egitimsen2

egitimsen2

BİZ DÖNÜYORDUK AMA YÜREĞİMİZ ERÇİŞ’TE KALDI

 

Yaşanan savaş ve acılardan dolayı bayramların  artık unutulduğu ve anlamsızlaştığı bu günlerde birde doğal afet sonucu yaralanan VAN ve ERCİŞ halkının yanında olmak ve bir nebzede olsa yaraların sarılmasında küçük bir katkı olur diye   EĞİTİM-SEN,      SES, BTS, HABER-SEN, İHD yöneticileri  ve Ankara’dan bir öğrenci arkadaşımızdan oluşan 10 kişilik bir gönüllü grubuyla 5 kasım günü depremin merkezi Van Erçiş bölgesine gitmek üzere yola çıktık.

 

 

Tüm Fotoğrafları

 

 

   6 Kasım günü sabah 6:30 gibi deprem sonucu yıkılan binaların arasında günün ilk ışıklarıyla deprem bölgesi olan Erciş’e giriyoruz. Kente büyük bir sessizlik çökmüş.çevrede vatandaşlardan birine önceden iletişim kurduğumuz Ses,TTB ve Diyarbakır büyükşehir belediyesinin ortak kurduğu sağlık merkezini soruyoruz.ve birazdan ses genel merkezinden iletişim kurduğumuz arkadaş Zilan parkı içerisinde kurulan sağlık merkezinde bizi karşılıyor

 

ve yine zilan parkı içinde kurulan aş evinde bir kase çorbayla kahvaltı eşliğinde ses ve TTB den gönüllü olarak gelen arkadaşlarla kısa bir tanışma oluyor. Bu esnasında Bizle beraber aynı gün Cizre Belediyesinden gönüllüler de gelmişti. . Sonrasında Van 100.Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Ali bize kısa bir bilgilendirme yapıyor.

  Ali: Depremin ilk gününden beri buradayım. İlk günden itibaren devlet tarafından hiçbir yardım gelmediği gibi devlet tarafından dışlanan bir bölge. İlk günlerde basın dahi buraya gelmedi. Basına yansıdığı gibi kurtarma çalışmaları yapılmadı. 3-4 gün önce bile hala burada insanlar kurtarıldı. Hatta ilk sağlık merkezimizi kurduğumuz hükümet konağının yanında, İstanbul’dan gelen bir yardım heyetine yer açmak için bizim buarayı terk etmemiz söylendi Bunun üzerine bizde zilan parkı içerisinde çadırlarımızı ve sağlık merkezimizi kurduk. . İlk günden beri burada kriz masası kuruldu. 1000′in üzerinde ölümler var. Deprem bölgesi Erciş’te yıkılan ev sayısı çok. Van’da 6-7 bina  yıkıldı ama köylerde basına yansıyan kısımdan çok daha fazla yıkımlar var.

Cizre belediyesinde çalışan bir ambulans görevlisi; deprem günü gece 2-3 gibi Ercişe geldik biran önce yaralılara yardım etmek istiyorduk fakat devlet yetkilileri  tarafından sürekli engelleniyorduk ve meşru görülmüyorduk.bizde telsizlerimizi sürekli açık tutuyor ve kendimize iş çıkarıyorduk

 

 

 

Anadilde sağlık; Mevcut  Ana Sağlık Merkezi’ne günde 5-10 hasta başvururken SES, TTB ve Diyarbakır büyük şehir Beleyesi Sağlık Merkezine günde ortalama 400 hasta başvuruyor. Buraya gelen hastalar başta anadilde sağlık hizmeti gördükleri ve daha nitelikli hizmet aldıkları için tercih ediyordu. Annelerin deprem sonrası sütleri kesilmiş. Çok iyi donatılmış ilaç konteynırı mevcut sağlık merkezinin. Burada çok iyi olmasa da iyi denilecek şekilde sistem oturtturulmuş. Döneceğimiz gün 30 kişilik bir gönüllü grup geldi.

 

Sabahki bu görüşmelerden sonra Erciş merkezde kısa bir gezi yaptık.bu arada kalabalığın yoğunlaştığı bir yöne doğrulduk ve kalabalığın arasında Osman Baydemir ve Selim Sadak’ın belirdiğini gördük. Birlikte geldiğimiz 2 sağlıkçı arkadaşı görev almaları için sağlık merkezine bırakarak en çok yardım bekleyen Çelebibağı Belediyesi, KESK ve BDP  Belediyeleri Afet Destek Noktasına geldik. Burada bizi koordinasyondan sorumlu bir arkadaş karşılayarak kısa bir bilgi verdi. 7 komisyon oluşturmuşlar öncelikle. Mahalle,köy ve halkla ilişkiler gibi. İlk etapta ne yapacağımızı bilmeden etrafımıza baktık. Bizden önce Diyarbakır’dan bir grup gelmiş, buradaki birtakım işleri (dağıtım vs.gibi) onlar üstlenmiş. Önce burada bulunan Diyarbakır grubuyla ortak nasıl bir çalışma yürütebileceğimizi konuştuk. Gelen yardımlar çok dağınık üst üste istif edilmiş. İlk önce gelen yardımlardan giyecekleri, erzakları, çocuk mamalarını ve bezlerini, ayakkabıları sınıflayarak tanzim ettik. Dağıtım yapılacak ana depoya taşınmak üzere hazırladık. Bu arada da Diyarbakır grubuyla kolektif bir çalışma grubu olduk. Yerel gençlikle mola aralarında sohbet ederek tanıştık. Çalışma grubumuzun içerisinde tanıştığımız gençlerden biri de Ceylan Önkol’un abisiydi. Kısa bir öğle yemeğinin ardından tekrar işe koyulduk. Bu kez biraz daha organize çalışıyorduk. Hem sohbetlerle, çalışma gurubuyla dostluklar artıyor hem de neyin nerde olduğunu öğreniyorduk. Yorucu bir günü sonunda akşam olmuştu. Aş evinden gelen akşam yemeği için çağrı yapıldığında biz elimizdeki işleri bırakmak istemiyorduk. Ancak hava kararmıştı, bir de akşam soğuğu bıçak gibi kesiyordu. Mecburen işi bıraktık yemek yemeye gittik.

 

 Akşam yemeğinin ardından yerel gençlik bir bidon içerisinde ateş yaktı. Ateş etrafında sohbetler başladı. Çay eşliğinde Kürtçe şarkılar da. Gençlikten biri Kürtçe şarkısını söylerken biri Kürtçe hip hop yaptı  . Hava soğuktu ama dostluk çok sıcaktı. Sakarya, Kars, Van üniversite öğrencilerinin okullarını bırakarak yardıma geldiklerini öğrendik. Uzun yolun üzerine bir de çalışma olunca oldukça yorulmuştuk. Akşam kalacağımız çadırlar gündüz yağan yağmurdan ıslanmıştı. Bizden gelen bir arkadaşın Tatvan’da oturan akrabalarında geceyi geçirdik.

 

İkinci gün sabah 06:00′da kalktık. Kahvaltının ardından Erciş’e geri gelerek dağıtım yapılacak gruba dahil olduk. Adana grubu olarak ikiye ayrıldık. Bir grup köylere dağıtıma gidenlere bir grup olarak da mahalle dağıtımlarına çıktık. Dahil olduğumuz grupla Çelebibağı beldesine bağlı Cumhuriyet mahallesine dağıtıma çıktık. Kamyonla tek tek evleri dolaşarak 150′nin üzerinde eve geceden hazırlanan erzak ve battaniyeleri dağıttık. Her eve uğradığımıza bahçelere halkın kendi imkânları ile brandalarla çadır kurduğunu gördük. Kızılay çadırları çok azdı.Dağıtım yaptığımız esnada 5-6 yaşlarında soğuktan yanakları kızarmış bir çocuk yanaşıyor ve şöyle bir cümle kuruyor.’’ jı kerama xwera dikari cadıreki bavemındi, ma cıbiye tu cadıreki bavemindi’’ne olur babama bir çadır verin ,ne olur babama bir çadır verseniz?’’Yüreğimizi parçalayan bu diyalogdan sonra Erciş’i depremden daha çok caresizlik ve yoksulluğun vurduğunu  gördük. Sabah çıktığımız dağıtım akşam 16:00 gibi bitti. Akşam tekrar Çelebibağı Belediyesi ile BDP Belediyeleri Afet Destek Noktasına döndük. Akşam raporumuzu hazırlayarak bulunduğumuz afet destek noktasına teslim ettik. Raporumuzda eksikleri ve yaşanan olumsuzlukları belirterek, bundan sonra gelecek gönüllülerin daha iyi çalışabilmesi için alınacak önlemler ve yapılacak organizasyon önerilerinde bulunduk.

 

 Erciş’te sarsıntılar devam ediyor. Gittiğimiz gün hafif sarsıntılar olurken ikinci gün 4,6 ölçekli bir sarsıntı oldu. Erciş sokakları ilk gün çöpten ve pislikten geçilmiyordu. Bizim geldiğimiz sabah Diyarbakır Belediyesi temizlik işçileri de gelmişti. Tüm sokaklar ve caddeler Diyarbakır Belediye işçileri tarafından temizlendi. Avea, Turkcell, Ziraat Bankası kuruluşlar da gezici para makinelerini de getirmeyi ihmal etmemişler! Hemen yanında Enkaz No:32 Emrah Apt. yazılı tabela var. 14 katlı bina yerle bir olmuş, kurtulan var mı bilinmiyor.

 

Bayramın ikinci günü dağıtım ekipleri akşam yemekte buluştuk. Bugün işe yarar bir şeyler yapmanın gönül hoşluğu ile hep birlikte yemekler yenildi. Ankara’dan 3 kişilik bir grup da gelmişti. Hep beraber yakılan ateş etrafında sohbetlerimizi yaptık, çaylarımızı içtik. Gece boyunca Diyarbakır grubu Kürtçe ve Türkçe şarkılar,  söylerken yerel gençlik de onlara eşlik ettiler. . Şarkılar gece boyunca sürdü. Gece saat 02:00 sularında yatmak için çadırlarımıza geçtik, ama sohbetler burada da devam etti.

 

 Üçüncü gün sabah Sağlık Merkezinde kahvaltımızı yaptıktan sonra ana depoya gittik. Burada gelen erzakları depolara taşıma işlerine yardım ettikten sonra erzakları ayrıştırarak dağıtıma hazırladık. Saat öğlen 12:30 olmuştu. Yapacağımız işi bitirdikten sonra dostlarla vedalaşmak üzerek konumlandığımız Çelebibağı Belediyesi ve Afet Destek Noktasına döndük. Ayrılık zordu. Diyarbakır grubuyla iyi bir ekip olmuş, yerel gençlikle gönül bağını geliştirmiştik. Vedalaşma abartısız 1 saat sürdü. Biz dönüyorduk ama yüreğimiz Erciş’te kalıyordu.

 

Kaldığımız 3 gün boyunca Erciş’e bağlı Çelebibağı Belediyesi, KESK ve BDP Belediyeleri Afet Destek Noktasında görev aldık. Bulunduğumuz yerde yapılacak çok iş olunca çevre köylere ve Van merkeze gitme imkânımız olmadı. Dolayısıyla çok fazla gözlem de yapamadık. Ancak şu da gerçek ki AKP hükümeti  Erciş’te yok. Burada başta Diyarbakır Büyükşehir belediyesi olmak üzere Nusaybin Belediyesi, Silvan Belediyesi, Cizre Belediyesi, Batman Belediyesi Sağlık ekibi gece gündüz çalışma yürütüyorlar. Geleceğimiz gün Batman TTB odası çalışanları geldi.

 

Deprem merkezi Erciş ve Van merkezde görev alacak gönüllülere çok ihtiyaç var. Özellikle çadıra ve sağlık ekiplerine, öncülere daha çok ihtiyaç var.

 

Buradan Adana ve Diyarbakır grubu dostlara, yerelden tanıştığımız tüm yürek dostlarına sevgiler.

KESK ve İHD Yöneticileri Adına

Esra Arslan KÖSELE

Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri 

DERSİM 1937-1938 

“HİÇ BİR ŞEYİ UNUTMADIK… HİÇ BİR ŞEYİ AFFETMEDİK…”

 

 “Tunceli Tedip ve Tenkil Harekatı” olarak bilinen Dersim Halkına yönelik toplu İmha kararı 4 Mayıs 1937’de T.B.M.M.’de Yapılan bir Bakanlar Kurulu Toplantısında alınmıştır. Aynı gün başlanan askeri harekat yaklaşık iki yıl süreyle devam etmiş ve bu süre zarfında binlerce Dersimli, kadın, erkek, yaşlı genç denmeden öldürülmüştür ve bir o kadarı da bilinmeyen yerlere sürgün edilerek 20.yüzyılın ikinci çeyreğinde İnsanlık tekrar büyük bir trajedi yaşamıştır.

 

 

 

 

Saygı Değer Basın, Değerli Kurum Temsilcileri      

         

Genel Kurmay Arşivlerinden basına sızan belgelerde  Dersimde Toplu Kıyıma Uğrayan İnsan sayısı ise  8-13 bin olarak ifade edilmektedir. Halk arasında  ve kimi yazarların çalışmalarında bu rakamın  50-70 bin olduğu yönünde ciddi bir kanaat oluşmuştur.

 

Bu kıyımın canlı tanıklarından olan ve bir dönem TBMM Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanı vekilliği yapmış İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL’in Dersimlilerin mağaralara iltica ederken nasıl fare gibi zehirletildiklerini anlatması ve  keza yine Dersim de askeri  harekatta bulunmuş olan  Muhsin BATUR’un anılarını yazdığı kitabının bir yerinde özür dileyerek gördüklerini, yaşadıklarını atlaması-yazmaması Dersim kıyımının boyutunu göstermesi açısından düşündürücüdür.    

                                                                    

Bu sebepledir ki ” 4 Mayıs 1937 ” Dersim Tertelesinin-soykırımını- anma günüdür. Dolayısıyla “Dersim 37/38 “ resmi tarihin yazdığı “birlik-beraberliğimizi nasıl kuruduk” hikayesinin en kanlı sayfasıdır. Ve şimdi bu sayfada unutulamayan, unutturulamayan acı, bütün zamanların baskılarına, yasaklarına galebe çalmış bir gerçek olarak kendisini bize hatırlatıyor. Gerçek bir “birlik ve beraberlik”, Dersim 37/38 acısı ile yüzleşmeden, bu yarayı onarmadan mümkün değildir. Bu nedenle Dersim 37/38 sadece Dersimlilerin değil, Türkiye’de yaşayan herkesin meselesi ve derdidir.

 

EN BÜYÜK AYIP, ACILARIN SİYASİ MALZEME YAPILMASIDIR

 

Bu sebeple Dersimde devlet eliyle yaşatılan bu kıyım, bugüne kadar yine yalan ve hileyle üstü örtbas edilmek istendi. Bu yalan perdesini yırtıp atmak Türkiye halklarının ortak çabasıyla ancak mümkündür. Devletin imkanlarını elinde bulunduran bugünkü siyasilerin “İleri Demokrasi” adına yapacağı en büyük iyilik, Sayın Başbakanın, siyasi malzeme olarak Dersim dosyasını elinde tutması değil, tarihimizin en önemli KARAKUTUSU olan Dersim dosyasının açılmasına ve sorumluların tarih önünde mahkum edilmesine yardımcı olmasıdır. Hiçbir siyasi kaygıya düşülmeden bugün yapılması gereken budur.

 

Mazlum halkların bir neferi olan Dersim’ li Seyit Rızanın Zalimlere Karşı, yalvarma-yakarma yerine “SİZİN YALANLARINIZLA, HİLELERİNİZLE BAŞ EDEMEDİM, BU BANA DERT OLDU. BEN DE SİZİN ÖNÜNÜZDE DİZ ÇÖKMEDİM BU DA SİZE DERT OLSUN”  özdeyişindeki vakur duruşu, insanlık onurunu yücelten önemli bir andır, bu anı daim kılmak, abideleştirmek bizim görevimizdir. Bu sebeple Dersim 37/38 hem bizi “biz” yapan bir tarihtir ve hem de bizi” biz” olmaktan çıkaran kanlı geçmiş…     

                                                                               

Son bir haftadır, Türkiye gündemine Tunceli Milletvekili Sayın Hüseyin AYGÜN’ ün getirdiği Dersim kıyımını konu alan açıklamasını doğru ve yerinde görüyoruz. Sayın Hüseyin AYGÜN’nün siyasi kaygılardan uzak bu onurlu çabasını desteklediğimizi ve yanında olduğumuzu ifade etmek istiyoruz. 

 

Sayın Hüseyin Aygün’nün bu saygın duruşu karşısında, Haluk KOÇ’un başını çektiği bir gurup yeni ittihatçı CHP Milletvekillerinin açıklamalarını insanı değil, devleti koruma refleksiyle yapılan bir açıklama olarak görüyor, bu davranışlarını vicdansızlık ve insafsızlık olarak değerlendiriyoruz.

 

Ancak; Sayın Başbakan ERDOĞAN’nın da Dersim kıyımını gündemine alma ve kamuoyuna sunuş şeklini de şiddetle eleştiriyoruz. Açıklamaları bir Başbakana yakışır ağırlıkta ve olgunlukta olmamıştır. Oysa Dersim kıyımı bir devlet politikasıydı ve halen acılarıyla tazeliğini korumaktadır. Bugün devletin tüm tasarruflarını elinde bulunduran Sayın Başbakan, devletin sürekliliğine inanıyorsa, acilen Dersim kıyımını siyasi rehin malzemesi olmaktan çıkarmalı ve Hakikatleri araştırma (Dersim v.b katliamları araştırmak üzere) komisyonunun kurulması için TBMM’de ön açıcı adımlar atmalıdır. İstanbul’da ki Sabiha GÖKÇEN havaalanın isminin değiştirilmesini sağlamalıdır. Bugün, devleti temsil edenlerin acılarımızı siyasi malzeme olmaktan çıkarması ve  Dersim HALKINDAN ÖZÜR dilemesi en doğru davranıştır.. 

  

Özür Dileme ve Yeni Bir Yarın:

 

Bizler, 1937/38'de yaşananlar için resmi bir özür bekliyoruz. Dersim 38 katliamının mağduru Dersimlilerden, onların torunlarından maruz kaldıkları acı, keder, hüzün ve ızdırap için bir özür çok mu acaba? İnsanlık değerleri ayaklar altına alınarak imha edilen büyüklerimizi, onurlarının iade  edilmesini istiyoruz. Tüm bunların toplumsal barış, iç huzur, adalet ve kardeşlik için şart olduğuna inanıyoruz.  

 

Dersim Halkı hiçbir zaman kan davası gütmedi. Töremizin, kültürümüzün bize öğrettiği insan sevgisidir, intikam duygusu değil. Şu yazdıklarımızı da bir intikam veya kan davası duygusuyla yazmıyoruz. Tam aksine, toplumsal barışa, kardeşliğe bir çağrıdır bizim yaptığımız. Devletin kendi insanını 'tehdit' olarak gören politikalarının sona ermesini, toplumsal barış ve huzur için, geçmişte yaşanmış acılarla yüzleşilmesini istiyoruz. Dersim 1937/38'de yaşanan tarihi haksızlıkların açığa çıkmasını istiyoruz.

 

Vicdanı ile muhasebe yapacak, tarihi hakikatler ile yüzleşecek namuslu ve vicdanlı bir hükümete ihtiyacımız vardır. Türkiye insanı artık tarihi ile yüzleşmeyi onur sayacak bir hükümet istiyor. Halka sürekli olarak yalan söyleyen ve genc kuşakları yalan ile besleyen hükümetler istemiyoruz. Yalanı ve iftirayı  politika haline getirmiş, insanların kitleler halinde öldürülmesini 'terörizmle mücadele' olarak sunan hükümetler bize yakışmıyor. 

 

4 Mayıs Dersim 38 Tertelesi Gününde ölülerimizi anmak istiyoruz. Coğrafyamızda yaşanan katliamların bilinmesini, tarihimizin, kültürümüzün, dilimizin ve inancımızın yaşamasını ve yaşatılmasını istiyoruz.

 

Buradan Sayın Başbakan Erdoğan'a açık bir çağrıda bulunuyoruz: 'Dersim Katliamı' dediniz, 'elimde belgeler var' dediniz, bu sözlerinizi geleceğimize ilişkin bir umut ışığı olarak görmek isteriz. Eğer samimi iseniz, Dersim'in acılarını basit politik bir argüman olarak suistimal etmiyorsanız 'Dersim Katliamı'na ilişkin elinizde var olduğunu söylediğiniz belgeleri bizlerle ve kamuoyu ile paylaşarak adaletin yerini bulmasına yardımcı olmanızı bekliyoruz. Siz de bilirsiniz ki, cinayetin belgesini ve bilgisini saklamak suçtur. Cinayetin belgesini rakiplerinizi tehdit için kullanmak yerine, yarınlarımız aydınlatmak için kullanınız. Arşivler açılsın, bilinenler açığa çıksın ki Türkiye kendi gerçekleri ile yüzleşebilsin ve karanlıklar aydınlansın. Elinizdeki bilgileri saklamaya devam ettikçe bizi de kendinizi de, Türkiye insanını da karanlıkta bırakmaya mahkum ettiğinizi biliyorsunuzdur. Karanlıklardan bıktık. Gelin hep beraber aydınlık yarınlara gidelim.

 Sayın Başbakan, sayın Cumhurbaşkanı, 4 Mayıs'da bizim ile beraber anmalara katılın; Dersim 38 mağdurlarının üzüntülerini paylaşın. Sizlerden, 4 Mayıs’ı resmi anma günü ilan ederek katledilen onbinlerce kadın, çocuk, yaşlı masum insanın anısı önünde eğilmenizi bekliyoruz.

Demokrasi'den, insan haklarından, insan sevgisinden ve adaletten yana olan herkesi bu acılı günümüzde aramızda görmek istiyor, tüm insanları yanımızda olmaya çağırıyoruz. 22.11.2011

 

Kurumlar Adına

 

Yılmaz Zeroğlu

 

Adana Tunceliler Derneği Başkanı

  DESTEK SUNAN KURUMLAR

·     TUNCELİLER DERNEĞİ

 

  • ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ
  • DİSK ADANA BÖLGE
  • TÜMTİS ADANA ŞUBE
  • TEZ KOOP İŞ
  • TMMOB ADANA İKK
  • KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU
  • ÇHD (Çağdaş Hukukçular Derneği)
  • İHD (İnsan Hakları Derneği)
  • TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı)
  • HAKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ
  • ÖDP

KADINA YÖNELİK ŞİDDET SÜRÜYOR İSYANIMIZ BÜYÜYOR 

 Adana'da da Adana Kadın Platformu'nun gerçekleştirdiği 25 Kasım eylemi için Adana Büyükşehir Belediyesi tiyatrosu önünde buluşuldu. "Kadına yönelik şiddet sürüyor, isyanımız büyüyor" pankartı ile 5 Ocak Meydanı'na yapılan yürüyüşün sonunda yapılan basın açıklamasını Avukat Sevil Aracı okudu.

Kadınlar; şiddet gören, ölümle tehdit edilen kadınların tüm yasal haklarının sağlanmasını, kadınların özel önlemlerle korunma altına alınmasını, şikayetlerin üstünün kapatılmamasını, devlet görevlilerinin görevlerini yerine getirmelerini sağlayacak yaptırımların geliştirilmesini istediler.

 
 
 

 

Meydanın cinsel ve fiziksel şiddeti kışkırtan erkek egemen diline karşı yaptırım da talep eden kadınlar,"Şiddete uğrayan kadını korumak ve şiddeti ortadan kaldırmak devletin sorumluluğudur. Uluslararası anlaşmaların gereği yerine getirilmeli, kadınların taleplerine kulak verilmelidir.

Değerli Basın Emekçileri,

 AKP'nin "ileri demokrasi" balonu ve yalanı orta yerde patladı. Bırakalım "ileri"sini, en geri demokrasilerde bile olmayan uygulamalar günlük yaşamımızın bir parçası haline geldi. AKP için demokrasinin kıstası AKP'li olmak, AKP politikalarını kayıtsız şartsız desteklemektir. AKP'ye göre en tehlikeli iş ise AKP karşıtlığıdır. En tehlikeli düşünce AKP'yi eleştirmektir. Ve AKP için "bombadan bile tehlikeli" olan şey, politikalarını eleştiren yazılar, kitaplardır. Bu yüzden AKP, muhalif olan herkesi hedef alıyor, düşman görüyor.

 

Tüm Eylem Resimleri

Türkiye bir açık hava cezaevine dönüşüyor. Her yeni güne tutuklama haberleriyle başlıyoruz. İnsanca yaşamak isteyen işçiler, suyunu ve toprağını korumak isteyen köylüler, parasız eğitim isteyen öğrenciler, ülkemizde füze kalkanı istemeyenler, gerçeğin peşindeki gazeteciler, adalet arayan avukatlar yani haklarını arayan herkes tutuklanıyor. Tutuklamalar, seçilmiş milletvekillerine ve belediye başkanlarına kadar uzanıyor. AKP hükümetini eleştiren, AKP politikalarına karşı çıkan herkes tutuklanma endişesi yaşıyor.

  

İlk kez Hitler Almanya’sında duyduğumuz "eş zamanlı operasyonlar" büyük başarı olarak sunuluyor. AKP yargısı adalet dağıtmıyor, korku salıyor. Özel yetkili savcı ve yargıçlar "özel konumlar" elde etme adına hukuk ilkelerini ayaklar altına alıyor.

  

"Sıra ne zaman bana gelecek" korkusuyla düşünemez, talep edemez, hareket edemez hale getirilmek isteniyoruz. Emperyalizmin jandarmalığı karşılığında satılan "İleri teknoloji" ile her yerde ve anda kontrol altında tutulmak isteniyoruz. Toplum "AKP karşıtı" ya da "yandaş" olarak fişleniyor.

  

  

Değerli Basın Emekçileri,

 

Yıllarca kadrolaşma  politikaları sonucu devlet AKP'lileşti. AKP'li olmayan demokratik kurum ve kuruluşlar, hatta kişiler topyekûn bir saldırı ve baskı dalgasıyla karşı karşıyadır.  Yıllarca alanlarda "Susma, sustukça sıra sana gelecek" diye haykırdık! Maalesef öngörümüz gerçekleşti. Bu gidişat durdurulmazsa sıra herkese gelecek!

  

Çünkü faşist yönelim kurumsallaşıyor. Toplumsal muhalefet önce tehditle, soruşturmalarla, sürgünlerle, copla, biber gazıyla  terbiye edilmeye çalışılıyor. Bu yetmeyince her an, herkesi içine alabilecek şekilde toplu gözaltı ve tutuklama ile bitirilmek isteniyor.

  

Derelerine, çayına sahip çıkan onurlu Hopa halkı, parasız eğitim isteyen, devrimci önderlerin anmasına katılan gençler bu saldırılardan nasibini aldı.

  

Seçilmişler, üniversite öğretim görevlileri, Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi muhalif gazeteciler, siyasi parti temsilcileri, demokratik kitle örgütü temsilcileri, gençler, AKP'li olmayan belediyeler AKP'nin hedef tahtasında. Tutukluluk cezaya dönüştürülmüş durumda. AKP, hem tutukluyor hem de savunma hakkından yoksun bırakıyor. Darbe dönemlerinde  bile şahit olmadığımız şekilde onlarca avukat aynı gün gözaltına alındı, 33'ü tutuklandı.

  

KESK Genel Başkanı, eski Genel Sekreteri, eski Kadın Sekreteri, EĞİTİM SEN eski ve yeni Kadın Sekreterleri, üç Genel Meclis üyesinin de aralarında bulunduğu  25 KESK'li Sendikal faaliyetleri nedeniyle 6'şar yıl 3'er ay ceza ile cezalandırıldılar. Halen 33 KESK'li çeşitli cezaevlerinde tutukludur. İnsan haklarına aykırı şekilde mahkum muayenesine karşı çıktıkları için, çevre kirliliği konusunda halkı bilgilendirdikleri için, Sağlık Bakanlığı politikalarına karşı çıktıkları için doktorlarımız cezalandırıldı.

  

Tutuklama furyasında bir adım da İzmir’de atıldı. Sendikal faaliyet sürdüren ve taşeron uygulamasına karşı güvenli iş, güvenli gelecek mücadelesi veren DİSK/Genel-İş Sendikası şube yöneticileri Cafer Konca, Memiş Sarı, Yakup Yıldırım, işyeri temsilcileri Necip Binici, Cafer Alt  ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bazı çalışanları ve yöneticileri tutuklandı.

  

AKP'nin operasyonlarına meşruiyet kazandırmak için ortaya çıkardığı yeni "öcü" KCK oldu! Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü isteyen herkes "KCK'lidir" iddiasıyla tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya. Bunun en son örneği Prof. Büşra Ersanlı, yazar Ragıp Zarakoğlu ve Deniz Zarakoğlu, KESK eski Genel Sekreteri Mustafa Avcı'dır.

  

Değerli Basın Emekçileri,

 

Askeri ve sıkıyönetim Mahkemelerinin yerine kurulan DGM'ler eskilerini arattı. DGM'lerin yerine kurulan Ağır Ceza ve Özel Yetkili Mahkemeler ise DGM'lere rahmet okutur durumda. Başbakan ne zaman birilerini hedef yaparsa hemen ertesinde özel yetkili mahkemeler ve savcılar harekete geçiyor. Daha operasyon yapılmadan yalaka medyada operasyon bilgileri yer alıyor, kişiler hedef gösteriliyor. Avukatların bile görmediği, görmesi yasaklanan dosyalar yalaka medyada sayfa sayfa yayınlanıyor. Hiçbir dönem olmadığı kadar yargı siyasi iktidarın yönlendirmesi ve etkisi altında. Hükümet aleyhine en ufak bir soruşturma açan savcı ya da hakimler ya görevden alınıyor, ya da görev yerleri değiştiriliyor. Hükümetin politikalarına uygun hareket edenler ise terfi ettirilerek ödüllendiriliyor. Tuzun koktuğu yer tam da yargının şu an içinde bulunduğu durumdur.

  

Cezaevleri tıka basa doldu. Başbakan yeni okulların, hastanelerin, yolların yapılacağı ya da insanca yaşayacak ücret müjdesi değil yeni cezaevi yapma müjdesi veriyor!

  

Artık yeter diyoruz. Bu gidişata son verilmelidir. Onlar son vermese bizler son vereceğiz.

  

Ülkemizde devrimci bir dönüşüme ihtiyaç olduğu açıktır. Bu dönüşümü emekten, demokrasiden, özgürlükten ve barıştan yana olan güçler gerçekleştirecektir. Bu dönüşümü emek ve demokrasi mücadelesinin zor olduğunu bilen bizler gerçekleştireceğiz.

  

Bu nedenle diyoruz ki;

 

Özel Yetkili Mahkemeler ve Terörle Mücadele Yasası kaldırılmalıdır!

 

Gözaltı operasyonları durdurulmalıdır!

 

Hukuka aykırı tutuklananlar derhal serbest bırakılmalıdır!

  

Taleplerimiz dikkate alınmaz, gereği yapılmazsa okulda, sırada, içeride, dışarıda, fabrikada, işyerlerinde, her yerde direnişi yükselteceğiz. Ya onlar ülkeyi cehenneme çevirecek ya da bizler geleceğimize sahip çıkarak eşit, özgür, adil ve barış içinde bir ülkeyi kuracağız...

  

KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!

  

EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ

 

AKP MÜCADELEYİ BÜYÜTMEKTEN

BAŞKA SEÇENEK BIRAKMIYOR!

“Kamu Emekçileriyle Toplu Sözleşme Yapacağız” Söylemi Kocaman Bir Yalandır!
AKP hükümeti , kamu emekçilerinin yıllardır verdiği meşru mücadeleyi, uluslararası sözleşmeleri ve anayasayı yok sayarak grevli toplu sözleşme hakkımızı engellemeye devam ediyor. İki milyon kamu emekçisinin geleceğini yandaş konfederasyonunu tek yetkili yaparak çalmak isti yor.
Hazırlanan yasa taslağında;
Grev Hakkı, Örgütlenme Özgürlüğü, Özlük ve Demokrati k Haklarımızın Toplu Sözleşmede Görüşülmesi YOK!
Yani bir sendika yasasında olması gereken vazgeçilemez düzenlemeler YOK!
Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti nin yedi üyesinden dördünün yandaş konfederasyona verilmesi, Toplu sözleşmenin kapsamını kuşa çevirerek sadece mali ve sosyal haklarla sınırlanması, Belediyelerde toplu sözleşme yapılmasının imkânsız hale geti rilmesi, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun çoğunluğunun hükümet tarafı ndan atanması VAR!
Kamu emekçilerinin geleceklerini çalmayı hedefleyen 4688 sayılı yasa taslağına karşı mücadelesini sürdürecektir!

 

İNSANCA BİR YAŞAMİÇİN

21 Aralık'ta GREVDEYİZ

 

 

Grev hakkımızın yasal teminat altı na alındığı bir Toplu Sözleşme düzeni için,

Kamu hizmetlerinin ti carileşti rilmesine son verilmesi için,

“KHK Demokrasi ”sine son verilmesi için,

4/c, 4/b, 50/d, 4924 veya taşeron adı altı nda sürdürülen güvencesiz çalıştı rmaya

son verilerek tüm çalışanlara iş güvencesi sağlanması için,

Demokratik, nitelikli, kamusal, laik ve anadilde bir eğitim için,

 

Tüm çalışanlara insan onuruna yakışır bir ücret ve sağlıklıçalışma koşullarının

sağlanması, çalışma yaşamının demokrati kleşti rilmesi için,

Emekçilere dayatı lan angarya ve zorunlu fazla mesaiye son verilmesi için,

Temel ücretlerin artı rılarak, gerçek bir eşit işe eşit ücret sistemi için,

Ek ödemelerin tüm emekçiler için eşitlenerek emekliliğe yansılması için,

Net asgari ücreti n 1.000 TL’ye çıkarılarak tüm ücret ve maaşlarda bu tutarın

vergi kesinti si dışında bırakılması için,

Hukuksuz, haksız ve mesnetsiz biçimde yapılan gözaltı ve tutuklamalara son

verilmesi, tutukluların serbest bırakılması için,

Eğitim ve bilim emekçileri olarak, bugün Türkiye’nin dört bir yanında haklarımıza sahip çıkmak ve ve baskılara boyun eğmeyeceğimizi göstermek için GREVDEYİZ.

 

 

AKP hükümeti sermayenin bütün ihtiyaçlarını eksiksiz karşılamak için gece gündüz demeden çalışıyor. Patronların taleplerini karşılamak için peş peşe yasal düzenlemeler yapılırken, kamu emekçilerini sefalet ücretlerine mahkûm etmekten, kazanılmış haklarımızı elimizden almaktan çekinmiyorlar.

 

 

 

 

Tüm Eylem Resimleri İçin Tıklatın

Yaşadığımız sorunlara çözüm üretmek bir yana, sürekli yeni sorunlarla uğraşmak zorunda kalıyoruz. Kamu emekçilerinin çalışma ve yaşam koşulları giderek kötüleşiyor. Angarya çalışma, performans değerlendirme ve benzeri pek çok uygulama ile yaşamımızı cehenneme çevirdiler.

 

 

9 Yıllık AKP iktidarında, kamu hizmetleri adım adım ticarileştirildi. Bugün parası olmayanlar eğitim ve sağlık hakkından tam anlamıyla yararlanamıyorlar. Parasız eğitim, parasız sağlık isteyenler ya polis şiddeti ile karşı karşıya kalıyor ya da tutuklanarak cezaevine konuyor.

 

 

AKP döneminde, kamuda esnek, güvencesiz ve performansa dayalı çalıştırma daha da yaygınlaştı. Taşeronlaştırma ve özelleştirme uygulamaları ile kamu hizmetleri sermayenin sınırsız talanına açıldı. Esnek, güvencesiz ve kuralsız çalışma tüm kamu istihdamını ve yaşam alanlarımızı kuşatmış durumda.

 

 

 

 

 

 

Hükümetin kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi için çıkardığı yasalar yetmezmiş gibi, şimdi de kanun hükmünde kararnameler ile sermayeye hizmette sınır tanımadıklarını gösteriyorlar. Kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi, piyasa mantığıyla yürütülmesi süreci KHK düzenlemeleri ile son aşamaya gelmiştir. GATS anlaşması hükümleri doğrultusunda çıkarılan 35 adet KHK ile gerçekleştirilen değişikliklere baktığımızda kamu hizmetlerinin yürütülmesinde tamamen piyasa dilinin ve özel sektör mantığının egemen kılınmaya çalışıldığı görülmektedir.

 

 

 

 

 

 

KHK düzenlemeleri ile eğitim, sağlık gibi geniş kamu hizmeti alanları tamamen piyasaya açılırken, “eşit işe eşit ücret” kandırmacası ile sadece üst düzey yöneticilerin ücretlerinde iyileştirmeler haklarında herhangi bir değişiklik olmamış, hatta bazı kurum personeli gelir kaybı yaşamıştır.

 

 

AKP hükümeti, pek çok konuda olduğu gibi, “eşit işe eşit ücret” konusunda da kamuoyunu yanlış bilgilendirmiş, mevcut eşitsizlikleri gidermek yerine, KHK düzenlemeleri ile yeni eşitsizlikler ve adaletsizlikler yaratmıştır.

 

 

Devletin anayasal sorumlulukları arasında yer alan yeni istihdam alanları yaratma, eğitim, sağlık, sosyal gü­venlik ile ilgili görevler yerine getirilmiyor. Yurttaşı müşteriye, kamu hizmeti vermesi gereken kurum­ları ticarethaneye, kamu emekçilerini performansa dayalı çalışan işletme görevlilerine çevirmeye çalışıyorlar.

 

 

Çalışma bakanı, 657 sayılı kanunu kaldırarak kamu emekçilerinin iş güvencesini yok etmeyi hedefleyen demeçler verme cesaretini nereden alıyor? Kimsenin iş güvencemize, kazanılmış haklarımıza göz dikmesine izin vermeyeceğiz!

 

 

 

NEDEN GREVDEYİZ?

 

 

Tüm çalışanlara insan onuruna yakışır bir ücret ve sağlıklı çalışma koşullarının sağlanması, çalışma yaşamının demokratikleştirilmesi içinGREVDEYİZ.

 

4/C, 4/B, 50/D, 4924 veya taşeron adı altında sürdürülen güvencesiz çalıştır­ma uygulamalarına son verilerek tüm çalışanlara iş güvencesi ve kadrolu çalışma sağlanması için GREVDEYİZ.

 

 

Temel ücretlerin artırılarak, eşit işe eşit ücret sisteminin gerçek anlamıyla uygulanması için GREVDEYİZ.

 

 

Sendikal hakları için mücadele edenler baskı altına alınıyor, sürgün ediliyor, gözaltına alıyor ya da tutukluyorlar. Hukuksuz, haksız ve mesnetsiz biçimde yapılan gözaltı ve tutuklamalara son verilmesi, tutuklu arkadaşlarımızın serbest bırakılması için GREVDEYİZ.

 

 

Bugün toplam 33 yönetici ve üyemizin hala tutuklu olması, haklı mücadelemizden duyulan korkunun ve tahammülsüzlüğün vardığı boyutları göstermektedir.

 

Sendikalarımız ve mücadelemiz üzerindeki baskıları, üye ve yöneticilerimize yönelik sürgün, gözaltı ve tutuklamalara son verilmesi, anti-demokratik uygulamalara hayır demek için GREVDEYİZ.

 

 

Yıllardır emekçi düşmanı yönetimlerin iktidarda bulunduğu Türkiye’de, başta biz kamu emekçileri olmak üzere toplumun geniş bir kesimi anti-demokratik uygulamaların hedefi haline getirilmiştir.

 

 

Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve emeklilik haklarımıza yönelik saldırılar planlı olarak günden güne artmakta, çocuklarımızın geleceği piyasanın doymak bilmeyen vahşi ihtiyaçlarına kurban edilmek istenmektedir.

 

 

Kamuya yönelik kapsamlı saldırılar sadece biz kamu emekçilerini değil, kamu hizmetinden yararlanan milyonlarca yurttaşı da yakından ilgilendirmektedir. Bu noktada KESK ve KESK’e bağlı sendikalar olarak kamu hizmetlerinin herkese eşit ve parasız olarak ulaştırılması için kamu hizmetini yürütenlerin ve bu hizmetten yararlananların ortak tepkisini göstermek önemlidir.

 

 

AKP hükümeti geleceğimizi karartmayı amaçlayan emek düşmanı politikalarla, kazanılmış haklarımızı gasp etmeye yönelik hesaplar peşinde koşmaya devam ettikçe, çalışma ve yaşam koşullarımızın daha da kötüleşmesi kaçınılmazdır. Ancak şu çok iyi bilinmelidir ki, kamu emekçileri bu oyunu bozmaya kararlıdır.

 

 

AKP hükümetini son kez uyarıyoruz: Emek düşmanı politikalardan vazgeçin! Kamu emekçilerinin uluslar arası sözleşmelerle sahip olduğu grevi toplusözleşme hakkını tanımak zorundasınız! Eğer taleplerimize olumlu bir yanıt alamazsak, eylemlerimizin artarak ve daha da güçlenerek devam edeceğini buradan kamuoyuna duyuruyoruz.

 

 

Bizler bu topraklarda haklarımız için; insanca yaşam ve daha iyi çalışma koşulları için; parasız eğitim ve sağlık hakkımız için; eşit, özgür ve demokratik bir ülke için mücadele etmenin zor, bedelinin ağır olduğunu biliyoruz. Ancak hiçbir güç, hiçbir tehdit, bizleri yürüdüğümüz yoldan ve savunduğumuz ilkelerden asla geri döndüremeyecektir.

 

 

Yönetim Kurulu Adına

 

Kamuran KARACA

 

Şube Başkanı

 

MEHMET CAN MEZARDA, KATİL SOKAKTA!

MEHMET CAN DEĞİL, KATİLLER YARGILANSIN!

Basına ve Kamuoyuna

 14 Mayıs 2011 Tarihinde gece 24.00 sularında Samsung Adana servisinde çalışan Hünkâr ASLANBOĞA isimli trafik canavarı, iller bankası kavşağında 27 yaşındaki Cilve gözü sınır kapısında gümrük muhafaza memuru olarak çalışan oğlumuz Mehmet CAN’a çarparak katletmiştir.

 

 

 

Bu trafik canavarı hiçbir şey olmamış gibi hiç durmadan hızlanarak olay yerinde Mehmet CAN’ı ölüme terk ederek kaçmıştır. Sonraki süreçte bir insanı katleden ve bir ailenin yaşamını karartan Trafik canavarı Hünkâr ASLANBOĞA gayet rahat, insanlık dışı davranış örneği göstererek işine devam etmiştir. Trafik canavarı o kadar rahattır ki; çarptığı arabayı 1 gün sonra servise götürmekten kaçınmamıştır. Çalıştığı işyeri sahibi trafik canavarının öz dayısıdır. İş yeri sahibinin bu durumu örtbas etmesi ihtimali yok mudur?  En az katil kadar işyeri sahibi de bu suça ortaktır. Katilin alınmaya geldiği gün haberinin olduğunu söylemesi ne kadar inandırıcıdır?

 

Bu süreçten sonra yoğun arama, tarama ve baskılar sonucunda yaklaşık 4 ay sonra polis memurlarının kendisini almaya gittiklerinde bile ar damarı çatlamış olsa gerek hala çarptığını kabul etmemiştir. Ta ki, polisin servis görüntüsünü göstermesiyle kabul etmek zorunda kalmıştır. Oysa mahkemede kazadan sonra sorup soruşturduğunu ve çarptığı kişinin öldüğünü öğrendiğini ifade etmesi gayri insani bir davranıştır.

 

 

 

Eylül ayında yakalanıp tutuklanan; her türlü gayri ahlaki ve gayri insani tavrı göstermesine rağmen bu trafik canavarı 3 ay bile tutuklu kalmadan tahliye edilmiştir. Her şey ortada olmasına rağmen çarptığı Mehmet CAN’ı yer gösterimindeki ölçümlerde 16 metre fırlatmasına, verdiği ifadelerin tutarsız ve yalan olmasına rağmen mahkeme tarafından tahliye edilmiştir.

 

İlk mahkemeden itibaren mahkeme heyeti de dahil herkes tarafından oluşan, suçlu kanaatine ve savcının kasten adam öldürme suçunda ağır cezada 15-20 yıl ceza üzerinden yargılanması isteğine rağmen nasıl olmuş da bu kadar kısa bir sürede serbest bırakılmıştır.

 

“Sanık avukatı kavşağa ve yola kusur bulmasına bilirkişi durumu takdir edecek müvekkilimizde her gün bu yolun durumunu biliyor ama dedi. Ve avukatı müvekkilimin çarptıktan sonra kaçmasını bende insanı bulmuyorum dedi.”

 

Adaletin tecellisi kamu vicdanını rahatlatmalıdır. Olayda gencecik biri toprağın altında yatarken suçlu sanığın 3 ay bile cezaevinde yatmasının fazla bulunması vicdanları rahatsız etmektedir.

 

Tam da burada sorulması gereken soru adalet kim için tecelli etmiştir. Suçlu için mi, yoksa öldürülen mi? Öldürülen Mehmet CAN’ı geri getirelim orada arabanın niye önüne çıktın diye yargılayalım çok daha adil olacaktır.

 

Yaşanılan olumsuzluklar ve yargılamanın değişkenliği kamuoyu vicdanında adalete olan güveni derinden yaralamıştır. Temennimiz odur ki; yapılan yanlıştan dönülmesi ve adaletin doğru tecelli etmesidir. Davanın, aile ve kamuoyu olarak sonuna kadar takipçisi olacağımızı bir kere daha haykırıyoruz.

 

ADALET İSTİYORUZ!

 

MEHMET CAN MEZARDA, KATİL SOKAKTA!

 

MEHMET CAN DEĞİL, KATİLLER YARGILANSIN!

 

Kamuran KARACA

 

Şube Başkanı

ADANA ADLİYESİ ÖNÜNDE YAPILACAK PROMOSYON İHALESİNDE GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA VE İHALENİN İPTALİYLE İLGİLİ AÇILACAK DAVALAR HAKKINDAKİ BASIN AÇIKLAMASI METNİ

 

27.12.2011

 

Başbakanlık Genelgesi ile Banka Promosyonlarının tamamımın çalışanlara dağıtılacağı kararı uzun mücadeleler sonrası hak ettiğimiz bir kazanımdır.

 

Çukurova Üniversitesinde de bu hakkın kullanımı konusunda 3(üç) yıl önce yapılan promosyon görüşmelerinde rektörlüğün hukuksuz tutumu ile çalışanlar mağdur edilmişti. Yeni dönemi kapsayacak promosyon çalışmalarında Üniversite çalışanlarının bir defa daha rektörlükçe mağdur edilmemesi için, Üniversitede üyesi bulunan sendikalarımız tarafından ortak bir çalışma gerçekleştirilmiştir.

 

 

 

 

Bu çalışmada; promosyonun tamamının bir defada verilmesi, ihalede tüm sendikaların gözlemci bulundurması, aksi taktirde komisyonun oluşturulmaması, şeffaflık ilkelerinin uygulanması gibi kararlar alınmıştır.

 

Bununla ilgili yaptığımız çalışmada aşağıdaki tespit ettiğimiz 7 maddeyi dilekçe kampanyasını başlatarak rektörlüğe iletilmesi kararı alınmıştır.

 

1-      İhalenin kapalı zarf teklifi açık arttırma usulü ve üniversitede üyesi bulunan sendika temsilcilerinin gözlemci olarak katılması ve ihale şartnamesinin üniversitenin internet sayfasında yayınlanmasını 2007/21 Başbakanlık Genelgesinin 7.(yedi) maddesindeki alaniyet ilkesine titizlikle riayet edilmesi.

  

2-      İhaleye bütün bankaların davet edilmesi, ihale sözleşmesinin 3(üç) yıllık olması, promosyon paralarının peşin verilmesi, üniversitede ihaleyi alacak olan bankanın şubesinin veya bürosunun olması eğer yoksa en kısa zamanda kurulması.

  

3-      Maaş hesapları için aylık ve yıllık işletim ücreti alınmayacak, personelin maaş hesapları ile ilgili bankamatik kartı ve ek kart ile kurum personelinin talebi halinde, banka tarafından verilecek kredi kartları ve ek kredi kartlarından kart ücreti, yenileme ücreti, üyelik ücreti tahsil edilmeyecektir.

  

4-      Personelin internet bankacılığı hizmet kanalında gerçekleşecek TR virman, havale ve EFT işlemlerinden ücret alınmaması. Personelin vadesiz mevduat hesabında verilecek otomatik ödeme işlemleri için masraf ücreti alınmaması, yukarda belirtilen hizmetler karşılığında ücret, komisyon alınması halinde bunun banka kayıtlarında belgelenmesi durumunda personele geri ödenmesi 1(bir) ay içerisinde gerçekleştirilecektir. Bütün ATM’lerden ücretsiz olarak yararlanılması.

  

5-      Üniversite çalışanlarına tüketici kredisinde kolaylık gösterilmesi (sorunlu olanlar), üniversite çalışanlarının kullanacağı tüketici, konut ve diğer kredilerden faiz oranlarında indirim yapılması.

  

6-      Teklifleri değerlendirme usulü: ihaleye katılacak banka yetkilisinin yetkili olduğuna ilişkin banka promosyon ihalesi banka yetkilisi mektubu ihale günü ve saatinde ihale komisyonuna elden teslim edecektir. Teklif mektupları komisyon tarafından bankaların huzurunda açılarak en yüksek teklif veren bankanın teklifi üzerine bankalarla açık artırım usulü ile sonuçlandırılması.

  

7-      Çukurova Üniversitesine bağlı birimlere açıktan atama veya nakil yoluyla yeni göreve başlayan personele 3(üç) yıllık promosyon miktarının 36 aya bölünmesi çıkan miktarın kalan ay ile çarpılması sonucunda belirlenen miktarın çalışana ödenmesi, emekli ve nakilden geri alınmaması. Kurumda 6(altı) ayda bir değerlendirme toplantısı yapılmasını talep ediyoruz.

  

Sendikalarımızın bu ortak istemi ile Rektörlüğün oluşturduğu 3 kişilik komisyon acilen toplanarak, Promosyon İhale Teknik Şartnamesini oluşturması ve bu şartnamenin tüm bankalara duyurulması gerekiyordu. Ancak Rektörlüğün 3 yıl önceki tutumunu sürdürerek sendikaları ve komisyona katılacak yetkili sendika temsilcisini yok sayan yerden çalışmalarını yürütmesi, bardağı taşıran son damla olmuştur. Sendikalarımız 08.12.2011 tarihinde üyelerimizle ve üyelerimizden ilk etapta toplanan 1700 dilekçe ile Rektörlük önünde basın açıklaması yaparak, bu tutumu protesto etmiştir. Toplanan dilekçeleri ve talebimizi Rektöre iletmek için kendisini görüşmeye davet etmiştir.

 

Şu ana kadar Rektör tarafından bu konuda bir adım atılmamış, 3 yıl önceki gibibildiğimi okurum yaklaşımı devam etmektedir. Hatta sayın Rektör sendikalarımızın yasalar gereği kullandığı Türk Eğitim-Sen iş yeri temsilciliğini kapatması için yazı göndermiş, sendikaların ilan panolarını kendiside şahsen katılarak toplatıp gözdağı ve sindirme politikasını tercih etmiştir.

 

Hatta hızını alamayan sayın Rektör sendika yönetim kurulu üyesimizi ve üyelerimizi makamına çağırarak tehditle (başka yere sürmek ile) istifaya zorlamıştır.

 

Buradan sesleniyoruz; sayın Rektör sendikalarımızın sizden istediği Başbakanlık Genelgesi doğrultusunda 3 kişilik komisyonun çalıştırılması ve çalışanların en yüksek oranda banka promosyonundan yararlandırılmasıdır. Bu bir rica değil hukuksal bir hakkın kullanılmasıdır. Bu konuda geri adım atmayacağımızı sonuna kadar mücadeleyi sürdüreceğimizi bilmenizi isteriz.

 

Bizler Banka Promosyonları için bu anti demokratik yaklaşımın altında, artık başka şeyler arıyoruz. Bu rant kavgası mıdır? Demiştik ancak tutumunuz rant kavgası olduğunu belgeler durumundadır.

 

Hesapladık biliyoruz ki;

 

Üniversite çalışanlarının maaş, döner sermaye katkı payı, yolluk, ek ders gibi ödemelerini yaklaşık yirmi yıldır İş Bankası yapmaktadır. 2011 yılı itibariyle yukarıdaki saydığımız işlemler için aylık nakit akışı 15 milyondur. Yıllık nakit akışı 180 milyondur. Çukurova Üniversitesindeki toplam personel sayımız 4600’dür. Bu veriler sadece 2011 yılı içindir.

 

Yapılacak ihalede nakit akışı ve çalışan sayısı göz önüne alındığında ödenmesi gereken promosyon miktarı 3 yıllık anlaşma yapıldığında kişi başına peşin 2000-2500 TL.  olması gerekmektedir.

 

Emsal olarak diğer Üniversitelerdeki uygulamaları da incelediğimizde;

  

Sn: İhale yapılan üniversite Çalışan sayısı/tarih Alınan ücret Çıkan fark Kişi başına Aldığı ücret
1 Fırat üniversitesi 2684 kişi/2008 5.150.000TL 2.350.000 TL 1.750.000 TL Peşin
2 Marmara üniversitesi 4920 kişi/2008 5.761.000TL 2.961.000 TL 1.750.000 TL Peşin
3 Ankara üniversitesi 4677 kişi/2009 5.055.000TL 2.255.000 TL 1.080.000 TL Peşin
4 Çukurova üniversitesi 4600 kişi/2009 2.800.000TL - 72TLx6=432 TL Taksitle

  

            Yukarıdaki tablo incelendiğinde Fırat, Marmara ve Ankara Üniversitelerinin almış oldukları Promosyon ücreti çalışan sayısıyla çarpıldığında 3.593.464 TL fark meydana gelmektedir. Sayın Rektör sizin bağırmanız çağırmanız bu nedenle mi? 2009 yılında yaptığınız yukarıdaki tabloda görülüyor.

  

            Yeni Promosyon İhalesi  için de aynı yolu izleyeceğinizi biliyorduk bunun için bütün bu girişimleri yapmaktayız.

  

Soruyoruz;

 

Komisyon üyesinin biri yurt dışında, yetkili sendika temsilcisinin hiç çağırılmadığı halde, el alından bankalardan teklif alındı, alınan teklif mektupları komisyon üyeleri ve banka temsilcilerinin hazır bulunmadığı bir zamanda açılmıştır. Bu yapılanlar bize bu işin altında rant olduğunu söylemektedir.

 

            Çünkü biz bunu belgeledik yetkili sendika temsilcisi ve komisyon üyesi Rıfat Çelik’i saat 13.16’da telefonla arayarak Ç.Ü. Genel Sekreterliginden aradığını söyleyen hanımefendi Banka Promosyonları için komisyon başkanı Prof.Dr Vedat Peştemalcı saat 14.30’da Genel Sekreterlikte toplantı yapılacaktır. Bu toplantıya katılıp katılmayacağı sorulmuş Rıfat Çelik ise saat 14.30’daki toplantıya mutlaka katılacağını söylemiştir. Sayın Rıfat Çelik daha önce diğer sendikalarla alınan karar gereği Promosyon İhalesi komisyonuna diğer sendika temsilcilerinin gözlemci olarak katılması için telefonla aramış ve birlikte toplantıya gidildi.ancak saat 14.30’da biz içeri girerken komisyon başkanı ve diğer komisyon üyesi salonu terk  ederken kapıda karşılaştık. Komisyon başkanı geciktiniz biz 3 bankadan telkif aldık teklif mektuplarına baktık yalnız bakacaksan gel bak yoksa işimiz var çıkıyoruz deyince Rıfat Çelik verilen saatte 6 kişi ile geliyoruz siz kaçıyorsunuz sayın komisyon başkanı ve diyorsunuz ki “ben 3 bankadan teklif aldım, aldığım teklifleri açtım baktım sizde gelin bakın” diyorsunuz. Komisyonu toplamadan teknik şartnameyi hazırlamadan, bütün bankalara duyuru yapmadan, alınan teklifleri komisyon üyeleri ve banka temsilcilerinin bulunmadığı zamanda açıyorsunuz bu yaptığınız yasaya ve mevzuata aykırı olduğunu söyledi ve  6 sendika temsilcisi komisyon başkanının anlattıklarını tutanakla tespit ettik ve ortak imzayla belgeledik.

  

Satın Rektör bu yolsuzluk değilmi? Bu görevi kötüye kullanmak değilmi? Bu çalışanlarını değil bankaları destekleme değilmi? Değilse ya nedir sayın Rektörüm? Adını sen koy.

  

5 yıllık sözleşme yapıyorsunuz promosyon paralarını 6 ayda bir taksitle istiyorsunuz niye?

  

Biz bu tezgahın devam etmemesi için 12.12.2011 tarihinde 1650 adet dilekçenin fotokopisini üst yazı ve hazırladığımız dosyayla beraber YÖK başkanına, T.C. Cumhurbaşkanlığına ve  Adana millet vekillerine gönderdik. Çukurova Üniversitesinin 4600 çalışanına sahip çıkılmasını istedik.

  

Ayrıca 13.12.2011 tarihinde AKP, CHP ve MHP il başkanlarını sendika başkanları olarak ziyaret ettik. Çukurova Üniversitesinde Banka Promosyonlarıyla ilgili Rektörün tutumunu ve sendikalara karşı uygulamalarını aktardık.

  

Sayın Rektörün bankalarla sözleşme yapması için kurmuş olduğu komisyonun çalıştırılması yasa ve mevzuata uygun bir ihalenin yapılması için komisyon üyesi Rıfat Çelik itiraz dilekçesini 21.12.2011 tarihinde Ç.Ü Rektörlüğüne verdi. Bir gün sonra Ç.Ü.  Rektörlük web sitesinde ihalenin sonuçlandığı duyurusu yapıldı.

  

            Bu gün buradan bir kez daha sesleniyoruz!

            

            Biz bu ihalenin arkasını bırakmayacağız. Bugün görevi kötüye kullandığı için Ç.Ü Rektörü Prof.Dr Alper Akınoğlu ve komisyon başkanı Prof.Dr Vedat Peştemalcı hakkında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda buyunuyoruz yapılan ihalenin iptali için idare mahkemesine yürütmeyi durdurma davası açıyoruz.

 

            Yarın 6 sendika olarak yök başkanı, Adana milletvekilleri, ilgili bakanlar, Başbakan ve Cumhurbaşkanının E-posta adreslerine yapılan yanlışın durdurulması için dilekçe eylemi başlatıyoruz. Üniversite çalışanlarının hakkını korumak için geri adım atmayacağız yasal olarak yapılması gerekeneleri yapacağımızdan kimsenin ufak bir şüphesi ve endişesi olmasın. Biz üstünlerin hukukuna değil hukukun üstünlüğüne inandığımız için burdayız.

 

            Hakim ve Savcılarımızın 4600 çalışanın hakkını birilerine yedirmeyeceğine inancımız tamdır.

            

Bu davaları açan ve basın açıklamasını yapan kuruluşlar:

      

 İsa KAYADAN                              Kamuran KARACA                      Rıfat ÇELİK

Eğitim İş Adana                             Eğitim-Sen Adana                          Türk Eğitim-Sen Adana

Şube Başkanı                                  Şube Başkanı                                3 nolu Şube Başkanı

 

      

 Mehmet SEZER                             Muzaffer YÜKSEL                         Hülya ÖZCAN

Eğitim Bir-Sen Adana                   SES Adana                                      TEZ-KOOP-İŞ Adana

Şube Başkanı                                 Şube Başkanı                                   Şube Başkanı