egitimsen2

egitimsen2

Eğitimde Felsefe'ye Daha Çok Yer Verilmelidir

Felsefe grubu derslerine yönelik Felsefeciler Derneğinin düzenlediği imza kampanyası için dosyanın indirilip işyerlerinde imzaya açılması ve toplanan imzaların 15 Ekim 2015 tarihine kadar şubeye ulaştırılmasını rica ederiz.

Şube Yürütme Kurulu

İMZA METNİNİ İNDİRMEK İÇİN TIKLATINIZ

 

Felsefe Grubu Derslerine Yönelik Taleplerimiz

 

1)       FELSEFE GRUBU DERSLERİ ZORUNLU OLMALIDIR

Felsefe grubu derslerinin öğrencinin kendini ve içinde yaşadığı toplumu daha iyi tanıması, felsefi ve bilimsel bir bakış açısı kazanması açısından önemli olduğu düşüncesinden hareketle, bu grup dersleri zorunlu konuma getirilmelidir.

2)       MEZUN FELSEFE ÖĞRETMENLERİNİN ATAMASI YAPILMALIDIR

Felsefe grubu derslerine girecek öğretmen atamalarının yapılmaması ya da çok az sayıda yapılmasının önemli bir sorun oluşturduğu, yığılan işsiz felsefecilerin haksızlığa maruz kaldığı açıktır.

3)       İLKÖĞRETİMDE “ÇOCUKLARLA FELSEFE” DERSLERİ OLMALI VE BU DERSLER FELSEFE ÖĞRETMENLERİ  TARAFINDAN VERİLMELİDİR

İlköğretimde yer alan “Düşünme Eğitimi” dersinin adı “Çocuklarla Felsefe” olarak değiştirilmesi ve bu dersin 6. 7. ve 8. Sınıflarda zorunlu hale getirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca bu dersin felsefe öğretmenleri tarafından verilmesi sağlanmalıdır.

4)       VATANDAŞLIK VE DEMOKRASİ DERSİ YALNIZCA FELSEFE ÖĞRETMENLERİ TARAFINDAN VERİLMELİDİR

İlköğretimde yer alan Vatandaşlık ve Demokrasi Dersinin yalnızca Felsefe öğretmenleri tarafından verilmesini ve ilköğretimde Felsefe Öğretmenlerinin istihdam edilmesine yönelik düzenlemelerin yapılması gereklidir. Ayrıca bu dersin yürürlükten kaldıracağı ve yerine 4. Sınıfta açılacağı kararı verilmiştir. 8. Sınıftan kaldırılması bir hatadır, durdurulmalıdır. 4. Sınıfta açılması da bir kazançtır; en azından bu program, yaş düzeyine uygun tarzda geliştirebilir.

5)       FELSEFE DERS SAATLERİ ARTTIRILMALIDIR

Liselerde sadece 11. Sınıfta iki saat okutulan Felsefe Dersi öğrencinin eleştirel bir bakış açısı kazanması felsefe kavramlarını, felsefe dilini, tarihini, felsefi problemleri kavrayabilmesi için yeterli değildir. Bu dersin 9. Sınıfta Felsefi Kavramlar, 10. ve 11. Sınıfta Felsefede Problem Alanları ve Felsefe Tarihi, 12. Sınıfta Felsefi Metinler olarak lise ders programlarında yer alması gerektiği sonucuna varılmıştır.

6)       ÜNİVERSİTELERİN HER BÖLÜMÜNDE 1. SINIFTA FELSEFE DERSİ OKUTULMALIDIR

Üniversitelerin her bölümünde 1. Sınıfta Felsefeye Giriş Dersi okutulmalıdır. Böylece öğrencilerin kendi alanlarında düşünen, sorgulayan bireyler olarak yetişmesi sağlanacaktır.

7)       FELSEFE GRUBU DERS PROGRAMLARI (MÜFREDAT) YENİDEN HAZIRLANMALIDIR

Felsefe Grubu Derslerinin zorunlu hale getirilmesi bir zorunluluktur. Ayrıca bu derslerinin programları da yeniden hazırlanmalıdır.

Sosyoloji Dersi: Günümüz toplumlarına ilişkin olguları ve gelişmeleri, bilimdeki farklı yaklaşımları yeterince kapsamadığı, kimi bölümlerde yer alan ideolojik belirlemelerin bilimsel bakış açısını gölgelediği,

Psikoloji Dersi: Programın iki saatlik ders uygulamasına uygun olacak biçimde azaltılması, biyoloji ile ilgili konuların kapsamını daraltmak amacıyla duyu organları, algılama, bellek, bilinç, uyku ve rüya konularındaki ayrıntıların arındırılması, psikoloji bilimindeki gelişmeleri dikkate alarak ortaya çıkan yeni alt dalları, yeni yaklaşımları ve bu yaklaşımlarla ilgili olan yöntemleri kapsayacak biçimde düzenlemesi, 1980 yılından itibaren kullanılmayan “anormal davranışlar ve akıl hastalıkları” ünitesindeki sınıflamanın yenilenmesi, bilgilerin güncellenmesi, dersin daha ilgi çekici ve yaşamla bağının kurulabileceği biçimde hazırlanması, psikoloji dersinin tüm 10. sınıflarda zorunlu hale getirilmesi gerektiği,

Demokrasi ve İnsan Hakları Dersi: Öğrencilerde insan hakları bilincini geliştirebilme işlevine yeterince sahip olmadığı, gereksiz ayrıntılara yer verildiği, güncel problemlere yer vermediği ve öğrenciyi yaşamda uygulamaya yönelik eğitmediği,

Mantık Dersi: Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uzunca bir dönemdir ihmal edildiği, hizmet içi eğitim için bile gündeme getirilmediği, programında Mantık dersinin yaşamda rolünü gösteren ve uygulamalara ilişkin kazanım ve davranışlara yeterince yer verilmediği, Çok Değerli Mantık, Kiplik Mantığı, Özdeşlik Mantığı ile Varlık Mantığı konularının açık ve net olmadığı ve tüm 9. Sınıflarda zorunlu hale getirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

8)       MÜFREDAT HAZIRLANMASINDA ÜNİVERSİTELER VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARIYLA İŞBİRLİĞİ YAPILMALIDIR

Mevcut program ve ders kitaplarının ve olası değişikliklerin üniversitelerin ilgili bölümleri, uzmanlar ve ilgili demokratik örgüt ve kuruluşlarla işbirliği içinde değerlendirme çalışmaları başlatılmalıdır.

9)       FELSEFE DERS KİTAPLARI DAHA NİTELİKLİ OLARAK YENİDEN HAZIRLANMALIDIR

 

Felsefe Grubu ders kitaplarının sayfa düzeni ve baskı bozuklukları, anlatım bozuklukları, ilişkisizlik, bilgi yanlışları, normatif ve özcü önermeler, kuramsal ve ideolojik duruş, metinlerin amaca ve öğrenciye uymaması, atıf ve kaynakça açısından oldukça sorunlu olduğu sonucuna varılmıştır. Bu doğrultuda ders kitaplarının yukarıdaki sorunlardan arındılarak yeniden hazırlanması gerekmektedir.

2015-2016 Eğitim Öğretim Yılı Başında Eğitimin Durumu

2015-2016 Eğitim Öğretim Yılı Başında Eğitimin Genel Durumuyla ilgili değerlendirmeyi Yavuz Selim Ortaokulunun önünden yapmamızın nedeni seminer döneminde 32 öğretmen arkadaşımızın bu okuldan başka okullara norm kadro fazlası olarak gönderilmesinden kaynaklıdır. 

Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin yıllardır birikerek artan sorunları sürmekte, her eğitim-öğretim yılı giderek ağırlaşan sorunlar ve çelişkiler eşliğinde açılmaktadır. 2015-2016 eğitim öğretim yılında, geçmiş yıllardan biriken sorunların daha da ağırlaşmasının yanı sıra, bölgede yaşanan çatışmalar ve fiili sıkıyönetim uygulamaları nedeniyle geçmiş yıllardan farklı bir durum söz konusudur.

 

Okullarda öğrencilerin, öğretmenlerin ve diğer eğitim emekçilerinin can güvenliğinin sağlanmadığı, ülkenin bir bölümünde fiilen sıkıyönetim koşullarının yaşandığı bir ortamda, eğitim-öğretim hizmetinin ne kadar yapılabileceği ya da sürdürülebileceği tartışmalıdır.

İlimizde Eğitim ile ilgili genel istatistik bilgiler aşağıdaki gibidir;

Okul/Kurum sayısı: 1.642, Derslik sayısı:13.634, Öğrenci sayısı: 473.650, Öğretmen sayısı: 23.746

Derslik Başına Düşen Öğrenci sayısı; İlkokul + Ortaokul Öğrenci sayısı: 36, Ortaöğretim Öğrenci sayısı: 40 ve Mesleki ve Teknik Lisesinde Öğrenci sayısı: 37’dir.

Adana İl Milli Eğitim Müdürü göreviyle ilgili yaptığı tüm uygulamalar da; yasa, yönetmelik ve yönergeleri referans almayıp, AKP Adana İl teşkilatından ve Eğitim Bir Sen’den aldığı talimatlara göre hareket ederek eğitim ve öğretimi kaosa sürüklemektedir. Yavuz Selim ortaokulunda 32, Adana Ticaret Borsası Anadolu Lisesinde 10 ve daha birçok okulda öğretmen arkadaşlarımız norm fazlası durumundan kaynaklı sürgün edilerek mağdur edilmişlerdir. Yoksul halkın ağırlıklı olarak ikamet ettiği Adana’nın güneyindeki okullarımızda 1. Sınıf derslik başına düşen öğrenci mevcutları 50’yi aşmış durumdadır. 30 metre karelik sınıflarda 50 öğrenciyle eğitim öğretimin yapılıp yapılmayacağını kamuoyunun vicdanına bırakıyoruz.

İllimizde Ortadoğu’da süre gelen savaş nedeniyle mülteci durumundaki çocukların, eğitim ve öğretimiyle ilgili somut adımlar atılmış olsa da. Sayıları 15 Bine yakın mülteci çocuğun eğitim ve öğretimin dışında kaldıklarını biliyor olup, yetkilileri göreve davet ediyoruz.

 

 

Eğitimin sorunları artıyor, okullar kaosa açılıyor

Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin yıllardır birikerek artan sorunları her geçen yıl katlanarak artarken, AKP’nin ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaşanan sorunlara çözüm üreten adımlar atmak yerine, sürekli yeni sorunlar yaratan politika ve uygulamaları nedeniyle oluşturduğu kaos ortamı, okullarda eğitim-öğretimin yapılamaz hale gelmesine neden olmuştur.

Türkiye’de milyonlarca çocuk ve gencin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanmasını engelleyen, eğitim hakkı gibi temel bir insan hakkını “serbest piyasa”nın insafına bırakmak için yıllardır gece-gündüz çalışanların, son olarak çatışmaların artması ile birlikte ülkeyi ve eğitim sistemini getirdiği nokta içler acısıdır. Öyle ki AKP, geçtiğimiz 13 yıl içinde benimsediği politikalar ile kendisinden önceki siyasi iktidarları olumsuz anlamda aşan bir pratik sergilemektedir.

AKP, eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik çıkarları için adım adım dönüştürürken, bugüne kadar ortaya koyduğu pratik, her türden dini inancı istismar etmek, çocuklarımızı ve toplumu “tek din, tek dil, tek mezhep” anlayışı üzerinden “tek tip” hale getirmeye çalışmak olmuştur. Toplumda sürekli yeni kamplaşmalar ve kutuplaştırmalar yaratarak egemenliklerini sürdürmek isteyenler, benzer bir bölünmeyi öğrenciler, veliler, hatta öğretmenler arasında oluşturmuş, bu durum tıpkı toplumda olduğu gibi, okullarda da ayrışmaların ve kutuplaşmaların artmasına neden olmuştur.

 

 

Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütün kademelerinde, bakanlık teşkilatından, okullara kadar her alanda yoğun bir siyasi kadrolaşma yaşanmış, eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde liyakat değil, siyasi referans (torpil) belirleyicidir. Aday öğretmenler, “öğretmen yapılmamakla” tehdit edilerek yandaş sendikaya üye yapılmakta ve merkezi sınava girmeye zorlanmaktadır. Okullarda özellikle sendikamız üyelerine yönelik baskı, şiddet ve zorbalık eksik olmamaktadır.

Sendikal-siyasal referanslarla eğitim yöneticilerinin belirlenmesi ve yandaş olmayanların birer birer tasfiye edilmesi vb gibi pek çok uygulama eğitim sistemini içten içe çürütmüş, eğitimin zaten bozuk olan niteliğini daha da bozulmuştur.

Kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitimin önündeki engeller ve yasaklar ısrarla sürdürülmekte, zorunlu ve “zorunlu seçmeli” din derslerinin kaldırılması ve anadilinde eğitim talepleri ısrarla görmezden gelinmektedir.

Kamusal eğitimin zayıflatılması, eğitimin tamamen paralı hale getirilmek istenmesi, okullarda cinsiyet, etnik kimlik ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamaların sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu, ücretli-vekil öğretmenlik uygulamalarının artması, eğitim yöneticilerinin siyasi referanslarla belirlenmek istenmesi gibi sorunlar sürmektedir.

Okullarda ve diğer eğitim kurumlarında yıllardır üvey evlat muamelesi gören ve iş tanımı hala yapılmayan yardımcı hizmetlilerin, kadro bekleyen 4-c’li çalışanların, memur ve teknik personelin sorunları, üniversitelerde yaşanan soruşturma ve görevden almalar, her geçen gün artan akademik, idari sorunlar ve özellikle Eğitim Sen üyelerine yönelik mobbing uygulamaları, baskı ve tehditler gibi pek çok sorun acil çözüm bekleyen diğer konu başlıkları olarak öne çıkmaktadır.

 

2015-2016 eğitim öğretim yılı başında eğitimin sayısal durumu kısaca şu şekildedir;

vOkul çağındaki her yüz öğrenciden 90’ı okula gitme şansına sahipken, okul sıralarında olması gereken çocuk ve gençlerimizin yüzde 10’u örgün eğitimin dışına itilmekte, tarlalarda, atölye ve fabrikalarda, sokaklarda çalışmaya zorlanıyor. 

vTürkiye’de ilkokul birinci sınıfa başlayan çocuklar içinde en az 1 yıl okul öncesi eğitim alanların oranı iki yıl önce yüzde 59 iken, bugün bu oran yüzde 56’ya düştü.

vOECD ülkelerinde derslik başına düşen öğrenci sayısı 21. Türkiye’de ilkokulda derslik başına düşen öğrenci sayısı 27, ortaokulda 34, liselerde 30. Türkiye’de özellikle yoksul halk kesimlerinin yaşadığı semtlerde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı açıklanan rakamların çok üzerinde.

v2015-2016 eğitim öğretim yılı itibariyle MEB tarafından alınan skandal bir kararla liselerde sınıf mevcudu 40’a çıkarıldı. Üstelik sınıfta kalan ve tekrar yapacak öğrenciler bu rakama dahil değil.

vKamu kaynaklarının özel okullara aktarılması uygulamaları artarak sürüyor. Bu yıl 230 bine yakın öğrenci için özel okullara teşvik verildi. Çocuğunu özel okulöncesi eğitim kurumlarına ve özel kreşe gönderenlere 2.680 TL, özel ilkokula 3 bin 220, özel ortaokul ve liselere 3 bin 750, temel liselere gönderenlere ise 3 bin 220 lira “özel okul teşviki” verilecek.

vDershanelerin temel liselere dönüştürülmesi süreci eğitimde bir süredir devam eden ticarileştirme ve özelleştirme sürecini hızlandırmış, devlet liselerinde 11. ve 12 sınıflar büyük ölçüde boşalırken, devlet liseleri öğrenci kaçışını engellemek için fiilen dershanecilik faaliyeti yapar hale getirilmiştir.

vDevletin kamusal eğitime ayırması gereken kamu kaynaklarını özel okullara aktarmasının somut bir sonucu olarak, halkın cebinden yaptığı eğitim harcamalarında son 13 yıl içinde 5 kattan fazla artış yaşandı.

vEğitimde 4+4+4 uygulamasının başlatıldığı 2011-2012 eğitim-öğretim yılında Türkiye’de sadece 45 özel meslek lisesi varken son üç yıl içinde kamu kaynaklarıyla yapılan doğrudan destek ve teşvikler sonucunda okul sayısı yaklaşık 10 kat, özel meslek liselerine giden öğrenci sayısı ise 17,5 kat gibi astronomik bir artış gösterdi.

vGöç alan büyük şehirler ile Doğu ve Güneydoğu’daki illerin çoğunda derslik başına düşen öğrenci sayısı ortalamanın çok üstünde. Güneydoğu'da derslik başına ortalama 42 öğrenci düşerken, bazı bölgelerde bu rakamlar 50’li 60’lı rakamlara ulaşıyor.

vMEB, okullarda mescit açılması için bütün imkanlarını seferber ederken, Türkiye’de kütüphanesi olan okul oranı 4+4+4 ile birlikte yüzde 41’den yüzde 39’a düştü. Bazı okulların kütüphaneleri ve laboratuvarları kapatılarak ya sınıf yapıldı ya da mescit haline getirildi.

vMEB, öğrencileri imam hatip okullarına yönlendirmek için bütün imkanlarını kullanıyor. İmam hatiplerin bütün ekonomik talepleri anında yerine getirilirken, diğer devlet okulları kaynak taleplerinin karşılanmaması nedeniyle ciddi sorunlar yaşıyor.

v2012-2013 eğitim-öğretim yılında imam hatip ortaokullarında okuyan toplam öğrenci sayısı 94 bin 467 iken, 2013-2014 eğitim öğretim yılında bu sayı 140 bin 15’e yükseldi. 2014-2015 eğitim öğretim yılında ise bir önceki yıla göre yaklaşık 3 kat artarak 385 bin 830 oldu.

vAKP’nin yıllarca her açıdan istismar ettiği imam hatip liseleri eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında önceki yıllarla kıyaslanamayacak kadar hızlı bir artış gösterdi. Türkiye’de imam hatip okullarında okuyan toplam öğrenci sayısı, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üstün gayretleri ve bütün imkânlarını seferber etmesi sonucunda imam hatip okullarında 2013-2014 eğitim öğretim yılında toplam 724 bin öğrenci varken, bu yıl bu rakam1 milyonun üzerine çıktı.

v2013-2014’te açık öğretim lisesinde okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 12 bin 349 iken, 2014-2015’te bu sayı yüzde 46 artışla (458 bin kişi) 1 milyon 470 bin 434’e çıktı.

vSayıları 2 milyona ulaşan Suriyeli sığınmacıların çocukları okula gidememekte, sadece 65 bini kamplarda ve 7 bin 500'ü örgün öğretim içinde eğitim görebiliyorlar.

vEğitimde bir taraftan hala çözüm bekleyen norm kadro sorunu sürerken, MEB’in verilerine göre hali hazırda norm kadro doluluk oranı yüzde 81. Atama ve yer değiştirmelerde yapılan plansızlık, norm kadro sorununun giderek büyümesine neden olurken, çok sayıda öğretmen bu nedenle mağdur olmayı sürdürüyor ve sorunlarının çözülmesini bekliyor.

v2003-2015 yılları arsında KPSS’ye giren her yüz öğretmenden ortalama 16’sının ataması yapıldı. Her yüz öğretmenden 84’ü ya tekrar sınava girmek ya da başka bir alanda çalışmak zorunda bırakıldı.

vBir öğretmenin devlet bütçesine yıllık ortalama maliyeti 40-45 bin TL civarındadır. 300 bin öğretmenin atamasının bütçeye getireceği yıllık yük 12-14 milyar TL arasında.

Sonuç

 

Eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında okullarda yaşanan ve giderek derinleşen sorunlar, öğretmenlerin ve öğrencilerin çatışmalı süreçten kaynaklı olarak can güvenliğinin olmaması, kalabalık sınıflar, okullarda yeterli altyapının olmaması, okulların fiziki donanım eksiklikleri, kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitimin önündeki engeller vb gibi pek çok sorun yıllardır çözüm bekleyen ancak bugüne kadar hiçbir adım atılmayan belli başlı sorunlar olarak varlığını sürdürmektedir.

Eğitimde 4+4+4 dayatmasının uygulanmaya başlanmasından bu yana okullarda en çok gözlenen sorunlar; 72 ay öncesi çocukların hala okula uyum sağlayamamaları, okula giriş çıkış saatleri, velilerden para toplama uygulamalarının yaygınlığı, temizlik sorunu, imam hatiplerle ortak binaları paylaşan okullarda öğrencilere yönelik çeşitli baskılar, normal ortaokulların tamamında imam hatip sınıfları açma girişimleri gibi sorunlardır. Eğitimin sorunları ve gündemi başka, AKP ve MEB ikilisinin başkadır.

Özellikle son 13 yıl içinde, eğitimin büyük ölçüde paralı hale getirilmesine paralel olarak eğitimde dini inançların istismarı ve dinsel sömürüye kaynaklık eden kimi uygulama ve söylemlerin yaygınlaşması, zorunlu din dersi dayatmasının ısrarla sürdürülmesi, okulların adeta belli bir inancın, belli bir mezhebin kuralları ve uygulamaları ile kuşatıldığını göstermektedir.

AKP iktidarı ve Milli Eğitim Bakanlığı eğitimdeki çürümenin ve mevcut karanlık tablonun sorumlusudur. MEB, yıllardır yaptığı değişikliklerle eğitim sistemini alt-üst etmiş, öğretmen, öğrenci ve velileri, eğitim emekçilerini mağdur etmek dışında eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirememiştir. Öğrenciler yarış atı gibi sınavdan sınava koşturmakta, öğretmenler ağır iş yükü ve nöbet gibi angarya görevler yüklenerek çalışmaya zorlanmaktadır.

Eğitim sistemindeki çürümeyi hızlandıran 4+4+4 dayatmasından uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenlerin atanması yapılmalı, AKP döneminde haksız olarak yapılan tüm atama ve görevlendirmeler iptal edilmeli, eğitim sistemini alt üst eden tüm uygulamalar derhal durdurulmalıdır. Eğitimin hiçbir aşamasında öğrenci ve öğretmenlere dayatmada bulunulmamalı, öğretmen, öğrenci ve velilerin eğitim sistemine yönelik kaygılarını giderici düzenlemeler yapılarak, tüm ülkenin üzerine çöken mevcut eğitim enkazı en kısa sürede kaldırılmalıdır.

Okulöncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve her bireyin kendi anadilinde yapılması ilkesine uygun adımlar atılmalı, eğitimde yaşanan ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adımlarına derhal son verilmelidir.28.09.2015

Ahmet KARAGÖZ

 

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Çatışmaların Eğitime ve Öğretmenlere Etkileri Araştırması

7 Haziran seçimleri sonrasında ortaya çıkan siyasi tablonun AKP’nin tek başına iktidarını sona erdirmesi sonucunda yeniden başlatılan çatışmalı süreç sonucunda artan şiddet ve kaos ortamı toplumsal yaşamın bütün alanlarını olduğu gibi eğitimi de etkilemektedir. Bir süredir bazı il ve ilçelerde fiili OHAL uygulamaları hayata geçirilmiş, 100’ün üzerinde yerleşim birimi “özel güvenlik bölgesi” ilan edilmiş, son olarak Cizre’de olduğu gibi çok sayıda sivilin öldürülmesi ve valiliklerin aldığı sokağa çıkma yasakları ülkeyi resmen darbe dönemlerine geri görülmüştür. Çatışmaların artarak sürmesi nedeniyle milyonlarca kişiyi ilgilendiren eğitim-öğretim hizmetlerinin öğrenciler, öğretmenler ve diğer eğitim emekçileri açısından sağlıklı bir şekilde yapılıp, yapılamayacağı belli değildir.

Okullarda öğrencilerin, öğretmenlerin ve diğer eğitim emekçilerinin can güvenliğinin sağlanmadığı, ülkenin bir bölümünde fiilen sıkıyönetim koşullarının yaşandığı bir ortamda, eğitim-öğretim hizmetinin ne kadar yapılabileceği ya da sürdürülebileceği tartışmalıdır. 15 Eylül’de yapılan öğretmen atamalarının yüzde 67’si bölge illerine yapılmış, yıllar sonra ataması yapılmış çok sayıda öğretmen arkadaşımız endişeli bir şekilde göreve başlamayı beklerken, çatışmaların sürmesi nedeniyle büyük bir tedirginlik içindedir.

Eğitim Sen olarak 2015-2016 eğitim öğretim yılı öncesinde giderek şiddetlenen ve tüm toplumu büyük bir endişeye sevk eden çatışmalı sürecin eğitim öğretim ve öğretmenler üzerindeki etkisini tespit etmek amacıyla Ağrı, Bingöl, Dersim, Diyarbakır, Hakkâri, Kars, Mardin, Urfa, Şırnak ve Van illerini kapsayan bir anket çalışması yapılmıştır.

Şehir merkezleri ve ilçeleri de kapsayan ve farklı il ve ilçelerden 1087 kişiye ulaşılan araştırma ile bir süredir yaşanan çatışmaların eğitime ve eğitim emekçilerine etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu yıl öğretmenlerin seminer çalışmalarını memleketlerinde ya da istedikleri illerde yapması, araştırmaya daha çok kişinin katılmasını engellemiştir.

Çatışmaların Eğitime ve Öğretmenlere Etkileri Araştırması

Araştırmaya Katılanların Cinsiyetlerine Göre Dağılımı 

Eylül ayının ilk iki haftasında belirtilen illerde yapılan araştırmaya katılanların yüzde 61’i erkek,yüzde 39’u kadındır. 

Araştırmaya Katılanların Hizmet Yılı 

Araştırmaya katılanların hizmet sürelerine bakıldığında;1-3 yıl hizmet süresi olanların oranıyüzde 26;4-7 yıl hizmet süresi olanlar yüzde 23;8-10 yıl hizmet süresi olanlar yüzde 21; 10 yıldan fazla hizmet süresi olanlar yüzde 30’dur. Özellikle yeni atanan ve 1-3 yıl arasında hizmet yılı olan öğretmenlerin büyük bölümünün seminer çalışmalarına memleketlerinde katılmış olması, daha fazla yeni atanan öğretmene ulaşmayı büyük ölçüde engellemiştir. 

Türkiye’nin içine itildiği çatışma ortamında eğitim öğretimin sağlıklı yapılabilmesinin mümkün olduğunu düşünüyor musunuz? 

Türkiye’nin içine itildiği çatışma ortamında eğitim öğretimin sağlıklı yapılabileceğini düşünüyor musunuz sorusuna verilen yanıtlara bakıldığında araştırmaya katılan eğitim emekçilerinin sadece yüzde 11’i EVET yanıtı vermekte, katılımcıların yüzde 89’u HAYIR diyerek, bu koşullarda eğitim öğretimin sağlıklı bir şekilde yapılamayacağını belirtmektedir. 

Araştırmanın en etkili sonuçlarından birisi, Türkiye’nin içine itildiği çatışma ortamında eğitim-öğretimin sağlıklı yapılmasının mümkün olmadığını düşünenlerin oranının yüzde 89 gibi çok yüksek bir oranda çıkmış olmasıdır. Katılımcılar silahların ve çatışmaların gölgesinde eğitim-öğretim yapılmasının mümkün olmadığını düşünmektedir.

Bu soruya verilen yanıtlara iller bazında bakıldığında, verilen yanıtların daha da farklılaşması dikkat çekicidir. Örneğin çatışmaların yoğun bir şekilde yaşandığı Hakkâri ve Şırnak’tan gelen veriler katılımcıların yüzde 97’sinin mevcut koşullarda eğitim öğretimin sağlıklı bir şekilde yapılmasının mümkün olmadığını düşündüğünü, eğitim-öğretim yapılabilir diyenlerin ise sadece yüzde 3 ile sınırlı kaldığı görülmektedir.

28 Eylül’e kadar çatışmaların sona ermemesi durumunda, özellikle Hakkâri ve Şırnak’ta hem şehir merkezi hem de ilçelerde okulların açılması ve eğitim-öğretim faaliyetlerinin güvenli bir şekilde yürütülmesine olumsuz etkilerinin olacağını söylemek mümkündür.

Halen çalışmakta olduğunuz ilin dışında başka bir ilde çalışmak ister misiniz? Tayin istemeyi düşünüyor musunuz? 

Çatışmaların başlamasından sonra yaşanan tedirginliğin eğitim cephesinde yarattığı etkiyi ölçmek için sorulan “Halen çalışmakta olduğunuz ilin dışında başka bir ilde çalışmak ister misiniz? Tayin istemeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna katılımcıların yüzde 59’u HAYIR yanıtını verirken, tayin istemeyi düşünenlerin oranının yüzde 41 gibi yüksek bir oranda çıkması dikkat çekicidir.

Çatışmaların yoğun olduğu, can güvenliğinin sağlanamadığı bölge illerde tayin isteme oranı belirgin bir şekilde artmaktadır. Örnek vermek gerekirse Hakkari’de çalışan ve diğer illerden gelen eğitim emekçilerinin yüzde 80’i kendisini güvende hissetmediği için başka bir ilde çalışmak istemekte, bunun için özür grubu tayinleri dahil tüm olanakları kullanmaya çalışmaktadır.

Bu soruya yanıt olarak başka bir ilde çalışma istediğini beyan edenlerin büyük bölümünün yeni atanan ya da birkaç yıllık öğretmenlik yapanlar arasında daha yoğun olarak dile getirilmiştir. Bulunulan yerde çalışma süresi arttıkça, başka bir ile tayin isteme oranı istikrarlı bir şekilde azalmaktadır. Yanıtların bu şekilde dağılım göstermesinin en belirgin nedeni ilk atamaların ağırlıklı olarak bölge illerine yapılmasıdır. Özellikle batıdan gelen öğretmenlerin önemli bir bölümünün en kısa sürede memleketlerine ya da başka illere gitmek istediği bilinmektedir.

Bu soruya EVET yanıtını verenler, bu yanıtı vermelerinin temel nedeni olarak ağırlıklı olarak “güvenlik ve can güvenliği”, “çatışma ortamı nedeniyle”, “aile ve eş durumu”, “ülkenin içinde bulunduğu durumdan duyulan endişe”, “okul ortamının ve fiziki şartların zorluğu”, “daha iyi ve güvenli koşullarda çalışmak isteği” gibi yanıtlar vermişlerdir.

Ülkede yaşanan çatışma ortamı nedeniyle mesleği bırakmayı düşünüyor musunuz?

“Ülkede yaşanan çatışma ortamı nedeniyle mesleği bırakmayı düşünüyor musunuz?” sorusuna katılımcıların yüzde 68’i HAYIRyüzde 32’si EVET yanıtını vermiştir. Verilen yanıtlar, bölgedeki koşulların, görev yapan her 10 öğretmenden 3’ünün mesleği bırakmasını düşündürecek kadar kötü ve olumsuz olduğunu göstermektedir.

Yaşanan çatışma ortamı nedeniyle mesleği bırakmayı düşünen öğretmenlerin yüzde 32 gibi yüksek bir oranda çıkmış olması dikkat çekicidir. Mesleği bırakmayı düşünüyorum diyenlerin diğer sorularda olduğu gibi Hakkâri ve Şırnak’ta oransal olarak daha fazla olması önemli bir göstergedir. Öğretmenlere mesleği bıraktıracak kadar belirleyici olan faktör, diğer sorularda da görülen “can güvenliği” konusunda yaşanan büyük tedirginliktir. Çatışmalı süreç sadece öğretmenleri değil, öğrenci ve velileri de tedirgin etmekte, herkes bir an önce silahların susmasını, günlük yaşamın ve eğitim-öğretim koşullarının normalleşmesini istemektedir.

Sizce okullarda eğitim öğretimi engelleyen en temel ilk üç sorun nedir? 

Araştırmamızda “sizce eğitim öğretimi engelleyen en önemli üç sorun nedir” diye sorduğumuzda, katılımcıların yüzde 38’sı can güvenliğinin olmaması, yüzde 24’ü okulların fiziki koşullarının uygun olmaması, yüzde 16’sı ise öğretmen açıklarını ilk üç neden olarak belirtmiştir. Okula ulaşım koşullarının yüzde 14 gibi bir oranda çıkmış olması dikkat çekicidir.

Bu soruda bu nedenler dışında belirtmek istediğiniz diğer nedenler nelerdir diye sorulan açık uçlu soruya verilen yanıtları grupladığımızda en çok şu ifadelere yer verilmiştir; “Çatışmalı ortamın öğretmenler ve öğrenciler üzerindeki olumsuz etkileri”, “anadilinde eğitimin olmaması”, “eğitimin bilimsel olmaması”,“siyasi kadrolaşma ve baskılar”, “sınıfların kalabalık olması”, “kaynak ve bütçe yetersizliği”, “MEB’in eğitim değil, siyaset yapması”, “idarecilerin taraflı yönetimi ve hukuksuz atamaları”, “eğitim sisteminin sürekli değişmesi”, “verilen eğitimin içeriğinin öğrencilere uygun olmaması”, “velilerin sosyo-ekonomik durumu”, “tekçi, milliyetçi, anti-demokratik eğitim sistemi”, “öğretmene değer verilmemesi ve mesleğin itibarsızlaştırılması”, “öğretmen sirkülasyonunun fazla olması”, “yöneticilerin siyaseten atanmış olması”, “bölgeler arası eşitsizlik”.

Sonuç

7 Haziran seçimleri sonrasında AKP’nin tek başına iktidarını kaybetmesinin ardından, yıllar sonra yeniden savaş politikalarına dönülmesi ve çatışmaların başlaması tüm ülkeyi büyük bir endişe ve karamsarlığın içine itmiştir. Okullarının açılmasının 28 Eylül’e ertelenmesinde gerekçe olarak her ne kadar “turizmde yaşanan gelişmeler” gösterilmeye çalışılsa da, asıl gerekçelerin artan çatışmalar nedeniyle okullarda eğitim-öğretimin yapılamayacak hale gelmesi olduğu çok açıktır.

Ülkenin bir bölümünün fiilen sıkıyönetim koşullarının yaşandığı, 100’ün üzerinde yerleşim yerinin “özel güvenlik bölgesi” ilan edildiği, sokağa çıkma yasaklarının alındığı, sokaklarda oynayan çocukların, 35 günlük bebeklerin katledildiği bir ortamda söylenecek söz bulmak mümkün değildir.

Eğitim Sen olarak halkın günlük yaşam koşullarının normale dönmesinin, sağlıklı bir eğitim ve öğretim ortamının ancak silahların sustuğu ve barış ortamının oluşturulduğunda gerçekleşeceğine inanıyoruz. En temel insan hakkı olan yaşam hakkı ve can güvenliğinin olmadığı bir ortamda eğitim hakkından bahsetmek mümkün değildir.

Sağlıklı bir eğitim ve öğretim yapabilmesi için silahlar derhal susmalı, öğrencilerin, öğretmenlerin ve halkın günlük yaşamını alt üst eden tüm şiddet eylemlerine derhal son verilmeli, AKP’nin 1 Kasım seçimlerinde istediği sonucu almak için fiilen uyguladığı sıkıyönetim uygulamalarına, antidemokratik ve baskıcı yöntemlere derhal son verilerek yaşamın normale dönmesi için bir an önce barış ortamına geçilmelidir.

 

“Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi!” Demek İçin

10 Ekim’de Ankara’da Emek, Barış, Demokrasi Mitingi’ndeyiz!

Ülke olarak tehlikeli bir çatışma ve savaş ortamına doğru hızla sürüklendiğimiz bu süreçte DİSK, KESK, TMMOB ve TTB olarak düzenlediğimiz ortak basın toplantısı ile karşınızdayız. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyoruz. Hoş geldiniz.

Bugüne kadar gerek tek tek gerekse ortak yaptığımız basın açıklamaları, basın toplantıları ile ülkemizi adım adım bir uçurumun kenarına iten gelişmelere dikkat çekmeye çalıştık.  Nefret söylemlerini kapkara bir zift yağmuru gibi üzerimize boca ederek savaş çığlığı atanların her türlü baskı ve tehdidine rağmen barış ve kardeşlik çağrısından taviz vermedik.  

Ülkenin yeniden kan gölüne döndürülmesinin sorumlularını hep beraber bulmak için yılmadan, usanmadan “bu savaş kimin savaşı?” diye sorduk. 

Bu sorunun cevabını ararken öncellikle topraklarımızın her gün akan kan ve gözyaşı ile sulanmasından kimin-kimlerin beslendiğine, çatışma ve savaş ortamının kimin-kimlerin tercihi olduğuna ve bu tercihin bedelinin kimler tarafından ödendiğine bakılmasının elzem olduğunu vurguladık. 

Bu kirli savaş ile hangi gerçeklerin üzerini örttüklerini çok iyi gördük. Emperyalizmin taşeronluğu ile Ortadoğu’yu ölüm bataklığına çevirenlerin, IŞID’e tırlar ile silah yollayanların, ülkemizi cihatçı örgütlerin yatağı haline getirenlerin, laikliğe savaş açarak toplumu kuşatan gericilerin, kadına yönelik şiddeti, tacizi ve cinayetleri savunanların, kentlerimizi ve doğamızı sermayenin dizginsiz rantı ile yağmalayanların, şantiyelerden madenlere kadar her yeri işçi mezarlığına çevirenlerin, emeğin sömürüsü üzerinden saltanat sürenlerin çökmek üzere olan baskı ve sömürü düzenlerini sürdürebilmeleri için savaş çıkarmak dışında başka bir yollarının kalmadığını birlikte anlamış olduk.

Ancak son dönemde halklar arasındaki bağları koparmayı, şiddet ve linç kültürünü güçlendirmeyi hedef alan gelişmeler, barış ve kardeşlikten yana olan tüm kesimlerin görev ve sorumluluğunu artırmıştır.

Bu topraklar kana ve gözyaşına fazlasıyla doymuştur. 35 yıldır yaşananlar ölüm, kan ve gözyaşı dışında bir sonuç üretmeyen savaş/şiddet odaklı politikalarda ısrarın Kürt sorununu çözemeyeceğini tüm açıklığı ile göstermiştir. Buna rağmen ülkemiz yine bedeli yoksul halk çocuklarına ödetilen bir çatışma ve savaş ortamına itilmekte, ülke adım adım bir iç savaşa sürüklenmektedir. Bir avuç silah tüccarının, savaş baronunun dışında kimsenin çıkarının olmadığı çatışma ve savaş ortamının bedelini Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni her milliyetten, her inançtan binlerce yoksul halk çocuğu hayatı ile ödemiştir.  

Bu koşullarda kin ve nefretten beslenenlere karşı barış ve kardeşlik talebini daha ısrarlı bir şekilde sahiplenmek, tüm baskılara rağmen savaşa karşı barışı daha cesurca dile getirmekten başka çıkar yol yoktur.

Bizler DİSK, KESK, TMMOB, TTB olarak akıtılan kardeş kanının son bulması, daha büyük acılar yaşanmasının önüne geçilmesi için dün olduğu gibi bugün de görev ve sorumluluk almaya hazırız.

Bu görev ve sorumluluğun gereği olarak; akıl tutulmasına itilerek bir kişinin hırsı yüzünden Saray merkezli bir kuşatma ile ülkenin yeniden kan gölüne dönmesine seyirci kalması istenen halkların vicdanına seslenmek, kalıcı barış ve kardeşliğin tesisinin gerçek mimarı olabilecek bu vicdanı bir kez daha göreve çağırmak için 10 Ekim 2015 Cumartesi günü  “Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi” şiarı ile Ankara’da bu ülkenin bütün demokrasi güçleri ile birlikte, yüreği barıştan yana atan herkesle birlikte merkezi Emek, Barış, Demokrasi Mitingi düzenleyeceğiz. 

Kimliği, kültürü, dili, dini, mezhebi, görüşü ne olursa olsun, üzerinde eşit haklara sahip yurttaşlar olarak barış içinde yaşayacağımız, demokratikleşmeye yönelik çözümlerin benimsendiği, AKP diktatörlüğünden, tekçi, otoriter, faşizan uygulamalarından kurtulmuş bir Türkiye’nin sadece bizim değil milyonların özlemi olduğunu biliyoruz. Bunun için çağrısını biz yapsak da 10 Ekim’de hayata geçirilecek miting yüreği emekten, barıştan, kardeşlikten, demokrasiden yana atan herkesin mitingidir.

Çünkü 7 Haziran öncesi  “400 vekil vermezseniz kaos olur” diyerek halkları tehdit edenler ne kadar gizlemeye, gerçekleri çarpıtmaya çalışsalar da bu savaş işçilerin, emekçilerin, ezilen, yoksullaştırılan on milyonların savaşı değildir.

Hangi tarafta olursa olsun yoksul halk çocuklarının hayatını hiçe sayanlar, doksanlı yılları artamayan OHAL ve sıkıyönetim düzeni ile çocuk, yaşlı demeden sivil yurttaş katliamlarının altına imza atanlar ne kadar uğraşılırsa da, bu savaş halkların savaşı değildir.

Bu savaş otoriter faşizan rejimini ilelebet sürdürmeyi planlayan AKP’nin ve 7 Haziran seçimlerinden umduğunu bulamayıp kaos için düğmeye basan Saray’ın savaşıdır. Bu savaş, yeni, tekçi, otoriter, faşist bir rejimi tesis etme savaşıdır. 

Bir an önce engellenemez ise ülkemizi çıkmaz bir felakete sürükleyecek, halklarımızı hedef haline getirecek milliyetçi-ırkçı-şoven hezeyan karşısında toplumsal bir bariyer oluşturmak, barışın kapısını açmak, bu ülkenin ezici çoğunluğunu oluşturan işçilerin, emekçilerin, yoksullaştırılan-ezilen halklarının ellerini birbirine uzattığında ulaşabileceği kadar yakındır.

Yeter ki barış ve kardeşlik köprüsünü kurmak için doğusuyla, batısıyla kuzeyi ile güneyi ile ellerimizi birbirine uzatalım.

Yeter ki vicdanlarımızı, insanlığımızı aramıza kin ve nefret tohumları ekmeye çalışanlara esir etmeyelim.

Yeter ki siyaset sahnesini halka hesap vermek yerine, çocuklarımızın kanı üzerinden hesaplaşmaya çevirmek isteyenlerin kirli hesaplarına kurban edilecek bir tek canımızın bile olmadığını birlikte haykıralım.

Yeter ki barışa giden yolda sadece kendi evlatlarımıza değil, “benim evladım senin evladın, senin evladın benim evladım” diyerek tüm evlatlara sahip çıkalım.

Yeter ki, işçiler, emekçiler, yaşamını alın teri ile kazananlar olarak barışın ile emeğin-emekçinin haklarının ve demokrasinin arasında bir zincirin halkaları gibi kopmaz bağlar olduğunu görelim.

Bunun için, bugün yeniden hortlatılarak sokakları esir almaya çalışan ırkçı-şoven dalga karşısında bu kirli savaşa karşı barış ve kardeşlikten yana olan milyonlara sesleniyoruz.

AKP diktatörlüğüne, baskı ve zorbalığa, yolsuzluğa, hırsızlığa, iş cinayetlerine, kadın cinayetlerine, doğa ve kentlerimizin yağmalanmasına, emperyalizmin savaş ve sömürü politikalarına, gericiliğe karşı rahatsızlığı olan milyonlara sesleniyoruz.

Gelin;

Çocuklarımızın cenaze törenlerini dahi ‘başarılı organizasyon’ olarak nitelendirecek kadar insanlıktan nasibini almayanların,

Evladını kaybeden aileye basın ordusu ile gidip şov peşinde koşanların,

Sıvasız gecekondu çocuklarının tabutu başında hamaset nutukları atanların,

İktidarlarını korumak adına evlatlarımızı kurbanlık koyun olarak görenlerin,

Sadece barış ve kardeşliğimizi değil, keskin nişancıları ile ablukaya aldıkları bir kentte katlettikleri üç aylık bebeğin cansız bedenini de derin dondurucuya koyanların dayattığı savaşa karşı

BARIŞ VE KARDEŞLİK İÇİN KENETLENELİM!

Gelin savaşa karşı barışı; baskı, şiddet ve zora karşı özgürlükleri ve demokrasiyi; yolsuzluğa, hırsızlığa ve sömürüye karşı emeğin mücadelesini yaşamın her alanında birlikte yükseltelim.

Gelin her ölümün bizi birbirimizden daha uzağa savurmasına izin vermeyelim.

Gelin bir saniye bile ertelemeden

BARIŞA VE KARDEŞLİĞE BİRLİKTE SAHİP ÇIKALIM. YÜREĞİ BARIŞTAN YANA ATAN HERKESİ 10 EKİM’DE ANKARA’DA BARIŞA SES VERMEYE ÇAĞIRIYORUZ!

DİSK  KESK TMMOB TTB

 

Nöbet Dilekçe Örneği

Bilindiği gibi nöbet görevinin ücretlendirilmesi, sorumluluklarının azaltılması, farklı uygulamaların ortak yasal bir zemine kavuşturulması ile ilgili 9 Şubat 2015 tarihi itibariyle süresiz nöbet tutmama eylemi başlatmıştık. Nöbet tutmama eylemine ciddi orada katılım sağlanmış taleplerimiz Milli Eğitim Bakanlığı ve kamuoyunda görünürlük sağlamıştı.2015 Toplu Sözleşme taleplerimizden biri olarak da nöbet görevine ilişkin düzenlemelerin yapılmasını dile getirdik. Bununla beraber her defasında eğitimcilerin taleplerini masada hükümet lehine revize eden Memur Sen ve Eğitim Bir Sen’in yaklaşımı nedeniyle eğitimcilerle alay edercesine Ocak 2016’dan geçerli olmak üzere; 2016 yılı için haftada 2 saat 2017 yılı için haftada 3 saat olarak komik bir ücret düzenlemesi yapılması Memur Sen ve Eğitim Bir Sen ‘in emekçilerinin haklarının gasp edilmesi ve hükümete peşkeş çekilmesi ile ilgili tutumunda ısrarcı olduğunu bir defa daha gösterdi.

Eğitim ve bilim emekçileri olarak nöbet görevini, öğrencilere “bakıcılık yapma “olarak değil öğrencilerimizi ders dışındaki ortamlarda gözlemleme ve öğrencilerimizle ders dışında da temas kurma için olanağı olarak ele alıyoruz. Okulların fiziki şartlarının öğrencilerin yaş ve ihtiyaçlarına uygun olarak düzenlenmesi ve okul güvenliğinin okuldaki demokrasi kültürüyle bağlantılı olduğunu düşünüyoruz Tam da bu bakış açısıyla eğitimcilerin nöbet görevinin çocuklara “bekçilik etme” biçiminde ele alınmasını doğru bulmuyoruz. Mevcut haliyle nöbet görevi okulun temizlik, ısınma güvenlik ..vb çeşitli  hizmetlerini kapsayan ve  öğretmenin görev tanımını aşan pek çok sorumluluğu eğitimciye yükleyen  bir angarya durumundadır. Okul türlerine göre bu angarya artmakta özellikle meslek liselerinde daha farklı sorunlar yaratmaktadır.

Bütün bu değerlendirmeler ışığında Eğitim Sen 9. Dönem 6. Olağan Genel Meclisinde alınan karar uyarınca 9 Şubat 2015’te başlatılan nöbet tutmama eylemlerinin farklı bir biçimde devam ettirilmesi yönünde karar alınmıştır. Bu noktada başlangıçta Nöbet Yönetmeliğinin yeniden düzenlenmesi için aşağıdaki dilekçe örnekleri Milli Eğitim Bakanlığına verilme üzere 28 Eylül -9 Ekim Tarihleri arasında okul idarelerine verilecektir. Ekim ayının üçüncü haftası itibariyle konuya ilişkin taleplerimiz Milli Eğitim Müdürlükleri önünde gerçekleştireceğimiz basın açıklamaları ile kamuoyuyla paylaşılacaktır. Bu konuda masada peşkeş çekilen haklarımızı iş yerlerinde ve sokaklarda alıncaya dek mücadelemizi kademeli olarak sürdüreceğimiz ve büyüteceğimiz bilinmelidir.

               Nöbet eylemiyle ilgili dilekçe ektedir. Gereğini bilgilerinize sunar çalışmalarınızda başarılar dileriz. 

 

DİLEKÇE ÖRNEĞİ İÇİN TIKLATIN

Bilindiği gibi ülkemiz son dönemlerde yoğun bir çatışmalı sürecin içerine girmiş bu durumun ağır sonuçları toplumun her kesimini derinden etkilemiştir.  Linç kültürü yaygınlaşmış sokaklar darbe dönemlerini aratmayacak hale getirilmiş sürgünler sokağa çıkma yasakları özel güvenlik bölgeleri oluşturulmasıyla fiili bir olağanüstü hal dönemine geçilmiştir. Bu kaos ortamında aralarında çocukların da olduğu pek çok insan yaşamını yitirmiştir.  Ne yazık ki Suruç katliamında hayatını kaybedenlerden biri de Yüksekova temsilcimiz Süleyman Aksu’dur. Eğitim ve bilim emekçileri olarak silahların gölgesinde can güvenliğinin olmadığı bir ortamda okulların açılması endişelerimizi büyütmekte barış isteğimizin daha güçlü ifade edilmesini gerektirmektedir.

 

 Bunun ilk adımı olarak 9. Dönem 6. Olağan Genel Meclisimizin yukarıdaki değerlendirmeleri ışığında tüm okullarda 1 ders saatinde Barış konusunun işlenmesi konunun ders defterlerine yazılması kararı almıştır.

 

Ders Planını İndirmek İçin Tıklatın

Taylan Koç arkadaşımız uzunca bir süredir ciddi karalamalar, tehditler ve haksızlıklarla karşı karşıya. Fakültenin son icraatı artık bardağı taşıran damla oldu. Şimdi bu süreci özetleyen ve üniversite yönetimini harekete geçmeye çağıran bir imza kampanyası hazırladık. Bu noktadan sonra güçlü bir sahiplenmeyle bu imza kampanyasını kotarmamız gerekiyor. 15 gün içerisinde en az 1000 imza toplayarak Taylan'ın yalnız olmadığını gösteren güçlü bir ses çıkaralım.

 

12 Eylül Amerikancı askeri cuntası akademiyi askeri kışlaya çevirmişti. O kadarı AKP iktidarına yeterli görünmemiş olacak ki, YÖK'ün ağır biçimde tahrip ettiği akademiyi, AKademiye dönüştürerek bir adım daha öteye taşımak istiyorlar ve o yolda hayli mesafe katettikleri de bir sır değil.

 

Yrd. Doç. Dr. Taylan Koç, Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi. Öğrenci olup-olmadıkları, içeriden mi, dışarıdan mı oldukları bilinmeyen "birileri", hakkında isimsiz bildiriler yayınlayıp tehdit ediyorlar, hedef gösteriyorlar. Normal olarak bildirinin faillerinin bulunması, tehdit edenlerin peşine düşülüp, gereğinin yapılması gerekirken, Taylan Koç hakkında peş peşe soruşturmalar açılıyor. Fakat iş orada da bitmedi: Çukurova Üniversitesi yönetimi ve savcılık, "isimsiz bir bildiriyi" ve asılsız ihbarları etkin biçimde soruşturmak yerine Taylan Koç hakkında soruşturmalar açtı. Gerek isimsiz “bildiriler” hazırlayıp dağıtanlar, gerekse de Taylan Koç hakkındaki soruşturmalar takipsizlik kararıyla sonuçlandıktan sonra, fırsatı ganimete çevirmekte gecikmeyen fakülte yönetimi geçtiğimiz haftalarda hedef gösterilen Taylan Koç'un verdiği derslerden birini elinden alıp, birini de müfredattan çıkardı. Tipik bir mağduru suçlu çıkarma anlamına gelen bu davranış açıkça mobbing/yıldırı uygulamasıdır. Üniversite yönetimini açıkça mobbing anlamına gelen bu durumun düzeltilmesi ve Taylan Koç’u hedef göstermeye devam eden öğrenciler hakkında etkin bir soruşturma yürütülmesi noktasında harekete geçmeye çağırıyoruz.

Aslında mesele çok açık: Taylan Koç asıl işini yaptığı, yapılması gerekeni yaptığı, işini ciddiye aldığı için 6 aydır ağır bir tehdit ve mobbinge maruz kalmış bulunuyor. Entelektüel dürüstlüğün ve bilim namusunun gereğini yaptığı için, eleştirel düşünceyi önemsediği için hedef gösteriliyor, linç edilmek isteniyor.

Saldırıya maruz kalanın kendisine sahip çıkması beklenen Fakülte yönetimi tarafından mobbinge uğramasını akademinin, AKP iktidarının yeni-Osmanlıcı hezeyanlarına paralel biçimde şekillendirilmek istenmesi olarak değerlendiren biz aşağıda imzası bulunanlar, Taylan Koç'a yönelik bu bağnazca saldırıyı ve ilkelliği şiddetle kınıyoruz. Taylan Koç'un yalnız olmadığını, özerk üniversiteyi, fikir özgürlüğünü, akademik özgürlüğü, eleştirel düşünceyi her şeye rağmen ve her koşulda savunmaya devam edenlerin bu ülkede var olduğunu, bu vesileyle bir defa daha ilan ediyoruz...

Unutmamak gerekir ki, özgürlük mücadelesi, kaybetmenin söz konusu olmadığı bir mücadeledir. Adımını attın mı özgürleşmeye başlarsın ve öylece sürüp gider...

 

 

Metnin linki: https://docs.google.com/…/1DUFJxk4L1SwsZLpfLmFvd2…/viewform… 'dir.
İmza atıp, toplayıp, herkesle paylaşıp, Taylan'ın yanlız olmadığını gösterelim. 

İHD’nin çağırısı ile başlatılan barış nöbeti Adana’da İnönü Parkı’nda gerçekleştirildi. “Barış için nöbetteyiz” dövizleri taşıyan vatandaşlar güvenlik bahanesi ile gerçekleştirilen insan hakları ihlallerini ve sokağa çıkma yasaklarını protesto ederek “silahlar sussun” çağırısında bulundu.

Basın açıklamasını okuyan İHD Şube Eş başkanı Sema Peynirci, 92 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin 41 yılını olağanüstü rejim koşullarında geçirdiğine dikkat çekerek bu sürelerin insan hak ve özgürlüklerinin sistematik olarak ihlal edildiği süreler olarak yaşandığını ifade etti. Sistematik işkenceler, faili meçhuller, keyfi gözaltı ve baskınlar, gazteci ve yazarların hapsedilmesi, kitapların, dergilerin yasaklanması, dil ve kültür ve inanç yasakları gibi birçok hak ihlalinin bu süreçlerde yaşandığını belirten Peynirci, AKP hükümetinin 13 yıllık iktidar süresince hak ve özgürlükleri yok sayan bir hükümet olduğunu dile getirdi.  AKP hükümetinin 7 Haziran seçimlerinden istediği sonucu alamayınca halklar arasında kutuplaşma yarattığını dile getiren Peynirci, ülkemiz Saray’ın saltanat hırsı yüzünden kan revan içerisindedir” dedi.

OPERASYONLAR SON BULMALIDIR

İHD Adana Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Ferdi Sönmez’in de yer aldığı kişilerin bugün yapılan yapılan ev baskınlarında gözaltına alındığı bilgisini veren Peynirci, keyfi gözaltılar kınayarak “ Çok aqçık ve net bir şekilde çağırı yapıyoruz. Silahlar derhal susmalıdır. Operasyonlar, sokağa çıkma yasakları, katliamlar son bulmalıdır. Türkiye’nin bütün sorunları diyalog, müzakere gibi barışçıl yıl ve yöntemler ile çözülmelidir” dedi. Açıklamanın ardından kitle oturma eylemi yaparak barış nöbeti tuttu. (Adana/EVRENSEL)