21 Şubat Dünya Anadili Günü Kutlu Olsun!
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Kurulu, 1999 yılında aldığı bir kararla 21 Şubat gününü, “Uluslararası Anadili Günü” olarak kabul etmiş ve ilk kez 2000 yılında, kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacı ile “Dünya Anadili Günü” kutlanmaya başlamıştır.
UNESCO verilerine göre dünya üzerinde 2 bin 500 dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayken Türkiye’de tehlikede olan anadili sayısı 18’i bulmaktadır. UNESCO tarafından yüz yıl içinde bir dili konuşacak çocuk kalmayacak durumda ise o dil tehlikede, bir dili konuşan hiç çocuk kalmamışsa o dil ölü kabul edilmektedir.
Etnik ve ulus düzeyinde toplulukların bütün ilişki ve etkinliklerinde kullandıkları ve anlaştıkları dil, o topluluğun anadilidir. Daha geniş bir tanımla, bir insanın hiçbir eğitime tabi tutulmaksızın ailesi, çevresi ve toplumu aracılığı ile öğrendiği dil, anadili olarak tanımlanmaktadır.
Bir ülke için önemli olan, ekonomik ve toplumsal başarı sağlamak kadar, dilsel ve kültürel zenginliklerin nesilden nesile aktarılmasının imkanlarını yaratmaktır. Ancak bu başarıldığı zaman toplumsal gelişme ve ilerleme sağlanabilir, toplumsal değişim ve dönüşümün başarılması mümkün olur. Egemen sınıflar, bu anlamda bir toplumsal değişim ve ilerlemeyi engelleyebilmek için dünyanın birçok yerinde eğitim olgusuna el atmış, kültürel zenginlikleri talan etmiş, “resmi dil”in dışında kalan dillerle eğitimi yasaklayarak, farklı dil ve kültürlere yönelik asimilasyon politikalarını hayata geçirmiştir. Bunun altında yatan amaç ise ekonomik sömürü ve ulusal baskının gizlenmesi ve süreklileştirilmesi olmuştur.
Bireylerin anadilleri dışında sonradan öğrenilen ikinci, üçüncü diller o dillerle iletişim kurmayı sağlasa bile asla insanın kendi anadili gibi olamaz. Bundan dolayı bireyin anadilinde eğitim alması en temel insan haklarından biri olduğu gibi bireylerin kendi anadillerinde eğitim almasının engellenmesi de en büyük insan hakkı ihlallerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
Anadilin kullanımının engellenmesi, toplumun bütün bireylerini değişik boyutta etkilese de tartışmasız en fazla çevresi ile iletişimini anadili ile sağlayan çocukları etkilemektedir. Bu yıl dünya çapında 12. kez kutlanan Dünya Anadili Günü’nü, ülkemizde anadili Türkçe’den farklı (Kürtçe, Arapça, Lazca, Çerkezce vb.) olan milyonlarca çocuğun kendi anadillerinden koparılmadığı bir ortamda öğrenmeleri en temel haklarıdır.
Eğitim biliminin temel ilkesini oluşturan “Anadilinde eğitim” taleplerinin ırkçı-şoven duygu ve tepkilerle karşılandığı bir ortamda, Türkçe dışındaki anadillerinin varlığına ve öğrenilmesine karşı çıkmak, bir yönüyle eğitim biliminin en temel ilkesine karşı çıkmak anlamına gelmektedir. Anadilinin önemi ve gerekliliğinin yanı sıra, sosyal, toplumsal, pedagojik ve insani boyutu yeterince tartışılmadığı ve bilince çıkmadığı sürece Dünya Anadili Günü’nün anlamını ve önemini anlamak mümkün olmayacaktır.
Türkiye dünyada çocuklarına bayram armağan eden tek ülke olmakla övünürken milyonlarca çocuğun kendi anadili ile eğitim görmesine “ülke bölünür” paranoyası ile yaklaşacak kadar “çağ dışı” düşünceler ileri sürülebilmekte ve anadilinde eğitim taleplerini “suç” olarak kabul edebilmektedir.
Dünya Anadili Günü’nde milyonlarca çocuk anadilini kullanamadığı, anadilinde eğitim göremediği için mağduriyet yaşamayı sürdürmektedir. Bilimsel, laik ve demokratik eğitimin ayrılmaz bir parçası olan farklı anadiller üzerindeki sınırlamalara son verilmeli, her bireyin küçük yaşlardan itibaren kendi anadilini öğrenmesi ve eğitim almasının önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.
Eğitim Sen olarak 21 Şubat Dünya Anadili Günü’nü kutluyor, faklı anadili ve kültürlerin özgürce yaşaması ve gelişmesinin önündeki bütün yasal ve fiili engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz.
Şube Yürütme Kurulu Adına
Yalçın Alçiçek
Şube Sekreteri
YAZARLAR GENÇ OKURLARI İLE OKULLARDA BULUŞTU
Çukurova 5. Kitap fuarı tamamlandı. Fuar alanında birçok etkinlikle yazarlar okurları ile buluşurken, Eğitim Sen Adana şubesi iki gün boyunca yaptığı etkinliklerle yazarları okullarda genç okurları ile buluşturdu.Yazar Gülsüm Cengiz, Ömer Polat ve Melek Özlem Sezer, Eğitim Sen’in düzenlediği etkinliklerle yüzlerce anaokulu, ilköğretim ve lise öğrencisi ile buluştu. Toplam 14 okulda düzenlenen etkinliklerle yazarlar genç okurları ile okullarında bir araya geldi.
Eğitim Sen Adana Şubesi Eğitim Sekreterliği bünyesinde gerçekleştirilen bu buluşmalarda; 14 okulda 1650 öğrenci, 165 öğretmenle yüz yüze söyleşiler yapıldı.Eğitim Sen Adana Şubesi Eğitim Sekreteri Halil Kara, sendikada düzenledikleri bu etkinlikle üyeleri dışında öğrenci ve veli ile de iletişim kurduklarını belirtti. Okullarda düzenlenen etkinliklerle hem öğrencilerin yazarlarla daha yakın diyalog içine girdiğini, hem de yazarın okuyucu kitlesi ile onun yaşam alanında bir araya gelmesini sağladıklarını dile getiren Kara, sadece fuar alanına sıkışan etkinliklerde bunun mümkün olmadığını ifade etti.
Yazarlarla aylar öncesinden görüşerek bu etkinlikleri planladıklarını söyleyen Kara, bu tür etkinlikleri bundan sonra sadece fuar zamanlarında değil diğer zamanlarda da yapmayı planladıklarını vurguladı. Yaptıkları çalışmada eksiklerini gördüklerini söyleyen Kara, bundan sonra daha fazla yazarı daha fazla öğrenci ve veli ile buluşturmayı düşündüklerini sözlerine ekledi.
(Adana/EVRENSEL)
Program dahilinde gezilen okullar
Yazar | Saat | 12 Ocak Perşembe |
Gülsüm Cengiz | 08:00 - 10:00 | İncirlik İlköğretim Okulu |
10:30 - 12:00 | Mimar Sinan İlköğretim Okulu | |
"İpini Kopartan Uçurtma" | 13:00 - 15:00 | Cebesoy İlköğretim Okulu |
15:10 - 17:10 | Gazi İlköğretim Okulu | |
Melek Özlem Sezer | 09:00 - 10:00 | Gülpembe Anaokulu |
"Çocuklara kıpır kıpır masallar" | 11:00 - 12:00 | Seyhan Anaokulu |
"Dolapta Kim Var?" | 13:00 - 14:00 | Selcen Hatun Anaokulu |
Ömer Polat | 09:30 - 10:30 | Hasan Adalı Lisesi |
"Gençlik Ve Edebiyat" | 11:00 - 12:00 | Ahmet Kurttepeli Lisesi |
"Adı Duman" | 13:00 - 14:00 | 19 Mayıs Lisesi |
14:30 - 15:30 | ÇEAŞ Anadolu Lisesi | |
Yazar | Saat | 13 Ocak Cuma |
Gülsüm Cengiz | 09:00 - 10:30 | Şakirpaşa İlköğretim Okulu |
"İpini Kopartan Uçurtma" | 11:00 - 12:00 | İsmail Hazar İlköğretim Okulu |
13:00 - 14:00 | Oğuzhan İlköğretim Okulu |
“İŞYERİNDE CİNSEL TACİZ VE MOBBİNG “
Sendikamızın 25 Kasım Kadına yönelik şiddet sürüyor etkinlikleri kapsamında düzenlemiş olduğumuz panele
Çok sayıda Eğitim ve Bilim Emekçisi Kadın arkadaşımız iştirak etmiştir.
19 Kasım Cumartesi Eğitim Sen Kadın Komisyonun organize ettiği panel Adana İnşaat Mühendisleri odasında düzenlenmiştir.
Panele Eğitim Sen merkez eğitim uzmanı Dr. Handan Çağlayan ve Çukurova Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Gülşah Seydaoğlu panelist olarak katılmıştır.
Panel Eğitim Sen Şube Kadın Sekreteri Esra ARSLAN’ın konuşmasının ardından Dr. Handan Çağlayan İşyerlerinde yaşanan cinsel tacizin kadınların hayatında yarattığı olumsuzlukların görünür kılınması, işyerlerinde tacizin yaşanma sıklığı, tacizi uygulayanların kurum içideki statüsü ve kadınların tüm bu sorunlar karşısında alınabilecek önlemler ve kadın dayanışmasının önemi ile ilgili bilgilendirmeler yaptı Ardından sözü alan Gülşah Seydaoğlu ise “mobbing” kavramının tarihsel kaynağı, uzun zamandan beri kadınların sosyal yaşamda sürekli maruz kaldığını fakat bu kavramın henüz yasalrda da yeni tanımlandığını özellikle türkiyede yapılan araştırmaların özel sektörde yaklaşık %30, kamu, tıp ve eğitim sektörlerinde yaklaşık %40 çalışanın yıldırma kurbanı olduğunu belirtti.
Mobbingin yaşanma nedenleri uygulayan, saldırıda bulunan kişilerin ve mobbing mağdurlarının genel özelliklerinden bahseden Seydaoğlu bu uzun vadeli duygusal saldırı biçiminden kurtulmanın ve başaçıkabilmenin önemi ve alınabilecek önlemlerden bahsetti. Panelistlerin etkileyici sunumlarının ardından salondaki katılımcıların deneyim aktarımları ve soru cevap etkinliğiyle panelimiz son bulmuştur
Tüm katılımcı üye ve dostlarımıza teşekkürler.
Esra Arslan Kösele
Şube Kadın Sekreteri
ETKİNLİK FOTOGRAFLARINA ULAŞMAK İÇİN TIKLATIN
Kadın deyince herkesin ne anladığından koparak ve bu anlayışların sınırlarını yeni fikirlerle aşmaya çalışarak farklı bir uyanış sağlar mıyız dedik, bu dünyada diyoruz çünkü belki başka dünyalar da vardır. Biliyoruz ki “ özgür kadınlar, modern kadınlar, dünya kadınları” diye adlandırdıkları kadınlar da “onların” istediği kadınlar. Bu hazır bulduğumuz sofraya da oturmak istemiyor canımız. . Bize sunduğunuz referansları tek tek kökünden söküp atıyoruz. Kendi anlam dünyamızda bereketli bir doğum yapıyoruz tam da sizinle göz göze geldiğimiz bu karmaşada…
Kadın cinayetlerinin, eğitim alanında yaşanan neoliberal politikaların, bu topraklarda ve dünyada yaşanan savaşın, tacizin ve tecavüzün her daim bizi vurmasından defalarca mağdur etmesinden bıktık, usandık! İsyanımız ve gücümüz sistemin bizi hapsetmek istediği cehennemin içinden yükseliyor. Ülkenin acil barış ve demokrasiye ihtiyaç duyduğu bir dönemde biz Eğitim Sen’li kadınlar yan yana durarak güçlenmek istiyoruz. Bu nedenle;
Kadınların sendikalarla bütünleşmesi; sendikaların kadın emekçilerin ihtiyaçlarına yanıt verecek şekilde yeniden düzenlenmesini,, kadınların sendikaların tüm karar alma düzeylerine katılımının artması ; kadınların karşılaştıkları sorunları inceleyecek, çözümler önerecek, kadınlara karşı ayrımcılığı ortadan kaldıracak ve kadınların sendikal faaliyetlere katılımını artırmaya yönelik çalışmalarla bu dönemi örgütlemek istiyoruz .Biliyoruz ki savaşsız ,sömürüsüz özgür bir dünya kadınların özgürleşme mücadelesinden ayrı olmayacak.
Önümüzdeki dönem içerisinde eğitimsen kadın komisyonu olarak planladığımız tüm çalışmaları ortaklaştırmak sistemin kadınları ötekileştirdiği, mağdur ettiği her alana itirazımızı sizlerle güçlü bir şekilde haykırmak için yola çıktık. Bu yolda birlikte el ele yürümek dileğiyle…
2.10.2011 Kadın Komisyonu Dayanışma Kahvaltısı Gerçekleştirildi. Devamı
6 AYLIK ÇALIŞMA PROGRAMI
19 KASIM 2011 CUMARTESİ “CİNSEL TACİZ VE MOBBİNG” KONULU SEMİNER ÇALIŞMASI (Handan Çağlayanın katılımıyla)
07 OCAK 2012 ”TOPLUMSAL CİNSİYET VE KADIN EMEĞİ” ATÖLYESİ
(Eğitim Sen işyeri temsilcileri eğitimi kapsamında 7 Ocak 2012 tarihinde yapılacaktır) Eğitimsen 2.kadın kurultayı sonuç raporuyla ilgili bilgilendirme çalışması(Tarihle ilgili bilgilendirme yapılacaktır.)
25 Kasım 2011 Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Haftasında
A) “GÖZLERİMİ DE AL “Filmi Ve Bu Film Bağlamında “Kadına Yönelik Şiddet” Atölyesi,
B) “MOR TAHTA” Eylemi (Okullarda Toplumsal Cinsiyet Ve Kadına Yönelik Şiddetle İlgili Ders Etkinliği),
C) Panel:Kadına yönelik siddet (25 kasım Cuma eczacılar odasında saat 15.00 katılımcılar:Nükhet Sirman ,Mukaddes Erdoğdu,av.Cevriye Aydın)
D)25 kasım Cuma saat 18:00 belediye tiyatrosu önünden İnönü Parkına Adana kadın platformuyla birlikte meşaleli yürüyüş yapılacaktır.
- DEMİR ÇENELİ MELEKLER film gösterimi “1.dalga kadının oy hakkı mücadelesi ”atölyesi,
- EKMEK VE GÜL filmi, gösterimi ve “örgütlü kadın kimliği” atölyesi,
- KRAMER KRAMERE KARŞI film gösterimi ve “özel alan politiktir” atölyesi,
- DAİMA LİLYA film gösterimi ve “seks işçiliği,,beden sömürüsü” atölyeleri,
Takvimsel günler ve özel gündemlere yönelik “ çalışmalarımız da planlamaya dahil edilecektir* Eğitim Sen olarak içerisinde olduğumuz “Adana kadın platformu “ eylem etkinlikleri de program dahilinde örgütlenecektir. Not :film gösterimleri sendika binamızda yapılacaktır.(iletişim:05062510439)
Eğitim Sen Kadın Komisyonu
Şube Kadın Sekreteri Esra ARSLAN KÖSELE
Ceyhan Bilciler And. Otelcilik ve Truzim Otelcilik Meslek Lisesinde staj için gittiği Muğla'da hayatını kaybeden öğrencimiz Muhammet İsa Soysal’ın okul idaresi ve öğretmenlerine başsağlığı dilendi, şube yönetim kurulu olarak öğrencimizin ailesine taziye ziyareti gerçekleştirilmiştir. Ceyhan İlçe Temsilciliğinde yaptığımız basın açıklaması ekte sunulmuştur.
Meslek Lisesi Öğrencilerine Dayatılan Staj Koşulları Gencecik Bir Can Aldı!
Stajı için gittiği Muğla'nın Bodrum İlçesi'nde zehirlenerek hayatını kaybeden Ceyhan Turizm Meslek Lisesi öğrencisi Muhammet İsa Soysal’ın ailesine başsağlığı diliyoruz.
Staj için giden Meslek Lisesi öğrencilerinin barınma ihtiyaçları ilaçlanmış bir odada giderilmek istenmiş ve bir öğrencimiz hayatını kaybetmiştir, 12 öğrencimiz ise zehirlenme belirtisiyle hastaneye kaldırılmıştır. Gencecik bir hayatın sönmesi, meslek lisesi öğrencilerinin içine terk edildiği koşulları acı bir şekilde göstermiştir.
Gencecik bir hayatın bu şekilde sönmesinin asıl sorumlusu şüphesiz eğitim sistemini bir enkaz haline getirerek öğrencilerimizi bu koşullara mahkum eden Milli Eğitim Bakanı’dır. Meslek Lisesi öğrencilerinin staj yapmak zorunda kalmalarından dolayı, sadece stajlarını tamamlayabilmek için ücretlerini almadan dahi çalışmak zorunda bırakılması karşısında MEB’in mesleki eğitimi ticarileştirmek dışında bir adım atmaması gerçekleri tüm yakıcılığıyla bizlere göstermektedir.
Kaldı ki gençlerimizin staj dönemlerinde çalıştıkları koşulların denetiminden, emeğinin karşılığını almalarına kadar yaptırım niteliğinde hiçbir zorlayıcı hukuksal hüküm bulunmamaktadır.
Meslek liselerinde öğrenim gören gençlerimizin yaşadıkları sorunlar, acil çözüm beklemektedir. Sürekli olarak vurguladığımız bu sorunlar;
• Birçok meslek lisesinde beceri eğitim adı altında haftada 3 gün, 8’er saatten 24 ders saati karşılığında çalıştırılmaları söz konusu iken, Otelcilik ve Turizm Meslek Liseleri öğrencileri için 17 haftalık bir süreçte, haftada 6 gün ve 8 saatlik çalışma süreleri bulunmaktadır,
• İşletmeler düşük ücretle işçi çalıştırmak için işçi yerine öğrenci istihdamına yönelmekte, eğitimden ziyade ucuza işçi çalıştırmak istenmektedir,
• Çocuklarımız 8 saat yerine 15 -16 saate kadar çalıştırılmaktadır,
• Özellikle otellerde uzun mesai saatlerinden sonra öğrencilerimiz kalabalık, temizliğini dahi kendileri yaptıkları ve güvenli olmayan koşullarla sağlıksız mekanlarda barındırılmaktadır.
• Çocuklarımızın eğitim sürecini kapsayan bu dönemde, eğitimleri ve alanları dahilinde olmayan işler yaptırılmak istenmektedir,
• Çocuklarımız, staj döneminde çalıştırılırken, sadece iş kazalarına karşı sigortalı yapılmaktadırlar. İşletmeler, öğrenim saatleri dışında çocuklarımızı fiili olarak çalıştırdığında ise iş kazası sigortası kapsamı dışına çıkılmaktadır. Böylesi durumlara karşı çocuklarımızı koruyucu bir sistem bulunmamaktadır,
• İşletmeler, fazla mesai süreleri de dahil olmak üzere çocuklarımızın ücretini vermediğinde ya da sözleşmeyi feshettiğinde gençlerimizin hakkını koruyacak bir yaptırım bulunmamaktadır.
Bu sorunlar karşısında çözüm üretmek ve “geleceğimiz denilen” gençlerimize iyi bir yaşam sunabilmek yerine onları daha öğrenciyken işçileştirmek isteyerek çocuklarımıza yaklaşılması asla kabul edilemezdir. Birçok sorunun üzerini kapatarak meslek liselerini satılacak mekanlar, öğrencileri ucuz işgücü, öğretmenleri de “usta başı” olarak gören zihniyete karşı geleceğimize ve gençlerimize sahip çıkma mücadelemizi sürdüreceğiz.
Gencecik bir hayatın sönmesine neden olan tüm sorumluların derhal ortaya çıkarılmasını ve eğitim yöneticilerinin ihmali sonucu hayatını kaybeden öğrencimizin adının Adana’da bir okula verilmesini talep ediyoruz.
Şube Yönetim Kurulu Adına
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
2010-2011 Eğitim Öğretim Yılı İlk Yarıyılı Sonunda Eğitimin Durumu
2010-2011 eğitim-öğretim yılının ilk yarısı 28 Ocak Cuma günü sona erecek. Eğitim Sen olarak her eğitim öğretim dönemi sonunda olduğu gibi, bir bütün olarak eğitim sistemi içinde yaşanan ve yıllardır çözüm bekleyen sorunlara kamuoyunun dikkatini çekmek; başta AKP Hükümeti ve Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, bütün ilgililerin eğitimin, eğitim ve bilim emekçilerinin yaşadığı sorunlar karşısındaki duyarsızlıklarını göstermek amacıyla bir rapor hazırlamış bulunuyoruz.
2010-2011 eğitim-öğretim yılının ilk yarısının sonu itibariyle Türkiye’de eğitim sisteminin artık kronikleşen sorunları bütün ağırlığıyla varlığını sürdürmektedir. Eğitimin temel bir insan hakkı olması, kamusal finansman yoluyla bütün yurttaşlara eşit ve parasız olarak sunulması gerekirken, önceki hükümetlerin izinden giden AKP Hükümeti döneminde, eğitim hakkı aynı zamanda bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak piyasa ilişkileri içine çekilmiş ve ticarileştirilmiştir.
8 Yıllık AKP iktidarının piyasacı ve özelleştirmeci politikaları, eğitimi ve eğitim sistemini içinden çıkılmaz bir duruma sürüklemiştir. AKP bu süreci bir taraftan yoğun siyasi kadrolaşma çabalarıyla yürütürken, diğer yandan demokratik, laik, bilimsel ve anadilinde eğitim talepleri görmezden gelinmiş, bu yöndeki talepler yok sayılmıştır.
Geçmiş yıllarda olduğu gibi, içinde bulunduğumuz eğitim-öğretim yılı içinde de eğitimde sınıfsal, etnik, cinsel, dinsel ve diğer her türlü ayrımcılık konularında ciddi, somut adımlar atılmamıştır.
Türkiye eğitim sisteminin yıllar içerisinde artarak büyüyen temel sorunları ve geçtiğimiz dönemde AKP hükümetinin eğitim alanındaki icraatları, 2010-2011 eğitim öğretim yılının ilk yarısında da devam etmiştir.
Eğitimde yaşanan sorunları ana başlıklar altında sıralayacak olursak;
İlköğretimde okullaşma oranı yüzde 98, Ortaöğretimde ise okullaşma oranı yüzde 60 düzeyindedir. Ortaöğretimde, özellikle mesleki ve teknik ortaöğretimde okullaşma oranı yetersizdir.
Türkiye’deki okulların halen üçte ikisinde ikili, üçte birinde tekli eğitim yapılmakta, sınıf mevcutları geçmişe göre azalmakla birlikte hala kalabalık sınıflarda eğitim-öğretim yapılmaya çalışılmaktadır. Kalabalık sınıflarda eğitim hem öğretmenler hem de öğrenciler açısından önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir.
AKP’nin eğitime bütçeden yüksek oranda pay ayrıldığı ve okullaşma oranlarındaki artışa ilişkin çizdiği olumlu tabloya karşın yaklaşık 125 bin çocuk eğitim hakkından yararlanamamıştır. Zorunlu eğitim çağındaki 6-14 yaş arası ilköğretime devam etmeyen çocukların 2009-2010 eğitim öğretim yılında 187 bin 432’si, 2010-2011 eğitim öğretim yılında ise 124 bin 830’u okula gidememektedir. Bu öğrencilerin 43 bin 971’ini kız çocukları, 80 bin 838’ini ise erkek çocuklar oluşturmaktadır.
Okulların fiziki yapı ve donanım açısından yaşadığı eksiklikler sağlıklı bir eğitim hizmetinin verilmesini güçleştirmektedir. Okulların büyük bölümünde araç-gereç, kütüphane, altyapı donatım yetersizlikleri hala giderilememiştir. Öğrenciler, büyük kentlerde 40-50 kişiye varan kalabalık sınıflarda, kırsal kesimde ise birleştirilmiş sınıflarda öğretim görmeye çalışmaktadır. Sadece ilköğretimde öğrencilerin OECD ortalaması olan 22 kişilik sınıflarda sağlıklı bir biçimde tekli eğitim görebilmeleri için gerekli olan derslik sayısı 163 bin 309’dur.
Eğitimde eşitsizlik ve adaletsizliğin en önemli göstergelerinden birisi olarak bölgeler ve iller arası gelir dağılımındaki eşitsizlik devam etmektedir. Ekonomik imkânların kısıtlılığı, çocukların ve gençlerin okula devamını engelleyen en önemli faktördür.
Genel liselerin, Anadolu liselerine dönüştürülmesi sürecinde binlerce öğretmen norm kadro fazlası durumuna düşürülmüş ve bu durum telafisi zor mağduriyetler yaratmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı, resim, müzik ve beden eğitimi branşlarında ders saatlerini azaltarak, bu alanlardaki öğretmen ihtiyacını azaltarak daha az sayıda öğretmen çalıştırarak kendince “tasarruf” yapmaktadır. Bu uygulama bu branşlarda görev yapan binlerce öğretmenin mağdur olmasına neden olmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı daha şimdiden çok sayıda olumsuzluk yaratmış olan bu uygulamadan derhal vazgeçmeli ve yaşanan mağduriyetlere yenileri eklenmeden bu uygulamadan geri dönmelidir.
2000 yılından bu yana her üç yılda bir 15 yaşındaki öğrencileri değerlendiren PISA testinde Türkiye 2000 yılından bu yana son 3 içinde yer alma “geleneğini” sürdürmüştür.
Okulların en temel ihtiyaçları için bile yeterli ödenek ayrılmamakta, eğitim harcamalarının önemli bir bölümü velilerden toplanan paralarla giderilmeye çalışılmaktadır.
Türkiye’de 9 milyonun üzerinde engelli vardır. Türkiye nüfusunun yaklaşık % 12’sini oluşturan engellilerin eğitim hakkından yeterince faydalanabildiklerini söylemek mümkün değildir. Sayıları 1 milyonu bulan 4-18 yaş arasındaki engelli çocukların ancak 30 bini eğitim hakkından yararlanabilmektedir.
2002 yılında bir veli çocuğu için yılda 720 TL eğitim harcaması yapıyorken, bu rakam 2010–2011 eğitim öğretim yılında 3 bin 131 TL’ye çıkmıştır.
Ders kitaplarının içeriği hala bilimsellikten uzak, ırkçı-gerici ve cinsiyetçi öğelerle doludur.
AİHM kararlarına rağmen zorunlu din dersi uygulamasında ısrar edilmekte, başta Aleviler olmak üzere başka inançtan olan ya da herhangi bir inanışı olmayan ailelerin çocuklarına yönelik ayrımcı uygulamalar sürmektedir.
Evrensel nitelikli temel bir insan hakkı ve eğitim biliminin öncelikli ilkeleri arasında yer alan anadilinde eğitim konusunda herhangi bir somut adım atılmamış olması düşündürücüdür. Kürt açılımı, Alevi açılımı, Roman açılımı gibi girişimlerde bulunan bir iktidar döneminde bu uygulamaların devam ediyor olması söz konusu girişimlerin samimiyetsizliğinin göstergesidir.
Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre 81 ilde 4 bin 193 dershane bulunmaktadır. Dershaneler yıllar içinde, aksi yöndeki tüm iddialara rağmen kamu okullarına alternatif haline getirilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı Stratejik Planı, önümüzdeki 3 yılda dershanelere arsa tahsisi, vergi indirimi vb. teşvikler verilmesi yoluyla bu kuruluşların özel okullara dönüştürülmesi amaçlanmaktadır.
Eğitimde “ticarileştirme” ve “özelleştirme” uygulamaları bütün hızıyla sürmekte, kamu-özel işbirliği çerçevesinde okullarda kamusal finansman yerini büyük ölçüde özel kesimden, şirketlerden sağlanan finansmana bırakmaktadır. Ayrıca son yıllarda eğitim alanında şirketlerin sponsorluğu, devlet/kamu okulları arasında gelir ve ticari faaliyetlere göre hiyerarşinin, bu bağlamda “ayrıcalıklı devlet okulları”nın ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’nda (YİBO) eğitim gören öğrenci sayısı 2009-2010 eğitim öğretim yılında ciddi bir artış göstermiştir. 2002-2003 eğitim öğretim yılında 546 YİBO ve PİO’da okuyan öğrenci sayısı 166 bin 543 iken, 2009-2010 eğitim-öğretim yılında YİBO sayısı 574’e, YİBO’da okuyan öğrenci sayısı 265 bin 285’e çıkmıştır. Süreç içerisinde okullaşma sorununa temel çözümün bu kurumlar eliyle gerçekleştirileceği beklentisi oluşturulmuştur. Oysa temel olarak yapılması gereken, her çocuğun kendi ikamet ettiği yerde okul, derslik ve öğretmen açığı sorununun giderilmesi ve bu yolla çocukların kendilerinin ve ailelerinin ikamet ettikleri yerlerde eğitim görmelerinin sağlanmasıdır. Bu sürecin bir an önce gerçekleştirilmesi için acil düzenlemeler yapılmalı ve YİBO’lar en kısa sürede kaldırılmalıdır.
Okullarda şiddetin önüne geçilmesi ve güvenliğin sağlanması iddiasıyla “okul polisliği” uygulaması çerçevesinde her okula bir polis yerleştirilmiştir. Ayrıca emniyetle “iletişimi” sağlamak için “muhbir öğretmenlik” uygulaması hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu uygulama, okulda şiddeti bir dizi ekonomik ve sosyo-kültürel önlemle üstüne gidilebilecek bir olgu görmekten çok salt asayiş sorunu ya da adli bir sorun olarak gören çarpık bir zihniyetin ürünüdür.
Öğretmen açıkları sorunu geride kalan dönemde daha da artmış ve ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısı 350 bini aşmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı, Personel Genel Müdürlüğü’nün norm kadro esasına göre yaptığı hesaplamaya göre resmi öğretmen açığı142 bindir.
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun geçmişte sözleşmeliliğe karşı olduğu yolundaki ifadelerine rağmen sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik istihdam edilmesi uygulamaları devam etmektedir. Eğitim ve bilim emekçilerinin farklı statüde istihdamı, eğitim hizmetlerinin düzenli ve sürekli yapılması gereken bir kamu hizmeti olma özelliği ile de temelden çelişmektedir.
Meslekî ve teknik eğitimin artık içinden çıkılamaz hale gelmiş sorunları çözüm beklemektedir. Milli Eğitim Bakanlığı meslek liselerinin ve bu liselerde okuyan gençlerin sorunları dinleyip çözüm üretmek yerine, endüstri meslek liselerini öğrencileri ve öğretmenleriyle birlikte özel sektöre devretmenin planlarını yapmaktadır.
Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) “tüm liselere eşit katsayı” kararı, imam hatipli öğrenci sayısını 28 Şubat sürecinden sonra en yüksek seviyeye ulaştırmıştır. 2002-2003 eğitim öğretim yılında 71 bin 100 olan imam hatipli sayısı, 2009-2010 eğitim öğretim yılında 198 bin 581’e çıkmıştır.
Okullar ciddi boyutlarda idari, teknik ve yardımcı personel eksikliği içerisindedir. MEB’in iç denetim raporunda da belirtildiği gibi27 bin okulda yardımcı hizmetli bulunmamaktadır. Bu nedenle bu hizmetler “dışarıdan hizmet satın alma” yoluyla taşeron işçilere yaptırılmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nda iktidar yanlısı kadrolaşma en üst seviyede devam etmektedir. Özellikle yönetici konumunda bulunanlarının neredeyse tamamı AKP yanlısı kimselerden oluşmakta, eğitim emekçileri iktidara yakın sendikalara üye olmaya zorlanmakta, özelikle Eğitim Sen’li emekçiler çeşitli baskılara maruz kalmaktadır.
Eğitim emekçilerinin gelirleri giderlerinin ancak yarısını karşılıyor
Eğitim sistemi her geçen yıl artan sorunlarla boğuşurken, görevlerini fedakârca yerine getirmeye çalışan eğitim emekçileri, mevcut gelirleriyle giderlerinin ancak yarısını karşılayabilmektedir. Bugün Türkiye’de eğitim ve bilim emekçilerinin büyük bölümü borç ile yaşamlarını sürdürmekte, ekonomik ve sosyal sorunlarının gölgesinde görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadırlar.
Son 9 Yılda Bir Eğitim Emekçisinin Maaşının 4 kişilik bir Ailenin Ortalama Aylık Giderini Karşılama Durumu
Yıllar | Ortalama Maaş TL | 4 Kişilik Bir Ailenin Ortalama Aylık gideri Yoksulluk Sınırı) | Maaşın Aylık Gideri Karşılama Oranı |
2002 | 551 | 1.054 | % 52 |
2003 | 648 | 1.380 | % 47 |
2004 | 727 | 1.480 | % 49 |
2005 | 833 | 1.650 | % 50 |
2006 | 960 | 1.920 | % 50 |
2007 | 1.050 | 2.241 | % 47 |
2008 | 1.130 | 2.409 | % 44 |
2009 | 1.276 | 2.588 | % 49 |
2010 | 1.427 | 2.826 | % 50 |
Tabloda son dokuz yıl içinde eğitim emekçilerinin aldığı ortalama maaşlar ve dört kişilik bir ailenin gıda kira, ulaşım, yakacak, elektrik, su, haberleşme, giyim, eğitim, sağlık, iletişim, kültür gibi temel ihtiyaçlarını karşılaması için yapması gereken ortalama harcama miktarı gösterilmektedir. Tablodan da görüleceği gibi, eğitim emekçilerinin aldığı maaşlar, ancak dört kişilik bir ailenin yapması gereken harcamaların yarısını karşılayabilecek düzeydedir. 2002 yılında bir eğitim emekçisi aldığı maaş ile aylık giderlerinin %52’sini karşılayabiliyorken, 2010 yılı sonu itibariyle %50’sini ancak karşılayabilmektedir.
Yukarıdaki tablo “ekonomi iyiye gidiyor”, “Türkiye ekonomisi büyüyor” söyleminin gerçekçi olmadığı göstermektedir. En azından iyiye giden ya da büyüyen ekonominin eğitim emekçilerinin ekonomisi olmadığı açıktır. Tablodaki verilerin anlamı son on yılda eğitim emekçilerinin aldığı maaşların yoksulluk sınırının ancak yarısına ulaşabilmesidir. Özellikle yardımcı hizmetli, memur ve diğer eğitim emekçilerinin ekonomik durumu her geçen yıl kötüleşmektedir.
Yüz binlerce eğitim emekçisini yoksulluğun ve açlığın kıskacına alan, mesleğine karşı küstüren mevcut ayrımcı uygulamalara karşı, bilimsel, demokratik, nitelikli bir eğitim yaratmak için, tüm eğitim emekçilerini ekonomik ve sosyal açıdan doyuran bir alternatif yaratılmadığı sürece, eğitimde yaşanan sorunların artarak devam edeceği unutulmamalıdır.
Sonuç
Her geçen gün içten içe çürüyerek bir enkaz haline getirilmiş eğitim sistemimiz 2010-2011 eğitim öğretim yılının ilk yarısında da eğitim emekçilerinin çabaları ile okullarda yürütülmeye çalışılmıştır. İlköğretimden başlayarak tam anlamıyla bir yarış içine sokulan çocuklarımız ve gençlerimiz arasındaki eğitim rekabeti, dershanelerle daha da artmış, oluşan dershane sistemi okullarda verilen eğitimin niteliğini tamamen yitirmesine, en temel işlevlerini bile yerine getiremez duruma gelmesine neden olmuştur.
Eğitim, tüm dünya çapında evrensel bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir. Bunun altında yatan en önemli etken eğitimin; insan kişiliğinin tüm yönleriyle gelişmesinde çok önemli bir faktör ve insanların kendilerini gerçekleştirmeleri ve özgürleşmeleri ile doğrudan ilişkili bir süreç olmasıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde eğitimin; cinsiyet, ırk, etnik yapı ve ulus gibi ayrımlar gözetilmeksizin her bireyin hakkı olduğu açıkça belirtilmiştir. Eğitimin temel bir insan hakkı olması devletin herhangi bir ayrım gözetmeden herkese, eşit ve nitelikli eğitimi parasız olarak sunmasını gerektirmektedir. Her tür ve düzey eğitim; sınıf, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik görüş, ulus, etnik köken gibi ayrımlar yapılmadan herkese sağlanmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri imzaladığı eğitim hakkıyla ilgili ve eğitimde ayrımcılığın önlenmesine ilişkin uluslararası anlaşmalar ve Anayasa ve ilgili yasalardaki hükümler gereği, eğitim hakkının kullanımının önündeki engelleri aşmak üzere etkin çalışmalar yürütmek zorundadır. Eğitime ilişkin çalışmaları gerçekleştirirken, “eğitim hakkı”na ilişkin ilkeleri göz önünde bulundurmak gerekir.
Eğitim sisteminin yıllar içinde birikerek artan yapısal sorunlarını, geçici, günübirlik politikalarla geçiştirmek ya da çözümsüz bırakmak, ülkenin geleceğine vurulmuş en büyük darbe olacaktır. Eğitim sistemimiz; özellikle yoksul, emekçi ailelerin yaşadığı bölge ve yerleşim birimleri açısından daha büyük ihmallerin, derin eşitsizlik ve yoksullukların yaşandığı bir durumdadır.
Eğitim Sen olarak, çocuk ve gençlerimizin, geleceğimizin bu enkazın altında yok olmaması için acil adımlar atılması zorunluluğunu bir kez daha belirtiyor, parasız, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hizmetinin tüm yurttaşlar için ayrım gözetmeksizin hayata geçirilmesi için somut adımlar atılmasını talep ediyoruz. 27.01.2011
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu Adına
Güven BOĞA
Şube Başkanı
Endüstri Meslek Liseleri Öğretmen Ve Öğrencileriyle Özel Sektöre Devrediliyor!
Meslek liselerinde gerçekleştirilmek istenen dönüşüm, AKP’nin eğitim politikalarının piyasacı yanını göstermesi açısından ciddi öneme sahiptir. Bu kapsamda, Birol Aydemir’in basında yer alan açıklamalarında endüstri meslek ve teknik liselerini özel sektöre devredeceklerini açıklaması eğitimin ticarileştirilmesinin boyutlarını açıkça ifade etmektedir. Her ne kadar süreç “kurs” görüntüsü altında başlatılıyorsa da asıl amaç, endüstri ve teknik meslek liselerinin devlet tarafından yeniden yapılandırılarak özel sektöre devridir. Eğitimin ticarileştirilmesi yönünde atılan bu adımların arkasından, okulların satışının geleceğini görememek mümkün değildir.
Birol Aydemir Kimdir?
Milli Eğitim Bakanı gibi demeç vermesi yanıltıcı olsa da Aydemir, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı olarak görev yapmaktadır. Aydemir, meslek liselerinde sanayi sektöründe ihtiyaç duyulan işçi açığını gidermek ve kendi ifadeleriyle “meslek liselerinin işverene, özel sektöre devri için” pilot proje başlattıklarını ifade etmektedir. Eğitim hizmetinin örgütlenmesiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, TOBB, TÜSİAD ve Sanayi Bakanlığı’nın doğrudan ilgilenmelerinin arkasındaki gerçek artık kendisini daha güçlü göstermekte, kamusal eğitimin bitirilmek istendiği artık açıkça ifade edilmektedir. Aydemir’in “Devletin artık meslek liselerinden çıkması lazım.” ifadesi açıkça eğitim hizmetinin özel sektöre devridir.
Eğitim Hizmeti Sermaye Çevrelerinin Hizmetine Sunulmaktadır
“Türkiye’de işsizlik değil, mesleksizlik sorunu var” tespitini yapanlar bir kez daha uzlaşmacı, katılımcı görüntülerle demokratlık maskeleri altında işsizlik sorununu çözme bahanesiyle eğitim hizmetini tamamen sermaye çevrelerinin hizmetine sunmaktır. Genel liselerin Anadolu Liselerine dönüştürülmesi yönündeki MEB genelgesinin defalarca ifade ettiğimiz üzere asıl derdi, sermaye çevrelerinin ihtiyaç duydukları ucuz ve nitelikli işgücünü karşılayabilmek ve bu çevreleri eğitim politikalarının temel belirleyeni haline getirmektir. Aydemir’in ifadeleri, kurs yönetimlerinin kusursuz bir yönetişim modeli olacağını da göstermektedir. Aydemir, “Çalışma Bakanlığı ve o ildeki sanayi ve ticaret odası, okul idaresiyle birlikte kursun yönetiminde olacak. Doğrudan sanayicinin ihtiyaç duyduğu ara eleman bu kurslarda yetiştirilecek ve işe yerleştirilecek.” demektedir.
Oysa ki yakın bir zamanda Nimet Çubukçu “Sanayicilerin ara eleman demesinden rahatsızım. Ben sanayici için çalışmıyorum. Zaten görevim de sanayiye ara eleman yetiştirmek değil.” şeklinde açıklama yapmıştır. Görülmektedir ki AKP’nin yönetişim modelinde eğitim hizmetinin asıl bileşenlerini değil, sermaye çevrelerinin istekleri belirleyici olmaktadır. Ancak Nimet Çubukçu’nun sürecin önüne geçememesi ya da geçmek istememesi göstermektedir ki Milli Eğitim Bakanı görev ve sorumluluklarının gereğini yapamamaktadır.
Öğretmenlerin Hizmet İçi Eğitimleri Çalışma Bakanlığı’nın Denetimi Altında
Projede pilot uygulama alanı olarak seçilen 111 endüstri meslek ve teknik lisesindeki alt yapının modernizasyonu ve öğretmenlerin hizmet içi eğitimleri de Aydemir’in ilgi alanına girmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın söz konusu okulları sermaye çevrelerinin ihtiyaçlarına terk ederek kendi sorumluluğundaki alanlardan çekilmesi sürecin ciddiyetini göstermektedir. Süreç bu şekilde işlerse bu okullarda görev yapan öğretmenler de özel sektörün elemanı olacaktır. Öğretmenlerin oluşturulacak atölyelerde birer “usta başı” olarak kurgulanması karşısında Bakan Çubukçu’nun sessizliği ise manidardır.
Meslek Liselerinin Dönüştürülmesi Giderleri İşsizlik Fonundan Karşılanacak,
Öğrenciler Okullarda İşçileştirilecektir
AB standartlarında iş gücü isteyenler, uluslar arası sözleşmelerde düzenlenen çalışma yaşamı ve sendikal hakların kullanımı söz konusu olduğunda sessizce köşelerine çekilmektedirler. Asgari ücreti bile fazla görenlerin, kıdem tazminatlarının kaldırılmasını isteyenlerin nasıl bir gelecek tahayyülü kurduklarını tahmin etmek zor değildir. Meslek liseleri üzerinden yürütülmek istenen projenin finansmanının işsizlik fonundan karşılanacağı ifade edilmektedir. İşsizlik fonunun, eğitim hizmetinin sermayenin hizmetine sunulması için kullanılması kabul edilemez bir durumdur. 2011 yılı için hazırlanan bütçede eğitime ayrılan payla şov yapmaya kalkan hükümetin, emekçilerin ücretlerinden kesilen payları sermaye çevrelerinin emrine sunacak düzenlemelere gitmesi, popülist maskeleri bir bir düşürmektedir. Aydemir’in “Torba Yasa” tasarısının mimarlarından olması ise hiç şaşırtıcı değildir. Söz konusu yasa tasarısında 18-29 yaş arası erkekler ile 18 yaş üstü kadınları istihdam edenlere sigorta primlerinin işveren hisselerine ait tutarının, işe alındıkları tarihten itibaren İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanması yoluna gidilmektedir. Böylece bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da işsizlere ödenmesi gereken Fon gelirleri patronlara istihdam teşviki olarak aktarılmaktadır. Finansmanın fondan sağlanması sonrasında söz konusu okulların sermaye çevrelerine devredileceği gerçeği, kamu kaynaklarının kimler için seferber edildiğinin altını çizmektedir.
Torba yasada yer alan bir düzenleme ise Aydemir’in ifade ettiği meslek liselerinin özel sektöre devredilmesi planının ne kadar ince ayrıntılarla donatıldığını da göstermektedir. 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu’nun 25. maddesinin birinci fıkrasında “meslek eğitimi gören öğrenci, aday çırak ve çırağa yaşına uygun asgari ücretin %30'undan aşağı ücret ödenemez.” ifadesi yer almaktadır. Ancak tasarıyla 54. madde ile mevcut durumdan daha geri bir düzenleme yapılarak “asgari ücretin net tutarının %30’u” ifadesi getirilmek istenmektedir. Bu düzenleme ile Hükümetin mesleki eğitim kanununa göre eğitim alan gençlerimizin aldıkları üç kuruşluk ücretlere bile göz dikilmesi dikkat çekicidir.
Öğrencilerin Okullarda İşçileştirilmesine, Eğitim Hizmetinin Ticarileştirilmesine Asla İzin Vermeyeceğiz
AKP’nin, eğitim politikalarıyla yaratmak istediği düzen piyasa değerlerini yücelten, bu değerleri sorgulamayan, sadece kendisine faydalı olanlarla ilgilenen ve beşeri sermaye olabilecek bireylerin yaratılmak istendiği bir düzendir. Bu düzende herkes birer tüketici, herkes birer müşteridir.
Çocuklarımıza verilen eğitim ve bu eğitim sürecinde öne çıkan değerler nasıl bir toplum, nasıl bir birey tahayyülü kurduğumuzla yakından ilgili bir konudur. Kapitalizmin küresel ölçekte yarattığı rekabet gerçeği ve geleceğin potansiyel emekçileri olacak öğrencilerin rekabet için gerekli beceri, bilgi, bireyci düşünce gibi donanımlara ihtiyaç duyması ve bu kapsamda yapılması planlanan bir eğitim süreci ile sermaye çevrelerinin ihtiyaçlarına cevap verilmek istendiği açıktır. Meslek liseli öğrencilerini daha öğrenciyken işçileştiren, bu okullardaki öğrencilerin, içerisinde yaşadıkları toplumu, siyasal yaşamı ve dünyadaki gelişmeleri analiz edebilme gücünü pekiştirmeyen, sadece bilgiyi modern iş gücü oluşumu çerçevesinde araçsallaştıran her türlü projeye karşı Eğitim Sen olarak kararlılıkla mücadele edeceğiz. AKP’nin bir kamu hizmeti olarak örgütlenmesi gereken eğitim hizmetini piyasa ilişkilerine terk etmesine asla izin vermeyeceğiz.
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’ya “görevim sanayicilere ara eleman yetiştirmek değil” sözlerini hatırlatarak görevinin gereğini yapmaya, yapamıyorsa da Çubukçu’yu istifaya davet ediyoruz. 23.12.2010
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına
Güven BOĞA
Şube Başkanı
ÖĞRENCİLERİMİZ İNTİHAR EDİYOR,
GENÇLİĞİN SORUNLARI SESSİZCE GEÇİŞTİRİLİYOR VEYA GÖRMEZDEN GELİNİYOR.
İŞSİZLİKTEN SONRA ADANA İNTİHARLARDA DA BİRİNCİ SIRADA. 10 AYDA 9 İNTİHAR.
1. 25 Mart 2010 lise 2. sınıf öğrencisi Hasan T. (17), Levent Mahallesi 1805 Sokak'taki evlerinde kimse bulunmadığı sırada, kendini tavana bağladığı ipe asarak yaşamına son verdi.
2. 09 Nisan 2010 Beş Ocak Lisesi lise öğrencisi 16 yaşındaki Muhammed ŞENOL sınıfta tabancayla intihar girişiminde bulundu kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi
3. 20 Nisan 2010 Adana'nın Ceyhan ilçesinde lise 10. sınıf öğrencisi Aylin Akdemir (17), tabanca ile intihar etti
4. 01 Haziran 2010 Bilimkent Koleji 4. sınıf öğrencisi Afet Özbilen (18), Ağır Yaralandı
5. 14 Haziran 2010 Kozan Sağlık Meslek Lisesi son sınıf öğrencisi S.K (18), evde intihar etti
6. 14 Ekim 2010 Şehit Erkut Akbay Lisesi 12'nci sınıf öğrenci si 17 yaşındaki Çiğdem Buran intihar etti
7. 19 Ekim 2010 Feke Lisesi 3. sınıfı öğrencisi F.A. (17) okul çıkışında Akkaya köyündeki evine geldikten bir süre sonra evdeki av tüfeği ile intihar etti
8. 07 Aralık 2010 Piri reis Anadolu Lisesi 2. sınıf öğrencisi İrem Ayata intihar etti
9. 14 Aralık 2010 Dursun Çınar Paksoy Lisesi son sınıf öğrencisi 17 yaşında intihar etti
DAHA KAÇ GENCİMİZİN İNTİHAR ETMESİNİ BEKLEYECEĞİZ
İntiharları neler tetikliyor?
İntiharlarda pek çok etken söz konusu. Göç edenlerde çok ciddi depresyonlar oluşabiliyor. Ailenin tutumu önemli yer tutuyor. Sevecen olmayan, sevgi göstermeyen ilgisiz ailelerde çocuklar güvensiz yetişiyor. Güvensiz olan çocuğun gençlik döneminde karşılaştığı stresle başa çıkması çok zor hale geliyor, kendini aciz hissediyor. Ve kolaylıkla intihar edebiliyorlar. Çocuk ailede şiddeti görmüşse, anne babanın devamlı kavga ettiği, birbirlerine şiddet uyguladığı bir ortamda büyümüşse bu tür davranışları benimsiyor. Bu çocuklarda ya dışa dönük ya da kendilerine yönelik şiddet örnekleri görülüyor. Kendini öldürmeyi düşünen ve deneyen birçok insan, intiharın baş edemeyeceğini hissettiği duygulara karşı tek çözüm olduğunu düşünür ve duygularının yoğunluğu çözümleri görmesini engeller.
İntihar düşünceleri genellikle geçicidir. Baş edilemez görünen acıyı hafifletmek ya da onunla baş etme yöntemlerini artırmak mümkündür.
Önemli olan şunu hatırlamaktır: Kimse bu zor süreci tek başına yaşamak zorunda değildir. Çevreden yardım almak atılabilecek ilk ve en önemli adımdır.
Uyarı sinyalleri
Genellikle kendisini öldürmeyi planlayan insanların davranışlarında belirgin değişiklikler olur. Eğer tanıdığınız bir kişi,
· Açık ya da kapalı bir şekilde kendini öldürmekten bahsediyorsa ('Hayat yaşamaya değmez', 'Dünya bensiz daha iyi', 'Artık dayanamıyorum', 'Herşey bitti, öldüreceğim kendimi' gibi.)
· Kendisi ya da bir yakınıyla ilgili sarsıcı bir olay yaşadıysa,
· Yeme ve uyku düzeni bozulduysa,
· Arkadaşlarından ve sosyal ortamlardan uzaklaşıyorsa; hobilerine, okula, işine olan ilgisi azaldıysa; dış görünüşüne hiç dikkat etmiyorsa,
· Vasiyet yazma, veda gibi şeyler yapıyor; önemli eşyalarını etrafındakilere veriyorsa, · Daha önce intihar denemesi varsa, · Gereksiz riskler alıyorsa, · Sıkkın, yorgun, bitkin görünüyor, hiçbir şeye konsantre olamıyorsa, · Ya da çok kötü hissederken sebepsiz bir şekilde rahatlamış ve huzurlu görünüyorsa, risk altındadır ve intihar etmeyi düşünüyor olabilir.Anne, babalara, eğitimcilere, gençlere sesleniyoruz birbirimizi anlamaya birbirimizi ötekileştirmemeye, birbirimize yardım etmeye ihtiyacımız var.Gençlerimizi intiharın eşiğinden bizler kurtarabiliriz. Saygılarımızla. 14.12.2010
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Güven BOĞA
Yaşanılan Şiddeti Eğitimle Yenmek Zorundayız
Bir Portakal Bir Öğrencimizin Canına Mal Oldu
Son birkaç ayda okullarda şiddet ve kavga görüntülerinde ciddi artışlar meydana geldiği görülmektedir. Okullarda ve okul önlerinde yaşanan olaylarda her gün çok sayıda öğrenci ve öğretmen yaralanmakta hatta ölümle de sonuçlanan olaylarla karşılaşmaktayız. Okullarda yaşanan şiddet olaylarının tırmanışa geçmesi sonucunda yüzlerce şiddet olayı meydana gelmiş ve bu olaylarda öğrenciler hayatını kaybederken, bazı öğrenci ve öğretmenler de yaralanmıştır.
Akkapı Şehit Kemal Yüzgeç İlköğretim Okulunda öğrenci olan iki kardeş sırf portakal ağcından portakal kopardıkları için yine Necdet Kahraman ilköğretim okulunda bir öğrenci ve bekçinin bıçak ile müdahalesi sonucu bir öğrencimiz yaşamını yitiriyor diğer öğrenci ise ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmıştır. Piri Reis Anadolu lisesinde öğrenim gören bir öğrencimiz kendi evinde ailevi sorunlar nedeniyle intihar etmiş ve hayatını yitirmiştir.
Okullarda yaşanan şiddet olaylarının her geçen gün büyümesi, acil çözüm üretilmediği sürece olayların artarak devam edeceğinin işaretlerini vermektedir. İlköğretim okulları ve liselerde artan öğrenci kavgaları, bazı velilerin sorun çözmek adına okulu basmaları, öğretmen ve öğrencilere şiddet uygulanması gibi olaylar artık olağan hale gelmiştir.
Bu durumun çeşitli nedenleri vardır. Özellikle son yıllarda toplumdaki gelir adaletsizliğinin ve yoksullaşma oranının artması; göç nedeniyle başta büyük kentler olmak üzere çeşitli yerleşim birimlerinde oluşan kontrolsüz yapılaşma ve yerel düzeyde kendi yönetim düzeneklerini oluşturan mafya benzeri grupların sayısındaki artış; işsizlik olgusu, gelecek kaygısı ve gençler arasında sisteme dönük güvenin aşınması; kültürel yozlaşma ve yabancılaşma; kalabalık sınıflar; yazılı basının ve görsel medyanın şiddet unsurları içeren programlarındaki artış, ilk akla gelen nedenlerdir. Öncelikle kabul etmek gerekir ki okullarımızın bu duruma gelmesinde başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere tüm yetkililerin, hatta toplumun tüm kesimlerinin sorumluluğu vardır. Toplum olarak hayatımızın her aşamasında yer alan şiddet olgusu, sonunda eğitim yuvaları olan okullarımızı da kuşatmış ve ölümle sonuçlanan üzücü olayların yaşanmasına neden olmuştur. Son günlerde okullarda öğrenci ve öğretmenlerin maruz kaldıkları şiddet olaylarını geleceğe yönelik hem tehdit hem de önemli bir uyarı olarak değerlendirmek gerekir. Günümüzde öğrencilerin mafya dizileri, aksiyon, macera, gerilim, korku türünde filmleri izlemeyi tercih etmesi, yine internet kafeler de savaş ve dövüş oyunlarının gençler tarafından öncelikle tercih edilmesi anlamlıdır. Türkiye’de okullarda şu anda tahmin edemeyeceğimiz oranda çeteleşme söz konusudur. Öğrenciler yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunlardan kaynaklı hırçınlıklarını okul ortamında yarattıkları gruplaşmalar ile farklı alanlara yansıtma eğilimine girmektedir. Pek çok genç, sinema, TV gibi kitle iletişim araçlarından aldığı ve önüne sunulan dünyadan yaptığı çıkarımlarla kısa yoldan önemli biri olmak istemektedir. Sinema ve TV’lerdeki mafya ve çete içerikli filmlerin de etkisiyle okul ortamlarında yaygın olarak çeteleşme yaşanmakta, bu da yaşanan şiddet olaylarının ciddi boyutlara ulaşmasına neden olmaktadır. Eğitim Sen olarak, okullarda yaşanan şiddet olaylarının önüne geçebilmek için, ilgili tüm kesimleri sorumlu davranmaya çağırıyoruz. Başta eğitim örgütleri olmak üzere öğrenci ve velilerle birlikte herkes, okullarda şiddeti azaltmak için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli ve acilen bir “kriz masası” oluşturulmalıdır. Bu noktada, şiddetin hiçbir biçiminin toplumda kabul görmediğinin vurgulanması önemlidir. Eğitim emekçilerinin, öğrencilerin ve velilerin arkalarında toplumun ve eğitim örgütlerinin desteğini hissetmeye ihtiyaçları vardır. Her okulun şiddetle mücadele etmek için alınması gereken somut önlemleri, ne yapılacağını ve nasıl önleneceğini gösteren bir eylem planı olmalıdır. 08.12.2010
Güven BOĞA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
CHP İl Başkanı Zeydan KARALAR ve İl, İlçe yönetim kurulu üyeleri 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeni ile Eğitim Sen Adana Şube’yi ziyaret etmiştir.
CHP İL Başkanı Zeydan KARALAR’ın Okuduğu Metin;
Sayın Basın Mensupları
Hoş geldiniz.
Ülkemiz, sevgili yavrularımız ve geleceğimiz için olduğu kadar, partimiz için de çok değerli ve önemli olan öğretmenlerimizi selamlamak için sizlerle bir araya geldik.
Saygıdeğer Basın Mensupları
24 Kasım öğretmenler günü nedeniyle Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu öğretmenlerimize özel olarak mektup yazdı ve bu mektupla sevgilerini, saygılarını iletmek istedi
Bunun için CHP Meclis Grup Başkanvekilimiz Sayın Muharrem İnce Milli Eğitim Bakanı Sayın Nimet Çubukçu'dan öğretmenlerimizin isim listesini, görev yaptığı okullardaki adreslerini istedi
Öğretmenlerimizin cep telefonlarına mesaj gönderen Sayın Bakan, öğretmenlerin okul adreslerini Anamuhalefet Partisi Genel Başkanından esirgedi, vermedi
Bu nedenle Sayın Genel Başkanımızın öğretmenlerimize göndermek için yazdığı mektubu Sİ il'de, İl Başkanlıklarımızda düzenlediğimiz toplantılarla sizlerle, kamuoyuyla paylaşıyoruz
Sayın Basın Mensupları
Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun 24 Kasım öğretmenler Günü nedeniyle öğretmenlerimize yazdığı ve Milli Eğitim Bakanı Sayın Çubukçu'nun adreslerine gönderilmesini engellediği mektup şöyle ;
Değerli Öğretmen Arkadaşım;
Kendinizi ve yaşamınızı, memleketimizin ufuklarına bilginin, gerçeğin, faziletin ışıklarını yaymakla görevli bir varlığa dönüştürmüş olan sizler, bizler için geleceğe dönük ümitlerin, güvenin, dahası geleceğin mimarlarıdır. O nedenle sizlerin bu büyük görevi yerine getirmede aşılamayacak engellerle karşılaşmamanızı sağlamak bizlerin temel görevidir.
Öğretmenlik elbette özveri ve sabır gerektiren meslektir. Bunun böyle olması öğretmenleri, daima kendisinden özveri beklenen kişiler olarak görmeyi haklı kılmaz. Böylesi bir anlayış, öğretmenlerin sorunlarına duyarsızlaşmayı, görmezlikten gelmeyi, olası çözümleri ertelemeyi de beraberinde getirecektir. Ne yazık ki ülkemizde uzun zamandır böylesi bir bakışın egemen olduğunu görüyoruz, yaşıyoruz.
Türkiye'nin de altına imza koyduğu uluslar arası sözleşmeler gereği öğretmenlerin çalışma koşullan, "eğitimin en yüksek derecede etkililiğini sağlayacak nitelikte olmalı ve öğretmenlere, kendilerini tümüyle mesleksel uğraşlarına adama olanağı" verecek şekilde düzenlenmelidir. Sınıflarda öğrenci sayısı öğretmenin her bir öğrenciyle ayrı ayrı ilgilenmesini sağlayacak biçimde olması zorunludur.
Değerli Öğretmen Arkadaşım;
Uluslar arası sözleşmelere imza koyarak size verilmiş olan bu iki sözü ülkemizin yerine getirememiş olmasını üzüntüyle görmekteyim.
Yarınki Türkiye'nin insanını yetiştirmeyi görev edinmiş insanların ekonomik açıdan sorunlar yaşaması, eğitim öğretim ortamında fiziki yetersizliklerle boğuşması kabul edilebilir bir durum değildir. Bu durumu ortadan kaldırmak, "kara göklerin yıldızları" olan sizlerin aydınlığının çocuklarımıza ulaşmasını sağlamak, bizim için asli bir görev olacaktır.
Eğitim-öğretim işinin temelinin öğretmen olduğunun tamamıyla farkındayız. Bu nedenle öğretmenliği, toplumda saygın bir meslek olmaktan çıkaran uygulamalara şiddetle karşıyız.
Eğitim, devletin asli hizmetlerinden biridir. Bu asli hizmeti yerine getirenler devlet memurlarına tanınan tüm güvencelere sahip olmalıdır.
AKP Hükümetleriyle hızla sayıları arttırılan sözleşmeli öğretmenliği tümüyle kaldırmak bizim için bundan dolayı acil görevlerdendir.
Öğretmenlerimize üniversitelerimizin eğitim fakülteleriyle yapacağımız işbirliği ile gerçek anlamda uzmanlık kariyeri yapmanın imkânım sağlayacağız.
Bugünkü uygulamalar devam ettikçe eğitimde başarı için temel koşullardan biri olan öğretmenin mesleğine adanmışlığını sağlayacak koşulların hazırlanması mümkün olmayacaktır.
Yasalar, yönetmelikler çıkarmak, ders programlarını değiştirmek, okul binalarının şeklim yapısını yenilemek, yeni tarzda binalar inşa etmek önemli olmakla birlikte eğitim sorunlarım çözmede bir yere kadar önemlidir. Asıl önemli olan eğitim sürecinin tümünü, işlevsel kılacak olan siz öğretmenlersiniz.
Siz nasılsanız eğitimimiz de öyledir.
Umutlarınızı yitirmiş, bulunduğunuz yerde huzurla, inançla görev yapamıyorsanız, yarınımızın sahibi olacak olan çocuklarımızın da geleceğe umutla bakabilmesini bekleyemeyiz.
Öğretmenlerin her yönden güven içinde çalışmasını sağlamak bizim için en önemli görevlerden biridir.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, eğitim, bizim için her zaman ilk ve en önemli görevlerden olmuştur.
Bize göre bu ülkenin en önemli ve en büyük görevini üstlenen kişidir öğretmen.
Güçlü bir ulus ve devlet olmanın yolu nitelikli eğitimden, bu eğitime dayanan kültürden, yaşam biçiminden geçiyor.
Bunu yaratabilmek, var edebilmek günlük yaşamın sorunlarıyla boğuşmaktan kurtulabilmiş, görevi başında güvenle, huzurla çalışabilen, kendisini her daim yenileyebilen öğretmenle mümkündür.
Biz, her daim bu ortamı yaratmanın mücadelesini vereceğiz.
Biz, Atatürk'ün ve Cumhuriyetin öğretmenine inanıyor ve güveniyoruz.
Yarınlarımız için bunun gerekliliğine inanıyoruz.
Bu düşünce ve inançla "24 Kasım Öğretmenler Günü'nüzü kutlar, bu özel ve anlamlı günün sizlere, diğer eğitim çalışanlarına, ulusumuza hayırlı olmasını diler, saygılarımı sunarım.
Dahası...
Gençlerimizin Hayatlarını Kuşatma Altına Alan Sınav Sistemine
Hiçbir Güven Duygusu Kalmamıştır. KPSS Kaldırılsın
Öğretmen Açıkları Kadrolu Güvenceli Atamalarla Kapatılsın
Ataması yapılmayan ve işsiz öğretmen ordusunun hayatını felce uğratan, kopya skandalları ile birçok gencin umutlarını söndüren, güvenini ortadan kaldıran KPSS – Eğitim Bilimleri Alan Sınavı 31 Ekim Pazar günü gerçekleştirilecektir. İddiaların hala sonuçlandırılamamış olması bir yana onlara yaşatılanların siyasal sorumluluğunun hükümetin üzerine dahi almayarak sınava girecek öğrencileri aşırı düzeyde güvenlik önlemleriyle bir nevi cezalandırması kabul edilebilir bir durum değildir. Yaşanılanlar açıkça göstermiştir ki gençlerimizin hayatlarını kuşatma altına alan sınav sistemine hiçbir güven duygusu kalmamıştır. Kaldı ki sınavın ölçme ve değerlendirme kriterlerin bilimselliği ve adaleti de tartışmalıdır. Bu sebepledir ki bu sistemin ortadan kaldırılması sorumluluğu AKP’nin omuzlarında halen bulunmaktadır.
KPSS engelini aşamayan kişilerin atamasının yapılmamasının gerekçesi olarak kendilerini eğitim alanında geliştirmemeleri ya da bu alanda yeterli donanıma sahip olmadıkları şeklinde ifadelerin ne kadar anlamlı olduğu bu süreçte yeniden gündeme taşınmıştır. Sınavın iptal edilmesinin hemen arkasından Milli Eğitim Bakanı Çubukçu’nun öğretmen ihtiyacının ücretli öğretmenlerle kapatılacağını ifade etmesi KPSS’yi meşrulaştırma çabalarıyla çelişmektedir. Çünkü “ücretli öğretmenlik” uygulamasında devlet okullarında kadrolu öğretmenlerle birlikte aynı işi yapan ücretli öğretmenler ders vermektedir. Eğitim hizmetin örgütlenmesi konusunda okul, öğrenciler ve verilen eğitim hizmeti gibi faktörlerin aynılığına rağmen kadrolu ve KPSS engelini aşamamış öğretmenlerin aynı işi yapmalarının sağlanması KPSS’nin sadece kamu görevlisi istihdamında bir sıralama sınavı olduğunu göstermektedir.
KPSS’nin üniversite mezunları açısından bu denli rağbet görmesinin temel nedeni, kamu hizmetinin sürekliliği ve diğer alanlara göre daha güvenceli olmasıdır. Başka bir ifadeyle KPSS’ye yönelik yoğun ilgi esas olarak güvencesiz istihdam biçimlerinden bir kaçışın ifadesidir. Özellikle öğretmenler açısından bu konu irdelendiğinde tablo daha net ortaya çıkmaktadır. Üniversiteden mezun olup da ataması yapılmayan bir öğretmenin karşısında iki seçenek bulunmaktadır. Birinci seçenek güvencesiz ve ağır çalışma koşulları altında dershane öğretmenliği yapmaktır. İkinci seçenek ise ders karşılığı ücret alarak, iş güvencesi tamamen okul müdürünün iki dudağı arasında bulunan ücretli öğretmen olarak çalışmaktır. Ancak gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta, Milli Eğitim Bakanlığı, 2010 KPSS’sinden bir gün önce 9 bin 584 sözleşmeli öğretmen alınacağını yönündeki açıklamasıdır. Bu kapsamda Milli Eğitim Bakanlığı’nın istihdam stratejisinin “iş güvencesiz öğretmen” üzerinden şekillendiği gözlenebilmektedir. Buradaki amaç, eğitim fakültelerinden mezun olan öğretmenlere, dershanelerdeki çalışma şartları ve ücretli öğretmenlik gibi güvencesizliğin en saf şekilde yaşandığı istihdam biçimleri karşısında sözleşmeli öğretmenliğin kamuda istihdam edilmiş olmak gibi görünürde güvenceli konumu karşısında “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” politikası güdülmesidir.
Öğretmenlerin kadrolu istihdam biçimi yerine sözleşmeli istihdam edilmesi çalışma ilişkilerinin kuralsızlaşması, emekçiler arasında yaratılan rekabet, çalışma koşullarının farklılaşması, ücret ve sosyal hak eşitsizliği ve sosyal güvenlik hakkından aynı ölçüde yararlanamama gibi sorunları beraberinde taşımaktadır. Oysa ki eğitimin niteliği, öğretmenin niteliği ile doğru orantılıdır. Öğretmenlik mesleği düzenlilik ve süreklilik gerektirdiğinden, sözleşmeli öğretmenlerin mevcut çalışma koşulları ile öğrencilere faydalı olabilmesi mümkün değildir. Bu ve benzeri nedenlerle, bütün öğretmenler, kadrolu ve iş güvencesine sahip olarak istihdam edilmek zorundadır.
KPSS’ nin görünen tek sonucu mağdur sayısını artırmak ve eşitsizliği yeniden üretmektir. KPSS’nin gençlerimizi, genç öğretmenlerimizi, eğitimin niteliğini ve dolayısıyla çocuklarımızın geleceğini öğüten bir mekanizmaya dönüştüğü açıktır. Bu mağduriyeti ortadan kaldırmak için;
- Öğretmen açığı ile işsiz öğretmen sayısı arasındaki denge de düşünülerek, işsiz öğretmenlerin tamamının kadrolu iş güvenceli olarak atamalarının yapılması,
- Çalışma yaşamı içinde olması gereken herkese kadrolu iş güvenceli çalışma olanağının sağlanması,
- Bu düzenlemeler kapsamlı ve uzun vadeye yayılmayan bir plan dahilinde hayata geçirilinceye kadar işsiz kalan her bireye insanca yaşama olanağı sağlayacak bir “yurttaşlık geliri ve sosyal güvence” sağlanması gerekmektedir. Saygılarımızla. 30.10.2010
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Güven BOĞA
Cumhuriyetimizin 87.Yılını Kutladığımız Bugün
AKP, Laik Eğitimden Ne Anladığını İmam/Müezzin Öğretmen Uygulaması İle Göstermiştir.
İmam Ve Müezzinlerin Okullarda Ücretli Öğretmen Olarak Görevlendirilmesine Derhal Son Verilmelidir!
Bilindiği üzere İzmir, Edirne, Çorum, Gaziantep ve Diyarbakır illerinde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri için kadrolu öğretmen olmadığı gerekçesiyle imam ve müezzinler, ilgili mülki amirler tarafından “ücretli öğretmen” olarak okullarda görevlendirilmektedir. Bu uygulamanın, eğitim sistemimizde yaratacağı olumsuz etkiler açısından gerçekleştirilen uyarılar dikkate alınmadan, giderek yaygın bir hala gelmesi ise endişe verici bir hal almıştır.
Zorunlu din dersi uygulamasının tartışıldığı ve bu uygulamaya son verilmesi talebinin vurgulandığı bir dönemde imam ve müezzinlerin ücretli öğretmen olarak görevlendirilmesi, zorunlu din dersi uygulamasına karşı çıkışın nedenlerini bir kez daha meşrulaştırmaktadır. Çünkü söz konusu kişiler, mesleği icabı ancak bir mezhebin dini eğitimini verebileceklerdir. Dolayısıyla böylesi bir eğitimin dayatma halini alacağı açıktır.
Demokratik, laik eğitim ilkesi ile hiçbir şekilde bağdaşmayacak bu uygulama, okullara ve eğitim sistemimize bakışın da açık bir göstergesidir. Oysaki evrensel, bilimsel ve demokratik ilkeler çerçevesinde örgütlenmiş bir eğitim hizmeti çocuklarımızın kişisel gelişimlerinde olduğu kadar, içinde bulundukları toplumu ve dünyayı anlayabilmeleri açısından hayati öneme sahiptir. Dolayısıyla zorunlu din dersi uygulamasına son verilmesi gerekirken imam ve müezzinlerin öğretmen yapılması, çocuklarımızın gelişimlerini daha olumsuz etkileyecektir.
Yaşanılanlar iki gerçeğin altını çizmektedir. İlk olarak, öğretmen açığı bu uygulamanın meşruiyeti olarak kullanılmaktadır. İkinci olarak ise “zorunlu din dersi” uygulamasının tartışıldığı ve bu uygulamaya son verilmesi taleplerinin seslendirildiği bu günlerde bu taleplere kulaklarını kapatan AKP, laik eğitimden ne anladığını imam/müezzin öğretmen uygulaması ile göstermiş olmaktadır.
Öğretmen açığını gidermek, zorunlu din dersi uygulamasına son vermek ve eğitim hizmetini demokratik, bilimsel ve laik ilkeler çerçevesinde örgütlemek Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve AKP’nin sorumluğundadır. Ancak AKP zorunlu din dersinin kaldırılması talebine sırtını dönerek, müezzin ve imamları öğretmen yapmakta, “din bilgisi ve ahlak öğretimi” adı altında tek bir din ve mezhebin eğitimini çocuklarımıza dayatmakta ve sorun çözdüğünü iddia etmektedir.
Eğitim Sen olarak imam ya da müezzinlerin okullarda öğretmenlik yapmaları yönündeki uygulamaya derhal son verilmesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyoruz. Bu sorunun temelinde yatan zorunlu din dersi uygulamasına da son verilerek eğitim hizmetinin kamusal, demokratik, bilimsel ve laik ilkeler kapsamında örgütlenmesi zorunluluğunu tüm yetkililere iletiyoruz. Saygılarımızla. 29.10.2010
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Güven BOĞA
Prof. Dr. Erdal Şekeroğlu’nun anısına
(30 Haziran 1947 – 11 Ekim 2003)
“Nufus kaydına il Elazığ, gün 30 Haziran 1947 olarak işlenmiş. Ben ise kendimi hep dünya vatandaşı olarak gördüm.......... Soran olursa böcekçiyim, böcekler ile büyüyüp, çoğalıyorum her geçen gün” şeklinde eseri “Tırtıl”ın arka kapağında kısaca özgeçmişini sunan böcek aşığı, doğa dostu, tüm dünya sorunlarına duyarlı, her konuda yenilik için çabalayan çok sevgili hocamız Prof. Dr. Erdal Şekeroğlu’nu en verimli çağında kaybettik.
Yokluğuna alışamayacağımız hocamız, 30 Haziran 1947 yılında Elazığ’da doğmuş, babasının görevi nedeni ile çocukluk ve gençlik yıllarında Anadolu’nun bir çok şehrinde bulunmakla birlikte ilk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamlamıştır. 1964 yılında girdiği Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Genel Zirai Bilgiler Bölümü’nden 1968 yılında mezun olmuştur. Daha sonra 1417 sayılı yasa uyarınca Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan yurtdışı yüksek lisans eğitimi sınavını kazanmış ve Georgetown Üniversitesi Washington DC-A.B.D.’de bir yıl süre ile İngilizce hazırlık kursuna devam etmiştir.
Ardından kabul edildiği Rutgers The State University New Brunswick NJ’de Dr. Fred C. Swift danışmanlığında yüksek lisans eğitimine başlamıştır. “Comparative life table studies of nine strains of Amblyseius fallacis (Garman) (Acarina, Phytoseiidae) under laboratory conditions” başlıklı tezi ile 1974 yılında Yüksek Lisans, “Effect or initial prey predator ratios on the interaction of Amblyseius fallacis (Garman) with the European red mite, Panonychus ulmi (Koch) on apple foliage” konulu tez ile de yine aynı üniversiteden 1977 yılında “Entomoloji Doktoru” derecelerini almıştır.
Doktora eğitimi sonrası Türkiye’ye dönen hocamız, 1977 yılında Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü’ne doktor-asistan olarak girmiştir. Aynı üniversitede 1982 yılında yardımcı doçent, 1984 yılında doçent ve 1989 yılında da profesör olmuş, 1982 yılında bir süre YÖK tarafından Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde “Entomoloji” ve “Böcek Ekolojisi” dersleri vermek üzere görevlendirilmiştir. Türkiye’ye dönüşünden sonra öncelikle Akdeniz Bölgesi’nde bulunan avcı akarlar ve zararlı akarlara karşı bunların biyolojik savaş etmeni olarak kullanımı konusunda çalışmalar yürüten hocamız, zaman içerisinde, bölgenin en önemli kültür bitkisi olan pamukta karşılaşılan entomolojik sorunların tüm savaş yöntemi ile çözümüne ilişkin çalışmalara başlamıştır. Bu konudaki çalışmalarını sonraki dönemlerde de ulusal ve uluslararası projeler ile sürdürmüştür.
1990’lardan sonra çalışma konuları içerisine örtü altı yetiştiriciliğinde karşılaşılan entomolojik sorunların çözümünü de eklemiş ve özellikle zararlı akarlara karşı dünyada biyolojik savaş etmeni olarak kullanılan türleri ülkemize getirterek onların bu koşullarda etkinliği üzerine çalışmalara girişmiştir. Hobi olarak Türkiye’nin dört bir yanından topladığı Kaplan böceklerinin de etkisi ile olsa gerek, sonraki yıllarda hocamız doğal zenginliklerimiz ve böceklerin doğadaki işlevleri konusunda ekolojik yönü ağır basan çalışmalara başlamıştır. Bu amaçla Avrupa Birliği destekli projeler ile her geçen gün biraz daha yok olan Çukurova Delta’sının biyolojik zenginliklerinin ortaya çıkarılması, bu alanlardaki yıpranmanın belirlenmesinde böceklerin belirleyici olarak kullanılma olanakları konusuna yoğunlaşmıştır. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını akaroloji konusunda yapmasına karşın, böcekler O’nun her zaman ilk gözağrısı olmuştur. Bu nedenle gözlemlerini ve birikimlerini “doğanın diyalektiği” boyutunda gazetesinde “Tırtıl” adını verdiği köşesinde yine okuyucuları ile paylaşmıştır.
Yazıları daha sonra “böceklerden öğrenilecek çok şeyimiz var” anlamında yine aynı başlıkla kitap olarak yayınlanmıştır. Böceklerin, kuşların yanında orkidelerin de hocamızın yaşamında her zamanayrı bir yeri olmuştur. Akdeniz Bölgesi’nde yetişen orkide türleri ile bunların dağılımlarını hobinin de ötesinde konu uzmanı gibi ele almıştır. Kendi deyişi ile “bu güzellikleri” izleyene ayrı bir zevk veren sunularında bizlerle paylaşmıştır.
Akademisyenliği süresince “Böcek Ekolojisi ve Epidemiyoloji”, “Böcek Sistematiği”, “Böceklerin Sınıflandırılması” ve “Tüm Savaş” gibi lisans ve lisansüstü dersleri veren hocamız, derslerinde öğrencilerinin her zaman anlatılan konuyu sorgulamasını istemiş ve bunu hissettiğinde ise çok mutlu olmuştur.
Hocamız akademik yaşamı boyunca 20’ye yakın yüksek lisans ve doktora tezine danışmanlık yapmış ve bu süre içinde yurtdışı ve yurtiçi dergilerde 100’e yakın eseri yayınlanmıştır. “IOBC of Noxious Animals and Plants”, “Entomo85 logical Society of America”, “New York Academy of Science”, “Systematic and Applied Acarology Society” “Türkiye Entomoloji Derneği”, “Biyolojik Mücadele Derneği” ve “Doğal Hayatı Koruma Derneği” gibi organizasyonların da üyesi olmuştur.Yaşamını bilim ve insanlığa adamış Prof. Dr. Erdal Şekeroğlu insanların mutluluğunu her zaman kendi mutluluğunun önünde tutmuştur. Onu tanımak ve birlikte çalışmak ne kadar büyük bir şans ve zevk ise de, O’nsuz aynı mekanda aynı konuları aydınlatmaya çalışmak bizler için o kadar üzüntü vericidir.
Rahat uyuyun, Sizi hiç unutmayacağız….…
YOKSULLUĞUN VE EŞİTSİZLİĞİN ZİRVEYE ULAŞTIĞI,
İŞSİZLİĞİN ÇIĞ GİBİ BÜYÜDÜĞÜ GÜNÜMÜZDE,
ÜNİVERSİTE SINAV SONUÇLARINDA SIFIRCILARIN OLMASI DOĞALDIR!
En temel insan hakkı olan eğitim hakkının piyasanın acımasız rekabet koşullarına terk edilerek giderek kamusal bir nitelik taşımaktan uzaklaştırılmasının Türkiye’deki en somut kanıtı olan LYS bu yıl da kimileri için yapılmadan kazanılmış, kimileri için ise baştan kaybedilmiş bir sınav olmuştur.
Yoksulluğun ve eşitsizliğin zirveye ulaştığı, işsizliğin, özellikle genç işsizlerin çığ gibi büyüdüğü günümüzde, bu kadar sorunun içinde yapılan üniversite sınavının adaletli olduğunu söylemek mümkün değildir. Üniversiteye giriş sınavı sonuçlarının açıklanmasıyla her yıl, Türkiye’nin belli illeri ve okulları şampiyon ilan edilmektedir. Son yıllarda özel okulların belirgin bir başarı göstermesi, AKP hükümetinin kamu okullarına üvey evlat gibi görmesinin sonucudur. Bu durum, özel ve kamu okullarında okuyan öğrencilerin “sınav maratonu”nda eşit şartlarda mücadele etmediğini göstermektedir.
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Prof. Dr. Yarımağan’ın açıklamasında sınav sistemi bilgileri ve başarılı olan öğrencilerimiz dışında, eğitimin genel tablosu açısından bir değerlendirme olmadığı yine görüldü.
Yarımağan, beş oturuma katılan toplam 1 milyon 856 bin 813 adayın sınavının geçerli sayıldığını bildirdi. Yarımağan, sınavda toplam 784 bin 564 adayın 180 ve üstünde puan alarak tercih yapmaya hak kazandığını ifade etti. Ancak 11 bine yakın adayın sıfırın altında puan aldığı açıklandı.
Her sınav dönemi sonrasında ortaya çıkan tablo, çeşitli eşitsizliklerin varlığı ve bunların giderilmesi açısından hep aynı kalmaktadır. Örneğin bu kadar sayıda öğrencinin neden bu sınavlarda sıfır çektiği, meslek liseli öğrencilerin başarı düzeylerinin bu sınavlarda neden en alt sıralarda yer aldığı, başarı ortalamasının batı illerimizde yüksekken neden doğu illerimizde alt sıralarda yoğunlaştığı soruları her yıl cevaplanmayı beklemektedir. Bu sabitlik karşısında yetkililerin bugüne kadar bu sorunları çözmek için neler yaptıkları ise can alıcı soru olarak karşımızda durmaktadır.
Değişen sınav sistemi sonrasında ortaya çıkan sonuçları eğitim sistemimiz açısından değerlendirebilmek için YGS ve LYS sonuçlarının birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. YGS sınavı geçerli sayılan 1 milyon 487 bin 626 adaydan 14 bin 156’sı sıfır puan ya da altında almıştır. LYS ile birlikte düşünüldüğünde bu sayı 25 binlere ulaşmaktadır.
YGS de 14 bin 156 aday sorulardan hiçbirini doğru cevaplayamamış ve 70 bin 248 aday da 140 puanın altında kalarak LYS’ye başvuramamıştır. Bu rakamsal boyut eğitim sistemimizin niteliğinin düşüklüğünü gözler önüne sermektedir.
Sınav sonuçlarının ortaya çıkardığı en çarpıcı sonuç, tamamen eşitsizlikler üzerine kurulu olan eğitim politikalarının eğitim sistemini çöküş noktasına getirmiş olmasıdır. Bu çöküşün yaşanmasında, eğitimin bilinçli olarak ticarileştirilmesi ve dershanelere endeksli hale geriletilmesinin doğrudan etkisi vardır.
İkili öğretim, kalabalık sınıflar, alt-yapı eksiklikleri, öğretmen açıkları, yetersiz ücretler gibi pek çok sorunun yanında, özellikle son yıllarda yaygınlaşan sözleşmeli öğretmenlik, geçici personel çalıştırma gibi uygulamalar, eğitimin niteliğini ve sürekliliğini olumsuz etkilemiştir.
İlköğretimden başlayarak üniversiteye kadar, sürekli olarak yapılan sınavlara endekslenmiş bir eğitim sisteminin nitelikli olması mümkün değildir. Eğitim sistemimiz çocuklarımızı eğitmemekte, sadece yapılacak olan sınavlara hazırlamaktadır. Dolayısıyla öncelikli olarak yapılması gereken, öncelikle öğrencilerimizi sınav cenderesinden kurtarmaktır. İlköğretimden itibaren üniversiteye kadar yapılan sınavlarda çocuklarımız ve gençlerimiz resmen yarıştırılmakta, birbirleriyle rekabet etmeleri istenmektedir. Kapitalizmin dayattığı “piyasacı eğitim” anlayışının tipik bir örneği olan bu anlayış derhal terk edilmeli, öğrencileri birbiri ile rekabet eden değil, onları geliştiren, çok yönlü bilgi ve beceri kazandırıcı, nitelikli bir eğitim anlayışı benimsenmelidir.
Okul öncesi eğitimden yükseköğrenime kadar tüm eğitim sistemi; bölgeler, okullar ve cinsiyetler arasındaki eşitsizliklerin giderildiği, herkesin eğitim hakkından, eşit ve parasız olarak yararlanacağı ve kimsenin eğitim hakkından mahrum bırakılmayacağı bir şekilde yeniden düzenlenmek zorundadır. Eğitimde fırsat eşitliği ancak bu şekilde sağlanabilir. Aksi takdirde her yıl yapılan sınavlar bir öncekinin tekrarı olmaktan öteye gitmeyecek, sınavlara endeksli eğitim sistemimiz bir taraftan içten içe çürürken, diğer taraftan yeni başarısızlıklar üretmeye devam edecektir. 16.07.2010
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Güven BOĞA