma amaçlı askeri teçhizatın alımı, polis ve ordu gücünde yaptığı düzenlemelerle operasyonların, baskı gözaltı ve tutuklamaların devam edeceğinin işaretlerini veriyor.

 

 

  AKP hükümeti “ileri demokrasi “ vaadine rağmen muhalif olan her kesimi operasyonlarla susturmaya çalışarak adeta bir polis devleti gibi çalışıyor. Yalnızca son altı ayda 5000’e yakın kişinin gözaltına alınması ve bunlardan üçte birinin tutuklanması bunun en açık göstergesi.

 

  Öte yandan bitmek bilmeyen yargılamalar, tutukluluk sürelerinin uzunluğu, cezaevlerindeki doluluk, hasta tutukluların tedavisi,Türkçe dışındaki dillerde iletişim yasakları, disiplin cezaları, sohbet hakkının kullandırılmaması ya da sınırlandırılarak kullandırılması gibi konularda yaşanan sorunlar adil yargılanma ve yaşam hakkı ile ilgili pek çok ihlali beraberinde getiriyor. AKP hükümetinin “ileri demokrasisi” bu alanları kapsamıyor.

 

AKP NİN MUCADELE EDEN KADINA TAHAMMÜLÜ YOK!

 

Eril zihniyetin kurduğu sistem içinde yaşamayı reddederek eşitlik ve özgürlük mücadelesi seçen kadınlar, dışarıdaki hapishanelerden içerdeki hapishanelere kapatılıyorlar. Bütün düzenlemelerin erkeğe göre yapıldığı bir dünyada, erkeğe göre tasarlanmış cezaevlerinde kadın olarak yaşamaya zorlanıyor, iki kere cezalandırılıyorlar.

 

Sevgili arkadaşımız Seher TÜMER’in ifadesiyle:“Dışarıda baba evi, koca evi, onların gücü yetmediği zaman,  içerde devletin terbiye edici ceza evi…”

 

KESK’Lİ KADINLAR YALNIZ DEĞİLDİR!

 Biz kamu emekçileri de bu baskı sürgün ve gözaltı politikasından yoğun biçimde etkileniyoruz.  Şu an yüzlerce üyemiz hakkında açılan idari ve adli soruşturmalarla, Dersim’den Urfa’ya Urfa’dan Bodrum’a sürgünlerle üyelerimiz yıldırılmak isteniyor. Son olarak EĞİTİM SEN üyesi PROF Dr Büşra ERSANLI’nın da tutuklanmasıyla KESK’li tutukluların sayısı 33’e ulaşmış durumda. KESK’li tutuklulardan Seher TÜMER, Olcay KANLIBAŞ, Serpil ARSLAN DÜZGÜN, Nazire AYATA CİVELEK, Gülsüm YILDIZ, Adile ŞAHİN, Zeynep SULAR OKAN olmak üzere 8’i kadın arkadaşlarımızdır. Arkadaşlarımızın tek “suç”u insanca bir yaşam ve demokratik bir Türkiye istemeleridir. Ve şayet bu bir suç ise hepimizin bu suçun ortağı olmaya devam edeceğimizi ve arkadaşlarımızı yalnız bırakmayacağımızı bir kez belirtiyoruz.

          Yüz yıllık bir mücadele geleneği olan biz kamu emekçileri, daha önce de darbe ve muhtıra dönemlerinde benzer uygulamalarla karşılaştık Arkadaşlarımız katledildi, cezaevine konuldu, sürgüne yollandı. Ancak tüm bu uygulamalar ne KESK’i ne de KESK’li kadınları mücadelesinden alı koyup yıldırdı. Aksine bugün yaklaşık 250 bin üyesiyle KESK Türkiye’nin en dinamik emek örgütü olmaya devam ediyor.

  

ÇALIŞMA VE MÜCADELE ARKADAŞLARIMIZI YANIMIZDA İSTİYORUZ!

   Unutulmamalıdır ki, yürürlükte olan baskı sürgün ve gözaltı politikası sendikal hak ve özgürlükler ile düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlarken kadınların zaten düşük olan çalışma ve siyasal yaşamdaki temsiliyetinin büsbütün daralmasına hizmet etmektedir

Kadına yönelik şiddetin % 1400 arttığı günde 5 kadının öldürüldüğü, çalışan kadınların yarısından fazlasının kayıt dışı istihdam edildiği, yoksulluğun adının kadın olduğu bir ülkede ne demokrasiden ne de insan haklarından bahsedilebilir. KESK’li kadınlara yönelik geliştirilen baskı, sürgün, gözaltı, tutuklamalar kadınların bir bütün olarak sosyal ekonomik ve siyasal yaşamdan uzaklaşmalarına ve eve kapanmalarına hizmet etme potansiyeli taşımaktadır. AKP hükümeti demokratik teamülleri esas alarak bu uygulamalarından vazgeçmelidir.

 

Buradan hükümete bir kez daha sesleniyoruz. Başka ülkelere demokrasi dersi vereceğinize demokrasiyi önce ülkenizden başlatın ve arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın.

  

KESK Adana Şubeler Platformu Adına

 

Gülistan ATASOY

 

SES Adana Şube Kadın Sekreteri

"KESK'E DOKUNMA"

Değerli Basın Emekçileri,

Öncelikle dün Hakkari Çukurca'da yaşanan çatışma sonucu 24 askerimizin yaşamını yitirmesi, onlarcasının yaralanması bizleri derinden üzmüştür. Yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı ve sabır diliyor, acılarını paylaşıyoruz. Bir damla kanın akmasına, bir insanımızın canının acımasına, yeni ocaklara ateş düşmesine tahammülümüz kalmadı. Artık yeter! Kimse Ölmesin! diyoruz.

Değerli Basın Emekçileri,     

Son Dönemlerde Konfederasyonumuza yönelik baskı ve hukuk dışı uygulamalar kaygı verici boyuta ulaşmıştır. Şu anda 21 KESK yöneticisi ve üyesi tutuklu bulunmaktadır. Bu sayı sürekli değişmektedir. Her gün yeni bir gözaltı veya tutuklanma haberi almaktayız. Sadece son 10 günlük tablo bile durumun vahametini gözler önüne sermektedir.

 

27 Eylül 2011 tarihinde Urfa'da sendika şube binalarımız basılarak çoğunluğu üyemiz olmak üzere 19 kişi gözaltına alınmış ve içlerinde şube başkanlarımızın da bulunduğu beş arkadaşımız tutuklanmıştır. Aradan 10 gün geçmeden serbest bırakılan arkadaşlarımızdan beş kişi açığa alınmıştır. 17 Ekim 2011 tarihinde, İstanbul'da görev yapan Tunceli EĞİTİM SEN eski şube başkanımız Mardin eski EĞİTİM SEN şube başkanımız, EĞİTİM SEN Mardin şube üyesi bir arkadaşımız ve Kızıltepe SES eski şube yöneticisi bir arkadaşımız gözaltına alınmıştır.

Değerli Basın Emekçileri,

Konfederasyonumuza yönelik en kapsamlı gözaltı olayı 28 Mayıs 2009 tarihinde  İzmir ili merkezli başlatılan operasyondur. Konfederasyonumuz Genel Merkezi varlığı resmi yetkililerce henüz kabul edilmemiş JİTEM elemanları tarafından basılarak yaklaşık altı saat arandı. Tüm bu aramalarda en ufak bir suç unsuruna rastlanmamıştır. Bu yapılanlar ile kamuoyunda konfederasyonumuza yönelik olumsuz bir imaj ve kuşku yaratma hedeflenmiştir.

Tamamı KESK yöneticisi ve üyesi 35 kişi gözaltına alındı ve bunlardan 22'si tutuklandı. Tutuklananlar arasında şu anki Genel Başkanımız, o dönemdeki KESK Kadın Sekreterimiz, Eğitim Sen Kadın Sekreterimiz, KESK eski Genel Sekreterimiz, Eğitim Sen eski kadın sekreterimiz de bulunmaktaydı. Tutuklanan 22 arkadaşımız altı aylık bir mağduriyetten sonra 19–20 Kasım 2009 tarihinde ilk duruşmada tahliye oldular. Dava devam etmekte olup içlerinde Genel Başkanımız Lami ÖZGEN ve EĞİTİM SEN Kadın Sekreterimiz Sakine Esen YILMAZ'ın da bulunduğu 31 arkadaşımız hakkında "örgüt üyeliği" iddiasıyla ceza istenmektedir.

Karar duruşması yarın saat 10.00'da İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecektir.Değerli Basın Emekçileri,AKP ile birlikte sendikal faaliyetler örgüt faaliyetleri, barış talebi ise örgütsel propaganda olarak görülmeye başlandı.

İzmir'deki yargılama da bu kapsamdadır. Bu açıdan İzmir'de yapılacak duruşmada yargılanan sendikal mücadelemizdir. Hak aramaya ilişkin eylem, etkinlik ve faaliyetlerimizdir. Yargılanan yöneticilerimiz şahsında KESK'tir. Yargılanan emek ve demokrasi mücadelemizdir.

Yargılanan bizleriz...İzmir yargılaması bir ayıptır ve arkadaşlarımızın tümünün beraatıyla bu ayıp temizlenmelidir. Ayrıca Tutuklu tüm KESK'liler derhal serbest bırakılmalıdır. Tutuklu arkadaşlarımıza her şart altında sahip çıkacağımızın bilinmesini istiyoruz.

KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü

TONGUÇ ÖZKAN

BTS Adana Şube Başkanı

Basına ve Kamuoyuna

Ankara’da patlatılan bombayla 3 yurttaşımız, Siirt’te yapılan saldırıda 4 yurttaşımızı kaybettik.

Yaşamı, insanlığı, kardeşliği hedef alan bu saldırıları kınıyoruz. Dünyada ve bölgemizde tırmandırılan emperyalist müdahale ve çatışma ortamı da, ülkemizde de her gün değişik yerlerde çatışmalarla dolu günler geçiriyoruz.

Bizler Emek ve Demokrasi mücadelesi ile haklarımız koruma ve geliştirme mücadelesi yürütürken, ülkemizde barış ve kardeşliğin bozulmasının yaratacağı tabloyu hayal bile etmek istemiyoruz. Daha fazla ölümle gidilebilecek tek yer toplumsal çatışma felaketidir. Öte yandan böylesi ortamda; Ülkede emek ve demokrasi mücadelesi sürecinde işsizlik, yoksulluk, açlık sorunları yükselirken bunlara karşı haklı ve meşru talep görmezden geliniyor. 

Tüm alanlarda anti demokratik baskılama süreci ile ifade ve düşünce özgürlüğüne müdahaleler yaşanıyor.Tüm bunlara karşı; Biz ülkede şiddetin son bulmasını, barış, kardeşlik ortamında tüm sorunların tartışılmasını savunuyoruz.

Bir kez da yaşamını kaydedenlerin ailelerine başsağlığı, yaralananlara şifalar diliyoruz.23.09.2011  

Ahmet AVŞAR

BTS Adana Şube Sekreteri

KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü

 

 

Değerli Basın Emekçileri,

 

AKP, 2001 yılında çıkarılan kamu emekçilerinin var olan haklarını gasp eden 4688 sayılı yasanın arkasına saklanmaya devam ediyor.

 

Bilindiği gibi 4688 sayılı yasa, emekçilerin kazanılmış haklarına ve uluslararası sözleşmelere aykırı olarak; örgütlenme özgürlüğünü ciddi biçimde kısıtlamayı, toplu görüşme denilen ucube bir yöntemle kamu emekçilerinin ekonomik, sosyal, demokratik, siyasi, özlük ve mesleki hak ve çıkarlarını tırpanlamayı hedefleyerek çıkarılmıştı. KESK, önce bu yasanın çıkmaması için, ardından yasanın geri çekilmesi ve yeni bir yasanın çıkarılması için ısrarlı bir mücadeleyi on senedir yürütmüştür. 

 

 

 

AKP hükümeti, 12 Eylül 2010 referandumuna sunulan anayasa değişikliği tartışmalarında kamu emekçilerine toplu sözleşme düzeni getireceğini, çalışma yaşamının demokratikleşeceğini, uluslararası standartların geleceğini söyledi, meydanlarda bunun propagandasını yaparak oy toplamaya çalıştı.

  

Dün itibarıyla referandumun üzerinden tam bir yıl geçti. Anayasanın 53. maddesine yerleştirilen “toplu sözleşme” düzenlemesinin kamu emekçilerinin beklentilerini karşılamadığını, aslında bunun on yıldır sürdürülen toplu görüşme düzenini devam ettirmek için göz boyamaya yönelik bir değişiklik olduğunu o dönemde de ifade etmiştik. Geçen bir yıllık süreç de göstermiştir ki, AKP’ nin kamu emekçilerini oyalamaktan başka bir düşüncesi yoktur. Hala özgür bir toplu sözleşme düzeni için gereken yasayı çıkartmamıştır. 4688 sayılı yasanın esasına dokunmaksızın kısmi değişikliklerle kamu emekçilerini oyalamaya devam etmeyi hedeflediği bugünlerde yaşadığımız girişimlerden açıkça görülmektedir.

 

KESK olarak kamu emekçilerinin talep ve beklentilerini ifade etmek için Üçlü Danışma Kurulu toplantılarına ve diğer teknik komisyon toplantılarına katılarak yasanın özüne ilişkin görüş, öneri ve değerlendirmelerimizi iletmemize rağmen bunların birçoğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan taslağa yansıtılmamıştır.

  

Bakanlık tarafından Konfederasyonlara gönderilen yasa taslağı incelendiğinde 4688 sayılı yasanın öz olarak korunduğu hatta daha geri düzenlemeler getirilmeye çalışıldığı görülmektedir.

 

Çünkü;

 

ü  Örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller aynen korunmaktadır. Sendikal hak ve güvenceleri sınırlayan maddelerde bir değişikliğe gidilmemiştir.

 

ü  Grev hakkımız ısrarla yok sayılmaya çalışılmaktadır. Grev hakkımızla ilgili yasal bir düzenleme yapmak yerine Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun kararlarına kesinlik kazandırılarak greve zımnen yasak getirilmektedir.

 

ü  Toplu Sözleşmenin kapsamı mali ve sosyal haklarla sınırlandırılmaktadır. Kamu emekçilerinin kapı kulu olarak görülmesi geleneğinden vazgeçilmemektedir.

 

ü  4688 sayılı yasanın sendikaların tüzüklerine yasakçı bir anlayışla müdahale edilmesine olanak sağlayan içeriği korunmaktadır.

 

ü  Mevcut durumun da gerisine götüren bir anlayışla “isimsiz” ihbarlar bile yeterli bulunarak siyasi iktidarın sendikalara müdahalesine olanak sağlanmaya çalışılmaktadır. Bununla sendikaların kontrol altına alınması, baskılanması ve yandaş hale getirilmesi amaçlanmaktadır.

 

ü  Dayanışma aidatı, tek düzey toplu sözleşme vb. gibi düzenlemelerle yandaş örgütlenmeler daha da büyütülmek istenmektedir. Örgütlenmenin önünde bu kadar engel varken dayanışma aidatı ile örgütlenmenin teşvik edilmek istenmediği açıktır. Siyasi iktidarın niyeti söylediği gibi olsaydı, önce örgütlenmenin önündeki var olan engelleri kaldırmaya yanaşırdı.

 

ü  Siyasi iktidar, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun bileşiminin çoğunluğunun kendisi tarafından atanmasını öngörmekte, böylece kendisine bağlı bir kurul/noter oluşturmak istemektedir. 

 

 

AKP, temel amacı emekçilerin hak ve çıkarlarını budamak olan 12 Eylül darbesinin ruhunu devam ettirmektir. KESK olarak böyle bir yasayı ve yaklaşımı kabul etmeyeceğimizi, Grevsiz Toplu Sözleşme, Toplu Sözleşmesiz Sendika olmayacağını yapılan tüm görüşmelerde ifade ettik.

  

Değerli Basın Emekçileri,

 

Emekçilerle alay etmek anlamına gelen böylesi bir taslağı ve yasal düzenlemeyi kabul etmiyoruz. Kazanılmış haklarımızdan, demokratik taleplerimizden vazgeçecek ya da hükümetin insafına bırakacak değiliz.

 

Ø  Uluslararası sözleşmelere uygun, emekçilerin özgür örgütlenmesine ve mücadele yürütmesine olanak sağlayacak demokratik bir düzenleme istiyoruz. Örgütlenmenin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.

 

Ø  Toplu Sözleşmenin kapsamı daraltılmamalı, eşit taraflar ilkesiyle hareket edilmeli, toplu sözleşme masasında kamu emekçilerinin ekonomik, sosyal, demokratik, siyasi, özlük ve mesleki tüm hak ve çıkarları belirlenmelidir.

 

Ø  Toplu sözleşme masasında uzlaşma sağlanmaması durumunda grev hakkı teminat altına alınmalıdır.

 

Ø  Sendikaların tüzüklerine müdahale edilmesinden vazgeçilmelidir. Tüzükler sendikaların anayasalarıdır ve üyeleri tarafından belirlenir. Hükümet üyelerin iradesine müdahale anlamına gelen bu tutumundan vazgeçmelidir.

 

Ø  Sendikaların denetimi üyeleri ve kurulları tarafından yapılır. Şeffaflık konusunda KESK onurlu bir tarihe ve duruşa sahiptir. Tüm kurum ve organlara müdahale ederek benzeştirme, kontrol altına alma ve baskılama hevesinde olan AKP sendikaların iç işlerine karışmaktan vazgeçmelidir.

 

 

Değerli Basın Emekçileri;

  

Buradan Hükümete Sesleniyoruz:

  

Gelin kamu emekçilerinin hak ve özgürlüklerini boyası akan makyajlarla daha da daraltan düzenlemeler yapmaktan vazgeçin. 10 yıldır kamu emekçilerini kendinizin çalıp yine kendinizin oynadığı toplu görüşme oyunu sonucunda yoksulluğa ve sefalete mahkum ettiniz. Hazırlığını yaptığınız yeni oyunlarla bunun devamını sağlamaya çalışıyorsunuz. Artık bu aldatmacadan vazgeçin.

 

 

Eğer, her fırsatta iç ve dış kamuoyuna yönelik olarak yinelediğiniz “demokratikleşme”,  “ileri demokrasi” gibi kavramların hakkını vermek istiyorsanız, samimi iseniz işte size fırsat.

 

 

Gerçekten demokrasiden, hak ve özgürlüklerin genişletilmesinden yana mısınız, değil misiniz?  Size bir turnusol kâğıdı uzatıyoruz.“Demokratik hak ve özgürlüklerin önünde engel olan baskıcı rejimlerin devri geçti” söylemine inanıyorsanız, bunun gereklerini öncelikle kendi ülkenizde yerine getirecek adımlar atın.  Demokrasinin hâkim olduğu ülkelerdeki gibi siz de kendi kamu emekçinize özgür toplu pazarlık ortamı yaratacak olan düzenlemelerin önünü açın.

 

 

Uluslararası sözleşmeler, AİHM’in içtihat niteliğindeki Demir-Baykara, Enerji Yapı Yol Sen gibi kararları, ulusal yargı kararları ve Anayasanın 90. maddesiyle güvence altına alınan Grev hakkımızı engellemeye yönelik yaklaşımdan vazgeçin!

 

 

Çağrımız Diğer Konfederasyonlara!

  

Sizin de önünüzde bir fırsat var: 2001 yılında 4688 sayılı yasanın çıkması için Meclis’te kulis yaparak hükümetin toplu görüşmelerle kamu emekçilerini on yıl oyalamasına katkı sunma hatasını bir daha tekrarlamayın! Gelin bu düzenlemeye ve yaklaşıma karşı ortak tutum alalım! Kamu emekçilerinin bir on yıl daha hak ve çıkarlarının gasp edilmesine ortak olmayın! Kamu emekçileri bu gün konfederasyonlardan hak ve çıkarlarının korunmasını ve geliştirilmesini talep ediyor, bekliyor. Gelin bu talebi karşılıksız bırakmayın.

 

 

Asıl çağrımız kamu emekçilerinedir:

 

Sevgili kamu emekçileri, haklı ve meşru taleplerimiz için fiili ve meşru mücadeleyi yürütelim. Toplu görüşme ucubesini çöpe atan kamu emekçileri, yeni oyunlara, gasplara boyun eğmeyecektir. Gücümüzü örgütlülükten, sizlerden alıyoruz, gelin mücadeleyi yükseltelim.

 

 

Değerli Basın Emekçileri,

 

KESK olarak, burada ifade ettiğimiz düşüncelerimizi, önerilerimizi ve taleplerimizi çok daha ayrıntılı olarak her düzeyde Hükümete ilettik, ifade ettik. Bundan sonra da, kamu emekçileri hareketine karşı sorumluluğumuzun gereği olarak görüşlerimizi paylaşacağız.

  

Ancak, 4688’in özünü koruyarak revize edilmesini, örgütlenme özgürlüğü, TİS ve grev hakkımız önündeki engellerin korunarak devam ettirilmesini hedefleyen sahte sendika yasasını kabul etmedik, etmeyeceğiz.

 

 

Hükümetin tutumundan vazgeçmeyerek “ben yaparım ve olur” anlayışıyla devam etmesi halinde sonuç almaya yönelik kararlı bir mücadele yürüteceğiz. 17–18 Eylül tarihlerinde Türkiye’nin her yanından gelen yöneticilerimizle bu gelişmeleri değerlendirerek eylem ve etkinlik programımızı belirleyeceğiz. Umarız ki, hükümet çağrımızı dikkate alarak özgür, demokratik ve kamu emekçilerinin beklentilerine uygun bir yasal düzenleme için bir an önce çalışma başlatır.

 

 

Unutulmamalıdır ki, KESK baskılara, aldatmacalara ve oyalamalara karşı fiili ve meşru mücadelenin adıdır. Her koşulda kamu emekçilerinin hak ve özgürlüklerinin esas alınmasının adıdır. Hükümet, kararlılığımızı sınamak yerine mücadele tarihimize bakmalıdır. Kazanılmış haklarımızın gasp edilmesine ve geleceğimizle oynanmasına müsaade etmedik, etmeyeceğiz.

  

KESK Adana Şubeler Platformu Adına

 

TONGUÇ ÖZKAN

 BTS Adana Şube Başkanı