egitimsen2
19 Mayıs, Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı Kutluyoruz
Bugün 19 Mayıs. Tüm yurttaşlarımızın Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşı’nı fiili olarak başlattığı tarih olan 19 Mayıs, işgale uğramış ülkemizi kurtarmak için yapılan girişimin ilk adımı olması özelliği ile Türkiye gençliğine bayram olarak armağan edilmiştir.Her yıl olduğu gibi bu yıl da karşılaşacağımız tablo bellidir. Yine kürsülerden nutuklar atılacak, yine sorunlar görmezden gelinecektir. Gençliğe verdikleri kıymetten söz edecekler, yine gençliğin içinde bulunduğu durumun üstünü örtmeye yelteneceklerdir. Oysa unutulmamalıdır ki ülke gençliği bugün hedefsiz, işsiz ve ekmeksiz bir yaşamın içine itilmektedir.
Hem eğitimli hem de eğitimsiz gençlik arasında işsizlik oranı hızla artmakta, geçim şartları zorlaşmakta ve gençlerimiz gençliklerini yaşamaktan çok uzak bir çarpık düzenin esiri olarak yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Ülke gençliği, işsizlik ve güvencesizlik batağına mahkum edilmiştir. Bugün ülkemizde ataması yapılmadığı için yaşamına son veren işsiz öğretmenler dört yandadır. Gençliğin sorunlarını önemsemeyen, tutarlı ve planlı bir gençlik politikası geliştirmeyen hükümetlerin törenlerde yine nutuklar atacağını, gençliğe verdikleri değerden dem vuracaklarını öngörmek tam da bu nedenle mümkündür.
Çünkü sorunlar karşısında çözümleri olmayanların tek çaresi, sorunları görmezden gelmek olmuştur. Ancak bu tutumlar, gençliğin sorunlarını ortadan kaldırmamaktadır. Sorunlar yok sayılarak aşılamaz. Gençliğin sorunları da bundan bağımsız değildir.Diğer yandan bu bayram, aynı zamanda spor bayramı olarak da kutlanmaktadır. Ancak ülkemizde sporun sağlıklı bir toplum hedefi doğrultusunda geliştirildiği söylenemez. Bu yönde kamusal politikaların olmadığı, piyasacılığın sporu da esir aldığı bir dönemde olduğumuz açıktır. Kaldı ki gençlerin bedensel gelişimleri için herhangi bir politika geliştirmeyenlerin, beden eğitimi derslerini geçiştirip kaldırmaya çalışanların, trilyonluk transfer piyasasında gençlere futbol üzerinden kurtuluş ütopyaları pazarlayıp spor faaliyetlerini futbolla eşitleyenlerin, sporun daha sağlıklı nesiller yetişmesi adına taşıdığı toplumsal önemin farkında olmalarını beklemek de mümkün değildir.
Bu bakımdan Eğitim Sen olarak beklentimiz, atılacak ezberlenmiş nutuklar değil, karar merkezlerini ellerinde tutanların somut politikalar geliştirip gençliğin sorunlarını önemseyen, sağlıklı nesiller için spor alanlarını genişletip imkanları çoğaltarak sporu toplumsallaştırmanın yollarını açan kamusal politikalar geliştirmeleridir. Bu çerçevede tüm halkımızın bu anlamlı ulusal bayramını kutluyoruz.
23 Nisan Öncesi ve Sonrasında Çocuklarımızın
Eğitim, Sağlık ve Yaşam Hakkına Saygı, Sorunlarına Çözüm Bekliyoruz!
Bugünün Türkiye’sinde yaşayan çocuklar, göstermelik törenlerden çok geleceklerinden umutlu olmak ve geleceğe güvenle bakmak, nitelikli bir eğitim ve sağlıklı bir yaşam istiyorlar. Çocuklarımız eğitim tamamen paralı hale getirildiği için sokakta mendil satmak istemiyorlar. Aileleri yoksul olduğu için eğitim hakkından mahrum bırakılmak istemiyorlar.
Çocuklarına bayram armağan etmiş olmak, onlara bayram armağan edecek kadar değer vermek övünülecek bir durumdur. Fakat gerçekler ne yazık ki 23 Nisan’ın bu ruhuyla uyuşmamaktadır. Çocuklara verilen değer bir günle ve törenlerle sınırlı kalmakta, çocuklarımızın hayatına gereken değer verilmemektedir.
Türkiye çocuklarını, öğretmenlerini, annelerini, gençlerini bir günle sınırlı olarak hatırlamayı ve daha sonra unutmayı alışkanlık haline getirmiştir. Yıllardır yönetenlerin sırası gelince savdığı, bu anlamda siyasi iktidarların süslü cümleler kurarak, “suya sabuna dokunmadığı” genel geçer günler olarak kabul edilmiştir. Yönetenlerin bu yolla vicdanlarını rahatlattığı açıktır. Her 23 Nisan günü koltuklar çocuklara devredilmekte, objektifler karşısında yalancı gülümseyişler ve hamasi nutuklarla yılda bir kez tekrarlanan “rutin görev” tamamlanmaktadır.
Bugünün Türkiye’sinde yaşayan çocuklar, göstermelik törenlerden çok geleceklerinden umutlu olmak ve geleceğe güvenle bakmak, nitelikli bir eğitim ve sağlıklı bir yaşam istiyorlar. Çocuklarımız eğitim tamamen paralı hale getirildiği için sokakta mendil satmak istemiyorlar. Aileleri yoksul olduğu için eğitim hakkından mahrum bırakılmak istemiyorlar. Daha on iki yaşında bir ilköğretim öğrencisi iken 13 kurşunla öldürülmek istemiyorlar. Taş attıkları bahane edilerek büyüklere verilen cezaların aynısını almak istemiyorlar. Binlerce tutuklu çocuğun cezaevlerinde kaldığı sürecin yarattığı travmalar sonucu çocukluklarını yok etmek istemiyorlar. Çocuklarımız daha adil, daha demokratik, insanların etnik, dinsel, mezhepsel kimliklerinden dolayı birbirine düşmanlaştırılmadığı, kardeşçe yaşadığı bir ülkede yaşamayı hak ediyorlar.
Oysa bugünkü tablonun çocuklarımıza vaat ettiği gelecek çok farklı görünüyor. Siyasi iktidar sosyal devletin tümüyle ortadan kalktığı, eğitimin, sağlığın özelleştirildiği, toplumun büyük çoğunluğunun açlık sınırının altında yaşadığı bir gelecek vaat ediyor. Öte yandan insanların birbirine farklılıklarından ötürü düşmanca baktığı bir ülke yaratmak isteyenler var. Çocuklarımızın geleceğine yönelik en büyük tehlikelerden birisi de budur. Okullarda her geçen gün artan şiddet de bu ortamdan beslenmektedir.
Siyasi iktidarlar çocuklarımıza daha iyi bir gelecek hazırlamak için gerekli düzenlemeleri yapmak yerine, uyguladıkları yoksulluk politikaları nedeniyle her yıl binlerce çocuğu eğitimden kopararak, çalışmak zorunda bırakmaktadır. Çocuk işçiliğinin her geçen yıl artması, eğitim alması gereken binlerce çocuğun eğitim hakkının dışına zorla itilmiş olmasının en açık göstergesidir.
Eğitimin içinde bulunduğu sorunların ve sayıları milyonları bulan çocuk ve gencimizin eğitim hakkından mahrum bırakılma nedenlerini ortadan kaldırmak yerine, göstermelik törenler ve kutlamalarla onların bir günlük “bayramını kutlamak” ne kadar gerçekçi olabilir.
Türkiye, Dünyada çocuklara bayram hediye eden tek ülke olmakla övünebilir. Ancak çocukların yaşadıkları sorunlara çözüm üretmeden, onlara sağlıklı bir gelecek hazırlamak için gerekli adımları atmadan kutlanacak olan “23 Nisan Çocuk Bayramı”, çoğumuz için göstermelik bir tören olmaktan öte gitmeyecektir.
Tüm olumsuzluklara rağmen tüm çocuklarımızın, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyoruz. Saygılarımızla. 22.04.2010
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına
Güven BOĞA
Şube Başkanı
Köy Enstitüleri’nin Kuruluşunun 70. Yılı Kutlu Olsun
Bilindiği üzere 17 Nisan 2010 tarihi, Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 70. yıldönümüne denk gelmektedir. Özellikle köy aydınlanması açısından önemli hizmetler vermiş olan bu okullar hem bir dönemin aydın kuşaklarının yetiştirilmesine kapı aralamış hem de öğretmen yetiştirme sistemi açısından da bir model olmuştur.
Cumhuriyet’in kentle kır, şehirle köy arasındaki eğitim farklılıklarını gidermek adına geliştirdiği önemli eğitim kurumları olarak Köy Enstitüleri’nin bir süre sonra köy çocuklarının aydınlanmasından duyulan rahatsızlığın da etkileriyle birleşince kapatıldığı bilinmektedir. Bugün Türkiye’de yerleştirilen pratikten kopuk, dogmatikleşmiş eğitim anlayışının karşısında Köy Enstitüleri deneyimi bir bakıma yaşamla bilgi arasında bir köprü oluşturmuş ve yaşayarak öğrenme pratiklerinin geliştirilmesi adına önemli katkılar sunmuştur. Üretimle iç içe gelişen bu öğrenme sürecinin getirdiği aydınlanma, kuşkusuz ki farklı kesimlerde farklı endişeler yaratmış ve sonunda bu kurumlar kapatılarak köy aydınlanmasının ve öğretmen yetiştirme sisteminin yozlaşmasının önü daha da açılmıştır.
Bugün ülkemizde öğretmen yetiştirme sisteminin geldiği yer ortadadır. Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmen açıklarının 134 bini bulduğunu ifade etmektedir. Oysa açık çok daha ileri düzeydedir. Öte yandan plansız programsız işleyen öğretmen yetiştirme sistemi, mesleği niteliksizleştirmeye ve işsiz öğretmenler kitlesini günden güne büyütmeye yaramaktadır. Bugün 300 binin üzerinden öğretmen atama beklemekte, bunun yanında alınan son kararlarla bu kitlenin daha da genişlemesi için yeni yollar bulunmaktadır. Bütün bu gelişmeler içinde Köy Enstitüleri pratiği, yaşamın ve gereksinimlerin ilkeleriyle buluşan bir eğitim-öğretim sisteminin gelişimini desteklemiş ve modelleşmiştir.
Eğitim Sen olarak köy enstitülerinin kuruluşunun 70. yılında bu enstitülere hakim olan aydınlanmacı anlayışı sahipleniyor ve aydınlanma ateşini taşıyan, demokratik öğretmen hareketinin ülkemizde gelişmesine büyük katkılar sunan tüm Köy Enstitülü eğitim emekçilerine şükranlarımızı bir kez daha iletiyoruz.
Mehmet Rüştü ŞATIR
Eğitim ve Basın Yayın Sekreteri
Adana artık Türkiye’nin hak ihlallerinin yaşandığı ve anti demokratik uygulamaların sık sık yaşandığı bir il haline gelmiş durumdadır. İnsan Hakları savunucularını, sendika yöneticilerini ve bazı siyasi parti yöneticilerini özellikle susturmak, sindirmek için Adana’da son yıllarda yasal ve demokratik eylemlerinden dolayı haklarında hemen hemen her eylemden dolayı dava açmak artık adet haline getirilmiştir.
Bunun en somut örneği ise bugün 6 Asliye Cezada 1 Mayıs Tertip Komitesi Başkanı ve Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Güven BOĞA hakkında açılan davadır. Bir sonraki duruşma 15 Nisan 2010 tarihinde görülecektir. Aslında bu davalar ile Adana Emniyeti ve mahkemeleri kitle eylemlerinde öne çıkan unsurları tasfiye etmeye yönelmişlerdir.
25.04.2009 tarihinde ilimizde 1 Mayıs Çağrısı ve Taksim’in 1 Mayıs alanı olarak açılmasını içeren yürüyüş ve basın açıklamasının tüm yasal sorumlulukları Eğitim sen Adana Şube Başkanı Güven Boğa’nın da içinde yer aldığı Adana 1 Mayıs tertip komitesinindir.
25.04.2009 tarihinde Adana’da gerçekleştirilen yürüyüş ve basın açıklaması tüm ülke genelinde DİSK, KESK, TTB ve TMMOB Genel Merkezlerinin aldığı karar doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Ama ülke genelinde birçok ilde gerçekleştirilen bu yürüyüşlerle ilgili olarak bir tek Adana’da ve yalnızca Tertip Komitesi Başkanı Güven BOĞA hakkında dava ve soruşturma açılmış olması düşündürücüdür.
25 Nisan 2009 tarihinde 1 Mayıs ile ilgili olarak yapılan yürüyüş ve basın açıklaması hakkında, 2911 sayılı “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri” kanununa muhalefet edildiği iddiası ile dava açılması ve ardından İl Milli Eğitimin İdari soruşturma açması keyfiyetten başka bir durumu ifade etmemektedir.
T.C. Anayasasının 34. Maddesi şu şekildedir;
“B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı” “Madde 34. - Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” biçiminde düzenlenmiştir.
Ayrıca yargılanma konusu yapılan 2911 de bu tür eylemler için şu şekilde bir açıklık getirilmiştir.
“Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu; Kanun Numarası: 2911 Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı; Madde 3 - Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
Kanunlar yapılan eylemin bir suç teşkil etmediğini belirtmesine rağmen, en temel insan hakkı olan toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlemenin bugünün Türkiye’sinde yargılama konuları arasında birinci sıraya geldiğini görmekteyiz. “Demokratikleşme” iddiasında bulunanlar ülkede demokrasi mücadelesi içinde yer alan unsurları tasfiye etmekte kararlı görünüyor.
Eğitim Sen olarak 25 Nisan 2009 tarihi öncesi ve sonrası benzer içerikte gerçekleştirilen tüm etkinlikleri sahipleniyoruz. Bir ”suç” var ise ki bizce böyle bir suç yoktur, biz Eğitim Sen olarak bu “suçu” işlemeye devam edeceğiz. Çünkü Kanunların suç olarak bile görmediği fiilleri, birileri suçmuş gibi göstererek bizleri mücadeleden alıkoyamaz.
Sendikaların üyelerinin hak ve çıkarları için yaptığı eylemlerin anayasal bir hak olduğu ve bu eylemlerin Türkiye’nin de imzaladığı ILO’nun 87, 98 ve 151 sayılı kararlarıyla paralellik arz ettiği bilinmektedir. Ayrıca başbakanlığın 2010/2 genelgesi de sendikacılar hakkında idari soruşturma açılamayacağına işaret etmektedir.
Demokrasi, hak ve özgürlükler mücadelesi, kanunlarında önünde yer alan bir hattı bizlere işaret etmektedir. Yasaların bunların ardından şekillendirildiği birçok olaya Türkiye emek mücadelesi ve insanlık tarihi fazlasıyla şahittir.
Değerli basın;
Sendikal hak ve Demokrasi mücadelemiz kimi zaman hukuk kullanılarak, kimi zaman da fiili olarak engellenmeye çalışılmıştır. Yıllardır yürüttüğümüz kararlı mücadelemizden rahatsız olanlar, bizleri ve mücadelemizi, ne amaçla yapıldığı açıkça belli olan, bu tür yöntemlerle sindiremeyeceklerdir. Saygılarımızla.
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu
2009-2010 Eğitim Öğretim Yılı Birinci Yarıyılında da Eğitimin Sorunlarına Çözüm Üretilmedi!
Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin geçtiğimiz yıllarda karşı karşıya kaldığı sorunlar, 2009-2010 eğitim-öğretim yılının ilk yarısında da artarak devam etmiştir.
Geçtiğimiz dönemde, eğitimin ve eğitim emekçilerinin sorunlarını çözme noktasında hemen hemen hiçbir somut adım atılmadığı gibi, yeni sorunlar ve skandallar yaşandı.
İşsizlik ve yoksulluğun sürekli artması, devletin kamu hizmetlerini büyük ölçüde gözden çıkarmış olması, geniş halk kesimlerini olduğu kadar eğitim sistemini ve bileşenlerini de doğrudan etkilemiştir.
Bu anlamda eğitim sisteminde yaşanan sıkıntılar elbette Türkiye’de yaşanan diğer sorunlardan bağımsız değildir. Öncelikle eğitim sisteminin yaşadığı sıkıntılar dün ortaya çıkmamış, yıllardır sürdürülen bilinçli politikaların bir birikimi olarak bugünlere gelmiştir. Ancak AKP iktidarı, bu olumsuz birikimi daha da arttırmak için elinden geleni yapmaktadır.
Eğitimin ve eğitim emekçisinin bir türlü çözüme kavuşturulmayan sorunları, özellikle AKP iktidarı ile birlikte daha da artmıştır. Kamusal eğitimin zayıflatılması, eğitimin tamamen paralı hale getirilmek istenmesi, cinsiyet ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamalar, siyasi kadrolaşma uygulamaları, öğretmenlerin ek ders ücretlerindeki haksız kesintiler ve daha birçok sorun ve skandallar 2007 yılına damgasını vurmuştur.
Geçtiğimiz dönem, derslik, okul, öğretmen, memur ve hizmetli açıklarına çözüm getirilmemiş, okulların araç gereç ihtiyaçları giderilmemiş, eğitim emekçilerinin ekonomik, demokratik, sosyal ve özlük haklarında iyileştirme yapılmamış, üniversite kapılarındaki yığılmayı önlemek için gerekli adımlar atılmamıştır. Kısacası her yıl yaşanan sorunlar geçtiğimiz yıl içinde daha da artarak devam etmiştir.
Türkiye’de pek çok alanda olduğu gibi, eğitim sisteminde de yıllardır birikerek büyüyen ve artık yapısal hale gelmiş çeşitli sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunları ana başlıklar ve rakamlarla ifade etmek gerekirse;
-
2009 rakamlarıyla ilköğretimde okullaşma oranı erkeklerde %96,99, kızlarda % 95,97 olarak gerçekleşmiştir. Zorunlu ve devlet okullarında parasız olduğu belirtilen ve Anayasal güvence altında olan ilköğretim, ailelerin gelir seviyesinin düşüklüğü, çocukların çalışmak zorunda bırakılması, devletin yeterli kaynağı ayırmaması ve gerekli yatırımları zamanında yapmaması gibi nedenlerle henüz tüm çağ nüfusuna yaygınlaştırılamamıştır.
-
Türkiye’de toplam öğrencilerin %75’i ilköğretimde bulunmaktadır. İlköğretim zorunlu olmasına karşın ilköğretim çağ nüfusunun yaklaşık %5’i eğitim hakkından yararlanamamaktadır. Yine ortaöğretim çağ nüfusunun %42’si ortaöğretime devam etmemekte ya da edememektedir.
-
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2008 verilerine göre 6 yaş ve üstü Türkiye nüfusunu oluşturan 64 milyon 241 bin 226 kişinin 4 milyon 930 bin 12’si hala okuma yazma bilmemektedir. Bu sayı, okuma yazma öğrenecek yaştakilerin %7,68’ine denk gelmektedir. Okuma yazma bilmeyenlerin içinde kadınların oranı % 79,98’dir.
-
İlköğretimde öğrencilerin 24 kişilik sınıflarda normal (tekli) eğitim görebilmeleri için gerekli olan derslik sayısı 125 bin 853’dür.
-
2002 yılından bu yana ilköğretimde okul sayısı azalmaktadır. İlköğretimde 2002 yılında 35.133 okul varken, 2009 yılında okul sayısı 33.769’a inmiştir. Aynı dönemde öğrenci sayısı 10.331.645’ten 10.709.920’ çıkmış olmasına rağmen okul sayısının azalmış olması dikkat çekicidir. Bu azalmanın nedeni özellikle köylerde giderek yaygınlaşan birleştirilmiş sınıf, Yatılı İlköğretim Bölge Okulu (YİBO) sistemi ve taşımalı eğitim uygulamasının artmış olmasıdır. 2002 yılından bu yana ilköğretimde okuyan öğrenci sayısı artmış olmasına rağmen, öğretmen, okul ve derslik sayısının bu artışa paralel olarak artmadığı görülmektedir.
-
Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü’nün 2009 yılı rakamlarına göre 81 ilde toplam 4 bin 222 dershane faaliyet gösterirken, dershane sayısı bakımından üç büyük il ilk sıralarda yer almaktadır. İstanbul 657 dershaneyle ilk sırada yer alırken, Ankara’da 496, İzmir’de 187 dershane bulunmaktadır. En az dershane bulunan il 2 dershane ile Ardahan’dır. Ardahan’ı 3 dershane ile Kilis, Bayburt ve Tunceli izlemektedir.
-
Türkiye’de kayıtlı 8 milyon 341 bin 937 engellinin yüzde 36,3’ü okuma-yazma bilmemektedir. İller ve bölgelerde ayrımcılığa dayalı uygulamalar vardır. Yatırımlar eşitsiz ve dengesizdir. Var olan okul ve kurumların belli illerde yoğunlaşması, diğer iller ve bölgelerde yaşayan engellileri ve ailelerini umutsuzluk ve çaresizliğe mahkûm etmiştir.
-
Okullarda araç-gereç, kütüphane, altyapı donatım yetersizlikleri hala giderilememiştir;
-
Sınıf mevcutları büyük kentlerde ortalama 45-50 civarındadır;
-
Ders kitaplarının içeriği bilimsel olmayan, ırkçı-gerici-cins ayrımcı öğelerle doludur;
-
Sendikal örgütlenme önündeki yasal ve fiili engeller kaldırılmamış; ILO sözleşmelerine aykırı bir şekilde grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı yönünde herhangi bir adım atılmamıştır.
-
Eğitime destek personeli açıkları (hizmetli-memur) eğitim sisteminin önemli bir sorunu olarak devam etmektedir.
-
Adana ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri, Cumhuriyet Başsavcılığı Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezi Şube Müdürlüğünün isteği üzerine, resmi okul müdürlüklerine gönderdikleri yazı ile cezasını kamu hizmeti olarak çekecek hükümlülerin okullarda çalıştırılabilecekleri iş türlerinin listesinin hazırlanmasını istemiştir.Çocuk ve ergenlerin okulda istihdam edilen görevlilerle yakın ilişki kurmaları, rol modeli olarak görebilecek olmaları da ayrıca hükümlülerin okullarda istihdam edilmelerini sakıncalı hale getirmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı okulların, yeni ceza infaz sistemine göre hükümlülerin kamu yararına çalıştırılacakları kurumlar arasından çıkarılmasını talep ediyoruz.
Eğitim sisteminde yaşanan sorunların çözülmesi için, öncelikle eğitim felsefesinin değişimini öngörmek gerekir. Eğitim sistemine yeni bir bakış açısı kazandırmaksızın yapılan “yeniden yapılanma” çabaları anlamlı olmayacaktır. Yeniden tanımlanacak bir eğitim paradigmasında öncelikle eğitimin yeni görev ve amaçlarının ne olması gerektiği açıklanmalıdır.
Eğitim sisteminin içinde bulunduğu sorunların aşılması, Türkiye’de eğitimi hak ettiği noktaya taşımak, ancak gerçekleştirilecek köklü değişikliklerle olanaklı olabilir. Bu nedenle eğitim sisteminde yapısal değişiklikler gereklidir. Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin bilimsel, demokratik, laik yönünün geliştirilmesine; derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alt konusunda köklü bir değişime gereksinim vardır. Bu değişiklikler yapılmadan atılacak her adım, eğitimin sorunlarını yarına havale etmekten öteye gitmeyecektir.
AKP iktidarı mevcut sorunları ve toplumsal eşitsizlikleri geride bıraktığımız dönemde daha da derinleştirerek karanlık bir gelecek tablosunun oluşmasına da neden olmuştur. Sorunlar artarak devam etmekte, çözüm için hiçbir yapıcı yaklaşım geliştirilmemekte ve aksine kamusal eğitimin yıkımı doğrultusunda çocuklarımızın geleceği karartılmaktadır. Geride bıraktığımız dönemin not edilmesi gereken özelliklerinden birisi de budur.
2009-2010 eğitim öğretim yılının ilk yarısının sonu itibariyle AKP, geçmiş dönemlerde olduğu gibi yine kırıklarla dolu bir eğitim karnesini hak etmektedir. 21.01.2010
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına
Güven BOĞA
Şube Başkanı
Eğitim Sen Adana Şubesi olarak “Renklerin Çığlığı” adlı ve bu yıl ikincisi düzenlenen resim sergisine, Eğitim Sen Üyesi Öğretmenler, Ç.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi ve öğrencilerinin tablolarının yer aldığı resim sergisi gerçekleştirildi.
Resim sergisi Adana Büyükşehir Belediyesi Fuaye Salonu’nda 14.12.2009 tarihinde açıldı. Milli Eğitim Müdürü Abdülgaffur Büyükfırat, Türk İş 4. Bölge Temsilcisi Edip Gülnar, Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Güven Boğa’nın birlikte açtığı resim sergisine Adanalı şair Mustafa Emre, öykü yazarı Mehmet Taşar, şair Çetin Boğa ve siyasi parti, kitle örgütü temsilcileriyle birlikte, öğretmenler, sanatseverler katıldı.
Toplumsal sorunların titizlikle işlendiği karma sergisinde yağlıboya ve karakalemden oluşan 61 adet tablo sanatseverlerin beğenisine sunuldu.
Sergiye Eserleriyle Katılan Arkadaşlar
AYBER HASTÜRK
ENGİN BUĞA
HATİCE CANSU ERGÜDEN
MERAL GÜN GÜLTEKİN
KENAN TANBUROĞLU
BEHİYE DEMİR
ALİ RIZA TATLIELMA
MURAT KALOĞLU
DİLBER SEHİR
ESMA DUMAN
ALİŞEN AVCI
GÜLTEN DOĞAN
AYŞE OĞUZ
BERNA VURAL
DİLEK ÇAMOĞLU
SERAP SEVİM
YAŞAR KARAKUZU
ILGIN TOPRAK
SEMİHA TÜRKAN TAŞ
SİBEL İNCİ BACALAN
SAFİYE ÖZTÜRK
BEKTAŞ TAŞ
DİLHAN TUĞ
NAZIM YAPICI
SİDAR RAHİME AÇAR
İNSANCA BİR YAŞAM İÇİN KOŞULLARININ DÜZELTİLMESİNİ İSTİYOR.
Bir 24 Kasım öğretmenler gününde daha taleplerimizin dikkate alınması için sesimizi yükseltiyoruz. Türkiye’nin sadece öğretmenleri değil, eğitim ve bilim emekçileri sadece yılda bir gün hatırlanmayı değil, yaşadıkları ekonomik, sosyal ve özlük sorunlarına gerçekçi ve kalıcı çözümler üretilmesini bekliyor. İşte bu amaçla tüm eğitimciler 25 Kasım 2009’da alanlarda olacak. Bugüne kadar hiçbir öğretmenler gününde, öğretmenlerin gerçek sorunları tartışılmamış, yüz binlerce eğitim emekçisinin sosyal ve ekonomik sorunları çözmek yönünde herhangi bir adım atılmamış olması düşündürücüdür.
Yıllardır sadece yılın belli dönemlerinde “öğretmenliğin kutsallığından”, “onurlu bir meslek olduğundan” söz edilmesi artık anlamını yitirmiştir. 24 Kasım’ın, Atatürk’ün “Millet Mektepleri Başöğretmenliğini” kabul ettiği gün olması açısından tarihsel bir gerçekliği ve önemi bulunmaktadır. Ancak, “24 Kasım Öğretmenler Günü”nün 12 Eylül döneminin bir ürünü, 12 Eylül zihniyetinin nasıl bir öğretmen istediğinin simgeleştiği bir gün olduğu da unutulmamalıdır.
12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan baskıcı süreçte, bütün demokratik kitle örgütleriyle birlikte, 200 bin üyesi bulunan TÖB-DER’in kapatılması, tüm malvarlığına devlet tarafından el konulması, 64 yöneticisi ve binlerce üyesinin tutuklanmasıyla eğitim emekçileri hareketi de karanlık bir döneme girmiştir. Sendikalar yıllarca baskı altında tutulmuş, çok sayıda TÖB-DER üye ve yöneticisi 12 Eylül yasaları ile sürgün edilmiş, görevlerinden olmuşlardır.
Bu dönemde 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanununa dayanılarak resmi rakamlara göre 3.854 öğretmen,120 öğretim üyesinin görevine son verilmiş, 7.200 devlet memuru hakkında yasal işlem yapılmıştır. Öğretmenler, yaptıkları işin doğası gereği kendilerini çok yönlü olarak yetiştirmek durumundadır. Ancak Türkiye’de eğitim ve bilim emekçilerinin özellikle ekonomik bakımdan yeterli desteği bulamadıkları bilinmektedir.
Türkiye’de yıllardır öğretmenler ve akademisyenler yoksulluk, memur, hizmetli ve idari personel ise açlık sınırının altında maaş almaktadır. Türkiye’nin dört bir yanında, yaşadıkları tüm olumsuzluklara rağmen fedakarca çalışan öğretmenlerimiz ve diğer eğitim emekçileri, yıllardır insanca yaşam mücadelesi vermektedir. Bugün Türkiye’de öğretmenlere yoksulluk sınırının yarısından daha az ücret ödenmesinin ve diğer eğitim emekçilerinin açlık sınırında yaşamaya mahkum edilmesinin sorumluları, eğitimin ve eğitim emekçilerinin sorunlarına çözüm üretmek yerine, sürekli yeni sorunlar üretenlerdir. Yüz binlerce eğitim emekçisini açlığın ve yoksulluğun kıskacına alan, mesleğine karşı küstüren bu sisteme karşı, bilimsel, demokratik, nitelikli bir eğitim yaratmak için tüm eğitim emekçilerini ekonomik ve sosyal açıdan doyuran bir alternatif yaratılmadığı sürece, yaşanan sorunların artarak sürmesi kaçınılmazdır.
Öğretmenlerimize, hizmetli ve memurlara insanca yaşayabilecekleri, nitelikli hizmet verebilecekleri çalışma ve yaşama koşulları yaratılmalı, bunun için de başta maaşlar olmak üzere mesleki ve özlük hakları insan onuruna yaraşır düzeye yükseltilmelidir. Bizlerin “insanca bir yaşam” talebine karşın hükümet, Türkiye’nin gelecek kuşaklarını yetiştiren eğitim ve bilim emekçilerini yoksulluğa, sefalete ve açlığa mahkum etmeye devam etmektedir. Tüm toplumsal kesimler gibi, yüz binlerce eğitim ve bilim emekçisi de, art arda gelen zamlar sonrasında ekonomik olarak ciddi bir darboğaza girmiştir. Hükümetin 2010 yılı için belirlediği “memur zammı” şimdiden buhar olup uçmuştur. Bugün açık olarak görülmektedir ki, tüm eğitim ve bilim emekçilerinin haklarını savunmak, aynı zamanda nitelikli, kamusal eğitim hakkını savunmak anlamına gelmektedir. Bugün, bizim için sadece öğretmenlerin değil, kötü ve sağlıksız koşullarda çalışan, hakları gasp edilen, sürgünlere ve soruşturmalara maruz kalan, güvencesiz istihdam edildiği için eğitime erişemeyen milyonlarca çocuk ve gencimizin ve onların ailelerinin de taleplerini seslendirme ve haklarımıza bir kez daha sahip çıkma günüdür.
Bugün bizim için sadece “kutlanan” değil, nitelikli öğretmen olmadan nitelikli eğitim hakkının olmayacağını haykırma günüdür.
Eğitim ve bilim emekçileri, taleplerini daha gür haykırmak ve yaşadığı sorunlara boyun eğmeyeceğini göstermek için; 25 Kasım 2009 Çarşamba Günü Adana’da, Saat:11.00’de, Eğitim Sen (Büyükşehir Belediyesi Karşısı) Önünde Toplanarak, Atatürk caddesi ve Gazipaşa Bulvarı üzerinden Uğur Mumcu Alanına Doğru Greve Giden Kamu Emekçileriyle buluşmak ve destek olmak için bir yürüyüş gerçekleştirecektir.
Tüm halkımızı Kamu Emekçileriyle buluşmaya, 25 Kasım’da gerçekleştirilecek Greve destek olmaya, yürüyüşlerimize katılmaya çağırıyoruz. Saygılarımızla. 23.11.2009
Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına
Güven BOĞA
Şube Başkanı
Eğitim Sen Kozan Ve İmamoğlu Temsilciliğinin
Organize Ettiği Kaynaşma Ve Dayanışma Yemeği
Eğitim Sen Kozan İlçe Temsilcisi Mehmet Kınalı ve İmamoğlu ilçe temsilcisi Mehmet Nezih Karavelioğlunun ve yönetim kurulunun organize ettiği ve geleneksel hale getirdikleri "Kaynaşma ve Dayanışma Yemeğinde" Kozan ve İmamoğlu'nun seçkin eğitimcileri bir araya geldi.
Gelen misafirlerini sıcak bir tebessüm ve güllerle karşılayan sendika yönetimi mükemmel bir organizasyona ev sahipliği yaptılar.
Otantik bir atmosfere sahip olan Değirmen Restaurant da gerçekleştirilen yemeğe Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Kamuran Karaca, Şube Sekreteri Yalçın Alçiçek, Mali Sekreter Abdullah Yalçın, Örgütlenme Sekreteri Ahmet Karagöz, Eğitim Sekreteri Halil Kara katıldı.
Eğitim Sen Kozan Temsilcisi Mehmet Kınalı açılış konuşmasında, amaçlarının bünyelerine yeni katılan üyelerle, eski üyelerin birbirleri ile daha çok kaynaşmalarını sağlamak ve bu çerçevede gösterilen bu dayanışma ile Kozan ve İmamoğlu’nda sendikal faaliyetlerde varlığımızı göstermek istiyoruz dedi.
Şube Başkanı Kamuran Karaca yaptığı konuşmada, başta toplantıyı düzenleyen Kozan ve İmamoğlu temsilcilik yöneticilerine ve üyelere, kurum temsilcilerine, basın mensuplarına ve tüm emeği geçenlere teşekkür etti.
2012 yılına girdiğimiz bugünlerde, geçen yılki enflasyon farkları dahi alınamamışken yeni yıla zamsız maaşlarla girildiğini, diğer yandan 4688 yasayla ilgili grev ve toplu sözleşme taleplerimizin görmezden gelindiğini, sendikal hak mücadelesinde baskılara maruz kalındığını, ülkede genel demokratik sürecin aynı şekilde baskılama, yok sayma, sindirme politikalarına dönüştüğü ifade etti.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma Ve Gençlik Ve Spor Bayramının illerdeki kutlamasının kaldırılmasıyla AKP iktidarının, eğitimi gericileştirme, dinselleştirme ve Atatürkçü düşünceden uzaklaştırma eğilimlerinin ortaya çıktığını ifade etti.
Görevimizin çağdaş, laik, barış ve kardeşlik içinde bir ülke yaratmak olduğu bilinciyle mücadeleyi sürdürmemiz gerektiğini ifade etti.
Üyelerimiz Ayhan Karasu ve Ergün Atlığ müzikleriyle geceye renk kattılar.