egitimsen2

egitimsen2

EĞİTİM SEN BÖLGE TOPLANTISI GERÇEKLEŞTİRİLDİ

11 Şubat 2012 Cumartesi Eğitim Sen Bölge Toplantısı Adana Şubenin ev sahipliğinde gerçekleştirildi

12 Haziran seçimlerinin ardından kurulan 61. AKP hükümetinde Milli Eğitim Bakanlığına getirilen Ömer Dinçer, toptan anti-demokratik bir uygulama dizisi olan KHK düzeninin yanı sıra, 652 sayılı kararname ile eğitim hizmetlerini piyasaya uygun hale getirecek düzenlemelerin temelini oluşturdu.Eğitimin içeriği, eğitim ortamlarının yapısı ve işleyişi, eğitim emekçilerinin çalışma ve istihdam koşulları yeniden yapılandırırken performans değerlendirme ve angarya hizmet günlük uygulamalardan oldu. Buradan hareketle önümüzdeki süreci; eğitimin kuşatıldığı, kamu emekçilerinin “Toplu Söyleşme Yasasıyla” teslim alınmak istendiği bu karanlık dönemi aydınlatacak fiili ve meşru mücadele pratiğiyle öreceğiz.

Bu doğrultuda sendikamız MYK üyelerinin katılımıyla 13 il merkezinde bölge toplantıları düzenlemiştir.

Eğitim öğretim yılının ikinci bölümünde işyerlerinden alanlara taşıyacağımız, hak verilmez alınır şiarını bir kez daha bilince çıkaracağımız mücadele programını Adana, Hatay, İskenderun, Gaziantep, Osmaniye, Kahraman Maraş, Tarsus, Mersin ve Kayseri  şubelerinden Şube Yürütme Kurulu, Şube Denetleme Kurulu ve Şube Disiplin Kurulu üyelerinin ve Genel Sekreter Mehmet Bozgeyik'in katılımıyla gerçekleştirilmiştir.

 

 

2012 YILINDA KAMU EMEKÇİSİ VE EMEKLİLER ZAMSIZ MAAŞ ALIYOR  

Bugün 15 Şubat. Kamu emekçileri ilk kez 2012 yılının ikinci ayında da zamsız maaş alıyor. Geçtiğimiz ay sadece 2.68’lik enflasyon farkı ödenen 2 milyonu aşkın kamu emekçisi ve 1 milyon 800 bin emekli, bugün yine zamsız maaş almak zorunda kalmıştır.  Maaşlarımıza ancak günlük bir simit almaya yetecek kadar “enflasyon farkı zammı” yapan AKP iktidarı, yaptığı Anayasa değişikliğinin gereği olarak çıkarması gereken toplu sözleşme yasasını geçen 18 ayda hala Meclis’ten geçirmeyerek maaş zamlarımızı sürekli ertelemekte ve sonuçta milyonlarca kamu emekçisini ve ailelerini mağdur etmektedir.

 

 

 

Bakanlar Kuruluna gönderilmesinin üzerinden 4 ay geçen yasanın hala bir türlü çıkmamasının sorumlusu, yoksulluk sınırının altına itilen milyonlarca kamu emekçisi mi, yıllarca kamuda çalışmış ve üç kuruş parayla geçimlerini sağlamaya çalışan emekliler midir? Yoksa işine geldiğinde kamu yönetimini alt üst eden onlarca KHK’yı ve milletvekili emeklilik maaşlarını fahiş oranda artıran yasayı bir gecede çıkaran AKP iktidarı mıdır?

 

             Değerli Basın Emekçileri,

Kamu emekçileri, emekliler ve onların aileleri ücret zammı ve diğer konulardaki gecikme nedeniyle ciddi mağduriyetler yaşamaktadır. Bizler günü gelen faturamızı bir gün geciktirdiğimizde,  bizlerden fatura bedeli üzerine “yasal faiz” işletilerek fatura tahsili yapılmaktadır. Ancak fatura ve vergi ödemelerinde hassas olan hükümet, aynı hassasiyeti ülkenin dört bir yanında kamusal hizmetleri yerine getirmek için çalışan kamu emekçilerinin ücret ve sosyal hakları konusunda göstermemektedir.

 

 

 

Yıllardır uygulanan neo-liberal politikaların en büyük mağdurlarından birisi de kamu çalışanlarıdır. Ekonominin sürekli büyümesiyle övünmeyi artık gelenek haline getiren AKP hükümeti, sıra büyümeden pay isteyen kamu emekçilerine geldiğinde “bütçe dengesi” bahanesinin ardına sığınmaktadır. Kamu emekçilerine yıllardır % 3-4 gibi sadaka zammını toplu görüşme oyunuyla reva gören hükümet, aylardır zamsız maaşa da kamu emekçilerini alıştırmaya çalışıyor.

 

 

 

 Değerli Basın Emekçileri,

            AKP hükümetinin Çalışma Bakanı, zamsız maaş almamızın gerekçesini Konfederasyonların yasa konusunda anlaşamamalarını olarak gösteriyor. Bu nedenle de yasanın çıkarılamadığını söyleyerek sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor.

 

Şimdi buradan soruyoruz. Bizler bilmek istiyoruz.

 

Bu ülkede hangi kamu emekçisi ya da hangi konfederasyon ülkemiz kamu emekçilerinin evrensel sendikal normlara, imzalanan uluslar arası sözleşmelere ve anlaşmalara uygun,  uygar dünya ülkelerinin kendi kamu emekçilerine on yıllar öncesinde tanıdığı haklara ulaşmasına karşı çıkıyor?

 

Hangi kamu emekçisi ya da hangi konfederasyon sendikal özgürlüğün ayrılmaz parçası olan grevli bir toplu sözleşme düzeninden yana değil?

 

Örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasına, kamu hizmeti yapan tüm çalışanların sendika üyesi olmasına, sendika kurmasına hangi kamu emekçisi, hangi konfederasyon karşı çıkıyor?

 

Hangi sendika ya da konfederasyon toplu sözleşmelerin kapsamının sadece mali ve sosyal haklarla sınırlanmasını, hizmet kollarında toplu sözleşmesi yapılmamasını istiyor?

 

Hangi sendika ya da hangi konfederasyon yıllardır belediyelerle yapılan toplu sözleşmelerin yasaklanmasını istiyor?

 

Varsa böyle bir kamu emekçisi ya da konfederasyon, söyleyin bizler de bilelim.

 

Değerli Basın Emekçileri,

 

KESK, Grev hakkımızın yasal teminat alındığı özgür bir Toplu Sözleşme düzeni talep etmektedir. Bunun için örgütlenme özgürlüğünün önündeki bütün engellerin kaldırılmasını, aynı işyerinde çalışan tüm emekçilerin aynı sendikalara üye olabilmesini, toplu sözleşmenin kapsamının ekonomik, demokratik, mali, sosyal ve özlük haklarımızı kapsayacak biçimde genişletilmesini ve her sendikanın üyeleri adına toplu sözleşme yapabilmesini savunmaktadır.

 

Kamu emekçilerinin haklarını yirmi beş yıldır her koşulda savunan KESK, yıllardır birçok baskıya maruz kaldı. Son dönemde Meclis’teki 4688 sayılı yasa taslağına karşı ülke genelinde eylem ve etkinliklerimizi sürdürürken hem hükümet hem de yandaşları tarafından çeşitli baskı ve karalamalarla mücadelemiz gölgelenmeye çalışılıyor. Bugüne kadar baskı ve yasaklarla engelleyemedikleri mücadelemizi, bizlere yönelik adli ve siyasi baskılarla zayıflatmaya çalışıyorlar.

 

Kendisinden önceki her emek düşmanı siyasi iktidar gibi, AKP iktidarı da emekçiler arasına nifak sokarak, ayrımcılık yaparak bölünmeler yaratmaya çalışmaktadır. Bu değirmene su taşıyan, “kraldan çok kralcı” sendikalar geçmişte de vardı, bugün de maalesef var. Üyelik başvurusunda bulundukları uluslararası sendikalar tarafından “yandaş” oldukları tescil edilerek üyelik başvuruları ret edilen yandaş konfederasyon yönetimleri, başta kendi üyeleri olmak üzere tüm kamu emekçilerinin sendikal hak ve özgürlüklerinin önündeki en büyük engeldir. Kendilerine yandaş dediğimiz için öfkelenen, “yandaşlık dimdik bir duruşu gerektirir” diyerek böbürlenenlere diyecek tek bir cümlemiz var. Evet, dimdik bir duruşa sahipsiniz. İktidarın önünde el pençe divan dimdik duruyorsunuz. KESK’i ve onun mücadelesini karalayarak, iftira ve çamur atarak kendi ayıbınızı, işbirlikçiliğinizi gizlemeye çalışıyorsunuz. Ama şu gerçeği sizler de çok iyi biliyorsunuz ki, nasıl güneş balçıkla sıvanmazsa, KESK’i ve mücadelesini de çamur atarak kirletemezsiniz. Buradan hükümetle içli dışlı ilişkisi tescillenen yandaş konfederasyona üye olan dürüst ve adalet duygusu zedelenmemiş kamu emekçilerine sesleniyor ve iktidarın zulmü karşısında “biat edenlerin” değil, mücadele edenlerin yanında yer almaya çağırıyoruz.

 

Değerli Basın Emekçileri,

 

13 Şubat günü Konfederasyonumuzun ve Sendikalarımızın yöneticisi ve üyesi olan on beş kadın arkadaşımız gözaltına alındı. Kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin her geçen gün arttığı, açlığın ve yoksulluğun faturasını büyük oranda ödeyen kadınlarımızın haklarının savunulmasını önemli bir görev olarak kabul eden KESK’li kadınlar, 8 Mart eylem ve etkinlik programlarını açıkladıktan iki gün sonra gözaltına alındılar. Buradan bir kez daha ifade ediyoruz: Hiçbir baskı ya da gözaltı kadın mücadelesini yükseltmemizi engelleyemeyecektir.

 Değerli Basın Emekçileri,

KESK, dün olduğu gibi, bugün ve gelecekte de kamu emekçilerinin hiçbir kesimini dışlamadan, onların çıkarları doğrultusunda mücadelesini sürdürmeye kararlıdır. Bugün bizim mücadelemizi karalamak isteyenlere söylenecek tek söz “Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz!” olacaktır.

 

Yurttaşlar fatura ve vergi ödemelerini geciktirdiğinde çeşitli oranlarda “gecikme cezası” uygulayan hükümet, kamu emekçilerinin ücret artışlarının gecikme süresini dikkate alarak, olağan ücret artışının yanı sıra tüm kamu emekçilerine “gecikme zammı” yapmalı, 4688 sayılı yasada yapılması düşünülen değişikliklere ilişkin önerilerimizi mutlaka dikkate alarak, grevli toplu sözleşme hakkımızın önündeki bütün engelleri kaldırmalıdır. Konfederasyonumuz ve bağlı sendikalarımıza yönelik baskılar son bulmalı, gözaltına alınan arkadaşlarımız serbest bırakılmalıdır. 15.02.2012

YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!

YAŞASIN KESK!  

KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü

Muzaffer YÜKSEL

SES Şb.Başkanı

 

Eğitim Sen’li kadınlar "BASKI,TACİZ VE SÜRGÜN POLİTİKALARI SON BULANA DEK 
MÜCADELEMİZ DEVAM EDECEK!" konulu basın açıklamasını Adana Valiliği önünde gerçekleştirdi, açıklamayı Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri Esra ARSLAN KÖSELE gerçekleştirmiştir. Açıklamaya Sürgün edilen öğretmen arkadaşımızın öğrenci ve veliler de destek olmuştur.

 

Basına ve kamuoyuna

 Bilindiği gibi cinsel taciz kadınların bedenlerine, kimliklerine, varoluşlarına saldırı biçimidir. Kadınların uğradığı her  tür şiddette olduğu gibi tacizde de her yer suç mahali olabiliyor... Bu nedenle kadınlar hiçbir yerde güvende değil. 2009/2010 yıllarında Semerkant İlköğretim Okulunda da kadınlar okul Müdürü Kadir Yumşak ve hizmetli  İsmail Çetinkaya’nın cinsel tacizine maruz kaldılar..Önce birçok kadın gibi sessiz kalmak zorunda bırakıldılar.. Ama sonra dayanıştılar ve şikayet sürecini başlattılar.. Okul müdürünün türlü şekillerde ortaya çıkan engelleme çabaları işe yaramadı ve tacize uğrayan kadınlar İl Milli Eğitime dilekçeler yazarak  şikayetlerini dile getirdiler, tacizi görünür kıldılar.

 

 

 

Ancak bu seferde cinsel tacize uğrayan kadınların farklı şekilde mağduriyetine yol açan bir soruşturma sürecine tanık olduk. Teftiş hızlı bir şekilde başlatıldı; ama kadın beyanı esas alınmadı. Kadınlara her defasında tanığınız var mı? diye soruldu.Kadınlar yaşadıklarını, sanki taciz herkesin gözü önünde yapılabilir bir şeymiş gibi kanıtlamak zorunda bırakıldı..

 

Soruşturma sonrasında İsmail Çetinkaya aleyhine Milli Eğitim tarafından suç duyurusunda bulunulmuş ve hakkında cinsel saldırı suçlamasıyla 10 Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Okul Müdürü Kadir Yumşak için ise okulun düzenini bozmaktan ihtar ve aylıktan kesme cezaları ile yetinilerek başka okullarda görevlerine devam etmeleri sağlanmıştır. Ancak bu soruşturma raporunda şikayet eden kadınlardan iki arkadaşımız da ne olduğu anlaşılmayan gerekçelerle başka okullara sürgün edilmiştir.

 

 İsmail Çetinkaya ve Kadir  Yumşak Yaz döneminde okulların tatil olduğu sırada sessiz sakin okullarına gönderilirken, Arkadaşlarımız dönemin ortasında eğitim öğretim devam ederken apar topar yeni görev yerlerine  gönderilmişlerdir. Erkek egemen zihniyetin, erkek devlet ve yargının erkeği sürekli aklama yönündeki çabası bu seferde farklı şekilde işletilmiştir. Tacizi uygulayanlar korunup kollanmaya çalışılmış bu kadar kanıt karşısında yapacak bir şey kalmayınca da haklarında olabilecek en hafif cezalar uygulanmıştır. Bu soruşturmayı yürütenler ; erkeklere ceza verirken; kadınları cezasız bırakmayı içlerine sindirememiş olacaklar ki;  birlikte güç olduklarının farkında olarak şikayetçi olan, tacizcileri deşifre eden, kendi hakları için mücadele etmeye çalışan kadınlara da bir bedel ödetmişlerdir. İçi boş gerekçelerle şikayetçi kadınları da sürgün etmek, kadınlara verilmiş bir gözdağıdır. Bu yolla “şikayetçi olursanız, birbirinizle dayanışırsanız bedelini ödersiniz” denmiştir.

 

    Bu süreçte tacize sessiz kalmadıkları, birlikte ses olmayı başardıkları için  Milli Eğitim Müdürlüğü’nün şiddetine maruz kalan,  yerlerinden edilen, öğrencilerinden koparılan, sürülen ,cezalandırılan yine öğretmen arkadaşlarımız olmuştur.

 

    Biz; Eğitim Sen’li kadınlar olarak biliyoruz ki  kadına yönelik şiddet ve taciz girişimlerinin, resmi kurumlar aracılığıyla da besleniyor olması, kadına yönelik işlenen suçların her geçen gün artmasında önemli bir etmendir.    Tacizi ve şiddeti uygulayan  eril sistemin  temsilcilerinin  tüm baskılarına rağmen, arkadaşlarımızın cinsel  taciz ve  mobbing  karşısında mücadele ettikleri için sürgün edilmelerine sessiz kalmayacağız.. Bu nedenle sürgün niteliğinde ki bu kararın bir an önce geri çekilmesini ve arkadaşlarımızın eski görev yerlerine dönmelerini talep ediyoruz. Kadına yönelik taciz baskı ve sürgünler son bulana dek mücadelemizi sürdürecek, şiddetinizle barışmayacağız.

 Eğitim Sen’li Kadınlar adına

 Esra Arslan Kösele

Şube Kadın Sekreteri

ŞİDDETİN TÜM İZLERİ YERYÜZÜNDEN SİLİNENE KADAR MÜCADELEDEYİZ

BASINA VE KAMUOYUNA

 

Adana Kadın Platformu olarak yaklaşık 4 yıldır tacizin, tecavüzün, şiddetin, kadın katliamlarının çetelesini tutmaya devam ediyoruz. Kadına yönelik şiddet her geçen gün daha da artarak devam ediyor.

 

Gazetelere, internet sitelerine yansıyan verilere göre 2011 yılı içinde en az 232kadın öldürüldü, 610 kadın cinsel tacize maruz kaldı, 180 kadın tecavüze uğradı, 70 kadın intihar etti, yaklaşık 700 kadın sadece politika yaptığı için tutuklandı. 

 

Erkekler 2012 yılında da öldürmeye devam etti. Ocak ayıda en az 12 kadın öldürüldü, 10 kadın tecavüze, 35 kadın tacize uğradı. Ocak ayında kadınları en çok kocaları öldürdü. Kocası tarafından tabancayla yaralanan bir kadına daha önce koruma tahsis edildiği, yine karısını tabancayla yaralayan bir erkeğin ise daha önce iki kez evden uzaklaştırma cezası aldığı ortaya çıktı.

 

Devlet kadınların katledilmesine, katil erkeklere tahrik indirimi uygulayarak, kadın katliamlarının önüne geçecek kanunları yapmayarak, kadınları koruyacak mekanizmaları oluşturmayarak, sığınma evlerinin sayısını yeterli düzeye getirmeyerek destek veriyor.  

 

 

 

Geçen hafta korkunç bir cinayet haberi ile daha sarsıldık. Yanı başımızda, Osmaniye’ninKadirli İlçesi'nde 29 yaşındaki Sinan Dursun, okul servisine pompalı tüfekle ateş açarak Fatmanur Gedik ve Fatmagül Yalçın isimli iki genç kadını öldürdü, Rümeysa Demirel’i ise yaraldı. Öğrencilerden Fatmanur Gedik'e olan aşkına karşılık bulamadığı için saldırıyı gerçekleştiren Sinan Dursun Fatmanur Gedik'i yaklaşık 2 yıldır tehdit ve taciz ediyordu. Fatmanur’un ailesi Sinan Dursun hakkında 8 kez Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu, Sinan şikayetler üzerine 17 ay hapis cezası almıştı. Katil aynı zamanda tacizden de yargılanmaktaydı. Ama tüm bunlar Fatmanur’un koruma altına alınmasını sağlayamadı. Bu olay da bizlere devletin kadına yönelik şiddeti önlemede nerede durduğunu bir kez daha gösterdi. İstatistiklere göre devlet koruma için kendisine başvuran kadınların %73’ünü koruyamıyor. Maalesef Fatmanur da bu istatistiklerde olumsuz bir veri olarak yerini aldı.

 

Lise servislerinin önleri kesilerek cinayetler işlenirken ve devlet buna karşı hiçbir önlem almazken, dindar gençlik yetiştirme peşindeki AKP hükümeti, bir yandan da kız çocuklarını eğitim hayatının dışına atacak, emekçi çocuklarını da ucuz işgücü haline getirecek bir düzenlemeye yapıyor. Zorunlu eğitim/öğretim süresinin okul öncesi eğitimi de kapsayacak şekilde ve kesintisiz olarak 12 yıla çıkarılması gerekirken, verilen yasa değişikliği teklifiyle eğitim süresi 4+4+4 formülü ile 12 yıla çıkarılmış gibi gösterilerek pek çok çocuk için esasen 4 yıla indiriliyor. Bu yasa kız çocuklarının eğitim hakkını elinden alacak bir yasadır. Bu yasa ile kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesinin önü açılacaktır. Bu yasaya göre ilk 4 yılın ardından çocuklar örgün eğitimin dışına çıkarılacak ve ikinci 4 yıllık dilim açık öğretimle ilişkilendirilecektir. “Erkek çocuklar gitsin çırak olsun, kızlar da açık öğretimde evde otursun” anlamına gelen bu düzenleme kabul edilemez. Meclis gündemine gelecek olan ve çok kısa sürede Meclisten geçirilecek gibi görünen bu teklifin bu haliyle yasalaşmasını kadın hakları, çocuk hakları ve temel insan hakları açısından sakıncalı buluyoruz.

 

Öte yandan “Taş attı”, “koştu”, “atleti terliydi” diye sokaklardan toplanan Kürt çocukların, Pozantı Çocuk Cezaevinde yaşadıkları devletin bir başka yüzünü daha gösterdi. “Çocukları genlerinden tanıyıp yürümeden yok edin” diyen ilköğretim müdürlerinin olduğu bir ülkede, adli suçlularla, siyasi suçluları yan yana koyup siyasilere her türlü zulmün yaptırılmasına belki de şaşırmamalıydık. Ancak bizler küçücük çocuklara tacizi, tecavüzü, dayağı, üstelik bunun bir cezaevinde yaşanıyor olmasını kabul edemiyoruz. Bu olayla ilgili sorumluların derhal tespit edilerek cezalandırılmasını talep ediyor, yetkilileri önlem almaya ve bu trajedinin bir daha yaşanmamasını temin etmeye davet ediyoruz.

 

8 Mart Dünya Kadınlarının Mücadele gününün yaklaştığı bugünlerde, bir kez daha ilan ediyoruz:

 

Bizler, kadın katliamlarına, kadına yönelik şiddete, tacize ve tecavüze karşı, şiddetin tüm izleri yeryüzünden silinene değin mücadele etmeye devam edeceğiz.

 

YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI!

 

ADANA KADIN PLATFORMU adına

Esra ARSLAN KÖSELE

Eğitim Sen Kadın Sekrteri

KOZAN GÖKDERE BARAJ FELAKETİNDE ON GÜN GERİDE KALDI. 

Değerli Basın ve Kamuoyuna

Kozan Gökdere baraj felaketinde on gün geride kaldı. Kayıp yakınları çaresiz ve sahipsiz.

KESK olarak, Kayıp yakınlarının acısını ve sıkıntılarını paylaşmak için 3 Mart 2012 cumartesi günü olay yerine gittik .Kayıp yakınlarıyla yaptığımız görüşmelerde acı ve öfkelerine tanık olduk.

Gazetelerde ve TV’lerde bazı siyasilerin; her şeyin yapıldığı ve kontrol altında olduğu, izlenimi veren açıklamalarının aksine, kayıp yakınları çalışmaların son derece yetersiz olduğunu haykırmakta ve seslerini duyurmamızı istemektedirler.

Baraj kapağı patlamadan önce orada bir patlama yapıldığını bunun da felaketi getirdiğini, zaten olaydan önce su kaçağı olduğunu, bunun ilkel yöntemlerle, suya atılan kum torbalarıyla kapatılmaya çalışıldığı ifade ederek, geride kalan on günlük sürede baraj bloğu önünde yaklaşık 5 metrelik suyun hala yetersiz pompayla yapılan çalışmayla boşaltılamadığını, arama yapılan yerde çalışan kepçe vb. araçların çok yetersiz olduğunu, bu çalışmaları da taşeron firmanın elindeki araçlarla yaptığını belirtip feryatlarını bizimle paylaştılar. Barajı yapma sorumluluğu olan firmalardan bazılarının isimlerini görünür yerlerden sildirdiklerini, araç gereç, ekipman göndermediklerini söylediler. Çalışma yapanlar olarak, taşeron firma dışında, orada yemek dağıtan Kızılay ekibi, ambulanslar ve özel idarenin bir makinesinin olduğunu ifade ettiler.

Yanlarına gelen bazı yetkililerin olayı kader olarak adlandırıp, hem olaydan önce yeterli tedbirlerin alınmayışını hem de arama çalışmalarında ki yetersizlikleri geçiştirmeye çalışmasını kabul etmediklerini, kendilerinin görünür olmak için olay çıkarması mı gerektiğini söylediler.

Devletin DSİ gibi kurumlarının araçlarını neden seferber etmediklerini, aramalara neden çok sayıda kurumun destek vermediğini söylediler.

Biz de akşam saatlerine kadar oradaydık. Akşam saatlerinde aramaların gece de yapılması konusunda bir tartışmanın yaşanmasına tanık olduk. Akşam yapılacak aramada yetersiz aydınlatmadan söz eden güvenlik görevlileri, aramanın devam etmesinin mesuliyetin kayıp yakınlarında olacağını söylediler. Kayıp yakınları yetersiz aydınlatmayla gece arama yapılacağına gündüz yapılmamasını istediler. Orada güvenliği sağlamakla görevli jandarmanın, birde çalışan araçlarla kayıp yakınları arasında irtibat sağlama ve karar oluşturma zorunda bırakıldığına tanık olduk.

Yani siyasilerin çıkıp gece gündüz her şey yapılıyor söylemlerinin aksine ,aramaların son derece yetersiz olduğunu gördük.

Bütün boyutlarıyla hep karşı çıktığımız taşeron uygulamasıyla işlerin nasıl içinden çıkılamaz hale geldiğine ve acılar yaşattığına bir kez daha tanık olduk.

Burada çalışmaları takip edecek teknik ekip nerede, kararları verecek teknik ekip nerede diye soruyoruz. Bu çağda onlarca iş makinesi ve ekiple olaya müdahale yapılması mümkünken bu çalışma neden yapılmıyor diye soruyoruz.

İl milletvekillerinin dışında, olay yerine neden bakan ya da hükümet yetkililerinin gelmediğini soruyoruz.

Başta hükümet temsilcileri olmak üzere, sorumlular bir an önce kayıpların bulunması için, olaya her yönüyle müdahale etmeli kayıplar bir an önce bulunmalıdır.

Olayı kader diyerek hafifletmek yerine sorumluların bulunup kayıp yakını ailelerin acıları hafifletilmelidir.

Sorumluların gereğini bir an önce yapmalarını istiyor, kayıp yakınlarına sabır, yaşamını kaybedenlere rahmet ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz.

                       

KESK Dönem Sözcüsü Adına

                                                                                                                 SES Adana Şb.Başkanı

                                                                                                                 Muzaffer YÜKSEL

KESK'li Kadın Tutsaklar Onurumuzdur

DEĞERLİ BASIN EMEKÇİLERİ VE KAMUOYUNA

 Kadınların ölümüne verdikleri mücadeleden devraldığımız 8 Martı kadın katliamlarının tecavüzlerin beden ve emek sömürülerinin, tutuklamaların ve kirli savaşın gölgesinde karşılıyoruz. Bizler bugün burada emeğine el konulanlarla, evde köle, işte düşük ücrete mahkûm edilenlerle, fabrikada, genelevde, evde nerde olursa olsun sömürülenlerle, baba, koca, erkek dayağına katlanmak zorunda kalanlarla, “namus” cinayetlerinde katledilenlerle, gizli kürtajlarda ölenlerle, uluslararası çetelerce fuhuş sektörüne satılanlarla, sokakta, işyerinde, savaşta, gözaltında tacize tecavüze uğrayanlarla dayanışmamızı haykırıyoruz.

 

 Bundan 155 yıl önce kadınların ‘günde 8 saat çalışma’, “eşit işe eşit ücret”, “insanca çalışmakoşulları” talepleri ile başlayan direniş  bugün de geçerliliğini korumaktadır. Bugün, 155 yıl öncekivahşi kapitalist dönemi aratmayan bir süreci yaşamaktayız. Kadın emeğine-bedenine dönük saldırılar  yoğunlaşarak sürmekte; toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve sosyal adaletsizlik derinleşmektedir.

Kadınların özel ve toplumsal yaşamda yükselttikleri hemen her itiraz,karşı duruş erkek- devlet-polis şiddeti ile bastırılmaya çalışılmaktadır. Kadınların insanlık dışı yöntemlerle, vahşice, toplumun, devletin gözü önünde öldürülmesi ve son beş yılda kadın cinayetlerinin %1400 artması ve bu cinayetlerin faillerinin yargı eli ile tahrik adı altında indirimlerle serbest bırakılması kadınları öldürenleri cesaretlendirmektedir. Kadınlar yaşamın her alanında baskı-şiddete maruz kalmakta ve bunun kader olarak kabul edilmesi gerektiği vaaz edilmektedir.

Son olarak KESK kadın sekreterimiz  Canan AŞAN ÇALAĞAN, SES Merkez Kadın Sekreteri Bedriye YORGUN. TÜM BEL SEN Merkez Kadın Sekreteri Güler ELVEREN ve sendikalarımız şubelerinin kadın yönetici ve üyelerinden oluşan 9 arkadaşımızın 8 Mart öncesi tutuklanmaları, kadınların isyanına tahammülsüzlükten başka bir şey değildir.

Bu tutuklamalarla biz kadınlara gözdağı verilmeye çalışılmakta, “Sakın ha! Sana çizilen sınırları aşma” denmektedir.

Ancak herkes bilmelidir ki kadınlar kendilerine yönelen baskı, şiddet vegözdağına cevabını 8 Mart’ta alanlarda verecektir. Biz KESK’ li kadınlar; 

Esnek ve güvencesiz çalışmaya, kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddete,Baskı,tutuklamalar ve savaşa karşı 8 mart’ta hizmet üretmeyeceğimizi buradan bir kez daha beyan ediyoruz.  KESK  li kadınlar başta olmak üzere tüm tutuklu arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmalarını talep ediyor,arkadaşlarımızı yalnız  bırakmayacağımızı bilmenizi istiyoruz. 06.03.2012 

YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI

YAŞASIN KESK

KESK Dönem Sözcüsü 

SES Adana Şube Kadın Sekreteri 

Gülistan ATASOY

 

  

Uzatın Ellerinizi Çoğalsın Ayak Seslerimiz

Uzatın Ellerinizi Çoğalsın Soluğumuz

Yeşeren Bir Tohum Gibi‚ Özgürlüğe Adım Gibi

Uzatın Uzatın Ellerinizi!

 

 

Yüz yılı aşkın süredir 8 mart , “eşit işe eşit ücret,örgütlenme özgürlüğü, v insanlık dışı çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve oy hakkı ” talebiyle direnişe geçen 129 Newyorklu dokuma işçisinin yaşamını yitirdiği direnişin anısına, ClaraZetkin’in önerisiyle 1910 yılından beri kadınların dayanışma ve mücadele günü olarak kutlanmaktadır.. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolunda verdiği büyük mücadelenin adıdır bir yanıyla .

Bugün dünyanın her yerinde, bütün kentlerinde kadınlar, eşitlik, adalet, özgürlük, emek, barış ve dayanışma için seslerini ve isyanlarını birleştiriyorlar.Bu isyan ve direniş geleneğinin öncüllerine bakmak ve yaşanan önemeli olaylara kısaca değinirken kadınlara yönelik baskı ve sömürünün dünden bugüne devam ettiğini söyleyebiliriz;

 8 Mart 1857'de New York'lu tekstil işçisi kadınlar 16 saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerin yükseltilmesi için greve giderler. Bu grevin ardından tekstilsanayiinde birbiri ardına grevler patlak verir.

 

1907 de Clara zetkin önderliğinde toplanan 1.uluslararası sosyalist kadınlarkonferansında, kadınlar sosyo ekonomik yaşamda tam eşitliği savunarak “Die gleicheit(Eşitlik)“adlı kadın gazetesinin yayınlanmasına karar verirler ve editörlüğünü C.Zetkin üstlenir.

 

 Direniş devam eder ve Newyorktaki kadın grevinin ardından , 8 Mart 1908 yılında yine New York'ta "Cotton" tekstil fabrikasında 40000 dokuma işçisi kadın emekçinin eşit işe eşit ücret ve örgütlenme hakkı talepleriyle, greve çıkarlar.. Bu grevde patronlar, kadın işçileri dışarıdan destek görmelerini engellemek üzere fabrikayı kilitler ve çıkan yangında 129 kadın can verir..

 

 1908 yılı New York’ta 15.000 kadın daha kısa çalışma saati, daha iyi gelir, doğum izni ve oy hakkı için “ekmek ve gül” sloganıyla büyük bir yürüyüş örgütlerler. Ekmek yaşama güvencesini, gül de daha nitelikli bir yaşamı simgeliyordu.

 

 

 

1909 yılının 28 Şubatı, Sosyalist partinin öncülüğünde “Kadınların ulusal komitesi” tarafından ilk defa kadınlar günü niteliğinde kutlanır

 

 

1910 da Kopenhag ‘ta alman sosyalist delege Clara Zetkinin 17 ülkeden 100 kadın delegenin katıldığı ikinci kadın enternasyonalinde 8 martın “uluslar arası kadınlar günü” ilan edilmesi için verdiği önerinin kabul edilmesinin ardından ilk defa geniş katılımlı ve uluslararası çapta kutlanır. 1911 yılının 19 Mart'ında ise 8 mart Almanya, Avusturya, Danimarka, İsviçre ve ABD'de kitlesel bir biçimde kutlanır. Kadınların talepleri arasında , kadınlara oy hakkı ,. Eşit işe eşit ücret, sekiz saatlik işgünü, analık hakları ve de emperyalist savaşların son bulması gibi en temel talepler yer alır, 1917’de Rus kadınlar "ekmek ve barış" için grev yaparak daha insani bir yaşam için sokaklara çıkarlar ( Bu olay 8 Mart'ta olmuştur) Grevin ardından 8 mart resmi tatil ilan edilir.

 

1975 yılının Birleşmiş milletler tarafından” Dünya kadın yılı “ilan edilmesinin ardından 1977 yılında BM genel kurulu 8 Martı “Kadın hakları ve dünya barış günü olarak kabul eder.

 

 

Peki bu uzun soluklu özgürleşme mücadelesinin Türkiye deki yansıması ne oldu?

Türkiye de 8 mart ilk defa Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova kızkardeşler tarafından Türkiye Komünist Partisi üyesi kadınlarla birlikte 1921 yılında kutlanır.1978 yılı 11 Martı ise 8 martın ilerici kadınlar derneği üyesi kadınlarının kutladığı ikinci 8 Mart kutlamasıydı . Ne yazık ki 1980 askeri darbesiyle birlikte 8 Mart ancak 4 yıl sonra yani 1984’tebir çok kadın örgütüyle yeniden kitlesel olarak kutlanmaya başlandı.

 

 

Ülkemizde 8 mart dünya kadın hareketine paralel olarak her yıl sendikalar, kadın kurumları ve partili kadınlar tarafındankutlanırken , özgürlük mücadelesi de kendi öznelerini doğurmaya , büyütmeye devam ediyor.Tarih boyunca hiçbir kazanımın biz kadınlara bahşedilmediği, yaşamın her alanında mücadeleyle elde ettiğimiz tüm hakların elimizden alınmasına , güvencesizliğe ,savaşa kadın cinayetlerine ,kadın emeğinin sömürülmesine karşı, dünyanın dört bir yanındaki kadınların örgütlü ve birleşik mücadelesiyle yolumuza devam ediyoruz.Bu gün cezaevlerinde tutsak KESK’li kadınların, erkek şiddetine direnen ve bu uğurda yitirdiğimiz Ayşe Paşalıların,Güldanyaların, havan mermisinin genç bedenini paramparça ettiği 14 yaşındaki Ceylan Önkolların, . Bursa’daki yatak fabrikasında gece vardiyasında kapı üstlerine kilitlendiği için diri diri yanan kadın işçilerin, Urfa’da Ceylanpınar’da traktör kasalarında taşınan ve hayatını bu yolculuklar sırasında kaybeden mevsimlik işçi kadınların,, İstanbul’da sele kapılan servis arabasının içinde boğularak yaşamını yitiren tekstil işçisi kadınların anısıyla geleceği yeniden kazanacağımız günlerde tarihin özgür kadınları mücadelemize ışık tutacaklar…

 

 

 

YAŞASIN KADINLARIN ULUSLAR ARASI BİRLİK, MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ!

 

 

 

Esra Arslan Kösele

Adana Eğitimsen Kadın Sekreteri

 

Baskı, Gözaltı ve Tutuklamalara, Güvencesizliğe, Kadın Cinayetlerine ve Savaşa Karşı 8 MART’TA HİZMET ÜRETMİYORUZ!

Dokuma İşçisi Kız kardeşlerimizin Yaktığı Meşale Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor!

08.03.2012

NewYork’lu dokuma işçisi kadınların bir buçuk asır öncesinde yaktığı direniş meşalesi halen yanmaya ve eşitlik, özgürlük, adalet ve barış arayan kadınların yolunu aydınlatmaya devam ediyor.

Bugün dünyanın dört bir yanında ve Türkiye’de kadınlar sokaklarda, meydanlarda eşitliği, özgürlüğü, barışı ve kardeşliği haykırıyor. Ulusal, sınıfsal ve cinsel sömürüye, her türlü eşitsizliğe ve şiddete karşı, eşitliği, özgürlüğü, adaleti ve barışı savunuyor. Sadece kendileri için değil tüm insanlık için.

Bizler de, eğitim ve bilim emekçisi kadınlar olarak bugün her zamankinden daha kararlı ve dirençli bir şekilde sokaklarda olacağız. Baskılara, göz altılara, emeğimize göz diken güvencesizleşmeye, hayatımıza kast eden kadın cinayetlerine ve savaşa karşı çıkmak için sesimiz her zamankinden daha gür çıkacak.

TÜM ETKİNLİK FOTOGRAFLARI İÇİN TIKLATIN

Ataerkil Devlet Şiddetine ve Neo-liberal Saldırılara Karşı Yılmayacağız!

Devletin biz emekçi kadınlar üzerindeki ataerkil şiddeti ile muhafazakâr ideolojiden beslenen neo-liberal güvencesizleştirme politikaları bugün her zamankinden daha pervasızlaşmıştır. Geçmişte sendikal örgütlenme ve demokratik hak arama mücadelemizi engellemek için geliştirilen soruşturma ve sürgün politikaları bugün gözaltı, baskı ve tutuklama terörüne dönüştürülmüştür.

Baskı, gözaltı ve tutuklama terörünün hedefine ise kadın sendikacılar alınmıştır.

En son tutuklamalar KESK Kadın Sekreteri arkadaşımızla birlikte konfederasyonumuza bağlı sendikaların Kadın Sekreterleri ve aktif kadın üyelere yönelmiştir.

Bunun anlamı çok açıktır: Bir yandan her fırsatta kadınlardan üç çocuk doğurmasını isteyen öte yandan da neo-liberal sömürü çarklarına esnek, güvencesiz ve ucuz emek gücü yaratmak isteyen sistem, haklarına sahip çıkan, daha özgür ve barış içinde bir ülke hayal eden, örgütlenen ve örgütlülüğünü eylem gücüne dönüştüren kadınlara tahammül edememektedir.

Kadın Sendikacılar, AKP’nin Arzuladığı Kadın Modeline Uymadıkları İçin Tutuklanıyor;

Başta KESK Kadın Sekreteri olmak üzere tutuklanan kadın sendikacılar AKP’nin arzuladığı edilgen, kolay sömürülebilir ve gerektiğinde eve kapatılabilecek kadın modeline uymadıkları için tutuklanmışlardır.

Her gün en az üç kadının öldürüldüğü ülkemizde, savcılığa suç duyurusunda bulunup koruma isteyen kadınları dahi koruyamayan ve katilleri cezalandırmayan devlet, kadın cinayetlerine “Dur” diyen sendikacı kadınları tutuklamıştır.

Eğitimde cinsiyet eşitsizliğine son vermeyen, aksine giderek derinleştirecek politikalara imza atan devlet, eğitimde cinsiyet eşitliğini savunan kadın eğitimcileri tutuklamıştır.

Kırk binden fazla insanın yaşamına mal olan savaşı bitirebilecek olanaklara sahip olduğu halde savaşta ısrar eden devlet, barış isteyen kadınları tutuklamıştır.

Tutuklanan arkadaşlarımızın suçu çok büyük. Çünkü ailede, sosyal yaşamda, çalışma hayatında ve eğitimde eşitliği savunuyorlar.

Savaşa karşı insan hayatını ve sorunların demokratik barışçıl yollardan çözülmesini savunuyorlar.

İnsan onuruna yaraşır bir işte, güvenceli, kadrolu bir şekilde çalışmayı savunuyorlar.

Eğitimin eşit, parasız, nitelikli ve erişilebilir olmasını savunuyorlar.

Onları tutuklayanlar çok iyi bilsinler ki;

Tutuklanan arkadaşlarımız yalnız değildir! 

Biz binlerce Eğitim ve Bilim emekçisi kadın, bu 8 Mart gününde diyoruz ki,

Soruşturmalarınız, sürgünleriniz bizi yıldırmadı.

Tutuklamalarınız da yıldıramayacaktır.

Aksine, susmadık, susmayacağız,

Barışı, eşitliği, özgürlüğü, hakça bir yaşamı, onurlu çalışmayı, eğitim hakkından eşit bir şekilde yararlanmayı savunmaya devam edeceğiz.

8 Mart’ta Hizmet Üretmeyeceğiz! 

Kararlılığımızı göstermek, sesimizi duymak istemeyenlere duyurmak için 8 Mart’ta hizmet üretmeyeceğiz. Dünyada 8 Mart’ın tatil ilan edildiği aralarında Çin, Moldova, Tacikistan’ın da olduğu 21 ülkedeki kız kardeşlerimiz gibi 8 Mart günü sokaklarda, meydanlarda olacağız.

Her Gün 8 Mart, Her Yer Mücadele Alanı!

Ayrıca bilinmesini isteriz ki;

Mücadelemiz 8 Mart günü ile sınırlı kalmayacak. Biz Eğitim ve Bilim Emekçisi kadınlar için arkadaşlarımız serbest bırakılana, tutuklama terörüne son verilene, örgütlenme ve sendikal faaliyet önündeki engeller ortadan kalkana, eğitimde ve çalışma yaşamında cinsiyet eşitsizliğine son verilene kadar her gün 8 Mart her yer mücadele alanı şiyarıyla mücadelemizi yükselteceğiz.

Baskılarınıza verilecek en iyi cevabın daha güçlü örgütlenme olduğunu biliyoruz.

Eğitimde cinsiyet eşitliğinin sağlanması, müfredatta ayrımcı, dışlayıcı ve şiddet içeren unsurların temizlenmesi amacıyla 7 Mart’ta gerçekleştirdiğimiz MOR TAHTA eylemi ardından “KADINLAR KADINLARI ÖRGÜTLÜYOR, KADINLAR EĞİTİM SEN’LE GÜÇLENİYOR, EĞİTİM SEN KADINLARLA BÜYÜYOR” adıyla örgütlenme kampanyamızla örgütlü gücümüz her alanda arttırarak 8 Mart ruhunu bütün bir yıla taşıyacağız.

Örgütlenme kampanyamız ile birlikte baskı, gözaltı ve tutuklamalara, güvencesizliğe, kadın cinayetlerine ve savaşa karşı mücadelemizi daha da yükselteceğiz.

Mücadelemiz;

Tutuklu arkadaşlarımız serbest bırakılana,

Tüm çalışanlar, iş güvencesine, eşit ve adil ücrete ve sosyal güvenlik hakkına kavuşana,

Grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı önündeki engeller kaldırılana,

Sağlık ve eğitimin ticarileştirilmesine son verilene,

Sözleşmeli, kısmi zamanlı geçici öğreticilik ve ücretli öğretmenlik gibi uygulamalar son bulana,

Öğretmenler kadrolu olarak istihdam edilene ve kıdem esasına göre ücretlendirmeye geçilene

Cinsiyete dayalı rol ayrımının ortadan kaldırılana, bakım yükümlülüklerinin dengeli bir biçimde paylaşılması için gereken her türlü düzenleme hayata geçirilene,

Kapatılmış kreşler tekrar açılana,

İşyerinde cinsel tacize karşı koruyucu tedbirler alınana,

ILO'nun “Aile Sorumlulukları Olan Kadın ve Erkek İşçilere Fırsat ve Davranış Eşitliği Sağlanması”na İlişkin 156 sayılı sözleşmesi ülkemiz tarafından onaylanana kadar devam edecektir.

Emeğimiz, bedenimiz kimliğimiz bizimdir.

Yaşasın 8 Mart, Yaşasın Kadın Dayanışması!