egitimsen2
YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI, YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!
8 Mart Mart Adana Mitingine Eğitim Sen MYK Üyesi Betül KORKUT, BDP Milletvekili Emine Ayna ve SAnatçı Rojda'nın katılımıyla gerçekleştirildi,
Görünmeyen emeğin sahipleri, fabrikalarda, tarlalarda en ağır işlere koşulup emeğinin hakkını alamayanlar, emeği iki kat sömürülenler;
Yıllardır süren savaşın acılarını yüreklerine gömüp barışın türküsünü söyleyen kadınlar, kayıplarının izini sürmekten vazgeçmeyenler, Berfo Analar, Barış anneleri, dili, kimliği ve siyasi iradesi yok sayılanlar,
TÜM MİTGİN FOTOGRAFLARI İÇİN TIKLATIN
Evde, sokakta işyerinde yaşadığı şiddete, tacize susmayıp direnenler; töre, namus, sevgi, aşk bahanesi ile katledilenler;
Toplu tecavüz vahşetine direnen Hindistanlı kadınlar,
Kadının mücadele ruhunu rengârenk kuşanıp alanları dolduran Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Çerkez her milletten kadınlar merhaba!
1857’de New York’ta insanca çalışma koşulları istedikleri için yakılan dokuma işçisi kadınların özgürlük çığlığını büyütmek için işte yine alanlardayız!
Yine şiddetin bin bir biçimine maruz kaldık. Kadın katliamları, namus cinayetleri bu yıl da canımızı yaktı. Aşka karşılık vermediğimiz, boşanmayı istediğimiz, saat sorduğumuz için katledildik. Tuba Genç, Ayşe Acar, Gülşah Sarcan, Mehtap Civelek…2013 yılının sadece ilk iki ayında 29 kadın katledildi. Yolu Türkiye’den geçen Sarah Siera tıpkı barış için dünyayı gezen Pippa Bacca gibi öldürüldü. Devletin yargısı, yine ölümü hak ettiğimize karar verdi, haksız tahrik indirimlerini kolayca uyguladı. Bizler kadın katillerinin hak ettiği cezalara çarptırılmasını, bizi köleleştiren, aşağılayan her türlü gerici yasanın ortadan kaldırılmasını, devletin yaşam hakkımızı koruma görevini yerine getirmesini, her ile kadın kurumlarının kontrolünde kadın dayanışma evleri kurulmasını istiyoruz!
Kadına yönelik cinsel taciz ve tecavüz olayları son 5 yılda yüzde 38 arttı. Bu ülkede tecavüz var, hem de toplu tecavüzler. Peki, tecavüzcüler nereden alıyorlar bu cüreti? Kadını erkekten aşağı gören başbakandan mı? Sözde aile birliğini kadının canından üstün tutan “Aile” Bakanından mı? Canla başla tecavüzcüleri savunan Baro Başkanlarından mı? 13 yaşında 26 erkeğin toplu tecavüzüne uğrayan kız çocuğuna “kendi rızasıyla ilişkiye girmiştir” diyen mahkemelerden mi? Tüm bunlara sessiz kalan televizyon kanallarından, gazetelerden mi? Gerçek şu ki, bu ülkede devlet tecavüzcüleri koruyor!
Kadın bedeni bir cinsel obje olarak neredeyse her alanda kullanılıyor. Eşcinsel, travesti ve transseksüeller cinsiyetçi sistemin en ağır şiddetine maruz kalıyor. Bu yıl da transkadın cinayetleri artarak devam etti. Eşcinsellere yönelik nefret cinayetlerinde “haksız tahrik” indirimi istisnasız uygulandı. Bizler anayasanın eşitlik maddesine "cinsel yönelim" ve "cinsiyet kimliği" kavramlarının eklenmesini, LGBTT haklarının anayasal güvence altına alınmasını istiyoruz.
Başbakan Erdoğan’ın başlattığı kürtaj ve sezaryen tartışmaları beraberinde, kadınların hastanelerden fiili bir yasakla geri çevrilmesini, zorla yaptırılan normal doğumlar sonucu hayatlarını ve bebeklerini kaybetmelerini getirdi. Erdoğan ve AKP Hükümeti'nin diğer temsilcileri kaç çocuk yapacağımızdan toplumsal hayatta nasıl bir konum alacağımıza kadar her konuda söz söyleme hakkını kendilerinde buluyorlar. Bizler Başbakandan Bakanlara tüm bu erkek egemen söylemlere ve kadınların cinselliğini ve doğurganlığını denetlemeye dönük tüm düzenlemelere karşı da sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.
ABD’nin Ortadoğu üzerindeki planları nedeni ile bölgede savaşlar bitmiyor. İncirlik Üssü halen ABD tarafından Ortadoğu halklarına saldırı amacı ile kullanılmaya devam ediyor. Bu da yetmezmiş gibi ülkede pek çok yere patriotlar yerleştiriliyor. Biz Çukurovalı kadınlar, kardeş haklara karşı kullanılan İncirlik Üssü'nün kapatılmasını, patriotların sökülmesini istiyoruz.
Ülkemizde, 40 yıla yakın süredir yürütülen kirli savaştan en çok zarar gören yine biz kadınlar olduk. Yakın bir zamanda Paris’te üç siyasetçi Kürt kadının katledilmesi savaşın önce kadınları vurduğunu gösteren en güncel örnektir. Bu kirli savaş nedeni ile anadili zehir edilen çocuklar Ceylan gibi koyun otlatırken, Roboskili Bedran gibi üç kuruş para kazanmak için çalışırken kurşunlara dizildi. Artık savaşa tahammülümüz kalmadı. Müzakere sürecinin şeffaf yürütülmesini, operasyonların durdurulmasını, basın, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engeller kaldırılmasını, tüm KCK tutukluları ve siyasi tutukluların serbest bırakılmasını, özel yetkili mahkemeler ve Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılmasını, barış ortamının bir can daha yitirmeden sağlanmasını istiyoruz. Bizler Kürt sorununun adil, barışçıl ve eşit haklar temelinde bir an önce çözülmesi için alanlardayız.
Kapitalist erkek egemen sisteme karşı başka bir dünyayı savunan tüm kadınların politika yapma hakları ellerinden alınıyor. Siyasetçiler, kadınlar, gençler, gazeteciler, çocuklar, akademisyenler, avukatlar, aydın ve yazarlarla doldurulan hapishaneler yasak ve baskıların, insanlık dışı uygulamaların üssü haline getirildi. Yargı hükümet eli ile hukuk dışı kararlara imza atıyor. Defalarca beraat etmesine rağmen yeniden müebbet hapse mahkum edilen Pınar Selek bunun en yakın ve çarpıcı örneklerinden biridir. Bizler cezaevlerinde tutulan ve hukuk dışı yargılamalar ile mahkum edilen kadınların hak ve özgürlükleri için de alanlardayız.
Ermeniler de milliyetçilikten beslenen nefret söyleminin oklarına hedef olmaktan kurtulamıyor. Son aylarda yapılan saldırıların sonucunda Maritsa Küçük isimli Ermeni bir kadın öldürüldü, diğerleri ise ağır yaralandı. Yine Alevilere yönelik ayrımcılık ve baskılar sürüyor. Bizler tüm milliyetlerin, Alevilerin ve tüm inançların özgürlük ve eşitlik haklarının güvence altına alınmasını istiyoruz.
AKP Hükümeti cinsiyetçi istihdam politikalarıyla biz kadınlara esnek ve kuralsız çalışmayı, yoksulluk ve kölelik koşullarını dayatıyor. Son dönemde Türkiye’de kadının iş gücüne katılımı yüzde 26'ya geriledi. Biz kadınlar hiç bir güvencemiz olmadan römorkların tepesinde tarlaya taşınırken, temizlik için gittiğimiz evin camlarını silerken ya da bir atölyede bakımı yapılmamış makine başında çalışırken can vermeye devam ediyoruz. Esnek-güvencesiz-kayıt dışı ve taşeron çalıştırılmaya son diyor tüm cinsiyetçi istihdam politikalarına karşı mücadeleye devam ediyoruz.
Ev içi emeğimiz yok sayılmaya devam ediyor. Yaptığımız işler, iş ve sağlık güvencesinden yararlanmamıza yetmiyor. Bizler, ev içindeki emeğimizin görülmesini, ev işlerinin kurulacak ücretsiz-merkezi yemekhaneler, çamaşırhaneler, kreşler ve bakım yurtlarıyla toplumsallaştırılmasını, tüm kadınların babalarına ve kocalarına bağlı olmaksızın sosyal güvenceye kavuşturulmasını istiyoruz!
Özelleştirmeler, sosyal sigortalar kanununda yapılan değişiklikler en çok biz kadınları vurmuştu. Şimdi de eğitimde ve sağlıkta yapılan yeni düzenlemelerden yine en çok biz kadınlar olumsuz etkileniyoruz. 4+4+4 sistemi ile eğitim hakkından yoksun kalacak olan yine daha çok kız çocuklar olacak. Tüm yasal düzenlemeler biz kadınları daha çok eve hapsetmek üzere şekilleniyor.
Biz kadınlar özgürlük tutkumuzla, bizi ezenlere ve sömürenlere karşı güçlü ve örgütlü duruşumuzla her günü 8 Mart’a çevireceğiz. Kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı; savaşın, cinsiyetçiliğin, şiddetin, sömürünün, tacizin, tecavüzün tüm izlerini yeryüzünden silmek için tüm kadınları mücadeleye çağırıyoruz. Kadınlar alanlara, örgütlenmeye, mücadeleye!
8 MART YASAL, ÜCRETLİ İZİN SAYILSIN!
YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI, YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!
ADANA KADIN PLATFORMU
8 MART TERTİP KOMİTESİ
KESK’Lİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR.
GÖZALTILAR, TUTUKLAMALAR VE BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ
Değerli Dostlar,
Bir taraftan‘ileri demokrasi’ nutukları atılırken diğer taraftan ülkemizin hızla tek adam diktasına doğru sürüklenmek istendiği çok hassas bir dönmeden geçiyoruz.
Sırtını 12 Eylül faşist askeri darbe anayasasına yaslayan AKP iktidarı, her geçen gün daha da otoriteleşen faşizan düzenine muhalefet eden herkesi ‘potansiyel terör suçlusu’ olarak görüyor. Hak ve özgürlükleri için mücadele edenler, kuşatılan yargı, emniyet ve medya aracılığı ile bertaraf edilmesi gereken hedefler olarak gösteriliyor. Toplumu derin bir sessizliğe mahkûm etmek için, başta muhalif-demokrat kesimler olmak üzere insanca bir yaşam ve demokratik bir ülke isteyen herkes bu ucube demokrasinin baskılarından payına düşeni alıyor.
Bu çerçevede konfederasyonumuza ve bağlı sendikalarımıza yönelik baskıların sürekli olarak arttığı, Türkiye’nin dört bir yanında üye ve yöneticilerimize yönelen keyfi gözaltı ve tutuklamalarla kuşatılmaya çalışıldığımız tüm kamuoyunca bilinmektedir. Yönetici ve üyelerimiz nezdinde sendikal mücadelemizi hedef alan “KESK’i bertaraf etme operasyonlarına” özellikle son bir senedir hız verilmiştir. 13 Ocak, 13 Şubat, 25 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirilen operasyonların son halkasını 19 Şubat 2013 tarihinde yaşamış bulunuyoruz.
Aralarında Eğitim ve Örgütlenme Sekreterimiz Akman Şimşek ve Denetleme Kurulu Üyemiz Erdoğan Canpolat’ın da olduğu toplam 60 arkadaşımız bu operasyon sonucunda tutuklanmıştır. Bununla da kalınmamış 19 Şubat operasyonun devamı niteliğinde sürek avını aratmayan bir sürecin işletilmesi sonucunda Bölgemize bağlı sendikalarımızın yönetici ve üyesi 6 arkadaşımız daha tutuklanmıştır. Böylece tutuklu yönetici ve üyelerimizin sayısı 121’e çıkmıştır.
Değerli Dostlar,
KESK’i bertaraf etmek isteyenlerin 25 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirdiği operasyon kapsamında açılan davanın ilk duruşması gerçekleştirilecek. 2 si Bölgemizden 22’si yaklaşık 10 aydır tutuklu, aralarında Genel Başkanımız Lami Özgen’in de bulunduğu 50 si tutuksuz olmak üzere toplam 72 yönetici ve üyemiz kendilerine isnat edilen suçlamalar hakkında savunmalarını yapacaklar.
Aradan geçen koskoca 10 aydan sonra bugün Ankara ve Adana’da ilk duruşmalarına çıkacak olan yönetici ve üyelerimiz ‘ileri demokrasinin!’ Özel Yetkili Mahkemelerinde yani Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanacaklar.
Çünkü
Sendikal hak ve özgürlüklerin tek tek budandığı,
Yılda ortalama bin insanımızın iş cinayetlerine kurban verildiği,
Sendika binalarının helikopterler eşliğinde basılmasının sıradanlaştırıldığı,
Kamu emekçilerinin kapı kulu olarak görüldüğü,
Tüm emekçilere hayatın zindan edilmek istendiği,
Türkiye’de emek ve demokrasi mücadelesinin yapı taşı, fiili meşru mücadelenin açık adresi KESK’in üyesi olmak ağır bir suç olarak görülmektedir.
Peki, nedir bu “yasa dışı faaliyetler”?
Tüm halkın parasız, nitelikli, ulaşılabilir kamu hizmeti alma hakkını savunmak için konfederasyonumuz ve sendikalarımızın kararlarına uygun olarak eylem ve etkinliklere katılmak.
Bu çerçevede; 8 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirdiğimiz, “İnsanca Yaşam İçin Eşit-Özgür Demokratik Türkiye" başlıklı izinli mitingimize,
13 Şubat 2012 günü gözaltına alınarak tutuklanan kadın yönetici ve üyelerimizi desteklemek amacıyla gerçekleştirilen etkinliklere,
4688 sayılı yasada yapılan tadilata karşı aldığımız tutum, kamuoyu tarafından 4+4+4 olarak bilinen eğitim yasasına yönelik yaptığımız eylemlere,
21 Aralık ve 23 Mayıs tarihlerinde yüz binlerce kamu emekçisinin katıldığı Grevlere katılmak.
Sendikal hak ve özgürlüklerimiz ihlal edilerek, neredeyse her sendika genel merkezine ve şubesine yerleştirilen gizli kamera ve ses kayıtları ise ‘suç delili’ olarak gösterilmektedir.
Değerli Dostlar
Oysa Genel Başkanın, Genel Sekreter ve MYK üyeleriyle yaptığı telefon görüşmelerinin bile hangi örgütsel ilişkiye dayandığını sorgulanmaya çalışanlar işi Kürt siyasal hareketi içerisinde konuşulan çeşitli kelimeleri ve kavramları kullanmayı yasa dışı örgüt üyeliği için yeterli kabul etmeye kadar vardırmıştır.
Çünkü onlara göre, evlerinin, işyerlerinin adresi açık olan KESK’lilerin şafak baskınları ile gözaltına alınması, tutuklanması doğaldır.
Sendika ve konfederasyon binalarımızın didik didik aranması, her kitapçıda rahatça bulunabilecek kitaplarımızı sistemlerini alaşağı edecek “deliller” olarak gösteren arama tutanakları doğaldır.
Kemoterapi tedavisi için hastaneye giden üyemizin kaçma şüphesiyle gözaltına alınması, annesi babası gözaltına alınan üç aylık bir bebeğin saatlerce nezarette bekletilmesi gayet doğaldır.
Eşi de gözaltına alındığı için çocuğunu bir yakınına teslim etmek isteyen Eğitim ve Örgütlenme Sekreterimizin “çocuğunu imza karşılığı teslim edeceksin. Yoksa Çocuk Esirgeme Kurumuna teslim ederiz” diyerek tehdit edilmesi sıradan, rutin bir uygulamadır.
Gizlilik gerekçesiyle sizinle hatta avukatınızla paylaşılmayan dosyanızın bütün ayrıntıları ile basına servis edilmesi normaldir. Daha hakkınızda dava açılmadan, yargılanmadan suçlu ilan edilmeniz Türkiye’nin yargı sistemi açısından sıradan olaylardır.
Değerli Dostlar,
“suçsuzluğu kanıtlanana kadar herkes suçludur” zihniyetinin hakim olduğu bir yargı sisteminde ve o yargı sisteminin üzerinde gölgeleri bulunanlara göre tüm vaka-ı adliyedendir.
Ancak bize göre emekçiler üzerindeki sömürüyü adaletsizliği, hukuksuzluğu ile pekiştirenlerin adına “ileri demokrasi” dedikleri bu düzen doğal değildir.
İşte böyle bir düzende, KESK’in, kamu emekçilerinin sendikal hak ve özgürlüklerini daha da budamayı hedefleyen yasalara, fiili uygulamalara karşı sesini her yükselttiğinde operasyonlarla karşılaşması ise asla “tesadüf” değildir.
Her zaman söylüyoruz bir kez daha yineliyoruz. Yönetici ve üyelerimizin gözaltına alındığı, tutuklandığı operasyonların artmasının kaynağında kamu alanının tasfiye etmek isteyenlere karşı yıllardır sürdürdüğümüz mücadele vardır. Gerisi lafı güzaftır.
Dün 4688 sayılı yasada yaptıkları tadilata karşı verdiğimiz mücadelemizi hazmedemeyenler bugün sınırlı iş güvencemizin hedef alınmasına sessiz kalmayacağımızı biliyorlar.
Dün yönetici ve üyelerimizi sendikal faaliyetlerinden dolayı, istifaya zorlayan, sürgün eden, görevden çıkaranlar bugün bunların mücadelemizi engellemeye yetmediğini görüyorlar. Bunun için ardı ardına gerçekleştirdikleri baskınlarla, kuşatma operasyonları ile KESK’i toptan bertaraf etmeye çalışıyorlar.
Din, dil, ırk, siyasal düşünce, etnik köken, mezhep, engelli, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve felsefi düşünce ayrımı gözetmeden kapılarını sonuna kadar tüm kamu emekçilerine açan, farklılıkları zenginliği olarak gören KESK’i bölmeyeceklerini biliyorlar. Bunun için iktidarlarının gübresiyle hormonlayarak semirttikleri, kamu emekçilerinin halklarının bir bir gasp edilmesine payandalık edenlerin yönetiminde olduğu yandaşları daha da büyütmenin yolunu KESK’i etkisiz hale getirmekte arıyorlar.
Bunun için KESK’in her geçen gün daha da otoriteleşen faşizan düzenlerine teslim olmasını bekleyenler büyük bir yanılgı içerisindedir. Çünkü bu dava emekten, demokrasiden, barıştan yana olanların davasıdır. Ve bu değerler için mücadele edenler birkaç duruşma kaybetse bile son celsede yenildiklerini, teslim alındıklarını tarih yazmamıştır.
Buradan görmeyen gözlere, duymayan kulaklara, yazmayan kalemlere inat bir daha ifade ediyoruz. Bizler, bu topraklarda gerçek bir demokrasi için mücadele etmenin zor, bedelinin de ağır olduğunu biliyoruz. Ancak "hak verilmez mücadeleyle alınır" şiarını ilke edinen, baskılara mücadeleyi daha da yükselterek cevap veren, "acıyı bal eyledik" diyen bir geleneğin bugünkü mirasçıları KESK’liler olarak baskılar karşısında asla yılmayacağız. Haklı mücadelemizi baskı altına almaya çalışan, her türlü hukuk dışı ve fiili uygulamalar karşısında geçmişte olduğu gibi bugün de sesiz kalmayacağız.
Geçmişte memurun sendikası mı olur? diyenlerin kapılarımıza vurdukları mühürleri nasıl söküp attıysak, bugün baskılara karşı birbirimize daha fazla kenetlenerek zulmün ve zorbalığın efendileri önünde asla boyun eğmeyecek, emekçilere reva görülen bu karanlık tabloyu hak ettiği yere, tarihin çöplüğüne atacağız.
Bilin ki, KESK’in onurlu mücadelesi tüm baskılara rağmen sürüyor.
Bilin ki, KESK, Faşizme karşı demokrasi,
Emperyalizme karşı bağımsızlık,
Savaşa karşı barış,
Baskılara karşı özgürlük
Irkçılığa ve şovenizme karşı emeğin birliği ve halkların kardeşliğini savunmaya devam ediyor. Devam edecek.
YAŞASIN EMEK VE DEMOKRASİ MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN SENDİKAL MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN KESK!
Muzaffer YÜKSEL
SES Adana Şb. Başkanı
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Köy Enstitülerinin 73. Kuruluş Yıldönümü Kutlu Olsun!
Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu`nun `Köy Enstitülerinin 73. Kuruluş Yıldönümü Kutlu Olsun!` başlıklı açıklama metnidir.
Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 yılında 3083 sayılı yasayla, Hasan Ali Yücel`in Milli Eğitim Bakanlığı ve İsmail Hakkı Tonguç`un önderliğinde kurulmuştur. Köy Enstitüleri, kısa ömrü içinde çok sayıda öğretmen yetiştirmiş, Köy Enstitüleri`nden yetişen çok sayıda yazar, bilim insanı ve toplumsal hayatının güzelleşmesine ve ülke insanlarının özgür bireyler olarak yetişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
Köy Enstitüleri, 1930`lu yıllarda Türkiye nüfusunun yüzde 80`inin köylü olduğu, nüfusun yüzde 85`inin okuma-yazma bilmediği bir ortamda, çağdaş köy kalkınma modeline uygun olarak yapılandırılan ve bugün bile birçok ülkeye örnek olabilecek, üretime dönük öğrenimi esas alan eğitim kurumları olarak bilinmektedir.
Köy Enstitüleri sadece öğretmen yetiştiren kuruluşlar olmayıp, bulunduğu çevreyi araştıran, geliştiren ve çevrenin kalkınmasını da üstlenmiş kurumlar olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda yerine getirdiği işlevin önemi tartışılmazdır. Köy Enstitüleri kırsal yörede toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı sağlamak; bu alanda ilgili gerekli elemanları yetiştirmek için kurulan eğitim kurumları olmuştur. Bu dönemde köy çocukları eğitildikten sonra köylerine tarımda, işte, sanatta, zanaatta ve sağlık alanlarında eğitmen ya da öğretmen olarak geri gönderilmişlerdir.
Çok değişik ve çarpıcı bir girişim olan Köy Enstitüleri hareketi belki de dünyaya örnek bir projedir. Ne yazık ki Köy Enstitüleri`nin önemi aradan geçen bunca zamana rağmen yeterince anlaşılamamıştır.
Köy Enstitüleri`ne eğitim anlamında yüklenen sorumluluk ağır ve anlamlıdır. Köy Enstitülerindeki anlayış o dönemde "Eğitim, üretim içindedir" sloganı olmuştur. Türkiye`de o dönemde yaşanan tüm imkânsızlıklara rağmen, Köy Enstitüleri deneyimi, hep beraber ülkeyi kalkındırmak için üretmeyi ve hayata birlikte bakmayı hedeflemiştir.
Köy Enstitüleri`nin en önemli özelliklerinden birisi, günümüz Türkiye`sinin bir türlü kurtulamadığı ezberci eğitim sistemine değil, gerçek anlamda öğrenci merkezli, öğrencilerin yaparak ve yaşayarak öğrenme sürecini ilke edinen bir eğitim-öğretim ortamı yaratmış olmasıdır.
Enstitülerde kararlar yönetici-öğretici-öğrenci üçlüsünün katkı ve onayıyla alınmıştır. Bugün eğitim politikalarının, 4+4+4 uygulamasında olduğu gibi AKP`nin siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda "tek merkezden" ve tüm topluma yönelik bir dayatma olarak alındığı dikkate alındığında, Türkiye`de eğitim sisteminin yıllardır neden derin bir kaosun içinde olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
O döneme ülkemizin karşı karşıya bulunduğu zorlu koşullar ve uluslararası dinamiklerin ülkemiz üzerinde kurdukları psikolojik etkinin sonucu Köy Enstitüleri soğuk savaşa kurban edilip kısa sürede kapatılarak tarihin tozlu raflarına kaldırılmıştır.
Bugün öğretmen yetiştirmeden başlayarak eğitim sisteminin yaşadığı pek çok sorunun kaynağında Köy Enstitüleri`nin kapatılması yatmaktadır. Köy Enstitüleri`nin kapatılması, ülkemizdeki aydınlanma sürecinin durdurulması ve demokratik işleyişin sekteye uğratılması anlamına gelmiş, genel anlamda da demokrasimizin derin bir yara alması sonucunu doğurmuştur.
Eğitim Sen Köy Enstitüleri`nin ilerici, demokrat ve aydınlanmacı geleneğine dün olduğu gibi bugün de sahip çıkmaktadır.
Köy Enstitülerinin 73. Kuruluş Yıldönümünde
"Öğretmen Yetiştirmede Yaşanan Sorunlar"
Şube olarak Köy Enstitülerinin 73. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlediğimiz "Öğretmen Yetiştirmede Yaşanan Sorunlar" konulu panel 20 Nisan 2013 tarihinde Adana Ziraat Mühendisleri odasında gerçekleştirilmiştir.
Panelde Şube Eğitim Sekreteri Halil KARA'nın açılış konuşmasında "Köy Enstitüleri, kısa ömrü içinde çok sayıda öğretmen yetiştirmiş, Köy Enstitülerinden yetişen çok sayıda yazar, bilim insanı ve toplumsal hayatının güzelleşmesine ve ülke insanlarının özgür bireyler olarak yetişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
Köy Enstitülerinin kapatılması, ülkemizdeki aydınlanma sürecinin durdurulması ve demokratik işleyişin sekteye uğratılması anlamına gelmiş, genel anlamda da demokrasimizin derin bir yara alması sonucunu doğurmuştur.
Eğitim Sen Köy Enstitülerinin ilerici, demokrat ve aydınlanmacı geleneğine dün olduğu gibi bugün de sahip çıkmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönemde eğitim iki yönden kıskaca alınmaktadır. Birincisi Neoliberal politikalar çerçevesinde eğitimin özelleştirilmesi ve piyasalaştırılması, ikincisi bilimsellikten uzak muhafazakarlaştırılma çalışılması noktasında; seçmeli ders adı altında din derslerinin artırılması, çeşitli yazarlar ve şairlerin kitaplarından bölümlerinin çıkarılması, çeşitli gerekçelerle bilimsel eğitimi savunan öğretmenlere soruşturmaların açılması, dinsel simgelerin okullarda kullanılması, kutlu doğum haftası kapsamında eğitim yuvalarının diyanetin birer şubesi gibi çalıştırılması ortadadır. Bu açıdan değerlendirmek gerekirse Köy Enstitülerinin önemi buradan bakıldığında da daha iyi anlaşılmaktadır.
Eğitim Sen olarak Ekim 2013 tarihinde gerçekleştirilecek olan Demokratik Eğitim Kurultayı'na hazırlandıklarını ve şube olarak DEK için yapılan komisyon çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Panelimiz Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi, Yard. Doç Dr. Memet KARAKUŞ, Doç. Dr. Mediha SARI ve Öğr. Gör. Dr. Andaç ÇUHADAR'ın sunumları ardından
Köy Enstitüleri mezunlarından olan Ali YİĞİT'in anıları ve şiirinin ardından karşılıklı soru cevap şeklinde panel tamamlanmıştır.
Panelimize Katkı sunan, katılan ve emeği geçen tüm dostlarımıza teşekkür ederiz.
Şube Yürütme Kurulu
Adana'da çok sıcak 1 Mayıs
Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önünden Uğur Mumcu Meydanı'na yürüyen yaklaşık 10 bin kişi, meydanda halay çekerek 1 Mayıs'ı kutladı.
ASKİ kavşağında buluşan Türk-İş, DİSK, KESK, TMMOB, Adana/Osmaniye Tabip Odası, sivil toplum örgütleri ve siyasi partilerin katılımıyla Uğur Mumcu Meydanı’na kadar yürüdü. Yürüyüş boyunca, ‘Kahrolsun Amerikan emperyalizmi’, ‘Yaşasın özgürlük, yaşasın adalet’, ‘Fazişme karşı omuz omuza’, ‘Köleliğe hayır’, ‘1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı’, ‘Baskılar bizi yıldıramaz’, sloganları atılırken iş, emek, adalet, yoksulluk, kültür-sanat, eğitim ve sağlık konulu döviz ve pankartlar taşındı.
İstanbul Taksim'deki olayların da 'Her yer Taksim, her yer direniş' ve 'Emekçiye uzanan eller kırılsın' sloganlarıyla protesto edildiği kutlamada Tertip Komitesi Başkanı Kamuran KARACA'nın açılış konuşmasıyla başladı "Bugün dünyanın dört bir yanında işçiler, emekçiler, yoksul köylüler, ezilen halklar, yüreği emekten yana atan tüm toplumsal kesimler mücadeleyi, dayanışmayı, birliği alanlara taşıyor!, Bugün 1 Mayıs, mücadelenin ateşiyle, coşkusuyla hep bir ağızdan çığlığa dönüşüyor! Bende bu coşkuyla hepinizi düzenleyici kurumlar adına selamlıyorum." dedi ve tertip komitesi adına konuşan DİSK Adana Bölge Temsilcisi Kemal Arslan, 1977 yılı 1 Mayıs'ında yaşamını yitirenleri andı.
Eşit, özgür ve demokratik bir Türkiye mücadelesi verdiklerini belirten Arslan, "İşçiler ve emekçiler olarak her zamankinden daha çok birlik ve dayanışmaya ihtiyacımız var" dedi. Konuşmanın ardından bir süre slogan atan kalabalık, yerel grupların ve Ali Asker'in seslendirdiği şarkılara eşlik edip halay çektikten sonra dağıldı.
Konuşma Metni
1 MAYIS
EMEKÇİLERİN BİRLİK MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ
KUTLU OLSUN!
Yaşamını alın teriyle kazananlar, işçiler, kamu emekçileri, işsizler, emekliler, kadınlar, bu ülkenin yüreği emekten ve halktan yana atan aydınlık, yiğit insanları merhaba;
Merhaba emeğine sahip çıkan, toprağına suyuna geçit vermeyen çiftçi-köylü kardeşlerim;
Demokratlar, aydınlar, yurtseverler, ilericiler, devrimciler MERHABA
Bugün dünyanın dört bir yanında işçiler, emekçiler, yoksul köylüler, ezilen halklar, yüreği emekten yana atan tüm toplumsal kesimler mücadeleyi, dayanışmayı, birliği alanlara taşıyor!
Bugün 1 Mayıs, mücadelenin ateşiyle, coşkusuyla hep bir ağızdan çığlığa dönüşüyor!
Bende bu coşkuyla hepinizi düzenleyici kurumlar adına selamlıyorum. Öncelikle başta 77 1 Mayıs’ı katliamında kaybettiğimiz arkadaşlarımız olmak üzere bu onurlu mücadelede yaşamını kaybetmiş tüm arkadaşlarımızı, sevgiyle, saygıyla anıyorum.
Değerli Arkadaşlar;
Ülkemizde işçiler ve emekçiler olarak birliğe, dayanışmaya ve ortak mücadeleye her zamandan daha çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz.
AKP iktidarı eliyle ülkenin ve emekçi halkın geleceği karartılmaya çalışılıyor. Yukarıdan aşağıya devletin tüm kurumları üzerinde kurulan tekelci iktidar başkanlık sistemi ile tek adam diktasına dönüştürülmeye çalışılıyor. Bir avuç zenginin daha fazla zenginleşmesi için milyonlar yoksullaştırılıyor, yaşadığı evlere kadar sahip oldukları her şey iktidar eliyle sermayeye sunuluyor.
İnsanı, emeği ve doğayı son damlasına kadar sömüren bu düzen, hayatın her alanını ticarileştirerek başta sağlık ve eğitim olmak üzere en temel haklarımızı bile ellerimizden alırken, bizlere sefalet ücretleriyle açlığı, yoksulluğu reva görüyor.
Dizginlerinden koparılmış sermayeye “Daha ucuz emek, daha fazla kar” için taşeron tipi güvencesizlikle kölelik düzenini inşa ediyor.
Fabrikalarda, yer altı madenlerinde çalışan işçileri ölümle yaşam arasındaki ince çizgide çalışmak zorunda bırakıyor, emeği gibi yaşamlarına da el koyuyor. İktidara geldiği tarihten bu yana on binlerce işçi kardeşimizin ölümü, ailelerinin çektiği acı, akan giden gözyaşları AKP’ye yetmemiş olacak ki, bu düzeni kamu alanı dahil tüm çalışma alanlarımızda kurmaya yelteniyor.
Şimdi, buradan Taksim’de ve tüm ülkede 1 Mayıs’ı mücadele çığlığına dönüştüren, ülkesi ve geleceği hakkında söz sahibi biziz diyen milyonlarca işçinin, emekçinin sesiyle haykırıyoruz, “ARTIK YETER!”
Sendikal haklarımızın yok edilmek istenmesiyle, başta ifade ve düşünce özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerimizin ellerimizden alınmasıyla bu korkunun büyüdüğünü görebiliyoruz. 12 Eylül zihniyetinin pençesinde gazetecilerden, öğrencilere, aydınlardan, sendikacılara kadar uzanan gözaltı ve tutuklamalarla, girdaba dönüştürdükleri öfke dalgaları korkularının esaretidir.
1 Mayıs meydanlarından cezaevlerinde tutuklu olan sendikacı arkadaşımıza sevgilerimizi gönderiyorum.
Korkuyorlar, çünkü TEKEL’in yaktığı kıvılcım bugün işyerlerinde direniş mücadeleleriyle ateşe dönüşüyor.
Korkuyorlar çünkü bugüne kadar cinsiyet ayrımcılığıyla, değersiz kıldığı emeğiyle görmezden geldiği kadınlar, elinde isyan bayrağı hakları ve özgürlükleri için sokağa çıkıyor…
Kamuda, fabrika önlerinde, madenlerde işçilerin emekçilerin yaktığı ateş iktidarın, patronların elini yakıyor. ŞİMDİ BU ATEŞİ BÜYÜTME ZAMANIDIR!
Dostlar,
Mücadelesini verdiğimiz Türkiye eşit, özgür, demokratik ve bağımsız bir Türkiye’dir.
Bugün AKP, Ortadoğu halklarını kuşatan emperyalist savaşta bölgesel bir güç olma hevesiyle ülkemizi kanlı savaşların taşeronluğunu üstlenmeye sürüklemektedir.
İzin vermeyeceğiz!
Bizler, ülkemizin kanlı tarihe ortaklık edecek bir ülkeye dönüşmesine;
Emperyalizmin maşası haline gelerek komşularıyla savaşın eşiğine gelmesine;
Ortadoğu halklarının özgürlük ve demokrasi temelli geleceklerini yok etmek için ülkemizde savaş hazırlığı içinde olan NATO üslerine, ABD askerlerine İzin vermeyeceğiz!
Şimdi, daha güçlü bir barış çağrısını seslendirmenin, emperyalizme karşı halkların birlikte mücadelesini büyütebilmek için her türlü emperyalist ilişkilerin tasfiye edildiği, tam bağımsız ve özgür bir Türkiye çığlığımızı yükseltmenin tam zamanıdır.
Sevgili arkadaşlar,
Barışın olmadığı yerde, insanca yaşam olmayacağını, eşitliğin ve özgürlüğün inşa edilemeyeceğini biliyoruz.
Türkiye halklarının eşitlik ve özgürlük mücadelelerinin de önünü açabilecek böylesi bir iklim, kuşkusuz birarada gönüllü yaşam esasına dayanan çözüm taleplerini benimseyen herkesin ortak mücadelesiyle yaratılacaktır.
Özgür ve demokratik bir ülkede eşit, kardeşçe ve farklılıklarımızla birarada yaşayacağımız geleceği bugünden kuralım;
1 MAYIS’TA ALANLARDAN BİR KEZ DAHA HÜKÜMETE VE İŞVERENLERE SESLENİYORUZ.
v İşsizliğin önlenmesini, kıdem tazminatı hakkımızın korunmasını, esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma biçimlerinden vazgeçilmesini istiyoruz.
v Taşeronlaşma ve kayıt dışı ekonominin engellenmesini, özelleştirilmelerin durdurulmasını istiyoruz.
v İnsan onuruna yaraşır iş herkesin hakkıdır. İstihdamın korunması ve işsizliğin önlenmesi temel yaklaşım olmalıdır.
v Haksız işten çıkartılmalar önlenmeli, iş güvencesi işe iadeyi sağlayacak biçimde öncelikle düzenlenmelidir.
v Kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınmalıdır.
v Asgari ücretin insan onuruna yakışır olmasını, vergi adaletsizliğinin giderilmesini istiyoruz.
v Sözleşmeli ve 4/C’li çalışanların kadroya alınmasını istiyoruz.
v 657’de yapılmak istenen değişiklikle iş güvencemizin ortadan kaldırılmasına hayır diyoruz.
v Başta Sağlıkta, Eğitimde, Sosyal Güvenlikte ve kamu alanında özelleştirmeye hayır diyoruz.
v Düşük Ücretle taşeron işçiliği, il özel idaresi görevlendirmeleri, valilik görevlendirilmesi gibi geçici kapsamda güvencesiz ve kadrosuz çalıştırılmaya hayır diyoruz.
v Başta Sağlıkta şiddete karşı olmak üzere her alanla da iş cinayetlerinin önlenmesini, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmasını istiyoruz.
v Toplu sözleşme ve grev hakkı önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz.
v Sendikalara, Emek ve Demokrasi güçlerine karşı saldırılara, gözaltılara ve tutuklamalara hayır diyoruz.
v Kürt sorunun demokratik ve barışçıl bir şekilde çözümünü, düşünce özgürlüğünün hakim kılınmasını istiyoruz.
v Kadına yönelik şiddetin engellenmesini, istihdamda kadın emeğine daha çok yer verilmesini istiyoruz.
v Engellilerin toplumsal yaşama eşit bireyler olarak katılımının sağlanmasını istiyoruz.
v Doğal yaşamın korunmasını, ekolojik çevrenin katline son verilmesini istiyoruz.
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerimizdedir,
Haklı günler, büyük günlerdedir geleceğimiz…
Yolumuz açıktır. Yolumuz aydınlıktır. Çünkü bu ülkenin emekçileri, ülkenin gerçek sahipleri özgür, eşitlikçi, barışçı, demokratik, laik bir Türkiye yaratmaya kararlıdır.
Sizleri Tertip Komitesi adına bir kez daha selamlıyor ve saygılar sunuyorum
TÜRK İŞ – DİSK – KESK – TMMOB – ADANA/OSMANİYE TABİP ODASI
Barışın, Eşitliğin, İnsanca Yaşamın Hüküm Sürdüğü Bir Ülkede Kutlanacak Anneler Günlerine!
Anneler günü bu yıl da ülkemizde ve dünyada kadınların eşitsizlikler, ayrımcılık, şiddet gibi sorunlarının üzerini örten ve aslında kadına biçilen rolleri pekiştiren bir tüketim günü olarak kutlanıyor. Başbakanın kadınlardan talep ettiği çocuk sayısı her geçen gün artar, hükümet kürtajı yasaklamak için fırsat kollarken yoksulluğu, kadın ve çocuk yoksulluğunu derinleştirecek politikaları hayata geçirmekten geri durulmamaktadır. Kadının birey olarak değil aile içinde değer gördüğü bu bakış açısı, "hanım kardeşlere" ne güvenceli/düzenli bir işi ne de çocuğunu bırakabileceği nitelikli parasız kreşi layık görmektedir.
Kadın cinayetleri de her geçen gün artan bir biçimde kendini göstermektedir. Sadece Nisan ayında bilinen, 27 kadının cinayete kurban gittiğidir. İş kadınların canını almaya, tacize, tecavüze gelince, kadının "kutsal anneliği" bir kenara bırakılmakta, mahkemeler cinayetlerin, tecavüzlerin faillerinin beraat kararlarına cömertçe imza atmaktadır. Ne kadının ne de onun doğurduğu canın kıymet gördüğü ülkemizde annelik muhafazakâr politikaların yüklendiği bir ideal olarak sürekli karşımıza çıkartılmaktadır. Son otuz yılın savaş politikaları ve devletin "derin" güçleri on binlerce anneyi evladından etmiştir. Belki daha da fazlası failli meçhullerin, kayıp vakalarının kurbanı durumundadır. Berfo Ana geçtiğimiz Şubat ayında evladının akıbetini öğrenemeden hayata gözlerini yummuştur. Roboski`deki annelerse hala evlatlarına ağlamaktadır. 12 Eylül ile hesaplaşma iddiasındaki siyasal iktidar karanlık olayların üzerindeki örtüyü kaldırabilmiş değilken, bunların faillerini jet tahliyelerle özgürlüklerine kavuşturmaktadır.
Bir canın değerini herkesten daha iyi bilen annelerin bugün başlıca dileği, barışın gelmesi, ülkedeki çatışma ortamına zemin hazırlamış olan eşitsizliklerin bir an önce ortadan kaldırılmasıdır. Şimdiye dek bu savaş dolayısıyla karanlık güçlerce katledilmiş, kaybedilmiş, işkenceye uğramış canların sorumluları derhal bulunmalıdır. Barış umutlarının hâkim olduğu bugünlerde barışı kalıcı hale getirecek önlemler alınmalı ve baskıcı, otoriter, tektipleştirici yaklaşım derhal terk edilmelidir.
Erkek egemen kapitalist sistem elini kadın bedeni üzerinden derhal çekmeli, kadınlar anneliği özgür iradeleriyle seçebilmelidir. Bugün erkek egemen zihniyetle kadınlara makbul bir anne ve eş olmayı telkin eden politikalara değil, annelerin doğurduğu canların kirli savaş politikalarına kurban edilmediği, annelerin ve çocukların eğitim, barınma, güvenceli çalışma, sağlıklı ve insanca yaşama koşullarına kavuştuğu bir ülkeye ihtiyacımız var. Barışın, eşitliğin, insanca yaşamın hüküm sürdüğü bir ülkede kutlanacak anneler günlerine!
Şube Yürütme Kurulu Adına
Esra ARSLAN KÖSELE
Şube Kadın Sekreteri
Bildiğiniz üzere, kamu emekçilerinin çözüm bekleyen onlarca sorunu orta yerde dururken AKP iktidarı geçtiğimiz çarşamba günü TBMM’ye yeni bir Torba Yasa tasarısı sunmuştur. Söz konusu tasarı ile başta 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu olmak üzere pek çok kanunda, kanun hükmünde kararnamede değişiklik öngörülmektedir.
Bu torba yasa tasarısı ile 2,5 milyonu aşkın kamu emekçisinin umutları bir kez daha karartılmıştır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile aylardır yaptığımız toplantılarda taraflar olarak üzerinde uzlaşma sağladığımız hiçbir konuya yasa tasarsında yer verilmemiştir. Torba yasa tasarısında, 2012-2013 toplu sözleşme sürecinde görüşülmesine izin verilmeyerek Kamu Personeli Danışma Kuruluna havale edilen 161 konunun hiç birisine ilişkin tek bir düzenleme bile yer almamaktadır.
Yıllardır kadro bekleyen yüz binlerce sözleşmeli ve geçici personelin beklentisi boşa çıkartılmıştır. Sözleşmeli personelin kadroya geçirilmesi, 2005 yılından sonra göreve başlayan kamu emekçilerine bir derece verilmesi, disiplin cezalarının affı, yardımcı hizmetler sınıfına dâhil personele ek gösterge verilmesi, 399 sayılı KHK’ye tabi sözleşmeli personelin, memurlara tanınan izin haklarından aynı şekilde yararlanması, kadın memurlara hamileliğin başlangıcından itibaren ve analık izninin bitiminden itibaren bir yıl süreyle gece nöbeti ve gece vardiyası görevi verilmemesi gibi sorunların çözümü için kanun tasarısı taslağı hazırlanmasına rağmen bugüne kadar en küçük bir adım dahi atılmamıştır.
Tüm bunların yerine Çalışma bakanlığı ile sendikalar-konfederasyonlar olarak yaptığımız toplantılarda çekince koyduğumuz konular yine bir torbanın içerisine doldurulmuştur.
Peki, ne var bu torbada? Bu torbada, kamuda üst düzey yönetici olarak atanabilmek için gerekli koşulların alt üst edilmesi dolayısıyla kariyer ve liyakat ilkesinin tamamen ortadan kaldırılması vardır. Otoriter başkanlık sistemine giden yolun taşlarının döşenmesi için tıpkı 12 Eylül referandumun da olduğu gibi AKP’nin devletleşmesi sürecinin hızlandırılması vardır.
AKP’nin bu torbasında, “Hükümet memuru” yaratarak zaten doruğa çıkan siyasi kadrolaşmanın önündeki son kalelerin de işgali vardır. Kamu Hastaneleri Birlikleri düzenlemeleri ile hastanelerin yönetimine özel sektörden yüksek maaşla sağlıkçı olmayan CEO ların atanmasına benzer bir uygulamanın tüm kamu alanında genelleştirilmesi vardır. AKP’nin bu son torbasında işe göre personel değil yandaşa göre iş-mevki yaratma vardır.
Diğer taraftan tasarı ile kamu emekçilerinin disiplin cezalarının affı beklentisi de boşa çıkarılmaktadır. Başından beri yüz kızartıcı suçlar dışında kalan tüm disiplin cezalarının affedileceği beklentisi yaratılan kamu emekçilerine 28 Şubat şoku yaşatılmıştır. AKP iktidarına göre disiplin suçları nedeniyle 28 Şubat sürecinde memuriyetten çıkarılanlardan başka mağdur olan kamu emekçisi bulunmamaktadır.
Bildiğiniz gibi Anayasa Mahkemesi bu yılın başında 666 sayılı KHK’nın bazı maddelerinin iptaline ilişkin başvuruyu değerlendirerek kararını açıklamıştır. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararı ile 666 KHK’nın kamu kurumlarının çok büyük bölümünde fazla mesai ücretini ortadan kaldıran 15. Maddesi iptal edilmiştir. Ancak bu torba tasarı ile
Anayasa Mahkemesinin kamu emekçileri lehine verdiği bu önemli karar ortadan tekrar kaldırılmak istenmektedir. Dolayısıyla bu torbada fazla mesai ücretinin tamamen kaldırılmasıyla kamu emekçilerinin sefalet koşullarına itilmesi vardır.
Eğer kamu emekçilerinin başına örülmek istenen bu torba yasa tasarısı yasalaşırsa;
Kamuda, Müdür, İl Müdürü, Daire Başkanı kadrolara yapılacak atamalarda aranan sırası ile 8, 10 ve 12 yıllık hizmet süresi 5 yıla indirilecek. Bu pozisyondakiler için 5 yılın hesabında sadece kamudaki süreler değerlendirilecek.
6400 ek göstergeli Genel Müdür ve üstü kadrolara atanmada yine 5 yıl hizmet yeterli olacak. 5 yılın hesabında bu kez özel sektördeki süreler de değerlendirilecek. Üstelik bu kadrolara daha önce hiç memuriyeti olmayanlar da atanabilecek.
Müdür ve üstü kadrolara atanmada belirli süre o kurumda çalışmış olma, belirli bölümleri bitirmiş olma gibi şartlar aranmayacak.
Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı gibi kurumlardaki üst düzey kadrolara meslek mensubu olmayanlar da atanabilecek. Örneğin Adalet Bakanlığına bağlı müdürlüklerin büyük bölümüne atanabilmek için, hukuk fakültesi mezunu olma, hâkim, savcı ya da avukat olma şartlarının yanı sıra ve kamuda belli bir hizmet süresine sahip olma şartı da ortadan kaldırılacak. Yani mesleğin gerektirdiği hizmet yılı, fakülte-eğitim şartları kaldırılacak. Adalet Bakanlığındaki üst düzey kadrolara İlahiyat Fakültesi mezunu, meslekle uzaktan yakından ilgisi olmayanlar atanabilecek.
Böylesine önemli görevlere atanmada tek kriter sadece ve sadece AKP yandaşlığı olacak. Kamuda yıllarca hizmet eden gerekli şart ve nitelikleri taşıyanların başına bu Yandaş-CEO-Tüccar takımı amir olarak atanacak.
Bunun adı, AKP iktidarına biatta kusur etmeyecek “hükümet memurluğu” yaratılması değil de nedir? Zaten kamu alanında ciddi mesafe kaydedilen siyasi kadrolaşmanın tamamlanması değil de nedir? Bunun adı, kamu hizmetinin sürekliliğinin yok edilmesi, kamu personel alımında uyulması gereken kuralların yok sayılması değil de nedir?
Burada özellikle bir konunun altını çizmek istiyoruz. Ne yazık ki bu tasarıda AKP iktidarının “ölümü gösterip sıtmaya razı etme mantığı” bir kez daha yüzünü göstermiştir. Bu durumu AKP hükümetinin medyayı manipüle etmesinin, kamuoyunu bilinçli olarak yanlış yönlendirmek için tüm olanaklarını seferber etmesinin doğal bir sonucu olarak görüyoruz. Medyaya, hemen her gün “memura müjde” manşetleri attıran AKP iktidarının yarattığı sis perdesinin de etkisiyle, kamu emekçilerinin geniş bir bölümünce hatta ne yazık ki bazı sendika ve konfederasyonlarca bu torba yasa tasarısının yasalaşması durumunda ortaya çıkacak tablo tüm netliği ile görülememektedir.
Sürgün-Rotasyonla, bireysel performansa dayalı ücretlendirmeyle, kamuda güvencesizliği artıracak istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılması tehdidi altında tutulan milyonlarca kamun emekçisi “Korktuğumuz gibi değilmiş. Neyse torba yasa tarsısında bunlar yok” diyecek duruma getirilmiştir.
Bu tasarıdan beklentisi olan, hatta KPDK toplantılarında bugün bu torba yasa tasarısıyla birebir örtüşen önerilerde bulunan, yandaşlığı tescilli konfederasyon yönetiminin görmezden geldiğinin aksine bu tasarı tüm kamu emekçilerinin yaşamını alt üst edecektir. Nasıl mı?
Öncelikle iş güvencesinin sadece kadrodan ibaret olmadığını hatırlatmak isteriz. Geleceğe güvenle bakmayı engelleyen her şeyin iş ve ücret güvencesinin bir unsuru olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla çalışma yaşamında belirsizlik yaratan, yarının nasıl olacağını görmeyi engelleyen her gelişme güvencesizliği derinleştirmektedir.
Bugüne kadar kamu alanında güvencesizliği gittikçe artıran, istihdamı onlarca parçaya ayıran bir süreç yaşanmıştır.
Başta 6111 sayılı torba yasa ve onlarca Kanun Hükmünde Kararname ile kamu alanında taşeronlaştırma yaygınlaştırılmıştır. Esnek, performansa dayalı, kuralsız, güvencesiz çalışma biçimleri İş ve ücret güvencemizle doğrudan bağı olmadığı yanılsaması yaratılan onlarca düzenleme, fiili uygulama ile hayata geçirilmiştir.
Sonuç olarak bugün sadece sözleşmeli istihdamın karşılığı olan 4/B kadrosu veya geçici personel istihdamının karşılığı olan 4/C kadrosu değil bunlara göre daha göre daha avantajlı olduğu bilinen 4/A kadrosu da önemli bir tehlike ile karşı karşıyadır. İşin özü hangi ad altında istihdam edilirse edilsin tüm kamu personeli günümüzün çağdaş köleliği dediğimiz 4/C’li istihdama doğru hızla sürüklenmektedir.
İş ve ücret güvencesinin unsurlarını birer birer ortadan kaldıran diğer torba yasalar, KHK lar gibi bu son torba yasa tasarsının hedefi de bu kadar açıktır.
Sizin vasıtanızla hala bu torba yasa tasarısının iş güvencesi ile ilişkisi olmadığını düşünenlere buradan sormak istiyoruz. Ehliyetsiz, vasıfsız ama sadece yandaş olduğu için üst düzey yöneticiliğe atanan amirlerin, müdürlerin, genel müdürlerin, müsteşarların olduğu bir kamu istihdamında kamu emekçilerinin sınırlı hale getirilen iş güvencesi derin bir darbe daha almayacak mı? İş güvencesi ve ücret güvencesinin tamamen ortadan kaldırılması için ayrı ayrı yasalar, düzenlemeler mi bekleyeceğiz? Sürgün niteliğindeki rotasyon, bireysel performansa dayalı ücretlendirme, disiplin cezalarından uyarma ve kınama basamaklarının çıkarılarak performansa bağlı olarak aylıktan kesme cezalarının getirilmesini mi bekleyeceğiz? Yoksa yarın çok geç olmadan bunlara karşı sesimizi, mücadelemizi mi yükselteceğiz? Sorun da çözüm de işte tam bu noktadadır.
Diğer taraftan bugüne kadar TBMM’ye gelen yasa tasarılarının, tekliflerinin getirildikleri haliyle kalmadığını defalarca yaşayarak öğrendik. Konusuyla en alakasız yasa tasarılarının, tekliflerin bile verilen önergelerle nasıl tanınmaz hale getirildiğine, sendikal hak ve özgürlüklerimizi yok ettiğine defalarca şahit olduk. Hemen her gün kabineden bir bakanın “657’ye sırtını dayayan memurlar yan gelip yatıyor” beyanatları, kamu emekçileri ile toplumun diğer kesimlerini karşı karşıya getirmeyi hedefleyen kışkırtıcı açıklamaları hafızalarımızdaki tazeliğini koruyor.
Biz, vicdanlarında kamu emekçilerinin sorunlarına yer vermeyenlerin torba yasa tasarılarından da medet umulmayacağı gerçeğini defalarca yaşayarak öğrendik. Aynı tehlike bugün de kapımızda. Eğer biz iş güvencemize sahip çıkmazsak, bugüne kadar emek karşıtı onlarca yasayı hayata geçirenlerin fırsat buldukları ilk anda bugün bu torba yasa tasarısında yer almayan konuları gündeme getirmekten kaçınmayacaklarından kimsenin kuşkusu olmasın.
Bugün kamu emekçileri olarak önümüzde iki yol var. Ya işimize, güvencemize göz koyanlara karşı geleceğimize sahip çıkmak için örgütlü mücadeleyi yükselteceğiz ya da AKP’ye biat eden hükümet memurluğu ile güvencesiz, esnek, kuralsız çalışmanın gönüllü kulları olacağız.
Biz tercihini birinci yoldan yana kullanan kamu emekçilerinin örgütü olarak mücadeleyi yükseltemeye kararlıyız.
Yalana karşı gerçeğin, haksız-hukuksuz olana karşı adil ve demokratik olanın açığa çıkarılması mücadelesinde, tüm kamu emekçilerini kendi tercihlerini, iradelerini ortaya koymanın bir aracı olarak 27-31 Mayıs 2013 tarihleri arasında yapacağımız REFERANDUMA katılmaya çağırıyoruz.
Bize sormadan hakkımızda karar alanlara haklarımıza ve geleceğimize sahip çıktığımızı göstermek için tüm yurtta, işyerlerinde, alanlarda sandıklar kurarak oy kullanmaya, kendi referandumlarını yapmaya çağırıyor.
Sadece bugün TBMM de olan” hükümet memurluğu” yasa tasarısına karşı değil her an bu tasarıya eklenme ihtimali hiç de uzakta olmayan sürgün-rotasyon düzenlemesine, performansa dayalı ücretlendirmeye, uyanık tüccar hesabıyla disiplin cezalarının değiştirilmesine, iş ve ücret güvencemizin tamamen ortadan kaldırılmasına karşı; 5 Haziran 2013 Çarşamba günü yapacağımız GREV ile AKP iktidarını güçlü biçimde uyarmaya davet ediyoruz.
Tüm kamu emekçilerine sesleniyoruz. Bu mücadele vicdanlarında, torbalarında emek karşıtlığından başka bir şey taşımayanlara karşı umut ve insana dair ne varsa taşıyanların mücadelesidir. Bu mücadele yaşamı sevgiden tuğlalarla yeniden kurma mücadelesidir.
Son söz olarak tüm kamu emekçilerini yarın çok geç olmadan, bugün, iş ve ücret güvencesine, insanca yaşam güvenceli gelecek mücadelesine sahip çıkmaya çağırıyoruz. Bu mücadele hepimizin mücadelesidir. 25.05.2013
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
27 -31 Mayıs tarihleri arasında 11 iş kolunda kamu çalışanlarıyla işyerlerinde yapılan referandum sonuçlandı.
Hükümet Memurluğuna, Performansa Göre Ücretlendirmeye, Kadrolaşmaya, Rotasyona, Esnek Çalışmaya karşı, Güvenceli İş – Ücret Güvencesi İçin, gerçekleştirdiğimiz referandum sonucunda 12.638 kişi oylamaya katılmış olup , 12.260 Hayır,378 Evet oyu kullanılmıştır.
10 yılı aşan AKP iktidarında ardı ardına çıkarılan kanunlar, KHK’ler ve yönetmeliklerle kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi süreci hızlandırıldı. Kamu emekçilerinin iş ve ücret güvencesini adım adım budayan onlarca düzenleme hayata geçirildi.
Torba yasa düzenlemeleri ile sadece son 6 yıl içinde 4800 kanun maddesi yasalaştı. Kamu emekçileri ile ilgili her düzenlemede kazanılmış haklarımız birer birer gasp edildi. Kamuya ait işletmeler teker teker özelleştirilirken, kamu hizmetleri “dışarıdan hizmet satın alma” yoluyla piyasa ilişkileri içine çekildi. Böylece kamuda esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma yaygınlaştırıldı.
Bir yandan mezarda emeklilik diğer yandan re’sen emeklilik, yeni personel almama, taşeronlaştırma, sözleşmeli-ücretli personel uygulaması, geçici süreli sözleşmeli personel çalıştırma, 4-B, 4-C, 4-D, çakılı sözleşmeli çalışma, geçici-mevsimlik işçilik gibi uygulamalarla kamu kesiminde iş ve ücret güvencesi önemli ölçüde daraltıldı. Taleplerimize hep kulaklarını tıkayanlar bizimle dalga geçercesine yandaş basına her gün “memura müjde” haberleri yaptırdılar.
Bugünden geriye baktığımızda, kamu emekçilerinin çalışma yaşamının alt üst edildiğini, bir bütün olarak kamu alanının tasfiyesinde ciddi mesafenin alındığını görüyoruz. Tüm bunlar yetmezmiş gibi; 657 sayılı yasada da değişiklik öngören torba yasa tasarısı ile kamu istihdamının parçalandığı, kamuda esnek ve güvencesiz çalışmanın artırıldığı bir ortamda, bizler için sürgün anlamına gelen rotasyon, bireysel performansa göre ücret, disiplin cezalarında uyarma ve kınama basamaklarını kaldırarak doğrudan aylıktan kesmeye geçiş, kamuda üst düzey görevlere özel sektörden açıktan atama yapılarak hükümet memurluğunu dayatma gibi düzenlemelerle kamu emekçilerine reva görülen çalışma koşulları daha da ağırlaştırılmak isteniyor.
Bu tasarı yasalaşırsa;
Hükümet Memurluğu ile Siyasal Kadrolaşma Artacak!
Kamu emekçilerinin acil çözüm bekleyen onlarca sorunu bulunurken, AKP hükümeti kazanılmış haklarımızı tamamen ortadan kaldırmak için emek düşmanı politikalarına her gün bir yenisini ekliyor. Son olarak 15 Mayıs 2013 tarihinde TBMM’ye gönderilen torba yasa tasarısıyla kamuda çalışma ilişkileri, “hükümet memurluğu”na uygun olarak biçimlendirilmek isteniyor.
Birçok kurumda kadrolaşmayı tamamlayan AKP, yapılacak düzenlemeyle kendi siyasi yaklaşımına uygun gerici kadroların kamuda yönetici pozisyonlara atanmasının önünü tamamen açmayı hedefliyor. Bugüne kadar üzerinde 691 değişiklik yapılan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu başta olmak üzere pek çok kanunda, kanun hükmünde kararnamede değişiklik öngören torba yasa tasarısıyla “otoriter başkanlık sistemine” giden yolun taşları döşenmek isteniyor.
Kamuya CEO’lar Atanmak İsteniyor!
Kamuda “liyakat” ve “kariyer” ilkelerini ortadan kaldırarak siyasal kadrolaşmayı tamamlamayı hedefleyen tasarı yasalaşırsa, üst düzey yönetici kadrolarına özel sektörden “açıktan atama” yapılacak. Dışişleri, Adalet, Maliye Bakanlıkları gibi kamu kurumlarında yıllardır uygulanan liyakata dayalı yükselme sistemi ortadan kaldırılacak. Bu önemli görevlerin gerektirdiği hizmet süreleri, eğitim şartları gibi vasıfları taşımayanların açıktan atanmasının tek anlamı, siyasi iktidarın bir dediğini iki etmeyen bir “hükümet memuru” sistemi yaratmaktır. İşe göre personel değil, yandaşa göre iş yaratmaktır.
Tüm vatandaşlara eşit, nitelikli ve parasız olarak sunulması gereken kamu hizmetlerini sermayenin “kar” mantığına göre halka satmakla görevlendirilecek CEO’lar kamu kurumlarına “özel sektörden” atanmak istenmektedir. Bu adım sosyal devletin tasfiyesinin bir ileri aşaması olacaktır.
Oyunu Görüyoruz, Tepkimizi Yükseltiyoruz!
AKP genel olarak TBMM’ye gönderdiği yasa tasarılarında kamuoyu tepkisini en aza indirmek için yapmayı düşündüğü kritik değişiklikleri gizlemeyi seçmektedir. 15 Mayıs 2013 tarihinde gönderilen bu tasarıda iş güvencesi ve performansa dayalı ücretlendirmeye ilişkin doğrudan değişiklikler öngörülmese de, tasarının içeriği dikkatle incelendiğinde esas hedefin iş güvencesini ortadan kaldırmaya yönelik düzenlemeleri içerdiği görülmektedir.
ARTIK YETER!
Tüm yurtta, işyerlerinde, alanlarda kurduğumuz sandıklarda oy kullanarak bize sormadan bizim hakkımızda karar alanlara, haklarımıza ve geleceğimize sahip çıktığımızı gösterdik.
Bugün TBMM de olan hükümet memurluğu yasa tasarısına ve her an bu tasarıya eklenme ihtimali olan rotasyon (sürgün) düzenlemesine, performansa dayalı ücretlendirmeye, uyanık tüccar hesabıyla disiplin cezalarının değiştirilmesine, iş ve ücret güvencemizin tamamen ortadan kaldırılmasına karşı yaptığımız referandumda büyük bir çoğunlukla tepkimizi ortaya koyduk, aynı taleplerle;
5 Haziran 2013 Çarşamba günü yapacağımız GREV ile AKP’yi güçlü biçimde UYARACAĞIZ!
İŞ GÜVENCEMİZE VE GELECEĞİMİZE SAHİP ÇIKMAK İÇİN
5 HAZİRAN’da GREV’deyiz!
İlimizde tüm kamu çalışanlarını 5 Haziran’da gerçekleştireceğimiz greve katılmaya davet ediyoruz.01.06.2013
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı