egitimsen2
Adana Büyükşehir Beşediyesi önünde toplanan liseli genlik ve Eğitim Sen üyeleri "ÖSYM ve ŞİFRELERİNİ PROTESTO EDİYORUZ" konulu yürüyüş Atatürk caddesi ve Gazipaşa bulvarın'dan AKP il binasına kadar devam etti AKP il binasın önünde topluluk adına Eğiitm Sen Adana Şube Başkanı Kamuran KARACA YGS sınavıyla ilgili hazırladığı basın metnini okudu.
İkna Olmadık, Olmuyoruz. Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz!
KPSS’de yaşanan kopya skandalının ardından, üniversiteye girmek isteyen adayların yoğun güvenlik önlemleriyle adeta cezalandırıldığı YGS’de, soruların pratik bir şifre aracılığıyla yüksek net oranlarında çözülebildiği haberleri, sınav odaklı eğitim sisteminin nasıl bir enkaz haline getirildiği gerçeğini bir kez daha karşımıza çıkarmıştır.
AKP, KPSS’deki kopya skandalının ardından yeniden yapılandırdığı ÖSYM ile sadece kadrolaşmayı ve METEKSAN gibi şirketlere daha fazla kaynak aktarmayı amaçlamıştır. Sürekli vurguladığımız bu düşüncemizin bu şekilde doğrulanmasının arkasında kopya skandallarına sebep olan bir eğitim sisteminin varlığı bulunmaktadır. Bu sebepledir ki eğitim sistemi sınav cenderesinden kurtarılmadığı sürece bu cadı kazanı kaynamaya devam edecek, birileri her zaman bir adım önde olacaktır.
Soruların servis edildiği KPSS’deki kopya skandalında halen bir sonuca ulaşılamamış olması, İstanbul’da sisteme müdahale edilerek sadece kız öğrencilerin belirli okullarda sınava alınmış olması, şifrelerin varlığı, geçmişte yaşanan kopya skandalları eğitim sisteminin enkaz haline getirildiği ve birilerinin hep bir adım önde olduğu gerçeği açısından bizleri tatmin etmiştir.
Milli Eğitim Bakanı’ndan Cumhurbaşkanı’na, YÖK Başkanı’ndan Başbakan’a kadar değişik çevrelerden yapılan “ÖSYM Başkanının yaptığı açıklamalardan tatmin olduk” açıklamaları ise trajikomik bir hal almıştır. Çünkü tatmin edici açıklama bekleyenler onlar değil, bizleriz. Bizler, sınav sisteminin zulmüne ve eğitim hizmetinin ticarileştirilmesine karşı “yeter artık” diyerek geleceğimize sahip çıkan eğitim ve bilim emekçileri, öğrenciler ve velileriz.
Yaşananlara dair geniş çapta araştırma yapılmamışken “bu acele niye” dedirten açıklamaların gerçekleştirilmesinin nedeni, yaklaşan genel seçimler için AKP’nin “oy kaygısından” başka bir şey değildir. Milyonlarca insanın geleceği bu sefer de AKP’nin oy kaygısının boyunduruğu altına alınmak istenmektedir. “Tatmin olduk” açıklamalarıyla savcılara, hakimlere ve yandaş sendikalara mesajlar verenler bilmelidir ki, gerçek tüm gücüyle ortaya çıkacaktır. Kurulan tezgâhların ortaya çıkmasını talep eden 1 milyon 700 bin öğrenciyi provokatörlükle suçlayan Başbakan Erdoğan’ın başkanı Demir’in de “yasal işlem yaparız” tehditlerine boyun eğmiyoruz. Bu tehditler tezgâhın kimler tarafından kurulduğunu açıkça göstermektedir.
İddiaların ortaya çıktığı ilk günden bugüne ÖSYM tarafından gerçekleştirilen basın duyuruları ve basın toplantılarıyla “şifre yok” denilerek kamuoyuna yanlış, birbiriyle çelişen bilgiler verilmiştir. Bunun son örneği ise ÖSYM Başkanı Ali Demir’in öğrencilere gönderdiği mektuptur. Demir’in mektubunda sınavın güvenilir olduğunu ve hak edenin hak ettiği üniversiteye yerleşebilmesi için gerekli ortamın hazırlandığını söylemesi, sürecin ne kadar ciddiyetsiz ele alındığının ispatıdır. Demir’in ilk cümlesiyle sınavın güvenilir olduğunu vurgulamasına rağmen soruların “sehven” yani yanlışlıkla kitapçıklarda sıralı olarak verildiğini kabul etmesi YGS’deki şifrenin varlığının kabul edilmesinden başka bir şey değildir. Bu sebepledir ki adaylara “sadece” bilgileriyle yön verebilecekleri bir sınav uygulandığı iddiası kendiliğinden boşa çıkmıştır.
Şifrenin sızdırılmış olabileceği noktasında toplumda yer etmiş şüpheler giderilememişken böylesi net ifadelerle hazırlanmış bir açıklamanın hiçbir karşılığı yoktur. Kaldı ki kapalı dönem şeklinde ifade edilen süreçte de yer alan ve soru hazırlamakla görevli olan bir ÖSYM çalışanının bazı yayınevlerine de soru hazırladığı tespit edilmiştir. Ayrıca basına da yansıdığı üzere birçok salonda saatin dahi bulunmaması, adaylar ile sınavda görevli eğitim ve bilim emekçilerinin potansiyel suçlu muamelesi görmesi ve en temel insani ihtiyaçları dahi yasaklayan aşırı güvenlik önlemleriyle kuşatılan sınav ortamının varlığı karşısında ÖSYM Başkanı’nın gerekli ortamı hazırladık şeklindeki açıklaması en basit ifadeyle ciddiyetsizliktir.
Ali Demir, “Bugüne kadar incelenen çok sayıda soru kitapçığından bu dizilişi fark ederek cevap seçeneğine yönelen tek bir adaya bile rastlanmamıştır. Sınavda adaylar tarafından kullanılan soru kitapçıklarının incelenmesi devam etmektedir.” demektedir. Bilindiği üzere YGS’ye ilişkin ortaya atılan şifreleme iddialarının varlığına dair çeşitli şablonlar ve bilgiler konunun uzmanları tarafından kamuoyuyla paylaşılmıştır. Sınavın yansızlığını ortadan kaldıran birçok verinin uzmanlarca her defasında dile getirilmesi ise ÖSYM Başkanı tarafından dikkate dahi alınmamaktadır.
Konunun uzmanları tarafından hazırlanan birçok raporun ortak noktasını, kişiye özgü soru kitapçığı sisteminin bazı adayların lehine bazı adayların ise aleyhine sonuçlar doğurduğu tespiti oluşturmaktadır. Unutulmamalıdır ki birkaç saatlik sınavlara mahkum edilen gençlerimizin geleceği pamuk ipliğine bağlıyken, kimse gençlerimizle alay edercesine yanlışlık yapma lüksüne sahip değildir.
Eğitim Sen olarak bu sürecin bir daha yaşanmaması için öğrencilerimizle, velilerimizle ve bizlere bugün burada desteğini sunan vatandaşlarımızla yetkililere sesleniyoruz. Taleplerimiz karşılanana kadar da ikna olmayacağız!
- Milli Eğitim Bakanı ve ÖSYM Başkanı derhal görevlerinden istifa etmelidir.
- YGS yok sayılmalıdır.
- LYS tüm öğrencilerin katılabileceği şekilde yeniden düzenlenerek ortaya çıkabilecek mağduriyetler giderilmelidir
- Kişiye özel kitapçık uygulamasından derhal vazgeçilmelidir.
- Kamusal ve nitelikli eğitim hizmeti için süratle politikalar geliştirilmeli ve eğitim sistemimiz sınav boyunduruğundan kurtarılmalıdır.
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Erkek Egemen Sistemin Kadınlara Sunduğu İki Seçenek Var:
“Ya İtaat Et Ya Da Öl”
Binlerce yıldır baskı ve zorun her türlüsünü kullanarak, varlığını kadının köleliğine dayandıran erkek egemen sistem, başta kadın olmak üzere tüm toplumu kendi yarattığı zulüm politikalarının cenderesinde tutmaya çalışıyor.
Bu sebepledir ki en küçük bir başkaldırı, en küçük bir uyanış kıvılcımı en amansız yöntemlerle bastırılıyor. Görünürdeki gerekçeleri farklı farklı olsa da tüm kadın cinayetlerinin, taciz ve tecavüz olaylarının temelinde bu gerçeklik yatıyor.
Her gün ortalama 5 kadın babası, kardeşi, akrabaları, eşi, sevgilisi kısaca en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyor. Onlarca kadın ve çocuk tacize ve tecavüze uğruyor.
Şiddete uğrayanların büyük kısmının tehdit altında oldukları bilinmesine rağmen tedbir alınmıyor. Ayşe PAŞALI, Arzu YILDIRIM, Üyelerimiz Necla YILDIZ ve Dilek DAŞDANOĞLU cinayetlerinde olduğu gibi.
Devlet yetkililerinin yaptığı açıklamalar kadın cinayetlerini, tacizi ve tecavüzü meşrulaştırırken Adli Tıp tecavüzün üstünü örtüyor. Polis Şiddet gören kadını can güvenliğinin olmadığı yere yani evine gönderiyor. Eylemde, gözaltında, cezaevinde kendisi şiddet uyguluyor.
Görevi adaleti sağlamak olan yargı, tecavüze uğrayanın rızası olduğu gerekçesiyle, “haksız tahrik indirimi” uygulayarak veya mağdur olmasınlar diye tecavüz zanlılarını serbest bırakıyor, cezalandırmak yerine adeta ödüllendiriyor.
Siirt’teki, Fethiye’deki toplu tecavüz davaları ve 13 yaşındaki N.Ç. davası hukuk ve adalet sistemine egemen olan erkek egemen zihniyeti bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Yaklaşık 30 yıldır devam eden savaş ve beraberinde yükselen militarizm ve milliyetçilik en çok kadınları mağdur ediyor. Savaş ve militarist politikalar kadınlara göç, tecavüz, şiddet, çatışma ortamlarında insanlık dışı uygulamalar ve ölüm getiriyor. Savaş demek, biz kadınlara daha az bütçe, daha az sığınma evi, daha az sağlık ve eğitim hizmeti, daha az ücret demek. Savaş demek kadının özgürlüğüne bir kez daha pranga vurulması demek.
Şiddete Uğrayan Biziz, Şiddete Karşı Çıktığımız İçin Tutuklanan Ve Yargılanan Da Biziz!
Son 8 yılda kadınların uğradığı şiddetin % 1400 arttığı göz önüne alındığında AKP iktidarının erkek egemen sistemin sadık bir hizmetkârı olduğu ve eril şiddeti barındıran her türlü politikaları başarıyla yürüttüğü açık bir biçimde ortaya çıkıyor. AKP hükümeti, “ileri demokrasi” söylemiyle, kendisine muhalif tüm kesimleri “kadın da olsa çocukta olsa gereğini yaparak” susturmaya, sindirmeye, yok etmeye çalışıyor. Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri, kadın işsizliği, kadınların ücretlerinin düşüklüğü, kadının aşağılanması ve ikinci sınıf insan muamelesi görmesi AKP döneminde fazlasıyla artmış ve derinleşmiş durumda.
Kamuoyuyla daha öncede paylaştığımız üzere; 25 Kasım Uluslar arası Kadına Yönelik Şiddet İle Mücadele Günü öncesinde ülkemizde yaşanan kadın cinayetlerine, taciz ve tecavüzlere, çocuklara yönelik istismara, savaşın etkilerine dikkat çekmek ve önlemek amacıyla Konfederasyonumuz ve bazı kitle örgütleriyle birlikte “Kimliğimin, Bedenimin ve Emeğimin Sömürülmesine Karşı Mücadele Ediyor, Barış İçin Yürüyorum” temasıyla 8–12 Kasım tarihleri arasında İstanbul ve Hakkâri’den Ankara’ya bir yürüyüş etkinliği başlatmıştık.
9 Kasım’da Hakkâri’den başlayan yürüyüş kolumuzun 11 Kasım günü Urfa’da basın açıklaması yapmasına izin verilmemiş, aralarında sendika genel merkez yönetim kurulu üyelerimizin ve kadın aktivistlerin de bulunduğu gruba polis tarafından herhangi bir uyarı yapılmaksızın saldırılmış ve arkadaşlarımız yaka paça gözaltına alınmıştı.
Şimdi soruyoruz:
Kadınları katledenler, kadınlara şiddet uygulayanlar, kadınlara taciz ve tecavüz edenler sokaklarda serbestçe dolaşırken, şiddete, baskıya ve zulme karşı çıkan, direnen, mücadele eden bizleri yaka paça gözaltına alan ve yargılayanlar hangi çürümüş zihniyetin temsilcileridir?
Biz diyoruz ki;
Devlet, kendi görevinin, ordusu, polisi, yargısı, medyası tüm kurumlarıyla şiddete uğrayanları korumak olduğunu iddia ediyorsa;
Asıl yargılanması gerekenler kadınlar değil şiddeti uygulayanlardır.
Asıl yargılanması gerekenler, kadınlara hayatı zindan edenler ve onları katledenlerdir.
Asıl yargılanması gerekenler, kadını öldürdükten, taciz ve tecavüz ettikten sonra elini kolunu sallayarak dışarıda serbestçe gezebilenlerdir.
Asıl yargılanması gerekenler, yasalarla kadına yönelik şiddeti kurumsallaştıran, taciz ve tecavüzcüleri koruyan iktidar sahipleridir.
Asıl yargılanması gerekenler, kadın bedenini bir meta gibi görüp onun emeğini sömürenlerdir
Bu kapsamda 11 Kasım 2010 tarihinde “Kimliğimizin, Bedenimizin ve Emeğimizin Sömürülmesine Karşı Mücadelemiz Ediyor, Barış İçin Yürüyorum” sloganıyla başlatmış olduğumuz yürüyüşümüze Şanlıurfa’da polisin gerçekleştirdiği saldırı ve uğradığımız şiddetten başta Şanlıurfa Valiliği ve Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü’nün sorumlu olduğunu ilan ediyor; sorumlular hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılmasını ve benzer olayların tekrar yaşanmaması için gerekli tedbirlerin acilen alınmasını talep ediyoruz.
“Kimliğimizin, Bedenimizin ve Emeğimizin Sömürülmesine Karşı Mücadelemiz ve Barış İçin ısrarımız devam ediyor.”
Egemenler tarafından gerekçeleri farklı biçimlerde sunularak manipüle edilmeye çalışılan tüm kadın cinayetlerinin, taciz ve tecavüz olaylarının, şiddetin temelinde erkek egemen sistemin yattığını gayet iyi biliyoruz.
Bizler bölgemizde, ülkemizde ve tüm dünyada kadına yönelik şiddet son bulana, kadınlar olarak yaşayabileceğimiz eşit ve özgür bir dünya kuruluncaya kadar, üzerimizde baskı uygulansa da, tutuklanıp hapsedilsek de, cezaya çarptırılsak da örgütlü mücadelemizden asla ama asla vazgeçmeyeceğiz.
Jın Jiyan Azadi!
Yaşasın Eşitlik ve Özgürlük Mücadelemiz!
Biji Yekitiya Jinan!
Yaşasın Kadın Dayanışması!
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Esra ARSLAN KÖSELE
Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri
1 Mayıs Birlik Mücadele Ve Dayanışma Günü
1 Mayıs, ülke genelinde olduğu gibi Adana'da da yapılan yürüyüş ve mitingle kutlandı. Adana'da son yılların en yoğun katılımıyla gerçekleştirilen mitinge yaklaşık 10 bin vatandaş iştirak etti.
Öğle saatlerinde Mimar Sinan Açık Hava Amfisi önünde toplanan çeşitli siyasi parti ve sivil toplum örgütü üyesi binlerce kişi belirlenen saatte ikili kortej halinde Mustafa Kemla Paşa bulvarı üzerinde yürüyüşe geçtiler. Yaklaşık 1 saatte alana ulaşan kalabalığa mitingin tertip komitesini oluşturan Türk İş, KESK, DİSK, TMMOB ve Adana Tabip Odası temsilcileri seslendi. konuşmaların ardından halaylar çekildi, miting saat:15.30 son buldu.
1 Mayıs Tertip Komitesi Başkanı Kamuran KARACA'nın Miting Konuşma Metni İçin Tıklatın
TÜM MİTİNG RESİMLERİ İÇİN TIKLATIN
Açılan sayfada Bu web sitesine devam et (önerilmez) tıklarsanız resimlere ulaşabilirsiniz
Eşit, Parasız, Bilimsel, “ŞİFRESİZ” Eğitim İstiyoruz.
YGS’de yaşanan şifre skandalından sonra sınavın akıbetinin ne olacağı sorusu milyonlarca insanı beklentiye sevk etmiştir. Her geçen gün ortaya çıkan farklı skandallarla gelişen süreci, Savcılığın ve ÖSYM’nin alelacele sonlandırması da daha derin sorunlara zemin hazırlamıştır.
Bilindiği üzere sendikamız KPSS, YGS ve son olarak ALES’te yaşananları yakından takip etmektedir. Bu süreç içerisinde ortaya çıkan skandallara ve sınav sistemine karşı çeşitli şekillerde tepkimizi dile getirmiş ve konuyla ilgili kurumlara önerilerimizi iletmiş olmamıza rağmen, sürece dair sorunu çözücü herhangi bir adım atılmamıştır.
Skandalların ilk ortaya çıkışından itibaren sürecin üzeri kapatılmaya çalışılmış ve çeşitli şekillerde demokratik tepkilerini gösterenler tehdit edilmiştir. Bu atmosfer içerisinde dahi, toplumdaki gerçeklerin ortaya çıkarılması beklentisi devam ederken, ÖSYM’nin yangından mal kaçırırcasına, ilerde oluşabilecek sonuçları düşünmeden YGS sonuçlarını açıklaması, akıllarda birçok soru işareti yaratmıştır. Ayrıca YGS sonuçlarının alelacele yayınlanmasına sebebiyet verdiği ve net açıklamalarda bulunmadığı için savcılık yaklaşımı da güvensizlik duyulan kurumlar arasına girmiştir. Soruyoruz;
• YGS sonuçlarının açıklanmasına ve üç kez ertelenen LYS başvurularının başlatılmasına gerekçe olan gelişme nedir? Savcılıkla ÖSYM arasında nasıl bir iletişim vardır ve bu görüşme ile ne olmuştur da YGS sonuçları açıklanmıştır?
• Savcılık sınavın açıklanması için talimat vermiş midir? Verdiyse hangi yetkiye dayanarak bu talimatı vermiştir?
• Savcılık hangi konularda, nasıl bir yöntem izleyerek, hangi alan uzmanları ile bir çalışma yürüttüğünü ve hangi verileri elde ettiğini açık ve şeffaf bir şekilde neden kamuoyu ile paylaşmamıştır? KPSS’deki kopya skandalında kamuoyuna da yansıyan oldukça güçlü ve somut deliller ve bilgiler mevcutken, neden halen bir sonuç alınamamıştır?
• YGS’nin yok sayılması için daha ne tür gerekçelerin oluşması bekleniyor? Çünkü YGS, eğitim bilimi çerçevesinde, konu/tema birliğinin sağlanması, soruların kolaydan zora doğru sıralanması ve sayılarla ifade edilen seçeneklerin küçükten büyüğe veya büyükten küçüğe doğru sıralanması gibi birçok temel kriteri sağlayamamaktadır. Dolayısıyla kişiye özgü soru kitapçığı bazı adayların lehine bazı adayların ise aleyhine sonuçlar doğurmuştur.
Eğitim Sen olarak belirtmek isteriz ki bu sorular cevaplanmadığı müddetçe YGS ve sınav sistemi üzerindeki şaibeler ortadan kalkmayacaktır. Bilinmelidir ki yaklaşan genel seçimler öncesinde yangından mal kaçırırcasına alınan politik kararlarla gençlerimizin eğitim geleceğinin ortadan kaldırılmasına asla izin vermeyeceğiz. Sendikamız gerçekler tüm yönleriyle aydınlatılıncaya kadar bu sürecin yakından takipçisi olmaya devam edecektir. 23.05.2011
İmamoğlu Eğitim-Sen Temsilciliği Açıldı
Açılışa, üyeler ve davetliler katıldı.
Açılan sayfada Bu web sitesine devam et (önerilmez) tıklarsanız resimlere ulaşabilirsiniz
Üyelerimize Açılan Soruşturma ve Baskıları Bizleri Yıldıramaz
Değerli Basın ve Kamuoyuna;
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üye ve yöneticilerimiz Diyarbakır ilinde yürüttüğü sendikal faaliyetleri nedeniyle son 6 yıldır ağır baskılara maruz kalmıştır. Baskılar giderek arttırılmış, 2010-2011 eğitim öğretim yılında Diyarbakır Şube Başkanımız, önceki dönem Şube Kadın Sekreterimiz ve 40 a yakın üyemiz hakkında idari ve adli soruşturma açılmış, disiplin cezaları verilmiş, bunlardan eski kadın sekreterimiz ve şube başkanımız memuriyetten ihraç talebi ile Yüksek Disiplin Kuruluna verilmişlerdir.
Soruşturmaların ardı arkası kesilmeksizin devam etmekte, aynı üyelerimiz hakkında tekrar tekrar soruşturmalar açılarak, mükerrer durum yaratılmak istenmektedir.
Tüm bu idari işlemlere karşı yasal yollara başvurulmuş, gerekli davalar açılmıştır.Sendikamız şube yönetici ve üyeleri üzerinde devam eden bu baskılar biran önce durdurulmalıdır. Sendikal faaliyetlerimizi engelleme gayretleri bitmelidir.
Uluslar arası ve ulusal yasalarla güvence altına alınmış olan sendikal faaliyet hakkımız idari baskılarla sona erdirilmeğe, üyelerimiz idari işlemlerle cezalandırılmaya çalışılmaktadır.Bu soruşturmalar mücadelemizi hiçbir zaman engelleyemeyecektir.
Diyarbakır İlinde yürütülen bu soruşturma ve baskıları kınıyor, idarenin kararlarını gözden geçirerek bir an önce soruşturmaların geri almasını istiyoruz.
Şube Yönetim Kurulu Adına
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Şube Başkanı
2010–2011 Eğitim Öğretim Yılında Eğitimin Sorunları Katlanarak Artmış,Yaşanan Sorunlara Yine Kalıcı Çözümler Üretilememiştir!
Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin yıllardır karşı karşıya kaldığı sorunlar, 2010–2011 eğitim-öğretim yılında artarak devam etmiştir. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılı içinde, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, eğitimin çözüm bekleyen en temel sorunlarını çözme noktasında yeterince adım atılmadığı gibi, var olan sorunların artarak devam etmiş olması düşündürücüdür.
Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar elbette bugün ortaya çıkmamış, yıllardır sürdürülen serbest piyasacı, diğer kamu hizmetleri gibi eğitimi ticarileştirmeyi ve özelleştirmeyi hedefleyen bilinçli politikaların bir birikimi olarak bugünlere gelinmiştir. AKP iktidarı, bu olumsuz birikimi daha da arttırmak için elinden geleni yapmaktadır. Geçtiğimiz yıllar içinde kamu hizmetlerinde yaşanan yaygın ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, bir bütün olarak eğitim sistemini ve eğitimin bileşenlerini de doğrudan olumsuz etkilemiştir.
Eğitimin ve eğitim emekçisinin bir türlü çözüme kavuşturulmayan sorunları artarak devam etmektedir. Kamusal eğitimin zayıflatılması, eğitimin tamamen paralı hale getirilmek istenmesi, ilköğretim ve ortaöğretimde dershanelerin tarihte hiç olmadığı kadar öne çıkması, cinsiyet, etnik kimlik ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamalar, ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu, ücretli-vekil öğretmenlik uygulamalarının devam etmesi, yaşanan yoğun siyasi kadrolaşma uygulamaları, öğretmenlerin ek ders ücretlerinde yaşanan sorunlar, hizmetli, memur ve teknik personelin sorunları, üniversitelerde yaşanan akademik ve idari sorunlar vb gibi pek çok sorunun çözümü için adım atılmadığı gibi, geçtiğimiz dönemde bu sorunlara yeni sorunlar da eklenmiştir.
2010-2011 eğitim öğretim yılında derslik, okul, öğretmen, memur ve hizmetli açıklarına da çözüm üretilmemiş, okulların araç gereç ve fiziki altyapı ihtiyaçları giderilmemiş, eğitim emekçilerinin ekonomik, demokratik, sosyal ve özlük haklarında kayıplar yaşanmış, üniversite kapılarındaki yığılmayı önlemek için gerekli adımlar atılmamıştır. Kısacası her yıl yaşanan sorunlar geçtiğimiz yıl içinde daha da artarak devam etmiştir.
Türkiye’de pek çok alanda olduğu gibi, eğitim sisteminde de yıllardır birikerek büyüyen ve artık yapısal hale gelmiş, acil çözüm bekleyen sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunları ana başlıklar ve rakamlarla ifade etmemiz gerekirse;
Türkiye’de okullaşma sorunu hala tam anlamıyla çözülememiştir. Okulöncesinde okullaşma oranı ortalama %37, ilköğretimde %98, ortaöğretimde %69 seviyesindedir. Okula gitmeyenlerin önemli bir bölümünü kız çocukları oluşturmaktadır.
MEB 2010–2011 istatistiklerine göre okulöncesi eğitimde 3-5 yaş grubunda okullaşma oranı toplamda %29.85, kız çocukları için yüzde %29.43; erkek çocukları için ise %30.3’tür. 4-5 yaş grubuna bakıldığında ise toplamda %43.10; kız çocukları için %42.47; erkek çocukları için ise %43.70’tir.
İlköğretimde kız çocuklarının okullaşma oranının en düşük olduğu iller Bitlis (%84,27), Van (% 84,57) ve Hakkâri (%85,05), en yüksek olduğu iller ise Ankara (% 99,31), İzmir (%99,18) ve Mersin’dir (%99,01). İlköğretimde kız çocuklarının okullaşma oranın en düşük olduğu illerin Van, Bitlis, Hakkari gibi iller olmasında, sosyo-ekonomik nedenlerin yanı sıra eğitimde anadiline yer verilmemesinin de önemli bir payı bulunmaktadır.
Ortaöğretimdeki okullaşmada cinsiyete göre fark büyümekte olup 2010-2011 itibariyle net okullaşma oranı %69.33 iken, bu oran erkekler için %72.35, kızlar için %66.14’tür.
TUİK verilerine göre Türkiye’de 6 yaş üstü okuryazar olmayan 4.672.257 kişinin3.757.203’ü kadındır. Okumaz-yazmazlık oranı kadınlarda %12,3, erkeklerde ise %3,1’dir.
2010 – 2011 eğitim ve öğretim yılında eğitim kamusal hak olmaktan çıkarma ve paralı hale getirme girişimleri bütün hızıyla sürmüştür. 2010–2011 eğitim öğretim yılı itibariyle 1.054 özel anaokulu, 898 özel ilköğretim okulu, 798 özel lise bulunmaktadır. 1930 yılında, çoğu yabancılara ait azınlık okulu olmak üzere, 300 kadar özel okul varken, 2011 yılında bu sayı2.750’ye ulaşmıştır. 1930 yılında özel okullarda okuyan öğrenci sayısı 30 bin civarındayken, bugün özel okullarda okuyan öğrencilerin sayısı 498 bine ulaşmıştır.
Türkiye’de okul ve derslik sayısı öğrenci sayısına paralel olarak ve ihtiyaca yanıt veren düzeyde değildir.
Okulöncesi eğitimde; okul sayısı 27.606, derslik sayısı 46.336, öğrenci sayısı 1.115.818, öğretmen sayısı ise 48 bin 330’dur. Okulöncesi eğitimde derslik başına 24 öğrenci düşüyormuş gibi görünmesine karşın, okulöncesi eğitimin ülke çapında yeterince yaygınlaştırılmamış olması, mevcut sayısal verilerin durumu anlamak için tek başına yeterli veri sunmamaktadır.
İlköğretimde; okul sayısı 33.310, derslik sayısı 332.902, öğrenci sayısı 10.916.643’tür.Devlet okullarındaki öğretmen sayısı ise bakanlık tarafından toplamda 458.046’dır. Türkiye’deki öğrencilerin yaklaşık %70’i ilköğretimde bulunmaktadır. 2002–2003 eğitim öğretim yılında ilköğretimde 35 bin 133 okul, 10 milyon 332 bin öğrenci varken, aradan geçen 9 yılda ilköğretimdeki öğrenci sayısı 10 milyon 917 bine çıkmasına rağmen okul sayısı32 bin 797’ye gerilemiştir. Buru durum birleştirilmiş sınıf ve taşımalı eğitim uygulamalarının arttığının somut bir kanıtıdır.
Ortaöğretimde; okul sayısı 8.913, derslik sayısı 110.310, öğrenci sayısı 4.240.130, öğretmen sayısı 206.862’dir. Ortaöğretimdeki rakamlara göre derslik başına düşen öğrenci sayısı 40 olarak hesaplanmaktadır. Ancak Büyükşehirlerde, özellikle yoksul ailelerin yaşadığı semtlerdeki sınıf mevcutları bu rakamın çok üzerindedir.
Türkiye’de halen okulların üçte ikisinde ikili eğitim yapılmakta, birleştirilmiş sınıflarda eğitim ve taşımalı eğitim uygulamaları sürmektedir. Kalabalık sınıflarda eğitim hem öğretmenler hem de öğrenciler açısından önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir. Okulların fiziki yapı ve donanım açısından yaşadığı eksiklikler sağlıklı bir eğitim hizmetinin verilmesini güçleştirmektedir.
Öğretmenlerin yarısını kadınlar oluşturmasına karşın okul yöneticilerinin büyük bölümü erkeklerden oluşmaktadır. Okulöncesi eğitimde çalışan 42.716 öğretmenin % 95’i (40.647), ilköğretimde çalışan 485.677 öğretmenin % 52’si (252.729), ortaöğretimde çalışan 206.862 öğretmenin ise % 41,9’u (86.688) kadınlardan oluşmaktadır. Buna karşın MEB Personel Dairesi rakamlarına göre okullarda yönetim kadrolarında bulunan 58.835 kişiden sadece 5.298’i (% 8,98) kadın iken, yüzde 91,02’si erkektir.
Öğretmen açıkları giderilmemiş, sayıları 400 bini bulan işsiz öğretmenlerin atamaları yapılmadığı gibi, mevcut öğretmen açıkları, sayılarının yüz bini aştığını tahmin ettiğimiz ücretli ve vekil öğretmenler aracılığıyla kapatılmaya çalışılmaktadır. 2010–2011 eğitim-öğretim yılı itibariyle il ve ilçe Milli Eğitim müdürlükleri tarafından öğretmen ihtiyacı bulunan eğitim kurumlarına 77 bin 601 ücretli öğretmen görevlendirilmesi yapılmıştır. Milli Eğitim Bakanı’nın yaptığı açıklamaya göre resmi olarak 146 bin 194 öğretmen açığı bulunmaktadır.
AKP Hükümeti her bütçe döneminde “eğitime en çok biz ayırdık” iddiasında bulunsa da,34 milyar 112 milyon TL’lik 2011 MEB bütçesinin % 72’sinin personel giderlerine, %11’i sosyal güvenlik devlet primi giderlerine ayrılmıştır. Eğitime ayrılan bütçenin beşte dördü zorunlu harcamalara gitmektedir.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin %17,18’i yatırımlara ayrılırken, o günden günümüze kadar sürede bu pay sürekli olarak azaltılmış ve 2011 yılında %5,85’e kadar düşürülmüştür. 2002–2011 yılları arasında MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan payın trajik düşüşüne bakıldığında, AKP eliyle eğitim yatırımlarının nasıl bitirilme noktasına getirildiğini bütün açıklığıyla gözlemlemek mümkündür.
Tamamıyla sınav odaklı olan ve piyasa ilişkileri içine çekilen eğitim sistemi ile birlikte sınavlara hazırlık süreci de daha fazla önem kazanmıştır. Bu durumun en somut sonuçlarını özel dershane sayılarının artışında gözlemlemek mümkündür. Türkiye’de özel dershane sayısı 2002 yılında 2 bin 122 iken, 2011 yılında 4 bin 99’a çıkmıştır. 2002 yılında dershanelere giden öğrenci sayısı 606 bin 522 iken, 2011’de 1 milyon 234 bin 738’e; bu dershanelerde çalışan öğretmenlerin sayısı ise 19 bin 881’den, 50 bin 209’a yükselmiştir. AKP hükümeti döneminde dershanelerin sayısı iki kat artarken, teşviklerin de etkisiyle özel okullara giden öğrencilerin sayısı 223 binden 498 bine yükselmiştir.
Türkiye’de 9 milyonun üzerinde engelli vardır. Türkiye nüfusunun yaklaşık % 12’sini oluşturan engellilerin eğitim hakkından yeterince faydalanabildiklerini söylemek mümkün değildir. Sayıları 1 milyonu bulan 4-18 yaş arasındaki engelli çocukların ancak 30.000 kadarı eğitim hakkından yararlanabilmektedir.
Öğrencilerimizi kelimenin tam anlamıyla test makinesi haline getiren SBS, YGS, LYS, KPSS vb gibi sınavlar, eğitim sistemimizin omurgası haline gelmiştir. İlköğretimden ortaöğretime geçiş sınavları üç kez değişikliğe uğramıştır. 6., 7. ve 8. sınıflara uygulanmaya başlanan SBS, daha sonra kademeli olarak sadece 8. sınıflara uygulanır hale getirilmiş, üniversiteye giriş sınavları da neredeyse her yıl değiştirilmiştir.
Geçtiğimiz eğitim öğretim yılının kuşkusuz en önemli olaylarından birisi YGS’de yaşanan şifre skandalı ve sonrasında yaşananlar olmuştur. ÖSYM’nin şifre skandalı nedeniyle 1 milyon 700 bin öğrenci ve aileleri büyük bir travma yaşamış, ancak şifre skandalına neden olanlar hakkında herhangi bir yasal işlem yapılmamıştır.
2010-2011 eğitim ve öğretim yılında eğitimde dinsel muhafazakarlaşmanın geldiği boyutları gösteren çok sayıda örnek olay yaşanmıştır. Kız ve erkek öğrencilerin birbirine 45 cm’den fazla yaklaşmaması, karma okullarda kız erkek öğrencilerin yemekhanelerinin ayrılması gibi uygulamaların yanı sıra, özellikle 18. Milli Eğitim şurasında dile getirilen kız ve erkek öğrencilerin okullarının ayrılması konusu eğitim sisteminin nasıl bir kuşatma altında olduğunun önemli örneklerinden birisidir.
Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında okullarda yaşanan çocuk istismarını önleme konusunda etkin bir çaba harcanmamış, Siirt’te bir okul yöneticisinin ilköğretim öğrencisi kız çocuklarına cinsel istismarda bulunmasının ardından yargı NÇ davasında olduğu gibi sürüncemeye bırakılmıştır.
Geçtiğimiz eğitim öğretim yılı içinde öğrenciler ve öğretmenlere yönelik şiddet olayları yine yoğun bir şekilde yaşanmış, Milli Eğitim Bakanlığı okullarda yaşanan şiddetin nedenlerini ortadan kaldıracak çözümler üretmek yerine, her okula bir sivil polis görevlendirerek, okulda şiddeti sadece asayiş sorununa indirgeyen tavrını sürdürmüştür.
Ders kitapları cinsiyet ayrımcı unsurlar barındırmaya devam etmektedir. Sendikamızın ilk ve ortaöğretim ders kitapları üzerinde yaptığı ve web sitemizde yer alan taramalar, eşitsizliğin boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay’ın kararlarına rağmen zorunlu din dersi uygulamasının değişimi ile ilgili herhangi bir somut adım atılmamıştır.
Bireylerin kendi anadillerinde eğitim görme hakkı önündeki engeller sürmekte, anadilinde eğitim talep eden kesimler önce polis şiddetiyle karşı karşıya kalmakta sonrasında yargı kıskacına alınmaktadır.
Eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik, demokratik, sosyal ve özlük haklarında kayda değer bir iyileştirme yapılmamıştır. Düşük maaş ve düşük ek ders ücretiyle çalıştırılırken düzenlenen SBS ve Açık öğretim sınavları ve benzeri sınavlarda görev alan öğretmenlere verilen ücretler adaletsiz ve yetersizdir. Bu sınavlarda görev alan öğretmenlere 36 TL ödenirken polislere 68 TL hizmetlilere 68 TL il sorumlularına 90 TL ödenmektedir. Yıllardır uygulanan TKY uygulamalarına paralel olarak geliştirilen İlköğretim Kurumları Standartları uygulamasıyla, TEFBİS anketi uygulamasıyla eğitim emekçileri angarya işlerde çalıştırılmaya ve görevleri olmayan işleri yapmaya zorlanmışlardır.
Sendikal örgütlenme önündeki yasal ve fiili engeller kaldırılmamış; ILO sözleşmelerine aykırı bir şekilde grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı yönünde herhangi bir adım atılmamıştır.
Eğitime destek personeli açıkları (hizmetli-memur) ve mevcut hizmetli, memur, teknik personel, ÖSYM ve Yurt Kur personelinin sorunları için bugüne kadar herhangi bir adım atılmış değildir.
Eskişehir’deki 15 Mart 2010’da kaybolan üyemiz Mehmet Ali Örkmez ile Muğla’da kaybolan üyemiz Casim Uzuneminağaoğlu öğretmenlerimizin bulunması için yapılan bütün girişimlerimiz sonuçsuz kalmış, kayıp öğretmenlerin bulunması için yetkililerce yeterli çaba gösterilmemiştir.
Eğitimde eşitsizlik ve adaletsizliğin en önemli göstergelerinden birisi olarak bölgeler ve iller arası gelir dağılımındaki eşitsizlik devam etmektedir. Ekonomik imkânların kısıtlılığı, çocuk ve gençlerimizin okula devamını engelleyen en önemli faktör olmayı sürdürmektedir.
Eğitim sisteminde yaşanan ve burada ancak bir bölümüne değindiğimiz sorunlar, yıllardır ısrarla sürdürülen serbest piyasacı, diğer kamu hizmetleri gibi eğitimi ticarileştirmeyi ve özelleştirmeyi hedefleyen bilinçli politikaların bir birikimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin bilimsel, demokratik, laik yönünün geliştirilmesine; derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alt konusunda köklü bir değişime gereksinim vardır. Bu değişiklikler yapılmadan atılacak her adım, eğitimin sorunlarını yarına havale etmekten öteye gitmeyecektir.
Kamuran KARACA
Şube Başkanı
Gözaltı ve Soruşturmalar Bizi Yıldıramaz
Değerli Basın emekçileri,
“Balkon konuşmaları”nın aksine, emek ve demokrasi güçlerine karşı çeşitli ad ve gerekçelerle yeni bir saldırı dalgası daha başlatılmış durumdadır. Seçimlerin sonuçları netleşip de AKP’nin oy kaybı yaşadığı yerler ortaya çıkınca yeni operasyonlar için düğmeye basıldı. 15 Haziran tarihinde Batman’da içinde Sendikamız TÜM BEL-SEN temsilcisi Muzaffer Çınar’ın da bulunduğu onlarca siyasetçi ve demokratik kitle örgütü temsilcisi gözaltına alındı ve bunlardan 8’i tutuklandı.
Dün sabah yeni bir operasyon dalgasıyla uyandık. Van’da EĞİTİM SEN Şube Başkanımız Selami Özyaşar, eski şube başkanlarından Lezgin Botan ve Müzahit Karakuş, şube yöneticilerinden Garip Yaviç, , eski şube sekreteri Sinan Gündüz ve sendika üyesi Hakan Yaman gözaltına alınmışlardır.
Gece kimsenin olmadığı saatlerde sendika şube binamızın kapısı kırılarak açılmış ve içerisi dağıtılarak arama işlemi gerçekleştirilmiştir. Adresleri ve çalıştığı yerler belli olmasına, Van’da bilinen/tanınan insanlar olmasına rağmen gözaltına alınmışlardır. Oysa rahatlıkla çağrılıp ifadeleri alınabilirdi. Ancak biliyoruz ki, korku salmak ve toplumsal muhalefeti susturmak istedikleri için Demokrasi ve emek mücadelesinde öne çıkan, emek harcayan arkadaşlarımızı özellikle böylesi bir yöntemle gözaltına alıyorlar.
İleri sürülen gerekçeler ne olursa olsun, hangi kanuna muhalefet etmekten gözaltına alınmış olurlarsa olsunlar, gerçek nedenin AKP’nin seçim intikamı ve muhalefete tahammülsüzlüğü olduğu açıktır.
Değerli Basın Emekçileri,Kamu emekçileri mücadelesinin öncüsü ve direngen gücü KESK üye ve yöneticilerine yönelik anti demokratik uygulamalar da toplumsal muhalefeti susturma politikasının bir parçasıdır. Halen yönetici ve üyelerimizden; Seher TÜMER , Olcay KANLIBAŞ, Ahmet ZİREK, Metin FINDIK, Ayhan KURTULAN, Lokman ÖZDEMİR, Aynur ŞAHİN, Yüksel OZAN, Sedat GÜLER , Yakup TEKİN, Serpil ARSLAN DÜZGÜN, Nazire AYATA CİVELEK ve en son 26 Nisan 2011 tarihinde gözaltına alınan Gülsüm YILDIZ tutuklandılar. Yüzlerce üyemiz hakkında başta memuriyetten uzaklaşma talebiyle olmak üzere adli ve idari soruşturmalar açılmaktadır. Onlarca üyemiz sürgün edilmiştir.
19–20 Nisan 2011 tarihlerinde SES ve TTB’nin yaptığı grev ve AKP’nin sağlıkta dönüşüm programını Adana’da Demokratik Çözüm Çadırı’ndaki kitleye anlattıkları gerekçesiyle 28 Nisan 2011 tarihinde gözaltına alınan üyelerimizden Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu ve Dr. Ömer Eşki “örgüt üyeliği” iddiasıyla yargılanmaktadırlar!
Değerli Basın Emekçileri,
O halde bize düşen de direnmek, direnmek ve yine direnmektir. Çünkü biliyoruz ki, tarihte kazananlar hep direnenler, mücadele edenler olmuştur. KESK, fiili ve meşru mücadele içerisinde, 12 Eylül cenderesine karşı inançlı ve kararlı insanların bir araya gelmesiyle kurulmuş bir emek örgütüdür. Ne askeri cuntaya ne de sivil cuntalara teslim olmamış bir örgüttür.
Her sabah yeni bir gözaltı ve tutuklanma haberi ile uyanmak istemiyoruz. AKP’nin toplumsal muhalefete, hak ve özgürlükler mücadelesine tahammülsüz olduğu artık tartışmasızdır. En asgari hukuk normlarının, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün ayaklar altına alınması kabul edilemez.
Değerli Basın Emekçileri,
Her bir operasyon ve baskı yeni sorun, gerginlik ve çatışma demektir. Tüm yurttaşlar güven içinde yaşamak, yarınından emin olmak hakkına sahiptir. Ortamı daha fazla germek kimsenin hayrına değildir. Siyasi iktidarı yıllardır uyguladığı ekonomik ve siyasi politikalardan hoşnut olmayan, eleştiren ve muhalefet eden kesimlere karşı tahammüllü olmaya çağırıyoruz.
Demokratik hak ve özgürlükleri genişletecek, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözümünü esas alacak, ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri kaldıracak adımlar atılmalıdır.
Arkadaşlarımızın gözaltında tutulduğu her bir saat bir eziyet ve işkencedir. Güvence altına alınmış haklarımızın açık ihlalidir. Bu nedenle arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır.
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Yalçın ALÇİÇEK
Eğitim Sen Adana Şube Sekreteri