egitimsen2

egitimsen2

CHP İl Başkanı Zeydan KARALAR  ve İl, İlçe yönetim kurulu üyeleri 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeni ile Eğitim Sen Adana Şube’yi ziyaret etmiştir.

CHP İL Başkanı Zeydan KARALAR’ın Okuduğu Metin;
Sayın Basın Mensupları
Hoş geldiniz.
Ülkemiz, sevgili yavrularımız ve geleceğimiz için olduğu kadar, partimiz için de çok değerli ve önemli olan öğretmenlerimizi selamlamak için sizlerle bir araya geldik.
Saygıdeğer Basın Mensupları
24 Kasım öğretmenler günü nedeniyle Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu öğretmenlerimize özel olarak mektup yazdı ve bu mektupla sevgilerini, saygılarını iletmek istedi


Bunun için CHP Meclis Grup Başkanvekilimiz Sayın Muharrem İnce Milli Eğitim Bakanı Sayın Nimet Çubukçu'dan öğretmenlerimizin isim listesini, görev yaptığı okullardaki adreslerini istedi
Öğretmenlerimizin cep telefonlarına mesaj gönderen Sayın Bakan, öğretmenlerin okul adreslerini Anamuhalefet Partisi Genel Başkanından esirgedi, vermedi 
Bu nedenle Sayın Genel Başkanımızın öğretmenlerimize göndermek için yazdığı mektubu Sİ il'de, İl Başkanlıklarımızda düzenlediğimiz toplantılarla sizlerle, kamuoyuyla paylaşıyoruz
Sayın Basın Mensupları
Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun 24 Kasım öğretmenler Günü nedeniyle öğretmenlerimize yazdığı ve Milli Eğitim Bakanı Sayın Çubukçu'nun adreslerine gönderilmesini engellediği mektup şöyle ;
Değerli Öğretmen Arkadaşım;
Kendinizi ve yaşamınızı, memleketimizin ufuklarına bilginin, gerçeğin, faziletin ışıklarını yaymakla görevli bir varlığa dönüştürmüş olan sizler, bizler için geleceğe dönük ümitlerin, güvenin, dahası geleceğin mimarlarıdır. O nedenle sizlerin bu büyük görevi yerine getirmede aşılamayacak engellerle karşılaşmamanızı sağlamak bizlerin temel görevidir.
Öğretmenlik elbette özveri ve sabır gerektiren meslektir. Bunun böyle olması öğretmenleri, daima kendisinden özveri beklenen kişiler olarak görmeyi haklı kılmaz. Böylesi bir anlayış, öğretmenlerin sorunlarına duyarsızlaşmayı, görmezlikten gelmeyi, olası çözümleri ertelemeyi de beraberinde getirecektir. Ne yazık ki ülkemizde uzun zamandır böylesi bir bakışın egemen olduğunu görüyoruz, yaşıyoruz.
Türkiye'nin de altına imza koyduğu uluslar arası sözleşmeler gereği öğretmenlerin çalışma koşullan, "eğitimin en yüksek derecede etkililiğini sağlayacak nitelikte olmalı ve öğretmenlere, kendilerini tümüyle mesleksel uğraşlarına adama olanağı" verecek şekilde düzenlenmelidir. Sınıflarda öğrenci sayısı öğretmenin her bir öğrenciyle ayrı ayrı ilgilenmesini sağlayacak biçimde olması zorunludur.
Değerli Öğretmen Arkadaşım;
Uluslar arası sözleşmelere imza koyarak size verilmiş olan bu iki sözü ülkemizin yerine getirememiş olmasını üzüntüyle görmekteyim.
 Yarınki Türkiye'nin insanını yetiştirmeyi görev edinmiş insanların ekonomik açıdan sorunlar yaşaması, eğitim öğretim ortamında fiziki yetersizliklerle boğuşması kabul edilebilir bir durum değildir. Bu durumu ortadan kaldırmak, "kara göklerin yıldızları" olan sizlerin aydınlığının çocuklarımıza ulaşmasını sağlamak, bizim için asli bir görev olacaktır.
Eğitim-öğretim işinin temelinin öğretmen olduğunun tamamıyla farkındayız. Bu nedenle öğretmenliği, toplumda saygın bir meslek olmaktan çıkaran uygulamalara şiddetle karşıyız.
Eğitim, devletin asli hizmetlerinden biridir. Bu asli hizmeti yerine getirenler devlet memurlarına tanınan tüm güvencelere sahip olmalıdır.
AKP Hükümetleriyle hızla sayıları arttırılan sözleşmeli öğretmenliği tümüyle kaldırmak bizim için bundan dolayı acil görevlerdendir.
Öğretmenlerimize üniversitelerimizin eğitim fakülteleriyle yapacağımız işbirliği ile gerçek anlamda uzmanlık kariyeri yapmanın imkânım sağlayacağız.
Bugünkü uygulamalar devam ettikçe eğitimde başarı için temel koşullardan biri olan öğretmenin mesleğine adanmışlığını sağlayacak koşulların hazırlanması mümkün olmayacaktır.
Yasalar, yönetmelikler çıkarmak, ders programlarını değiştirmek, okul binalarının şeklim yapısını yenilemek, yeni tarzda binalar inşa etmek önemli olmakla birlikte eğitim sorunlarım çözmede bir yere kadar önemlidir. Asıl önemli olan eğitim sürecinin tümünü, işlevsel kılacak olan siz öğretmenlersiniz.
Siz nasılsanız eğitimimiz de öyledir.
Umutlarınızı yitirmiş, bulunduğunuz yerde huzurla, inançla görev yapamıyorsanız, yarınımızın sahibi olacak olan çocuklarımızın da geleceğe umutla bakabilmesini bekleyemeyiz.
Öğretmenlerin her yönden güven içinde çalışmasını sağlamak bizim için en önemli görevlerden biridir.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, eğitim, bizim için her zaman ilk ve en önemli görevlerden olmuştur.
Bize göre bu ülkenin en önemli ve en büyük görevini üstlenen kişidir öğretmen.
Güçlü bir ulus ve devlet olmanın yolu nitelikli eğitimden, bu eğitime dayanan kültürden, yaşam biçiminden geçiyor.
Bunu yaratabilmek, var edebilmek günlük yaşamın sorunlarıyla boğuşmaktan kurtulabilmiş, görevi başında güvenle, huzurla çalışabilen, kendisini her daim yenileyebilen öğretmenle mümkündür.
Biz, her daim bu ortamı yaratmanın mücadelesini vereceğiz.
Biz, Atatürk'ün ve Cumhuriyetin öğretmenine inanıyor ve güveniyoruz.
Yarınlarımız için bunun gerekliliğine inanıyoruz.
Bu düşünce ve inançla "24 Kasım Öğretmenler Günü'nüzü kutlar, bu özel ve anlamlı günün sizlere, diğer eğitim çalışanlarına, ulusumuza hayırlı olmasını diler, saygılarımı sunarım.

Gençlerimizin Hayatlarını Kuşatma Altına Alan Sınav Sistemine

Hiçbir Güven Duygusu Kalmamıştır. KPSS Kaldırılsın

Öğretmen Açıkları Kadrolu Güvenceli Atamalarla Kapatılsın 

Ataması yapılmayan ve işsiz öğretmen ordusunun hayatını felce uğratan, kopya skandalları ile birçok gencin umutlarını söndüren, güvenini ortadan kaldıran KPSS – Eğitim Bilimleri Alan Sınavı  31 Ekim Pazar günü gerçekleştirilecektir. İddiaların hala sonuçlandırılamamış olması bir yana onlara yaşatılanların siyasal sorumluluğunun hükümetin üzerine dahi almayarak sınava girecek öğrencileri aşırı düzeyde güvenlik önlemleriyle bir nevi cezalandırması kabul edilebilir bir durum değildir. Yaşanılanlar açıkça göstermiştir ki gençlerimizin hayatlarını kuşatma altına alan sınav sistemine hiçbir güven duygusu kalmamıştır. Kaldı ki sınavın ölçme ve değerlendirme kriterlerin bilimselliği ve adaleti de tartışmalıdır. Bu sebepledir ki bu sistemin ortadan kaldırılması sorumluluğu AKP’nin omuzlarında halen bulunmaktadır.

 

KPSS engelini aşamayan kişilerin atamasının yapılmamasının gerekçesi olarak kendilerini eğitim alanında geliştirmemeleri ya da bu alanda yeterli donanıma sahip olmadıkları şeklinde ifadelerin ne kadar anlamlı olduğu bu süreçte yeniden gündeme taşınmıştır. Sınavın iptal edilmesinin hemen arkasından Milli Eğitim Bakanı Çubukçu’nun öğretmen ihtiyacının ücretli öğretmenlerle kapatılacağını ifade etmesi KPSS’yi meşrulaştırma çabalarıyla çelişmektedir.  Çünkü “ücretli öğretmenlik” uygulamasında devlet okullarında kadrolu öğretmenlerle birlikte aynı işi yapan ücretli öğretmenler ders vermektedir. Eğitim hizmetin örgütlenmesi konusunda okul, öğrenciler ve verilen eğitim hizmeti gibi faktörlerin aynılığına rağmen kadrolu ve KPSS engelini aşamamış öğretmenlerin aynı işi yapmalarının sağlanması KPSS’nin sadece kamu görevlisi istihdamında bir sıralama sınavı olduğunu göstermektedir.

 

KPSS’nin üniversite mezunları açısından bu denli rağbet görmesinin temel nedeni, kamu hizmetinin sürekliliği ve diğer alanlara göre daha güvenceli olmasıdır. Başka bir ifadeyle KPSS’ye yönelik yoğun ilgi esas olarak güvencesiz istihdam biçimlerinden bir kaçışın ifadesidir. Özellikle öğretmenler açısından bu konu irdelendiğinde tablo daha net ortaya çıkmaktadır. Üniversiteden mezun olup da ataması yapılmayan bir öğretmenin karşısında iki seçenek bulunmaktadır. Birinci seçenek güvencesiz ve ağır çalışma koşulları altında dershane öğretmenliği yapmaktır. İkinci seçenek ise ders karşılığı ücret alarak, iş güvencesi tamamen okul müdürünün iki dudağı arasında bulunan ücretli öğretmen olarak çalışmaktır. Ancak gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta, Milli Eğitim Bakanlığı, 2010 KPSS’sinden bir gün önce 9 bin 584 sözleşmeli öğretmen alınacağını yönündeki açıklamasıdır. Bu kapsamda Milli Eğitim Bakanlığı’nın istihdam stratejisinin “iş güvencesiz öğretmen” üzerinden şekillendiği gözlenebilmektedir. Buradaki amaç, eğitim fakültelerinden mezun olan öğretmenlere, dershanelerdeki çalışma şartları ve ücretli öğretmenlik gibi güvencesizliğin en saf şekilde yaşandığı istihdam biçimleri karşısında sözleşmeli öğretmenliğin kamuda istihdam edilmiş olmak gibi görünürde güvenceli konumu karşısında “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” politikası güdülmesidir. 

 

Öğretmenlerin kadrolu istihdam biçimi yerine sözleşmeli istihdam edilmesi çalışma ilişkilerinin kuralsızlaşması, emekçiler arasında yaratılan rekabet, çalışma koşullarının farklılaşması, ücret ve sosyal hak eşitsizliği ve sosyal güvenlik hakkından aynı ölçüde yararlanamama gibi sorunları beraberinde taşımaktadır. Oysa ki eğitimin niteliği, öğretmenin niteliği ile doğru orantılıdır. Öğretmenlik mesleği düzenlilik ve süreklilik gerektirdiğinden, sözleşmeli öğretmenlerin mevcut çalışma koşulları ile öğrencilere faydalı olabilmesi mümkün değildir. Bu ve benzeri nedenlerle, bütün öğretmenler, kadrolu ve iş güvencesine sahip olarak istihdam edilmek zorundadır.

 

KPSS’ nin görünen tek sonucu mağdur sayısını artırmak ve eşitsizliği yeniden üretmektir. KPSS’nin gençlerimizi, genç öğretmenlerimizi, eğitimin niteliğini ve dolayısıyla çocuklarımızın geleceğini öğüten bir mekanizmaya dönüştüğü açıktır. Bu mağduriyeti ortadan kaldırmak için;

  

  • Öğretmen açığı ile işsiz öğretmen sayısı arasındaki denge de düşünülerek, işsiz öğretmenlerin tamamının kadrolu iş güvenceli olarak atamalarının yapılması,
  • Çalışma yaşamı içinde olması gereken herkese kadrolu iş güvenceli çalışma olanağının sağlanması,
  • Bu düzenlemeler kapsamlı ve uzun vadeye yayılmayan bir plan dahilinde hayata geçirilinceye kadar işsiz kalan her bireye insanca yaşama olanağı sağlayacak bir “yurttaşlık geliri ve sosyal güvence” sağlanması gerekmektedir. Saygılarımızla. 30.10.2010

 

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Güven BOĞA

Cumhuriyetimizin 87.Yılını Kutladığımız Bugün

AKP, Laik Eğitimden Ne Anladığını İmam/Müezzin Öğretmen Uygulaması İle Göstermiştir.

İmam Ve Müezzinlerin Okullarda Ücretli Öğretmen Olarak Görevlendirilmesine Derhal Son Verilmelidir! 

Bilindiği üzere İzmir, Edirne, Çorum, Gaziantep ve Diyarbakır illerinde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri için kadrolu öğretmen olmadığı gerekçesiyle imam ve müezzinler, ilgili mülki amirler tarafından “ücretli öğretmen” olarak okullarda görevlendirilmektedir. Bu uygulamanın, eğitim sistemimizde yaratacağı olumsuz etkiler açısından gerçekleştirilen uyarılar dikkate alınmadan, giderek yaygın bir hala gelmesi ise endişe verici bir hal almıştır.

 

 

Milli Eğitim'de imam-öğretmen dönemi

 

 

Zorunlu din dersi uygulamasının tartışıldığı ve bu uygulamaya son verilmesi talebinin vurgulandığı bir dönemde imam ve müezzinlerin ücretli öğretmen olarak görevlendirilmesi, zorunlu din dersi uygulamasına karşı çıkışın nedenlerini bir kez daha meşrulaştırmaktadır. Çünkü söz konusu kişiler, mesleği icabı ancak bir mezhebin dini eğitimini verebileceklerdir. Dolayısıyla böylesi bir eğitimin dayatma halini alacağı açıktır. 

 

Demokratik, laik eğitim ilkesi ile hiçbir şekilde bağdaşmayacak bu uygulama, okullara ve eğitim sistemimize bakışın da açık bir göstergesidir. Oysaki evrensel, bilimsel ve demokratik ilkeler çerçevesinde örgütlenmiş bir eğitim hizmeti çocuklarımızın kişisel gelişimlerinde olduğu kadar, içinde bulundukları toplumu ve dünyayı anlayabilmeleri açısından hayati öneme sahiptir. Dolayısıyla zorunlu din dersi uygulamasına son verilmesi gerekirken imam ve müezzinlerin öğretmen yapılması, çocuklarımızın gelişimlerini daha olumsuz etkileyecektir.

 

Yaşanılanlar iki gerçeğin altını çizmektedir. İlk olarak, öğretmen açığı bu uygulamanın meşruiyeti olarak kullanılmaktadır. İkinci olarak ise “zorunlu din dersi” uygulamasının tartışıldığı ve bu uygulamaya son verilmesi taleplerinin seslendirildiği bu günlerde bu taleplere kulaklarını kapatan AKP, laik eğitimden ne anladığını imam/müezzin öğretmen uygulaması ile göstermiş olmaktadır.

 

Öğretmen açığını gidermek, zorunlu din dersi uygulamasına son vermek ve eğitim hizmetini demokratik, bilimsel ve laik ilkeler çerçevesinde örgütlemek Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve AKP’nin sorumluğundadır. Ancak AKP zorunlu din dersinin kaldırılması talebine sırtını dönerek, müezzin ve imamları öğretmen yapmakta, “din bilgisi ve ahlak öğretimi” adı altında tek bir din ve mezhebin eğitimini çocuklarımıza dayatmakta ve sorun çözdüğünü iddia etmektedir. 

 

Eğitim Sen olarak imam ya da müezzinlerin okullarda öğretmenlik yapmaları yönündeki uygulamaya derhal son verilmesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyoruz. Bu sorunun temelinde yatan zorunlu din dersi uygulamasına da son verilerek eğitim hizmetinin kamusal, demokratik, bilimsel ve laik ilkeler kapsamında örgütlenmesi zorunluluğunu tüm yetkililere iletiyoruz. Saygılarımızla. 29.10.2010 

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Güven BOĞA

 

Prof. Dr. Erdal Şekeroğlu’nun anısına 

(30 Haziran 1947 – 11 Ekim 2003)

  

“Nufus kaydına il Elazığ, gün 30 Haziran 1947 olarak işlenmiş. Ben ise kendimi hep dünya vatandaşı olarak gördüm.......... Soran olursa böcekçiyim, böcekler ile büyüyüp, çoğalıyorum her geçen gün” şeklinde eseri “Tırtıl”ın arka kapağında kısaca özgeçmişini sunan böcek aşığı, doğa dostu, tüm dünya sorunlarına duyarlı, her konuda yenilik için çabalayan çok sevgili hocamız Prof. Dr. Erdal Şekeroğlu’nu en verimli çağında kaybettik.

Yokluğuna alışamayacağımız hocamız, 30 Haziran 1947 yılında Elazığ’da doğmuş, babasının görevi nedeni ile çocukluk ve gençlik yıllarında Anadolu’nun bir çok şehrinde bulunmakla birlikte ilk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamlamıştır. 1964 yılında girdiği Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Genel Zirai Bilgiler Bölümü’nden 1968 yılında mezun olmuştur. Daha sonra 1417 sayılı yasa uyarınca Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan yurtdışı yüksek lisans eğitimi sınavını kazanmış ve Georgetown Üniversitesi Washington DC-A.B.D.’de bir yıl süre ile İngilizce hazırlık kursuna devam etmiştir.

Ardından kabul edildiği Rutgers The State University New Brunswick NJ’de Dr. Fred C. Swift danışmanlığında yüksek lisans eğitimine başlamıştır. “Comparative life table studies of nine strains of Amblyseius fallacis (Garman) (Acarina, Phytoseiidae) under laboratory conditions” başlıklı tezi ile 1974 yılında Yüksek Lisans, “Effect or initial prey predator ratios on the interaction of Amblyseius fallacis (Garman) with the European red mite, Panonychus ulmi (Koch) on apple foliage” konulu tez ile de yine aynı üniversiteden 1977 yılında “Entomoloji Doktoru” derecelerini almıştır. 

 

Doktora eğitimi sonrası Türkiye’ye dönen hocamız, 1977 yılında Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü’ne doktor-asistan olarak girmiştir. Aynı üniversitede 1982 yılında yardımcı doçent, 1984 yılında doçent ve 1989 yılında da profesör olmuş, 1982 yılında bir süre YÖK tarafından Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde “Entomoloji” ve “Böcek Ekolojisi” dersleri vermek üzere görevlendirilmiştir. Türkiye’ye dönüşünden sonra öncelikle Akdeniz Bölgesi’nde bulunan avcı akarlar ve zararlı akarlara karşı bunların biyolojik savaş etmeni olarak kullanımı konusunda çalışmalar yürüten hocamız, zaman içerisinde, bölgenin en önemli kültür bitkisi olan pamukta karşılaşılan entomolojik sorunların tüm savaş yöntemi ile çözümüne ilişkin çalışmalara başlamıştır. Bu konudaki çalışmalarını sonraki dönemlerde de ulusal ve uluslararası projeler ile sürdürmüştür.

 

1990’lardan sonra çalışma konuları içerisine örtü altı yetiştiriciliğinde karşılaşılan entomolojik sorunların çözümünü de eklemiş ve özellikle zararlı akarlara karşı dünyada biyolojik savaş etmeni olarak kullanılan türleri ülkemize getirterek onların bu koşullarda etkinliği üzerine çalışmalara girişmiştir. Hobi olarak Türkiye’nin dört bir yanından topladığı Kaplan böceklerinin de etkisi ile olsa gerek, sonraki yıllarda hocamız doğal zenginliklerimiz ve böceklerin doğadaki işlevleri konusunda ekolojik yönü ağır basan çalışmalara başlamıştır. Bu amaçla Avrupa Birliği destekli projeler ile her geçen gün biraz daha yok olan Çukurova Delta’sının biyolojik zenginliklerinin ortaya çıkarılması, bu alanlardaki yıpranmanın belirlenmesinde böceklerin belirleyici olarak kullanılma olanakları konusuna yoğunlaşmıştır. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını akaroloji konusunda yapmasına karşın, böcekler O’nun her zaman ilk gözağrısı olmuştur. Bu nedenle gözlemlerini ve birikimlerini “doğanın diyalektiği” boyutunda gazetesinde “Tırtıl” adını verdiği köşesinde yine okuyucuları ile paylaşmıştır.

 

Yazıları daha sonra “böceklerden öğrenilecek çok şeyimiz var” anlamında yine aynı başlıkla kitap olarak yayınlanmıştır. Böceklerin, kuşların yanında orkidelerin de hocamızın yaşamında her zamanayrı bir yeri olmuştur. Akdeniz Bölgesi’nde yetişen orkide türleri ile bunların dağılımlarını hobinin de ötesinde konu uzmanı gibi ele almıştır. Kendi deyişi ile “bu güzellikleri” izleyene ayrı bir zevk veren sunularında bizlerle paylaşmıştır.

 

Akademisyenliği süresince “Böcek Ekolojisi ve Epidemiyoloji”, “Böcek Sistematiği”, “Böceklerin Sınıflandırılması” ve “Tüm Savaş” gibi lisans ve lisansüstü dersleri veren hocamız, derslerinde öğrencilerinin her zaman anlatılan konuyu sorgulamasını istemiş ve bunu hissettiğinde ise çok mutlu olmuştur.

 

Hocamız akademik yaşamı boyunca 20’ye yakın yüksek lisans ve doktora tezine danışmanlık yapmış ve bu süre içinde yurtdışı ve yurtiçi dergilerde 100’e yakın eseri yayınlanmıştır. “IOBC of Noxious Animals and Plants”, “Entomo85 logical Society of America”, “New York Academy of Science”, “Systematic and Applied Acarology Society” “Türkiye Entomoloji Derneği”, “Biyolojik Mücadele Derneği” ve “Doğal Hayatı Koruma Derneği” gibi organizasyonların da üyesi olmuştur.Yaşamını bilim ve insanlığa adamış Prof. Dr. Erdal Şekeroğlu insanların mutluluğunu her zaman kendi mutluluğunun önünde tutmuştur. Onu tanımak ve birlikte çalışmak ne kadar büyük bir şans ve zevk ise de, O’nsuz aynı mekanda aynı konuları aydınlatmaya çalışmak bizler için o kadar üzüntü vericidir. 

Rahat uyuyun, Sizi hiç unutmayacağız….…

 

YOKSULLUĞUN VE EŞİTSİZLİĞİN ZİRVEYE ULAŞTIĞI,  

İŞSİZLİĞİN ÇIĞ GİBİ BÜYÜDÜĞÜ GÜNÜMÜZDE, 

ÜNİVERSİTE SINAV SONUÇLARINDA SIFIRCILARIN OLMASI DOĞALDIR!

  

En temel insan hakkı olan eğitim hakkının piyasanın acımasız rekabet koşullarına terk edilerek giderek kamusal bir nitelik taşımaktan uzaklaştırılmasının Türkiye’deki en somut kanıtı olan LYS bu yıl da kimileri için yapılmadan kazanılmış, kimileri için ise baştan kaybedilmiş bir sınav olmuştur.

Yoksulluğun ve eşitsizliğin zirveye ulaştığı, işsizliğin, özellikle genç işsizlerin çığ gibi büyüdüğü günümüzde, bu kadar sorunun içinde yapılan üniversite sınavının adaletli olduğunu söylemek mümkün değildir. Üniversiteye giriş sınavı sonuçlarının açıklanmasıyla her yıl, Türkiye’nin belli illeri ve okulları şampiyon ilan edilmektedir. Son yıllarda özel okulların belirgin bir başarı göstermesi, AKP hükümetinin kamu okullarına üvey evlat gibi görmesinin sonucudur. Bu durum, özel ve kamu okullarında okuyan öğrencilerin “sınav maratonu”nda eşit şartlarda mücadele etmediğini göstermektedir.

 

Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Prof. Dr. Yarımağan’ın açıklamasında sınav sistemi bilgileri ve başarılı olan öğrencilerimiz dışında, eğitimin genel tablosu açısından bir değerlendirme olmadığı yine görüldü.

 

Yarımağan, beş oturuma katılan toplam 1 milyon 856 bin 813 adayın sınavının geçerli sayıldığını bildirdi. Yarımağan, sınavda toplam 784 bin 564 adayın 180 ve üstünde puan alarak tercih yapmaya hak kazandığını ifade etti. Ancak 11 bine yakın adayın sıfırın altında puan aldığı açıklandı.

 

Her sınav dönemi sonrasında ortaya çıkan tablo, çeşitli eşitsizliklerin varlığı ve bunların giderilmesi açısından hep aynı kalmaktadır. Örneğin bu kadar sayıda öğrencinin neden bu sınavlarda sıfır çektiği, meslek liseli öğrencilerin başarı düzeylerinin bu sınavlarda neden en alt sıralarda yer aldığı, başarı ortalamasının batı illerimizde yüksekken neden doğu illerimizde  alt sıralarda yoğunlaştığı soruları her yıl cevaplanmayı beklemektedir. Bu sabitlik karşısında yetkililerin bugüne kadar bu sorunları çözmek için neler yaptıkları ise can alıcı soru olarak karşımızda durmaktadır.

 

Değişen sınav sistemi sonrasında ortaya çıkan sonuçları eğitim sistemimiz açısından değerlendirebilmek için YGS ve LYS sonuçlarının birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. YGS sınavı geçerli sayılan 1 milyon 487 bin 626 adaydan 14 bin 156’sı sıfır puan ya da altında almıştır. LYS ile birlikte düşünüldüğünde bu sayı 25 binlere ulaşmaktadır.

 

YGS de 14 bin 156 aday sorulardan hiçbirini doğru cevaplayamamış ve 70 bin 248 aday da 140 puanın altında kalarak LYS’ye başvuramamıştır. Bu rakamsal boyut eğitim sistemimizin niteliğinin düşüklüğünü gözler önüne sermektedir.

 

Sınav sonuçlarının ortaya çıkardığı en çarpıcı sonuç, tamamen eşitsizlikler üzerine kurulu olan eğitim politikalarının eğitim sistemini çöküş noktasına getirmiş olmasıdır. Bu çöküşün yaşanmasında, eğitimin bilinçli olarak ticarileştirilmesi ve dershanelere endeksli hale geriletilmesinin doğrudan etkisi vardır.

İkili öğretim, kalabalık sınıflar, alt-yapı eksiklikleri, öğretmen açıkları, yetersiz ücretler gibi pek çok sorunun yanında, özellikle son yıllarda yaygınlaşan sözleşmeli öğretmenlik, geçici personel çalıştırma gibi uygulamalar, eğitimin niteliğini ve sürekliliğini olumsuz etkilemiştir.

 

İlköğretimden başlayarak üniversiteye kadar, sürekli olarak yapılan sınavlara endekslenmiş bir eğitim sisteminin nitelikli olması mümkün değildir. Eğitim sistemimiz çocuklarımızı eğitmemekte, sadece yapılacak olan sınavlara hazırlamaktadır. Dolayısıyla öncelikli olarak yapılması gereken, öncelikle öğrencilerimizi sınav cenderesinden kurtarmaktır. İlköğretimden itibaren üniversiteye kadar yapılan sınavlarda çocuklarımız ve gençlerimiz resmen yarıştırılmakta, birbirleriyle rekabet etmeleri istenmektedir. Kapitalizmin dayattığı “piyasacı eğitim” anlayışının tipik bir örneği olan bu anlayış derhal terk edilmeli, öğrencileri birbiri ile rekabet eden değil, onları geliştiren, çok yönlü bilgi ve beceri kazandırıcı, nitelikli bir eğitim anlayışı benimsenmelidir.

 

Okul öncesi eğitimden yükseköğrenime kadar tüm eğitim sistemi; bölgeler, okullar ve cinsiyetler arasındaki eşitsizliklerin giderildiği, herkesin eğitim hakkından, eşit ve parasız olarak yararlanacağı ve kimsenin eğitim hakkından mahrum bırakılmayacağı bir şekilde yeniden düzenlenmek zorundadır. Eğitimde fırsat eşitliği ancak bu şekilde sağlanabilir. Aksi takdirde her yıl yapılan sınavlar bir öncekinin tekrarı olmaktan öteye gitmeyecek, sınavlara endeksli eğitim sistemimiz bir taraftan içten içe çürürken, diğer taraftan yeni başarısızlıklar üretmeye devam edecektir. 16.07.2010

  

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

 

Güven BOĞA

 

2009–2010 Eğitim Öğretim Yılı Sonunda Eğitimin Durumu

 

Eğitim sisteminin yıllardır karşı karşıya kaldığı sorunlar, 2009–2010 eğitim-öğretim yılında da bütün ağırlığıyla devam etmiştir. Geçtiğimiz eğitim-öğretim yılı içinde, eğitimin ve eğitim emekçilerinin sorunlarını çözme noktasında yeterince adım atılmadığı gibi, var olan sorunların artarak devam etmiş olması düşündürücüdür.

Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar elbette bugün ortaya çıkmamış, yıllardır sürdürülen serbest piyasacı, diğer kamu hizmetleri gibi eğitimi ticarileştirmeyi ve özelleştirmeyi hedefleyen bilinçli politikaların bir birikimi olarak bugünlere gelinmiştir. AKP iktidarı, bu olumsuz birikimi daha da arttırmak için elinden geleni yapmaktadır.

2009–2010 eğitim öğretim yılına ait istatistiklere bakıldığında Türkiye’de okullaşma oranı okulöncesinde %32, ilköğretimde %98, ortaöğretimde %65’tir.

2009–2010 eğitim-öğretim yılı boyunca gerek eğitimin ve yükseköğretimin, gerekse eğitim ve bilim emekçilerinin sorunlarını çözme noktasında hemen hemen hiçbir somut adım atılmamıştır. Eğitimde yaşanan ve acilen çözüm bekleyen sorunları ana hatlarıyla sıralamak gerekirse;

  

·         Türkiye’de okul ve derslik sayısı öğrenci sayısına paralel olarak ve ihtiyaca yanıt veren düzeyde değildir. Okulların üçte ikisinde ikili eğitim yapılmakta, birleştirilmiş eğitim ve taşımalı eğitim uygulamaları sürmektedir. 

 ·         Kalabalık sınıflarda eğitim hem öğretmenler hem de öğrenciler açısından önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir. Okulların fiziki yapı ve donanım açısından yaşadığı eksiklikler sağlıklı bir eğitim hizmetinin verilmesini güçleştiren önemli bir unsurdur.  

·         İlköğretimde okullaşma oranı %98’ler düzeyindedir. Ortaöğretimde ise okullaşma oranının %60’lar civarında kalması düşündürücüdür. Okula gitmeyenlerin önemli bir bölümünü kız çocukları oluşturmaktadır. 

 ·         Türkiye’de 8 milyonun üzerinde engelli vardır. Türkiye nüfusunun yaklaşık % 12’sini oluşturan engellilerin eğitim hakkından yeterince faydalanabildiklerini söylemek mümkün değildir. Sayıları 1 milyonu bulan 4-18 yaş arasındaki engelli çocukların ancak 30.000 kadarı eğitim hakkından yararlanabilmektedir.

·         Öğretmen açıkları giderilmemiş, sayıları 350 bini bulan işsiz öğretmenlerin atamaları yapılmadığı gibi, mevcut öğretmen açıkları, sayılarının yüz bini aştığını tahmin ettiğimiz ücretli ve vekil öğretmenler aracılığıyla kapatılmaya çalışılmaktadır. 

 

·         Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yüksek Yargı kararlarına rağmen zorunlu din dersi uygulaması ile ilgili herhangi bir somut adım atılmamıştır. 

 

·         Türkiye’deki cezaevlerinde tutuklu 1885, hükmen tutuklu 390 ve hükümlü 246 olmak üzere toplam 2 bin 521 çocuk bulunmaktadır. Kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak bilinen TMK mağduru çocukların durumu ile ilgili gerekli somut adımlar atılmamıştır.

·         Eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik, demokratik, sosyal ve özlük haklarında kayda değer bir iyileştirme yapılmamıştır.

·         Eğitimde eşitsizlik ve adaletsizliğin en önemli göstergelerinden birisi de bölgeler ve iller arası gelir dağılımındaki eşitsizlik devam etmektedir. Ekonomik imkânların kısıtlılığı, çocuğun okula devamını engelleyen en önemli faktördür.

·         Genel liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesi sürecinin eğitim sürecine etkileri öğrenciler ve genel liselerde görev yapan öğretmenler açısından çok sayıda mağduriyet yaratacaktır. Eğitimin herhangi bir alanında düzenleme yapılırken eğitim sendikalarının görüşlerine başvurulmaması, yaşanacak mağduriyetleri daha da arttırmaktadır.

·         Öğretmenliğin kariyer basamaklarına ayrılmasına yol açan 5204 sayılı Yasa (başöğretmen, uzman öğretmen vb.) öğretmenler arasında çatışmalara, ayrımcılığa, adaletsizliğe, huzursuzluğa yol açmaktadır. Bu düzenleme en kısa sürede iptal edilmeli, bu durumdan kaynaklı yaşanan ekonomik kayıplar giderilmelidir.

·         Yakın geçmişte ders ve ek ders saatlerini düzenleyen mevzuatta ciddi değişikler yapılmıştır. 657 ve 439 Sayılı Yasalarda yapılan değişikliklerle ders ve ek ders saatlerine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı neredeyse tamamen değiştirilmiştir. Bu değişiklerin önemli bir bölümü eğitim emekçilerinin aleyhine olmuştur.

·         İLKSAN ile ilgili olarak, daha önce sendikamız tarafından yapılan referandumda katılımcıların %90’ı İLKSAN’ın tasfiye edilerek üyelerin hak edişlerinin bir defada ödenmesini istediklerini belirtmiş olmasına rağmen bu konuda herhangi bir adım atılmamıştır.

·         Üniversitelerin özerk, bilimsel, demokratik işleyişini ortadan kaldıran YÖK, bugün üniversiteleri piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi kendisine öncelikli görev edinmiştir.

·         Eğitim ve bilim emekçilerinin, hizmetli ve memurların, üniversite çalışanları, ÖSYM, YÖK ve YURT KUR çalışanlarının yıllardır yaşadığı ekonomik, özlük ve sosyal sorunlarına hala çözüm üretilememiştir.

·         Giderek derinleşen kriz süreciyle birlikte işsizlik ve yoksulluğun sürekli artması, devletin kamu hizmetlerini büyük ölçüde gözden çıkarmış olması, bugüne kadar geniş halk kesimlerini olduğu kadar eğitim sistemini ve eğitimin bileşenlerini de olumsuz etkilemiştir.

·         Sendikamız üyesi eğitim emekçileri ciddi hak ihlalleri ile karşı karşıyadır. Yetkili kurullarımızda aldığımız kararlar doğrultusunda gerçekleştirdiğimiz etkinlik sonrasında üye ve yöneticilerimiz hakkında disiplin soruşturmaları başlatılmakta, ceza davaları açılmaktadır.  

Sonuç

Her geçen gün içten içe çürüyen sistemde eğitim emekçilerinin çabaları ile okullarda yürütülmeye çalışılan eğitim ve öğretim pek çok sorunla yüz yüzedir. İlköğretimden başlayarak tam anlamıyla bir yarış içine sokulan çocuklarımız ve gençlerimiz arasındaki eğitim rekabeti, dershanelerle daha da artmış, oluşan dershane sistemi okullarda verilen eğitimin niteliğini tamamen yitirmesine, en temel işlevlerini bile yerine getiremez duruma gelmesine neden olmuştur.  

 

Ülkemizde yıllardan beri gerçekleştirilen paralı eğitim uygulamaları ile gerek aynı il ya da bölge içerisinde, gerek bölgeler arasında ve hatta aynı çevredeki ekonomik konumları farklı ailelerin çocukları arasında eğitim hakkının kullanılabilmesi ve bu haktan yaralanabilmesi bakımından uçurum derecesinde büyük farklılıklar bulunmaktadır. Dershane sistemi uygulaması ile eğitim olanakları gelişmiş olan daha varsıl ailelerin çocukları milyarlarca lira ödeyerek diğer öğrenci ve okullar karşısında önemli avantajlar sağlarken, yoksul ve orta gelirli ailelerin çocuklarının eğitim olanakları gelişmemiş, genel devlet liseleri ile meslek liseleri vb. okullarda okuyan öğrenciler daha başından sistemin dışına itilmiştir.

 

Eğitim bir toplumun, ülkenin geleceğini belirleyen çok temel ve genel bir alanı kapsamaktadır. Bu bağlamda eğitim; kaynak sorunundan katılıma, nitelik sorunundan kamusallığı, özgürlük sorunundan topluma eşitlikçi her anlayışla sunulmasına kadar özenle ele alınıp düzenlenmesi gerekmektedir. Yapısal sorunları olan eğitim sistemini günü birlik politikalarla geçiştirmek ülkenin geleceğine vurulmuş en büyük darbe olacaktır. Eğitim sistemimiz; özellikle yoksul ailelerin yaşadığı bölgeler açısından daha büyük ihmallerin, derin eşitsizlik ve yoksullukların yaşandığı bir durumdadır. 18.06.2010

 

Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına

 Güven BOĞA

Şube Başkanı

 

CİNSEL İSTİSMARLA ARTAN ÖFKEYİ KONTROL EDELİM 

Adana'nın Merkez Seyhan İlçesi Gülbahçesi Mahallesi 80. Yıl İlköğretim okulunda sınıf öğretmeni iken 11 erkek öğrencisine cinsel tacizde bulunduğu gerekçesi ile 5 gün önce tutuklanan öğretmenle ilgili basın açıklaması yapmak üzere gelenlerin bu olayla hiç ilgisi olmayan okul öğretmenlerine dönük yapmış oldukları haksız protesto ve saldırıları doğru bulmuyoruz.

 

Bir siyasi partinin “Fuhşa, tecavüze, uyuşturucuya dur” yürüyüşünün ardından gerçekleştirilen basın açıklamasında yapılan davet üzerine, aralarında velilerin de bulunduğu bir grubun, okul önünde bir araya gelmesi üzerine okuldan ayrılmak isteyen öğretmenlerin araçlarının bizzat okulun öğrencileri ve velileri tarafından taşlanması ve tekmelenmesi bundan sonra o okulda yapılacak eğitimi sıkıntıya sokacak davranışlardır.

 

80.Yıl İ.Ö.O en son yaşanılan taciz olayı ile kamuoyunda hoş olmayan bir şekilde gündeme gelmişse de bu okulun sportif faaliyetlerindeki başarılarını da biliyoruz. Bir eğitim yuvası eğitimcilerin elinde olmayan nedenlerden dolayı bir kişinin olumsuz davranışı sonucu haksız suçlamalara maruz kalabilir. Bu orada görev yapan tüm eğitimcilerin linç edilmesinin yolunu açmaz.

 

Özellikle velilerimiz ve öğrencilerimizin tüm öğretmenleri potansiyel bir suçlu olarak görmeleri ve bunun ardından suçlunun olmadığı bir ortamda öğretmenlere öfkelerini yöneltmeleri doğru bir davranış değildir.

 Eğitim Sen olarak basın açıklaması yapanlar da dahil olmak üzere okul öğretmenlerinin de içinde yer aldığı bir heyetle durumun normalleşmesini sağlamak üzere bir dizi görüşmeler yapılmıştır. Öğretmenlerimizin, öğrencilerimizin ve okulun huzurlu bir biçimde eğitim ortamına yeniden kavuşması ailelerin ve mahallelinin sağduyulu davranması ile mümkün olacaktır. Taciz olayı ile ilgili kusuru olan kim varsa yapılacak soruşturmalar sonucu açığa çıkacaktır. Bu konuda herkesi sağ duylu olmaya eğitim ortamını sıkıntıya sokacak davranışlardan uzak durmaya çağırıyoruz. Saygılarımızla. 14.06.2010  

Güven BOĞA

Şube Başkanı

Türk-İş, DİSK, Kamu-Sen ve KESK'in çalışma yaşamındaki sorunlar ve Tekel işçilerinin durumuna dikkat çekmek amacıyla kararlaştırdığı iş bırakma eylemi kapsamında Adana'da bir ilköğretim okuluna "Bu işyerinde grev var" kararı asıldı. Polis, Kabahatler Kanunu'na göre grev kararını asanlara 143 lira para ceza kesileceğini bildirdi.

 

Türkiye genelindeki eylem kapsamında Eğitim-Sen Adana Şubesi üyeleri de bir ilköğretim okuluna grev kararı astı. Şube Başkanı Güven Boğa ve sendika üyeleri, İsmet İnönü İlköğretim Okulu önüne gelerek, "Bu işyerinde grev var" yazılı pankartı asmak istedi. Adana Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü'nde görevli bir polis, Boğa'yı "Buraya bunu asmanız yasal değil. Bunu asarsanız 143 lira para cezası alırsınız" diyerek uyardı. Boğa ise, Türkiye'de yasaların grev hakkı vermediğini ancak uluslar arası sözleşmelerin kendilerine grev hakkı tanıdığını, bu hakkı kullanarak okul bahçesine grev kararı asacaklarını belirterek, polisin uygulamasının keyfi olduğunu söyledi. Boğa ve arkadaşları, daha sonra okulun bahçe duvarına grev kararını astı.

 Güven Boğa ardından yaptığı açıklamada, sendikaların almış olduğu 1 gün iş bırakma eylemi kapsamında ilk kez bir okula "Bu işyerinde grev var" pankartı astıklarını söyledi. Konuşmanın ardından sendika üyeleri sessizce dağıldı. Ancak polisin grev kararını indirmemesi için 3 kadın öğretmen grev kararının önünde nöbet tutmaya başladı.Yetkililer, Kabahatler Kanunu'na göre grev kararını astıran Güven Boğa'ya 143 lira para cezası kesileceğini bildirdi.