egitimsen2

egitimsen2

Değerli Basın Emekçileri,

Türkiye’de son bir haftadır yaşananlar, çok uzun süredir gecenin karanlığının hakim olduğu bir ülkede eşitliğe, özgürlüğe, demokrasiye hasret bırakılan tüm kesimlerin umutlarını yeniden filizlendiriyor. Silmeye, unutturmaya çalışanlara inat, topraklarımızda süren toplumsal mücadeleler tarihine yeni sayfaların eklenişine tanıklık ediyoruz.

Taksim Gezi Parkı’na AVM yapılmasını dayatan talana ve ranta karşı başlatılan protestoları zor kullanarak bastırabileceğini zanneden AKP iktidarı tüm dikta rejimlerinin baş belası en sağlam kayaya, halka toslamış bulunuyor.  Gezi parkındaki doğa katliamına karşı demokratik haklarını kullanarak tamamen barışçıl eylemler gerçekleştirenlerin canına kast eden boyutlara ulaşan devlet terörü ile karşılaşması yıllardır haksızlık ve hukuksuzlukla kuşatılanlar için bardağı taşıran son damla olmuştur.  Baskı ve zulüm düzenine karşı ülkenin dört bir tarafında milyonların sahiplendiği, omuz verdiği Gezi Parkı direnişi bir halk hareketine dönüşmüştür. KESK olarak; tüm baskıların, devlet terörünün üzerine direniş kararlılığıyla yürüyerek ülkesine ve geleceğine sahip çıkan başta gençlerimiz olmak üzere tüm halkımızı selamlıyoruz. Türkiye`nin aydınlık geleceği için yürütülen bu onurlu mücadelede hayatını kaybedenlerin ailelerine, yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

Değerli Basın Emekçileri,

Gezi parkı direnişi halkı kul olarak gören, marjinal, çapulcu olarak nitelendirecek kadar pervasızlaşanların gaz bombalarının dumanı, sisi ile perdelemeye çalıştığı emek ve demokrasi düşmanlığını tüm çıplaklığıyla ortaya sermiştir. Sokak sokak, mahalle mahalle tüm ülkeye yayılan direniş sadece Gezi Parkı’nı değil, bütün bir ülkeyi sermayenin talanına açan, yıllardır emek ve demokrasi düşmanlığının bayraktarlığını yapanlara karşı halkın yükselen tepkisinin ifadesidir.   Tüm acılara, kayıplara rağmen zulme karşı kenetlenen milyonların mücadelesini hala anlamak istemeyen AKP iktidarı ve iflah olmaz yandaşları on yılı aşkın bir süredir katmerleşerek artan yağma ve sömürü düzeninin ülkemizde yarattığı tahribatı, halkta, emekçilerde biriktirdiği öfkeyi görmezden gelmektedir.

12 Eylül faşist askeri darbesinin ürünü anayasaya sırtını dayayan, darbe ürünü kurumları kendi iktidarlarının baskı aracı haline getirenler halkın hala ileri demokrasi demagojilerine inanmasını beklemektedir.  Türkiye’yi emperyalist politikaların bölgedeki taşeronu haline getirenlere göre yeni Osmanlıcılık hevesiyle soyundukları küresel güç olmalarını engellemek isteyen marjinaller "3-5 ağacın sökülmesine" karşı bir bardak suda fırtına koparmak istemektedir.  Ne yiyip içeceğinden nerede ne giyeceğine, kaç çocuk yapacağından hangi durumlarda kürtaj yaptırabileceğine, çocuklarını kaç yaşında okula başlatacağından hangi dersleri tercih edeceğine, hangi dinin, mezhebin inancına göre yaşayacağından hangi diziyi, filmi seyredeceğine kadar kendinde halkın tüm yaşam alanlarına müdahale etme hakkını gören, kendi çizdiği makul vatandaş kalıplarına uymayanlara hakarette, küfürde sınır tanımayanlara göre tüm baskılara, devlet terörüne rağmen alanlara çıkmaya devam edenler ülkenin huzurunu bozmaya çalışan bir avuç çapulcudan ibarettir. En küçük bir eleştiri karşısında bile hezeyana kapılanlara göre ileri demokrasiyi içine sindirmeyenler dış mihrakların oyununa gelmektedir.

Onlara göre ülkenin hapishanelerindeki sendikacılar, gazeteciler, avukatlar, öğrenciler teröristtir. Bunun için yargılanmalarına, mahkemeye çıkarılmalarına gerek de yoktur. Onlara göre her istediklerinde boy gösterdikleri yandaş medya, sordukları çanak soruları cevaplamalarında bile yardımını esirgemeyenler varsa basın özgürlüğü sağlanmıştır. El etek öpen, iktidarlarında himmet bekleyen yandaş sendikaların hormonlu büyümesi sürdükçe sendikal hak ve özgürlükler garanti altına alınmıştır. İktidarlarının hedef gösterdiği her insan ve kurum hakkında dava açabilen savcılar, muhalif tüm seslere ceza yağdıran özel yetkili mahkemeler oldukça yargı bağımsızdır.

Oysa bugün ülkemizin içine her geçen gün daha fazla içine çekildiği emperyalist savaşa, halkın üzerine yağan bombalara, inançlara ve kimliklere yönelik ötekileştirmeye, emeğin haklarını yok etmeye yönelik saldırılara, üniversiteleri sermayenin hükümranlığına açan uygulamalara, yaşamlarına neoliberalizmin dini tevekkülcüğüyle yön verecek daraltmalara, kısacası baskı ve zulüm düzenine karşı artık sabrı tükenen halk ayaktadır.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yapması gereken tek şey, günlerdir polis şiddetiyle engelleyemediği bu halk iradesi önünde boyun eğmek ve bunun gereklerini yerine getirmektir. İstanbul’u gaza boğan, halka saldırı emri veren İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü görevden alınmalıdır. Tüm gözaltı ve tutuklamalar derhal serbest bırakılmalıdır. Taksim Gezi Parkına Topçu Kışlası ve AVM yapılması planı iptal edilmelidir. Başta Taksim olmak üzere şehirlerin meydanlarına konulan toplanma yasakları kaldırılmalı, biber gazı kullanımı yasaklanmalıdır. 

Değerli Basın Emekçileri,

Yoksulluğun, adaletsizliğin, hukuksuzluğun hüküm sürdüğü, emeğin hakkının yok sayıldığı bir ülkede yaşayan tüm kesimler gibi biz kamu emekçileri de geleceğe güvenle bakamıyoruz. Çünkü bir insanın geleceğine güvenle bakabilmesi ancak kişinin gelirinin, sosyal güvenliğinin, sendikal hak ve özgürlüklerinin garanti altı altına alınmasıyla mümkündür. Tüm çalışanlar gibi kamu emekçileri de geleceğe ilişkin beklentilerini koruyabildikleri ölçüde kendisini ve ailesini güvende hissedebilir. Oysa kamu emekçileri istikrarsızlıkla kol kola giren güvencesizliği her geçen gün biraz daha fazla hissetmektedir. Yıllardır hayata geçirilen yasalarla, kanun hükmünde kararnamelerle, fiili uygulamalarla kamu emekçilerinin iş güvencesi alabildiğine sınırlanmıştır.

Özellikle son on yılda esnek, performansa dayalı, kuralsız, güvencesiz istihdam katlanarak artmıştır. Kamunun toptan tasfiyesinin hızlandırıldığı, özelleştirme ve taşeronlaştırma ile kamu yararının rafa kaldırılmak istendiği koşullar yetmiyormuş gibi her gün hayata geçirilen yeni düzenlemelerle iş ve ücret güvencemiz adım adım yok edilmek istenmektedir.  Hangi ad altında istihdam edilirse edilsin tüm kamu çalışanları günümüzün çağdaş köleliği dediğimiz 4/C’li istihdama doğru hızla sürüklenmektedir.

Son olarak 15 Mayıs’ta AKP iktidarı tarafından TBMM’ye sevk edilen “hükümet memurluğu” torba yasa tasarısı kamuda kariyer ve liyakat ilkelerini tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Ehliyetsiz, vasıfsız ama sadece yandaş olduğu için özel sektörden kamuya üst düzey yöneticiliğe atanmanın önünü açan düzenleme ile AKP’nin devletleşme sürecinin önündeki son engeller de ortadan kaldırılmak istenmektedir. Yandaş-Tüccar-CEO takımının açıktan atamayla müdür, genel müdür, müsteşar makamlarına taşındığı bir kamu yapılanması yaratarak doğrudan kamu emekçilerinin iş güvencesini hedef alınmaktadır.

Değerli Basın Emekçileri,

Her türlü baskıya rağmen sesini yükselten, kamu emekçilerinin vicdanın sesi olma kararlılığından ödün vermeyen KESK olarak iş güvencesinden asla taviz vermeyeceğimizi, sendikal hak ve özgürlüklerimizin daha da daraltılmasına izin vermeyeceğimizi defalarca ifade ettik. 21 Mayıs 2013 tarihinde yaptığımız basın toplantısıyla kamu emekçilerinin iş ve ücret güvencesini adım adım ortadan kaldırmayı hedefleyen saldırılara güçlü bir cevap vermek için 5 Haziran’da bir günlük bir uyarı grevi gerçekleştireceğimizi tüm kamuoyuna ilan ettik.

Ancak Gezi Parkı direnişiyle ülkenin dört bir tarafına yayılan eşitlik, özgürlük ve demokrasi talebine kulaklarını tıkayanların,  halkın canına kast edecek kadar gözünü karartanların ortaya çıkardığı vahşet tablosu yeni bir değerlendirme yapmamız gerektiğini göstermiştir.  Bugün ülkenin bütün şehirlerine yayılan halk öfkesi ve direnişi, yıllardır mahkum edildiğimiz neoliberal yağma ve talan düzenine karşı açılmış bir mücadele bayrağıdır. Yaşamını ve geleceğini savunan tüm halk kesimleri gibi, kamu emekçileri de işine, geleceğine ve yaşam alanlarına sahip çıkmaya kararlıdır.

Sömürü ve yağmaya karşı emeğin hakkını, savaşa karşı barışı, emperyalizme karşı bağımsızlığı, ırkçılığa ve şovenizme karşı hakların kardeşliğini kararlılıkla savunan KESK’liler olarak, bu değerlerin hedef tahtasına konduğu koşullarda ne iş güvencesinden ne de sendikal hak ve özgürlüklerden de söz etmenin mümkün olmadığını düşünüyoruz. Bu nedenle grevimizi bugünden itibaren tüm yurtta başlatıyoruz.

Kamu emekçileri iş güvencesi başta olmak üzere, kazanılmış haklarına nasıl sahip çıkıyorsa, halkımızla birlikte yaşam alanlarımıza da aynı kararlılıkla sahip çıkmayı sürdürecektir. Siyasi iktidarı kamu emekçilerinin ve halkın geniş kesimlerinin taleplerine kulak vermeye çağırıyoruz. 657 sayılı DMK'yı değiştirerek kadrolaşmayı artırmayı öngören hükümleri derhal geri çekin.04.06.2013

KESK Adana Şubeler Platformu Adına

Kamuran KARACA

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

 

Gün emeğimize ve değerlerimize sahip çıkma günüdür. Gün demokrasi, emek ve halk düşmanlarına karşı mücadeleyi yükseltme günüdür. "İnsanca Yaşam, Güvenceli İş, Güvenli Gelecek ve Demokratik Türkiye İçin AKP`yi Uyarıyoruz"

 

Taksim Gezi Parkı’nın ranta kurban edilmesine karşı gelişen yurttaş duyarlılığını polis terörü ile bastırmaya kalkışan AKP iktidarı Türkiye halkının vicdanının, hak ve adalet arayışının güçlü duvarına çarptı. 

AKP iktidarı halkın bu onurlu tepkisine devlet terörüyle karşılık verme yolunu seçti. Hak ve adalet isteyen insanlarımız öldürüldü, onlarcası sakat bırakıldı, binlercesi yaralandı.

Medya iktidar ablukası altına alınarak, Türkiye halkının özgürlükçü muhalefeti hakkında muazzam bir çarpıtma ve karalama kampanyası başlatıldı.

Gezi Parkı direnişinin başından bu yana en geniş kesimler tarafından sahiplenmesinde önemli bir görev üstlenen Taksim Dayanışması ile muhatap olmak yerine bu süreçte bir kez bile Taksim ve civarına inmeyenlerle görüşülerek kamuoyu yanıltılmaya çalışıldı.

Ancak halkın direnişi kırılamadı, önüne konulan bütün barajları birer birer aştı.

Türkiye halkının vicdan, hak ve adalet direnişiyle sarsılan AKP iktidarı, halkın büyük direnişini kıramayınca, çevre duyarlılığına indirgemeye, yaygın polis terörü ve despotik yönetim tarzına karşı halk tepkisini gayrı meşru hale getirmeye girişti.

Türkiye’nin özgürlüğe sevdalı insanları AKP iktidarının bu oyununa gelmedi. Halkın hak ve özgürlüklerinden vazgeçmeyen ısrarlı direnişi karşısında AKP iktidarı halka karşı, tüm dünyanın gözleri önünde akıl almaz ve vahşi bir saldırı kampanyası başlattı.  

Halk direnişinin simgesi haline gelen Gezi Parkı ve Taksim Meydanı iktidarın polisi tarafından kimyasal gazlar ve sıvılarla işgal edildi. Bu da yetmezmiş gibi başta Kızılay olmak üzere ülkenin dört bir yanında kentlerde Dünya’nın gözü önünde ölçüsüz polis şiddeti yaşandı. İnsanların kaybettikleri dostlarını uğurlamak için yapacakları anma törenine dahi korkunç bir polis saldırısı yapıldı.

Çocuklar ve yaşlılar tüm insani değerler ayaklar altına alınarak gaza boğuldu, hırpalandı.

Bu vahşi saldırılarda yaralanan insanlarımız için oluşturulan revirler dağıtıldı, doktorlar, hemşireler gözaltına alındı, tedavi araçları ve malzemeleri tahrip edildi.

Halk muhalefetine sahip çıkan milletvekilleri, uluslararası gözlemciler gazlandı, coplandı.

Bu acımasız polis şiddeti, bizzat Başbakan tarafından miting meydanlarında verilen talimatlarla harekete geçirildi. Bu vahşetin sorumluluğu faşizan politikaların talimatını veren AKP hükümetinin yanı sıra bu politikaları uygulayan başta Valiler olmak üzere kolluk güçlerine aittir. Kimden gelirse gelsin halka karşı insanlık suçu içeren talimatları uygulayarak bu suçları işleyenlerin, hesap vereceklerini akıllarından çıkarmamaları gerektiğini hatırlatıyoruz.

Ancak özgürlük ve saygı isteyen halkımız, iktidarın tüm vahşi saldırganlığına inançla, onurla, kararlılıkla, zekayla, aşkla karşı koymayı sürdürüyor. Özgürlük ve onurun, hakkın ve adaletin direnişi büyüyor, tüm Türkiye’yi sarıyor, AKP iktidarın sarsıyor. 

Başbakan Tayyip Erdoğan, halkımızın bu büyük direnişi karşısında giriştiği iç savaş kışkırtıcılığının AKP tabanında karşılık bulmamasından çılgına dönerek, dizginsiz bir baskı rejimi kurma yoluna girdi. Artık sokaklarımızda polis TOMA’larının, Akreplerinin yanında Jandarma TOMA’ları ve askeri birlikleri de görmeye başladık. 

Bizler Türkiye halkının hak, adalet, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin en köklü emek ve meslek örgütleri olarak, AKP iktidarının despotik bir rejim oluşturma yönündeki bu saldırganlığının durdurulmasının bugünün en yakıcı demokratik görevi olduğu kanısındayız. Bu nedenle AKP hükümetinin polisi tarafından uygulanan şiddete derhal son verilmesini ve Başta Taksim olmak üzere şehirlerin meydanlarında uygulanan polis ablukasının kaldırılmasını talep ediyoruz.17.06.2013

DİSK - KESK - TMMOB - TTB – TDB

Kurumlar Adına

Kamuran KARACA

KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcü

 

Kamu emekçilerine ve konfederasyonumuza yönelik baskı ve saldırılar, gözaltı ve tutuklamalarla devam ediyor. Sendikal hak ve özgürlüklerimizi yok sayanlar yine kamu emekçilerinin haklarının gasp edilmesi öncesi düğmeye bastılar. Kamu emekçileri sendikal hareketinin kurucusu ve sözcüsü olan örgütümüzün yıllardır verdiği emek mücadelesi, yine şafak operasyonlarıyla sindirilmeye çalışılıyor.

Son dönemde ülkemizde yaşananlar AKP’nin, yarattığı korku imparatorluğunun gölgesinin ulaşmadığı hiçbir alan bırakmamaya kararlı olduğunu göstermektedir. Tasavvur ettikleri resmi hayata geçirmek için Türkiye’yi hızla tek adam diktasına doğru sürükleyenler; muhalif-demokrat kesimleri cendereye alarak tüm toplumu derin bir sessizliğe mahkûm etmeyi amaçlamaktadır. Bunun için öğrencileri, avukatları, sendikacıları, gazetecileri, korku imparatorluklarına karşı sesini yükselten herkesi gözaltına almakta hukuksuz isnatlarla tutuklamakta sakınca görmüyorlar.  Kısacası insanca bir yaşam ve demokratik bir ülke isteyen herkesi hedef tahtasına koymaya devam ediyorlar.

Bu politikalar sonucunda gezi parkı eylemleriyle başlayan halkın demokratik tepkisini ortaya koyduğu etkinliklere yapılan saldırılar sonucunda 4 yurttaşımız hayatını kaybetti. 18 yurttaşımız gözünü kaybetti, yüzlerce yurttaşımız yaralandı hatta yaralılara yardım eden doktorlar, hemşireler gazlandı, darp edildi ve gözaltına alındılar.

Kamu çalışanları olarak haklarımız için ve haksızlıklara karşı 4-5 Haziran ve 17 Haziran tarihlerinde Ülke genelinde Grev yaptık.  Bugün 4 ve 17 Haziran tarihleri arasında hem grevler için hem de gezi parkı eylemlerine katılanlar diyerek İçişleri Bakanlığının istemiyle soruşturma başlatılmıştır. En meşru haklarını kullanan kamu çalışanları için baskı ve sindirme müdahalesi olarak gördüğümüz bu uygulamayı şiddetle tepki gösteriyoruz.

Buradan soruyoruz; AKP politikalarıyla bunalan ve tepkilerini sokağa taşıyan kamu çalışanlarına ve insanlara soruşturma açmak hangi hukuki kapsamda yapılmaktadır?

AKP mitinglerine kamu araçlarıyla taşınan kamu çalışanları için de soruşturma yapılacak mıdır?

Diğer taraftan bu baskılamanın bir başka yöntemi de gözaltı ve tutuklamalardır. Bu sabah Üyemiz Eser Çapar’ında aralarında bulunduğu 4 kişi evlerinden gözaltına alınmışlardır.  Halkla birlikte tepkilerini alanda ortaya koymaktan başka bir suçlama olmayacağını düşündüğümüz bu gözaltları kınıyor ve serbest bırakılmalarını talep ediyoruz.

Diğer taraftan son yıllarda ardı ardına yapılan operasyonlar sonucunda aralarında KESK Genel Örgütlenme Sekreteri Akman ŞİMŞEK ‘inde tutuklu arkadaşlarımızın sayısı 87’dir.

 

KESK olarak, ne zaman haklarımızı, özgürlüklerimizi yok sayan düzenlemelere, saldırılara karşı emek ve demokrasi mücadelemizi yükseltsek karşımızda korku imparatorluğunun mimarı AKP’yi buluyoruz.  

Gözaltına alınan arkadaşlarımıza, sendikal faaliyetlere katılmaları suç olarak gösterilmekte ve bu kapsamda sorular yönetilmektedir. Ancak bildiğimiz bir şey varsa o da AKP’nin emek ve demokrasi düşmanlığında “ustalaştığı”, kendisine muhalefet eden herkesi bazen varlık nedenlerini oluşturan en doğal eylem ve etkinlikleri suç sayılarak, bazen de suç yaratarak itibarsızlaştırılmak istediğidir.

Bizler biliyoruz ki; sömürü ve yağmaya karşı emeğin hakkını, savaşa karşı barışı, emperyalizme karşı bağımsızlığı, ırkçılığa ve şovenizme karşı hakların kardeşliğini kararlılıkla savunduğumuz, baskı ve sömürü düzeni üzerine kurulu bu köhne düzene karşı her koşulda direneceğimizi ifade ettiğimiz için bu tabloyla karşı karşıyayız.

Bilinmelidir ki, KESK ve dostları emek ve demokrasi mücadelesini yükselterek her türlü hukuk dışı uygulamanın karşısında olmaya devam edecek, emek ve demokrasi güçleri için her geçen gün kararan bu tabloyu ortadan kaldırma mücadelesini kararlılıkla sürdürmeye devam edecektir.  Tutuklanan üyelerimizin haklarını her zeminde koruyup savunmaya devam edeceğiz. AKP hükümetinin faşizan politikalarına karşı duracak, zulmün ve zorbalığın efendileri önünde asla boyun eğmeyeceğiz.

 

KESK olarak tüm demokratik muhalefete, üye ve yöneticilerimize yönelik soruşturma, yıldırma ve sindirme uygulamalarına son verilmesini, tutuklanan arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz. 19.06.2013

 

KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü

Kamuran KARACA

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Yüz Binlerce İnsanı Gözaltına Alabileceğinizi mi Sanıyorsunuz?
Bu Cadı Avı Derhal Durdurulmalıdır!


Son dönemde ülkemizde yaşananlar AKP’nin, yarattığı korku imparatorluğunun gölgesinin ulaşmadığı hiçbir alan bırakmamaya kararlı olduğunu göstermektedir. Tasavvur ettikleri resmi hayata geçirmek için Türkiye’yi hızla tek adam diktasına doğru sürükleyenler; muhalif-devrimci-yurtsever ve demokrat kesimleri cendereye alarak tüm toplumu derin bir sessizliğe mahkûm etmeyi amaçlamaktadır. Bunun için öğrencileri, avukatları, sendikacıları, gazetecileri, korku imparatorluklarına karşı sesini yükselten herkesi gözaltına almakta hukuksuz isnatlarla tutuklamakta sakınca görmüyorlar. Kısacası geleceğine sahip çıkan, insanca bir yaşam için ve özgür demokratik bir ülke isteyen herkesi hedef tahtasına koymaya devam ediyorlar.

 


Adana’da 2 gün önce aralarında Eğitim Sen üyesi Eser Çapar’ında olduğu ve HDK bileşenlerinden Serkan Nar, Ahmet Ekinci ve Uğur Can Büyüknisan olmak üzere dört arkadaşımız gözaltına alınmışlardı.
Bu sabah erken saatlerde birçok ilde olduğu gibi Adana’da da çok sayıda adrese baskın düzenleyerek Polis insanları gözaltına aldı.
Bugün gözaltına alınanlar Eğitim Sen Üyesi Kenan KALKAN, Emre Aslan, Memet Çelik, Orbay Gayret, Kurtuluş Yıldız ve Zemin Demirel’dir.
Geçtiğimiz günlerde ise ESP’li arkadaşlara yapılan gözaltı furyası sonucu 18 kişi tutuklandı bunun yanı sıra yine bu operasyonlar çerçevesinde SDP’li 4 arkadaş ve Beşiktaş Çarşı grubundan 2 arkadaşımız tutuklanmışlardır.


Gerçekleştirilen gözaltı saldırıları ve tutuklanmalar sendikacılar, devrimci ve sosyalist örgütler şahsında gezi parkı direnişine karşı yapılmıştır.
Hedefte olan halkın özgürlük ve onur mücadelesidir. Bu saldırı söz, eylem ve örgütlenme isteyen halka, taşeron sistemine karşı iş güvencesi, can güvenliği, grev ve sendikalaşma isteyen işçilere demokratik, bilimsel ve anadilde eğitim hakkı isteyen gençliğe, kadına yönelik şiddete ve kadın cinayetlerine karşı mücadele eden emekçi kadınlara, anadil hakkı ve kimliği için sokağa çıkan Kürt halkına, çevre ve doğanın korunması için mücadele yürütülen çevrecilere, rantsal dönüşüme karşı mücadele eden kent emekçilerine inanç ve vicdan özgürlüğü isteyen Alevi halkımıza yapılmış bir saldırıdır.


Öncelikle belirtmek isteriz ki, söz konusu baskınlar ve gözaltılarla, Türkiye halkının günlerdir süren ortak mücadelesini bölemeyecek ve kendinizce suç odakları yaratamayacaksınız. AKP`nin suçlu yaratmaktaki ustalık dönemine yakından tanıklık edenler olarak biliyoruz ki "yalancının mumu" çoktan söndü!
Yıllar içinde adım adım yaratılan korku imparatorluğunun, meydanlara mühürlenen mücadele kararlılığıyla ve direnişin mizahından yükselen kahkahalarla tam ortasından yarıldığı bir dönemde AKP, artık kimseyi yalnızlaştıramayacağını ve "marjinalleştiremeyeceğini" aklının bir yerine kazımalıdır! Unutulmamalıdır ki asıl baskı, sindirme ve yok etme gibi faşizan tekniklerin üzerine iktidarını kurumsallaştıranlar "MARJİNAL"dir. Çünkü bu tahakküm biçiminin adı FAŞİZMDİR!

 


Bizler, cadı avına başlayan, daha yitirilen canların ve binlerce yaralının hesabını vermeyen polisin, müdahale gücünü daha da artıracağını söyleyen AKP`yi bir kez daha uyarıyoruz! Gözaltılar derhal durdurulmalıdır! Gözaltına alınanlar derhal serbest bırakılmalıdır! Eğer bir hesap sorulacaksa, bu hesap devlet terörü sonucu yitirilen canların ve binlerce yaralının hesabı olacaktır. 21.06.2013

KESK Adana Şubeler Platformu, Adana Halkların Demokratik Kongresi,
İnsan Hakları Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Halkevleri, BDSP adına

Yalçın ALÇİÇEK
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü

Bilim ve Sanat Merkezlerinin İşlevi Yok Ediliyor

Bilindiği üzere, Bilim ve sanat merkezleri, M.E.B. Özel Eğitim Hizmetleri ve M.E.B. Bilim ve Sanat Merkezleri Yönergesine göre üstün ve özel yetenekli öğrencilerin eğitim- öğretim gördüğü kurumlardır. Bu kurumlara öğrenciler iki kademeden oluşan özel sınav ile alındığı gibi Bu merkezlerde görev yapacak yönetici ve öğretmenler de, alanları veya üstün yeteneklilerin eğitimi ile ilgili alanda yüksek lisans veya doktora yapmış olmaları, üstün yetenekli çocuk/öğrencilerin hizmet içi eğitimi, seminer ve kurslarına katılmış olmaları gibi nitelikler de göz önünde bulundurularak, seçilmektedir.

Bireyselleştirilmiş öğretimin esas alındığı Bilim ve Sanat Merkezleri 05/07/2013 tarihinde normları bakanlık tarafından MEB’na Bağlı Okul ve Kurumların Yönetici ve Öğretmenlerinin Norm Kadrolarına İlişkin Yönetmeliğin 15. Maddenin g/4 bendine göre güncellenmiştir. Güncellemeye göre Görsel sanatlar/Resim ve Müzik öğretmeni normu 2, diğer tüm branşlarda 1’e indirilmiştir. İdareci normların da ise bazı bilim ve sanat merkezlerinde 1 müdür 1 müdür yardımcısı, bazı bilim ve sanat merkezlerin de ise sadece 1 müdür olarak belirlenmiştir. Ancak adı geçen yönetmelikte yer alan  “Özel eğitim okul ve kurumlarında (Hastane ilkokulları hariç) öğrenci sayısı 51’ kadar 1, 51-126’ya kadar 2, sonra gelen her 150 öğrenci için 1 müdür yardımcısı norm kadrosu verilir.” (Madde 8),  “ Üstün yeteneklilere yönelik açılan kurumlardan öğrenci sayısı 25’e kadar olanlar için 1, 25’ten fazla olanlar için 2 sınıf öğretmeni normu verilir.” (Madde 10-6) maddeleri dikkate alınmayarak Bilim ve Sanat Merkezlerine sınavla atanan öğretmen ve idareciler norm fazlası duruma düşürülmüştür.

Üstün yetenekli çocuk/öğrencilerin bireysel yeteneklerinin farkında olmalarını sağlamakla görevli eğitim yöneticisi ve öğretmenlerin, hiçbir hukuksal düzenlemeye dayanmadan norm kadro fazlası durumuna düşürülebileceklerinin farkına varmaları, yönetici ve öğretmenlerde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır.

Bu durumda;

•             Bireyselleştirilmiş öğretimin esas olduğu merkezlerde bireyselleştirilmiş öğretimden uzaklaşılacak, üstün ve özel yetenekli öğrenciler kalabalık sınıflarda kaybolacaklardır.

•             Norm kadro fazlası olan öğretmen ve idareciler eş değer olmayan kurumlara tayin istemek zorunda bırakılacak, sınavla elde ettikleri hakları elinden alındığından öğretmen ve idarecilerin çalışma istekleri yok edilecektir. Öğretmen kadrosu ve bina konusunda zaten sorunlarla baş başa bırakılan bilim ve sanat merkezlerinde sorunlar daha da artacaktır. Normu düşmeyen öğretmenlerin ders ve iş yükleri artacağından üstün zekâlı ve özel yetenekli öğrencilere yönelik yapılacak eğitimin kalitesi düşecektir.

•             Bir öğretmenle etkinliklerin yürütülemeyeceği kısa sürede herkes tarafından anlaşılacağından normlar yeniden güncellenerek (kadrolu öğretmen ataması yapılmadığından) görevlendirmeyle öğretmen mi çalıştırılacak? Bu görevlendirilecek öğretmenler, kimlerden oluşacak?  Hangi kriterlere göre atanacak? Yoksa kişisel ilişkiler mi devreye girecek?

•             Bütün kurumlarda olduğu gibi bilim ve sanat merkezlerinde de aynı yönetimsel işler yapılmaktadır. Bu durumda üç – dört idarecinin yaptığı işleri sadece bir müdür veya bir yardımcısı nasıl yürütecektir?

Bu nedenlerle, Milli Eğitim Bakanlığı Bilim ve Sanat Merkezlerinin mevcut binalarını geliştirmek, laboratuar şartlarını iyileştirmek, öğretmenlerinin yeteneklerini etkili hale getirmek ve sayılarını arttırmak için çalışmalar yapmak yerine mevcut öğretmenlerin normlarını azaltarak üstün ve özel yetenekli öğrencilerin eğitimini kendi eli ile baltalamaktan bir an önce vazgeçmelidir.

ŞUBE YÜRÜTME KURULU

Milli Eğitim Bakanı Nabi AVCI’nın yaptığı açıklamalar ile 60ve 66 aylık öğrencilerin kayıtlarından vazgeçildiği anlaşılmakta ancak 69 aylıklardan başlanarak 1. Sınıflara kayıt alınmıştır.

72 aylık çocukların zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak ilkokula hazır olduğu gerçekliğine rağmen hala 72 ay öncesi çocukların ilkokula zorlanması anlamsızdır. Kaldı ki geçen yılki 60 ve 66 aylık öğrencilerin yaşadıkları dikkat dağınıklığı, dinleme bozukluğu gibi ileriki yıllarda çocukların eğitimini olumsuz etkileyecek izlerin sorumluluğu kendilerindeyken 69-72 ay arası çocukların da benzer sorunları yaşayacağı ortadadır. Hükümet bu yanlıştan vazgeçmelidir.

Velilere, 72 ay öncesi çocuklarını ilkokula değil, anaokuluna göndermelerini öneriyoruz.

Diğer tarafdan

Eğitimde 4+4+4 dayatması ile daha da derinleşen eğitimde piyasa odaklı dönüşüm sürecinde ilkokul ve ortaokullarda yaşanan kaosa paralel olarak ortaöğretimde yapılan değişikliklerle yüz binlerce öğrenci göz göre göre mağdur edilmektedir. Bu yıl son kez yapılan ve ilköğretim sekizinci sınıf öğrencilerinin girdiği Seviye Belirleme Sınavı (SBS), AKP’nin eğitimin bütün kademelerinde olduğu gibi, ortaöğretimde de yeni bir kaosun kapıları aralanmıştır.

Bilindiği gibi 2013-2014 eğitim yılından itibaren düz liseler kaldırılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tıpkı eğitimde 4+4+4 dayatmasında olduğu gibi, liselerin dönüştürülmesi konusunda da, okul kayıtlarının yapılmaya başlandığı bir dönemde, yeterli altyapı çalışmaları yapmadan atmış olduğu adımlarla yüz binlerce gencimizi mağdur etmiştir.

MEB’in 2012-2013 örgün eğitim istatistiklerine göre geçtiğimiz yıl 8. sınıfta okuyan ve bu yıl 9. sınıfa başlayacak olan 1 milyon 270 bin 74 öğrencinin 363 bin 872’si Fen, Anadolu, Anadolu Öğretmen ve Sosyal Bilimler Liselerinde okuma “fırsatı” bulurken, 184 bin 707 öğrenci SBS sonucuna göre Anadolu türü mesleki teknik eğitim okullarına, 64 bin 170’i ise Anadolu İmam Hatip Lisesine kayıt yaptırabilecektir. Bu yıl 9. sınıfa başlayacak öğrenci sayısından sınav puanı ile bir ortaöğretim kurumuna yerleşen öğrencilerin sayısını çıkardığımızda geriye herhangi bir okula yerleşme imkanı bulamayan 657 bin 325 öğrenci kalmaktadır. Bu öğrencilere özel okul, meslek lisesi, İmam Hatip Lisesi, Çok Programlı Lise ya da Açık Liseden birisini tercih etme zorunluluğun gündeme getirilmiştir.

Resmi rakamlar tercih dayatması yapılan öğrenci sayısının 657 bin 325 olduğunu göstermesine rağmen, MEB’in bu durumda olan öğrenci sayısını 574 bin olarak açıklanması, mağdur edilen öğrenci sayısının bile yanlış hesaplandığı izlenimini doğurmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı, tıpkı okul dönüşümleri ile yüz binlerce öğrenci ve öğretmeni mağdur ettiği gibi, şimdi de lise kayıtlarının devam ettiği bir dönemde gençlerimizi büyük bir belirsizliğin içine itmiştir.

 

İlimiz Adana’da geçen yıl 8. sınıftan mezun olan yaklaşık 37 bin öğrencinin, yaklaşık 26 bini akademik eğitim yapabileceği Fen, Anadolu, Anadolu Öğretmen, Sosyal Bilimler, Anadolu meslek lsielerine yerleşme fırsatı bulabilmiş, geriye kalan 10 bin civarında öğrenci herhangi bir okula yerleşememiştir. Bugün Adana Milli Eğitim Müdürlüğün’de duyurusu yapılan boş kontenjanlar için Anadolu liselerine başvuru kapatisesi boş kontenjanlar için yaklaşık olarak bin civarında öğrenciyi yerleştirebilecektir. Bu da geriye kalan 8-9 bin öğrencinin Anadolu liselerine yerleşemeyeceği ve zorla açık lise, imam hatip lisesi, meslek lisesi ve özel okullara gönderilmesi anlamına gelmektedir.

 

Öğrenciler zorla meslek liselerine, imam hatip liselerine ve özel okullara yönlendiriliyor

 

MEB, tıpkı 4+4+4 dayatmasında olduğu gibi, yeni ortaöğretim sisteminde de öğrencileri zorla özel okullara, meslek liselerine ya da imam hatip liselerine yönlendirmeye çalışmaktadır. Eğitimde 4+4+4 dayatmasının kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaöğretim kurumları (liseler), tıpkı ilkokul ve ortaokullar gibi mevcut sistemin ekonomik ve siyasal ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılırken, genel liselerin ortadan kaldırılması ile lise çağındaki öğrencilerin büyük bölümünün muhtemel öğrenci kontenjanları dikkate alındığında meslek liselerine, imam hatip liselerine, özel liselere ve açık lisede okumaya zorlandığı anlaşılmaktadır.

2013 yılında son kez yapılan SBS’ye 1 milyon 112 bin 604 öğrencinin girmiş olması, bu öğrencilerin tamamına yakınının bugün “akademik lise” olarak adlandırılan okullara gitmek istediğinin somut bir göstergesidir. Bu açık gerçeğe rağmen Milli Eğitim Bakanlığı, daha önce hazırlamış olduğu stratejik planlarında da sık sık ifade ettiği gibi, ortaöğretimde okuyacak öğrencilerin sadece 363 bin 872’sine akademik liselerde okuma imkanı tanımakta, bu yıl 9. sınıfa başlayacak öğrencilerin yarısından fazlasını meslek liselerine, özel okullara, imam hatip liselerine ya da açık liseye gitmeye zorlamaktadır.

 

AKP hükümeti döneminde eğitimde yaşanan yoğun ticarileştirme uygulamalarına paralel olarak hayata geçirilen din eğitimi uygulamaları, siyasi iktidarın yıllardır “arka bahçesi” olarak gördüğü imam hatip okullarına yönelik “pozitif ayrımcılık” her fırsatta karşımıza çıkmıştır. Çok sayıda kamı okulu ödenek yetersizliği ile karşı karşıya kalırken, bugüne kadar hiçbir imam hatip okulunun kaynak sıkıntısı çekmemiş olması ve taleplerinin hemen yerine getirilmesi dikkat çekicidir.

AKP iktidarı döneminde imam hatip liseleri ve bu liselerde okuyan öğrenci sayısındaki istikrarlı bir artış yaşanmış, özellikle son iki yılda İHL sayısı 537’den 708’e çıkmıştır. 2013-2014 eğitim öğretim yılında bu sayıya 100 yeni İHL eklenerek sayının 808’e çıkması planlanmaktadır.

 

AKP hükümetinin iktidar olduğu ilk günden bu yana kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak ve velilerin çocuklarını özel okullara göndermesi için çeşitli yasal düzenlemeler yaptığı hatırlanacaktır. Özel öğretimi teşvik adı altında bugüne kadar yapılan bütün teşvikler sonucunda Türkiye’de kamu okullarına sağlanmayan olanaklar, devlet desteğiyle özel okullara fazlasıyla sunulmuştur. Son olarak eğitimde 4+4+4 dayatması ile birlikte çok sayıda öğrenci velisi çocuklarını özel okullara göndermek zorunda kalmış, 2012-2013 eğitim öğretim yılında özel okula kayıtlarda belirgin bir artış yaşanmıştır.

Örgün özel öğretim kurumlarına giden öğrenci sayısı 4+4+4 öncesinde 535 bin iken, 4+4+4 sonrasında bu rakam yüzde 15 artışla 613 bine kadar çıkmıştır. Eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında özel okulöncesi eğitim kurumu sayısı 2.848’den 3.641’e, özel ilköğretim okulu sayısı; 992 ilkokul ve 904 ortaokul olmak üzere Türkiye koşullarında hayal bile edilemeyecek rakamlara ulaşmıştır. Aynı dönemde özel ortaöğretim sayısının 840’tan 1.033’e çıkmış olması dikkat çekicidir.

Hükümetin özel meslek liselerine yönelik öğrenci başına 4 bin 500 TL teşviki daha mürekkebi kurumadan etkisini göstermiş, geçtiğimiz yıl 45 olan özel meslek lisesi sayısı neredeyse 3 kat artarak 126’ya çıkmıştır. Özel meslek liselerine teşviklerin sürmesiyle birlikte başta özel sağlık liseleri olmak üzere, özel liselerin sayısında ciddi bir artış yaşanması beklenmektedir.

Sermaye çevrelerinin bu konuya yaklaşım tarzı, ihtiyaç duydukları ucuz ve nitelikli işgücünü karşılayabilme arayışlarıyla ilişkilidir. İstedikleri uzmanlaşmış, kendini sürekli olarak eğiterek “hayat boyu öğrenme” ilkesinin müdavimi olan, rekabetçi, girişimci, ucuz, AB standartlarında bir işgücüdür. Markayı en üst değer olarak görmesi gereken işgücünün eğitimi ve bu nitelikleri edinebilmesi için sermaye grupları, özellikle de teknik ara eleman ihtiyacı yaşayan sanayi çevreleri, hükümetle el ele bu süreci yönetmektedir.

 

MEB’in çözüm önerileri hiç gerçekçi değildir


 

MEB, genel liselerin kaldırılması nedeniyle mağdur olan yüz binlerce öğrencinin durumundan kaynaklı olarak yapılan yoğun eleştiriler üzerinde meslek lisesine gitmek istemeyen ve resmen “ortada” kalan öğrencilerin meslek ve Anadolu liseleri bünyesinde açılacak olan “düz lise programı” ile sorunlarının çözüleceği iddiası gerçekçi değildir. Bu okulların altyapısının bu kadar öğrenciyi “genel lise programı” içine alması teknik olarak mümkün değildir.

Bakanlığın mağdur olan öğrencilerin ayrıca Çok Programlı Liseler (ÇPL) bünyesindeki genel lise programlarına kayıt yaptırabileceğini söylemesi, bu statüdeki okulların sayısından ve kontenjanından bile haberdar olmadıklarını göstermiştir. MEB verilerine göre Türkiye genelinde sadece 615 Çok Programlı Lise bulunmaktadır.  ve bu liseler genellikle öğrencilerin az olduğu yerlerde açıldığı için sayıları ve kontenjanları sınırlıdır. MEB’in ortaöğretime kayıt döneminde böylesine gayri ciddi bir açıklama yapması, yaşanan sorunun büyüklüğünün farkında olmadığını göstermektedir.

2012-2013 örgün eğitim istatistiklerine göre Türkiye çapında faaliyet gösteren 615 Çok Programlı Lise bünyesinde okuyan öğrenci sayısı sadece 181 bin 521’dir. İstanbul’da 21, İzmir’de 10, Ankara’da ise sadece 7 tane çok programlı lise bulunmaktadır. Sadece üç büyük şehirdeki öğrenci yoğunluğu dikkate alındığında bile MEB’in çözümünün hiç de gerçekçi olmadığı anlaşılmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı akademik liselere gidemeyen ve kendi tercihi dışında zorla meslek liselerine, imam hatibe, özel okullara gitmeye zorlanan yüz binlerce öğrenciyi hangi matematiksel mucizeyi hayata geçirerek 615 adet Çok Programlı Liseye gönderecektir.

AKP’nin piyasacı-muhafazakar ve otoriter politikalarının bir devamı, rant ve kar arayışı karşısında özellikle yoksul ailelerin çocuklarına verilen değerin an açık ifadesidir. MEB’in hayata geçirmeye çalıştığı yeni ortaöğretim modeli, özellikle yoksul emekçi çocukları için meslek lisesi, imam hatip lisesi ve açık lise arasında tercihte bulunma zorunluluğu getirmekte, öğrenciler bir anlamda “kır katır mı, kırk satır mı? tercihine zorlanmaktadır.

Tüm bu sorunların yanında genel olarak eğitim sisteminde yıllardır yaşanan sorunların aşılması, Türkiye’de eğitimi hak ettiği noktaya taşımak, ancak eğitimin eşit, parasız ve kamusal niteliğini arttırmayı hedefleyen bir anlayışla mümkündür. Bu nedenle eğitim sistemi sermaye ve piyasa yararına düzenlemelerle değil, halktan, yoksul ve emekçi sınıflardan yana değişikliklerle gündeme gelmelidir.

 

Eğitim Sen olarak belirtmek isteriz ki yaşananlar, AKP’nin piyasacı-muhafazakar ve otoriter politikalarının bir devamı, rant ve kar arayışı karşısında yoksul ailelerin çocuklarına verilen değerin an açık ifadesidir! AKP’nin ekonomik krizi eğitimdeki dönüşümle fırsata çevirme hamlesidir!

 

Öyle ki eğitim sistemimiz; geçtiğimiz 10 yıl içinde daha piyasacı ve daha gerici bir anlayışla yönetilmeye başlanmış, veliler çocuklarını okutabilmek için önceki dönemlere göre cebinden daha fazla harcama yapmak zorunda bırakılmıştır. Eğitimin temel insan haklarından birisi olduğunun göz ardı edildiği bu 10 yıllık süreçte, eğitimin giderek daha fazla paralı hale geti­rilmesiyle birlikte, milyonlarca çocuk ve gencimiz ya eğitim hakkından yok­sun bırakılmış ya da çeşitli nedenlerle eğitimlerine devam edememiştir.

 

AYRIMCILIK, ÖTEKİLEŞTİRME VE DAYATMALARDAN VAZGEÇİLMELİDİR.

 

Bugün dünyanın bütün ülkelerinde insan hakları, demokrasi ve özgürlük bilinci yükseliyor. Farklı dillerin, kültürlerin, renklerin aynı haklardan eşitçe yararlanması anlayışı gelişiyor. Devlet eliyle birey ve toplum inşası reddediliyor. Ekonomide ve sosyal hayatta adalet vazgeçilmez ölçüt oluyor. İnsanlığın gelişmesi özgür, eşit, demokratik bir eğitim anlayışıyla herkesin ulaşabileceği, kamusal, parasız, laik, bilimsel ve anadilinde bir eğitim programıyla mümkündür. Eğitimde ayrımcılığın ve dayatmaların olmaması, örgün ve kamusal eğitim süreçlerinden zorunlu din derslerinin kaldırılmasını ve herkesin anadilinde eğitim alma hakkına kavuşmasını talep eden imza standımızıda burada açıyoruz.

 

Öğrencilerin özgür seçim hakkını elinden alan ve açık bir dayatma olarak karşımıza çıkan böylesi bir uygulama kabul etmediğimiz bilinmelidir. Eğitim Sen olarak MEB’i ciddiyete davet ediyor, herkesi çocuklarımızın  eğitim hakkına ve geleceğine sahip çıkmaya davet ediyoruz!09.09.2013

 

Şube Yürütme Kurulu Adına

Kamuran KARACA

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Gezi direnişinin ruhu her geçen gün yayılıyor, AKP iktidarı ise baskı ve şiddeti arttırarak giderek daha saldırganlaşıyor.
İktidarın bu saldırganlığına giderek daha fazla karalama ve itibarsızlaştırma oyunları eşlik ederken, hedef tahtasına ise her geçen gün daha fazla isim ekleniyor. Gezi direnişinin parçası olan herkes AKP iktidarının hedefi haline gelirken; iktidar ve iktidarın gölgesinde kalan yandaş medyası, direnişi destekleyen sanatçı, aydın, sendikacılar, oda yöneticileri ve yazarlara dönük linç kampanyası yürütmektedir.



İlimizde de geçtiğimiz Haziran ayında yapılan Gezi Parkı eylemlerine katılan arkadaşlarımız hakkında, 'eylemlere katılıp kitleleri yönlendirmek suçlamasıyla' idari soruşturma başlatılmıştır.


Görevlendirilen Milli Eğitim müfettişlerince, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Adana Şubesi Başkanı Kamuran Karaca, yönetim kurulu üyeleri Orhan Alıcı, Ahmet Karagöz, Esra Aslan Kösele, Yalçın Alçiçek, Abdullah Yalçın ve Halil Kara ile üyeler Mehmet Akarsubaşı, Kenan Kalkan, Mehmet Rüştü Şatır, Münir Korkmaz, Ayhan Topal ve Birol Satar, Kamu Hastane birlikleri Genel Sekreterliğince görevlendirilen muhakkik tarafından Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Adana Şube Başkanı Muzaffer Yüksel ve Yönetim kurulu üyesi Gülistan Atasoy, Adana Tabip Odası Başkanı Dr. Ali İhsan Ökten ve Adana Tabip Odası Eski Başkanı Dr. Rıza Mete'den savunmaları istemiştir.
Adana’da daha önce de, 3 Temmuz'da, yine Gezi Parkı eylemleri nedeniyle üyemiz öğretmen Güven Boğa’ya da soruşturma açılmıştır. Ayrıca yüzlerce öğretmen arkadaşımıza eylem ve etkinliklere neden katıldıklarına dair idari soruşturmalarda devam etmektedir.


Tüm bu soruşturmaların kamu çalışanlarına gözdağı vermeye yönelik olduğunu biliyor. Bu sürecin faturaları çağrı yapanlara, özellikle de kamu emekçilerine çıkartılmak isteniyor.
Bu yöntemlerle bizleri yıldırmaya çalışıyorlar. Anayasal hakkımızı kullandığımız için bizleri cezalandırmak istiyorlar. Bu durum bile Türkiyede demokratik düzenin nasıl olduğunu ortaya koyuyor.


DİSK, TMMOB, TTB ve KESK Adana’da dinamik örgütlerdir. Bizler Genel Merkezlerimizin aldığı kararlar ve Anayasal haklarımız doğrultusunda demokratik tepkilerimizi göstermek için bu eylemlere katıldık. Örgütlerimizin hem hareketlerini sınırlandırmak hem diğer kamu emekçilerine gözdağı vermek çabasındalar.
Bundan sonra da arkadaşlarımız üzerinde baskı oluşturan her adımın takipçisi olacağız ve bu anti demokratik uygulamalara karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Bizim mücadelemiz Gezi direnişinde açığa çıkan emek, adalet ve özgürlük taleplerimizi dile getirmektir.
Bütün bu baskılara ve şiddete rağmen, bizi biz yapan tüm değerlerimizin verdiği güçle, mücadelemizden, taleplerimizden ve kazanımlarımızdan vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz! 18.09.2013


KESK - DİSK - ADANA TABİP ODASI – TMMOB
Kurumlar Adına
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı