egitimsen2
Kamu emekçilerinin en temel ekonomik, sosyal ve demokratik talepleri karşısında üç maymunu oynayan, taleplerimizi görmezden gelen AKP hükümetine karşı gerçekleştirdiğimiz 23 Mayıs grevi, Türkiye’nin dört bir yanında geniş bir katılımla ve başarıyla gerçekleştirilmiştir.
Öncelikle grevimize büyük bir hoşgörüyle sahip çıkan halkımıza, haklı mücadelemizde yanımızda olan tüm sendika, meslek örgütü ve odalara, siyasi partilere, demokratik kitle örgütlerine ve taleplerimizi halka duyurmak için yoğun bir mesai yaşayan siz basın emekçilerine teşekkür ediyoruz. 23 Mayıs grevine katılan, taleplerine, hak ve özgürlüklerine sahip çıkan tüm kamu emekçilerini kutluyoruz.
Buradan Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na da bir çağrıda bulunuyoruz:
23 Mayıs’ta ortaya çıkan iradeyi görmezden gelmeye sizin de hakkınız yok. Kamu emekçilerinin taleplerinden ve ülke gerçekliklerinden kopuk olarak yapacağınız her değerlendirme zaten tartışmalı olan “bağımsızlığınızı” daha da sorgulanır hale getirecektir. Ülkenin tüm kamu emekçileri ve emeklileri sizden hükümetin “ noterliğini” yapmanızı değil, kamu emekçilerinin 23 Mayıs’ta bir kez daha ortaya koyduğu iradesini temel almanızı bekliyor.
Şube Yürütme Kurulu
BASINA VE KOMUOYUNA
AKP Hükümeti, 4 milyonu aşkın kamu emekçisinin ve emeklinin beklediği maaş zammı teklifini nihayet açıkladı. Geçtiğimiz pazartesi günü açıklanan teklife göre AKP hükümeti, kamu emekçilerine ve emeklilerine 2012 için yüzde 3+3, 2013 için ise yüzde 2+3 maaş zammı reva görmüştür. Hükümetin teklifi sadece komik bile sayılamayacak yüzdelik artışlardan ibarettir. Hükümet, günlerdir komisyon toplantılarında gündeme getirdiğimiz ekonomik, sosyal ve özlük sorunlara ilişkin olarak hiçbir teklif sunmamıştır. Sendikaların sunduğu yüzlerce talep görmezden gelinmiştir.
Hükümetin teklif diye sunduğu rakamlar her şeyden önce yıllardır ülkenin dört bir yanında fedakarca çalışan kamu emekçilerine karşı yapılmış büyük bir saygısızlıktır. Devletin resmi rakamları bile 2012 yılının sadece ilk üç ayının enflasyonunun %3.9 olduğunu gösterirken bu tekliflekamu emekçileri ve emekliler ile açıkça alay edilmiştir.
Daha geçen ay sermeye kesimine bir kalemde milyarlarca liralık teşvik paketi sunan AKP hükümeti, sıra kamu emekçilerine gelince teklif diye “sadaka” gibi maaş zamları önermiştir.Ciddiyetten yoksun bu teklif sermayeye karşı bonkör olan hükümetin kamu emekçilerine ne kadar cimri olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Nisan ayında yapılan zamlarla devletin resmi rakamlarına göre enflasyon son 3,5 yılın rekorunu kırarak % 11’in üzerine çıkmıştır. Doğalgaza, elektriğe, akaryakıta bir yıl içerisinde toplamda % 30’u aşan zamlar yapılırken sadece gıda ürünlerine bir yıl içerisinde %13’ü aşan zamlar yapılmıştır. Bu rakamlar devletin resmi rakamlarıdır. Sokakta, pazarda, hayatın her alanında karşılaştığımız gerçek enflasyonun devletin bu resmi rakamlarının çok üzerinde olduğu açıktır.
İçinde bulunduğumuz ay ile birlikte 5 aydır maaş zammı almayan kamu emekçilerinin ve emeklilerinin kendileriyle açıkça dalga geçen, emeklerini aşağılayan bu teklifi kabul etmesi mümkün değildir.
Bilindiği üzere KESK olarak bir süredir toplu sözleşme sürecine ilişkin kamu emekçilerinin asgari taleplerini içeren bir imza kampanyası çalışması yürütüyoruz. Bugün burada toplu sözleşme masasına götürülmek üzere ilimizdeki işyerlerinden topladığımız 10.000 kamu emekçisinin imzasını Ankara’ya göndermek için toplanmış bulunuyoruz. Topladığımız her imza kamu emekçilerinin gerçek iradesini yansıtmaktadır. Altında imzamız olan bu metinlerle hükümeti ciddiyetten yoksun teklifini derhal geri çekmeye çağırıyoruz. Biz;
Çalışma yaşamını ilgilendiren bütün konuların görüşüleceği, her sendikanın kendi üyeleri adına toplu sözleşme imzalayacağı ve anayasal hakkımız olan grevi teminat altına alan bir düzenleme istiyoruz.
2012 yılı için en düşük kamu emekçisi maaşının 2.145 TL’ye yükseltilmesini, bu çerçevede tüm kamu emekçilerinin maaşlarına %30 zam yapılmasını istiyoruz. Kamuda sözleşmeli, taşeron vb. isimler altında, farklı statülerdeki güvencesiz çalışmaya son verilmesini ve tüm çalışanların iş güvencesine kavuşturulmasını talep ediyoruz.
Her ne ad altında olursa olsun kamu çalışanlarının aldığı tüm ek ödemelerin emekli aylığına yansıtılmasını, maaşlarının vergi dilimi artışından etkilenmemesini istiyoruz. Ek ödemeleri düzenleyen 666 Sayılı KHK ile yaratılan ücret adaletsizliği ve mağduriyetlerin giderilerek gerçekten eşit işe eşit ücretin ödenmesini, kadın kamu emekçilerine; başta görevde yükselme ve unvan değişikliklerinde olmak üzere çalışma yaşamında uygulanan negatif ayrımcılığa, baskı ve şiddete son verilmesini talep ediyoruz. Hükümetin sendikalar ve üyeleri üzerinde çeşitli yöntemlerle uyguladığı baskıların son bulmasını, özgür örgütlenme ortamının sağlanmasını istiyoruz.
Bu talepler sadece KESK’in değil tüm kamu emekçilerinin talepleridir. Sendikaların, asgari bu taleplerimizi içermeyen herhangi bir toplu sözleşmeyi bizim adımıza imzalamasını kabul etmeyeceğimizi buradan bir kez daha ilan ediyoruz.
Biz kamu emekçileri olarak bugüne kadar fazlasıyla fedakarlıkta bulunduk. Ancak karşılığında açlık sınırında yaşam mücadelesini sürdürmeye terk edildik. Her fırsatta ekonomik büyüme rakamları ile övünen hükümetten fedakarlık istemiyoruz. Bu büyümeye en çok katkısı olan kamu emekçileri olarak alın terimizin, emeğimizin karşılığını istiyoruz.
Diğer taraftan biz kamu emekçileri ve sendikalar olarak ortak bir tutum geliştirmediğimiz sürece hükümetin daha önceki dönemlerde olduğu gibi bizlere sefalet ücreti dayatmaktan, her şeyi “tek taraflı belirleyen” olmaktan vazgeçmeyeceği açıktır.
Bu nedenle bugün, bir iki saatlik iş bırakma eylemleriyle, basın açıklamalarıyla ya da mitinglerle bizimle dalga geçen teklifleri geri püskürtmemiz mümkün değildir. Bugün aileleri ile birlikte sayısı 20 milyonu bulan kamu emekçilerinin ve emeklilerin insanca bir yaşam özlemine cevap vermek için mücadeleyi yükseltme günüdür.
Bütün konfederasyonları, sendika üyesi olsun olmasın tüm kamu emekçilerini toplu sözleşme taleplerine sahip çıkmaya, kendileri ile dalga geçen hükümete en güçlü yanıtı vermek için, 23 Mayıs 2012 tarihinde grev hakkımızı kullanmaya davet ediyoruz.17.05.2012
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
AKP hükümetin tutumuyla Türkiye’de bir ilk olarak 5 aydır zamsız çalışan yaklaşık 2.6 milyon kamu çalışanıyla, açlık sınırının altında emekli aylığı alan, 2 milyon emekli dün hükümetin açıkladığı 3+3 zam teklifiyle adeta yıkıldı.
Bu teklif, kamu çalışanlarını ve sendikalarını yok saymaktır.
Devlet istatistik enstitüsünün yıllık enflasyon rakamları, zorlama belirlemelerle %12’ye yaklaşırken bunun 1/3’i anlamına gelecek teklifi hükümet hangi hakla açıklamaktadır. Yıllardır kamu çalışanları ve emeklilerine yapılan zamlar, yaşanan enflasyonun çok çok gerisinde kalarak, neredeyse bütün kamu çalışanlarını ve emeklilerini yoksulluk sınırı altında ücret alır duruma getirmiştir. Buna rağmen bugüne kadar yeterli tepkinin ortaklaştırılamamış olmasından da cesaret alan hükümet, yok hükmündeki bu teklifi getirebilmiştir.
Buradan çağırıyoruz; %’lik oran yerine elektriğe, doğalgaza, gıdaya gelen zamları birlikte tespit edelim. Buna göre zam oranını birlikte belirleyelim ya da siz bu başlıklara getirdiğiniz zamları bize yaptığınız %3’lük oranlara geri çekin.
Hükümetin kamu çalışanları ve emeklilerin onurlarıyla oynamaya hakkı yoktur.
Övüne övüne büyüme rakamlarını açıklarken takındıkları tutumla, bu tekliflerinin asıl bağdaştığını, %8 ve 10’luk büyümelerin kimler için olduğunu da çıkıp açıklasınlar.
Buradan bir kere daha sesleniyoruz:
İnsanca Yaşayacak Bir Ücret İstiyoruz!
AKP'nin hükümet olduğu son on yıl boyunca kamu emekçilerinin maaşları sürekli olarak eridi. Her yıl %2-3 gibi zamlar kamu emekçilerine dayatılarak yoksulluk ve sefalete mahkum edildik. 2011 yılı başından itibaren doğalgaz, elektrik ve akaryakıtın yanı sıra temel tüketim maddelerine toplamda %30'u aşan oranlarda zam yapıldı. "Ekonomimiz büyüyor, dünyanın en büyük 17. ekonomisi olduk" diyerek övünen hükümet sıra kamu emekçilerine gelince "kaynak yok" yalanının arkasına sığınıyor. Daha geçen ay çıkardığı yasayla sermayeye milyarlarca lira teşvik aktaran hükümetin dayatmalarına teslim olmayacağız. Kamu emekçileri insanca bir yaşamı hak etmektedir. 2012 yılı için en düşük kamu emekçisi maaşı 2.145 TL'ye yükseltilmeli, tüm kamu emekçilerinin maaşlarına %30 zam yapılmalıdır.
Tüm Ek Ödemelerin Emekli Aylığımıza Yansıtılmasını İstiyoruz!
AKP hükümeti döneminde yaygınlaşan bir diğer uygulama da, ek ödeme adı altında yapılan ödemelerdir. Birçok kamu emekçisinin maaşlarının yarısına ulaşan ek ödemeler ısrarla emekli keseneklerimize yansıtılmamaktadır. Örneğin, 2.000 TL. maaş alan bir kamu emekçisinin maaşı emekli olduğunda 1.000 TL civarına düşmektedir. Yine 3 Kasım 2011 tarihinde çıkarılan 666 sayılı KHK ile kamudaki ücret eşitsizliği daha da derinleştirilmiştir. "Eşit işe eşit ücret" adı altında başta öğretmenler olmak üzere yüz binlerce kamu emekçisi bu düzenlemenin dışında bırakılmıştır. Kamu kurumlarında farklı adlar altında ödenen tüm ek ödemelerin (ek ders ücreti vb.) esas maaşımıza eklenmesini, gerçek anlamda eşit işe eşit ücret ilkesinin yaşama geçmesi için yaratılan mağduriyetlerin bir an önce giderilmesini istiyoruz.
Ücretlerimizin Vergi Dilimi Artışından Etkilenmemesini İstiyoruz!
Maaşlarından %15 oranında vergi kesilen kamu emekçilerinin maaşları her yılın ilk yarısında vergi diliminin kademeli olarak önce %20'ye, yılın ikinci yarısında da %27'ye yükselmesinden dolayı sürekli azalmaktadır. Kamu emekçileri yılbaşında aldığı maaşı ancak 3-4 aylık sürede alabilmekte, sonraki aylarda maaşları sürekli azalmaktadır. Bu adaletsizliğe son verilmesini, maaşlarımızın vergi dilimi artışlarından etkilenmeden net olarak ödenmesini istiyoruz.
Güvenceli İstihdam İstiyoruz!
AKP hükümeti döneminde kamuda sözleşmeli, taşeron v.b. farklı statülerdeki güvencesiz çalıştırma uygulamaları hızla artmıştır. Devlet eliyle güvencesiz, esnek ve sendikasız çalıştırma özendirilmektedir. Kamuda işçi ya da kamu emekçisi ayrımı yapılmadan bütün esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma biçimlerine son verilmesini ve tüm emekçilerin iş güvencesine sahip olarak çalıştırılmasını istiyoruz.
AKP HÜKÜMETİNİ BİR KEZ DAHA UYARIYORUZ! TALEPLERİMİZ KARŞILANMAZSA 23 MAYIS’TA GREV HAKKIMIZI KULLANACAĞIZ. GREVE ÇIKACAĞIZ
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Değerli Basın ve Kamuoyuna;
Yaşadığımız her yerde; evde sokakta, işyerinde, kadın katliamları, şiddet, taciz ve tecavüz durmak bilmiyor. Ne Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına dair Kanun ne yargı kararları kadına yönelik şiddeti durdurmuyor.
Siirt'te, şiddet gördüğü eşine açtığı boşanma davası sürerken, uçurumun dibinde cesedi bulunan 25 yaşındaki öğretmen Esin Güneş davası, kaza sonucu düştü denilerek kapatılmıştı. Ailesinin ve kadın örgütlerinin girişimleriyle açılan davada bilirkişi Esin Güneş’in kaza sonucu değil itme sonucu düştüğü ve yaşamını yitirdiği sonucuna vardı. Esin Güneş’in eşi ve taksici arkadaşı tutuksuz yargılanıyor.
27 Mart’ta İzmir’de rüyasında eşinin kendisini aldattığını gören Mehmet G ,Fatma G’yi yüzünden bıçaklayarak ağır yaraladı Ayşe İnce, boşanmak istediği kocası ölümle tehdit ettiği için şikayette bulunduktan bir hafta sonra kocası tarafından öldürüldü. Kocanın İnce'ye daha önce de bıçakla saldırdığı, kadının şikâyeti üzerinde gözaltına alındığı ancak savcılık ifadesinin ardından serbest kaldığı ortaya çıktı. Yine 26 Nisan’da İzmir’de Havva K. boşandığı eşi tarafından sokak ortasında bıçaklandı.
Narife Çekcek sınıfta öğrencilerinin gözleri önünde bıçaklanarak yaralandı.
Bianet’in tutuğu çeteleye göre Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun 8 Mart’ta yürürlüğe girdikten sonra Mart ayında 12 kadın yaşamını kaybetti. Bunlardan 4’ü koruma talep ettiği halde korunmadı ve erkekler tarafından öldürüldü.
Bu olaylar kadına yönelik şiddetle mücadelenin yalnızca yasal düzenlemelerle önlenemeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Asıl sorun şiddeti besleyen türlü mekanizmaların ortadan kaldırılmasıdır. Kadını ikincil gören onu birey olarak değil ailenin bir parçası olarak ele alan ve yasal düzenlemeleri bu çerçevede yapan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kamu görevlileri görevini yapmadıkları için kadınlar şiddete maruz kalıyor mealindeki serzenişlerini bırakmalı, konuyu asayiş sorunu olarak ele almaktan vazgeçmelidir. Biz kadınlar karakolda güvenlik güçlerinden dayak yiyen ya da güvenlik güçlerinin yanı başında bıçaklanan kadınları unutmadık. Yaşananlar kadına yönelik şiddetin yalnızca güvenlik meselesine indirgenemeyecek düzeyde olduğunu bariz bir biçimde göstermektedir.
Kadın bedeni üzerine rahatlıkla söz söyleme hakkını kendinde gören bir başbakanın, kadını, birey olarak ele almayan kadının varlığını aile içinde tanımlayan bir Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının şiddetle mücadelede başarılı olmayacağı açıktır. Çünkü bizzat kendisi, şiddeti besleyen erkek egemen zihniyetin taşıyıcısı durumundadır. Erkek akıl erkek yargı, erkek devlet anlayışı değişmedikçe, bununla ilgili ekonomiden siyasete medyadan eğitime kadınları güçlendirici önlemler alınmadığı müddetçe şiddetin önlenemeyeceği; diğer türlü atılan adımların göstermelik düzeyde kalacağı bilinmelidir.
Unutulmamalıdır ki şiddet şiddeti besler. Ülkemizde ve bölgemizde devam eden çatışmalı ortam, Kürt sorunu başta olmak üzere sorunların çözümünde izlenen militarist yaklaşım,bireysel silahlanmanın önünü açan düzenlemeler ..vb pek çok uygulama bir yandan toplumsal şiddeti tırmandırırken diğer yandan kadına yönelik şiddeti de besleyen etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öte yandan N.Ç ve Fethiye davası ile ilgili yargı kararları tecavüzcüleri cesaretlendirmekte, kadınların adalete olan inancını zedelemektedir. Tecavüzcüler, tacizciler yargı kararlarıyla aklansa da kadınların vicdanının bu kararları kabul etmeyeceği açıktır.
Eğitim Sen’li kadınlar olarak yaşanan şiddet olayları karşısında sessiz kalmayacağımızın, başta Öğretmen Esin Güneş olmak üzere katledilen kadınların davalarının takipçisi olacağımızın ve gerçek adalet sağlanıncaya dek mücadelemizi yılmadan sürdüreceğimizin bir kez daha tüm kamuoyu tarafından bilinmesini istiyoruz.
Şube Yürütme Kurulu Adına
Esra ARSLAN KÖSELE
Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri
SÜRGÜNLER GERİ ALINSIN, BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ!
Değerli Basına ve Kamuoyuna;
Bugün burada AKP iktidarı ile ilimizde de artan sürgün ve kıyım terörüne dur demek için toplanmış bulunmaktayız.
Abbas-Sıdıka Çalık Anadolu Lisesinde görev yaparken demokrat tavırları ve çalışmaları suçmuş gibi gösterilip öğrencilerini aydınlatma ve geliştirme kapsamında düşünmeyi, araştırmayı ve sorgulamayı öğretmek isteyen Nasır YILDIZ öğrencilerini 1 Mayıs konusunda bilgilendirme BOP projesiyle ilgili araştırma verme, Felsefe kulübünde 8 Mart kapsamında kadın sorunlarını tartışma, öğrencileriyle fazla samimi olma gibi davranışları suçmuş gibi gösterilerek Mayıs ayı içinde geldiği söylenen şikayet dilekçeleri üzerinden sürgün edilmiştir.
Bu uygulamalarla çağdaş, soran sorgulayan eğitim yaklaşımı birilerinin düzenini bozmuş olsa gerek ki yazılı savunması bile alınmadan Anadolu lisesi öğretmenliği kadrosu elinden alınarak sürgün edilmiştir. Bu öğretmen arkadaşımız çalışmalarıyla 2010-2011 Felsefe dalında ÖYS sınavlarında öğrencilerini Adana’da birinci yapmıştır.
Türkiye çapında 550 okulun katıldığı Felsefe Olimpiyatlarında Okulunu On birinci sıraya yükseltmiştir. Adana’da en iyi dereceyi sağlanmıştır. 2011 – 2012 öğretim yılında çalıştırdığı erkekler tenis takımı liseler arasında birinci olmuştur. Ödüllendirilmesi gereken bu arkadaşımız belirli çevrelerce yönlendirildiğinden kuşkulandığımız ifadelerle ve okul içinde yanlı diye düşünülebilecek bazı öğretmen ve öğrencilerin ifadeleriyle, rehber öğretmenden bile suçlamalarla ilgili ifade alınmadan cezalandırılmış Şehit İdari Ataşe Bora Süelkan Teknik ve Endüstri Meslek Lisesine sürgün edilmiştir.
Kendinden olmayanı düşman belleyen zihniyete öfkemizi haykırmak, daha da önemlisi baskıların bizleri yıldıramayacağını haykırmak için buradayız.
Sürgün, insanca yaşama ve çalışma hakkına müdahale demektir… Ölüm cezasından sonra tarihin en eski cezası olarak bilinir. Kısaca egemenlerin iktidarlarını korumak amacıyla, kendilerinden olmayanlara uyguladığı bir ceza yöntemidir sürgün.
Sürgün cezası Türk Ceza Kanunundan 1965 yılında çıkarılmış olmasına rağmen sürgünler her dönem farklı isimler adı altında bugüne kadar bir yıldırma amacıyla uygulanmıştır.
Grev ve toplu iş sözleşmesi hakkını elde etmek için yaklaşık olarak 20 yıldır alanlarda ve işyerlerinde kararlı ve direngen mücadelesini sürdüren üyelerimize yönelik olarak çeşitli karalama kampanyaları düzenlenmiş, baskılar, idari soruşturmalar, adli kovuşturmalar, sürgünler, gözaltılar ve tutuklamalar yoluyla haklı ve meşru mücadelemiz engellenmeye çalışılmıştır.
Demokratikleşme vaatleriyle işbaşına gelen AKP Hükümeti döneminde de KESK'e bağlı sendikaların üye ve yöneticileri açısından değişen bir şey olmamış, baskı, sürgün ve cezalandırma politikaları terk edilmemiş, aksine, daha da katmerli bir hale getirilmiş bulunmaktadır.
Sendikal faaliyetlerin engellenmemesi konusunda, Başbakanlık tarafından, 06.06.2002 tarih ve 2002/17 sayılı, 12.6.2003 tarih ve 2003/37 sayılı, 02.06.2005 tarih ve 2005/14 sayılı 30 Ocak 2010 tarih ve 2010/2 Sayılı Başbakanlık genelgelerine de aykırı davranılarak KESK üyelerine baskı yapılıp, sürgüne gönderiliyor.
4686 sayılı sendikalar kanununda SENDİKA ÜYELERİNİN VE YÖNETİCİLERİNİN GÜVENCESİ başlıklı bölümde;
Madde 18 - (Değişik madde: 24/06/2004 – 5198 S.K./3. md.) “… Kamu işvereni, işyeri sendika temsilcisi ile sendika ve sendika şube yöneticilerinin işyerini haklı bir sebep olmadıkça ve sebebini açık ve kesin şekilde belirtmedikçe değiştiremez.” Hükmü yer almaktadır.
Değerli basın,
Sürgünler siyasi iktidarların geçmişten bugüne uyguladığı baskı aracı olması bizleri yolumuzdan alıkoyamadı, koyamayacakta. Eğitim Sen üzerinde AKP iktidarı aracılığıyla estirilen terörün boyutları hiçbir dönem azalmamış arttırılmıştır. Eğitim Sen her türden gerici saldırıları püskürtecek birikim ve deneyime sahiptir. Sürgün edilen arkadaşımızın yanında olduğumuzu her şart altında arkadaşımıza sahip çıkacağımızı kamuoyuna duyuruyoruz.
Yaşasın sendikal mücadelemiz!
Sürgünler geri alınsın-Baskılar bizi yıldıramaz!
Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu Adına
Kamuran KARACA
Şube Başkanı
KESK'li Tutuklular Derhal Serbest Bırakılsın
Bilindiği gibi 13 Şubat 2012 tarihinde 15 Kadın yönetici ve üyemiz gözaltına alınmış, 16 Şubat tarihinde 9 arkadaşımız tutuklanmıştır.
KESK’e yapılan baskıların, yönetici ve üyelerimize uygulanan hukuksuzluğun son bulması ve KESK’li tutukluların serbest bırakılması talebimizi bir kere daha dile getiriyoruz.
Türkiye’de son dönemde sendikalara, emek ve demokrasi mücadelesi yürüten kesimlere yönelik yoğun baskı ve sindirme uygulamaları yaşanmaktadır. AKP Hükümeti bir taraftan sendikal alanı “tek tip” hale getirecek ve sendikal mücadeleyi “hükümetin güdümünde” biçimlendirecek yasal değişikliklerin hazırlıklarını yaparken, diğer taraftan, iktidarın anti demokratik uygulamalarına boyun eğmeyen, baskılar karşısında sesini yükselten Eğitim Sen ve KESK’e bağlı diğer sendikalara karşı büyük bir tahammülsüzlük göstermekte, sendika şubelerimize yönelik baskın ve gözaltılarla bizleri susturmak istemektedir.
Özellikle 4+4+4 yasası ve 4688 yasasıyla ilgili düzenlemelerde tepkilerini ve taleplerini iletmek isteyen KESK’lilere yönelik yapılan baskılarda görüldüğü gibi sendikalarımıza yönelik yıpratma girişimleri yoğunlaşmıştır.
Son dönemde örneklerini sıkça görmeye başladığımız bu tür baskın ve gözaltıların yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı, demokratikleşme, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi yönünde “yargı paketleri”nin hazırlandığı bir dönemde gerçekleşmiş olması düşündürücüdür. Yaşanan baskın ve gözaltılar, KESK’e bağlı diğer sendikalar açısından şaşırtıcı olmadığı gibi, yıllardır kararlılıkla yürüttüğümüz fiili meşru mücadeleden ve anti demokratik uygulamalar karşısında gösterdiğimiz tepkilerden duyulan rahatsızlığın sonucudur.
KESK’e bağlı sendikalara yönelik yaşanan polis baskınları ve söz konusu baskınların biçimi, tamamen haklı mücadelemizi yıpratmaya ve kamuoyunun kafasında soru işaretleri oluşturmaya ve KESK’i hükümetin belirlediği sınırlar içinde hizaya getirmeye yöneliktir. Ancak bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da KESK’i ve bağlı sendikalarını sindirmeyi ve haklı mücadelesinden geri döndürmeyi başaramayacaklardır.
Bizleri baskı altına almaya çalışan, haklı mücadelemizden döndürmeyi amaçlayan her türlü hukuk dışı ve fiili uygulamaların karşısında geçmişte olduğu gibi, bugün de sesiz kalmayacağız. KESK ve bağlı sendikalar üzerindeki baskıların son bulmasını, üye ve yöneticilerimize yönelik yıldırma ve sindirme uygulamalarına son verilmesini istiyoruz.14.04.2012
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
TOPRAĞIMIZA, ÜNİVERSİTEMİZE, ÖĞRENCİMİZE, ÜLKEMİZE SAHİP ÇIKIYORUZ
5 Nisan 2012 tarihinde saat 10.00 sularında Adana Bilim ve Teknolojisi Üniversitesinin talebi ve Adana Valiliğinin talimatı ile çok sayıda çevik kuvvet polisi, onlarca sivil polis eşliğinde daha önce Çukurova Üniversitesi'ne tahsis edilmiş ve Ziraat Fakültesi tarafından “Narenciye Araştırma ve Gen Bahçesi” olarak kullanılan ve örneği dünyada da nadir olan alana; Rektör Prof. Dr. Alper Akınoğlu’nun ve olaydan haberdar olup gelen üniversite öğretim üyesi, öğrenci ve çalışanların yapılanın yasalara aykırı olduğunu belirtmelerine karşın Çevik Kuvvet Müdürünün emri ile zor kullanılarak ve çoğumuz darp edilmek suretiyle iş makinelerinin sokulması; yetkililerin toprak ve gen miras ve değerlerini yok saymasının ötesinde hukuk devleti ve yetişmiş üniversite mensuplarını da yok saymalarının acı bir örneğini oluşturmuştur.
Türkiye’deki narenciye üretiminin %75’inin yapıldığı bölgede genetik materyallerin sağlandığı tek merkez, şimdi yerleşime açılmak istenmektedir. Çukurova Üniversitesinde 1976 yılında 1100 dekar alan üzerine kurulan ve 903 farklı narenciye çeşidi 13 Avokado ve 17 Pikan cevizi olmak üzere farklı gen çeşit materyalinin bulunduğu alan bugün yok edilmek istenmektedir. Dünyada sınırlı sayıdaki önemli narenciye genetik bahçelerinden biri olan bu merkezin yerine yeni üniversite yerşelkesinin açılmasının ne yeni üniversiteye, ne bölgemize ne de ülkemize yararı olacaktır.
Çukurova Üniversitesinin öğretim üyeleri olarak Adana Bilim ve Teknolojisi Üniversitesinin Adana’nın başta sanayisi olmak üzere diğer tüm sektöre katkısının olacağını düşünüyoruz. Yeni üniversiteye taraf olduğumuzu ancak, yer olarak seçilen alanın birinci sınıf sulu ve mutlak tarım arazisi olması nedeniyle itiraz ettiğimiz belirtiyoruz.
Öğretim üyeleri şiddete karşıdırlar. Bilim insanları özerk kişiler olarak her türlü otoritenin etkisinde uzak ülkesinin başarısı için çalışan kişilerdir. Becon’un “bilgi güçtür” ifadesi ile güç biziz. Üniversitelerin tarihsel misyonu toplum yararına çalışmaktır. Bilimsel sorumlukları gereği çalışma materyalleri olan arazisini, genetik materyallerini sonuna kadar korumak zorundadırlar.
Konuyu kamuoyunun bilgisine sunmanın yanı sıra YÖK, İçişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı makamından da gerekli duyarlılığın gösterilmesini, kamu malları ve ortak miras ve değerimiz olan verimli tarım topraklarının ve gen hazinelerinin korunması için gerekli tedbirleri almalarını, hukuk dışı fiili durumlar yaratanlar ve aksi yönde hareket eden sorumlular hakkında işlem yapmalarını bekliyoruz.
Başta Öğretim Üyelerimiz, Öğrencilerimiz olmak üzere Üniversitemizin tüm mensuplarına yapılan bu saldırıyı KINIYORUZ. Üniversitemize, Hocalarımıza, Öğrencilerimize ve toprağımıza sahip çıkacağımızı kamuoyuna saygı ile duyururuz. 06.04.2012
Çukurova Öğretim Elemanları Derneği
ZMO-Adana
TMMOB-Adana
Eğitim Sen
Adana Tabip Odası
ÇETKO adına
Doç. Dr. Sedat TÜRKMEN
12 EYLÜL DÖNEMİNİN TÜM SORUMLULARI VE CUNTACILARIN TAMAMI YARGILANMALIDIR.
12 Eylül Türkiye için büyük bir gözaltı idi. Yaklaşık 1 milyon kişinin gözaltına alındığı, bütün evlerin arandığı, binlerce ton kitabın yakıldığı, insanların işkencelerde, idam sehpalarında öldürüldüğü, sendikaların kapatıldığı, bütün demokratik mekanizmaların ortadan kaldırıldığı bir dönemdi. Ülke, dışarısı ve içerisi ile büyük bir cezaevine çevrilmişti. Tutuklananlar aylarca ve hatta yıllarca duruşmaya çıkarılmadılar. Sistemli olarak cezaevlerinde yapılan işkencelerde yaşamlarını yitirenler oldu. İlhan ERDOST kaba dayak yüzünden Mamak'ta beyin kanaması geçirerek yaşamını yitirdi. Daha başkaları aynı sonu paylaşırken çokları da sakat kaldı.
12 Eylül 1980, bir karabasan gibi gelip kentlerimize, caddelerimize, sokaklarımıza, okullarımıza kara bayrağını astığı gündür. Radyolardan sürekli olarak Kenan Evren’lerin sesini duyduk, televizyonlardan görüntülerini izledik, yazılı basından haberlerini okuduk.
Kenan EVREN, dilinde Kuran ayetleri alanlarda kitlelerin karşısına çıkmış, kendini yalan ayetlere vermişti. Sözüm ona dinsel öğelerin yapıştırıcılığına soyunulmuş, her köşe başı Kuran kurslarıyla donatılmıştı. İmamlara Suudi Arabistan kaynaklı parasal destek verilmesi günün modası sayılırdı. Laiklik ikiyüzlü Atatürkçüler tarafından bol bol konuşulmasına karşın, toplum tarikatçıların otlağına çevrilmişti. O dönemde devlet tarafından iyice palazlandırılan köktendinciler, hem mali açıdan hem de kitle desteği olarak iyice güçlenmişler, yaşamın her alanına sızmışlardı. Gün onların günüydü ve toplumu çağdışı bir karanlık tehdit eder hale gelmişti. Fethullah Gülenler ve daha başka karanlık yüzlü hocalar kıyı bucağı iyice doldurmuşlardı. Amerika tarafından kuruluşu ve iktidara gelişi desteklenen ANAP tarikatların kontrolünde siyasi gücünün doruğuna ulaşmıştı. Bugün AKP’de aynı süreci yaşamaktadır.
İyice budanmış olan 1961 ANAYASASI, 1982 ANAYASASI ile yürürlülükten tamamıyla kaldırılmış, temel hak ve özgürlükler sonuna kadar kısılmıştı. 1982 ANAYASASI demokrasi karşıtı bir uygulama ile %90'ları aşan bir çoğunlukla kabul ettirilmiş ve 12 Eylülcülerin yaptıklarından dolayı yargı önüne çıkarılamayacaklarına dair bir yasa maddesi de Anayasa'ya konulmuştu.
Yaşları küçük olmasına karşın, Erdal EREN ve Necdet ADALI ölüm cezası almış ve karar hiçbir aşamada düzeltilmeksizin ölüm cezaları infaz edilmişti. Dönem; Yasaların hiçe sayıldığı bir dönem olup, uygulamalar neredeyse açıktan açığa öç alımına dönüştürülmüştü. Ülke içinde hiç kimse hak ve özgürlüklerini kullanamaz duruma getirilmişti. O dönem, başını Aziz NESİN'in çektiği ve AYDINLAR DİLEKÇESİ olarak bilinen dilekçeciler cuntanın hışmına uğramaktan kurtulamamıştı. Tutuklamalar, yargılamalar yıllarca sürmüş, baskı ve yıldırma politikası bir karabasan gibi ben aydınım, ben Kürdüm, ben Aleviyim, işçiyim, emekçiyim, öğrenciyim diyenlerin tepesine çökmüştü.
12 Eylül anlayışının bir darbesi de eğitim işini yapan öğretmene oldu. Birçok yurtsever öğretmen suçlu gibi görüldü. Binlercesi 1402 sayılı yasayla (Sıkıyönetim Yasası) işinden, yerinden edildi. 200 bin üyeli en büyük öğretmen örgütü TÖB-DER yöneticileri haksız yere tutuklandı, yıllarca hapis yatırıldı.
TDK ve TTK devlet dairesi durumuna sokuldu. Kitabı düşman bildi onbinlerce kitap yakıldı ve toplatıldı. Kitap, suç aracı olan silahlarla birlikte gösterildi. Anayasaya zorunlu din derslerini koyarak Öğretim Birliği Yasası'nı bozdu.
Bugün bu karanlık tarihle hesaplaşmak 12 Eylül düzeni karşısında, özgür, eşit ve demokratik bir Türkiye’yi savunmak, onun için mücadele etmek anlamına geliyor. 12 Eylül ile hesaplaşmak, her türden gericiliğe ve emperyalizme karşı bugün özgürlükçü ve eşitlikçi düşüncelerin toplumda yaygınlaştırılması anlamına geliyor.
Topluma karşı suç işlemiş, işkence ve idam sehpalarında insanların ölmesine neden olmuş olan dönemin tüm sorumluları yargılanmalıdır, 12 Eylül hukukuna son verilerek demokratik, eşitlikçi bir anayasa hazırlanmalıdır. Tüm toplum kesimlerinin katılımıyla demokratik bir tartışma ortamı yaratılmalı, demokratik bir anayasa hazırlanarak, yurttaşların demokratik hak ve özgürlüklerinin korunması, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının giderilmesi devletin anayasal sorumluluğu olmalıdır.
Bizler bu karanlığa karşı, demokratik ve aydınlık bir Türkiye mücadelemizi sürdürürken, 4 Nisan 2012 tarihinde Ankara’da görülecek olan davada 12 Eylül’ü yaratanların yargılanması sürecinde tek başına Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanması darbenin yargılanması anlamına gelmez.
Göstermelik yargılamalarla halkın vicdanının tamir edilmesi ve halkın kırılan onurunun düzeltilmesinin mümkün olamayacağı ortadadır. Sistemin yargılanması ve tüm sorumluların yargı önüne çıkarılması gerekmektedir. İnsanlığa karşı işlenen suçlar mutlaka yargılanmalıdır. 12 Eylülcüler yalnızca darbe yapmadılar. Onlar insanlığa karşı da suç işlediler. Ve insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı uygulanmamalıdır.
12 Eylül'ün karanlığına rağmen bu ülkede yıllardır mücadele edenler var. Biliyoruz ki 12 Eylül'den AKP'ye kadar darbecileri, gericileri ancak halkın örgütlü mücadelesi bu topraklardan kovabilir. Bunun için bizler 12 Eylül generallerinden hesap soracağız, Özel Harp Dairesi, JİTEM, Seferberlik Tetkik Kurulu gibi tüm kontrgerilla örgütlenmeleri dağıtılana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. 32 yıl da geçse, ne 12 Eylül generalleri, ne işbirlikçi sermaye, ne de darbenin diğer suç ortakları, darbenin çocukları; halka hesap vermekten kurtulamayacaklardır.
Darbelerle hesaplaşmak, emperyalizmle olan bağımlılıkla hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, emekçilerin haklarına yönelik saldırılarla hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, halkların kültür ve kimliklerini yok sayan tekçi, ırkçı, şoven anlayışla hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, zorunlu din dersleriyle, toplumun gericiliğin kuşatması altına alınmasıyla hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, işsizlikle, güvencesiz çalışma ve sendikal haklara saldırılarla hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, onun ürünü olan AKP iktidarı ile hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, bugünkü kapitalist sömürü ve baskı düzeni ile hesaplaşmaktır!
Saygılarımızla. 03.04.2012
İŞTE DARBENİN BİLANÇOSU:
Gözaltına alınanlar - fişlenenler
- TBMM kapatıldı,
Anayasa ortadan kaldırıldı,
Siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu.
- 650 bin kişi gözaltına alındı.
- 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
İdam edilenler - idam cezası istenenler
- Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
- 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
- 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı.
- 7 bin kişi için idam cezası istendi.
- 517 kişiye idam cezası verildi.
- Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı).
- İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi.
Ölümler ve işkence
- 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
- 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi.
- Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
- 14 kişi açlık grevinde öldü.
- 16 kişi “kaçarken” vuruldu.
- 95 kişi “çatışmada” öldü.
- 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi.
- 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi.
Yurttaşlıktan çıkarılanlar
- 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
- 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı.
- 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
- 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti.
Sakıncalı bulunanlar ve işten çıkartılanlar
- 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı.
- 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
- 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.
Hapsedilen ve öldürülen gazeteciler
- 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
- Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
- 31 gazeteci cezaevine girdi.
- 300 gazeteci saldırıya uğradı.
- 3 gazeteci silahla öldürüldü.
- Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
- 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
- 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
İMZACI KURUMLAR
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ (İHD) / TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI (TİHV) / ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ(ÇHD),
KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU/DİSK ADANA BÖLGE / ADANA TABİP ODASI / TMMOB ADANA İKK / TEZ KOOP-İŞ,
TÜMTİS ADANA ŞUBE / ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ / PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEĞİ / TUNCELİLER DERNEĞİ,
ANADOLU DER / ÖDP / DİP / TKP / ADANA HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ
(BDP, EDP, EMEP, ESP, TÖP, SDP, SGH, Sosyalist Parti, Türkiye Gerçeği, Kaldıraç)
Kurumlar Adına
HDK Adana Sözcüsü
Güven BOĞA