egitimsen2

egitimsen2

BARIŞ KONVOYUNA VE BARIŞ’A SIKILAN HER KURŞUN HALKLARIN ÖFKESİNİ ARTTIRACAKTIR. 

İsrail’in İnsani Yardım taşıyan gemi Konvoyuna yönelik operasyonu karşısında dehşet içindeyiz. Yapılan operasyonun en temel insani değerleri bile çiğnemeyi göze alan, katliamları, öldürmeyi bir politika olarak gören İsrail Hükümeti’nin tarihe yazdığı bir utanç sayfası olarak görüyoruz. İsrail'in bu saldırgan tutumunu "haklı göstermek" için yapacağı hiçbir "izahat" şiddeti, insan öldürmeyi anlaşılır kılmaz. Bu durum yalnızca İsrail’in Filistin halkı üzerinde on yıllardır süren işgal ve abluka siyasetinin geldiği insanlık dışı boyutunu görünür hale getirir. Gazze’ye gıda ve ilacın erişimine dahi tahammül etmeyip, açık denizde yardım gemisine saldırarak insanları öldürmek bir insanlık ayıbıdır.İsrail devletinin denizin ortasında askerleri aracılığıyla sivil gemilerdeki insanlara yaptığı saldırının dünyadaki en yetkili kurullardan başlayarak her düzeyde kınanması gerekmektedir. İsrail uyguladığı kör şiddetin karanlığını derhal hissetmelidir.Gerçek ölü ve yaralı sayısının ne olduğu bilgisi bile hükümetçe hala öğrenilememiş olması tam bir zafiyettir. Ölü ve yaralı sayısının artabileceği endişelerimizi arttırmaktadır. İsrail sivilleri hedef alarak, insan hayatına kayıtsızlığını ve barışçı girişimlere yönelik tahammülsüzlüğünü bir kez daha kanıtlamıştır. İsrail’in bu insanlık dışı uygulamalarını şiddetle kınıyoruz.

 

İsrail’in etnik arındırmaya, sürmeye ve yurdundan etmeye dayalı baskı politikaları yeni değildir. Yakın tarih İsrail’in Filistin halkına karşı uyguladığı sayısız katliamların tarihidir. Üstelik İsrail bu politikalarını başta ABD olmak üzere dünyanın egemen ülkelerinin kollaması altında sürdürebilmektedir.Savaştan, inkardan ve imhadan medet umanların, barış fırsatlarını ellerinin tersiyle itenlerin İsrail’in bu insanlık dışı yüzüne karşı alacakları tutum samimiyet ve tutarlılıktan yoksundur. Bir yandan Davos’ta sergilenen “one minute” gibi showlarla halkın Filistin halkına yönelik dayanışma duygularını okşayan, öte yandan sayısız askeri ve ekonomik projede İsrail’le işbirliği halinde olanların alacağı tavır ancak timsah gözyaşı olarak görülebilir.Tüm halkların özgürlüğü ve barış içerisinde bir arada yaşama perspektifi olmayan, üstelik bölgede ABD ve İsrail’le köklü partnerlik ilişkileri içinde olan bir hükümetin başka türlüsünü yapması da mümkün değildir.

Türkiye kamuoyu olarak infial duygumuzun doğru adreslere ve insani duyarlılığın güçlendirilmesine hizmet edecek tarzda gösterilmesi önemlidir. Bunun için BM başta olmak üzere uluslararası kamuoyunun baskısı gündeme gelmelidir. Değerli basın; Aynı zamanda gündemimize bomba gibi düşen ikinci bir acı olay da İskenderun’dan geldi. İskenderun’da yapılan saldırı sonucu 7 insanımızı kaybettik. Üzüntümüz büyüktür.

Ölenlerin yakınlarına baş sağlığı diliyor, yaralıların ise en kısa zamanda iyileşmelerini ümit ediyoruz. Her türlü saldırıyı ve şiddeti bir kez daha lanetliyoruz. Bu güne kadar Kürt sorununu salt askeri operasyonlarla çözme eğilimi sonuç vermediği gibi sınır ötesi operasyon, çatışmaların kalıcılaşması ve yaygınlaşması ihtimalini de beraberinde getirecektir.

Üzerinde yaşadığımız coğrafya da halklar arasında güven ve kardeşlik duygularının güçlenmesine hizmet etmeyen her tutum, telafisi imkansız yaralar açacak ülke içinde de toplumsal gerilimi tırmandıracaktır.Türkiye'de demokrasiden, barıştan, eşit koşullarda bir arada yaşamaktan ve adaletten yana tüm demokrasi güçlerine düşen görev toplumun sağduyulu olmasını sağlamaya, provokasyonları önlemeye, her türlü şiddete karşı tutum almaya, barışa ve demokrasiye sahip çıkmaya davet ediyoruz.

Gerçek ve kalıcı bir barışın şiddetten değil hak ve özgürlüklerin herkes tarafından eşit kullanımından geçtiğine inanıyoruz.

Saygılarımızla. 01.06.2010 

Kurumlar Adına

Dr.Rıza METE

Adana Tabip Odası Başkanı

DİSK-KESK-TMMOB-ADANA TABİP ODASI

ÖĞRETMENLER İŞSİZ, OKULLAR ÖĞRETMENSİZ.

 

YAPILAN ATAMALAR İSE TAM BİR KOMEDİ

 

Değerli basın, değerli eğitim ve bilim emekçileri ve kurum temsilcileri;

AKP’nin iktidarda olduğu son 8 yılı aşkın sürede, eğitimde oluşan öğretmen açıklarına paralel olarak, güvencesiz istihdam edilen öğretmen sayısında tam bir patlama yaşanmıştır. Bununla birlikte, kalabalık sınıf mevcutları, ikili eğitim, birleştirilmiş sınıf ve taşımalı eğitim uygulaması nedeniyle resmi ağızlardan açıklanan verilerle bile 140 binin üzerinde olduğu tespit edilen öğretmen açığının,  gerçekte bu rakamın çok daha üstünde olduğu; Normal eğitim yapıldığı düşünülerek hesaplandığında 400 binlere çıktığı biliniyor. Üstelik mevcut öğretmen açığını kapatabilecek 327 bin işsiz öğretmen olmasına karşın Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen atamalarındaki cimri tutumu dikkat çekicidir.

2007 yılında kadrolu atanan öğretmen sayısı 19.029 olarak gerçekleşmiş, bunların 4.330’ü sözleşmeliyken kadroya geçmiştir. Yine 2008 yılında 20.093 kadrolu öğretmen atanmış ancak bunlardan da 7.255 tanesi sözleşmeliyken kadroya geçmiştir. 2009 yılında ise 12 bin civarında öğretmen kadrolu olarak atanmış, bunların da 7.037 tanesi sözleşmeliyken kadroya geçmiştir. Bütün bu rakamlar Bakanlık tarafından açıklanan kadrolu ataması yapılan öğretmen sayısının yanıltıcı olduğunu bir kez daha açığa çıkarmıştır. 

 

Bu gün Ülkemizdeki eğitim fakülteleri her yıl yaklaşık 50 bin mezun vermektedir. 2005 yılında mezun sayısı 44 bin iken KPSS’ YE müracaat eden işsiz öğretmen sayısı 173 bin olmuştur. 2009 yılında mezun sayısı 49 bin iken KPSS’ YE müracaat edenlerin sayısı 244 bine çıkmıştır. 2010 yılında KPSS’ YE girecek ataması yapılmayan öğretmenlerin 300 bini geçmesi kaçınılmazdır. 2002 yılında 42 bin kadrolu öğretmen ataması yapıldıktan sonra iktidara gelen AKP Hükümeti döneminde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan öğretmen atamaları, ihtiyacı ve beklenen rakamların çok altında kalmış, öğretmen adayları sürekli bir beklenti içerisine sürüklenerek sorun çözülememiştir. 

Hepimiz farkında mıyız gerçekten? Kamuda iş güvencemizin kaldırılacağının, ücretlerimizin daha da kısılacağının, emekliliğin bir hayal haline geleceğinin, çocuklarımızın güvenli bir geleceğe yelken açacakları günlerin daha da uzaklaşacağının farkında mıyız?

Etrafımıza baktığımızda şunu görüyoruz: Artık sadece "öğretmen" yok. Sözleşmeli öğretmen var, ücretli öğretmen var; vekil öğretmen, dershane öğretmeni, uzman öğretmen var, başöğretmen var.

Yeni bir piyasacı düzen kuruluyor. Bu düzende aynı işi yapanlar aynı haklardan yararlanamıyor. Çünkü aynı işi yapsan da güvencelerin ortadan kaldırılıyor. Artık kamuda tüm çalışma ilişkileri, piyasa koşullarına uyarlanıyor. İşte şimdi kendimize sorular sormanın ve karar vermenin eşiğindeyiz: Piyasada iş güvencesi var mı? İş güvencesinin olmadığı yerde nitelikli kamu hizmeti olur mu? İş güvencesinin olmadığı yerde kamu hizmeti mi önceliklidir yoksa parası olan müşterinin memnuniyeti mi?

İşyerinde aynı havayı soluduğun emekçilerin neler yaşadığını biliyor musun?

          İşyerinde çalışan hizmetli-memur emekçilerin birkaçının dışında hemen tamamı güvencesiz, taşeron çalıştırılıyor.

          Birlikte aynı işi yaptığın ücretli öğretmen arkadaşın düşük ücretle çalışıyor ve sosyal haklardan, sağlık hakkından yararlanamıyor.

          Sözleşmeli arkadaşın bir çok sosyal hakkından mahrum olarak çalıştırılıyor.

          Her sabah günaydın dediğin ücretli öğretmeni bir dahaki yıl işyerinde göremiyorsun.

          Okul aile birlikleri aracılığıyla velilerimizden bağış adı altında kayıt parası toplanıyor, parası olmayan veliye okulda temizlik yaptırılıyor.

Bu gün tekel işçilerinin fabrikalarını satıp, işçileri kapının önüne koyanlar, ücretlerini yarı yarıya düşürüp istedikleri zaman işten çıkarabilecekleri şekilde 4-C statüsüne mahkum edenler, yarın senin de işyerini satıp, senin ve çocuğunun geleceğini haramzadelerin insafına terk edecek.

Hazırlıklı mısın? Ve işkolumuzda giderek ağırlığını hissettiren bu esnek, güvencesiz çalıştırma biçimleri gün gibi ortadayken, kendimizi daha ne kadar "güvende" hissedebiliriz? Bir iş kolunda sadece bir emekçi bile güvencesiz şartlarda çalıştırıldığında, geride kalan on binler kendisini ne kadar "güvende" hissedebilir gerçekte?

Değerli basın, değerli eğitim ve bilim emekçisi,

Bu soruları sormak zorundayız. Yüz binlerce öğretmen işsiz. Ataması yapılmadığı için sefalet koşullarında yaşıyor. Derslikler boş. Öğretmen açıkları yüz binlerle ifade ediliyor. Bize kaynak yok diyenler, dershanelerin tümünü özel okula çevirmek için, her türlü arsa, arazi, vergi indirimi gibi teşviği özel çıkar sahiplerine sağlayacağını beyan etmekten bile çekinmiyor.

Kamu emekçilerinin birbirlerinin rakibi haline getirilmek istendiği bir dönemde, birbirimize karşı değil, birbirimize rağmen değil; ama birbirimize yaslanarak tehditleri bertaraf, saldırıları tersyüz edebiliriz.

Şimdi örgütlenirsek, örgütlü mücadeleyi yükseltirsek saldırıyı durdurabiliriz.

Güvencesiz çalışmaya karşı duruş, ancak örgütlenmekle mümkün. Sesimize ses, gücümüze güç, haklarımıza hak katmak için Eğitim Sen'de örgütlenelim.

TALEPLERİMİZ !

·        Esnek ve güvencesiz çalıştırma biçimlerine son verilmeli, sözleşmeli öğretmenler derhal kadrolu hale getirilmelidir.

·        Ücretli öğretmenlerin kadrolu olarak atamaları yapılmalıdır.

·        KPSS gibi öğretmenlik onurunu zedeleyen, öğretmenliği sadece ucuz ve güvencesiz bir işe dönüştüren sınav sistemi derhal kaldırılmalıdır.

·        Eğitim iş kolunda çalışan bütün öğretmenler çalışmaya başladıkları ilk günden itibaren sağlık hizmetinden ücretsiz yararlanmalıdır.

·        Eğitim iş kolunda çalışan tüm hizmetli, memur ve diğer personelin özlük ve sosyal hakları iyileştirilmeli, güvencesiz ve esnek çalıştırma biçimleri sona erdirilmelidir.

·        Farklı statülerde çalışan öğretmenler arasında ayrımcılık yapılamaz, ücretli ve sözleşmeli öğretmenler de indirimli ulaşım (paso) hakkına sahip olmalıdır.

·        Dershaneler istihdam koşulları açısından Milli Eğitim Bakanlığının yanı sıra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca da sıkı bir şekilde denetlenmeli, dershane öğretmenlerinin kölelik koşullarında çalışmalarının önüne geçilmelidir. Sigortasız çalıştırma, borç senedi imzalatma, işe başlarken tarihsiz istifa dilekçesi yazdırma uygulamaları karşısında cezai müeyyideler hayata geçirilmelidir.

·        Olabilecek tüm hukuksal mekanizmaları devreye sokularak "meslekte eşitlik", "eşit işe eşit ücret" ilkelerinin ihlali engellenmelidir. Saygılarımızla. 04.06.2010

 

Güven BOĞA

Şube Başkanı

KÖLELİK DÜZENİ DEĞİL, TOPLU SÖZLEŞME; 657’DEKİ DEĞİŞİKLİĞE HAYIR!

657 SAYILI YASADA YAPILMASI PLANLANAN DEĞİŞİKLİK KABUL EDİLEMEZ!

657 sayılı Kanunda yapılması düşünülen değişiklikler çalışma barışını kökten dinamitleyecek bir girişimdir. Tasarının getirdiği Avrupa Konseyi ve uluslar arası sözleşmelerin gereği olarak getirilmesi zorunlu kimi haklar ve iyileştirmeler ise yasa değişikliğinin gerçek niyetini gizlemeye yöneliktir. Bu tasarıyla mevcut kamu yönetimi kökten değişecek,  kamu hizmetinin niteliği düşecek ve kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldıran esnek çalışma düzeni getirilecektir.Tasarının ayrıntılarına baktığımızda siyasi iktidarın kamuda esnek ve güvencesiz çalışmayı, performansı ve siyasi kadrolaşmanın önünü açmayı hedefleyen yaklaşımını görüyoruz.Bu tasarıyla yapılmak istenen değişiklikleri kamu emekçilerinin kabul etmesi, sineye çekmesi mümkün değildir. Bu Tasarı Neleri Getirmektedir?

 
  • Tasarıda Kamu Üst Düzey Yöneticilerinin Özel Sektörden Atanmalarının Yolu Açılarak Kamu Yönetimi Yandaş Ve Kamu Hizmetine Yabancı Kişilerin Emrine Sokulmaktadır.
  • Tasarı Esnek İstihdamın Kapısını Aralamaktadır
  • Tasarıda Sicil Sistemi Tamamen Yürürlükten Kaldırılarak Performans Sistemine Geçilmektedir

Böylece idareciler çalışanlar arasına husumet sokarak, rekabet ve huzursuzluk yaratacak böylelikle kendini destekleyen ya da siyaseten kayırmak istediği kişilere ödül verebileceklerdir. Kayırmacılığı esas alan bu başarı ve ödül sistemi kabul edilemez.

  • Tasarıda Kamu Görevlilerinin Görevine Son Verme Kolaylaştırılarak Güvencesiz Çalıştırma Sistemine Geçilmiştir

Tasarı kamuda çalışma düzenini mevcut halinden daha fazla hiyerarşik hale getirmeyi; kamu emekçilerini amirler karşısında el pençe divan durdurmayı hedeflemektedir.

  • Tasarı 4-B ve 4-C Statüsünde Çalıştırılan Kamu Emekçilerini Ayrımcılığa Tabi Tutuyor

Tasarı Avrupa Konseyi ve uluslar arası sözleşmelerin gereği olarak getirilmesi zorunlu kimi haklar ve iyileştirmeler konusunda 4-B ve 4-C statüsünde çalıştırılan kamu emekçilerini kapsam dışında tutuyor. Doğum izni, süt izni ve mazerete ilişkin izinlerden bu durumdaki emekçiler yararlandırılmayarak ayrımcılığa tabi tutuluyor.

·           Tasarı Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğini Gidermekten UzaktırTasarı ebeveynlik haklarıyla ilgili olumlu değişiklikler içermekle birlikte kamu emekçilerinin en temel talebi olan doğum sonrası ücretli izinin süresini arttırmamıştır. 8 Hafta olan bu iznin en az 16 hafta olması gerekmektedir. Ayrıca ücretsiz izinle ilgili maddeye ücretsiz izinde geçen sürelerde her türlü özlük ve emeklilik haklarının korunacağı hükmü getirilmelidir. Çocuk bakımının devletçe üstlenilmesi yasal güvenceye kavuşturulmalıdır.

·           Tasarının Getirdiği Uzmanlık Sistemi Objektif Ölçülerden UzaktırTasarıda uzmanlık sistemi ile ilgili getirilen sözlü sınava (mülâkat) ilişkin koşullar objektif ölçülerden uzaktır. Ayrıca kayıt altına alınmaması söz konusudur. Danıştay’ın kayıt altına alma yönündeki hükmünü ortadan kaldıracak şekilde, kayıt tutulmayacağının özellikle belirtilmesi, sözlü sınav adı altında kayırmacılığın yolunun açılması demektir. Ayrıca sözleşmeli uzmanlık anlayışı hakim kılınarak kamu emekçileri arasındaki ücret makasının derinleştirilmesi hedefleniyor.

·           Tasarı Sendikal Haklar Konusunda Mevcut Kazanımları Yok Etmeyi Hedeflemektedir399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14. Maddesine daha önce yer almayan “Grev Yasağı” getirilmiştir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin ve ILO komitelerinin açık kararlarına karşın bu biçimde getirilen grev yasağı Anayasanın 90. Maddesini ve uluslar arası hukuku hiçe saymaktır. Anayasa değişiklik paketine eklenen toplu sözleşme hakkı grev hakkıyla bir bütündür; bunların bölünmesi Anayasanın 13. Maddesindeki hakkın özünü ortadan kaldırma yasağını da ihlal eder.

·           Tasarı Sendikal Örgütlenmenin Özüne Aykırı Olarak Toplu Görüşme Ödeneği Uygulamasını Geri Getirmektedir       Tasarı sendikalı kamu emekçilerine Geçici 58. Madde ile 4688 Sayılı yasaya eklenen TOPLU GÖRÜŞME ÖDENEĞİ verilmesini ön görmektedir. Hükümet bu yolla daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen uygulamayı Anayasa Mahkemesi kararını hiçe sayarak yandaş sendika yaratma ve bunu nemalandırma amacıyla sendika hukukuyla bağdaşmayacak bu düzenlemeyi bir kez daha gündeme getirmiştir. Sendikalar emekçilerin öz örgütleridir ve bu nedenle işverenden bağımsız olmaları esastır. Bu nedenle sendikalar sadece üyelerinin kendi gelirlerinden ödeyecekleri aidatlar sayesinde ayakta kalmalıdır. Ayrıca bilindiği gibi toplu görüşme ödeneği uzun zamandır Memur Sen tarafından her fırsatta talep edilmektedir. AKP iktidarı döneminde % 900’lere varan üye artışlarıyla yetkili konfederasyon haline gelen Memur Sen’in bu talebinin tasarıda yer alması diğer konfederasyonlardan gizlenen tasarının bu konfederasyonla paylaşılmış olduğu kuşkusunu doğurmaktadır. Emekçilerin siyasi iktidarın bu tasarısını kabul etmeleri mümkün değildir. Kuşkusuz 657 sayılı yasada değiştirilmesi gereken pek çok hüküm vardır; ancak bunlar emekçilerin temsilcilerinin de görüşü alınarak geniş bir mutabakat ekseninde yapılmalıdır. Çünkü 657 sayılı yasa kamu emekçileri açısından bir üst sözleşme niteliğindedir. Bu nitelikte bir yasa tek yanlı dayatmayla değiştirilemez.

Tasarı kamu emekçilerinin grev ve toplu sözleşme hakkını tamamen ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Sendikalarımızı bir dernek haline getirmeyi, emekçileri eylemden, hak aramak ve taleplerini dile getirmekten yıldırmayı hedeflemektedir. İş güvencesine sahip çıkmak için, insanca yaşamak için, mevcut kazanımlarımızı kaybetmemek için gücümüzü birleştirelim. Siyasi iktidar bilmelidir ki, Kamu emekçileri olarak siyasi iktidarın bu girişimine karşı çıkıyoruz. Bu tasarının yasalaşmaması için mücadele edeceğimizi buradan ilan ediyoruz. Bunun için fiili ve meşru mücadele zeminlerinde sesimizi yükselteceğiz. 14.06.2010                               Yaşasın emek, barış ve demokrasi mücadelemiz!

KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU-TMMOB-ADANA TABİP ODASI adına 

Güven BOĞA

KESK Dönem Sözcüsü

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

 

Bir süredir Konfederasyonumuza bağlı sendikalarımızda yaşadığımız polis baskısı Genel Merkez yöneticilerimize kadar ulaştı. Bugün sabah saatlerinde KESK Merkez Yürütme Kurulu üyesi Örgütlenme Sekreteri Akman ŞİMŞEK ve SES Merkez Yürütme Kurulu üyesi Meryem ÖZSÖĞÜT’ün ve şube yöneticilerinin de aralarında bulunduğu otuza yakın arkadaşlarımız Ankara Terörle mücadele şubesi tarafından gözaltına alınmışlardır. 

 

KESK, kökleri yüz yıllık mücadele birikimine dayanan, sadece kamu emekçilerinin ekonomik demokratik hakları için değil, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesinde de ön saflarda yer almış bir sendikadır. KESK, ülkemizde yaşanan her türlü olumsuz gelişme ve girişimin karşısında ilkelerinden ve savunduğu değerlerden taviz vermeden dik durmayı başarmıştır. KESK’İN yıllardır sürdürdüğü kararlı duruşu, dönem dönem çeşitli tehdit ve baskılarla karşı karşıya kalmalarına neden olmuştur. Bu baskıların asıl amacı Türkiye’nin en büyük muhalefet örgütü olan KESK’i sindirmeye ve küçültmeye, bilgi kirliliği ile bilinç bulanıklığı yaratmaya yöneliktir.  Bugün yaşanan gözaltılar geçmişte yaşanan baskı ve yıldırma girişimlerinden farklı değildir. Yaşanan gözaltılar Türkiye’nin iddia edildiği gibi demokratik bir ülke olmadığının en somut göstergesidir.

KESK’e yönelik olarak gerçekleştirilen bu hukuk dışı mücadele, bizleri bugüne kadar her türlü baskıya rağmen yürüttüğümüz mücadelemizden alıkoymayacaktır. Yaşanan gözaltlıların sona ermesini istiyor, üye ve yöneticilerimizin en kısa sürede serbest bırakılmasını talep ediyoruz. 

Tüm demokratik kamuoyunu, sendikaları, sivil toplum örgütlerini ve duyarlı yurttaşlarımızı operasyonlara, gözaltılara, anti demokratik uygulamalara karşı birlikte olmaya çağırıyoruz. Saygılarımızla. 15.06.2010 

  • GÖZALTINA ALINAN ARKADAŞLARIMIZ SERBEST BIRAKILSIN.
  • YAŞASINA KESK, YAŞASIN MÜCADELEMİZ

 

KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU adına

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

                                          Güven BOĞA

HER ÇATIŞMA, YENİ ÖLÜMLER DEMEKTİR.

YETER ARTIK, EVLATLARIMIZ ÖLÜME NİKAHLI DEĞİL

KESK, savaşları toplumların yaşamından sonsuza kadar çıkarmayı; ülkemizde çatışmasız ve barış için de yaşanan bir ortamın oluşturulmasına katkıda bulunmayı; hangi nedenlere dayanırsa dayansın, şiddetin en örgütlü ve amansız biçimi olan savaşın kutsanmasına karşı durarak, toplum da var olan barış kültürünü açığa çıkarmayı; önüne vazgeçilmez bir görev olarak koymuştur.

Bu güne kadar Kürt sorununu salt askeri operasyonlarla çözme eğilimi sonuç vermediği gibi sınır ötesi operasyon, çatışmaların kalıcılaşması ve yaygınlaşması ihtimalini de beraberinde getirecektir.

Üzerinde yaşadığımız coğrafya da halklar arasında güven ve kardeşlik duygularının güçlenmesine hizmet etmeyen her tutum, telafisi imkansız yaralar açacak ülke içinde de toplumsal gerilimi tırmandıracaktır.

Çatışmalar Son Bulsun, Analar, Babalar Ağlamasın, Çocuklar Öksüz Kalmasın

Türkiye, çalkantılı bir sürecin içinden geçmekte ve ABD emperyalizmi tarafından Ortadoğuda ki kaos ve işgal ortamına çekilmek istenmektedir. Çatışmalar sonucunda her gün gençlerimiz hayatlarını kaybetmekte, kaybolan canlar toplumumuza büyük acılar vermektedir. 19 Haziran tarihinde gerçekleştirilen son çatışmalarda 11 askerin daha hayatını kaybetmesi bir çoğunun yaralanması bu acıları derinleştirmiştir. Yaşamlarının baharında olan, aileleri yoksulluğun pençesinde ayakta kalma savaşı veren bu genç insanlar, geride gözü yaşlı analar, babalar, eşler ve çocuklar bırakmaktadır. Bu kan, bu gözyaşı, toplumsal hafızada silinmeksizin biriken bu acılar artık yerini çözüme ve barışa bırakmalıdır. Gün, kardeşlik ve demokratik çözüm günüdür.

Unutulmamalıdır ki toplumumuz barışa büyük özlem duymakta, acılara ve akan kana son verilmesi için gerekli adımların atılmasını beklemektedir. İntikam çığlıklarının, savaşların ve bombaların sorunları çözmek yerine daha da derinleştirdiği ve çözümsüzlüğü dayattığı ortadayken, infial ve linç kampanyalarına izin vermemek en büyük sorumluluktur. Toplumda artan öfke ve linç psikolojisinin halklar arasında düşmanlığa izin verecek düzeye getirilmemesi ve önlenmesi en büyük öncelikler arasında yer almalıdır.

Bu çerçevede, alınacak her türlü kararda aklıselim galip gelmeli, halkları birbirine düşmanlık çizgisine çekecek kışkırtmalardan kaçınılmalıdır. Türkiye’nin ve Kuzey Irak’ın ABD eliyle bir bölge savaşında ön cephe haline getirilmek istendiği, ortada duran somut bir gerçekliktir. Bu ortamda, sorunları demokrasi ve barış kültürü çerçevesinde halkı bütünleştirerek çözme yolunda irade koymak emperyalist oyunu bozacak, oyunun uzantılarını da çaresiz bırakacaktır. Türk ve Kürt birlikteliğini emperyalistler bozamaz, demokrasi ve barışçıl çözüm ise bu birlikteliği daha da pekiştirir. Bir kere daha ortaya çıkmıştır ki emperyalizme karşı, bir arada yaşama kültürünün pekiştirilmesi tek panzehirdir.

Değerli basın Mensupları;

İşte böylesine bir dönemde çatışmalar sonucu onlarca gencimizin yaşamını yitirmesi ve bunu bir siyasi malzemeye dönüştürmek için bekleyenler, bu çatışmaları da fırsat bilerek savaş çığırtkanlığı yapmaya, ülkede provokasyonlara çanak tutmaya kalkışmaktadırlar.

Son çatışmalar sonucu oluşan ağır hava, savaşı çağrıştırmış, özellikle ülkede ve ülke dışında yeni gerginliklere neden olmaktadır.

Gerilimin had safhada olduğu bu süreçte çatışmalara karşı durabilmek, barışı haykırabilmek tüm demokrasi güçlerinin başlıca görevi olarak görülmektedir.

Yoksulluğun, işsizliğin, açlığın kendini dayattığı bu ortam, çatışmaların da yaratacağı yıkım ile katlanarak artacaktır.

Türk ve Kürt emekçileri birbirine boğazlatacak olan bu çatışmalı ortamın son bulması için herkese görev düşmektedir.

Türkiye'de demokrasiden, barıştan, eşit koşullarda bir arada yaşamaktan ve adaletten yana olan herkesi; tüm demokrasi güçlerini, barıştan yana olan herkesi provakasyonlara karşı tutum almaya, toplumda barışa ve demokrasiye sahip çıkmaya davet ediyoruz. Gerçek ve kalıcı bir barışın şiddetten değil hak ve özgürlüklerin herkes tarafından eşit kullanımından geçtiğine inanan herkesi sağduyulu, serinkanlı ve sorumlu davranmaya davet ediyoruz.

Yaşamlarını yitiren askerlerin ailelerine başsağlığı, yaralılara acil şifalar dileriz.

Saygılarımızla. 20.06.2010

 

 

GÜVEN BOĞA

KESK DÖNEM SÖZCÜSÜ

EĞİTİM SEN ADANA ŞUBE BAŞKANI

 

KAYBEDECEĞİMİZ BİR DÜNYA, KAYBEDECEĞİMİZ YAŞAMLAR VAR NÜKLEER SANTRALLER ÖLÜM DEMEKTİR.

 

 

Nükleer enerji, eski, pahalı ve geri kalmış bir teknolojidir. Temiz değildir. Ucuz değildir. Ve güvenli değildir. Basitçe nükleer enerji, petrol açığının doğuracağı tehditleri engelleyecek ya da ileride gelecek herhangi bir tehdidi engelleyebilecek değildir.

Nükleer enerji politik pazarlık aracı olarak kullanılmak için çok tehlikelidir. Gittiği her yere güvensizlik, çelişki ve yanlış anlamalar götürmüştür. Bir kere düğmeye basıldı mı radyoaktivite tehlikesi artık kesinleşir.

 

 

Çok daha iyi bir yol var; barışçıl yenilenebilir enerjiler. Bu yolla enerji ve yakıt sağlamak petrolün sebep olduğu konvansiyonel güvenlik risklerini de bertaraf eder. Petrole bağımlılık dünyayı iklim değişikliği bağlamında daha az güvenli hale getirmektedir.

Yenilenebilir enerji kaynakları insanların ihtiyaçlarını, ekonomik bir şekilde ve gezegeni koruyarak karşılayabilir. Nükleer teknoloji ise felaket boyutunda kazaları, nükleer silahları, giderek artan bir çılgınlığı, yüz binlerce yıl etkisini kaybetmeyen atık sorununu beraberinde getirir.

En güvenli enerji sistemleri, enerji verimliliği ve enerji tasarrufu ile defalarca kat yenilenebilir enerjilerdir. Yenilenebilir enerjiler kısa geçmişlerine rağmen, 50 yıllık nükleer enerjiye (%6) oranla dünya enerji üretiminde daha büyük paya sahipler (%13). Bunun iyi bir sebebi var: iklim değişikliğinin ve nükleer enerjinin sorunları daha iyi anlaşıldıkça, yenilenebilir enerjilere olan yönelim hız kazanıyor. Ama Türkiye’de işler dünyanın tersine bir sürece yönelmiş durumda.

Bizler,

Dünyanın vazgeçmiş olduğu kirli, yatırımı ve ürettiği enerji maliyeti pahalı, tümüyle dışa bağımlı, yakıt kaynakları sınırlı, riskli ve Ülkemizin hiç ihtiyacı olmayan nükleer santral teknoloji dayatmalarına,

Ülkemizin ‘Nükleer Çöplük‘ olmasına,

Nükleer silahlanmaya,

Dünyada işsiz kalan ‘nükleer lobilerin‘ kar hırsları yüzünden, çocuklarımızın geleceğinin karartılmasına,

Bilimsel olmayan, tamamen siyasal tercihlere dayalı ‘Nükleer Santral Kurma‘  kararına KARŞI DURMAK  İÇİN

Ülkemizdeki  bol, yeterli, ucuz, yerli, temiz ‘güneş, rüzgar ve su‘ gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik enerjisi üretimine yatırım yapılmasını, barışın, yaşam hakkının, çocuklarımızın geleceğinin korunmasını,

TALEP EDECEĞİMİZ 

Ülkemizin geleceğini, sağlığını ve bağımsızlığını tehlikeye sokacak olan  NÜKLEER SANTRALLERE HAYIR DEMEK İÇİN

Bütün siyasi partileri, sendikaları, meslek odalarını, demokratik kitle örgütlerini ve  halkımızı,

26 Haziran 2010‘da saat 17.30‘da Mersin‘de Metropol Miting Alanı‘nda düzenlenecek ‘NÜKLEER SANTRALLERE KARŞI MİTİNGE‘ davet ediyoruz. Saygılarımızla. 23.06.2010

 

DİSK - KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU-ADANA TABİP ODASI adına

 

Güven BOĞA

KESK Dönem Sözcüsü

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı 

GÜVENCESİZ ÇALIŞMAYA, GELECEKSİZ YAŞAMAYA KARŞI,

 

KPSS’ ye HAYIR.

 

Değerli basın, değerli eğitim ve bilim emekçileri,  kurum temsilcileri;

 

Türkiye’de her yıl üniversite bitirip diplomasını alan binlerce öğretmen, eğitim alanındaki yetersizlikten kaynaklı işsizler kervanına katılıyor. Ücretli öğretmen olarak çalışanlar ise adeta birer köle gibi çalıştırılıyorlar.

 

MEB bünyesinde aylık ortalama 500 lira ücretle, yarım yamalak sigortayla, güvencesiz, her an işten çıkarılmak korkusuyla yaşayan 61 bin öğretmenimiz var. Yani MEB bir kadrolu öğretmen maaşıyla 3 ücretli öğretmen çalıştırıyor.

 

MEB ücretli öğretmenine açlığı, sefaleti dayatırken özel dershaneler bu uygulamalardan geri kalır mı? Dershanelerde öğretmenler ilk yıllarında parasız ve sigortasız çalıştırılıyorlar. Haftada 50 saat çalıştırılanlar var eğer dershane patronları lütfedip beğenirlerse meslektaşlarımızı ikinci yıl 200- 300 lira ile işe alıyorlar.

 

 

Değerli Öğretmenler, Sevgili Dostlar, Bir yandan işsizlik, bir yandan bakanlığın ve dershanelerin uygulamaları öğretmenleri intiharın eşiğine sürüklüyor.

 

Son olarak intihar eden ve iki fakülte bir yüksek lisans programını bitirip öğretmen olarak atanamayan Adem Sarıusta bunun örneği.  Adem arkadaşımız ile beraber intihar eden işsiz öğretmen sayısı 16’ya çıkmış durumda. Yüz binlerce öğretmenin işsiz kalmasına göz yuman AKP hükümeti ise sınırlı sayıda öğretmen atamasıyla yetinerek intiharları görmezden geliyor.

 

Özelleştirme saldırılarının yoğun olarak yaşandığı bu süreçte tüm alanlarda güvencesizlik dayatılmaktadır. Tekel işçilerine dayatılan 4-C, kamu emekçilerine dayatılan 4-B uygulamaları ise bunların bir sonucudur.

 

Türkiye’de 24 Ocak kararlarıyla gündeme gelen ve 1995’de GATS (Hizmet Ticaret Anlaşması) ile hızlandırılan ve devletin bir biçimde resmi politikası haline getirilen özelleştirme, taşeronlaştırma, 4-B ve 4-C uygulamalarında AKP sermaye adına üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmektedir.

 

AKP’nin iktidarda olduğu son 8 yılı aşkın sürede, eğitimde oluşan öğretmen açıklarına paralel olarak, güvencesiz istihdam edilen öğretmen sayısında tam bir patlama yaşanmıştır. Bununla birlikte, kalabalık sınıf mevcutları, ikili eğitim, birleştirilmiş sınıf ve taşımalı eğitim uygulaması nedeniyle resmi ağızlardan açıklanan verilerle bile 140 binin üzerinde olduğu tespit edilen öğretmen açığının,  gerçekte bu rakamın çok daha üstünde olduğu; Normal eğitim yapıldığı düşünülerek hesaplandığında 400 binlere çıktığı biliniyor. Üstelik mevcut öğretmen açığını kapatabilecek 327 bin işsiz öğretmen olmasına karşın Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen atamalarındaki cimri tutumu dikkat çekicidir.

 

Bu gün Ülkemizdeki eğitim fakülteleri her yıl yaklaşık 50 bin mezun vermektedir. 2005 yılında mezun sayısı 44 bin iken KPSS’ YE müracaat eden işsiz öğretmen sayısı 173 bin olmuştur. 2009 yılında mezun sayısı 49 bin iken KPSS’ YE müracaat edenlerin sayısı 244 bine çıkmıştır. 2010 yılında KPSS’ YE girecek ataması yapılmayan öğretmenlerin 300 bini geçmesi kaçınılmazdır. 2002 yılında 42 bin kadrolu öğretmen ataması yapıldıktan sonra iktidara gelen AKP Hükümeti döneminde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan öğretmen atamaları, ihtiyacı ve beklenen rakamların çok altında kalmış, öğretmen adayları sürekli bir beklenti içerisine sürüklenerek sorun çözülememiştir. 

 

Değerli basın, değerli eğitim ve bilim emekçileri;

 Güvencesiz çalışmaya karşı duruş, ancak örgütlenmekle mümkün. Sesimize ses, gücümüze güç, haklarımıza hak katmak için Eğitim Sen'de örgütlenelim.

TALEPLERİMİZ!

 

. Esnek ve güvencesiz çalıştırma biçimlerine son verilmeli, sözleşmeli öğretmenler derhal kadrolu hale getirilmelidir.

 

. Ücretli öğretmenlerin kadrolu olarak atamaları yapılmalıdır.

 

. KPSS gibi öğretmenlik onurunu zedeleyen, öğretmenliği sadece ucuz ve güvencesiz bir işe dönüştüren sınav sistemi derhal kaldırılmalıdır.

 

. Eğitim iş kolunda çalışan bütün öğretmenler çalışmaya başladıkları ilk günden itibaren sağlık hizmetinden ücretsiz yararlanmalıdır.

 

. Farklı statülerde çalışan öğretmenler arasında ayrımcılık yapılamaz, ücretli ve sözleşmeli öğretmenler de indirimli ulaşım (paso) hakkına sahip olmalıdır.

 

. Dershaneler istihdam koşulları açısından Milli Eğitim Bakanlığının yanı sıra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca da sıkı bir şekilde denetlenmeli, dershane öğretmenlerinin kölelik koşullarında çalışmalarının önüne geçilmelidir. Sigortasız çalıştırma, borç senedi imzalatma, işe başlarken tarihsiz istifa dilekçesi yazdırma uygulamaları karşısında cezai müeyyideler hayata geçirilmelidir.

 

. Olabilecek tüm hukuksal mekanizmaları devreye sokularak "meslekte eşitlik", "eşit işe eşit ücret" ilkelerinin ihlali engellenmelidir. Saygılarımızla. 08.07.2010

  

Güven BOĞA

 

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

EN İĞRENÇ YALAN, GÖZYAŞI KILIĞINA GİRENDİR.

DARBE ANAYASASINA DA AKP ANAYASASINA DA, TİMSAH GÖZYAŞLARINA DA “HAYIR” DİYORUZ.

Başbakan Erdoğan, AKP hükümetinin elini güçlendirmeye yönelik Anayasa değişikliğine ‘evet’ oyu verilmesini isterken 12 Eylül cuntasının idam ettiği 4 gençten bahsetti. Değişikliklerin gençlerin geleceği için olduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan duygu sömürüsü yaparak 12 Eylül ile hesaplaşmanın vaktinin geldiğini söylüyor.

 

 

 

Halbuki bizler, biliyoruz ki, “kadın da olsa, çocuk da olsa güvenlik güçlerimiz gereğini yapacaktır” diyerek, Diyarbakır’da çocukların kurşunlanarak ölmesine onay veren de Başbakan Erdoğan’ın bizzat kendisiydi. Bu nedenle, yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren üzerinden Başbakanın söyledikleri, istirmarcılık ve demagojiden başka bir şey değildir.

 

Başbakan; karanlık günlerin biteceğini, 12 Eylül Anayasası’yla 30 yıl sonra hesaplaşacaklarını söylemektedir. Yüz binlerce insanın tutuklandığı, işkence tezgahlarından geçirildiği, işkencede ve sokaklarda katledildiği, 50 kişinin idam edildiği, binlercesinin meslekten atıldığı, insan hakları ihlallerinin hiç olmadığı kadar çoğaldığı, kitapların yasaklandığı, yakıldığı, üniversiteleri cezaevine çeviren YÖK’ün kurulduğu bir dönemle hesaplaşmak, 12 Eylül anayasasını meşrulaştırmakla, üstüne bir de halka rağmen “AKP Anayasası” yapmakla olmaz, olamaz. Halkı yok sayarak kendi Anayasasını dayatan AKP, idamların sorumlusu ve cuntanın başı Kenan Evren’in yargılanmasına sıra gelince buna “sulu şaka yapmayın” diyebilmektedir. Bunun içindir ki, “Evet” oyu almak uğruna başbakanın döktüğü gözyaşları, timsah gözyaşlarını anımsatmaktadır.

 

Bizler, Anayasada yapılan değişikliklerin hiçbirinin halkı uğruna yaşamını feda edenlerin özlemlerine cevap vermediğinin farkındayız. Anayasadaki ‘değiştirilemez ilk dört madde’ değiştirilmeden, anadilde eğitim hakkı tanınmadan, YÖK kaldırılmadan, özgür, bilimsel, demokratik üniversite sağlanmadan, gerçek bir laisizm tanınmadan, kamu hizmetleri ve harcamaları arttırılmadan, siyasal ve sendikal örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmadan 12 Eylül anayasasıyla hesaplaşmak mümkün değildir.

 

12 Eylül’le hesaplaşacağını söyleyenlerin yalan söylediğini bizler çok iyi biliyoruz. Bu yüzden yalana, sahte gözyaşlarına, demagojiye ve 12 Eylül Anayasasının devamı anlamına gelen değişikliğe ‘hayır’ diyoruz.

 

Sahte gözyaşlarıyla 12 Eylül’ün kurbanlarından bahseden Başbakan’a sesleniyoruz; Son on yıldır; gençlerin geleceğini karartan bütün politikaların mimarı AKP hükümeti değil mi? Erdal Eren’den, Necdet Adalı’dan ve 12 Eylül’den bahsediyorsunuz ama cezaevlerinde tutuklu bulunan binlerce Kürt çocuğu 12 Eylül rejiminin devam ettiğinin bir kanıtı değil mi? Genç işsizliğinin %25 olduğu, çatışmalarda her gün onlarca Kürt ve Türk gencinin öldüğü, üniversitelerde toplum yararına bilim yapılamadığı, öğrencilerin gerici, sınavcı, ezberci eğitimle birbirleriyle rekabete zorlandığı bir ülkede, her türlü istismarı göze alarak dayattığınız “AKP anayasası” halkın gelecek özlemine nasıl cevap verebilir?

 

Bu çerçevede;

 

1- Devletin tüm din ve mezheplere karşı eşit uzaklıkta durmasını sağlamadan; Bunun için din derslerini zorunlu olmaktan çıkarıp, diyanet ve imam hatipleri kapatıp gerçek bir laikliğin temelini oluşturmadan; Alevilerin, farklı inançların ve inanmayanların demokratik taleplerini karşılamadan, Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.

 

2 – 12 Eylül Askerî Darbesi’ni mahkûm etmeyen ve onun ortaya çıkardığı bütün kurum ve yasalarla hesaplaşan bir siyasi iradeyi ortaya koymadan; Başta JİTEM, Özel Harekât Dairesi, Örtülü Ödenek vb. kontrgerilla faaliyetlerinin dayanağı olan kurum ve uygulamaları kaldırıp, bugüne kadarki suçlarını kabul edip, sorumlularının yargılanmasını teminat altına almadan; Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.

  

3- Türklerin ve Kürtlerin tam hak eşitliğine dayalı, iki halkın bir arada yaşamasını garanti altına almadan; Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.

 

4 - Seçimlere doğru gidilen bir süreçte %10 ülke seçim barajı başta olmak üzere, tüm ayrıcalıklar ve seçim barajları kaldırılmadan; Seçim yardımı adı altında halkın olanaklarının, hazinenin yağmalanmasına son verilmeden; Bütün siyasi partilerin eşit koşullarda seçime girmesinin koşulları sağlanmadan; Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.

 

5 – İşçilerin, emekçilerin örgütlenme ve siyasi faaliyet yürütmesinin önündeki engelleri kaldırmadan; Başta dayanışma grevi olmak üzere, grev ve toplu sözleşme alanında sınırsız özgürlükler getirip, lokavtı yasaklamadan; Kamu emekçilerinin grevli, toplu iş sözleşmeli sendika hakkını tanımadan; Sendikasız, sigortasız işçi çalıştırmayı suç saymadan; Sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi yapmanın önünde engel olan her tür baraj ve yasağı kaldırmadan; Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.

 

6 – Sağlık ve eğitim hakkı başta olmak üzere, kamu hizmetlerinin devlet tarafından nitelikli, parasız ve zorunlu olarak verilmesini sağlamadan, kadınlara eşit haklar ve pozitif destek tanınmadan, çocuk hakları, çevre, tarih ve doğanın korunması temel alınmadan; TEKEL işçileri ile birlikte on binlerce işçi ve emekçiye dayatılan 4-C uygulaması başta olmak üzere, işçileri, memurları ve köylüleri açlığa, sefalete, kölece yaşam koşullarına mahkûm eden iş ve çalışma yasalarını ortadan kaldırmadan;

 

İnsanca bir yaşam, ulaşım ve barınma hakkını devlet olarak karşılamayı garanti etmeden;

 

Bu kapsamda gerekli sosyal yardımların düzenli ve maddi olarak yapılmasını zorunlu hale getirmeden; Demokratikleşme ve demokratik bir anayasa olamaz.

 

Bağımsız ve demokratik bir Türkiye için; öncelikle halkın yapacağı demokratik bir Anayasanın gerçekten çözüm olabileceğine inanıyoruz. Bu yüzden 12 Eylül’de “Hayır” diyeceğiz.

 

Bizler “12 Eylül Darbe Anayasasına ve AKP Anayasasına Hayır” adıyla 5 Eylül 2010 Pazar Günü, Adana Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu Önünde Saat:14.00’de başlayacak bir miting düzenliyoruz. Bu ülkenin tüm onurlu insanlarını, emekçilerini bu mitinge davet ediyor sesimize ses katmaya çağırıyoruz. Saygılarımızla. 22.07.2010

   

DİSK, KESK, TEZ –KOOP-İŞ, TMMOB,

 

ADANA TABİP ODASI,

 

ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ adına

  

Güven BOĞA

 

KESK Dönem Sözcüsü

                                                                                            Eğitim Sen Adana Şube Başkanı