2010-2011 Eğitim Öğretim Yılı İlk Yarıyılı Sonunda Eğitimin Durumu

2010-2011 Eğitim Öğretim Yılı İlk Yarıyılı Sonunda Eğitimin Durumu

 

2010-2011 eğitim-öğretim yılının ilk yarısı 28 Ocak Cuma günü sona erecek. Eğitim Sen olarak her eğitim öğretim dönemi sonunda olduğu gibi, bir bütün olarak eğitim sistemi içinde yaşanan ve yıllardır çözüm bekleyen sorunlara kamuoyunun dikkatini çekmek; başta AKP Hükümeti ve Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, bütün ilgililerin eğitimin, eğitim ve bilim emekçilerinin yaşadığı sorunlar karşısındaki duyarsızlıklarını göstermek amacıyla bir rapor hazırlamış bulunuyoruz. 

2010-2011 eğitim-öğretim yılının ilk yarısının sonu itibariyle Türkiye’de eğitim sisteminin artık kronikleşen sorunları bütün ağırlığıyla varlığını sürdürmektedir. Eğitimin temel bir insan hakkı olması, kamusal finansman yoluyla bütün yurttaşlara eşit ve parasız olarak sunulması gerekirken, önceki hükümetlerin izinden giden AKP Hükümeti döneminde, eğitim hakkı aynı zamanda bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak piyasa ilişkileri içine çekilmiş ve ticarileştirilmiştir. 

8 Yıllık AKP iktidarının piyasacı ve özelleştirmeci politikaları, eğitimi ve eğitim sistemini içinden çıkılmaz bir duruma sürüklemiştir. AKP bu süreci bir taraftan yoğun siyasi kadrolaşma çabalarıyla yürütürken, diğer yandan demokratik, laik, bilimsel ve anadilinde eğitim talepleri görmezden gelinmiş, bu yöndeki talepler yok sayılmıştır. 

 

 

 

Geçmiş yıllarda olduğu gibi, içinde bulunduğumuz eğitim-öğretim yılı içinde de eğitimde sınıfsal, etnik, cinsel, dinsel ve diğer her türlü ayrımcılık konularında ciddi, somut adımlar atılmamıştır. 

 Türkiye eğitim sisteminin yıllar içerisinde artarak büyüyen temel sorunları ve geçtiğimiz dönemde AKP hükümetinin eğitim alanındaki icraatları, 2010-2011 eğitim öğretim yılının ilk yarısında da devam etmiştir.  

 

 

Eğitimde yaşanan sorunları ana başlıklar altında sıralayacak olursak;

*       İlköğretimde okullaşma oranı yüzde 98, Ortaöğretimde ise okullaşma oranı yüzde 60 düzeyindedir. Ortaöğretimde, özellikle mesleki ve teknik ortaöğretimde okullaşma oranı yetersizdir. 

*       Türkiye’deki okulların halen üçte ikisinde ikili, üçte birinde tekli eğitim yapılmakta, sınıf mevcutları geçmişe göre azalmakla birlikte hala kalabalık sınıflarda eğitim-öğretim yapılmaya çalışılmaktadır. Kalabalık sınıflarda eğitim hem öğretmenler hem de öğrenciler açısından önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir.  

*       AKP’nin eğitime bütçeden yüksek oranda pay ayrıldığı ve okullaşma oranlarındaki artışa ilişkin çizdiği olumlu tabloya karşın yaklaşık 125 bin çocuk eğitim hakkından yararlanamamıştır. Zorunlu eğitim çağındaki 6-14 yaş arası ilköğretime devam etmeyen çocukların 2009-2010 eğitim öğretim yılında 187 bin 432’si, 2010-2011 eğitim öğretim yılında ise 124 bin 830’u okula gidememektedir. Bu öğrencilerin 43 bin 971’ini kız çocukları, 80 bin 838’ini ise erkek çocuklar oluşturmaktadır. 

*       Okulların fiziki yapı ve donanım açısından yaşadığı eksiklikler sağlıklı bir eğitim hizmetinin verilmesini güçleştirmektedir. Okulların büyük bölümünde araç-gereç, kütüphane, altyapı donatım yetersizlikleri hala giderilememiştir. Öğrenciler, büyük kentlerde 40-50 kişiye varan kalabalık sınıflarda, kırsal kesimde ise birleştirilmiş sınıflarda öğretim görmeye çalışmaktadır. Sadece ilköğretimde öğrencilerin OECD ortalaması olan 22 kişilik sınıflarda sağlıklı bir biçimde tekli eğitim görebilmeleri için gerekli olan derslik sayısı 163 bin 309’dur.

*       Eğitimde eşitsizlik ve adaletsizliğin en önemli göstergelerinden birisi olarak bölgeler ve iller arası gelir dağılımındaki eşitsizlik devam etmektedir. Ekonomik imkânların kısıtlılığı, çocukların ve gençlerin okula devamını engelleyen en önemli faktördür.

*       Genel liselerin, Anadolu liselerine dönüştürülmesi sürecinde binlerce öğretmen norm kadro fazlası durumuna düşürülmüş ve bu durum telafisi zor mağduriyetler yaratmıştır.

*       Milli Eğitim Bakanlığı, resim, müzik ve beden eğitimi branşlarında ders saatlerini azaltarak, bu alanlardaki öğretmen ihtiyacını azaltarak daha az sayıda öğretmen çalıştırarak kendince “tasarruf” yapmaktadır. Bu uygulama bu branşlarda görev yapan binlerce öğretmenin mağdur olmasına neden olmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı daha şimdiden çok sayıda olumsuzluk yaratmış olan bu uygulamadan derhal vazgeçmeli ve yaşanan mağduriyetlere yenileri eklenmeden bu uygulamadan geri dönmelidir.   

*       2000 yılından bu yana her üç yılda bir 15 yaşındaki öğrencileri değerlendiren PISA testinde Türkiye 2000 yılından bu yana son 3 içinde yer alma “geleneğini” sürdürmüştür.  

*       Okulların en temel ihtiyaçları için bile yeterli ödenek ayrılmamakta, eğitim harcamalarının önemli bir bölümü velilerden toplanan paralarla giderilmeye çalışılmaktadır.

*       Türkiye’de 9 milyonun üzerinde engelli vardır. Türkiye nüfusunun yaklaşık % 12’sini oluşturan engellilerin eğitim hakkından yeterince faydalanabildiklerini söylemek mümkün değildir. Sayıları 1 milyonu bulan 4-18 yaş arasındaki engelli çocukların ancak 30 bini eğitim hakkından yararlanabilmektedir.

*       2002 yılında bir veli çocuğu için yılda 720 TL eğitim harcaması yapıyorken, bu rakam 2010–2011 eğitim öğretim yılında 3 bin 131 TL’ye çıkmıştır.

*       Ders kitaplarının içeriği hala bilimsellikten uzak, ırkçı-gerici ve cinsiyetçi öğelerle doludur. 

*       AİHM kararlarına rağmen zorunlu din dersi uygulamasında ısrar edilmekte, başta Aleviler olmak üzere başka inançtan olan ya da herhangi bir inanışı olmayan ailelerin çocuklarına yönelik ayrımcı uygulamalar sürmektedir. 

*       Evrensel nitelikli temel bir insan hakkı ve eğitim biliminin öncelikli ilkeleri arasında yer alan anadilinde eğitim konusunda herhangi bir somut adım atılmamış olması düşündürücüdür. Kürt açılımı, Alevi açılımı, Roman açılımı gibi girişimlerde bulunan bir iktidar döneminde bu uygulamaların devam ediyor olması söz konusu girişimlerin samimiyetsizliğinin göstergesidir. 

*       Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre 81 ilde 4 bin 193 dershane bulunmaktadır. Dershaneler yıllar içinde, aksi yöndeki tüm iddialara rağmen kamu okullarına alternatif haline getirilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı Stratejik Planı, önümüzdeki 3 yılda dershanelere arsa tahsisi, vergi indirimi vb. teşvikler verilmesi yoluyla bu kuruluşların özel okullara dönüştürülmesi amaçlanmaktadır. 

*       Eğitimde “ticarileştirme” ve “özelleştirme” uygulamaları bütün hızıyla sürmekte, kamu-özel işbirliği çerçevesinde okullarda kamusal finansman yerini büyük ölçüde özel kesimden, şirketlerden sağlanan finansmana bırakmaktadır. Ayrıca son yıllarda eğitim alanında şirketlerin sponsorluğu, devlet/kamu okulları arasında gelir ve ticari faaliyetlere göre hiyerarşinin, bu bağlamda “ayrıcalıklı devlet okulları”nın ortaya çıkmasına neden olmuştur. 

*       Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’nda (YİBO) eğitim gören öğrenci sayısı 2009-2010 eğitim öğretim yılında ciddi bir artış göstermiştir. 2002-2003 eğitim öğretim yılında 546 YİBO ve PİO’da okuyan öğrenci sayısı 166 bin 543 iken, 2009-2010 eğitim-öğretim yılında YİBO sayısı 574’e, YİBO’da okuyan öğrenci sayısı 265 bin 285’e çıkmıştır. Süreç içerisinde okullaşma sorununa temel çözümün bu kurumlar eliyle gerçekleştirileceği beklentisi oluşturulmuştur. Oysa temel olarak yapılması gereken, her çocuğun kendi ikamet ettiği yerde okul, derslik ve öğretmen açığı sorununun giderilmesi ve bu yolla çocukların kendilerinin ve ailelerinin ikamet ettikleri yerlerde eğitim görmelerinin sağlanmasıdır. Bu sürecin bir an önce gerçekleştirilmesi için acil düzenlemeler yapılmalı ve YİBO’lar en kısa sürede kaldırılmalıdır. 

*       Okullarda şiddetin önüne geçilmesi ve güvenliğin sağlanması iddiasıyla “okul polisliği” uygulaması çerçevesinde her okula bir polis yerleştirilmiştir. Ayrıca emniyetle “iletişimi” sağlamak için “muhbir öğretmenlik” uygulaması hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu uygulama, okulda şiddeti bir dizi ekonomik ve sosyo-kültürel önlemle üstüne gidilebilecek bir olgu görmekten çok salt asayiş sorunu ya da adli bir sorun olarak gören çarpık bir zihniyetin ürünüdür.

*       Öğretmen açıkları sorunu geride kalan dönemde daha da artmış ve ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısı 350 bini aşmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı, Personel Genel Müdürlüğü’nün norm kadro esasına göre yaptığı hesaplamaya göre resmi öğretmen açığı142 bindir. 

*       Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun geçmişte sözleşmeliliğe karşı olduğu yolundaki ifadelerine rağmen sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik istihdam edilmesi uygulamaları devam etmektedir. Eğitim ve bilim emekçilerinin farklı statüde istihdamı, eğitim hizmetlerinin düzenli ve sürekli yapılması gereken bir kamu hizmeti olma özelliği ile de temelden çelişmektedir. 

*       Meslekî ve teknik eğitimin artık içinden çıkılamaz hale gelmiş sorunları çözüm beklemektedir. Milli Eğitim Bakanlığı meslek liselerinin ve bu liselerde okuyan gençlerin sorunları dinleyip çözüm üretmek yerine, endüstri meslek liselerini öğrencileri ve öğretmenleriyle birlikte özel sektöre devretmenin planlarını yapmaktadır. 

*       Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) “tüm liselere eşit katsayı” kararı, imam hatipli öğrenci sayısını 28 Şubat sürecinden sonra en yüksek seviyeye ulaştırmıştır. 2002-2003 eğitim öğretim yılında 71 bin 100 olan imam hatipli sayısı, 2009-2010 eğitim öğretim yılında 198 bin 581’e çıkmıştır. 

*       Okullar ciddi boyutlarda idari, teknik ve yardımcı personel eksikliği içerisindedir. MEB’in iç denetim raporunda da belirtildiği gibi27 bin okulda yardımcı hizmetli bulunmamaktadır. Bu nedenle bu hizmetler “dışarıdan hizmet satın alma” yoluyla taşeron işçilere yaptırılmaktadır.

*       Milli Eğitim Bakanlığı’nda iktidar yanlısı kadrolaşma en üst seviyede devam etmektedir. Özellikle yönetici konumunda bulunanlarının neredeyse tamamı AKP yanlısı kimselerden oluşmakta, eğitim emekçileri iktidara yakın sendikalara üye olmaya zorlanmakta, özelikle Eğitim Sen’li emekçiler çeşitli baskılara maruz kalmaktadır.

Eğitim emekçilerinin gelirleri giderlerinin ancak yarısını karşılıyor

 

Eğitim sistemi her geçen yıl artan sorunlarla boğuşurken, görevlerini fedakârca yerine getirmeye çalışan eğitim emekçileri, mevcut gelirleriyle giderlerinin ancak yarısını karşılayabilmektedir. Bugün Türkiye’de eğitim ve bilim emekçilerinin büyük bölümü borç ile yaşamlarını sürdürmekte, ekonomik ve sosyal sorunlarının gölgesinde görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadırlar.   

Son 9 Yılda Bir Eğitim Emekçisinin Maaşının 4 kişilik bir Ailenin Ortalama Aylık Giderini Karşılama Durumu  

Yıllar Ortalama Maaş TL 4 Kişilik Bir Ailenin Ortalama Aylık gideri Yoksulluk Sınırı) Maaşın Aylık Gideri Karşılama Oranı
2002 551 1.054 % 52
2003 648 1.380 % 47
2004 727 1.480 % 49
2005  833 1.650 % 50
2006 960 1.920 % 50
2007 1.050 2.241 % 47
2008 1.130 2.409 % 44
2009 1.276 2.588 % 49
2010 1.427 2.826 % 50

                         

Tabloda son dokuz yıl içinde eğitim emekçilerinin aldığı ortalama maaşlar ve dört kişilik bir ailenin gıda kira, ulaşım, yakacak, elektrik, su, haberleşme, giyim, eğitim, sağlık, iletişim, kültür gibi temel ihtiyaçlarını karşılaması için yapması gereken ortalama harcama miktarı gösterilmektedir. Tablodan da görüleceği gibi, eğitim emekçilerinin aldığı maaşlar, ancak dört kişilik bir ailenin yapması gereken harcamaların yarısını karşılayabilecek düzeydedir. 2002 yılında bir eğitim emekçisi aldığı maaş ile aylık giderlerinin %52’sini karşılayabiliyorken, 2010 yılı sonu itibariyle %50’sini ancak karşılayabilmektedir. 

 

Yukarıdaki tablo “ekonomi iyiye gidiyor”, “Türkiye ekonomisi büyüyor” söyleminin gerçekçi olmadığı göstermektedir. En azından iyiye giden ya da büyüyen ekonominin eğitim emekçilerinin ekonomisi olmadığı açıktır. Tablodaki verilerin anlamı son on yılda eğitim emekçilerinin aldığı maaşların yoksulluk sınırının ancak yarısına ulaşabilmesidir. Özellikle yardımcı hizmetli, memur ve diğer eğitim emekçilerinin ekonomik durumu her geçen yıl kötüleşmektedir. 

 Yüz binlerce eğitim emekçisini yoksulluğun ve açlığın kıskacına alan, mesleğine karşı küstüren mevcut ayrımcı uygulamalara karşı, bilimsel, demokratik, nitelikli bir eğitim yaratmak için, tüm eğitim emekçilerini ekonomik ve sosyal açıdan doyuran bir alternatif yaratılmadığı sürece, eğitimde yaşanan sorunların artarak devam edeceği unutulmamalıdır.  

Sonuç

 

Her geçen gün içten içe çürüyerek bir enkaz haline getirilmiş eğitim sistemimiz 2010-2011 eğitim öğretim yılının ilk yarısında da eğitim emekçilerinin çabaları ile okullarda yürütülmeye çalışılmıştır. İlköğretimden başlayarak tam anlamıyla bir yarış içine sokulan çocuklarımız ve gençlerimiz arasındaki eğitim rekabeti, dershanelerle daha da artmış, oluşan dershane sistemi okullarda verilen eğitimin niteliğini tamamen yitirmesine, en temel işlevlerini bile yerine getiremez duruma gelmesine neden olmuştur.

Eğitim, tüm dünya çapında evrensel bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir. Bunun altında yatan en önemli etken eğitimin; insan kişiliğinin tüm yönleriyle gelişmesinde çok önemli bir faktör ve insanların kendilerini gerçekleştirmeleri ve özgürleşmeleri ile doğrudan ilişkili bir süreç olmasıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde eğitimin; cinsiyet, ırk, etnik yapı ve ulus gibi ayrımlar gözetilmeksizin her bireyin hakkı olduğu açıkça belirtilmiştir. Eğitimin temel bir insan hakkı olması devletin herhangi bir ayrım gözetmeden herkese, eşit ve nitelikli eğitimi parasız olarak sunmasını gerektirmektedir. Her tür ve düzey eğitim; sınıf, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik görüş, ulus, etnik köken gibi ayrımlar yapılmadan herkese sağlanmalıdır. 

 

Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri imzaladığı eğitim hakkıyla ilgili ve eğitimde ayrımcılığın önlenmesine ilişkin uluslararası anlaşmalar ve Anayasa ve ilgili yasalardaki hükümler gereği, eğitim hakkının kullanımının önündeki engelleri aşmak üzere etkin çalışmalar yürütmek zorundadır. Eğitime ilişkin çalışmaları gerçekleştirirken, “eğitim hakkı”na ilişkin ilkeleri göz önünde bulundurmak gerekir.

 

Eğitim sisteminin yıllar içinde birikerek artan yapısal sorunlarını, geçici, günübirlik politikalarla geçiştirmek ya da çözümsüz bırakmak, ülkenin geleceğine vurulmuş en büyük darbe olacaktır. Eğitim sistemimiz; özellikle yoksul, emekçi ailelerin yaşadığı bölge ve yerleşim birimleri açısından daha büyük ihmallerin, derin eşitsizlik ve yoksullukların yaşandığı bir durumdadır. 

 

Eğitim Sen olarak, çocuk ve gençlerimizin, geleceğimizin bu enkazın altında yok olmaması için acil adımlar atılması zorunluluğunu bir kez daha belirtiyor, parasız, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hizmetinin tüm yurttaşlar için ayrım gözetmeksizin hayata geçirilmesi için somut adımlar atılmasını talep ediyoruz. 27.01.2011  

Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu Adına

Güven BOĞA

Şube Başkanı

 

Okunma 2003 defa