Erkek Egemen Sistemin Kadınlara Sunduğu İki Seçenek Var:
“Ya İtaat Et Ya Da Öl”
Binlerce yıldır baskı ve zorun her türlüsünü kullanarak, varlığını kadının köleliğine dayandıran erkek egemen sistem, başta kadın olmak üzere tüm toplumu kendi yarattığı zulüm politikalarının cenderesinde tutmaya çalışıyor.
Bu sebepledir ki en küçük bir başkaldırı, en küçük bir uyanış kıvılcımı en amansız yöntemlerle bastırılıyor. Görünürdeki gerekçeleri farklı farklı olsa da tüm kadın cinayetlerinin, taciz ve tecavüz olaylarının temelinde bu gerçeklik yatıyor.
Her gün ortalama 5 kadın babası, kardeşi, akrabaları, eşi, sevgilisi kısaca en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyor. Onlarca kadın ve çocuk tacize ve tecavüze uğruyor.
Şiddete uğrayanların büyük kısmının tehdit altında oldukları bilinmesine rağmen tedbir alınmıyor. Ayşe PAŞALI, Arzu YILDIRIM, Üyelerimiz Necla YILDIZ ve Dilek DAŞDANOĞLU cinayetlerinde olduğu gibi.
Devlet yetkililerinin yaptığı açıklamalar kadın cinayetlerini, tacizi ve tecavüzü meşrulaştırırken Adli Tıp tecavüzün üstünü örtüyor. Polis Şiddet gören kadını can güvenliğinin olmadığı yere yani evine gönderiyor. Eylemde, gözaltında, cezaevinde kendisi şiddet uyguluyor.
Görevi adaleti sağlamak olan yargı, tecavüze uğrayanın rızası olduğu gerekçesiyle, “haksız tahrik indirimi” uygulayarak veya mağdur olmasınlar diye tecavüz zanlılarını serbest bırakıyor, cezalandırmak yerine adeta ödüllendiriyor.
Siirt’teki, Fethiye’deki toplu tecavüz davaları ve 13 yaşındaki N.Ç. davası hukuk ve adalet sistemine egemen olan erkek egemen zihniyeti bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Yaklaşık 30 yıldır devam eden savaş ve beraberinde yükselen militarizm ve milliyetçilik en çok kadınları mağdur ediyor. Savaş ve militarist politikalar kadınlara göç, tecavüz, şiddet, çatışma ortamlarında insanlık dışı uygulamalar ve ölüm getiriyor. Savaş demek, biz kadınlara daha az bütçe, daha az sığınma evi, daha az sağlık ve eğitim hizmeti, daha az ücret demek. Savaş demek kadının özgürlüğüne bir kez daha pranga vurulması demek.
Şiddete Uğrayan Biziz, Şiddete Karşı Çıktığımız İçin Tutuklanan Ve Yargılanan Da Biziz!
Son 8 yılda kadınların uğradığı şiddetin % 1400 arttığı göz önüne alındığında AKP iktidarının erkek egemen sistemin sadık bir hizmetkârı olduğu ve eril şiddeti barındıran her türlü politikaları başarıyla yürüttüğü açık bir biçimde ortaya çıkıyor. AKP hükümeti, “ileri demokrasi” söylemiyle, kendisine muhalif tüm kesimleri “kadın da olsa çocukta olsa gereğini yaparak” susturmaya, sindirmeye, yok etmeye çalışıyor. Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri, kadın işsizliği, kadınların ücretlerinin düşüklüğü, kadının aşağılanması ve ikinci sınıf insan muamelesi görmesi AKP döneminde fazlasıyla artmış ve derinleşmiş durumda.
Kamuoyuyla daha öncede paylaştığımız üzere; 25 Kasım Uluslar arası Kadına Yönelik Şiddet İle Mücadele Günü öncesinde ülkemizde yaşanan kadın cinayetlerine, taciz ve tecavüzlere, çocuklara yönelik istismara, savaşın etkilerine dikkat çekmek ve önlemek amacıyla Konfederasyonumuz ve bazı kitle örgütleriyle birlikte “Kimliğimin, Bedenimin ve Emeğimin Sömürülmesine Karşı Mücadele Ediyor, Barış İçin Yürüyorum” temasıyla 8–12 Kasım tarihleri arasında İstanbul ve Hakkâri’den Ankara’ya bir yürüyüş etkinliği başlatmıştık.
9 Kasım’da Hakkâri’den başlayan yürüyüş kolumuzun 11 Kasım günü Urfa’da basın açıklaması yapmasına izin verilmemiş, aralarında sendika genel merkez yönetim kurulu üyelerimizin ve kadın aktivistlerin de bulunduğu gruba polis tarafından herhangi bir uyarı yapılmaksızın saldırılmış ve arkadaşlarımız yaka paça gözaltına alınmıştı.
Şimdi soruyoruz:
Kadınları katledenler, kadınlara şiddet uygulayanlar, kadınlara taciz ve tecavüz edenler sokaklarda serbestçe dolaşırken, şiddete, baskıya ve zulme karşı çıkan, direnen, mücadele eden bizleri yaka paça gözaltına alan ve yargılayanlar hangi çürümüş zihniyetin temsilcileridir?
Biz diyoruz ki;
Devlet, kendi görevinin, ordusu, polisi, yargısı, medyası tüm kurumlarıyla şiddete uğrayanları korumak olduğunu iddia ediyorsa;
Asıl yargılanması gerekenler kadınlar değil şiddeti uygulayanlardır.
Asıl yargılanması gerekenler, kadınlara hayatı zindan edenler ve onları katledenlerdir.
Asıl yargılanması gerekenler, kadını öldürdükten, taciz ve tecavüz ettikten sonra elini kolunu sallayarak dışarıda serbestçe gezebilenlerdir.
Asıl yargılanması gerekenler, yasalarla kadına yönelik şiddeti kurumsallaştıran, taciz ve tecavüzcüleri koruyan iktidar sahipleridir.
Asıl yargılanması gerekenler, kadın bedenini bir meta gibi görüp onun emeğini sömürenlerdir
Bu kapsamda 11 Kasım 2010 tarihinde “Kimliğimizin, Bedenimizin ve Emeğimizin Sömürülmesine Karşı Mücadelemiz Ediyor, Barış İçin Yürüyorum” sloganıyla başlatmış olduğumuz yürüyüşümüze Şanlıurfa’da polisin gerçekleştirdiği saldırı ve uğradığımız şiddetten başta Şanlıurfa Valiliği ve Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü’nün sorumlu olduğunu ilan ediyor; sorumlular hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılmasını ve benzer olayların tekrar yaşanmaması için gerekli tedbirlerin acilen alınmasını talep ediyoruz.
“Kimliğimizin, Bedenimizin ve Emeğimizin Sömürülmesine Karşı Mücadelemiz ve Barış İçin ısrarımız devam ediyor.”
Egemenler tarafından gerekçeleri farklı biçimlerde sunularak manipüle edilmeye çalışılan tüm kadın cinayetlerinin, taciz ve tecavüz olaylarının, şiddetin temelinde erkek egemen sistemin yattığını gayet iyi biliyoruz.
Bizler bölgemizde, ülkemizde ve tüm dünyada kadına yönelik şiddet son bulana, kadınlar olarak yaşayabileceğimiz eşit ve özgür bir dünya kuruluncaya kadar, üzerimizde baskı uygulansa da, tutuklanıp hapsedilsek de, cezaya çarptırılsak da örgütlü mücadelemizden asla ama asla vazgeçmeyeceğiz.
Jın Jiyan Azadi!
Yaşasın Eşitlik ve Özgürlük Mücadelemiz!
Biji Yekitiya Jinan!
Yaşasın Kadın Dayanışması!
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Esra ARSLAN KÖSELE
Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri