28 Temmuz 1914’ten Temmuz 2014’e. I.Dünya Savaşının yüzüncü yıldönümü. Kanal savaşları, Filistin cephesi dedelerimizden yadigar belleğimizin bir yanını tutuyor. Yüz yıl sonra bıraktığımız yerde gibiyiz. Temmuz sıcağına Filistin’de ABD-İsrail bombardımanlarının yangıları ekleniyor. Kafa, kol, bacak vicdanlarımız yanıyor. Trablus, Musul, Şam, Kabil… Ortadoğu yanıyor. Yüzlerce çocuk ölüyor, binlerce ana yaralı. İsrailli gençlerin, hatta yetişkinlerin durumu da hiç parlak değil. Askere gitmemek için kendi ayağını vuranlar olduğu söyleniyor. Filistin kimin sorunu, yaşanan şiddet ne anlama geliyor?
Şiddetin şiddeti ölçülmeye kalkılsa, işgal ve savaşların yanında cinayetlerin esamesi bile okunmaz; bir miktar konsepte dahil edilebilirse de KCK’si, Ergenekon’u, Balyoz’u, Polis Operasyonları yanında sıradan-küçük kalır. Şiddetin en yapısalı, kurumsal olanı, çok gelişmiş araçları olanı işgal ve savaşlardır.
Siyasal literatürde devletler ve bir devlet içindeki kesimler veya halk-grupları arasındaki “örgütlü silahlı mücadelelere” savaş adı verilmektedir. İşgal ise işin en ağır ve acımasızıdır.
Bu işgaller üç beş terörist işi değildir. Eğer öyle olsa idi işin çözümü de o kadar kolay olurdu. Kurumsal şiddetin kurumları bulunmaktadır. En büyük kurumu emperyalizmdir.
Bauman’a göre durum çok vahim olup modern uygarlıkta terörizm ve işkence, siyasi aklın araçları haline gelmiş bulunuyor: “Holocaust bizim modern akılcı toplumumuzda, uygarlığımızın yüksek sahnesinde ve insanoğlunun kültürel zaferinin zirvesinde doğup uygulanmıştır ve bu nedenle toplumun, uygarlığın ve kültürün bir sorunudur.
” Russell’a göre, çok genel anlamda etki altına alma olarak tanımlanabilecek iktidar;
* Güç kullanma (ordu, polis),
* Kandırma, ödül, ceza (ekonomi),
* Fikir, propaganda, eğitim (kilise, parti, eğitim) üzerinden sürdürülüyor.
Weber’e göre, “Bütün siyasal yapılar şiddet kullanır, ama bunu diğer siyasal örgütlere karşı kullanma tehdidinde bulunma ya da kullanma biçim ve dereceleri bakımından ayrılırlar. Bu farklılıklar, siyasal toplulukların biçimini ve geleceğini belirlemekte somut rol oynar. Bütün siyasal yapılar aynı ölçüde ‘yayılmacı’ değildir. Hepsi de gücünün dışa dönük olarak gelişmesi için çalışmaz ve gücünü başka topraklar ve topluluklar üzerinde ilhak ya da bağımlı kılma yoluyla siyasal egemenlik kurmak üzere hazır tutmaz. Bu nedenle siyasal örgütler, iktidar yapıları olarak, saldırganlık dereceleri bakımından farklılaşırlar.”
Marx’ın, Weber’in toparlamasıyla savaşlar ekonominin, küresel ticaretin bir yoludur; ekonomi politikle sağlanamayan sömürgecilik, pazar-piyasa sorunu veya yayılmacılık, aşırı üretimin getirdiği yapısal krizler, şiddetle, savaşla, işgalle dayatılmaya ve aşılmaya çalışılır. Eisenhower bunu “military and industrial complex” olarak ifade etmektedir.
Şiddetin ekonomiyle oluşturduğu bu örüntüyü Yeniçeri’nin özetiyle Barnett “küreselleşmenin on emri” altında şöyle topluyor:
* Kaynak ararsan bulursun ve fakat…
* İstikrar yoksa piyasa yoktur.
* Büyüme yoksa istikrar yoktur.
* Kaynak yoksa büyüme yoktur.
* Altyapı yoksa kaynak yoktur.
* Para yoksa altyapı yoktur.
* Kural yoksa para yoktur.
* Güvenlik yoksa kural yoktur.
* Leviathan (Ordu) yoksa güvenlik yoktur.
* (Amerikan) İrade(si) yoksa Leviathan (Amerikan ordusu) yoktur.
1914’ten 2014’e Gazze’de işgal I. ve II. Paylaşım Savaşlarının sonucudur; ABD, onun sömürgesi Almanya, müttefiki Fransa, İngiltere, Kanada vb. zaten oradadır. İstese de istemese de Osmanlı ve Türkiye, Rus Çarlığı ve Rusya oradadır. Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar oradadır. 1970’lerde sosyalist akımların Filistin mücadelesini İsrail-Filistin sorunu olarak görmemeleri doğru bir okumadır. Ne geçmişte ne de bugün ne İsrail kendi başına İsrail, ne de Filistin kendi başına Filistin’dir.
Filistin işgali emperyalizmin Ortadoğu’yu terbiye aracıdır, Filistin’de her ölüm emperyalist mafyaların, Obama’nın, Merkel’in, Hollande’ın kurbanı sayılır. Emperyalizm sürdükçe de benzer sorunlar sürecektir. Emperyalizmin çaresi eşitlik, özgürlük, kardeşliktir. Bayramınız kutlu olsun.
Adnan GÜMÜŞ
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
ADANA'da sağlık çalışanları, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarını protesto ederek, "Filistin halkının yıllardır yaşadığı insanlık dramı bir kez daha katliama dönüşürken insanlarla birlikte insanlığın da ölmesine yol açmaktadır" dedi.
Seyirci Kalmak Katliama, Savaş Suçuna ve İnsanlık Suçuna Ortak Olmak Demektir.
“Çocuklar uyurken susulur ölürken değil…”
Öldürülen çocuklar, kadınlar, insanlar!
Filistin’de ölen insanlıktır!
Günlerdir dünyanın gözü önünde yaşanan insanlık dramı, vahşet tam bir katliama dönüştü. Çocuklar sahilde, kadınlar kucaklarında bebeleri, çocukları ile sığınakta, sokakta, evde, okulda, camide vuruluyor, öldürülüyor. Hastaneler bombalanıyor. Hastalar, yaralılar, sakatlar ve sağlık çalışanları hastanede, ambulansta öldürülüyor. Savaş suçu işleniyor. Egemenler susuyor.
Bir halk evsiz, barksız, işsiz güçsüz, aç açık bırakılıp açlığa, susuzluğa, yokluğa, yoksulluğa terk ediliyor. Yerlerinden yurtlarından edilip göçe zorlanıyor, tepelerine atılan bombalarla, ölüm saçan silahlarla evleri başlarına yıkılıyor, katlediliyor. İnsanlık suçu işleniyor. Egemenler bu durumu meşru müdafaa olarak açıklıyor.
Küçük bedenler sığınaklarda delik deşik ediliyor
Evler, barakalar, barınaklarla beraber umutlar ve hayaller de yıkılıyor.
Bir savaş aygıtına dönüşmüş İsrail devleti, yıllardır ileri karakolu ve jandarması olduğu emperyalist-kapitalist bloktan aldığı güçle; duvarlarla, tellerle, hendeklerle çevirdiği, doğup büyüdükleri köylerinden, evlerinden yurtlarından söküp attığı, kamplarda, barakalarda çadırlarda yaşamaya mecbur ettiği bir halka yıllardır zulüm ediyor.
İsrail dünyanın gözü önünde bir halkı aşağılıyor, sürüyor, süründürüyor. Yıkıyor, yakıyor. Tutukluyor, öldürüyor. Filistin’de her ölümle birlikte insanlık da ölüyor.
Bakın Gazze’den, Şifa Hastanesi’nden Norveçli Doktor Mads Gilbert nasıl haykırıyor: “Bay Obama, sizin bir kalbiniz var mı? Sizi buraya davet ediyorum, Şifa’da bizimle beraber bir gece, sadece bir gece geçirmeye. İsterseniz tebdili kıyafetle bir temizlikçi olarak. Yüzde yüz eminim ki bu tarihi değiştirecektir. Kalbi ve kudreti olan hiç kimse Filistin halkının katliamına son vermeye karar vermeden Şifa’daki bu geceyi öylesine bırakıp da gidemez.”
İşte İsrail böylesine ağır bir tabloda, yokluklar içinde sağlık hizmeti sunmaya çalışan hastanelere ve sağlıkçılara dahi saldırmaktan çekinmiyor!
Saldırının başladığı 8 Temmuz’dan bu yana 11 sağlık merkezi saldırıların hedefi olurken, El-Wafa, El-Aksa, Balsam Hastaneleri gibi bazı sağlık merkezlerine tekrarlayan saldırılar olmuş, El-Aksa Hastanesi’nin bombalanması sonucu 5 hasta ölürken, aralarında doktorların ve sağlık çalışanlarının da olduğu 70’den fazla insan yaralanmıştır. Bugüne kadar süren saldırılarda 200’ü aşkın çocuk olmak üzere çoğu kadın ve sivillerden oluşan 700’den fazla Filistin vatandaşı ile 28 İsrail askeri ölmüş, 4500’den fazla insan da yaralanmıştır.
Hastaneler, okullar, işyerleri enerji alt yapısı ve jeneratörler, su şebekeleri tahrip edilmiş, yiyecek, içecek, ilaç, tıbbi malzeme bitme noktasına gelmiş, yaralıların sığınacağı, tedavi edileceği hastane ve malzeme sıkıntısı nedeniyle Gazze yaşama şansı yok edilmek üzere olan bir şehir haline gelmiştir.
Durumun aciliyeti karşısında İnsan Hakları İçin Hekimler Örgütü, Sınır Tanımayan Doktorlar ve Kızılhaç Uluslararası Komitesi yaralıların tedavisi için acil bir çağrı yaparak öncelikle hastaneler ve sağlık çalışanlarına yapılan saldırıların durdurulması, çatışmaların ve savaşın son bulması, Filistinlilere insani yardım için, uluslararası kurum ve kuruluşları yardım ve göreve davet ettiler.
Bizler de bir kez daha sağlık çalışanları olarak tüm dünyaya sesleniyoruz: Filistin halkına yapılanlar savaş suçudur, insanlık suçudur. Derhal durdurulmalıdır.
Filistin halkının yıllardır yaşadığı insanlık dramı bir kez daha katliama dönüşürken insanlarla birlikte insanlığın da ölmesine yol açmaktadır. Seyirci kalınmamalıdır.
Bu duruma seyirci kalmak katliama, savaş suçuna ve insanlık suçuna ortak olmak demektir.
Türkiye’nin hekimleri, hemşireleri, teknisyenleri, sağlık işçileri olarak sağlığa giden yolun barış ve demokrasiden geçtiğini biliyor, buna inanıyor ve bu nedenle bu savaşın durdurulmasını talep ediyoruz.
Tekin MÜJDE
SES Adana Şube Başkanı
Meclis'teki Torba Yasa tasarısında yer alan rotasyon uygulamasını gazetemize değerlendiren Eğitim Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca, düzenlemeyle 700 bin öğretmenin sürgün edilmesinin önünün açıldığını söyledi. Bunun hem eğitimciler, hem de öğrenciler için önemli sorunlara yol açacağını belirten Karaca, aday öğretmenlerin atanmasında “sözlü sınavın” getirilmesinin de siyasi kadrolaşma amaçlı olduğunu söyledi.
Soma’da 301 işçinin öldüğü iş cinayetinin ardından “Taşeron işçilerin sorunlarını çözmek” adı altında gündeme getirilen Torba Yasa tasarısı, hükümetin bugüne kadar gündeme getirdiği, ancak emekçilerin tepkileri nedeniyle geri çektiği pek çok düzenlemeyi de içeriyor. Tepki toplayan düzenlemelerden bir kısmı da eğitim emekçilerini yakından ilgilendiriyor. Torba yasa tasarısının 95. Maddesinde yer alan düzenleme ile, bir süredir kamuoyunda tartışılan ve daha önce Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan Ulusal Öğretmen Strateji Belgesinde de yer alan öğretmenlere il içi ve il dışı rotasyon düzenlemesi
getiriliyor.
‘ÖĞRETMEN GÖÇÜ’
Eğitim Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca, söz konusu düzenlemenin her ne kadar “isteğe bağlı yer değiştirmeler” ile ilgili olduğu belirtiliyor olsa da, belli bir hizmet süresini dolduran eğitim emekçilerinin rotasyona tabi tutulmasının önünü açtığını söyledi. Zorunlu rotasyonun yeni mağduriyetler doğuracağını kaydeden Karaca, “Bu çıkacak yasaya atıfta bulunularak ileride yönetmelikler çıkarılacak ve 5-6 yıl bir yerde görev yapan öğretmenin Türkiye’nin bütün bölgelerine gönderilmesi sağlanacak. Ancak bu durum birçok sorunu da beraberinde getirecek. 700 bin öğretmenin zorunlu rotasyona tabi tutulması, o öğretmenlerin yaşamları ve aileleri bakımından sıkıntı yaşamasına neden olacak. Biz bu zorunlu rotasyon uygulamasını açıkçası Kavimler Göçü’ne benzetiyoruz, 700 bin kişi zorlamayla sürgün edilecek” değerlendirmesi yaptı.
‘ÖĞRENCİLER DE MAĞDUR OLACAK’
Zorunlu rotasyon uygulamasının sadece öğretmenleri değil, öğrencileri de zor durumda bırakacağına dikkat çeken Karaca, “Öğretmenin yıllardır ders anlatımına, kişiliğine ve yöntemlerine alışan öğrenciler, neye uğradıklarını şaşırır duruma gelecek. Bu yeni gelen öğretmene alışma süreçlerinde bocalama dönemi yaşayacak. Eğitim süreç meselesidir ve öğrenciden başarı alınması için eğitiminde aynı çizgide süreklilik arz etmesi gerekir” dedi. Ayrıca ilkokullarda da rotasyon sıkıntılarının yaşanabileceğinin altını çizen Karaca, “Rotasyonların kaç yılda yapılacağı belirsiz olduğu için öğrencisini 1. sınıftan alan bir ilkokul öğretmeni, onları bırakmak zorunda kalabilecek ve öğretmenin tayini çıktığı için ilk öğretim öğrencileri yeni bir öğretmene alışmak zorunda kalacak” diye konuştu.
ADAY ÖĞRETMENE ‘SİYASİ SINAV’
Kamuran Karaca, torba yasada aday öğretmenliğe ilişkin düzenlemenin de adeta AKP taraftarlarının öğretmen olarak atanmasının önünü açtığına dikkat çekti. Karaca, “Yasayla aday öğretmene atanması için gereken ‘yazılı ve sözlü sınav’ şartı, ‘yazılı veya sözlü sınav’ şeklinde değiştiriliyor. Bu yolla da sözlü sınavlarda değerlendirme kriterinin ne olduğu belli olmadığı için, kim öğretmen yapılmak isteniyorsa o öğretmen yapılacak” dedi.
Aday öğretmenlerin mağduriyetinin bunla da sınırlı kalmayacağını belirten Karaca, “Getirilen düzenlemede aday öğretmenlere 2 sınav hakkı tanınıyor. Birinci sınav hakkında başarısız olan öğretmenler başka yerlere sürgün edilerek, orada görevine devam ediyor ve ikinci sınava hazırlanıyor. Eğer ikinci sınavda da başarısız olursa ilişiği kesiliyor. Bu öğretmen adayları zaten KPSS’yi kazanmış ve o görevi hak ettiğini kanıtlamıştır. Kaldı ki zaten Eğitim Fakültesini bitirmiş veya formasyon yapmış bir insan, zaten öğretmenlik yapabileceğini ispatlamıştır. Siz bu insana KPSS şartı getirip zaten mağdur ediyorsunuz, yetmezmiş gibi bir de sözlü sınavı dayatıyorsunuz” diye konuştu.
Tamer Arda ERŞİN
Birkan BULUT
Ankara
www.evrensel.net
2014-2015 Eğitim Öğretim Yılı Çalışma Takvimi
Çukurova Dr. Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesi Bahçesine ek bina yapılacağı gerekçesi ile kesilmek istenen 150 ağaç için tepkiler sürüyor. Son olarak sivil toplum örgütleri tarafından ‘Adana Ağaçlarına Sahip Çıkıyor Halk Meclisi’ kuruldu.
Adana Ağaçlarına Sahip Çıkıyor Halk Meclisi’nin ilk toplantısı geniş katılım ile Adana Tabip Odası toplantı salonunda gerçekleşti. Burada ilk konuşmayı yapan Adana Tabip Odası Genel Sekreteri Prof. Dr. Mehmet Özalevli, Adanalıların ağaçlara, “İlerleyen zamanda x firmasına alın buraya hastane yerine otel, AVM yapın diyecekler. Çünkü ağaçların bulunduğu yeşil alanla ilgili ellerinde hiçbir proje yok. Bu sebeple ağaçların kesilip, hastane yapılacak söylemini bir tuzak olarak düşünüyoruz. Otel yapacağız ağaçları bu yüzden kesiyoruz deseler halkımızın tepkisini çok iyi bildiklerinden böyle bir oyuna başvuruyorlar. Bu alan Atatürk Parkı büyüklüğünde olup ağaç sayısı daha çoktur. Adana’da şehir içinde benzeri bir gerçek yeşil alan olmaması sebebiyle olan sahiplenmesini bu toplantı ile bir kez daha gördüklerini söyledi. Hastane yapacağı gerekçesiyle 150 tane çok değerli ağacı kesip, hastane yapacağını söylediklerini anlatan Özalevli çok önemlidir.” dedi.
Ardından SES Başkanı Tekin Müjde yaptığı konuşmada yapılacak hastane için ellerinde proje olduğunu savunduğunu ancak hiçbir projenin olmadığını dile getirdi. Var olan projenin ise daha önce yapılan diyaliz merkezine ait olduğunu ileri süren Müjde,”Seyhan belediyesine inşaat ruhsatı için başvurulmuş ancak bir tek inşaat ruhsatı alınmış. Alınan ruhsatta şuan diyaliz merkezi olarak kullanılan alanın ruhsatı. Yani orada bitmiş bir bina inşaatı var. İnşaat ruhsatı başvurusu yapıldığında Seyhan belediyesi Bunu vermeme gibi bir şey yapamaz. Ruhsatı alabilir. Eğer Seyhan Belediyesi ağaçlar için ruhsat vermezse Başhekimlik yasal süreç başlatıp bu ruhsatı alabilir. Seyhan Belediyesi istese de istemese de bu ruhsatı vermek zorunda kalacaktır. Biz tam bu noktada devreye girip çalışmalarımızı yapmalıyız.” diye konuştu.
Halk Meclisinin yapması gerekenler hakkında bilgiler aktardı. Bölükbaşı, Demokrasinin gereği olarak “Adana Ağaçlarına Sahip Çıkıyor” kampanyasının bir halk meclisi olması gerektiğine inandıklarını anlatan ÇETKO Başkanı Sadun Bölükbaşı ise, “Bu halk meclisi içerisinde seçim yaparak kurumlardan oluşan bir yürütme kurulu oluşturmak istiyoruz” ifadelerini kullandı.
Seyhan Belediyesi İmar Müdürü Neriman Çetiner ise katıldığı halk meclisinde yaptığı konuşmada Seyhan Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın selamı ile geldiğini dile getirdi. Başkan Karalar’ın toplantıya katılarak kendisinden gerekli konularda yardımcı olmasını istediğini aktaran Çetiner, “Keşke size yardımcı olabilsem ama imar mevzuatına aykırı hiçbir durum yok. İmar istemişler vermişiz, ruhsat isteseler de vermek zorundayız. Hatta ve hatta hiçbir proje eki bile olmadan 26. Maddeye istinaden ruhsat vermek zorundayız. İmar mevzuatına engel hiçbir şey yok. Ama bize de düşen ne varsa her konuda size yardımcı olmaya hazırız” dedi.
Konuşmaların ardından ‘Adana Ağaçlarına Sahip Çıkıyor Halk Meclisi’ çalışmalarını sürdürdü.
Yıkım tehdidi altındaki İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi’nin bulunduğu alana sabah saatlerinde 70-80 kişilik silahlı bir grup saldırı gerçekleştirdi. Saldırıda biri kadın 4 güvenlik görevlisi yaralandı. Mahkeme kararı olmasına rağmen hukuksuz bir şekilde alana giren grup, saldırının ardından İrfan Şahinbaş Sahnesi’ne ait olan araziye “kendilerine ait olduğunu iddia ederek” tel örgü çekti
Ankara Macunköy’de bulunan Devlet Tiyatroları arazisi içindeki İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi ve atölyelerinin de bulunduğu alana sabah saatlerinde giren 70-80 kişilik silahlı bir grup saldırı gerçekleştirdi. SS İvme Yapı Kooperatifi’nin görevlileri olduğu söylenen 70-80 kişilik grup, Şahinbaş Sahnesi’nin bulunduğu alana girdi. Mahkeme kararı olmasına rağmen alana izinsiz giren silahlı grup, duruma müdahale etmek isteye güvenlik görevlilerine saldırdı. Saldırıya uğrayan güvenlik görevlileri kendilerini korumak amacıyla güvenlik kulübesine çekildi ancak silahlı grup güvenlik görevlilerini kovalayarak kulübenin içine girdi ve saldırıya devam etti.
Saldırıda biri kadın 4 güvenlik görevlisi yaralandı.Silahlı grubun saldırdığı kadın güvenlik görevlisinin saldırının etkisiyle kalp krizi geçirdiği ve durumunun ağır olduğu bildirildi. Yaralılar Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne kaldırıldı.
Konuyla ilgili Sendika.Org’a konuşan Kültür Sanat-Sen Genel Sekreteri Alper Tazebaş, İvme yapı Kooperatifi görevlilerinin saldırıdan sonra, hem mahkeme hem de valilik ve belediye kararı ile “dokunulmayacak bölge” ilan edilen yeri “kendilerine ait olduğunu iddia ederek” tel örgü çektiğini, tel örgünün kaldırılması için savcılık kararının beklendiğini söyledi. Tazebaş ayrıca alanda polis olmasına rağmen, tiyatrocuların yaptığı oturma alanında oturarak sözlü sataşmalara devam ettiğini, polisin de silahlı gruba herhangi bir müdahalede bulunmadığı ifade etti.
İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi’nin bulunduğu arazi daha önce de hukuksuz bir şekilde yıkılma çalışılmış; tiyatrocuların ve halkın sahnenin bulunduğu alanda nöbet tutmasıyla yıkım bir süreliğine engellenmişti.
Sendika.Org/ Ankara
AKP Teog’da Başarılı Olan Öğrencileri İmam Hatip Liselerine Göndermek İçin Tüm Gücünü Seferber Etti!
Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu`nun `AKP TEOG’da Başarılı Olan Öğrencileri İmam Hatip Liselerine Göndermek İçin Tüm Gücünü Seferber Etti!` başlıklı basın açıklaması
AKP`nin dindar nesil yetiştirme projesine atfettiği önem, Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine gönderilen bir yazıyla bir kez daha gözler önüne serildi.
04 Temmuz 2014 tarihli yazıda İl Milli Eğitim Müdürlüğü İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerinden, TEOG sınavlarında başarılı olan öğrencilerin İmam Hatip Liselerini tercih etmelerinin sağlanması için azami çaba gösterilmesini ve bu konuda yapılan çalışmaların raporlandırılarak Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü`ne gönderilmesi istenmektedir. Bu kapsamda yürütülecek çalışmalarda okul idarecileri, öğretmenler, okul aile birliği, veli, sivil toplum örgütleri, bazı kukum ve kuruluşlarla işbirliğine gidilmesi gerektiği de vurgulanmıştır. Yürütülecek bu çalışmaların gerekçesi ise "İmam Hatip Liselerinin niteliğini ve akademik başarısını artırmak" olarak ifade edilmektedir.
Görünen o ki AKP, tüm farklılığı ile birlikte Türkiye toplumunun bütününden aldığı vergileri ve toplumun bütününe hizmet etmek için örgütlenen kamu gücünü, kendi tekçi ve ayrımcı politikaları için seferber etmeye devam etmektedir. Tekçi, otoriter ve ayrımcı politikalarla girişilen toplum mühendisliğinin cisimleşmiş hali olan "dindar nesiller" projesi için "azami çaba" gösterilmesi bu durumun en açık ifadesidir. Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından gönderilen söz konusu yazının sadece Ankara ile sınırlı kalmayacağı ise aşikardır. Türkiye`nin dört bir yanında TEOG`da başarılı olan öğrencilerin İmam Hatip Liselerini tercih etmelerinin sağlanmak istenmesi devlet-parti bütünleşmesinin aldığı boyutu gözler önüne sermektedir.
Ayrıca, dayatmacı, piyasacı ve plansız politikalar aracılığıyla eğitim hizmetinin giderek niteliksizleştirildiği bir dönemde, İmam Hatip Liselerinin niteliğinin ve akademik başarısının böylesine özel ilgi görüyor olması da manidardır. Üstelik bu ilgi, uzun bir dönüşüm sürecinin merkezine yerleşmiş bir ilgidir. AKP, Genel liseleri Anadolu liselerine dönüştürdüğü tabela değişikliği ve sınav sisteminde attığı kimi adımlarla, çocuklarımızı meslek liselerine, imam hatip liselerine ve açık liseye bilinçli bir şekilde teşvik etmenin hesaplarını gütmüştür. Bu dönüşüm esnasında ise eğitimin niteliğini artırmaktan ziyade biçimsel değişikliklere odaklanmış ve dindarlaştırılmış ve işçileştirilmiş nesiller yetiştirme arzusu belirleyici olmuştur.
Eğitim Sen olarak belirtmek isteriz ki, bu çabaların ardında, AKP`nin hedeflediği toplum idealine ulaşma arzusu ve bu hedeften sapmalara dair taşıdığı korkular bulunmaktadır. Kaldı ki bu korku haklı bir korkudur. Çünkü eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde yükselen toplumsal bir iradenin varlığı sürdükçe, bu korku büyümeye devam edecektir.
Aralarında KESK ve çeşitli sivil toplum kuruluşu üyelerinin bulunduğu bir grup, Filistin ve Rojava'daki saldırıları protesto etmek için 5 Ocak Meydanı'nda toplandı. Ellerinde pankart ve dövizler taşıyan grup, çeşitli sloganlar atarak İsmet İnönü Parkı'na yürüdü. Burada grup adına basın açıklamasını okuyan KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Sabahat Mutluay, İsrail'in Filistin işgali süresince yaşanan insanlık kıyımlarına dikkat çekerek, “Bu insanlık trajedisi karşısında İsrail'e destek veren uluslararası güçlerin hala seyirci kalması, 'Kara harekatı istemiyoruz' diyerek adeta hava harekatının devamını onaylamaları, katliamın suç ortakları olduğunu göstermektedir. Birleşmiş Milletler, katliamlar karşısında suskun kalmakta, katliamcılara karşı herhangi bir yaptırım uygulama cesareti bile gösterememektedir.
Emperyalist güçlerin 2010 sonbaharında BOP kapsamında başlattıkları 'Yeni istikrar alanları, Arap Baharı' adı altında yeniden sömürgeleştirme hamleleri, Suriye, Irak ve en son Filistin'de yeni bir düzleme girmiştir. Bu bağlamda bir taşeron örgüt olarak kullandıkları örgütlerden IŞİD, Irak'taki fiili bölünmüşlüğün daha da kurumsallaşması, de facto olarak çizilen sınırların daha da genişletilmesi için aktif rol oynamaktadır. Son olarak ise Rojava'da işbirlikçi yerel çetelerin de yardımıyla katliamlarına hız vermiştir. Bu saldırılarla eşit, özgür ve kardeşçe bir geleceği inşa etme çabasının ürünü Rojava devriminin, IŞİD çeteleri eliyle boğulması hedeflenmektedir” diye konuştu.
İsrail'in Filistin halkına, IŞİD çetelerinin Rojava halkına yönelik saldırıları KESK adına kınadıklarını belirten Sabahat Mutluay, şöyle devam etti: “Yıllardır İsrail zulmüne karşı onurlu direnişini sürdüren, yaşadığı tüm acılara rağmen özgür ve bağımsız bir Filistin için direnen Filistinli kardeşlerimizin ve bir yandan IŞİD çetelerine karşı kahramanca direnip bir yandan özgür bir yaşamın temellerini atmaya çalışan Rojava halkının onurlu mücadelesini selamlıyoruz. Gazze ve Rojava'da yaşanan katliamların derhal durdurulmasını ve bölge halklarının barış içinde bir arada yaşamasını istiyoruz.”
Basın açıklamasının ardından grup olaysız bir şekilde dağılırken, park içerisine Rojava ve Filistin'deki katliam fotoğraflarının yer aldığı stant açıldı ve bildiri dağıtıldı.
KEMAL YİĞİT İNANÇ - NURİ PİR
T.C.
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI
İnsan Kaynaklan Genel Müdürlüğü
Sayı : 68898891/903.02/3009955 - 16/07/2014
Konu: Temmuz 2014 il içi yer değiştirmeler
...................................................................................................... VALİLİĞİNE
(İl Milli Eğitim Müdürlüğü)
İlgi: Bakanlık Makamının 16/07/2014 tarihli ve 68898891/903/82842 sayılı Onayı.
Bakanlığımıza bağlı eğitim kurumlannda görevli öğretmenlerin Temmuz 2014 il içi isteğe bağlı yer değiştirme işlemleri, ilgi Onay ve 06/05/2010 tarihli ve 27573 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği hükümleri de dikkate alınarak ekte gönderilen duyuru çerçevesinde valiliklerce yapılacaktır.
Başvuruların 21-25 Temmuz 2014 tarihleri arasında alınacağı da dikkate alınarak öğretmenlerin il içi yer değiştirmelerinin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi bakımından hizmet süresi, hizmet puanı, zorunlu çalışma yükümlülükleri, sözleşmeli ve asker öğretmenlikte geçirdikleri süreleri ile başvuru ve atamalarına etki edecek diğer hususların MEBBİS kayıtlarında güncellenmesi önem arz etmektedir.
Bu çerçevede başvuruların herhangi bir aksaklığa meydan verilmemesi için gerekli tedbirlerin alınması hususunda bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.
HamzaAYDOĞDU Bakan a.
Genel Müdür
ÖĞRETMENLERİN TEMMUZ 2014 İL İÇİ İSTEĞE BAĞLI YER DEĞİŞTİRME DUYURUSU
Bakanlığımıza bağlı eğitim kurumlarında görevli öğretmenlerin Temmuz 2014 il içi isteğe bağlı yer değiştirme işlemleri, 06/05/2010 tarihli ve 27573 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği doğrultusunda aşağıda belirtilen açıklamalar çerçevesinde yapılacaktır.
1- Zorunlu çalışma yükümlülüğünü tamamlayan, zorunlu çalışma yükümlülüğü olmayan veya bundan muaf tutulan öğretmenler ile sağlık ve eş durumu mazereti sebebiyle zorunlu çalışma yükümlülüğü ertelenecek öğretmenlerden 30 Eylül 2014 tarihi itibarıyla bulundukları eğitim kurumunda en az 3 (üç) yıllık çalışma süresini tamamlayacaklar, il içinde yer değiştirme isteğinde bulunabilecektir.
2- Dördüncü, beşinci ve altıncı hizmet alanlarında görev yapan zorunlu çalışma yükümlüsü öğretmenlerden bulunduğu eğitim kurumunda 3 (üç) yıllık çalışma süresini tamamlayanlar, istemeleri halinde il içinde zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen eğitim kurumlarına yer değiştirme isteğinde bulunabilecektir.
3- Üç yıllık sürenin hesabında öğretmenin;
a. Kadrosunun bulunduğu eğitim kurumunda sözleşmeli öğretmen veya asker öğretmen olarak geçirdiği süreler dahil, fiilen öğretmen olarak geçirdiği süreler ile diğer eğitim kurumlarında ders okutmak üzere ya da eğitim kurumu yöneticisi olarak görevlendirildiği süreler,
b. 2012, 2013 ve 2014 yıllarında il içinde veya iller arasında yer değişikliği yapıldıktan sonra çeşitli nedenlerle Bakanlığımızca eski görev yerine iade edilenlerin eski ve yeni görev yerlerindeki hizmet süreleri
birlikte değerlendirilecektir.
4- İl içi yer değişikliğine başvuracak öğretmenlerin hizmet puanlarının hesabında, yer değiştirme başvurularının son günü esas alınacaktır.
5- Norm kadro fazlası öğretmenler ile 2012-2013 ve 2013-2014 eğitim ve öğretim yılından itibaren görevli olduğu okulun dönüştürülmesi, kapatılması ya da norm kadro uygulaması nedeniyle görev yerleri değiştirilen öğretmenlerin yer değiştirmelerinde, bulundukları eğitim kurumunda en az 3 (üç) yıllık çalışma şartı aranmayacaktır.
6- Eğitim kurumlarında yönetici olarak görev yapmakta olanlardan yöneticiliğe devam etmek istemeyenler yer değiştirme isteğinde bulunabilecek ve bunlarda bulundukları eğitim kurumunda en az 3 (üç) yıllık çalışma şartı aranmayacaktır.
7- Bakanlık veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarında görevlendirilen öğretmenler, görevlendirmeleri sona erdirilmedikçe yer değiştirme isteğinde bulunamaz. Ancak, kadrolarının bulunduğu eğitim kurumuna dönen öğretmenlerden kadrolarının olduğu eğitim kurumunda en az 3 (üç) yıllık çalışma süresini tamamlayanlar, il içi yer değişikliği isteğinde bulunabilecektir.
8- Başvurular, elektronik ortamda alınacaktır. Başvurular, sırasıyla eğitim kurumu müdürlüğü, ilçe ve il milli eğitim müdürlüklerince onaylandıktan sonra geçerlilik kazanacak ve bu birimlerin herhangi biri tarafından onaylanmayan başvurular geçersiz sayılacaktır.
9- Yer değiştirme iş ve işlemleri ile başvuruların onaylanmasından veya reddedilmesinden sırasıyla okul, ilçe ve il milli eğitim müdürlüklerinin yöneticileri yetkili ve sorumlu olacaktır.
10- İl içinde yer değiştirme başvurusunda bulunan öğretmenlerden görev yaptığı il/ilçe dışında bulunanlar, her türlü iletişim aracıyla kadrosunun bulunduğu okul müdürlüğünü bilgilendirmek suretiyle başvurularının onaylanmasını isteyecek; okul yöneticileri de süresi içinde başvuruları onaylayacaktır. Başvurusu onaylanan öğretmenlere, Elektronik Başvuru Formlarının çıktısı göreve başladıklarında okul müdürlüklerince imzalattırılacaktır.
11- İl içinde isteğe bağlı yer değiştiren öğretmenler, aynı dönemde iller arasında isteğe bağlı yer değiştirme başvurusunda bulunamayacaktır. Ancak bunlardan il içinde yer değişikliği yapıldıktan sonra özürleri oluşanlar, özür durumundan yer değiştirme isteğinde bulunabilecektir.
12- Yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenler; Elektronik Başvuru Formu'na yansıtılacak kimlik, öğrenim, Bakanlık atama alanı, hizmet süresi, hizmet puanı ve benzeri bilgilerini başvuru yapmadan önce MEBBİS e-Personel Modülünden (Özlük) kontrol ederek yanlış ya da eksik bilgilerinin düzeltilmesini belgeye dayalı olarak eğitim kurumu, ilçe ve il milli eğitim müdürlüklerinden talep edecektir.
13- Yurt dışında görevlendirilenler ile aylıksız izinli olan öğretmenlerden yurt dışı görev süresi veya aylıksız izinlerinin 15 Eylül tarihine kadar sona ereceğini belgelendirenler, diğer şartları da taşımaları kaydıyla, yer değiştirme başvurusunda bulunabilecektir. Yer değişikliği gerçekleştirilen öğretmenlerden en geç 15 Eylül tarihi itibarıyla görevine başlamayanların atamaları il milli eğitim müdürlüklerince iptal edilecektir.
14- İl içinde soruşturma sonucu görev yeri değiştirilen öğretmenlerin hizmet süresinin hesabında, daha önce görevli oldukları eğitim kurumlarında geçen hizmetleri de dikkate alınacaktır. Ancak bu durumdaki öğretmenler, 3 yıl geçmeden daha önce görev yaptıkları eğitim kurumuna veya ilçeye atanmak üzere yer değiştirme isteğinde bulunamayacaktır.
15- Başvuru süresi içinde öğretmenler, görevli oldukları eğitim kurumu ya da kadrolarının bulunduğu il/ilçe milli eğitim müdürlüğüne dilekçe vermek suretiyle yer değiştirme başvurusunu elektronik ortamda iptal ettirebilecektir. Bu şekilde başvurusunu iptal ettirenlere, aynı başvuru döneminde yeniden başvuru hakkı verilmeyecektir.
16- Öğretmenler, il içi yer değişikliği başvurularında en çok 25 (yirmi beş) eğitim kurumu tercih edebilecektir.
17- Bilişim Teknolojileri alan öğretmenlerinden "Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği", "Matematik-Bilgisayar Bölümü", "İstatistik ve Bilgisayar Bilimleri", "Bilgisayar Teknolojisi Bölümü/Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri Bölümü" ve "Bilgi Teknolojileri" mezunları, mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarını tercih edemeyecektir.
18- Fen liseleri ve sosyal bilimler liselerinin bütün alan öğretmenleri ile spor liseleri ve güzel sanatlar liselerinin görsel sanatlar, müzik ve beden eğitimi alan öğretmenleri tüm eğitim kurumlarını, ilgili mevzuatına göre Anadolu lisesine atanan öğretmenlerden halen bu kurumlarda görev yapmakta olanlar ise fen liseleri, sosyal bilimler liseleri, spor liseleri ve güzel sanatlar liselerini tercih edebilecektir.
Ancak spor liseleri ve güzel sanatlar liseleri dışındaki eğitim kurumlarında görevli görsel sanatlar, müzik ve beden eğitimi alan öğretmenlerinden daha önce spor liseleri ile güzel sanatlar liselerinde görev yapmış olanlar, alanlarına göre spor liselerini ve güzel sanatlar liselerini tercih edebilecektir.
19- Öğretmenlerden bilim ve sanat merkezlerinde görev yapmakta olanlar ile daha önce görev yapmış olanlar, bilim ve sanat merkezleri ile diğer eğitim kurumlarını (Fen liseleri ve sosyal bilimler liselerinin tüm alanları ile spor liselerinin beden eğitimi, güzel sanatlar liselerinin ise görsel sanatlar ve müzik alanları hariç) tercih edebilecektir.
20- Doğrudan Bakanlık merkez teşkilatına bağlı eğitim kurumlarında görev yapan öğretmenler, istemeleri halinde il içi yer değiştirme isteğinde bulunabilecektir.
21- 2014 yılı içerisinde il içi ve iller arası isteğe bağlı yer değiştiren öğretmenlerden istekleri üzerine atamaları iptal edilenler de yer değiştirme isteğinde bulunabilecektir.
22- İl içi yer değiştirmeler, hizmet puanı fazla olandan başlamak üzere öğretmenlerin tercihleri de dikkate alınarak valiliklerce yapılacaktır. Hizmet puanlarının eşitliği halinde öncelik öğretmenlikteki hizmet süresi fazla olana verilecek, eşitliğin devamı halinde bilgisayar kurasına başvurulacaktır.
23- Özür durumuna bağlı yer değiştirme işlemleri Ağustos ayı içerisinde yapılacağından il içi isteğe bağlı yer değiştirme kapsamında görev yeri değiştirilen öğretmenlerin yer değiştirme işlemleri iptal edilemeyecektir. Öğretmenlerin, başvuru yaparken bu hususu göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.
Ancak bunlardan yer değiştirmeleri gerçekleştirildikten sonra yürürlükteki yönetmelikte belirtilen özür durumlarından biri oluşanların atamaları, görev yerlerinden ayrılmamış olmaları kaydıyla iptal edilebilecektir. Ataması iptal edilenlerden önceki görev yerlerinde alanlarında norm kadro bulunmayanlar, il içindeki diğer eğitim kurumlarında alanlarında bulunan boş norm kadrolara valiliklerce atanacaktır.
24- İl içi yer değiştirme başvuruları 21-25 Temmuz 2014 tarihleri arasında alınacak; atamalar valiliklerce 04 Ağustos 2014 tarihine kadar sonuçlandırılacak ve ataması yapılanların ilişik kesme işlemleri 06 Ağustos 2014 tarihinden itibaren başlatılacaktır.
25- Yer değiştirme başvurularına ilişkin tereddütler öncelikle il milli eğitim müdürlüklerince giderilecek; bu şekilde giderilemeyen tereddütler ise Bakanlığa bildirilecektir. Yukarıda belirtilen açıklamalarda yer almayan hususlarda Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği hükümleri esas alınacaktır.
İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü
Öğretmenlerin Temmuz 2014 İl İçi İsteğe Bağlı Yer Değiştirme Duyurusu İçin Tıklayınız
Öğretmenlerin Temmuz 2014 İl İçi İsteğe Bağlı Yer Değiştirme Duyurusu İle İlgili Valiliklere Gönderilen Yazı İçin Tıklayınız
"İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun Tasarısı" adı ile anılan Torba Yasa, 15 Temmuz Salı gününden itibaren TBMM genel kurulunda görüşülmeye başlanmıştır.
AKP Hükümeti`nin Soma`da yaşanan işçi cinayetini istismar ederek "taşeron işçilerin sorunlarını çözme iddiası" ile gündeme getirdiği ve 30 Mayıs`ta 60 madde olarak Meclis`e sunduğu torba yasa tasarısı, komisyon aşamalarında yapılan eklemelerle 154 maddeye çıkarılmış, daha önce defalarca emekçilerin haklarını gasp eden torba yasalarda olduğu gibi; söz konusu torba yasa tarsısında da birbiri ile hiç ilgisi olmayan konular birleştirilerek, kamuoyuna "müjde" olarak sunulmuştur.
Hükümet, meclis genel kurulunda görüşülen torba yasa tasarısıyla madencilerin çalışma koşullarını düzenleme görüntüsü altında, işçi cinayetlerini arttıracak taşeron sistemini daha da yaygınlaştırmaktadır. Torba yasada ayrıca sermaye çevrelerinin beklentileri doğrultusunda vergi, sigorta prim afları, sermaye artırımı yoluyla vergi kaçırma ve kara para aklamanın önünün açılması, siyasi iktidara seçim öncesi partizanca kullanacağı çok sayıda üst düzey memur kadrosu ihdas edilmesi vb gibi düzenlemelerin bulunması, yasa tasarısının hangi amaçlar doğrultusunda hazırlandığını açıkça göstermektedir.
Torba yasa tasarısının 95. Maddesi ile öğretmenleri ve aday öğretmenleri yakından ilgilendiren iki önemli düzenleme yapılmıştır. Daha önce 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda yapılan değişiklikle aday öğretmenlerin asaleten atanmak için "yazılı ve sözlü sınava" tabi tutulacağı belirtilirken, torba yasa ile bir değişiklik daha yapılarak "yazılı veya sözlü sınav" ifadesi getirilmiştir. Bunun anlamı, aday öğretmenlerin sözlü sınav ile atanmasının önünün açılması, bu şekilde tıpkı eğitim yöneticilerinde olduğu gibi, öğretmen atamalarında da "siyaseten atama" döneminin başlatılmak istenmesidir.
Aday öğretmenler bir yıl fiilen çalıştıktan sonra "performans" değerlendirmesinde başarılı olmak ve "disiplin cezası almamak" koşuluyla asaleten atanmak için "yazılı veya sözlü" sınava girmek zorunda kalacaktır. İlk sınavda başarılı olamayanlar başka bir il ya da ilçeye sürgün edilecekler ve ikinci sınavda da başarılı olamazlarsa memuriyetle ilişikleri kesilecektir. İlk bakışta, bu düzenlemenin sadece aday öğretmenlere özgü olduğu düşünülse de, asıl hedef eğitim emekçilerinin iş güvencesinin altını oymaktır.
MEB, "Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi" ile öğretmen yetiştirme sistemi ve öğretmen istihdamı günümüzün piyasa değerleri olan "rekabet", "verimlilik", "kariyer", "performans", "stratejik hedefler" vb gibi kavramlar üzerinden şekillendirmek istemekte, bunun ilk adımını aday öğretmenlerin asli kadrolara atanması ile hayata geçirmek istemektedir. Bu uygulamanın bir sonraki adımı önce eğitim yöneticilerinin, ardından tüm eğitim emekçilerinin iş güvencelerinin kaldırılması ve eğitimde güvencesiz istihdamın hızla yaygınlaşması olacaktır.
Torba yasa tasarısının 95. Maddesinde yer alan bir diğer düzenleme ise, bir süredir kamuoyunda tartışılan ve daha önce Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi`nde de yer alan öğretmenlere il içi ve il dışı rotasyon (zorunlu yer değiştirme) düzenlemesidir.
Torba yasa tasarısında konu her ne kadar "isteğe bağlı yer değiştirmeler" ile ilgili olduğu belirtiliyor olsa da, aynı maddede yer alan "hizmet süreleri" ifadesi ile öğretmenlerin aynı işyerinde belli bir hizmet süresini doldurması sonrasında rotasyona tabi tutulacağı anlaşılmaktadır. Bakan Avcı, öğretmenlere rotasyon için öncelikle mevcut öğretmen atama ve yer değiştirme yönetmeliğinin MEB`in yeni teşkilat yasasına uygun olarak güncelleneceğini, daha sonra öğretmenlere zorunlu rotasyon konusunun gündeme geleceğini ve nihai kararı verilerek yeni yönetmelikle, eğitim yöneticilerinin ardından öğretmenlere de zorunlu rotasyonun resmen uygulanacağını açıklamıştır. Bu açıklamalar göstermektedir ki, bakanlık öğretmenlere yönelik olarak büyük ve kapsamlı bir operasyona hazırlanmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı`nın öğretmenlere il içi ve il dışı rotasyon uygulaması halinde tarihte Kavimler Göçünden sonra en büyük yer değiştirme hareketinin yaşanması ve eğitim sisteminin yeni bir kaos ile karşı karşıya kalması kaçınılmazdır. Milli Eğitim Bakanlığı`nın görevi son olarak eğitimde 4+4+4 dayatmasında olduğu gibi attığı her adımda, eğitim emekçilerini mağdur etmek değil, onların yaşadığı sorunlara çözüm üretmek, taleplerini dikkate almaktır.
MEB`in zorlamasıyla on binlerce eğitim emekçisinin kendi isteği dışında rotasyona tabi tutulmak istenmesi, her konuda olduğu gibi bu konuda da siyasal referansların, yandaş sendikanın isteklerinin belirleyici olması ihtimalini arttıracak ve bu durum okullarda yeni huzursuzluklara neden olacaktır.
Milli Eğitim Bakanlığı, on binlerce öğretmen açısından yeni bir dayatma anlamına gelen, ekonomik ve sosyal olarak ciddi sorunlara yol açacak ve pek çok yönden yeni mağduriyetler yaratması kaçınılmaz olan "öğretmenlere zorunlu rotasyon" uygulamasını aklından bile geçirmemelidir.
Hangi amaçla yapılırsa yapılsın resmen "sürgün" anlamına gelen ve pek çok yönden istismar edilmesi kaçınılmaz olan "öğretmenlere zorunlu rotasyon" uygulaması asla gündeme getirilmemelidir. Öğretmenleri zorunlu rotasyona tabi tutmak yerine, gönüllülük ve tercih esasına dayalı çözümler geliştirilmeli, hiç kimse kendi isteği dışında çalıştığı okuldan, çalışma arkadaşlarından ve öğrencilerinden zorla koparılmamalıdır.
Eğitim Sen olarak torba yasanın sermaye lehine, emekçiler aleyhine olan bütün maddelerinin geri çekilmesini talep ediyor, öğretmenlere zorunlu rotasyon anlamına gelecek her adımın karşısında duracağımızın bilinmesini istiyoruz.
Dahası...
AKP Hükümeti ile Memur-Sen arasında imzalanan sözleşme nedeniyle bu yıl ilk kez enflasyon farkı alamayan KESK’e bağlı BES üyesi büro emekçileri yurt genelinde yarım gün iş bırakarak alanlara çıktı.
Hak kayıplarının giderilmesini isteyen emekçiler, gündemde yer alan ve yeni kayıplar getirecek yasaları da protesto etti.
Ankara’da Güvenpark’ta toplanan büro emekçileri “İş, ekmek yoksa barış da yok”, “Toplusözleşme hakkımız grev silahımız” sloganlarını attı. Torba yasaya tepki gösteren emekçiler, dövizlerini torba içinde taşıdı. Ortadoğu’da devam eden savaşlara da tepki gösterilen eylemde, “Filistin ve Rojava halkları yalnız değildir” yazılı pankart taşındı. Yapılan oturma eyleminin ardından konuşan BES Genel Başkanı Fikret Aslan, Memur-Sen ile hükümet arasında imzalanan toplusözleşmede seyyanen yapılan 123 liralık artış nedeniyle ilk defa temmuz ayında zam alamadıklarını dile getirdi. 2015 yılı için verilecek olan 3+3 zammın ise bu yılın enflasyon farkını bile karşılamayacağına dikkat çeken Aslan, iki yıl için imzalanan toplusözleşmede emekçilerin maaş dışındaki sorunlarına da çözüm getirilmediğini söyledi.
ENFLASYON FARKI ÖDENSİN
AKP hükümetinin özellikle vergi ve SSK primlerine çıkarılacak afla sermaye kesimleri ve yandaşlarına birçok menfaat ve imtiyaz getirdiğini belirten Aslan, bunun büro emekçilerini 3 yıl sürecek olan yoğun iş yükünü getireceğini ifade etti.
2012 yılında çıkarılan 666 sayılı KHK ile birçok gelir kayıpları olduğunu dile getiren Aslan, Bu kayıplara ilişkin Anayasa Mahkemesi kararlarının da uygulanmadığını söyledi.
Kamuda en düşük ücretin yoksulluk sınırı olan 3 bin 772’ye çıkarılmasını isteyen Aslan, 2014 yılı için enflasyon farkının da verilmesi gerektiğini vurguladı. Taşeron çalışmanın yasaklanarak güvencesiz çalışanların kadroya geçirilmesini talep eden Aslan, İş ve Meslek Danışmanlarının da kadro geçişlerindeki ücret kayıplarının tamamının karşılanmasını istedi.
EMEKÇİLER AKP’YE YÜRÜDÜ
İstanbul Vergi Dairesi önünde bir araya gelen büro emekçileri, AKP Fatih ilçe binasına yürüdü. İşyeri temsilcisi Sinan Karataştan, Memur-Sen’in hükümetin teklif ettiği artışın da altında bir rakama imza atarak sendikal mücadeleye kara bir leke sürdüğünü belirtti. Emekçiler daha sonra Bakırköy Adliyesi önünde de bir açıklama yaptılar. Kadıköy Vergi Dairesinde iş bırakan büro emekçileri ise İskele Meydanına yürüdü. Burada açıklam yapan BES 3 No'lu Şube Başkanı Salih Aksoy, mücadelelerinin devam edeceğini ifade etti.
İzmir’de yarım gün iş bırakan büro emekçileri Konak eski Sümerbank önünde “Torba Yasaya hayır, enflasyon farkını istiyoruz” dedi. BES İzmir Şube Başkanı Selma Şen, 2014 yılı için enflasyon farkı verilmeye başlanılmalısı ve enflasyon hesaplamalarının hükümetten bağımsız kuruluşlarca yapılmasını istedi. KESK İzmir Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü İdil Uğurlu da “2014 toplu satış sözleşmesini yırtarak, 2015 bütçesinden hakkımız olan insanca yaşayacak ve emekliliğe yansıyacak ücret almak için mücadele edeceğiz” dedi.
Adana’da ise kamu emekçileri İnönü Parkı’nda bir araya geldi. BES Adana Şube Başkanı Sabahat Mutluay, bir taraftan ayrımcı politikalar, istihdam belirsizliği, hak kayıpları, bir taraftan baskı politikaları ile itibarsızlaştırmanın emekçilere dayatıldığını ifade etti. Mutluay, tüm kamu emekçilerini KESK’te örgütlenmeye ve mücadele etmeye çağırdı.
BES Gaziantep Şube üyeleri ise iş bırakarak vergi dairesi önünde toplandı. Büro emekçilerine SES, TTB ve EMEP de destek verdi. Şube Başkanı Mikdat Kurt, AKP Hükümeti döneminde gelir düzeylerinin yoksulluk sınırının altında kalması nedeniyle tahammül sınırlarının zorlandığını belirtti.
ÖDENMEYEN ÜCRET BORDROLARI YAKTIRDI
Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde çalışan emekçiler de Memur Sen’in imzaladığı sözleşme nedeniyle yaşanan kayıplarının ödenmesini istedi. SES Aksaray Şubesinin çağrısıyla hastane bahçesinde yapılan eylemde konuşan Şube Başkanı Aydın Erol, hükümete ve Memur-Sen’e tepki gösterdi. AKP, Memur-Sen mutabakatının milyonlarca kamu emekçisinin haklarını gasbettiğini dile getiren Erol, kayıplar karşılanana kadar mücadele edeceklerini ifade etti. Açıklamanın ardından sağlık emekçileri hükümeti ve Memur-Sen’i protesto etmek için bordro yaktı. (İŞÇİ SENDİKA SERVİSİ)
www.evrensel.net
“Anayasa Tartışmaları, Eğitim Ve Yükseköğretim Sorunları ve Çözüm Önerileri Çalıştayı” Çukurova Üniversitesi’nde 6 Nisan Cuma Günü Gerçekleştirildi.
Yükseköğretimin yeniden yapılandırılmasına karşı mücadelemizi daha fazla güçlü kılabilmek için yürüttüğümüz etkinliklerin ikincisi olan “Anayasa Tartışmaları, Eğitim Ve Yükseköğretim Sorunları ve Çözüm Önerileri Çalıştayı” Çukurova Üniversitesi’nde 6 Nisan Cuma günü gerçekleştirildi.
11.04.2012
Yükseköğretimin yeniden yapılandırılmasına karşı mücadelemizi daha fazla güçlü kılabilmek için yürüttüğümüz etkinliklerin ikincisi olan “Anayasa Tartışmaları, Eğitim Ve Yükseköğretim Sorunları ve Çözüm Önerileri Çalıştayı” Çukurova Üniversitesi’nde 6 Nisan Cuma günü gerçekleştirildi. Çalıştay, sendikamız Yükseköğretim Bürosu, Adana Şubemiz, Çukurova Üniversitesi Temsilciliğimiz ve Çukurova Öğretim Elemanları Derneği işbirliği ile düzenlendi.
Açılış konuşmalarında, Çukurova Üniversitesi Eğitim Sen Temsilcilimiz Yrd. Doç. Dr. Bedri Aydoğan, yürütülen faaliyetler hakkında kısa bir bilgi vermiştir. Ardından Prof. Dr. Adnan Gümüş, çalıştayın konu başlıklarına dair çerçeve niteliğinde bir konuşma yapmış, oluşturulmak istenen yeni üniversite modeline karşı Eğitim Sen’in ileri sürdüğü kollegyal modelin geliştirilmesi gerekliliğini ifade ederek sözü sendikamız Merkez Örgütlenme Sekreteri Mustafa Ecevit’e bırakmıştır. Mustafa Ecevit ise 12 Eylül darbecilerinin yargılandığı bir süreçte, düzenlenecek böylesi çalıştaylar ile 12 Eylül’ün hukuk ve kurumlarıyla gerçek yüzleşmenin sağlanabileceğini ifade etmiştir. 4+4+4 şeklinde ifade edilen yasanın ve Kamu Emekçileri Sendikaları yasasının, 12 Eylül yargılanıyor denilirken gündemimize girmesini, 12 Eylül faşizminin halen kurumsallaştırılmaya çalışıldığının bir ifadesi olduğunu vurgulamıştır. Üniversiteler üzerindeki baskı ve yeni müşterileştirme politikalarına karşı yürüttüğümüz mücadelenin güçlenmesi için her türlü bedelin ödenmeye hazır olunduğunu belirtti. Çalıştayın düzenlenmesinde katkı sunan Çukurova Öğretim Elemanları Derneği adına Prof. Dr. İbrahim Ortaş da bir konuşma gerçekleştirerek, üniversitelerde YÖK aracılığıyla yürütülen siyasal müdahalenin giderek arttığını, eleştirel düşüncenin yok edilmek istendiğini ve öğretim elemanlarının sosyal, ekonomik ve özlük haklarında ciddi sorunlar olduğunu belirtti.
Çalıştayın açılış konuşmalarından sonra YÖB üyeleri ile çalıştaya katılanların da yer aldığı Adana Şubemizin öncülüğünde “Toprağıma, Öğrencime, Üniversiteme Dokunma!” başlıklı bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Adana'da yeni kurulan Bilim ve TeknolojiÜniversitesi'ne kampus alanı olarak gösterilen Çukurova Üniversitesi'nin (ÇÜ) 'Narenciye Gen Bahçesi'nde zemin etüt çalışması yapılmasını engellemek isteyen öğretim üyelerine çevik kuvvet polislerinin müdahalesi ve üniversite kampusunun rant alanı haline getirilmesi kınandı.
Çalıştayın “Üniversitelerde Yaşananlar Ve Akademik Özgürlüklerin Durumu” başlığındaki birinci oturumunda moderatörlük yapan Doç. Dr. Amet Hilal, Lima Bildirgesi’ndeki akademik özgürlük tanımından yola çıkarak, YÖK’ün yasakçı yapısının üniversiteler üzerinde ne tür olumsuz etkiler yaptığını ifade etti. Bu kapsamda 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 4. maddesi ile nasıl öğrenci yetiştirilmek istendiğini belirten Hilal, 54. maddedeki disiplin soruşturmaları ile ilgili düzenlemeyi işaret ederek Rektörlere tanınan geniş yetkilerin altını çizdi. İkinci moderatör Araş. Gör. Aydın Arı ise akademik özgürlüğe nasıl yaklaştığımızın önemli olduğunu belirtip öğrencilerin hakları, meslek etiği, işletmecilik ideolojisi ve diğer personelin hakları akademik özgürlüğü nasıl etkilediğinin irdelenmesi gerektiğinin altını çizdi. Bu çerçevede, geçici ve düzensiz çalışma biçiminin yaygınlaşması, yönetim biçiminin otoriterleşmesi, akademik disiplinlerin özerklik kaybı, akademik çalışmaların standartlaştırılması ile ölçme sistemleri, mesleki ve akademik etik sorunları ve üniversitenin diğer bileşenlerinin sorunlarına karşı ortaklaşmamanın akademik özgürlüğü zedeleyen sürecin zeminini oluşturduğunu ifade etmiştir.
Çalıştayın “Bologna Süreci’nde Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırılması, Performans, Akreditasyon ve Anayasa Tartışmaları” başlıklı ikinci oturumda ise Dr. Meryem Kurtulmuş Kıroğlu, YÖK’ün belirlediği dönüşüm ilkelerinin ve Bologna Süreci’nin, üniversitedeki yürütülen hizmetin ticarileşmesinden başka bir şey olmadığını ifade etti. Doç. Dr. Süleyman Ulutürk ise “Türkiye’de Yükseköğretimin Finansmanı ve Performans Değerlendirme” başlıklı sunumunda yeni kamu işletmeciliği modeline ve bu modelin finansman açısından getirdiği yeni uygulamalara ayrıntılı şekilde değinerek, performans denetimi uygulamalarının bu sistem içerisindeki yerini ifade etti.
“Temel Eğitim, 4+4+4 Kademelendirme Ve Öğretmen Yetiştirme Tartışmaları” başlığındaki son oturumda Araş. Gör. Onur Seçkin 4+4+4 modelinin, kapitalizmin gelişimine paralel yeni bir rejim kurma çabasının ürünü olduğunu vurguladı. 4+4+4’ün yalanlarla dolu bir teklif olduğunu ifade ederek, parasız eğitim ifadesinin çıkarılması, 3308 sayılı yasa maddesindeki meslek lisesi öğrencilerinin ucuz iş gücü haline getirilmesi yönünde yapılan değişiklik ve çocuk haklarını ortadan kaldıran düzenlemelerin yer almasının önemine dikkat çekti. Eğitim Fakültelerinin bu konuya dair sessizliğine değinen Seçkin, yasanın uygulanması sürecine dair şimdiden yeni mücadele araçlarının geliştirilmesi zorunluluğunun altını çizdi. Prof. Dr. Yaşare Arnas Aktaş ise 4+4+4 şeklinde ifade edilen yasa ile zorunlu eğitim yöneliminden çıkıldığını, bunun sonucu olarak okul öncesi eğitim sorununun dışarıda bırakıldığını ifade etti. Okul öncesi eğitim sorununu çözmeden eğitim sistemindeki temel sorunların çözülmesinin mümkün olmadığını belirten Prof. Aktaş, 5 yaşından sonra çocukların ilkokula başlamasının bilişsel açıdan çocukların çok fazla sorun yaşamasına neden olacağını ifade etti. Çocuğun erken yaşta okula başlamasının çocukta özgüven eksikliğine, başarısızlığa ve okuldan uzaklaşmasına neden olacağını belirterek, 5 yaşında çocuğun okula başlamasıyla bu kuşağın harcanmış olacağını vurguladı. Prof. Aktaş, çocuklarımızın elinden çocukluklarını almaya kimsenin hakkının olmadığını da belirtti.
Çalıştaydan Çıkan Sonuçlar, 7 Nisan Cumartesi Günü Yükseköğretim Bürosu Toplantısında Değerlendirildi.
Eğitim Sen Yükseköğretim Bürosu toplantısının 8. dönem üçüncü toplantısında, “Anayasa Tartışmaları, Eğitim Ve Yükseköğretim Sorunları ve Çözüm Önerileri Çalıştayı” değerlendirilerek, çalıştaydan çıkan sonuçlar ve bu çerçevede geliştirilebilecek politikalar tartışılıp, Merkez Yürütme kurulu’na iletilmek üzere önerileştirildi.
4+4+4 Kademeli Kesintili Eğitim Düzenlemesine Karşı 28-29 Mart’ta GREVDEYİZ!
Eğitim sisteminin ihtiyaçlarından çok, iktidar partisinin siyasal-ideolojik hedeflerine uygun olarak gündeme gelen ve zorunlu eğitimi 4+4+4 şeklinde kademelendirerek 12 yıla çıkaran kanun teklifinin yasalaşması sürecinde son aşamaya gelinmiştir.
Yasa teklifi genel kurula gelene kadar yaşanan bütün gelişmeler, Eğitim Sen’in ısrarla vurguladığı, düzenlemenin eğitim süresini uzatmaktan çok, eğitimde yaşanan ticarileştirme ve dinselleştirme uygulamalarının önünü tamamen açmaya yönelik olduğunu göstermiştir. Bu temel gerçek, bugün düne göre çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmış durumdadır.
Zorunlu eğitimin 4+4+4 şeklinde kademeli olarak 12 yıla çıkaracağı iddia edilse de, uygulamada çeşitli sorunları beraberinde getirmesi kaçınılmadır. Türkiye’de öğrencilerin okula devam süresi fiilen 6,5 yıldır. Söz konusu kademeli zorunlu eğitim uygulaması hayata geçirilirse bu sürenin daha da azalması söz konusu olacaktır. Düzenlemenin içeriğine baktığımızda;
¨ Kanun teklifinde yer alan, “ilköğretim devlet okullarında parasızdır” ifadesi komisyon görüşmelerinde metinden çıkarılarak, ilköğretimin tamamen paralı hale getirilmesinin ilk adımları atılmıştır.
¨ Yıllardır okulöncesi eğitimi yaygınlaştırmak için çalışmalar yapılmasına rağmen, yasa teklifinde okulöncesi eğitim zorunlu eğitimin dışında bırakmıştır.
¨ Daha önce 4. sınıftan sonra getirilmek istenen “açık öğretim” sistemi, tepkiler üzerinde 8. sınıf sonrası, son 4 yıl için öngörülmüştür. Teklifin yasalaşması durumunda 8. sınıftan itibaren ciddi anlamda “örgün eğitimin” fiilen ortadan kalkması tehlikesi bulunmaktadır.
¨ İlk 4 yılın “ilkokul”, ikinci 4 yılın “ortaokul” olarak tanımlanması nedeniyle, sınıf öğretmenlerinin en az yüzde yirmisinin “norm fazlası” haline gelmesi ve bakanlık tarafından başka görevlerde görevlendirilmesinin önü açılmıştır.
¨ Düzenleme ile getirilen ilkokulun 4 yıl olacağı algısının toplumun bir bölümünün kafasında yaratacağı algı, ikinci 4 yıllık sürede çocukların mesleki yönlendirme bahanesiyle örgün eğitim ile olan bağının zayıflatılmasına yol açabilecektir. Çocukların 9 yaşından sonra mesleğe yönlendirilecek olması yönlendirme sınavı, özel ders vb uygulamaların daha erken yaşlarda başlamasına neden olacaktır.
¨ Çocuk işçiliğinin ve çocuk gelinlerin ağırlıklı olarak 13, 14, 15 yaşında olduğu düşünüldüğünde mevcut düzenleme ile hem mesleki eğitim adı altında “çocuk işçiliğinin” önü açılmakta, hem de “çocuk gelinler” uygulaması, bizzat iktidar tarafından kademeli zorunlu eğitim uygulaması ile açıkça desteklenmektedir.
¨ Zorunlu din dersinin kaldırılması ve anadilinde eğitim taleplerini karşılaması yönündeki toplumsal talepler göz ardı edilmiş, zorunlu din derslerine ek olarak, seçmeli din dersleri getirilmesinin önü açılmıştır.
¨ Arapça, fıkıh ve Kur’an derslerinin ikinci 4 yılda seçmeli hale getirilmesi sağlanarak, bütün okullarda fiilen imam hatip modeline geçilmesinin önü açılmak istenmektedir.
¨ İlkokul ve ortaokulun, “bağımsız binalarda” gerçekleşeceği iddia edilse de, okulların bu uygulama için yeterli altyapı ve donanıma sahip olmadığı gerçeği göz ardı edilmektedir.
¨ 4+4+4 şeklindeki kademeli eğitim sisteminin piyasa ile ilişkilendirilmesi, meslek okulu açacak firmalara öğrenci başına destek sunulması ile eğitim sisteminin sermayeye ucuz işgücü sağlar duruma getirilmesi amaçlanmaktadır.
¨ Düzenleme sonrasında meslek liseleri özel sektöre devredilecek, meslek lisesi açan patronlara kamu kaynaklarından öğrenci başına para verilerek mesleki eğitimin özel sektör eliyle yürütülmesi sağlanacaktır.
¨ Önceden işletmelerin stajyer öğrenci çalıştırma oranı yüzde 10 ile sınırlı iken, düzenleme ile bu oran tamamen kaldırılmış ve patronlara sınırsız sayıda öğrenciyi “stajyer” adı altında sömürmesinin önü açılmıştır.
¨ Bir taraftan uzun vadede seçme sınavlarının ve dershanelerin kaldırılacağı iddia edilirken, diğer taraftan kademeli eğitim uygulaması ile çocuklarımızın daha erken yaşlarda dershaneye gitmeleri teşvik edilmektedir.
Pedagojik olarak ciddi sakıncalar içeren 4+4+4 kademeli zorunlu eğitim uygulamasını meşrulaştırmak için ileri sürülen 8 yıllık kesintisiz eğitimin “28 Şubat ürünü” olduğu iddiası, hem gerçekleri çarpıtmakta, hem de kamuoyu desteğini kazanmaya yönelik bir iddiadır. İlköğretimin “zorunlu” ve “kesintisiz” süresinin uzatılması ve öncelikle sekiz yıla çıkarılması için ilk somut çalışmalara 1973’te başlanmış ve konuyla ilgili o dönem bakanlık bünyesinde bir çalışma grubu oluşturulmuştur. 1981–1982 öğretim yılında üç ilde pilot uygulamaya geçilerek sekiz yıllık kesintisiz eğitim uygulaması yapılmıştır. Uygulamanın olumlu sonuçlar vermesiyle 1990’dan sonra sekiz yıllık eğitim çalışmaları hızlandırılmıştır. Dolayısıyla 8 yıllık kesintisiz eğitimin 28 Şubat ürünü olduğu iddiaları gerçek dışıdır.
Mevcut sistemde eğitime başlama yaşında alt limit 72 iken, yeni düzenlemeyle eğitim yaşı, 1 yıl öne alınarak 5 yaşa indirilmiştir. Eğitime başlama alt sınırı 60 aya çekilirken, üst sınır 72 ay olmuştur. Eğitime başlama yaşının esnekleştirildiği iddia edilse de, gerçekler tamamen farklıdır. Örneğin uygulamanın başlaması durumunda, aralarında pek çok yönden önemli farklılıklar bulunan hem 5 yaş, hem de 6,5 yaş grubu çocukların aynı sınıfta olmaları söz konusu olacaktır. Pedagojik açıdan ciddi sakıncalar bulunan bu durumda büyük bir kaosun yaşanması kaçınılmazdır. Sosyal ve duygusal olarak bu yaş aralığındaki çocukların ilköğretim kurallarını yerine getirmekte zorlanmaları ve okuldan, dolayısıyla eğitimden soğumaları gibi ciddi bir tehlike söz konusudur. 5 yaşındaki çocukların dikkat süreleri bir ders süresi boyunca dersi takip etme ve oturma gibi gereklilikleri yerine getirmek için uygun değildir. Bu yaş grubu çocuklar duygusal olarak yakınlarının ilgisine ihtiyaç duymakta ve sosyal kural ve normları oyunları içerisinde deneyimleri ile içselleştirmeye çalışmaktadırlar. 5 yaş çocuğu hayal ve gerçeği ayırmakta sıkıntı çekerken, “somut işlemler” yapmayı gerektiren birinci sınıf çalışmalarında sorunlar yaşamaları kaçınılmazdır. Düzenleme ile 5 ve 6 yaşındaki çocukların birinci sınıfta aynı eğitim sürecinden geçmeleri onların eğitim süreci içinde daha sonraki yıllarda ciddi sorunlar yaşamalarını beraberinde getirecektir.
8 yıllık kesintisiz eğitimin mesleki eğitimi zayıflattığı iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. Şöyle ki, 1997–1998 eğitim öğretim yılında mesleki ve teknik ortaöğretimde 950 bin öğrenci öğrenim görürken, 2010–2011 öğretim yılında bu sayı yüzde 111 artarak 2 milyon 73 bine çıkmıştır.
12 yıllık kademeli zorunlu eğitimi meşrulaştırmak için 5. sınıftan itibaren çocukları “mesleğe yöneltme” gibi bir gerekçenin ileri sürülmesi, yapılmak istenen asıl değişikliklerin üzerini örtme amacı taşımaktadır. Türkiye’deki mevcut eğitim sisteminin yapısı ve niteliği göz önüne alındığında 10 yaşına gelmiş bir çocuğu mesleki alanlarda tercih yapmaya zorlamanın hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. İlgi, yeteneklerin ve becerilerin yeni şekillenmeye ve bulgulanmaya başladığı, soyut ve somut algılamaların oturma aşamasında olduğu bu yaş grubu çocukları “mesleğe yöneltme” zorlaması içine itmek, çocuklarımıza yapılacak en büyük kötülük olacaktır. 4 yıllık temel eğitim üzerine inşa edilmesi önerilen bu süreç, çocuk psikolojisi bakımından da sakıncalıdır.
Yasa teklifinin gerekçesinde Almanya’da sadece belli eyaletlerde uygulanan ve yavaş yavaş vazgeçilen sistem, sanki bütün Almanya’da uygulanıyormuş gibi açıklanmıştır. Almanya’da çocukları henüz 4. sınıfta “zekiler ve geri zekâlılar” diye ayrıştırmak her şeyden önce en temel çocuk haklar ihlali olarak görülmektedir. Almanya’nın büyük bir bölümünde mesleğe yönlendirme 4. sınıftan sonra değil, 9. sınıftan sonra yapılmakta, bu konuda kamuoyu yanıltılmaktadır. Benzer bir durum örnek gösterilen ABD için de geçerlidir. Orada da okullar “zenci”, “melez” ve “beyaz” okulları diye örtük bir ayrışıma tabi tutulmuş ve bundan en büyük zararı yine çocuklar görmüştür. Amerika’da, zenci ve melezlerin çocukları, Almanya’da Alman olmayanların çocukları genelde meslek okullarına gitmektedir. Düzenlemenin yasalaşması durumunda yoksul emekçi çocukları meslek liselerine mahkum edilecek ve toplumdaki sınıf farklılıkları daha da derinleşecektir.
Düzenlemede “ilkokul” ile “ortaokul”un, ortaokul ile lisenin ortak mekanlarda olabileceği, bunun için fiziki imkanların göz önünde bulundurulacağı belirtilmektedir. Bu durum, şu anda en önemli eleştiri konusu olan “farklı yaş gruplarındaki çocukların aynı fiziki mekanda eğitim alması” sorununun 4+4+4 modelinde de süreceğini, dolayısıyla bugüne kadar ne tür sorunlarla karşılaşılmışsa aynı sorunların önümüzdeki dönemde de yaşanacağını göstermektedir.
4+4+4 modelini hayata geçirmek için herhangi bir müfredat hazırlığı söz konusu olmadığı gibi, yeterli altyapı çalışmaları yapılmadan ve eğitim sisteminin ihtiyacına uygun bir düzenleme gündeme getirilmemiştir. Okulların fiziki alt yapı ve donanım yetersizliği yaşanan sorunları daha da arttıracak ve eğitim sisteminde kelimenin tam anlamıyla bir kaos yaşanacaktır.
Eğitim sistemini hiçbir ön hazırlık yapmadan kademelendirerek evrensel standartlara ulaştırmak mümkün değildir. Türkiye’deki öğrenci sayısı birçok Avrupa ülkesinin nüfusu kadardır. Bu kadar geniş bir kitleyi ilgilendiren bir konuyu, meclisteki sayısal çoğunluğa güvenerek ele almak bu ülkenin geleceğine yapılmış en büyük kötülük olacaktır.
Eğitim ve bilim emekçileri olarak, toplumun büyük bir bölümünün kaygıyla takip ettiği 4+4+4 tartışmalarında çocuklarımız, öğrencilerimiz ve velilerimizle aynı taraftayız ve benzer kaygıları taşıyoruz. Yıllardır sorunlarla boğuşan eğitim sisteminin ve çocuklarımızın Başbakanın “dindar nesil” sevdasına kurban edilmesine izin vermeyeceğimizi göstermek için 28–29 Mart tarihlerinde tüm eğitim ve bilim emekçilerini geleceğimize sahip çıktığımızı göstermek için GREVE çağırıyoruz.
AKP’YE KUL, SERMAYEYE KÖLE OLMAYACAĞIZ!
IRKÇI-GERİCİ VE PİYASACI EĞİTİME HAYIR!
AKP Hükümeti Zorunlu Eğitimi 12 Yıla Çıkarmamakta, Aksine Fiilen 4 Yıla İndirmektedir!
AKP, iktidarda olduğu 9 yıl içinde eğitim sistemini okul öncesinden yükseköğretime kadar kendi siyasal-ideolojik çizgisine uygun olarak biçimlendirmeye çalışmıştır. Yıllardır sürekli değiştirilen eğitim politikaları nedeniyle eğitim sisteminin yap-boz tahtasına çevrilmesi yetmiyormuş gibi, şimdi de bizzat iktidar partisinin önerisiyle zorunlu eğitimin kendi içinde kademelendirilerek 12 yıla çıkarılacağı iddia edilmektedir.
Hükümetin hedefi, Türkiye’de zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması değil, Başbakanın bir süredir dile getirdiği “Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” ifadesine uygun bir eğitim sistemi oluşturmaktır. Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasının bu amacı gerçekleştirmek için bir “kılıf” olarak kullanılması, iktidar partisinin pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da samimi olmadığını göstermektedir.
Zorunlu eğitimin kendi içinde bölümlere ayrılarak kademelendirilmesinin asıl amacı, 8 yıllık kesintisiz eğitim nedeniyle kapanan İmam hatip okullarının 6. 7. ve 8. sınıfa denk gelen bölümlerinin yeniden canlandırılmasına yönelik olduğunu açıktır. Bu şekilde ilköğretim ikinci kademesinin “açık öğretim” şeklinde düzenlenmesi sağlanarak, mevcut eğitim yapısının fiilen esnetilmesi amaçlanmaktadır.
Türkiye’de öğrencilerin okula devam süresi fiilen 6,5 yıldır. Kademeli zorunlu eğitim uygulaması hayata geçirilirse bu sürenin düzenlemede belirtilen 4 yıla inmesi kaçınılmazdır. 4+4+4 şeklinde formüle edilen zorunlu eğitimin kız çocuklarının okula devamını arttırmamakta, aksine kız çocuklarının ilk dört yıldan sonra öğrenimlerine “açık öğretim” şeklinde devam etmelerinin önü açmaktadır.
Zorunlu eğitimin kademelendirilmesine paralel olarak, aynı yasal değişiklikle çıraklık yaşının 14’ten 11’e düşürülmesi dikkat çekicidir. Çocukların ilk dört yıldan sonra okul ortamlarından uzaklaştırılarak, son yıllarda giderek büyüyen bir sorun olan çocuk işçiliğinin yaygınlaşması hedeflenmekte, çocuk emeği sömürüsünün önü bizzat hükümet tarafından açılmaktadır.
12 yıllık kademeli zorunlu eğitimi meşrulaştırmak için 5. sınıftan itibaren çocukları “mesleğe yöneltme” gibi bir gerekçenin ileri sürülmesi, yapılmak istenen asıl değişikliklerin üzerini örtme amacı taşımaktadır. Türkiye’deki mevcut eğitim sisteminin yapısı ve niteliği göz önüne alındığında 10 yaşına gelmiş bir çocuğu mesleki alanlarda tercih yapmaya zorlamanın hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. İlgi, yeteneklerin ve becerilerin yeni şekillenmeye ve bulgulanmaya başladığı, soyut ve somut algılamaların oturma aşamasında olduğu bu yaş grubu çocukları “mesleğe yöneltme” zorlaması içine itmek, çocuklarımıza yapılacak en büyük kötülük olacaktır. 4 yıllık temel eğitim üzerine inşa edilmesi önerilen bu süreç, çocuk psikolojisi bakımından da sakıncalıdır.
Tüm toplumu yakından ilgilendiren böylesine önemli bir konuya yönelik politikalar belirlenirken, bilimsel veriler ve somut ihtiyaçlar üzerinden belirlemeler yapılması gerekmektedir. Başbakan’ın “dindar nesil yetiştirme” özlemleri ve siyasi iktidarın ideolojik tercihlerinden hareketle eğitim sistemi ve öğrencilerin geleceği ile oynanmak istenmesi kabul edilemez.
Sayısal veriler kademeli eğitim isteyenleri yalanlıyor!
8 yıllık zorunlu eğitimin eleştirilecek pek çok yönü vardır. Özellikle ilk uygulanmaya başlandığı dönemden itibaren belirlenen hedeflerin çok uzağında kalınmıştır. Okullarda fiziksel donanım ve altyapı hazırlıkları tamamlanmadan uygulamaya geçilmesi ile birlikte çok sayıda sorun yaşanmıştır ve bu sorunlar hala çözüm beklemektedir.
Zorunlu eğitimin süresinin artmasının okullaşma oranları üzerinde belirgin bir etkisi olduğu açıktır. Türkiye’de ilköğretimde net okullaşma oranı 1997-1998 eğitim öğretim yılında yüzde 84,74’den yüzde 98,41’e; ortaöğretimde okullaşma oranı ise yüzde 37,87’den yüzde 69,33’e çıkmıştır.
Özellikle kız çocuklarının eğitime erişiminde zorunlu eğitim çok önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. 1997-1998 eğitim-öğretim yılında ilköğretim devam eden kız öğrencilerin oranı yüzde 78,97 iken, 2010-2011 yılında bu oran yüzde 98,22’ye; ortaöğretimde ise yüzde 34,16’dan yüzde 66,14’e çıkmıştır. Kız çocuklarının eğitime katılmasında hala sorunlar vardır. Ancak mevcut rakamlar zorunlu eğitimin kademelendirilmesini savunanların tezlerini tamamen çürütmektedir.
8 yıllık kesintisiz eğitimin mesleki eğitimi zayıflattığı iddiaları gerçek dışıdır. 1997-1998 eğitim öğretim yılında mesleki ve teknik ortaöğretimde 950 bin öğrenci öğrenim görürken, 2010-2011 öğretim yılında bu sayı yüzde 111 artarak 2 milyon 73 bine çıkmıştır.
Bütün bu veriler, AKP’nin eğitim sistemini kendi siyasal özlemleri ve ideolojik amaçları doğrultusunda şekillendirmek istediklerinin ispatı niteliğindedir.
Zorunlu eğitim 15 yıl olmalı, çocuklarımızın geleceği ile oynanmamalıdır!
Eğitim Sen, zorunlu eğitimin süresinin arttırılmasını ve gerekli altyapı hazırlıklarını yapılarak, 3-4 ve 5-6 yaş olmak üzere 2 yıl okul öncesi, 9 yıl ilköğretim ve 4 yıl ortaöğretim olmak üzere 15 yıla çıkarılmasını savunmaktadır. Değişik zamanlarda yapılan pek çok akademik ve bilimsel tartışmalarla doğruluğu onaylanmış bu önerimiz, getirilmek istenen düzenlemeye alternatif olabilecek en doğru ve bilimsel modeldir.
Sendikamız 8 yıllık zorunlu eğitimin tartışıldığı günlerde çeşitli öneriler sunmuş ancak bu önerilerimizin gerçekleşmesi mümkün olmamıştır. Bizim önerimiz, 2 yılı okulöncesi, 9 yılı temel eğitim, 4 yılı ortaöğretim olacak şekelde yapılacak 15 yıllık zorunlu eğitim düzenlemesinde 9. ve 10. sınıfların mesleki yöneltme sınıfları olarak öngörülmesi şeklindedir. Ortaöğretim sistemi, çok amaçlı ve program seçmeli olarak yeniden düzenlenmeli ve çocuklarımızın sadece kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda seçim yapmaları sağlanmalıdır.
Eğitime “kazı kazan” mantığı ile bakarak günü kurtararak kazançlı çıkacağını sananlar, koskoca bir geleceği kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuzu görmek istememektedir. Eğitim Sen, gün geçtikçe paralı hale getirilen eğitim hizmetlerinden herkesin eşit ve parası olarak yaralanmasını talep etmekte, eğitim sisteminin her yaştan öğrencilerimizin daha nitelikli, laik, bilimsel ve demokratik bir eğitim sürecinden geçmesini sağlayacak biçimde yeniden düzenlenmesini savunmaktadır.
Öğrencilerimiz, okul öncesi ve ilköğretim süresince ilgi ve yetenekleri doğrultusunda rehberlik ve yönlendirme eğitimi almalı ve hangi mesleğe yöneleceklerini siyasi iktidarın tasarrufları değil, bizzat kendileri belirlemelidir. Mesleğe yöneltme uygulamaları, AKP’nin hedeflediği gibi “dindar nesil yetiştirme” hedefiyle değil; eğitim sisteminin laik, bilimsel ve demokratik bir temele dayandırılarak gerçekleştirilmelidir.
Şube Yürütme Kurulu Adına
Kamuran KARACA
Şube Başkanı