egitimsen2
2012-2013 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞINDA EĞİTİMİN DURUMU
2012-2013 eğitim öğretim yılı, birinci sınıfların 10 Eylül, bütün okullarda ise 17 Eylül’de ders başı yapması ile başlamıştır. Geçtiğimiz yıllardan farklı olarak kısa bir süre önce yasalaşan eğitimde 4+4+4 düzenlemesi ile eğitim sistemi üzerinden bütün toplumsal yapı, AKP iktidarının siyasal ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirilmek istenmektedir.
Bugüne kadar eğitimde yaşanan dinselleştirme ve ticarileştirme uygulamaları iç içe geçmiş bir şekilde ve birbirine paralel olarak hayata geçirilirken, 4+4+4 düzenlemesi ile bu hedefin daha da güçlendirildiğini söylemek mümkündür. AKP’nin yangından mal kaçırır gibi gündeme getirdiği 4+4+4 dayatması nedeniyle, 2012-2013 eğitim öğretim yılında okul kapıları, büyük bir kaosa açılmıştır.
Türkiye’de uzunca bir süredir okullar kar-zarar hesabıyla tıpkı piyasada faaliyet gösteren “şirketler” gibi yönetilirken, diğer taraftan sürekli değiştirilen eğitim müfredatıyla eğitimde her açıdan tekçi, ırkçı, her aşamada dinselleştirilmiş ve cins ayrımcı öğeler biçim değiştirerek varlığını sürdürmektedir. Başta Felsefe dersi olmak üzere, pek çok derste dini referansların belirgin bir şekilde artması, zorunlu din dersine ek olarak getirilen seçmeli din dersleri ile “dindar nesil” hedefine doğru adım adım ilerlenmektedir.
Zorunlu eğitimin 8 yıldan kademeli olarak 12 yıla çıkarılması ilk bakışta daha fazla çocuk ve gencin eğitim sürecine girmesi gibi görünse de bu durum gerçeği yansıtmamaktadır. 4+4+4 sisteminde ilk 8 yıl örgün eğitim varken, son 4 yılda öğrencilerin örgün eğitim dışında isterlerse “açık lise” ile eğitimlerini tamamlamalarının önü açılmıştır. Bu durum özellikle erken yaşta mesleğe yönlendirilip, çalışma hayatına giren çocuklar açısından hiç de olumlu sonuçlar ortaya çıkarmayacaktır. Zorunlu eğitimin süresi arttırılması, ilgili yaş grubundaki herkesin okula gitmesi anlamına gelmemektedir. Türkiye’de 5 yıllık zorunlu eğitim döneminde ortalama eğitim süresi 3,5 yıl iken, 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimde tüm çabalara rağmen ortalama eğitim süresi 6,2 yıla çıkarılabilmiştir. Dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığı 4+4+4 düzenlemesi ile zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarıldığını iddia etse de, lise aşamasında “açık öğretim” uygulamasının olacak olması, zorunlu eğitimin gerçek anlamda 12 yıl olmayacağını bütün açıklığıyla göstermektedir.
4+4+4 İLE OKULLARDA YAŞANACAK SORUNLAR
Yeterli altyapı çalışmaları yapılmadan ve okulların fiziki durumu göz önünde bulundurulmadan hayata geçirilen 4+4+4 uygulaması, daha okullar açılmadan beraberinde getirdiği ağır sorunlar ile ülke gündemini meşgul etmiştir.
Yaz aylarından itibaren okulların ilkokul-ortaokul ve imam hatip ortaokulu olarak dönüştürülmesi sonucunda, çok sayıda öğrenci okulundan ve okul çevresinden zorunlu olarak kopartılıp, oturduğu yerden uzakta farklı okullara yönlendirilmiştir. Bu durum, aileler için “servis ücreti” gibi yeni bir harcama kalemi ve öğrenciler için kaçınılmaz olarak zorlanacakları yeni bir “zorunlu uyum” süreci yaratmıştır.
Okullarda yaşanan dönüşüm nedeniyle büyük miktarda öğrenci zorunlu olarak yer değiştirmiş, on binlerce öğretmen yine zorunlu olarak tayin istemek zorunda kalmıştır. Norm fazlası durumuna düşen sınıf öğretmenleri yer değiştirmek zorunda bırakılırken, çoğunun tercih ettikleri okullara yerleşmeleri mümkün olmamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre 29 bini sınıf öğretmeni olmak üzere 68 bin öğretmen norm fazlası durumuna düşürülmüştür. İlimizde 800 civarında norm kadro fazlası sınıf öğretmeni olmak üzere 1500 civarında öğretmen norm fazlası durumuna düşmüştür. Bunlardan 230 civarında il emrinde bulunan öğretmenlerden bir kısmı resen il içinde farklı yerlere atanmıştır. Norm fazlası olan sınıf öğretmenleri için alan değişikliği sürecide başlatılmıştır (21-26 Eylül 2012) bu uygulamayla norm fazlası öğretmenlerin bir kısmı da çeşitli okullara yerleştirilmek istenmektedir. Ancak bu uygulamalar lokal kalacak ve sorunu çözmeyecektir.
Özür Durumuyla İl içinde görevli olmalarına rağmen özür durumlarına bakılmaksınız farklı ilçelere atanmaları ile mağdur olan öğretmenlerden birçoğu bu uygulamaya dava açmaktadır. Diğer norm fazla kadrosu öğretmenlerinde aynı uygulama ile resen il içinde farklı ilçelere atama çalışması devam etmektedir.
Bakanlık verilerine göre norm sayısı olarak 138 bin öğretmen açığı bulunmasına rağmen, 68 bin norm fazlası öğretmenin içine itildiği durumun tek sorumlusu Milli Eğitim Bakanlığı’dır.
Sonuç olarak;
AKP hükümetinin dayatmasıyla bu yıldan itibaren uygulanacak olan 4+4+4 eğitim sistemi, eğitimde sadece bir biçimsel değişiklik olarak değil, genç kuşakların daha yoğun sömürüye hazırlanması ve sömürüye boyun eğdirme programı olmasıyla da ön plana çıkmıştır. Buna ek olarak, muhafazakâr ve dini değerlerle yaşayan bir toplum oluşturmanın eğitim programının temelini oluşturması dikkat çekicidir. Hükümetin “dindar nesiller yetiştirmek” üzere, ilkokuldan başlayarak okulların dini bir atmosferle sarılması, tarihten coğrafyaya, vatandaşlık derslerden, sosyolojiye, psikolojiye, edebiyata, fizikten biyolojiye kadar tüm dersleri bilim dışı, “yaratılışçı” bir bakış açısıyla yeniden düzenleneceği anlaşılmaktadır. Dahası, şu ya da bu dini bilgilerin verilmesi, ya da ibadet biçimlerinin öğretilmesinin de ötesinde Türkiye’de okullar, iktidarın dünya görüşünün yeniden üretildiği, ideolojik birer merkez olarak düzenlenmek istenmektedir. Açıktır ki ilköğretimle başlayacak bu ideolojik tutum üniversite eğitimini de kapsayacak biçimde geliştirilecektir.
Yıllardır eğitim sisteminde yaşanan yoğun ticarileştirme uygulamaları ve eğitimi dinselleştirme adımlarına karşı toplumun en geniş kesimleri ile birlikte yürütülecek birleşik bir mücadelenin ne kadar önemli olduğunu vurguluyoruz. Herkese eşit, parasız, laik, bilimsel ve anadilinde eğitim hakkı mücadelesinin güçlenmesi ve yaygınlaşması bugüne kadar yapılan bütün itirazlara ve eleştirilere rağmen, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yanlışta ısrar etmeyi sürdürmesi anlaşılır değildir.
Her geçen gün içten içe çürüyerek bir enkaz haline getirilmiş olan eğitim sisteminin sorunları, 4+4+4 dayatması ile daha da içinden çıkılmaz hale gelmiştir. Eğitim Sen olarak, AKP’nin eğitim biliminin en temel ilkelerini göz ardı ederek hayata geçirmeye çalıştığı 4+4+4 dayatmasına karşı tepkilerimizi bulunduğumuz her alanda göstermeye kararlıyız. Milli Eğitim Bakanlığı’nın sürecin başından itibaren taraflı, bilinçli ve yanlış bilgilendirme çalışmalarına son vermesini ve eleştirilerimizi dikkate almasını bekliyoruz.
Eğitim, tüm dünya çapında evrensel bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir. Bunun altında yatan en önemli etken eğitimin; insan kişiliğinin tüm yönleriyle gelişmesinde çok önemli bir faktör ve insanların kendilerini gerçekleştirmeleri ve özgürleşmeleri ile doğrudan ilişkili bir süreç olmasıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde eğitimin; cinsiyet, ırk, etnik yapı ve ulus gibi ayrımlar gözetilmeksizin her bireyin hakkı olduğu açıklanmıştır.
Eğitimin temel bir insan hakkı olması, kamusal sorumluluğu, yani devletin herhangi bir ayrım gözetmeden herkese, eşit ve nitelikli eğitimi parasız olarak sunmasını gerektirmektedir. Her tür ve düzey eğitim; sınıf, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik görüş, ulus, etnik köken gibi ayrımlar yapılmadan herkese sağlanmalıdır. Tüm bu sorunların çözümüyle ilgili topladığımız imza metinlerini valilik makamına sunacağız. 25.09.2012
Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu Adına
Yalçin ALÇİÇEK
Şube Sekreteri
Türkiye Cezaevlerinde 12 Eylül 2012 Günü Başlayan Süresiz Ve Dönüşümsüz Açlık Grevleri 49. Gününe Girmiştir.
Dünya Tabipleri Birliği’nin 1991 tarihli Malta Bildirgesi açlık grevcisini “zihinsel olarak ehliyetli, açlık grevine kendi iradesiyle karar vermiş, bu nedenle belirli bir zaman için yiyecek ve/veya sıvı almayı reddeden kişi” olarak tanımlar.
Açlık grevi bir intihar biçimi değildir. Bir protesto biçimidir. Kişi kendi iradesi ile bilinçli olarak yiyeceği reddetmektedir. Bir açlık grevi ölümle sonuçlanabilirfakat temel amaç ölüm değildir. Günlük belli miktarlarda su, tuz ve şeker alımını devam ettirme esasına dayanır. Ayrıca açlık grevi sonlandırıldığında kalıcı nörolojik sekellerin görülmemesi için B1 vitamini içeren preparatların mutlaka alınması gerekir.
Demokratik kamuoyu hiçbir zaman açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüşmesini istemez. Bu nedenle açlık grevi eylemine başvuran mahpusların yaşam haklarının korunması için tüm yetkililerin gerekli duyarlılığı göstermesini savunur.
Kurumlarımıza gelen bilgilerden anlaşıldığı kadarı ile yaklaşık 60 cezaevinde 600’ün üzerinde mahpusun açlık grevini sürdürdüğü ve her hafta yeni katılımların olduğu anlaşılmaktadır. Böyle bir şey gerçekleşirse binlerce kişinin sağlık ve yaşam hakkının tehlikeye gireceği de kesindir. 2000 yılında yaşanan açlık grevlerine yapılan müdahale ve devam eden açlık grevleri sonucu onlarca insanın ölmesi yüzlerce insanın sakat kalmasına neden olan bir durumun tekrar ortaya çıkmaması için gerekli girişimlerde bulunmak için Adalet Bakanlığı’nın başta tabip odaları olmak üzere insan hakları savunucularının açlık grevi yapılan cezaevlerini ziyaret etmesine izin vermesi gerekmektedir. Cezaevi yönetimlerinin açlık grevcilerini yalnızlaştırma ve onları tecrit altında tutma gibi uygulamalara başvurmaması gerekmekte, ivedi olarak sağlıklı içme suyu, tuz, şeker ve yaşamsal önemi olan B1 vitaminini mutlaka temin etmeli ve isteyen grevcilere ulaştırmalıdır.
Açlık grevi yapılan cezaevlerini yakından takibe aldığını, süreci takip ederek olası ölümlerin ve sakatlanmaların önüne geçmek için gayret göstereceğimizi belirtmek isteriz. Seçtikleri yöntemi onaylayıp onaylamamamız karşı kaşıya bulunduğumuz insanlık dramını değiştirmemektedir.
Siyasal iktidar, açlık grevcilerinin taleplerini ölümler yaşanmadan değerlendirmelidir.
1980 yılından bu tarafa Türkiye cezaevlerinde 144 kişi açlık grevleri ve ölüm oruçları nedeni ile yaşamını yitirmiştir. Bu kadar ağır bir sürecin yaşandığı Türkiye’de yeni ölümlerin yaşanmaması için Hükümeti sorumlu davranmaya ve süreci zorlaştırmamaya davet ediyoruz. Mahpuslara zorla müdahale edilerek tek kişilik hücrelere atılması ve bilinçsizce yapılacak tıbbi müdahaleler sorunları daha da ağırlaştıracaktır. Dolayısıyla sorun, diyalog ve müzakere yöntemi ile çözülmelidir.
Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu Adına
Yalçin ALÇİÇEK
Eğitim Sen Adana Şube Sekreteri
Açlık Grevleri Ölümlere Dönüşmesin
Ülkeyi Baskı ve Zorla Yönetmeye Çalışmaktan Vazgeçin!
12 Eylül’den bu yana, cezaevlerinde 53 gündür açlık grevinde olan binlerce Kürt tutuklu ölüm sınırına yaklaşıyor. Hükümetin tutukluların sesine kulak vermemesi üzerine tüm cezaevlerini kapsayan açlık grevleri karşısında bir çözüm bulunamazsa, cezaevlerinden tabutların çıktığını göreceğiz.
Talepler ortadadır. Bu talepler Kürt sorununun demokratik çözümü noktasında haklı ve insani talepleridir, bu konuda siyasal iktidarın ölümler yaşanmadan barışçıl yollarla gerekli tedbirleri alması ve talepleri değerlendirmek üzere harekete geçmesi gerekmektedir.
Tutuklu ve hükümlülerin insani ve demokratik taleplerini karşılamak yerine, 2000 yılındaki “Hayata Dönüş Operasyonu” olarak isimlendirilen katliamı hatırlatan “gerekirse müdahale ederiz” açıklamaları kaygılarımızı daha da arttırıyor.
29 Ekim’de Cumhuriyetin 89. yıldönümünü kutlamak isteyen on binlerce kişi, AKP hükümetinin artık her toplumsal eylemde gelenekselleşen polisiyle, copuyla, tazyikli suyuyla, biber gazı ve panzerleriyle karşılaştı. AKP`nin "ileri demokrasi"sinin yeni bir örneğinin yaşandığı olaylar, bir kez daha AKP hükümetinin içinde bulunduğu endişenin ve kaygının boyutlarını da ortaya koydu. Artık kendisine karşı en ufak bir sese bile tahammülünün kalmadığı, yaşanan polis terörüyle bir kez daha teyit edilmiş oldu.
AKP tarafından inşa edilen yeni rejim bugün ülkenin dört bir yanında baskıcı ve despotik bir yönetimi açığa çıkarmaktadır. Eşitlikçi ve özgürlükçü bir yönetim isteyenler başta olmak üzere, bu düzene karşı toplumun tüm muhalif kesimlerinin seslerinin kesilmek istendiği ortadadır. AKP hükümetinin inşa etmeye çalıştığı, tek adam rejimine doğru sürüklenen bu yeni düzenle, adeta padişahlık sistemine doğru bir geri dönüşü amaçladığı da ortadadır. Yasama, yürütme ve yargının da tek elde toplandığı bir rejimin zeminlerinin güçlendirildiği bu dönemde, AKP hükümetine dönük eleştirel veya tamamen karşıt bir tutum alan kesimler ya özgürlükleri ellerinden alınarak demir parmaklıklar ardına gönderilmekte, ya da sesleri polis gücüyle bastırılmak istenmektedir. Dün yaşanan olaylar da göstermiştir ki, artık en ufak bir sese bile tahammül edemeyen, halka her türlü şiddeti kullanmaktan çekinmeyen bir AKP hükümeti ile karşı karşıyayız. Bizzat Başbakan tarafından kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayan herkes düşman olarak nitelenmekte, bu tutumu "emir" telakki eden İçişleri Bakanı ve polis vasıtasıyla halka her türden şiddet uygulanmaktan çekinilmemektedir.
Açlık grevindeki tutsakların talepleri karşılanamaz talepler değildir. Zaten hükümetinde gündeminde olan ''Anadilde savunma hakkı ve ölümlerin durması için diyalogun başlaması'' tutsaklarında talepleri arasındadır. ölümler ve kalıcı hastalıklar başlamadan hükümet sorumluluk alıp grevdeki tutsakların taleplerini yerine getirmeli ve Kürt sorununun demokratik şekilde çözülmesini sağlamalıdır.
Son günlerde özellikle hükümet yetkilileri tarafından yapılan çelişkili ve sorumsuzca açıklamaları Demokratik kamuoyu olarak hayretle takip etmekteyiz. Bir yandan açıklık grevindekiler şov yapıyor açıklamaları ,Bir yandan bunlar gizlice bir şeyler yiyorlar ve başbakanın madem açlık grevindeler bu ne kuzu kebap partileri'' şeklindeki açıklamaları açlık grevlerinin geldiği boyutları gizleyecek gibi değil. Bu açıklamalar yerine siyasi iktidar biran önce sorumluluk alarak çözüm için diyalogu başlatmalıdır.
AKP hükümetini Her türden demokratik-toplumsal muhalefeti bastırmak için uygulanan bu sınırsız şiddeti kınıyor, rutinleşen bu uygulamalara artık bir son vermesini, Zaten sorunlu olan demokrasiyi giderek yok etmeye çalıştığınız bu dönem Kürt siyasi tutsaklarının sürdürdüğü açlık grevinin bitirilmesi için talepleri değerlendirilmeli, ölümleri önleyecek adımlar derhal atılmalıdır.
KESK Adana Şubeler Platformu adına
Yusuf KÖSELE
Haber Sen Adana Şube Sekreteri
Mustafa Kemal Atatürk’ü Ölümünün 74. Yılında Saygıyla Anıyoruz!
Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk`ün ölümünün üzerinden 74 yıl geçti. Atatürk`ün 10 Kasım 1938`de hayata gözlerini yumduğu günden bu yana dünya üzerinde yaşanan gerginlik ve savaşlar durmaksızın devam ediyor.
Kurtuluş Savaşı‘nda yan yana, omuz omuza mücadele eden, emperyalistlerin Türkiye`den kovulması için canını veren farklı etnik kimliklerden Türkiye halklarının birbirine karşı kışkırtılmaya, çatışma içine sokulmaya çalışıldığı tehlikeli bir dönemden geçiyoruz.
AKP iktidarı, yıllardır benimsemiş olduğu saldırgan politikalarının bir sonucu olarak Suriye üzerinden yeni bir savaş kışkırtıcılığına soyunurken, Mustafa Kemal Atatürk`ün "Yurtta Barış, Dünyada Barış!" anlayışını yok saymakta; her fırsatta "Yurtta Savaş, Dünyada Savaş!" politikası doğrultusunda hareket etmektedir. Mustafa Kemal Atatürk`ün hem yurtta hem de dünyada barış savunusu, dün olduğu gibi bugün de güncelliğini korumaktadır.
Eğitimde ve bilimde ırkçı-gerici girişim ve uygulamaların etkisini arttırdığı, eğitim sisteminin pek çok yönden kuşatma altına alındığı günümüz koşullarında, hayatı boyunca aydınlanmadan ve bilimden yana tutumuyla öncü rol oynamış olan Mustafa Kemal Atatürk`ü ölümünün 74. yılında saygıyla anıyoruz.
Şube Yürütme Kurulu
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü
Ülkemizde AKP iktidarının son on yıldır hayata geçirdiği politikaların bir sonucu olarak kadına yönelik şiddetin sistematik olarak arttığı bilinmektedir. Bugün çok yönlü eril şiddetin tüm toplumu sardığı bir süreçten geçiyoruz.
Kadın cinayetlerinin, taciz ve tecavüz olaylarının hız kesmeden sürdüğü, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarının dayatılmasıyla iş güvencemizin de tartışmaya açılmak istendiği, yoksulluğun her geçen gün yaşamı daha da zorlaştırdığı, İçerde ve dışarıda savaş çığırtkanlığının tırmandığı, bu süreçte hükümet çözüm üretmek yerine sorunları daha da derinleştirmektedir.
Tüm bu anti demokratik- faşizan uygulamalara karşı ses çıkaran tüm kesimlere olduğu gibi üyelerimize yönelik baskı, gözaltı ve tutuklamalarla Konfederasyonumuza yönelik saldırılar da sürmekte, bu vesileyle kamu emekçilerinin örgütlü gücü etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır.
Böylesi bir atmosferde EĞİTİM SEN’Lİ KADINLAR olarak gerçekleştireceğimiz “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Ve Dayanışma Günü” ile ilgili eylem ve etkinlik programına tüm üyelerimizi bekliyor çalışmalarında başarılar dileriz
Şube Kadın Çalışma Birimi Adına
ESRA ARSLAN
Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri
Hamasi Nutuklar Değil, Yaşadığımız Sorunlara Kalıcı Çözümler Üretilmesini İstiyoruz!
Bir 24 Kasım’da daha yıllardır duyulmak istenmeyen sesimizin duyulması, taleplerimizin dikkate alınması için alanlardayız. Türkiye’nin sadece öğretmenleri değil, tüm eğitim ve bilim emekçileri her yıl sadece bir gün hatırlanmayı değil, yaşadıkları ekonomik, sosyal ve özlük sorunlarına gerçekçi ve kalıcı çözümler üretilmesini beklemektedir.
Öğretmenlik mesleği açısından uluslar arası anlamda kutlanan gün 5 Ekim dünya Öğretmenler Günü olmasına karşın, 12 Eylül sonrasında ilan edilen “24 Kasım Öğretmenler Günü” bugüne kadar öğretmenlerin en temel sorunlarının bile gündeme gelmediği “resmi bir gün” olarak görülmüştür.
“24 Kasım Öğretmenler Günü”nün 12 Eylül döneminin bir ürünü, 12 Eylül zihniyetinin nasıl bir öğretmen istediğinin simgeleştiği bir gün olduğu asla unutulmamalıdır. 12 Eylül darbe zihniyetinin kabul ettiği bir günü, öğretmenler günü olarak kutlamamız mümkün değildir. Eğitim Sen için 24 Kasım’ı kabul etmek demek; 12 Eylül rejimini, uygulamalarını ve düşüncesini benimsemek, 12 Eylül zihniyetini onaylamak anlamına gelmektedir.
Eğitim Sen, belirttiğimiz nedenlerle öğretmenler günü olarak, 12 Eylül zihniyetinin ürünü olan 24 Kasım’ı değil, dünya öğretmenlerinin evrensel günü olan 5 Ekim’i kabul etmektedir. Her yıl 5 Ekim tarihi, dünyanın çok sayıda ülkesinde eğitim emekçilerinin uluslararası dayanışma ve mücadele günü olarak kutlamaktadır.
Her 24 Kasım’da öğretmenliğin kutsallığından, “onurlu bir meslek” olduğundan söz edilerek bildik ezber cümlelerin kullanılması, eğitim emekçilerini ciddi anlamda rahatsız etmektedir. Yüz binlerce eğitim emekçisinin sosyal ve ekonomik sorunlarını çözmek için yıllardır adım atmayanların, öğretmenlerin gerçek sorunlarını görmezden gelenlerin hamasi nutuklarını daha fazla dinlemek istemiyoruz.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer; “Öğretmenler 3 ay tatil yapıyor, öğretmenlerin yeterliliklerini ölçeceğiz” diyerek kamuoyunda öğretmenlik mesleğin küçümseyen ve aşağılayan ifadeler kullanmaktan çekinmemiştir. Ardından Başbakan Erdoğan, öğretmenlerin az çalışıp çok maaş aldığını iddia ederek, öğretmenlerin emeğini ve kişiliğini aşağılayanlar kervanına katılmıştır. Dün bizlere hakaret edenlerin bugün çıkıp kutlama mesajları vermesi resmen ikiyüzlülüktür.
10 yıllık AKP iktidarı döneminde eğitim emekçilerinin çalışma koşullarında ve özlük haklarında ciddi gerilemeler ve hak kayıpları yaşanmış, var olan haklarımızı ortadan kaldıran bir dizi düzenleme hayata geçirilmiştir.
Öğretmenler asli görevleri olan ders anlatma dışında Öğrenci Koçluğu, Eğitim Harcamaları Anketi (TEFBİS), İlköğretim Kurumları Standardı Anketi (İKS), mahallelerde okuma yazma bilmeyenlerin tespiti çalışması gibi ek çalışmaları yapmaya başladılar. Bunlar yetmiyormuş gibi ADEY, RİDEF, RİTA, Afet Yönetimi ve Aile Öğretmenliği gibi uygulamalarla, öğretmenleri mesai saatleri dışında angarya ve esnek çalıştırmaya dönük adımlar hızlandırılıyor. Performans değerlendirme ve angarya çalıştırma uygulamaları ile öğretmenler, sınıfındaki öğrencisiyle ilgilenemeyecek duruma getirilmek isteniyor.
AKP hükümeti kamuda yaşanan dönüşüm uygulamalarına paralel olarak, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılmak istenen değişikliklerle iş güvencemizi kaldırmanın ve bizleri göstereceğimiz bireysel performansa göre çalıştırmanın hesaplarını yapıyor. Öğretmenlerin, okul idarecilerinin ve hizmetlilerin daha fazla çalışabilmelerinin önünü açmak, birbiriyle rekabet eder hale getirmek ve çalışmalarının her aşamasında denetlenmelerini sağlamak amacıyla gündeme getirilen eğitimde performans değerlendirme uygulamaları önümüzdeki dönemden itibaren uygulanmaya başlanacak.
Bir taraftan eğitim emekçileri esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya mahkum edilmek istenirken, diğer taraftan 300 bini aşkın işsiz öğretmen kadrolu olarak atanmayı ve mesleklerini yapmayı beklemektedir. Bugüne kadar 36 işsiz öğretmen ataması yapılmadığı için intihar etmiştir. AKP hükümetinin halen çalışan ve atama bekleyen öğretmenlerin yaşadığı sorunları taleplerini görmezden gelmesi kabul edilemez.
Eğitim Sen, Türkiye’nin dört bir yanında, yıllardır yaşadıkları bütün olumsuzluklara rağmen fedakarca çalışan eğitim emekçilerinin, insanca yaşayabilecekleri bir yaşam ve nitelikli eğitim yapabilmesinin mücadelesini vermeyi tüm engellemelere ve baskılara rağmen sürdürmeye kararlıdır.
Önümüzdeki dönemde, eğitimde yaşanan yoğun ticarileştirme ve dinselleştirme uygulamalarına; 4+4+4 ile öğretmenlerin norm fazlası olarak mağdur edilmesine; 4+4+4 sürgünlerine, özür grubu atamalarındaki hukuksuzluklara; ALO 147 ile öğrenci ve velilerimizin ihbarcılığa teşvik edilmesine, öğretmenlerin hukuksuz ve keyfi bir biçimde cezalandırılmasına ve eğitimde performans değerlendirme uygulamalarına karşı başta okullarımız olmak üzere, her alanda demokratik tepkimizi göstereceğimizden kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Eğitim Sen olarak, sadece öğretmenlerin değil, kötü ve sağlıksız koşullarda çalışan; hakları gasp edilen; sürgünlere ve soruşturmalara maruz kalan eğitim emekçilerinin; parasız eğitim ve demokratik üniversite istediği için tutuklanan; eğitime erişemeyen milyonlarca çocuk ve gencimizin ve onların ailelerinin de taleplerinin takipçisi olmayı sürdüreceğimize söz veriyor, tüm eğitim ve bilim emekçilerini kamusal, bilimsel, laik ve anadilinde eğitim hakkı için birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.24.11.2012
Kamuran KARACA
Şube Başkanı
Şube Yürütme Kurulu Adına
Kadına Yönelik Şiddet Sürüyor, İsyanımız Büyüyor! Susmuyoruz, Örgütleniyoruz, Durduracağız!
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü çerçevesinde;
22 kasım perşembe günü Eğitimsenli kadınlar "dış ses" adlı kadın oyununu izlediler.Tiyatrodaki kadın katılımının yoğunluğu oldukça anlamlıydı..
24 Kasım cumaratesi günü ise sendika binasında eğitimsenli kadınlar olarak kısa film gösterimi "SON" izlendi ve ardından Şube kadın sekreteri Esra ARSLAN ve Kadın komisyonu üyesi Arzu SALDIRAY ın "kadına yönelik şiddet ve Adana ili örneği anket analiz sonuçları"konulu sunumu kadın eğitimcilerle paylaşıldı
25 Kasım Pazar günü ise Adana Kadın platformu içinde yer alan KESKLİ kadınlar olarak yürüyüşe katılım sağlandı. Yürüyüşün ardından inönü parkında basın açıklaması yapıldı.
İsyanımız Büyüyor! Susmuyoruz, Örgütleniyoruz, Durduracağız!
Kadına Yönelik Şiddet Sürüyor,
İsyanımız Büyüyor!
Susmuyoruz, Örgütleniyoruz,
Durduracağız!http://www.kesk.org.tr/UserFiles/Image/2012/11- Kas%C4%B1m/19kasimcanan.JPG
Ülkemizde AKP iktidarının son on yıldır hayata geçirdiği politikaların bir sonucu olarak kadına yönelik şiddetin sistematik olarak arttığı bilinmektedir. Bugün çok yönlü eril şiddetin tüm toplumu sardığı bir süreçten geçiyoruz.
Bundan yaklaşık yarım asır önce Mirabel kardeşler, ülkelerindeki diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesi yürütürlerken erkek devlet şiddetine maruz kaldılar ve vahşice katledildiler.
Bugün 2012 yılı Türkiyesinde, hayata geçirdiği erkek egemen politikalarla AKP iktidarı, diktatörlük rejimlerini aratmayan uygulamalarını başta kadınlar olmak üzere, kendisi gibi düşünmeyen, iktidarına biat etmeyen tüm muhalif kesimlere dayatmaktadır.
Eril şiddetin türlü biçimleri ile karşı karşıya olduğumuz böylesi bir süreçte iktidar, karşı ses çıkaran tüm kesimlere olduğu gibi üyelerimize yönelik baskı, gözaltı ve tutuklamalarla Konfederasyonumuza yönelik saldırılarını da sürmektedir. Üst üste yapılan operasyonlarla onlarca üye ve yöneticimiz gözaltına alındı ve tutuklandı.
Bugün itibariyle iş kollarımızın genel merkez kadın sekreterleri, şube kadın sekreterleri ve kadın komisyonu üyelerimizden oluşan 14 kadın arkadaşımız ve toplamda 67 üyemiz tutukludur.
Emek ve demokrasi mücadelesini cinsiyet özgürlüğü mücadelesinden ayrı görmeyen, bu kapsamda kurulduğu günden bu yana kimseden icazet almaksızın, kendi ilkeleri ışığında mücadelesini yürüten Konfederasyonumuza yönelik bu saldırıları manidar buluyoruz. Mevcut hükümetin amacı bir taşla birkaç kuş vurmaktır. Bir yandan kadın üyelerimizşahsında Türkiyedeki kadın mücadelesi, diğer yandan tüm üyelerimiz şahsında yürüttüğümüz emek ve demokrasi mücadelesi hedef alınmaktadır. Böylelikle kamu emekçilerinin örgütlü gücü etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır.
Buna karşın, biz KESKli kadınlar; KESKe yönelik bu saldırılara itiraz ediyor arkadaşlarımızı yanımızda istiyoruz. Bir kez daha haykırıyoruz: Özgürlük, barış, demokrasi, emek ve insanca yaşam mücadelesini içerde ya da dışarıda aynı kararlılıkla sürdüreceğiz.
Kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz olayları hız kesmeden sürüyor;
Bizzat başbakanın kadın erkek eşit değildir diyerek açtığı yoldan ilerleyen devlet ve hükümet yetkililerinin her gün yeniden ürettikleri cinsiyetçi söylem ve pratikler, toplumsal yapıda yerleşik olan eşitsiz cinsiyet ilişkilerini daha da pekiştiriyor. Erkeğin küçük devleti olan aile dışında, kadının toplumsal yapı içinde kendi kimliğiyle var olmasına tahammül edilemiyor. Bu kısır çemberi aşmayı zorlayan birçok kadın taciz veya tecavüz ile olmadı canına kast edilerek durdurulmaya çalışılıyor. Kadına yönelik şiddet istatistiklerine yansıyan rakamlar, ne yazık ki bizleri haklı çıkarıyor. Türkiyede kadına yönelik şiddet münferit değil sistematiktir ve son 10 yıllık AKP iktidarı döneminde belirgin bir artış göstermiştir.
Biz KESKli kadınlar; Şiddetten arındırılmış bir dünya bir Türkiye yaratmak şiarıyla sendikalarımızda örgütlenmeye devam edeceğiz, iş yerimizde, sokakta şiddetin her türlüsüne hayır diyeceğiz, inadına susmayacağız inadına isyan edip haykıracağız.
Esnek güvencesiz çalışma koşullarının dayatılması yanında, iş güvencemiz de tartışmaya açılmak isteniyor, yoksulluk yaşamı her geçen gün daha da zorlaştırıyor
İş güvencemizin kapalı kapılar ardında tartışıldığı bu dönemde, kadınlar daha çok ev işlerine mahkûm edilmek istenmekte, çalışma hayatının içinde direnen kadınlara da kölelik koşullarıdayatılmaktadır. AKP iktidarının 19.yy kölelik düzenini aratmayan Ulusalİstihdam Stratejisinin güvencesiz, sendikasız, esnek ve ucuz işgücü ordusu için emekçilere fırlattığı saldırı okları en fazla kadınların sırtlarına saplanmaktadır. 10 yıllık iktidar sürecinde haklarımızı gasp eden ve bir 10 yılımızı daha ipotek altına almaya ant içmiş AKP hükümeti, Hedef 2023 projesiyle daha ucuz ve daha korunmasız kadın emeğini, sağlık ve eğitim harcamalarını kısmayı,yaşlı, hasta ve çocuk bakımlarını artık kamusal bir hizmet olmaktan çıkarmayıve evdeki görevleri katlanmış köle kadınlar yaratmayı hedeflemektedir
Biz KESKli kadınlar; eğitim ve sağlık sistemiyle, hukuksal düzenlemeleriyle, gelenek, görenek, örf ve adet sistemiyle her türlü dayatmayı içeren bizi ikincil cins olarak gören ataerkil sisteme ve cinsiyet ayrımcılığını pekiştiren neo-liberal politikalara karşımücadele edeceğiz.
Hükumet İçerde ve dışarıda savaş naraları atıyor, diyalog ve müzakere yoluyla çözüm üretmek yerine sorunları daha da derinleştiriyor.
Ülkede 30 yıldır süren çatışmalıortamın, en ağır sonuçlarını biz kadınlar yaşadık. Kürt sorununda, diyalog ve müzakere yoluyla çözüm yerine, şiddeti temel alan bildik politikalarda ısrar edilmesi, yaşanan acıları katlamak dışında bir sonuç getirmedi. Bu çerçevede Kürt sorununun demokratik çözüm yolunu açmak için kendi bedenlerini ortaya koyan binlerce tutuklu ve hükümlünün, yürüttükleri açlık grevi eylemlerini 68. günde sona erdirmeleri, ülkemizde onarılması imkânsız derin yaraların açılmasının önüne geçti. Başta tutuklu ve hükümlülerin anneleri olmak üzere duyarlı tüm insanların yüreğini ağzına getiren bu sürecin barış için bir fırsat olarak değerlendirilmesini istiyoruz. Yıllardır söyledik yine söylüyoruz; her savaşın ortak düşmanı kadınlardır. AKP hükümeti 10 yıldır, içeride çeşitli biçimlerde eril şiddeti sürdürürken, şimdi bir de Ortadoğu ve Suriyeye savaşıkörüklüyor. Silahlı çatışmalar kadına yönelik şiddeti tırmandırır ve tecavüz, cinsel kölelik, ev içi şiddet, yoksulluk ve göç kadınların kaderi haline gelir.
Biz KESKli kadınlar yaşanan savaşın son bulması için, daha fazla insanın ölmemesi için, anaların daha fazla ağlamaması için, bu savaştan medet uman ve kar sağlayanlara karşı, Kürt sorunun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi için eşit, özgür, barışçıl ve demokratik bir Türkiye özlemimizi bıkmadan, usanmadan haykıracağız.
8 Aralık, KESK’in kuruluş yıldönümü. Dünyada ve Türkiye’de emek mücadelesi ve onun değerlerine karşı tarihte eşi görülmemiş saldırıların yaşandığı bir dönemde “Hak verilmez mücadeleyle alınır” ilkesini rehber edinerek sürdürdüğü fiili meşru mücadelesiyle kamu emekçilerinin yüz akı olan KESK’in 17. Yaşını kutluyoruz.
Emekçilerin demokrasiye, özgürlüklere, eşitliğe yürüyüşü ile iç içe geçen tarihimiz elbette ki 17 yıldan ibaret değildir. KESK’in tarihi Encümen-i Muallim’den TÖS’e TÖB-DER’e, TÜM-DER’e, TÜS-DER’e ulaşan,12 Eylül karanlığını yırtanların tarihidir. 89 Bahar Eylemleri ile yeniden yükselişe geçen kamu emekçileri mücadelesinin öncüsü KESK’in tarihi, haklılığın, onurun ve kararlılığın tarihidir. KESK’in tarihi bu ülkenin topraklarında yılmadan yorulmadan yoluna devam eden emekçilerin mücadele tarihidir.
KESK, Bu Ülke Emekçilerinin Geçmişi, Bugünü Ve Yarınıdır.
Geçmişte mücadelemizi engellemeye çalışan, bizi kapı kulu olarak gören siyasi iktidarlar tarihin çöplüğündeki yerlerini çoktan almışlardır. Mücadeleci kimliği ile her türlü baskı ve sömürünün karşısında yer alan kamu emekçilerinin örgütü KESK ise önüne çıkarılan tüm engellemelere, baskılara, gözaltı ve tutuklama kuşatmasına inat, mücadele kararlılığıyla hep ayakta kalmıştır. Bundan sonra da dimdik ayakta kalacağından kimsenin şüphesi olmamalıdır.
KESK’in 17. yaşını kutlarken, emekleriyle, ödedikleri bedellerle bu onurlu tarih yazan arkadaşlarımızı saygıyla ve özlemle anıyoruz. Bize emanet ettikleri haklılığın, onurun ve kararlılığın mücadelesi ile dolu tarihe yeni sayfalar ekleyeceğimize söz veriyoruz.
Sendikal faaliyetlerimizi suçmuş gibi gösterenlerin hapishanelerinde tutuklu arkadaşlarımıza, baskılarla KESK’i bertaraf edeceklerini sananların hevesini kursağında bırakmaya devam edeceğimize söz veriyoruz.
KESK, faşizme karşı demokrasi, emperyalizme karşı bağımsızlık, savaşa karşı barış, baskılara karşı özgürlük, ırkçılığa ve şovenizme karşı emeğin birliği ve halkların kardeşliği mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir. KESK, “bizi ezen, bir kenara iten, emeğimizi görünmez kılan, bedenlerimizi metalaştıran erkek egemen sistemin çarklarına takılan çakıl taşı olacağız” diyen kadınların mücadelesinin en önemli özneleri arasında olmaya devam edecektir. Tüm kuşatma, bertaraf etme operasyonlarına karşı emek ve demokrasiden yana olan herkesin yüreğinde, beyninde, bilincinde kendine yer açan KESK, mücadelesinden asla taviz vermeyecektir.
17. kuruluş yıldönümünü 11 hizmet kolunda örgütlü olan bağlı sendikası ile omuz omuza vererek kutlayan KESK, kamu emekçilerinin tek gerçek mücadele örgütü olmaya devam edecektir. Çünkü;
KESK, demokratik, laik, bilimsel ve anadilinde eğitim mücadelesinin adı, karanlığı güneşi ile aydınlatan EĞİTİM SEN’dir
KESK, sağlıkta dönüşüm ve güvencesizliğe karşı sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin yükselen SES’idir.
KESK, Türkiye kamu emekçileri tarihine ilk toplu sözleşmeyi armağan eden, yerel yönetim emekçilerinin evrensel mücadele örgütü TÜM BEL SEN’dir.
KESK, vergi dairelerinde, adliyelerin koridorlarında, performansa ve angarya’ya karşı sürdürülen mücadelenin sigortası BES’tir.
KESK, kültüre, sanata düşman karanlıkların sahiplerine karşı mücadele eden emekçilerin Kültür ve Sanat elçisiKÜLTÜR SANAT SEN’dir.
KESK, “Madenler Halkındır Satılamaz, Elektriğe Dokunma Şalter Atar” diyenlerin enerji kaynağı ESM’dir.
KESK, yaşanabilir bir doğa mücadelesinin öncüsü, bütün emekçilerin “geleceği gözetleme kulesi” TARIM ORKAM SEN’dir.
KESK, gelecek güzel günlerin haberini sırtındaki posta çuvalında taşıyan, çok kanallı yalana karşı kamu hizmeti yayıncılığı mücadelesinin öznesi HABER SEN’dir.
KESK, yolu özelleştirmeye karşı mücadeleden geçenler arasında köprü kuran YAPI YOL SEN’dir.
KESK, mücadelesini demir ağlarla ören, karanlığı yaran tren düdüğü ile her grevimizin ilk habercisi BTS’dir.
KESK, “biz halkına, emekçisine zulmedenle değil haklı olanla, ezilenle aynı inancı paylaşıyoruz” diyenlerin sendikası DİVES’tir.
KESK, bu ülkenin tüm insanlarının, emekçilerinin insanca bir yaşam mücadelesinin adıdır.
Şiddet ve dehşeti ile emeğe, akla, bilime, kültüre, sanata düşman karanlıkların sahipleri, piyasa değerleriyle, sermaye putlarıyla, savaşa tapan ahlaklarıyla, kin ve nefret kusan derin kuyular gibi uğuldayan ağızlarıyla kendilerinden öncekiler gibi er ya da geç tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır. Ama emeğin hakkını aldığı bir dünyaya inananlar, kardeşçe, eşit, özgür bir arada yaşam mücadelesi verenler hep olacak.
Gücünü fiili ve meşru mücadeleden alan KESK bu ülkenin kamu emekçilerinin hak ettikleri, özlemini yaşadıkları bir ülkeye ve dünyaya kavuşacakları günü yakınlaştırma mücadelesini kararlıkla sürdürecektir.
El etek öpmeden, sırtımızı bir yerlere dayamadan, rüzgâr gücüyle değil rüzgâra karşı durarak yükselttiğimiz mücadele bayrağımız sonsuza kadar dalgalanmaya devam edecektir.
KESK Yürütme Kurulu olarak, bu düşünce ve duygularla tüm kamu emekçilerine sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
KESK’in 17. Mücadele Yaşı tüm emekçilere kutlu olsun!
YAŞASIN EMEK VE DEMOKRASİ MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN SENDİKAL MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN KESK
KESK Adana Şubeler Platfromu