egitimsen2

egitimsen2

Eğitim Sen Adana Şube Çevre Çalışma Birimi "Ne Akkuyu'da, ne Sinop'ta NÜKLEER İstemiyoruz " konulu basın açıklaması ve suç duyurusunda bulunduk.

NÜKLEER SANTRAL KONUSUNDA İSRAR ETMEK;

HALKA, ÜLKEYE VE DOĞAYA KARŞI SUÇ İŞLEMEKTİR!

 

Nükleer belası ile insanlığın ilk karşılaşması, ikinci dünya savaşı sonunda “atom bombası” şeklinde Japonya'da oldu. Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine -hiç gerekmediği halde- atılan iki bomba sonucunda bir anda yüz binlerce insan yok oldu, yüz binlerce insan sakat kaldı, çekilen acılar günümüze kadar uzandı.

Şimdi de tehlike “nükleer santral” biçiminde kapımızı çalıyor. Oysa, kırk yıl önce ilk defa nükleer santral kurmaya başlayan ileri kapitalist ülkelerde bile enerji sorununa nükleer santrallerin çözüm olamayacağı anlaşıldı. ABD'de son otuz yıldır bir tek yeni nükleer santral kurulmadığı bilinmektedir.

Nükleer santrallerin en önemli ve çözüm bulunamamış konusu tehlikeli nükleer atıkların nasıl bertaraf edilebileceği veya zararsız hale getirilip, çok uzun yıllar nasıl koruma altına alınabileceğidir. AKP Hükümeti'nin ihalesiz bir şekilde, devletler arası anlaşma ile Rus devlet şirketine yaptırmak istediği Akkuyu Nükleer Güç Santrali “ÇED Hazırlık Dosyası”nda bunun çok pahalı bir işlem olduğu kabul edilmekte ve “uzun vadede yüksek düzeye varan atık depolama hususunun çözümü gerekmektedir” denilmektedir. Bu nasıl bir sözdür? Bizler bu sorunun nasıl çözüleceğini duymak istiyoruz, onlarsa “bu sorunun çözümü gerekmektedir” demektedirler. Aslında onlar da haklı, ne diyebilirlerki, “bu çözümsüz bir durumdur, dünyada kimsenin bulamadığı çözümü bizlerden beklemeyin, sihirbaz değiliz” diyecek halleri yok. “ÇED Hazırlık Dosyası” bu çözümsüz konuda son noktayı şöyle koymaktadır: “Proje şirketi, NGS'nin sökümü ve atık yönetiminden sorumludur. Bu çerçevede şirket yürürlükteki Türk kanun ve düzenlemeleri ile öngörülen ilgili fonlara gerekli ödemeleri yapacaktır.” Bu ifade ne anlama gelmektedir? Hangi fonlar? Gerekli ödemelerden kasıt nedir? Şöyle yorumlanabilir mi: “Atıklarıülkenizde depolayacağız, gerekli parayı da ödeyeceğiz.” Görüldüğü gibi, halka açıklama değil, aksine halktan olabilecekleri mümkün olduğunca saklama gayreti söz konusudur.

 

“Kullanılacak soğutma suyu her bir ünite için 220.000 m3/saattir.” Böyle diyor “ÇED Hazırlık Dosyası.” 4 ünite olduğuna göre, saatte toplam 880.000 m3 su kullanılacak ve sonra da denize deşarj edilecek demektir. Bu durumun olası sonuçlarının izleneceğini ve sınır değerlerin aşılmayacağı garantisini de veriyorlar. Bu kadar büyük miktarda suyu önce şoklayarak, yani içindeki bütün canlıları klorla öldürerek kullanacaksın, sonra denize ısınmış olarak salacaksın ve de denizde hayat olağan seyrinde devam edecek öyle mi? Kim inanır buna?

Projede önerilen nükleer teknolojinin “AES 2006   VVER hafif su reaktörü” olduğu söylenmekte, referans olarak ta Rusya'da yapım aşamasındaki NVAEC Ünite-2 gösterilmektedir.  Akkuyu'da kurulması düşünülen nükleer santralin dünyanın her hangi bir yerinde çalışan bir örneği bulunmamaktadır. Ülkemiz açısından bu son derece traji – komik bir durum değil midir? Aynı Rus devlet şirketinin zamanında Çernobil santralini de yapmış olduğunu biliyoruz. Nükleer teknolojinin hiç bir çeşidinin güvenli olmadığı Japonya'da acı bir şekilde ortaya çıkmışken, Akkuyu'nun Rusların deney tahtası olmasına karar vermek; taammüden (bilerek, planlayarak) cinayete teşebbüs suçunu işlemekten farksızdır.

Bizlere göz göre göre ve her fırsatta yalan söylüyorlar. Dünya ülkelerinin çevresel sorunlar karşısında nükleer santrallere yöneldiğini söylüyorlar. Bu ülkelerin adını vermiyorlar, çünkü söyledikleri doğru değil. Aksine, özellikle yaşanan Çernobil ve Fukuşima nükleer santral felaketlerinden sonra Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, bütün ülkelerin nükleer santrallerden kaçışı söz konusudur. “Çağdaş medeniyetler seviyesi hedefine hizmet etmek ve bu hedefi yakalayabilmek için Türkiye nükleer teknolojiye ve nükleer santrale sahip olmalıdır” diyorlar.  Var olan birkaç nükleer santralini de en yakın zamanda sökme kararı alan İsviçre, 2022 yılında bütün nükleer santrallerini durdurma kararı alan Almanya ve diğer bir çok Avrupa ülkesi “çağdaş medeniyetler seviyesi”nin neresindeler acaba? 54 nükleer santralinden şu anda sadece birini çalıştıran Japonya “çağdaş” ve “medeni”sıfatını hak etmiyor mu?

 

Akkuyu‘da kurulmak istenen nükleer santral, Ecemiş Fay Hattı‘na 25-30 kilometre uzaklıkta yer almaktadır. Deprem kuşağında olan bu bölgeye nükleer santral kurulamayacağına ilişkin bugüne kadar yapılan uyarılar dinlenmemiştir. Ancak Japonya‘da yaşanan 8.9 büyüklüğündeki depremin ardından yaşanmakta olan nükleer felaket, Akkuyu‘da kurulmak istenen nükleer santral inadından vazgeçilmesi konusunda bir uyarıdır. Japonya‘da yaşanan bu felaket, nükleer santral savunucularının güvenlik kriterlerine ilişkin bugüne kadar dile getirdikleri savların gerçek bir doğal felaket karşısında geçersiz kaldığını gözler önüne sermektedir. Sağlam bir inşaat ve güvenlik kriterlerine uyulması durumunda nükleer santralların güvenli olduğu iddialarının gerçekleri yansıtmadığı ne yazık ki bu acı olayla bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Görüldüğü gibi güvenlik kültürünün gelişmişliği ve çalışma disiplini sorgulaması bile böylesine büyük bir felaket karşısında anlamını yitirmektedir.

Akkuyu için bundan 35 yıl önce alınmış olan yer lisansının da güncellenmesi söz konusu değildir. 35 yıl içindeki değişimleri hesaba katmayan bir yer lisansının kabulü mümkün değildir.

Bir çok bilim insanı tarafından Ecemiş Fayı‘nın sismik karakteri konusunda yapılan araştırmalarda; Ecemiş Fayı‘nın 300 km uzunluğunda olduğu, Akkuyu‘nun 20-25 km yakınından geçerek denizde devam ettiği, aktif bir fay özelliğine sahip olduğu, 6-7 büyüklüğünde bir deprem için tehlikeli bir enerji birikimi oluşturacak suskun tarihsel bir sürece sahip olduğu belirtilmektedir.

AKP iktidarı nükleer santral konusunda karanlık ve kirli hesaplar içerisindedir.

Nükleer santral; “modern” değil, “çöp teknoloji”dir; ucuz değil, pahalıdır; güvenli değil, son derece tehlikelidir; temiz değil, ölümcül derecede kirleticidir!

Bu işin acısını bizler, bu topraklarda yaşayanlar, karadaki ve denizdeki bütün canlılar, bütün olarak doğamızçekecektir. Kapitalistlerin enerji iştahı uğruna, sonunda faturayı bizler ödeyeceğiz. Fukuşima felaketi sırasında 180 km. uzaklıktaki 18 milyonluk Tokyo şehrinin boşaltılmasının Bakanlar Kurulu'nda gündeme geldiğini, panik yaratmamak için bu durumun halka açıklanmadığını unutmuyoruz. Bu yüzden susmuyor, sustukça sıranın bize gelmesini beklemiyoruz.

Halktan gerçekleri gizleyenler, açıkça yalan söyleyenler, halkın ve ülkenin geleceğini günlük çıkarlar uğruna tehlikeye atanlar hakkında “suç duyurusu”nda bulunuyoruz.

Ne Akkuyu'da, ne Sinop'ta, ülkemizin hiç bir yerinde nükleer santral istemiyoruz! Ülkemizde nükleer santral bulunmaması bir şanstır ve bu şansın korunmasını istiyoruz.

Ne nükleer, ne kömür, ne de HES'ler! Rüzgar ve güneş gibi ülkemizin zengin olduğu doğal enerji kaynaklarına yatırım yapılmalıdır.

Saygılarımızla.   13 Nisan 2012

EĞİTİM SEN ADANA ŞUBE

ÇEVRE ÇALIŞMA BİRİMİ Adına

Münir KORKMAZ

 

Eğitim Sen Adana Şube’nindüzenlediği 'Köy Enstitüleri Halkımızla Yaşıyor, Geçmişten Geleceğe”  konulu söyleşi gerçekleştirildi.

15 Nisan 2012 tarihindeAdana Ziraat Mühendisleri Odası salonunda gerçekleştirilen söyleşiye; EğitimSen Adana şube başkanı Kamuran KARACA, Köy Enstitüsü Mezunları, Vahdi İNCE,Mustafa ONAR ve Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Adnan GÜMÜŞ konuşmacı olarak katıldığı etkinliğe çok sayıda davetlide katıldı.

Söyleşi; KARACA’nın Köy Enstitülerininaçılışındaki Türkiye’de eğitim koşulları, ana amacı ve Türkiye’de yarattığısosyal olgu ve kapatılmasıyla eğitim ve sosyal alanda yapılamayanlar konularınavurgu yaptı. Köy Enstitüsü Mezunları Eğitimci Vahdi İNCE ve Mustafa ONAR  Köy Enstitüleri, eğitim sistemi, topluma kazandırdıklarınıve anılarını paylaştılar,

Prof Dr. Adnan GÜMÜŞ ise KöyEnstitüleri ve günümüz eğitim sistemi üzerine hazırlamış olduğu sunumupaylaştı,

Köy Enstitüleri Tarihi

Köy enstitülerinin gerek açılış koşulları, ana amacı, kapatılış koşulları ve sorunları; gerekse ana felsefesinin gelecek için eğitim vizyonu ve misyonu katkıları konusunda gerçekçi ve gerekirci düşünce yaklaşımları ile önemli noktalarının ortaya konulması yararlı ve gerekli görülmüştür. Çünkü bir ülkenin geçmişten bugüne, geleceğe yönelik isabetli uzun dönemli politikaları ve stratejik planları ile geleceğini kazanabileceği aksi halde kaybedeceği açıktır. Ülke olarak isabetli ve kararlı uzun dönemli politikalar ve stratejik planlar ile ülke geleceğinin kazanılması, yaratılması zorunlu görülmektedir. Türkiye Cumhuriyet'inin 1930 yıllarında toplam nüfusu 14-15 milyon, köy nüfusu 11-12 milyon dolayında idi. Türkiye Cumhuriyeti ekonomisinin ve nüfusunun yaklaşık % 80'i köye ve tarıma dayalı yaşamaktaydı.

O yıllarda Türkiye'nin köylerin büyük bir çoğunluğunda yol, su, elektrik, sağlık ocağı, okul yoktu. Köylerin büyük bir çoğunluğuna bilimin, demokrasinin ve cumhuriyetin temel ilkeleri ve değerleri tam girmemişti; köylülerin büyük bir çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Diğer yandan 1900 yıllara doğru realizme ve pragmatizme dayalı idealizm bakış açısı yönünde Amerika'da J. DEWEY'in "iş eğitimi, üretici ve faydacı eğitim, demokratik eğitim," Avrupa'da O. DECROLY'in "hayat ile hayat içinde eğitim," görüşleri önem kazanarak yaygınlaşmıştı, yaygınlaşmaktaydı. Bu bağlamda cumhuriyet'in ilk yıllarında "yaşamda bir iş yapacak, üretici ve kişilikli insan, iyi bir yurttaş yetiştirme," görüşleri önem kazanarak kuvvetlenmişti; dolayısı ile ekonomik ve kültürel kalkınmanın tarımdan, köyden başlatılması zorunlu görülmekteydi. Atatürk'ün "Köylü milletin efendisidir," veciz sözleri doğrultusunda 1930'lu yıllarda "köycülük, köylüyü kalkındırma projeleri" geliştirilmeye ve uygulanmaya başlandı.

Köylerde tarım, hayvancılık, yapıcılık, demircilik işlerinin, sağlıklı konut ve yaşamın geliştirilmesi; köylünün cumhuriyetin ana amacı ve ilkeleri yönünde bilinçlendirilmesi, canlandırılması gerekmekteydi. Aynı yönde ayrıca daha etkin eğitim sistemi yaklaşımları, arayışları içinde eğitimde birlik çalışmaları sürdürülmekteydi.

Atatürk'e, dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç'a göre eğitim yaşamın kendisi olmalıydı; eğitim sistemi, sistem çalışması ve ülkü birliği içinde geliştirilmeliydi, işe ve üretime dayanmalıydı. İş eğitimi kişinin kendisini gerçekleştirmesini, toplumsal sorunların çözümünü sağlamalıydı. Dolayısı ile öğretmenler köyün belirtilen sorunlarını çözecek biçimde yetiştirilmeliydi; aynı yönde temel bilgili, ilkeli ve koşullara dayalı serbest fikirli olmalıydı; serbest fikirli cumhuriyet gençleri yetiştirmeliydi. Köy enstitüleri fikri İkinci Meşrutiyet ile daha somut olarak ileri sürülmüştür. J. DEWEY ve diğer eğitimcileri de köy enstitüleri fikrini desteklemekteydi. Tarihi Süreci ve İncelme Bu yönde köy okullarında okuma yazma, matematik öğretimi için eğitici eleman yetiştirmek amacı ile 11.06.1937 Tarih ve 3238 tarih sayılı "Köy Eğitmenleri Yasası" çıkarılmıştır. Daha sonra 07.07.1939 Tarih ve 3704 sayılı "Köy Eğitmen Kursları ile Köy Öğretmen Okulları Yasası" çıkarılmıştır.

Bu yasa çerçevesinde Eskişehir, İzmir, Kırklareli, Kastamonu, Samsun illerinde köy öğretmen okulları açılmıştır. Aynı yönde Köy öğretmeni yetiştirme çalışmaları hızlandırılmış ve 17-29 Temmuz 1939 Milli Eğitim Şurası'nda alınan karar doğrultusunda 17.04.1940 Tarih ve 3803 sayılı ile "Köy Enstitüleri Yasası" çıkarılmıştır. Köy Enstitüleri Yasası ile daha önce açılmış ve eğitim öğretim yapmakta olan köy öğretmen okullarını da köy enstitüleri statüsü altında toplanmış; köyde üretim ve kalkınma ön plana alınmıştır. Köy Enstitülerinin çoğu ilk üç-dört yılda kuruldu; Türkiye genelinde sayısı zamanla 21'e çıkartıldı. Köy enstitüleri temel misyonunu iş, zanaat ve sanat deneyimli, yetenekli köy koşulları ile barışık köy öğretmenleri, teknik ve sağlık elemanları yetiştirmekti.

Köyü kalkındırma çalışmalarını büyük bir coşku içinde temel, eğitim ve kültür bilgilerine önem vererek sağlamaktı. Köy enstitüleri öğrencileri ilk yıllarda eğitim öğretim süreci içinde önce kendi okullarını, atölyelerini, iş yerlerini bizzat kendileri yapmışlardı. Günlük gıda temini, yiyecek, içecek, temizlik temini işlerini kendileri yaparlardı. Aynı yönde çağdaş ve demokratik iş eğitimi, yaratıcı üretim ve verimlilik eğitimi görüşü ve yaklaşımları izlenirdi. Eğitim öğretim, uygulama ve iş süreçlerinde çevreye görelik, doğa uygunluk, kendi kendini yönetme, kendi kendine çalışma ilkeleri ve yöntemleri izlenmişti.

Köy Enstitüleri bu doğrultuda eğitim öğretim çalışmalarını kalitelerini artırarak 14 yıl başarı ile devam ettirmiştir. Bu dönemde 17 341 öğretmen, 8 675 eğitmen, 1 248 sağlık memuru olmak üzere toplam 27 264 eleman yetiştirmiştir. Bu gelişim süreçlerinde diğer yandan 1950'li yıllarda ABD ve Avrupa ülkelerinde şehir nüfusu % 70'ı aşmışken Türkiye'nin nüfusu 21 milyona, şehir nüfusu ancak 5-6 milyona yaklaşmıştı. Yine İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyadaki yeni ekonomik oluşumlara, bloklaşmalara bağlı olarak Türkiye'de de öncelikler değişmeye; kişisel özgürlük, özel girişimcilik beklentileri de gelişmeye başladı. Türkiye'de şehirleşme, sanayileşme, özel sektör politikaları gelişmeye, bu politikaların gerektirdiği sosyal yaşam ve yatırım öncelikleri; şehirlilik, seçkinlik, kalite ve moda kültürü önem kazanmaya, milli eğitim öncelikleri değişmeye başladı. Aynı yönde çağdaş yaşama, dini inanca ve bilime dayalı idealistlik ve seçkinlik önem kazanırken gerçekçilik, üretkenlik, verimlilik ve faydacılık biraz ihmal edilmeye başlandı. Köy enstitülerinde de bu bağlamda temel ve teorik bilgilere, eğitim ve kültür bilgilerine önem veren bakış açıları gelişmekteydi. Öğretmen yetiştirme bakış açılarında beliren bu yeni yaklaşımlar doğrultusunda 5-14 Şubat 1953 Tarihli Beşinci Milli Eğitim Şurası'nın köy öğretmen okulları ile köy enstitülerini birleştirme kararları doğrultusunda 04.02.1954 Tarih ve 6234 sayılı "İlk Öğretmen Okulu Yasası" çıkarıldı. Köy enstitüleri belirli kesimlerin ileri sürdüğü biçimde gerçekten erken kapatılmıştı.

ŞUBE MECLİS TOPLANTISI GERÇEKLEŞTİRİLDİ

Eğitim Sen Adana Şube meclis toplantısı 21 Nisan 2012 tarihinde şube binasında işyeri temsilcileriyle bir araya gelen şube yürütme kurulu şube meclis toplantısını gerçekleştirildi, Şube yürütme kurulu önümüzdeki  1 Mayıs ve İlksan hazırlıkları hakkında genel bilgilendirme yaptıktan sonra üyelerle  Geçmiş sürecin değerlendirilmesi,  4+4+4, 4688 değişiklikleri ve görevlerimiz   Eğitim, örgütlenme ve mücadele programı ve Önümüzdeki sürece ilişkin öneriler değerlendirildi.

 

Adana'da '1 Mayıs' Coşkusu

'1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü', Türkiye genelinde olduğu gibi Adana'da da kutlandı.

'1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü', Türkiye genelinde olduğu gibi Adana'da da kutlandı. Meydanlar sloganlarla inlerken, alanlara çıkanlar talep ve isteklerini Türkçe, Kürtçe ve Arapça yaptıkları konuşmalarla dile getirdi. Doktorlar, beyaz önlükleriyle yürüyüp son dönemde artan şiddet olaylarını protesto etti, avukatlar ise 'Özel Yetkili Mahkemeler'e karşı çıktı.



BEYAZ ÖNLÜKLÜ 'ŞİDDET' PROTESTOSU

1 Mayıs Tertip Komitesi tarafından organize edilen miting, Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önünde başladı. Başta sendikalar olmak üzere sivil toplum kuruluşları, siyasi parti ve meslek odalarının katılımıyla gerçekleştirilen mitinge, güneşli ve sıcak havaya rağmen yoğun ilgi gösterildi. Eylemciler taşıdıkları pankart ve dövizlerle iş hayatında yapılan düzenlemelere karşı çıkarken, attıkları sloganlarla da talep ve isteklerini dile getirdi. Adana-Osmaniye Tabip Odası, Gaziantep'te görevi başındayken uğradığı bıçaklı saldırı sonucu hayatını kaybeden doktor Ersin Aslan'ın fotoğrafının yer aldığı ve üzerinde; 'Sırtımızdan Vurulduk Yastayız' pankartıyla yürüdü. Kimi hekimler beyaz önlükleriyle yürüyüşe katılırken, 'Halkımız Uyuma Doktoruna Sahip Çık' şeklinde sloganlar atması dikkat çekti.

Tüm Fotograflar Ulaşmak İçin Tıklatın

 

 

Yürüyüş, Uğur Mumcu Meydanı'nda son bulurken, Mitingde konuşmalar Türkçe, Kürtçe ve Arapça olarak yapılırken, 1 Mayıs Tertip Komitesi adına söz alan Eğitim-Sen Adana Şube Başkanı Kamuran Karaca, bugün çalışanların her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğunu vurguladı.



Karaca, "Çünkü karşımızda kazanılmış haklarımıza saldırılarda tam bir işbirliği yapan sermaye güçleri var. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, bizleri kendi çıkarları doğrultusunda bölmeye çalışanlar amaçlarına ulaşamayacak. Çünkü bugün ülkede sesini, dünyadaki sınıf kardeşleriyle birleştirmek için alanlarda olan milyonlar bu hesabı bozacak" dedi. Konuşmaların ardından yerel gruplar, sahne alırken '1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü Mitingi' olaysız bir şekilde sona erdi.

1 Mayıs Tertip Komtitesi Başkanı Kamuran KARACA'nın Konuşmasının Tam Metni

Yaşamını alın teriyle kazananlar, işçiler, kamu emekçileri, işsizler, emekliler, kadınlar, öğrenciler, ülkemizin onurlu ve aydınlık insanları,

 Dostalar!  Merhaba!

 Hepinizi 1 MAYIS Tertip Komitesi adına saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

 Her milliyetten işçilerin, emekçilerin, kapitalist sömürü ve baskıya, emperyalist saldırganlığa, her türlü ayrımcılığa karşı kol kola, omuz omuza vererek alanlara çıktığı 1 Mayıs bayramını coşkuyla selamlıyoruz. Öncelikle 77 1 Mayıs’ı, katliamda kaybettiğimiz arkadaşlarımız olmak üzere bu mücadelede yaşamını kaybetmiş tüm arkadaşlarımızı, sevgiyle, saygıyla anıyoruz. Onlara buradan sesleniyor ve bir kez daha söz veriyoruz.  Sizin davanızın peşini bırakmayacağız, sorumlular tek tek ortaya çıkana kadar bu davanın takipçisi olacağız. Uğruna yaşamınızı verdiğiniz mücadele sürüyor, milyonlar bugün alanlarda kararlılıkla sizlerin mücadelesini sürdüreceğini haykırıyor.

 Dostlar,

İçinde bulunduğumuz sosyal ve siyasal koşullara baktığımızda, birliğe ve dayanışmaya her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz. Çünkü karşımızda, kazanılmış haklarımıza saldırılarda tam bir işbirliği yapan sermaye güçleri ve onlardan aldığı cesaretle her geçen gün daha da pervasızlaşan AKP iktidarı var. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, bizleri kendi çıkarları doğrultusunda bölmeye çalışanlar amaçlarına ulaşamayacaklar.

Çünkü bugün tüm ülkede sesini dünyadaki sınıf kardeşleriyle birleştirmek için alanlarda olan,

İşgale, savaşa, işsizliğe ve sömürüye karşı, barışın, kardeşliği ve yaşamı savunan, açlığı, yoksulluğu, sömürüyü, savaşı, acı ve gözyaşlarını yenmek için mücadele eden milyonların birleşik gücü, bu kirli hesabı bozacaktır.

 Dostlar,

İşçi sınıfının uluslararası bayramını kutladığımız bugün AKP hükümetinin dışarıda ve içerde emek düşmanı, halk düşmanı saldırıları doruk noktasına çıkmış durumda. Emperyalizmin taşeronluğuna soyunulan dış politikada Suriye’ye yönelik savaş tehdidinin dozajı gittikçe arttırılıyor. Sınıf savaşı cephesinde ise çok yönlü saldırılar tüm hızıyla sürüyor.

 Yıllardır özelleştirme ve taşeronlaştırma ile örgütsüzlüğü dayatanlar yeni iş cinayetlerini arttırmaya devam ediyor. Resmi rakamlara göre geçtiğimiz yıl 1543 işçi kardeşimiz sermayenin kar hırsına kurban verildi. Çok basit önlemler alınmadığı için sadece bu ay içerisinde 57 işçi kardeşimiz hayatını kaybetti. İş kazalarında Türkiye’yi Avrupa’da birinci dünyada üçüncü sıraya yükseltiler. Buna rağmen utanmadan çıkıp Çin’den sonra en hızlı büyüyen ekonomiye sahip olmakla övünüyorlar. Buradan soruyoruz:  Hangi büyüme? Kim büyüyor?

 Sayısını 9 yıllık iktidarınızda 4 ten 38 e çıkardığınız dolar milyarderleri mi yoksa 751 TL’ye mahkûm ettiğiniz asgari ücretli mi büyüyor?

 Kim büyüyor?  Teşvik üstüne teşvik yağdırdığınız sermaye mi yoksa 1050 TL’yi aşan açlık sınırının altına ittiğiniz milyonlar mı?  

 Kim Büyüyor? Gemcikler aldığınız çocuklarınız mı yoksa doğalgaz, elektrik, akaryakıt gibi temel tüketim maddelerine zam üstüne zam yaparak sefalete ittiğiniz yoksul halk mı? 

Büyüyen sadece bu iktidar, bu iktidarın yandaşları ve sözcülüğünü yaptığı sermayedir.

Emekçilerin ve yoksullaştırılan halkın ise sıkıntıları, sefaleti büyüyor.  Alın başınıza çalın böyle büyümeyi. İşçilerin ölümü, halkın yoksulluğu üzerinden sağladığınız büyümeniz olmaz olsun.

 Son dönemde çıkarılan yasalarla toplumsal yaşamın ve kurumların tüm dengeleri bozuldu.

Değiştirilen kanunlar, son dönemde çıkartılan Kanun hükmünde kararnameler ve yönetmelik değişiklikleri ile meslek odaları ekonomik açıdan güçsüz bırakılmak istenmekte ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Meslek odalarının kapısına kilit vurması anlamı taşıyan mevzuat değişiklikleri bir an önce iptal edilmeli, meslek odalarının eşit düzeyde temsil edileceği kurullar oluşturularak mesleki alanı ve meslek odalarını düzenleyen yasalar hazırlanmalıdır.

 Diğer yandan; Türkiye Sağlık Ortamı ve Hekimlik çok önemli bir eşiğe gelmiştir. 2002 yılından bu yana uygulanan politikaların sonuncusu olarak çıkarılan 663 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile Sağlıkta Dönüşüm programı tamamlanmıştır. Sağlık uygulamaları tamamen değişmiş, çıkarılan yasa ve yönetmenlikleri artık kimse takip edemez hale gelmiştir. Tüm bu uygulamalar hekimler ve sağlık çalışanları açısından, yarınları, bilinmez bir hale getirmiştir. Toplumsal yaşamda ki bu belirsizlik, geleceğe yönelik güvensizlik, antidemokratik uygulamalar ve korkular endişelerimizi daha da arttırmaktadır. Hekimler, çaresiz, yarın ne olacağını bilmeden yaşamlarına ilişkin yeni belirlemeler yapmaya çalışmaktadırlar. 

 Sağlık sistemi soygun sistemine dönüştü,

“Sağlık reformu yapıyoruz. Herkesin sağlık sigortası olacak, Hastalandığında istediği hastaneye gidecek, istediği hizmeti alacak… Eskisinden fazla ek hiçbir para ödenmesi de gerekmeyecek” demişlerdi.

Peki, ne oldu?

Hele bir hastaneye gitmeyelim:

“Katılım payı” diyorlar, alıyorlar,..

“İlave ücret” diyorlar, alıyorlar…

“Reçete bedeli” diyorlar, alıyorlar…

“10 gün içinde ikinci defa geldin” diyorlar, alıyorlar…

“Yatak ücreti” diyorlar, alıyorlar…

“Eş değer ilaç farkı” diyorlar, alıyorlar…

Alıyorlar da alıyorlar.

Biz vermekten bıktık usandık, Onlar almaya doymuyorlar.

Sağlık sistemi soygun sistemine dönüştü. Gerçek apaçık ortada. Bize yalan söylediler! Asıl amaçları sağlığı paralı hale getirmek, ticarileştirmek, özelleştirmek

 Dostlar;

Eğitim alanını dinselleştiren ve ticarileştiren 4+4+4 yasasını da bütün itirazlarımıza rağmen çıkardılar.  Meclisteki sandalye sayılarının çokluğuyla, el kaldırıp indirenler, emek düşmanı onlarca yasayı çıkardılar. 4+4+4 düzenlemesi ile eğitimi, sağlıkta dönüşüm politikaları ile sağlığı tamamen paralı hale getirdiler.  Anayasayı, uluslar arası sözleşme ve anlaşmaları yok sayarak kamu emekçilerine bir sendika yasasında olması gereken temel hiçbir düzenlemeye yer vermeyen yasayı çıkardılar.  

Örgütlenme özgürlüğünün sınırlarının kaldırılmadığı, yıllardır hormonlayarak büyüttükleri yandaş konfederasyonları dışında kimsenin taleplerini dikkate almadıkları bu yasa kamu emekçilerinin yasası değildir. Bu ülkenin onurlu kamu emekçileri bu sahte sendika yasasının tarihin çöplüğündeki yerini alması için fiili, meşru mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir.

 Diğer Taraftan

İşçi sınıfının kıdem tazminatlarına el konulmasının hesapları yapılmakta, kazanılmış hakları tek tek ellerinden alınmaya çalışılmaktadır. Sendikalarda Örgütlenmelerinin önüne her gün yeni bir engel çıkarılmakta, her şeye rağmen sendikalaşanlarında işlerine son verilmektedir. İşveren Taşeron düzeniyle, işçi sınıfını örgütsüzlüğe ve açlığa mahkûm etmek istenmektedir.

İlimizde de durum farklı değil. Grevdeki AMYLUM nişasta işçileri sendikalaştılar, haklarını istediler ve greve çıktılar.  İşveren Haklarını vermemek için her yolu deniyor.  İşçilerin onurlu direnişi 59. Gününde. TEDAŞ’ta çalışan taşeron işçileri de Enerji Sen’de örgütlendiler. Karşılığında işten çıkarıldılar, işlerine dönmek için verdikleri mücadele 59. gününde. Buradan; AMYLUM ve TEDAŞ işçilerini, onurlu mücadelelerinden dolayı kutluyor yanlarında olduğumuzu haykırıyoruz.

 Türkiye’de milyonlarca emekli düşük maaşlarıyla yaşam savaşı veriyor. Kendilerini açlığa mahkûm eden AKP zihniyetini kınıyor, insanca yaşayacakları ücretlere kavuşmalarının en doğal hakları olduğunu buradan haykırıyoruz.

 Dostlar;

 AKP Hükümetinin “ileri demokrasi” adı altında başlattığı tasfiye hamlesi neredeyse bütün toplumsal muhalefet kesimlerini kapsayarak sürüyor. AKP baskı düzenini dayatıyor. Haklarını arayan tüm kesimlere karşı polis şiddeti artıyor. Terörle Mücadele Yasası sıkıyönetim yasası gibi işleyerek adeta Toplumla Mücadele Yasasına çevrilmiş durumda. DGM zihniyetinin kılık değiştirmiş hali olan Özel Yetkili Mahkemeler siyasi iktidara muhalif tüm kesimleri ezmenin fiili aracı haline getirildi.

 

12 Eylül artığı darbe anayasasını kendilerine kalkan yapanlar, düşünce ve ifade özgürlüğünü engellemeye devam ediyor. Ülkemize, dünyada tutuklu gazeteci sayısı en fazla olan ülke utancı yaşatılıyor.  İktidar ne kadar da  “içeride olanlar gazetecilik faaliyetinden tutuklu değil derse desin. Hatta tutuklu gazetecileri yüz kızartıcı suçlarla itham etmeye çalışırsa çalışsın. Biz onların işçilerin, emekçilerin, halkın sesini duyurmaya çalışan gerçek gazeteciler olduğunu biliyoruz. Ve onlarla gurur duyuyoruz.

 Dostlar,

 Ülkemizde Kürt sorununda yaşanan gelişmeler de kaygı verici boyutlara ulaşmış durumda. Kürt sorununun çözümü noktasında, demokratikleşme talepleri halen görmezden geliniyor.

 Halkın oyları ile seçilmiş vekilleri, belediye başkanlarını kelepçeleyerek tutuklanıyor. Anaların barış çağrılarına kulaklar tıkanıyor. Aradan beş ay geçmesine rağmen 34 sivil vatandaşımızın katledildiği Roboski katliamının faillerini açığa çıkarmak için bir arpa boyu yol katledilmedi. Ama Sivas katliamının failleri zamanaşımından faydalandırılıyor. Bu ülkenin başbakanı failleri zaman aşımın uğratılan dava için “ Memlekete, millete hayırlı olsun” diyebiliyor.

 Susurluk’un kilit isimleri, faili meçhul cinayetlerin tetikçileri “somut delil bulunamadığı” gerekçesiyle tahliye ediliyor.  Ama puşinin, şemsiyenin delil olarak gösterildiği iddianamelere yüzlerce öğrenci zindanlara atılıyor.

 Bin operasyon yapmakla övünen Mehmet Ağar’a ödül gibi ceza verilmesi yetmiyormuş gibi konforlu, güvenli hapishane aranırken, sayıları 13 bine ulaşan politik tutuklunu ceza evi koşulları her gün daha da ağırlaştırılıyor.

 

Kadına yönelik şiddet ve tecavüz davalarının sanıkları iyi hali görülerek dışarı salınıyor. Daha 4 gün önce Fethiye davasının sanıkları beraat ettirildi. Bu koşullarda kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin çığ gibi artmaya devam etmesi engellenebilir mi?

 

Değerli Dostlar!

 Yoksulluğun, adaletsizliğin, hukuksuzluğun hâkim kılınmak istendiği bir ülkede,

Emeğin, emekçilerin haklarının tanınmadığı bir ülkede, Demokrasiden de insan hak ve özgürlüklerinde de bahsedilemez.

 Bizler, her şeye rağmen, bu önemli gün vesilesiyle emekten, eşitlikten, özgürlükten, barıştan ve adaletten yana bir ülke ve dünya kurmak mümkün olduğunu biliyoruz.

 İnsanın insanı sömürmediği; hiçbir halkın dil, din, kültür farklılıkları nedeniyle baskı ya da ayrımcı uygulamalarla karşılaşmadığı;

İnsanların açlıktan ölmediği; çocukların savaşlar sonucunda anasız babasız kalmadığı;

Türkiye’de ve bütün dünyada emeğin, barışın, dayanışmanın ve kardeşliğin hüküm sürdüğü bir gelecek yaratmak için mücadelemize kararlılıkla, azimle, inançla devam edeceğiz.

 Bizler milliyetçi, ırkçı, dindar ve kindar nesillerin yetiştirildiği bir ülke değil, bilimin, emeğin, barışın, kardeşliğin egemen olduğu bir ülke istiyoruz.

 Sokaklarında kardeşlik türküleri söylenen, emeğin hakkının, insanlık onurunun en temel değerler olarak görüldüğü demokratik yaşama, özgür ülke hedefimize mutlaka, ama mutlaka ulaşacağız.

Demokratik bir ülke ve insanca bir yaşam mücadelesi verenler, halkları birbirine düşürmeyi planlayan ırkçı-şoven güçlerin oyununu bozacaktır. Halklar arasında yüzyıllardır süren kardeşliği engellemek isteyenlerin bizleri birbirimize düşürme yönündeki girişimlerine asla izin vermeyeceğiz.

 Türkiye’de emek, barış, eşitlik ve özgürlük uğruna yaşamı yitirmiş olan yoldaşlarımızdan aldığımız mücadele bayrağını daha da yükseklere çekeceğimize söz veriyoruz.

Sizleri 1 Mayıs Tertip Komitesi adına bir kez daha selamlıyor, saygılar sunuyorum.

YAŞASIN 1 MAYIS!

YAŞASIN İŞÇİLERİN, EMEKÇİLERİN BİRLİĞİ, HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!

 

TÜRK İŞ, DİSK, KESK, TMMOB, ADANA TABİP ODASI

 

Kurumlar Adına Tertip Komitesi Başkanı

Kamuran KARACA

KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü

KESK Mali Sekreteri Ali Berberoğlu’nun Adana'da gerçekleştirdiği Basın Açıklaması Metnidir.

HÜKÜMETE, KAMU EMEKÇİLERİNE VE KONFEDERASYONLARA ÇAĞRIMIZDIR!

Değerli Basın Emekçileri,

Bilindiği üzere 2012-2013 Toplu sözleşme süreci 30 Nisan 2012 tarihinde Çalışma Bakanlığında yapılan toplantı ile başlamıştır. Görüşmelerden bir hafta önce konfederasyonlar taleplerini hükümete iletmiştir. Ancak tüm ısrarlarımıza rağmen hükümet teklifini hala açıklamamış, 14 Mayıs 2012 Pazartesi günü sunacağını bildirmiştir.

Diğer taraftan Cumhuriyet tarihinde ilk defa kamu emekçilerine dört aydır zam vermeyerek mağdur eden hükümet, toplu sözleşme görüşmeleri öncesinde başlattığı “bütçe kaynakları sınırlı” yönündeki açıklamalarını sürdürmektedir. Öncelikle hükümeti toplu sözleşme görüşmelerini baskı altına almaya yönelik bu açıklamalara son verilmesi konusunda sorumluluğa davet ediyoruz.

Değerli Basın Emekçileri,

KESK olarak, 4688 Sayılı yasada sadece kısmi tadilat yapılması sonucunda oluşturulan yasanın yasaklayıcı ve sınırlayıcı düzenlemelerine rağmen kamu emekçilerinin taleplerinin sözcülüğünü yapmaya devam edeceğimizi,  fiili ve meşru mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimizi kamuoyuna daha önce ilan etmiş bulunuyoruz.

KESK’in ancak ve ancak kamu emekçilerinin iradesinin yansıması ile işlevli hale gelebilecek olan bir toplu sözleşme düzeni oluşturulması konusunda taraf olduğunu tekrar vurgulamakta yarar görüyoruz.

 

Attığımız her adımda kamu emekçilerinin taleplerini temel almanın sorumluluğu ile 14 Mayıs 2012 Pazartesi günü toplu sözleşme konusunda teklifini sunacak olan hükümeti bir kez daha uyarıyoruz. 

 

v  Çalışma yaşamını ilgilendiren bütün konuların görüşüleceği, her sendikanın kendi üyeleri adına toplu sözleşme imzalayacağı ve anayasal hakkımız olan grevi teminat altına alan bir düzenleme,

 

v  2012 yılı için en düşük kamu emekçisi maaşının 2.145 TL’ye yükseltilmesini, bu çerçevede tüm kamu emekçilerinin maaşlarına %30 zam yapılmasını,

 

v  Kamuda sözleşmeli, taşeron v.b. farklı statülerdeki güvencesiz çalışmaya son verilmesini ve tüm çalışanların iş güvencesine kavuşturulmasını,

 

v  Her ne ad altında olursa olsun aldığı tüm ek ödemelerin emekli aylığına yansıtılmasını,

 

v  Maaşlarının vergi dilimi artışından etkilenmemesini,

 

v  Ek ödemeleri düzenleyen 666 Sayılı KHK ile yaratılan ücret adaletsizliği ve mağduriyetlerin giderilerek gerçekten eşit işe eşit ücretin ödenmesini,

 

v  Kadın kamu emekçilerine; başta görevde yükselme ve unvan değişikliklerinde olmak üzere çalışma yaşamında uygulanan negatif ayrımcılığa, baskı ve şiddete son verilmesini,

 

v  İdarenin sendikalar ve üyeleri üzerinde çeşitli yöntemlerle uyguladığı baskıların son bulmasını, özgür örgütlenme ortamının sağlanmasını

İSTEYEN

        KAMU EMEKÇİLERİNİN BU ASGARİ TALEPLERİNE KULAK VERİN!

 

Hiç kimsenin bu asgari taleplerin yer almadığı bir "Toplu Sözleşmenin" altına KESK'in imza atmasını beklemeye hakkı yoktur.  Eğer, hükümet kamu emekçilerinin bu taleplerine kulaklarını tıkmaya devam ederse 2 milyonu aşkın kamu emekçisi ve 1,8 milyon emeklinin taleplerinin takipçisi olmak için tüm olanaklarımızı ve gücümüzü sonuna kadar seferber edeceğimiz bilinmelidir.

Bunun ilk adımı olarak toplu sözleşme görüşmelerinin sonuçlandığı 21 Mayıs tarihinde uzlaşma sağlanamazsa;  sürecin doğal sonucu olarak, Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvuru tarihi olan 25 Mayıs 2012 gününe kadar olan süre içersinde Grev hakkımızı kullanacağımızı ilan ediyoruz.

 

Biz kamu emekçileri olarak zaten yıllardır fazlasıyla fedakârlıkta bulunduk. Yoksulluk sınırına uzak açlık sınırına yakın bir yaşam mücadelesi sürdürmeye terk edilen kamu emekçileri ve emekliler olarak hükümetten fedakârlık değil hakkımızı istiyoruz. 

 

Tüm Kamu Emekçilerine ve Konfederasyonlara Çağrımızdır!

 

Sıraladığımız talepler sadece KESK'in değil hepimizin talepleridir. Ülkemizin fedakâr kamu emekçilerinin çok daha fazlasını hak ettiğini hepimiz çok iyi biliyoruz.

Gelin, her fırsatta ülkemizin ekonomik büyüme rakamları ile övünenlerin bu büyümede en çok katkısı olan kamu emekçilerini kapı kulu olarak görmelerine birlikte dur diyelim.

Gelin, insanca bir yaşam için taleplerimize sahip çıkalım ve bu talepler için mücadeleyi birlikte yükseltelim. 

 

Gelin, 14 Mayıs’ta kendi teklifini sunacak olan hükümet taleplerimize kulaklarını tıkamaya devam ederse haklarımız için tarihi ve süresini birlikte belirleyeceğimiz GREV’i  örgütleyelim. 

Adana'da Memurlar Grevde!!!

Toplu iş görüşmelerinde hükümetle anlaşmayan kamu sendikalarının düzenlediği iş bırakma eylemine binlerce memur katıldı. KESK, Türkiye Kamu–Sen ve Birleşik Kamu–İş’in ortaklaşa gerçekleştirdiği eylem İnönü Caddesi’ndeki yürüyüşle başladı. Beşocak meydanından sonra Çakmak Caddesi’nde süren gösteride sendika üyeleri hükümet aleyhine slogan attı.
Yol boyu vatandaşlar da alkışlarıyla memurlara destek verdi.


 

KAMU GÖREVLİLERİ HAKEM KURULUNA ÇAĞRIMIZDIR.

Değerli Basın

Hükümet 23 Mayıs’ı Görmezden Gelemez!

Geldiğimiz noktada kimsenin kamu emekçilerinin 23 Mayıs grevi ile ortaya koyduğu iradeyi görmezden gelmesi mümkün değildir. 23 Mayıs grevindeki talepleri görmeden alınacak kararlar artık meşru ve hukuki değildir. Kamu emekçilerinin grevi ile daha ilk uygulama girişiminde hukuken de fiilin de hiçbir dayanağı kalmayan grevsiz toplusözleşme düzeni kadük hale gelmiştir. 

 

Kamu emekçilerinin net biçimde verdiği bu mesaj AKP hükümeti tarafından görülmek zorundadır. 23 Mayıs grevi ile temel taleplerini bir kez ortaya koyan, ülke genelinde kamu emekçilerinin %90’ından fazlasının katılım sağladığı bir grevi görmezden gelinirse ortaya çıkacak tepki ve eylemlerin sorumluluğu da AKP hükümetine aittir.

AKP hükümetini Kamu Görevlileri Hakem Kurulu ile devam edecek süreci baskılamaya dönük girişimlerine son vermesi konusunda uyarıyoruz.

Yaşanan enflasyonun da gerisinde kalan ekonomik ve sosyal talepleri en meşru hakları iken; Başbakanın memurları çeşitli kesimlerle karşı karşıya getiren açıklamaları ve yaklaşımları kamu emekçilerinde büyük tepkiye neden olmaktadır.

Özellikle Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan kanal kanal gezerek, “kaynak yok, ilave zam verirsek bütçeye 25 milyarlık TL’lik ek bir yük getirir bu durumda da vergileri artırmak zorundayız” diyerek gerçekleri çarpıtmaktadır.

Oysa bu ülkede yaşayan herkes vergi yükünün büyük bölümünün işçi ve emekçilerin sırtında olduğunu bilmektedir. AKP hükümetinin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana kesintisiz bir biçimde yaptığı “kopyala-yapıştır” bütçelerde gelir beklentisinin büyük bölümünü çalışanların ödediği gelir vergisi ve dolaylı vergilere dayanmaktadır. Bu tablo 2012 yılı bütçesinde de değişmemiştir. Bu durumu vergi kalemlerindeki büyüklüklere bakarak görebilmek mümkündür.


Gelir Vergisi

53,8 milyar TL

Kurumlar Vergisi

27,2 milyar TL

Dâhilde Alınan KDV

33,6 milyar TL

İthalde Alınan KDV

53,9 milyar TL

Özel Tüketim Vergisi

70,6 milyar TL

Motorlu Taşıtlar Vergisi

6,7 milyar TL

BSMV

4,5 milyar TL

 

2012 yılı bütçesinde de gelir vergisi ve dolaylı vergiler toplam vergi gelirleri içinde aslan payını oluştururken, Özel Tüketim Vergisi 70,6 milyar TL tutarı ile en büyük kalemi oluşturmaktadır. Ayrıca, faiz harcamalarının bütçe içindeki payına koşut olarak, kamu hizmetlerine ayrılan kaynaklar sadece görüntüde artmakta, kamu yatırımları açısından bakıldığında ise sürekli olarak küçüldüğü görülmektedir.

 

Diğer taraftan hükümet, istihdama kaynak ayırarak, asgari ücreti vergi dışı bırakarak, temel tüketim malları üzerindeki KDV’yi sıfırlayarak, çalışanların temel ihtiyaçlarını karşılamasına elverecek ücret politikaları uygulayarak sosyal devlet niteliğini geliştirebilecek iken, tam tersi yönde adımlar atarak halkın değil, sermaye çevrelerinin çıkarlarının koruduğunu göstermektedir.

 

Hükümetin sermayeye “bonkör emekçiye cimri bu tutumu” toplu sözleşme görüşmelerinde bir kez daha net olarak ortaya çıkmıştır. Sadece 2009 Temmuz’undan bugüne kadar sermaye kesimine tam 11.382 adet teşvik belgesi ile 157 milyar dolarlık kaynak aktarmayı öngörürken, son olarak geçtiğimiz Nisan ayında sermayeye 3 milyarı aşan teşvik verirken kaynak bulmakta zorlanmayan hükümetin kamu emekçilerine gelince “kaynak yok” demesi asla kabul edilemez.

 

Buradan Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na da bir çağrıda bulunuyoruz:

 

23 Mayıs’ta ortaya çıkan iradeyi görmezden gelmeye sizin de hakkınız yok. Kamu emekçilerinin taleplerinden ve ülke gerçekliklerinden kopuk olarak yapacağınız her değerlendirme, bağımsızlığınızı sorgulanır hale getirecektir. Ülkenin tüm kamu emekçileri ve emeklileri sizden hükümetin “ noterliğini” yapmanızı değil,  kamu emekçilerinin 23 Mayıs’ta bir kez daha ortaya koyduğu iradesini temel almanızı ve taleplerine çözüm üretmenizi bekliyor.

 

Şube Yürütme Kurulu Adına

Kamuran KARACA

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Basına ve Kamuoyuna

03.12.20111 tarihinde KESK DİSK TMMOB ve TTB Genel Merkezlerinin aldığı kararla Tüm illerde olduğu gibi Adana’da da yaptığımız yürüyüş ve basın açıklaması için Aralarında KESK ve DİSK yöneticilerinin bulunduğu 6 kişi hakkında dava açılmıştır ve ilk duruşması bugün yapılacaktır.

Son dönemde Adana’da neredeyse tüm benzer etkinliklerimiz için davalar ve idari soruşturmalar açılmakta ve birçoğunda yargılama ve soruşturma süreci devam etmektedir.

3 Aralık 2011 tarihinde yaptığımız yürüyüş ve basın açıklamasının konusu; sendikal mücadeleden dolayı, birçok KESK ve diğer sendika ve meslek örgütünün yönetici ve üyelerine yönelik baskı, gözaltı ve tutuklamalara tepki gösterilmesiydi.

Dava gerekçesi olarak; 2911 sayılı yasasının 8. Maddesine aykırılık ifade edilmektedir,

Burada yine yargı yoluyla baskılama yöntemi denenmektedir.

Çünkü Anayasanın 34. Maddesi açıktır; “Herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Biçiminde düzenlenmiştir.

Yine 2911 sayılı kanunda bu tür eylemler için şu şekilde açıklık getirilmiştir, madde 3; “Herkes önceden izin almaksızın, bu kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

Söz konusu basın açıklamasında olay olmamış ve açıklamanın sonunda olaysız şekilde dağılınmıştır.

Kanunlar; yapılan eylemin suç teşkil etmediğini belirtmesine rağmen, en temel insan hakkı olan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemenin ilimiz Adana’da sendikal çalışmalar için yargılama konusu olarak ilk sıraya gelmesini kınıyoruz. Bu yaklaşımı sendikal mücadelenin baskı altına alınması çabası olarak görüyor ve emekçilerin hak ve çıkarlarının korunması mücadelesinden bizleri alıkoymayacağını bir kez daha belirtmek istiyoruz.

 

Kamuran KARACA

KEKS Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü