egitimsen2
Dünyanın birçok yerinde yaşanmakta olan çatışmalar, savaşlar ve şiddet insanlığın geleceğini tehdit etmekte ve insanın en temel evrensel hakkı olan "yaşama hakkı"nı elinden almaktadır. 1946 dan bugüne yaşanan bölgesel ve iç savaşlarda 25 milyona yakın insan ölmüş, 40 milyon’un üzerinde insan yaşadıkları topraklardan zorla çıkarılmış ve savaşların yarattığı ağır yoksulluk koşularına terk edilmiş durumda. Ve halen Dünyanın birçok bölgesinde çatışmalar devam ediyor.
Eğitim Sen olarak savaşları toplumların yaşamından sonsuza kadar çıkarmayı; ülkemizde çatışmasız ve barış için de yaşanan bir ortamın oluşturulmasına katkıda bulunmayı; hangi nedenlere dayanırsa dayansın, şiddetin en örgütlü ve amansız biçimi olan savaşın kutsanmasına karşı durarak, toplum da var olan barış kültürünü açığa çıkarmayı; önüne vazgeçilmez bir görev olarak koymuştur.
Üzerinde yaşadığımız coğrafya da halklar arasında güven ve kardeşlik duygularının güçlenmesine hizmet etmeyen her tutum, telafisi imkansız yaralar açacak ülke içinde de toplumsal gerilimi tırmandıracaktır.
Çatışmalar Son Bulsun, Analar Ağlamasın, Çocuklar Öksüz Kalmasın
Türkiye, çalkantılı bir sürecin içinden geçmekte çatışmalar sonucunda her gün gençlerimiz hayatlarını kaybetmekte, kaybolan canlar toplumumuza büyük acılar vermektedir. 7 Aralık 2009 tarihinde gerçekleşen son çatışmalarda 7 askerin hayatını kaybetmesi, 3 askerin ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılması ve son haftalarda ölümlerle son bulan gösteriler sonucu, toplumumuzda gözü yaşlı analar, eşler ve çocuklar bırakılmaktadır. Bu kan, bu gözyaşı, toplumsal hafızada silinmeksizin biriken bu acılar artık yerini çözüme ve barışa bırakmalıdır. Gün, kardeşlik ve demokratik çözüm günüdür.
Unutulmamalıdır ki toplumumuz barışa büyük özlem duymakta, acılara ve akan kana son verilmesi için gerekli adımların atılmasını beklemektedir. İntikam çığlıklarının, savaşların ve bombaların sorunları çözmek yerine daha da derinleştirdiği ve çözümsüzlüğü dayattığı ortadayken, infial ve linç kampanyalarına izin vermemek en büyük sorumluluktur. Toplumda artan öfke ve linç psikolojisinin, İzmir v.b illerde ortaya çıkan onlarca olayların halklar arasında düşmanlığa neden olacak düzeye getirilmemesi ve önlenmesi en büyük öncelikler arasında yer almalıdır.
Bu çerçevede, alınacak her türlü kararda aklıselim galip gelmeli, halkları birbirine düşmanlık çizgisine çekecek kışkırtmalardan kaçınılmalıdır. Bu ortamda, sorunları demokrasi ve barış kültürü çerçevesinde halkı bütünleştirerek çözme yolunda irade koymak emperyalist oyunu bozacak, oyunun uzantılarını da çaresiz bırakacaktır.
Türkiye'de demokrasiden, barıştan, eşit koşullarda bir arada yaşamaktan ve adaletten yana tüm demokrasi güçlerine düşen görev toplumun sağduyulu olmasını sağlamaya, provokasyonları önlemeye, barışa ve demokrasiye sahip çıkmaya davet ediyoruz.
Gerçek ve kalıcı bir barışın şiddetten değil hak ve özgürlüklerin herkes tarafından eşit kullanımından geçtiğine inanan herkesi sağduyulu, serinkanlı ve sorumlu davranmaya davet ediyor, yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.
Saygılarımızla. 08.12.2009
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına Şube Başkanı
Güven BOĞA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Güven Boğa, Danıştay'ın "Hukuka Aykırı Olduğu" Gerekçesiyle Verdiği Katsayı Kararının Yüzbinlerce Meslek Lisesi Öğrencisini Bir Kez Daha Mağdur Ettiğini Söyledi.
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Güven Boğa, Danıştay'ın "hukuka aykırı olduğu" gerekçesiyle verdiği katsayı kararının yüzbinlerce meslek lisesi öğrencisini bir kez daha mağdur ettiğini söyledi.
Boğa, Karşıyaka Endüstri Meslek Lisesi önünde sendika üyesi bir gurup ve öğrencilerle yaptığı açıklamada, üniversiteye giriş sınavlarında diğer liselerle meslek liseliler arasında eşitsizliğe yol açan katsayı uygulamasının YÖK'ün 1998 yılında aldığı kararla yürürlüğe girdiğini hatırlattı. Eğitim eşitsizliklerinin katsayı tartışmasına indirgenemeyeceğine dikkat çeken Boğa, "Eğitim sistemi baştan aşağı yeniden yapılandırılmalı, mesleki ve teknik eğitimin sorunları bilimsel bir perspektifle çağdaş dünyadaki gelişmeler doğrultusunda çözümlenmelidir." dedi.
Meslek Liselilere Uygulanan Katsayı Uygulamasına Son Verilmelidir.
Danıştay’ın ‘hukuka aykırı olduğu’ gerekçesiyle verdiği katsayı kararı, yüz binlerce meslek lisesi öğrencisini bir kez daha mağdur etmiştir. Eğitim yılı başında özel dershanelere para yatırarak kaydolan meslek liseliler, deneme tahtasına dönen eğitim sisteminde ‘şimdi ne olacak?’ diye kaygı duymaktadır.
Üniversiteye giriş sınavlarında diğer liselerle meslek liseler arasında eşitsizliğe yol açan ‘katsayı’ uygulaması, YÖK’ün 1998’de aldığı kararla yürürlüğe girmişti. AKP’nin kadrolaşmasıyla el değiştiren YÖK, bu kez 21 Temmuz 2009’da aldığı kararla farklı katsayı uygulamasını kaldırmıştı. Farklı katsayı uygulanmasına ya da kaldırılmasına ilişkin her iki kararda da imam hatip liseleri siyasal bir argüman olarak kullanılmaktadır. Böylece yüzbinlerce meslek liselinin geleceği imam hatipler üzerinden yürütülen tartışmaya kurban edilmektedir.
Laik bir eğitim, demokrasinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Laik bir eğitim sisteminde imam hatip gibi din hocası yetiştiren okullara yer yoktur. Bu nedenle imam hatip liseleri kapatılmalıdır. Meslek liselerinin imam hatip liseleriyle birlikte aynı kategoride anılması ve uygulamaya tabii tutulması ise kabul edilemezdir. YÖK, Danıştay’ın kararına bir yandan itiraz ederken öte yandan ‘B Planı’nı gündeme sokmaya hazırlanmaktadır. Buna göre diğer liselerle, imam hatip ve meslek liselerinin arasındaki katsayı üç soruya denk gelen ‘sembolik puan’a indirilecek. Böylece imam hatipler üzerinden din istirmacılığı yapan YÖK, bir yandan da meslek liselilerin mağduriyetlerinin avukatı gibi konuşabilmektedir. Oysaki sorunun esas kaynaklarından biri de YÖK’ün kendisidir. Özerk, demokratik üniversitenin ve laik eğitimin önünde en büyük engellerden biri olan YÖK derhal kaldırılmalıdır. Sorun Katsayı Değil, Üniversite Sınav Sisteminin Kendisi ve YÖK’tür.
Eğitim eşitsizlikleri katsayı tartışmasına indirgenemez. Meslekî ve teknik eğitimin artık içinden çıkılamaz hale gelmiş sorunları masaya yatırılmadan; sınıfsal, bölgesel, cinsel bir dolu eşitsizliğin hem sonucu hem de nedeni olmasına rağmen milyonların umudu haline getirilmiş sınav sistemi sorgulanmadan katsayı uygulamasında değişiklik yapılarak eğitim eşitsizliklerine gerçekçi çözümler üretebilmek mümkün değildir.
Diğer taraftan yükseköğretimde piyasalaşmaya/ticarileşmeye hız vererek eğitim eşitsizliklerini derinleştiren YÖK’ün farklı katsayı uygulamasına son vererek eşitliği sağlamış olduğu yönündeki iddiası bir yanılsamadan ibarettir. Dolayısıyla sorun katsayı sorunu değil, iktidar sahiplerinin üniversiteye yönelik politikalarının bir aracı olarak özerk-demokratik üniversitenin ve özgür bilimin önündeki en büyük engel konumundaki YÖK ve onun tarafından yap-boz tahtası haline getirilmiş sınav sistemidir.
Bu bağlamda EĞİTİM SEN olarak daha önce defalarca ifade ettiğimiz gibi eğitim sistemi baştan aşağı yeniden yapılandırılmalı; mesleki ve teknik eğitimin sorunları bilimsel bir perspektifle çağdaş dünyadaki gelişmeler doğrultusunda çözümlenmeli; kesintisiz zorunlu eğitim, iki yıl okul öncesi eğitim, dokuz yıl temel eğitim ve dört yıl çok amaçlı lise olmak üzere toplam on beş yıla çıkarılmalıdır. Saygılarımızla. 14.12.2009
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına
Güven BOĞA
Şube Başkanı
BASKILAR, ADLİ VE İDARİ SORUŞTURMALAR SON BULMALIDIR!
Adana artık Türkiye’nin hak ihlallerinin yaşandığı ve anti demokratik uygulamaların sık sık yaşandığı bir il haline gelmiş durumdadır. İnsan Hakları savunucularını, sendika yöneticilerini ve bazı siyasi parti yöneticilerini özellikle susturmak, sindirmek için Adana’da son yıllarda yasal ve demokratik eylemlerinden dolayı haklarında hemen hemen her eylemden dolayı dava açmak artık adet haline getirilmiştir. Bunun en somut örneği ise bugün 15 Asliye Cezada KESK yöneticileri hakkında açılan davalardır. Aslında bu davalarla Adana Emniyeti ve mahkemeleri kitle eylemlerinde öne çıkan unsurları tasfiye etmeye yönelmişlerdir.
Bugün davaya konu alan basın açıklamaları ve yöneticilerimizin ne ile suçlandığını sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Gerçekleştirilen yürüyüş ve basın açıklamaları 28-29 Mayıs 2009 ve 1-4-6 Haziran 2009 ile ilgili olarak Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Güven BOĞA ve Eğitim Sen Şube Sekreteri Abdullah YALÇIN hakkında 5 dava, Eğitim Sen Şube Yöneticisi Mehmet AKARSUBAŞI ve Haber Sen Adana Şube Başkanı Kahraman OĞUZ hakkında 4 dava, Haber Sen Şube Yöneticisi Şahin YALÇINKAYA ve BTS Şube Başkanı Mehmet GÖK hakkında iki dava, Eğitim Sen Yönetim Kurulu Üyesi M. Rüştü ŞATIR hakkında ise bir dava 2911’i ihlal etmekten açılmıştır. Aynı eylemlerle ilgili Adana valiliği kabahatler kanununa dayandırarak her eylem için kişi başı 140 TL ceza vermiştir. Şimdi aynı eylemlerden ikinci kez cezalandırılmak istenmekteyiz.
Demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımı hiçbir dönem bu kadar baskı altına alınmamıştır. Bir taraftan demokratik hak ve özgürlükler ülkesi olduğunu söyleyeceksiniz, diğer taraftan da demokratik kitle örgütü yöneticilerini demokratik eylemlerinden dolayı haklarında yüzlerce dava açıp, cezalar verip onları dört duvar ortasına koyup susturmaya çalışacaksınız. Bu ülkede düşünce ve ifade özgürlüğünün üzerinde hiçbir baskının olmadığını söylemek sadece kandırmaca dan ve aldatmaktan ibarettir Türkiye’de insan hakları savunucularının risk altında olduğunun en net göstergelerinden biri kitle örgütü temsilcilerine açılan davalardır. Bu davalar birçok şeyi yeterince anlatmaktadır.
Değerli basın, anayasa ve kanunlar yapılan eylemlerin bir suç teşkil etmediğini belirtmesine rağmen, en temel insan hakkı olan toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlemenin bugünün Türkiye’sinde özellikle Adana’da yargılama konuları arasında birinci sıraya geldiğini görmekteyiz.
“Demokratikleşme” iddiasında bulunan AKP iktidarı ülkede demokrasi mücadelesi içinde yer alan unsurları Mahkemeler, Valilikler ve emniyet birimleri aracılığıyla tasfiye etmekte kararlı görünüyor.
Ama bizler emek ve meslek örgütleri olarak davalara konu olacak eylem ve etkinliklere devam edeceğimizin bilinmesini istiyoruz. Ankara’da 45 gündür sokaklarda haklı talepleri için direnen TEKEL işçileri yalnız bize değil tüm emekçilere mücadeledeki ısrar ve kararlığın nasıl olması gerektiğini yeniden hatırlatmıştır.
Değerli basın;
Sendikal hak ve Demokrasi mücadelemiz kimi zaman hukuk kullanılarak, kimi zaman da fiili olarak engellenmeye çalışılmıştır. Yıllardır yürüttüğümüz kararlı mücadelemizden rahatsız olanlar, bizleri ve mücadelemizi, ne amaçla yapıldığı açıkça belli olan, bu tür yöntemlerle sindiremeyeceklerdir. Saygılarımızla. 28.01.2010
KESK Dönem Sözcüsü
BTS Adana Şube Başkanı
Mehmet GÖK
İŞİMİZ, İŞYERİMİZ, EKMEĞİMİZ İÇİN BUGÜN GREVDEYİZ! 4 ŞUBAT, TÜM HALKIMIZIN AKP’YE KARŞI DİRENİŞİDİR!
AKP hükümeti 10 bini aşkın TEKEL işçisini 4-C köleliğine mahkûm etmekte ısrar ediyor. Direnişin ilk günlerinde işçileri şiddetle yıldıracağını, işçileri gaz bombaları, tazyikli su, polis copu, vali baskısıyla teslim alacağını düşünen AKP hükümeti, işçilerin kararlı duruşu, büyüyen ve ülke düzeyinde destek bulan direnişi karşısında görüşmelere başlamak zorunda kaldı.
Ancak, TEKEL işçilerinin tüm baskılara, soğuk hava koşullarına rağmen 51 gündür dalga dalga büyüyen kararlı direnişi karşısında “sorunu çözmekten yana” bir görüntü sergilese de, AKP hükümeti, esas olarak işçileri oyalamaya ve masa başında teslim almaya çalışmıştır. Hükümet ile TÜRK-İŞ başkanı ve yöneticilerinin yaptığı görüşmede AKP’nin gerçek niyeti açığa çıkmıştır. AKP, kölelik statüsü olan 4-C’den vazgeçmek yerine, bazı eklemeler yaparak işçilerin tüm özlük haklarını kaybetmiş olarak köleliği kabul etmelerini istiyor.
4-C statüsünde ısrar ederek işçilere köleliği dayatan AKP hükümeti, işçilerin kıdem ve ihbar tazminatlarını da hesaplarına yatırarak, işçilerin statüsünü belirsiz hale getirerek, direnişi kırmanın hesabını sürdürmektedir. Hükümet temsilcileri ile TÜRK-İŞ arasında yapılan görüşmelerin gösterdiği budur. Yapılan görüşmeler sonuç vermemiş, işçilerin mevcut durumunu korumaya yönelik talepleri kabul görmemiş, 4-C köleliği, çeşitli rötuşlarla dayatılmaya devam ediliyor. TEKEL işçileri, mevcut işçi statüleri ve özlük hakları korunarak çeşitli kamu işletmelerinde kadrolu istihdam edilmek istenmektedirler. Bundan daha doğal ne olabilir ki? Çalıştıkları makineler durdurulmuş, fabrikaları kapatılmış, çalıştıkları işletmeler arazileriyle birlikte sermayeye peşkeş çekilen 10 bini aşkın TEKEL işçisi, hakları korunarak çalışmak istemektedir.
Hak arayışı ve masumane bir direniş içindedir. Ancak sömürü ve yağmada sınır tanımayan işçi ve emekçi düşmanlığı tescilli AKP hükümeti, TEKEL işçilerini açlık sınırı altındaki ücretlere mahkûm etmekte ısrar ediyor.
TEKEL işçileri iş güvenliğinden yoksun olarak, nerelerde ve ne işlerde çalışacağı belli olmayan kölelik koşullarına sürükleniyor. Dahası, başbakan “Bu ülke yolgeçen hanı değildir” diyerek hakları için direnen işçileri tehdit ediyor. İşçilere saldırıyor, sendikacılara saldırıyor, dayanışma içindeki halka saldırıyor. Mademki AKP iktidarı olarak kendine bu kadar güveniyorsun, mecliste, sokakta her yerde bağırıyorsun, çağırıyorsun azarlıyorsun, tüm halka karşı düşmanca tutum almayı bir marifet sayıyorsun, haydi o zaman hodri meydan sandığın başına gidelim, seçim yapalım.
Bu halk bu sefer seni kesinlikle sandığa gömecektir buna inan. İki aya yakın süre boyunca AKP’nin her türlü, baskı, şiddet, hakaret, oyalama taktikleri karşısında kararlıca direnen TEKEL işçileri, tehditlere teslim olmayacaktır. İşçi sınıfımız AKP’nin saldırılarına boyun eğmeyecektir.
TEKEL işçileri direnişi sürdürmektedir. 6 Konfederasyon hükümetin emek ve hak tanımaz tutumu karşısında bugün üretimden ve hizmetten gelen gücünü göstermektedir. İşçilerimize, kamu emekçilerine, gençlerimize, kadınlarımıza, aydınlarımıza, tüm halkımıza AKP hükümetinin emek ve demokrasi düşmanı tutumu karşısında TEKEL işçileri ile dayanışma içerisinde oldukları için teşekkür ederiz. TEKEL işçilerinin mücadelesi, sınıfın ve emekçilerin mücadelesidir.
TEKEL işçilerinin kazanımı, işçi sınıfının ve emekçilerin kazanımı olacaktır.
TÜRK-İŞ, DİSK, HAK-İŞ, KESK, TÜRKİYE KAMU SEN, TMMOB,ADANA TABİP ODASI, TÜRKİYE ECZACILAR ODASI
Eğitim Sen Adana Şube binasında Eğitim Sen -TMMOB - Adana Tabip odası, Çukurova Öğretim Elemanları Derneği, Mersin Üniversitesi Öğretim Elemanları Konseyi tarafından gerçekleştirilen basın açıklamasını Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Güven BOĞA okumuştur. Açıklamada Çukurova Öğretim Elamanları Derneği Başkanı Doç. Dr. M. Ata Seçilmiş üniversitede topladıkları imza metnini ve imzacıları basına duyurmuştur. Basın Açıklamasına destek sunan kurum ve temsilcileri DISK Bölge Temsilcisi Kemal ARSLAN, Kültür Sanat Sen MYK Üyesi Mustafa POLAT, SES Adana Şube Başkanı Mehmet ANTMEN, Tek Gıda İş Eski Güney Anadolu Bölge Temsilcisi Gürsel DİLİÇIKIK katılmışlardır.
TEKEL İŞÇİLERİNİN DİRENİŞİ BİZİM DİRENİŞİMİZDİR!
GÜÇLERİMİZİ BİRLEŞTİRELİM! DAYANIŞMAYI BÜYÜTELİM!
AKP’nin “babalar gibi satarız” zihniyetinin son örneği olan TEKEL’in satılmasına karşı TEKEL işçileri; soğuğa, kara, kışa, yağmura aldırmadan Ankara’nın göbeğinde 66 gündür direniyorlar. Türkiye’nin dört bir yanından genç, yaşlı, çoluk, çocuk demeden ekmekleri, hakları için direniyorlar. “Ölmek var dönmek yok” diyerek, “Tayyip, Tekel işçisinin tokadını tadacak” diyerek direniş kararlılığını ortaya koyuyorlar. Emekçiler de TEKEL işçileriyle birlikte direniyor. Meşru olan, haklı olan direniştir.
AKP'NİN, TEKEL İŞÇİSİNE REVA GÖRDÜĞÜ 4/C
Kölelik yasası olan 4/C; iş güvencesinin ortadan kalkması, sefalet ücreti, hizmet sözleşmesinin feshinde, ihbar, kıdem adlar altında herhangi bir tazminat ödenmeyeceği, iş tanımının belli olmadığı bir istihdam şeklidir.
AKP İKTİDARI, TEKEL İŞÇİSİNE KARŞI PATRONLARDAN YANADIR!
AKP, iktidar olduğu sekiz yıl içinde, satmadığı bir toprak parçası bırakmadı. TELEKOM, TÜPRAŞ, PETKİM, SEKA, ETİ ALÜMİNYUM, LİMANLAR... Sattıklarından sadece birkaçı bunlar. Bu satışlar sonucu yerli-yabancı tekellerin kasaları dolmuştur. Tekeller, karlarına daha fazla kar katarak yollarına devam etmiştir. Bu, elbette yeni bir şey değildir, dün başka burjuva düzen partileri bugün ise AKP, tekellerin, patronların hizmetindedir.
Bu siyasi iktidarlar; aldıkları kararlar, çıkardıkları yasalarla tekellerden, patronlardan yana oldular. Ülkemizin her karış toprağı, işbirlikçi hükümetler ve tekellerin el birliğiyle pervasızca satılmıştır. Üreten, çalışan, yaratan biz emekçilerin, bu satıştan payımıza daha fazla açlık, işsizlik, yoksulluk düşmüştür.
DİRENMEK TEK YOLDUR!
Hayatın her alanında yaşanan saldırılar karşısında biz emekçilere düşen görev; DİRENMEK ve MÜCADELE ETMEKTİR. Açlığa, Yoksulluğa, İşsizliğe, Sözleşmeli İstihdama Karşı Direnmektir.
DAYANIŞMAMIZLA,
ÖRGÜTLÜ BİRLEŞİK GÜCÜMÜZLE,
MEŞRULUĞUMUZ VE HAKLILIĞIMIZA GÜVENEREK DİRENECEĞİZ.
Direnişin kazanması tüm emekçilerin kazanması demektir. AKP'nin korkusu da bundandır.
BUGÜN DÜŞÜNMEMİZ GEREKEN, BU DİRENİŞİN NASIL BUYUTULECEĞİDİR!
BİZLER! Her biçimde direnişe DESTEK VERMELİYİZ; Bir kilo çay göndermekten, bir saat orada direnen TEKEL işçilerini ziyaret etmeye, işyerlerimizde TEKEL işçilerine destek eylemi çalışması yapmaya, maddi yardım toplamaya, bir kart göndermeye kadar her türlü destekle direnişi sahiplenmeliyiz.
Başta işçi ve memur sendikaları olmak üzere TEKEL işçilerine örgütlü birleşik destek vermek üzere; 19 Şubat 2010 Cuma günü bulunduğumuz il ve ilçelerde oturma eylemleri yapacağız. Adana’da da oturma eylemi Saat:12.00’de İnönü Parkında gerçekleştirilecektir.
19 Şubat akşamı ise tüm illerden yola çıkarak 20-21 Şubat 2010 tarihinde Ankara’daTÜRK-İŞ, DİSK, KAMU-SEN ve KESK üyeleri olarak Tekel işçilerinin yanında olacağız.
Direnişin yanında yer almazsak; Bugün TEKEL işçilerine dayatılan 4/C uygulaması, yarın personel rejimi aldatmacasıyla tüm kamu emekçilerine dayatılacak ve sözleşme imzalamamız için aynı baskı bizlere de yapılarak iş güvencemiz ortadan kaldırılacaktır.
TEKEL İŞÇİLERİ KAZANIRSA BİZDE KAZANACAĞIZ!
TEKEL İŞÇİLERİ YALNIZ DEĞİLDİR!
TEKEL İŞÇİLERİNİN TALEPLERİ KABUL EDİLSİN!
Güven BOĞA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
EĞİTİM SEN ADANA ŞUBE- TMMOB - ADANA TABİP ODASI
ÇUKUROVA ÖĞRETİM ELEMANLARI DERNEĞİ
MERSİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ELEMANLARI KONSEYİ
İmza Metni ve İmzacılar
İNSAN ONURUNA UYGUN KOŞULLARDA ÇALIŞMAK ANAYASAL BİR HAKTIR
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası çalışmayı hem "hak", hem de "ödev" olarak görmektedir. Bununla da sınırlı kalmayıp, devleti bundan doğrudan sorumlu kılmaktadır.
"A. Çalışma hakkı ve ödevi
MADDE 49.– Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.
(Değişik: 3.10.2001-4709/19 md.) Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır."
TEKEL İşçileri iki aya yakın zamandır 4-C maddesi ile birlikte güvenceli ve onurlu çalışma şartlarını yok sayan geçici işçiliğe, düşük ücret teklifine, eksik ve geçici istihdama karşı mücadele sürdürüyorlar. TEKEL İşçileri iki aya yakın zamandır "ÇALIŞMA HAKKI MÜCADELESİ" veriyor. Bu bir HAK ve HÜRRİYET mücadelesidir. Çalışmak sadece hak ve ödev değil, aynı zamanda örgütlenmek de bir ANAYASAL BİR HÜRRİYETTİR. Türkiye'de örgütlenme hürriyeti neredeyse tümden yok sayılmaktadır. TEKEL İŞÇİLERİNİN mücadelesi ANAYASAL BİR HAKKA SAHİP ÇIKMA MÜCADELESİ OLUP, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve İçişleri Bakanı başta olmak üzere tüm yetkilileri ANAYASAL hak ve hukukun korunması için, bu yönde mücadele edenlere sahip çıkılması için GÖREV VE DUYARLILIĞA davet eder, TEKEL İŞÇİLERİNİN yanında olduğumuzu beyan ederiz.
Çukurova Öğretim Elemanları Derneği, Mersin Üniversitesi Öğretim Elemanları Konseyi, Eğitim Sen Adana Şubesi ve Tabipler Odası Adana Şubesi olarak herkesi TEKEL İŞÇİSİ ile birlikte bu onurlu direnişe destek vermeye HAK VE HÜRRİYETLERE SAHİP ÇIKMAYA davet ediyoruz
Prof. Dr. Erhan Yıldırım, Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Adnan Gümüş, Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Tahir Balcı, Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Yunus Emre Evlice, Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. M. Ata Seçilmiş, Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Mahmut Yanar Çukurova Üniversitesi
Doç Dr. Hatice Sofu Çukurova Üniversitesi
Doç Dr. Ahmet Hilal Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Fatih Cin, Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Haydar Şengül Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Pervin BİLİR Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Cemil Göçmen Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Canan Mardan Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Attila YAZAR Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Karakuş Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. M. Tunç ÖZCAN Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Seda Şengül Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Sait M. SAY Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Sabahatttin ÇAM Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Yusuf Karataş Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Gülsen KIRAL Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Gulsen Onengut Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Sultan Alan Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Muna YÜCEOL ÖZEZEN Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Hüseyin Erten Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Suat KARAASLAN Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Berrin SİREL Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Muzaffer YÜCEL Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Emin Güzel Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Songül Sonay Güçray Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Sema ÇETiN BAYCANLAR Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Volkan Öztuna Mersin Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Faruk Yıldırım Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. S.BOZDEMİR Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Rıza Kanber Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Mustafa Apaydın Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Mustafa Okan Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Sedat TÜRKMEN Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Kenan Lopcu Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Arzu Uzun Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Hakan Çuhadar Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Elife Hatun Kılıçbeyli Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Birnur Eraldemir Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Refia Yıldırım Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Aytekin Altıntaş Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu Çukurova Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Besim Özaykan Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Nuran Öğülener Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Fazilet Aksu Çukurova Üniversitesi
TMMOB İKK Umut Çelik
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Güven Boğa
Adana Tabip Odası Başkanı Op.Dr Rıza Mete
Adana Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. İsmail Bulca
HERKES ÖZGÜR OLANA KADAR KADINLAR YÜRÜYECEK
YAŞASIN 100. YILINDA 8 MART
Yaşasın Kadınların Birlik Mücadele ve Dayanışması
100 yıl önce NewYork’ta dokuma işçisi kız kardeşlerimizin yaktığı direniş meşalesini bu yıl Dünya Kadın Yürüyüşünün “HERKES ÖZGÜR OLANA KADAR KADINLAR YÜRÜYECEK” şiarıyla yükseltiyoruz.
Kadınların her türlü sömürüye, şiddete ve ezme/ezilme ilişkisine karşı yürüttüğü mücadelenin 100. yılında herkes için özgürlük istiyoruz.
Barış, adalet ve eşitlik olmadan özgürlük de olmayacağını biliyoruz, bu nedenle 8 Mart’ın 100. yılında herkes için eşitlik, adalet ve barış istiyoruz.
Kapitalist sömürü düzeni, tarihte ataerkillikten de destek alarak kadın emeği üzerinde yükseldi. Halen de kadın emeğinin sömürüsünden besleniyor. Sermayenin sömürü çarkları, dün olduğu gibi bugün de cinsiyete dayalı rol bölüşümü ve ayrımcılık sayesinde daha kolay işliyor. Kapitalizm, bugün de içine girdiği son krizi aşmak için yine cinsiyet ayrımcılığından yararlanmak istiyor. Dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de enformelleştirme, güvencesizleştirme, kayıt dışı çalıştırma uygulamaları, en fazla kadın emekçileri etkiliyor. Dünya genelinde dinsel tutuculuğun, milliyetçiliğin ve savaşların artmasından en fazla kadınlar zarar görüyor. Milliyetçilik kadınların bedenlerini savaş alanına çeviriyor. Ve savaşlar kadınların her dilden yaktıkları ağıtları çoğaltıyor.
Yürürlüğe konulan Sosyal Güvenlik Yasası, kadınların sosyal güvenlik haklarını kısıtlamakla kalmamış, kadınları “eve dönüş”e mecbur bırakmıştır. Sistem, sosyal güvenlik haklarını alabildiğine daralttığı kadınlardan kapitalist üretim ihtiyaç duyduğunda güvencesiz bir şekilde çalışmalarını, ihtiyaç ortadan kalktığında da evlerine gitmelerini istiyor. Başbakan hala kadınlardan üç çocuk doğurmalarını isterken, ekonomiden sorumlu devlet bakanı Mehmet Şimşek, kadınlar iş aradığı için işsizlik oranlarının yüksek çıktığını söyleyebiliyor.
Ama kadınlar bu sözlerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. Yüz yıldır gerektiğinde emeğini sömürmek üzere evden çıkaran gerektiğinde de haydi evlerinize üç çocuk doğurmaya diyen egemenlere karşı hakları için, hayatları için, herkesin mutluluğu için direniyorlar.
Evet, kadınlar, tıpkı 100 yıl öncesinde olduğu gibi bugün de direnmeyi sürdürüyorlar;
İşte TEKEL işçisi kadınlar. TEKEL işçisi kız kardeşlerimiz iki buçuk aydır Ankara’nın ayazında direniyor.
Onların sesine sesini katan binlerce kadın ülkenin her yanında daha eşit bir yaşam, barış içinde bir ülke ve adalet için yürüyor.
Kadınların sosyal güvenlik hakkını ortadan kaldıran, onları “eve dönüş”e mahkûm eden SSGSS’ye hayır demek için,
Emeğimize, bedenimize, kimliğimize sahip çıkmak için,
Kadın katliamına karşı durmak için,
Halen kadın cinayetlerine “haksız tahrik” indirimi uygulayan ataerkil yargı sistemine ve
Erkek egemen kültürden beslenen ve onu güçlendiren milliyetçiliğe, militarizme karşı barış için kardeşlik için yürüyor.
Biz eğitim ve bilim emekçisi kadınlar olarak da diğer kız kardeşlerimizle birlikte yürüyor ve haykırıyoruz. Bize reva görülen şiddeti, eşitsiz ve insan onuruna yaraşmayan uygulamaları kabul etmiyoruz. Ataerkilliğe, eşitsizliğe, kapitalist sömürüye, milliyetçiliğe ve savaşlara karşı çıkıyoruz. Barış içinde, eşit ve özgürce yaşamak istiyoruz ve örgütlenirsek bunu başaracak gücümüz olduğunu biliyoruz.
İnsan onuruna yarışır bir yaşam için, adalet için, barış için, kamu yararı için aşağıdaki talepleri öne sürüyoruz ve karşılanana değin yürüyüşümüze devam edeceğimizi ilan ediyoruz.
Eğitim ve Bilim Emekçisi kadınlar olarak taleplerimiz:
- Tüm çalışanlar, iş güvencesine, eşit ve adil ücrete ve sosyal güvenlik hakkına kavuşmalıdır.
- Grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı önündeki engeller kaldırılmalıdır.
- Sağlık ve eğitim ticarileştirilmemeli, parasız, nitelikli kolay ulaşılabilir olmalıdır.
- Sözleşmeli, kısmi zamanlı geçici öğreticilik ve ücretli öğretmenlik gibi uygulamalara son verilmeli, öğretmenler kadrolu olarak istihdam edilmeli, öğretmenleri kariyer basamaklarına göre ücretlendirmek yerine, kıdem esasına göre ücretlendirmeye geçilmelidir.
- Bu hayata geçirilene değin de ücretli ve sözleşmeli öğretmenlerin statülerine, özlük haklarına, ücretlerine ilişkin net, anlaşılır ve her yerde eşit bir şekilde uygulanabilir düzenlemeler yapılmalı ve bu konudaki belirsizliğe ve karmaşaya son verilmelidir.
- Doğumdan dolayı ücretsiz izne ayrılan kamu çalışanı kadınların, izinde geçen süreleri emekli kesenekleri devlet tarafından ödenmeli ve emeklilikten sayılmalıdır.
- Doğum öncesi 8, doğum sonrası 16 hafta olmak üzere toplam 24 hafta ücretli doğum izni verilmelidir.
· Cinsiyete dayalı rol ayrımının ortadan kaldırılması ve bakım yükümlülüklerinin dengeli bir biçimde paylaşılması için, doğum izni süresinin bitiminden, çocuğun ilköğretime başladığı süreye kadar geçen sürede anne ya da babanın isterlerse dönüşümlü olarak kullanabilecekleri 1 yıl ücretli izin hakkı tanınmalıdır. Bakım isleri kamusallaşmalı ve “ebeveyn izni” için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
· Süt izni, doğum sonrasındaki ilk 6 aylık dönemde yol süresi hariç 3 saat, 6 ayın bitiminden itibaren 1 yıla kadar olan dönemde 1, 5 saat olmalıdır.
· Kriz bahanesi ile sosyal hakların aşındırılmasına son verilmelidir.
· Kapatılmış kreşler tekrar açılmalıdır!
· 0–6 yaş grubu çocuklar için, en az 50 çalışanın bulunduğu iş yerlerinde ve 50’den az çalışanın bulunduğu işyerleri için çalışma alanlarına yakın ortak bakım üniteleri ve kreşler açılmalıdır!
· Bu hizmetler, SHÇEK ve belediyeler bünyesinde, SHÇEK yönetmeliğine uygun olarak ücretsiz olarak yerine getirilmelidir!
· Gece çalışması ve vardiyalı işlerde ise kreşler 24 saat açık olacak şekilde düzenlenmelidir.
- İşyerinde cinsel tacize karşı koruyucu tedbirler alınmalı ve yasal yaptırımların uygulanmasında mağdurun şikâyeti yeterli olmalıdır.
- ILO’nun “Aile Sorumlulukları Olan Kadın ve Erkek İşçilere Fırsat Ve Davranış Eşitliği Sağlanması”na İlişkin 156 sayılı sözleşmesi ülkemiz tarafından onaylanmalıdır.
Yaşasın 8 Mart Yaşasın Kadın Dayanışması
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz
8 Mart'ın yüzüncü yılında Adana 8 Mart Kadın Platformu katılımcıları tarafından Uğur Mumcu Meydanı’nda bir miting düzenlendi. 7 Mart Pazar günü saat 12.30'da Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önünde toplanan binlerce kadın “8 Mart'ın 100. yılında özgürlük çığlığımızı büyütmek için yine alanlardayız” pankartı arkasında miting alanına kadar bir yürüyüş gerçekleştirdi.
Eylemde “Yaşasın 8 Mart”, “Tekelci kadınlar onurumuzdur” sloganları sıkça atıldı.
Kortejlerin miting alanına girmesinin ardından Adana 8 Mart Kadın Platformu adına Sevil Arıcı ortak basın metnini okudu. Arıcı açıklamasında şunlara değindi:
“Biz kadınlar bedenimize, emeğimize ve kimliğimize yönelik her türlü ayrımcılığa ve şiddete karşı 100 yıllık birikimimizle mücadeleye devam ediyoruz. Özgürlük tutkumuzla her günü 8 Mart’a çevireceğiz. Kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı; cinsiyetçiliğin şiddetin, sömürünün tacizin, tecavüzün tüm izlerini yeryüzünden silmek için tüm kadınları mücadeleye çağırıyoruz. Safımız evde, sokakta, işyerinde sömürü ve şiddete karşı birleşenlerin yanındadır. Kadınlar örgütlenmeye, mücadeleye!”
Tertip komitesinin konuşmasının ardından Tekel işçisi bir kadın “Tekel işçisi kadınlar onurumuzdur”, ”Her yer Tekel her yer direniş” sloganları arasında kısa bir konuşma yaptı. DÖKH’lü kadınlar adına Hatice Çoban bir konuşma yaparak alandaki tüm kadınları selamladı. Miting konuşmaların ardından Sultan ve Emine’nin (Janya) konseriyle sona erdi.
Adana 8 Mart Kadın Platformu’nu; Eğitim Sen, Adana Tabip Odası, Halkevci Kadınlar, DÖKH, Kadın Emeği Kolektifi, Sosyalist Feminist Kolektif, SGD, EMEP, DİP Girişimi, SDP, İHD, Sosyalist Partili Kadınlar ve YDİ ÇAĞRI örgütlerinden kadınlar oluşturuyordu.
Öğretmen Okullarının 162. Kuruluş Yıldönümünde Öğretmenlere Angarya İşler Yaptırılıyor
Türkiye’de nitelikli öğretmen yetiştirme alanında çok önemli bir boşluğu dolduran, öğretmen hareketinin gelişiminde son derece önemli payı olan Öğretmen Okullarının kuruluşunun 162. yıldönümü her yıl 16 Mart’ta kutlanıyor. Öğretmen okullarını kapatan siyasi iradenin takipçisi olanlar, bu yıl da Öğretmen Okulları’nın önemine yönelik açıklamalar yapacak, kutlama mesajları yayınlayacak. Ancak bir taraftan “övgü dolu” açıklamalar yapılırken, Türkiye’de öğretmenlik mesleğini her geçen gün geriye götüren politika ve uygulamaların neden tercih edildiği sorusu yine yanıtsız kalacak.
Medreselere alternatif olarak kurulan Rüştiye mekteplerine Batılı anlamda öğretmen yetiştirmek için açılan Darülmuallimin’in, aradan 162 yıl geçmiş olmasına karşın, öğretmen okullarının Türkiye eğitim sistemindeki yeri hala boşluğu doldurulabilmiş değildir.
Özellikle son 30 yılda yürütülen neoliberal eğitim politikalarıyla, öğretmen yetiştirmeyi sıradanlaştırmış, öğretmenlik mesleğinin saygınlığı her geçen gün biraz daha azalmıştır. Darülmuallimin’i, Köy Enstitülerini, İlköğretmen Okullarını, Yükseköğretmen Okullarını, Eğitim Enstitülerini yaratan bu toplum, şimdi öğretmen yetiştirmede tam bir çaresizlik içindedir.
Eğitim Çalıştayları İş Akış Planları Eğitim Sürecini
Sadece Sınav ve Başarıya İndirgiyor!
Bilindiği gibi son dönemde Türkiye’de devlet ve bir bütün olarak kamu sistemi, şirketlerin planlama ve yönetim anlayışları doğrultusunda dönüştürülmekte ve piyasacı ilişkiler devletin işleyişine ve diline hükmeder hale gelmektedir. Bu durumun son örneği, MEB tarafından okullara gönderilen Stratejik Plan Hazırlama Kılavuzu’nda da yer almaktadır. Her il bu kılavuza göre eğitim çalıştayları gerçekleştirmekte ve bunun sonucunda iş akış kılavuzları hazırlanmaktadır.
İş akış planının büyük bölümünde “dershanelere gitmek” ve “sınav başarısı” gibi konu başlıklarının ön plana çıkmış olması dikkat çekicidir. “Eğitim Çalıştayları”nda kullanılan dil ve aksettirilen piyasacı mantık dikkat çekicidir. Üstelik bu çalıştaylarda öğretmenlere ders saati dışında “angarya” olarak ifade edebileceğimiz yükler de yüklenmektedir. İlgili kurum ya da bakanlığın sorumluluğunda olması gereken pek çok konu, okulların ve öğretmenlerin sırtına yıkılmakta, bu şekilde kurumsal sorumluluktan kaçılmaktadır.
İş akış kılavuzu, eğitim sürecinin sağlıklı işlemesinden çok hem öğrencileri dershaneler üzerinden sınavlara hazırlamayı amaçlamakta, hem de öğretmenlere TKY’nin kaçınılmaz bir sonucu olarak ders saatleri dışında yeni sorumluluklar yükleyerek angarya dayatmaktadır.
Çalıştayın öğretmenlere yüklediği görevlendirmeler karşılığında öğretmenler herhangi bir ücret alamamaktadır. Tüm öğretmenlere çağrımız görevlendirmeler karşısında okul idarelerine dilekçe vermeleri ve bu dilekçede ders ücreti talep etmeleri gerekmektedir. Ücret verilmemesi durumunda ise yargı yolunun açık olduğu ve yargıya başvurulacağını bildirmek istiyoruz.
Eğitim Sen olarak bu uygulamalara ve angarya çalıştırılmalara son verilmesini ve herkese kadrolu, iş güvenceli çalışma hakkının tanınmasını savunuyoruz.
Saygılarımızla. 15.03.2010
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına
Güven BOĞA
Şube Başkanı