egitimsen2

egitimsen2

Bu Kahvaltı Etkinliği İl Dışından İlimize Yeni Gelen Üyelerimiz Ve Mart 2014 Tarihinde Buyana Sendikamıza Yeni Üye Olan Arkadaşlarla Buluşma Ve Tanışmak İçin Planlanan Bir Etkinliktir. Yaklaşık Olarak 250 Arkadaşımızı Tek Tek Aranıp Davet Edilmişlerdir. Ancak Birçok Arkadaşımız Mazeretleri Nedeniyle, Bu Gün Bizlerle Birlikte Olamayacaklarını İfade Etmiş Olup Süreç İçerisinde Bizlerle Olacaklarını Siz Dostlara Selam Ve Sevgilerini İletmemizi İstemişlerdir.

Emperyal Güçler Orta Doğudaki Enerji Kaynaklarına Kolayca Oluşabilmeleri İçin Beslemeleri Olan İŞİD Aracılığıyla Ortadoğu Halklarına Yönelik Bir Katliam Yaşanmaktadır. Bu Katliamları Kınadığımızı Huzurunuzda Bir Kez Daha İfade Ediyoruz.



 Ülkemizde İse Akp İktidarı Tarafından Desteklenen Ve Gözüne Kar Hırsı Bürünen İşçi Sağlığını Ve İş Güvenliğini Hiçe Sayan İşletmelerde Her Yıl Binlerce Güvencesiz Ve Taşeron Çalışan, Maden, Tarım, İnşaat İşçisi Yaşamını Yitirmektedir. 5 Ay Önce Somada 301 Maden Emekçisi Katledildiğinde Sözde AKP Tarafında Çıkarılan Torba Yasalarla İşçi Sağlığı Ve İş Güvenliği İle İlgili Yasal Düzenlemeler Yapılmıştı. Bizler Biliyoruz ki; Yasalarla Torbalanan İstanbul'daki Asansör Kazasından Yaşamını Yetiren İnşaat İşçilerinin Bedenlerdir. Isparta'daki Trafik Kazasından Yaşamını Yitiren Mevsimlik İşçilerinin Bedenleridir, Ermenek'te Göçük Altından Yaşamını Yitiren Emekçilerinin Bedenleridir. Ermenek'te ve Isparta'da Yitirdiğimiz Emekçileri Saygı İle Anıyor, Acılarını Paylaşıyor, Ailelerine ve Sevenlerine Başsağlığı Diliyoruz.

AKP ve Küresel sermaye, emekçilerin haklarına ve sendikalarına azgınca saldırıyor. Üretim ve istihdam biçimlerindeki değişiklikler, hak ve özgürlüklerin budanması ve sermayenin ideolojik saldırısı karşısında sendikal politikaların ve örgütsel yapıların geliştirilmesi zorunluluğuyla karşı karşıyayız.
Gücünü ve yetkisini üyelerinden almayan, sadece görüşme ve diyaloglarla sorunların çözülebileceğini savunan bürokratik sendikal anlayış çürümeye mahkûmdur. Çalışmalarıyla emekçilerin sorunlarını bilince çıkartan ve farklı statülerdeki emekçileri bir araya getirerek, emekçilerin birleşik mücadelesinin ve ortak örgütlenmesinin yolunu açan sendikal yaklaşımlar, mücadeleye ivme kazandırır ve kazanımlara imza atar. Sendikanın eğitim-örgütlenme ve mücadele perspektifi, üyeleri tarafından yaşam buldukça hedeflere ulaşmak kolaylaşır. Üyelerin sendikal faaliyetlere katıldıkları, kendilerini sendikanın bir parçası olduğunu kavradıkları takdirde, kendi geleceklerinde söz sahibi olmaya karar vermiş olacaklardır. Mücadele tarihimizin de gösterdiği gibi hak ve özgürlükler, yasa ve yasaklardan önce gelir.


 Sendikal yapıları ayakta tutma ve yeni kazanımlar sağlamada, üyenin karar alma süreçlerine katılması sendikamızın itibar ve etkinliğini artırır. Sendikaların gücü üyeleriyle bağının sağlamlığıyla ölçülür. Üyeleriyle bağını iyi kuramamış sendikalar, sayısal büyüklükleri ne olursa olsun sınıf hareketine, sendikal mücadeleye ve demokratikleşme mücadelesine katkıda bulunamazlar. Üyesinden gelen talepleri doğru tespit edemeyen, politikalarını üyelerinin katkısı ve gücü ile oluşturamayan, üyelerine kulak tıkayan sendikalar gün geçtikçe toplumsal rollerini ve güçlerini yitirirler.
Her üyenin işyerindeki tutumu duruşu önemlidir çünkü Sermaye ile emek arasındaki çatışma ve çelişkilerin ilk işaretleri işyerlerinde görülür. İşveren ister özel sermaye ister devlet olsun, çalışma koşullarındaki olumsuzluklar ilk olarak işyerlerinde hissedilir. Ücretlerin düşüklüğü, çalışma saatleri, ayrımcılık, izinler, haksızlık ve baskılar gibi bir dizi sorun önce işyerlerinde açığa çıkar. Adalet ve eşitlik sağlanması, insanca çalışma düzenine kavuşulması isteğinin yarattığı huzursuzluğun, sendikal örgütlenmeye ve ortak mücadeleye evrilmesinde işyeri örgütlenmeleri devreye girer. İşyeri eksenli çalışmalar, sendikal örgütlenmelerin ilk, kalıcı ve geliştirilmesi gereken adımlarıdır.

  Sorunların açığa çıkarılması, çözümlerin geliştirilmesi ve hayat bulmasında atılacak ilk adımlar işyerlerinden başlar. Sendikalar kolektif sorumluluk taşıyanların kolektif bir örgütüdür. Devlet ve işverenden bağımsız, sınıf ve kitle sendikacılığı temelinde örgütlenmiş sendikal yapılar için, üyelerin görüş ve önerilerinin alınması hayati önem taşır. Üyesi ile doğrudan ilişki kuramayan bir sendikanın, süreç içinde üyelerinden kopmaları kaçınılmazdır. Sendikal faaliyetin içselleştirilmesi, sendikanın üyelerden oluşan canlı bir organizma olarak kavranılması, işyeri örgütlenmesinin gücünü ve mücadelenin etkinliğini artırır.


  Üyelerin, sendikalarıyla ve sendikal politikalarla özdeşleşmesi, "sendika benim, sendika biziz" diyebilecek bir noktaya gelmesi, yürütülen mücadelenin etkisi ve kazanımları açısından çok önemlidir.
Sendikasının aldığı kararlarda katılımı sağlanmayan, sendikasına yabancılaşan üyelerin sendikal faaliyetlere, eylem ve etkinliklere katılımı beklenemez. Benzer biçimde sendikal faaliyetlere kuşku ile yaklaşan ve sendikanın ayrı bir yapı olarak kendi hakları için mücadele yürütmesini bekleyen emekçilerin bilincinin dönüştürülmesi zorunluluk olarak bilinir. Sendikamız için büyük önem taşıyan her üye işyeri örgütlenmesi süreci içerisinde yer almalıdır. İşyeri örgütlenmesi, günlük olarak kavranılması ve planlanması gereken kurumsal bir faaliyettir. İşyerlerinde sağlanacak kurumsallaşma, sendikaları güçlü kılmanın önemli adımlardan biridir. İşyeri örgütlenmesi, İşyerinde yürütülen sendikal faaliyetlerin hukuksal temellerinin yaratılması, demokratik ilkelerin işyerinde hayat bulması için yürütülen mücadelenin bir parçasıdır.


İşyerlerinde sendika, üyelerin duruşu ve etkinliği ile ete kemiğe bürünür. İşyeri temsilcileri, o işyerinde çalıştıkları için her zaman emekçilerle iç içedir. İşyerinin koşullarını ve emekçileri yakından tanıma ve gözleme olanağına sahiptir. İşyeri temsilcileri, hem sendika üyelerini hem de üye olmayan emekçileri sendikal politikalarla tanıştırmak ve sendikal faaliyetlerin işyerlerinde etkin bir biçimde yürütüme sorumluluğunu taşır.

 

 

Bir maden kazası daha yürekleri dağladı. 18 can toprak altında. Bekleyişler inatla ve ısrarla sürüyor.  Acılar ve öfkeler kadınların, çocukların dudaklarından, gözlerinden bir başka yansıyor onları izleyen insan topluluklarına. Kazalara kader diyen bir anlayış karşısında işçi yakınlarının haklarını aramaları, hesap sormaları daha zor ve zahmetli görünüyor.

 

KAZA BÖLGESİNDEN HABERDE, KUŞ DA UÇURTULMUYOR. 

Heyetimizle kaza bölgesine giderken üç kez güvenlik güçleri tarafından durdurulduk. Madenci aileleri ise bir çadıra sığdırılmış onun dışında özellikle gazetecilerle iletişim yapması engellenmeye çalışılıyor.

Polisler, askerler, bakanlar ve korumaları bir başka görüntüye dönüştürmüş kaza bölgesini. Ailelerin gazetecilerle konuşmaları sınırlandırılmış, gazeteciler kaza bölgesini 100 metre öteden görecek bir şekilde konuşlandırılmış, bakanlar kendilerini bir müdürlük odasına atmış yöresel helva ve ekmeklerin tadına bakıyorlar. Konuklara da karınca kararınca ikram ediyorlar. Basına bir bilgi verilecekse arada sırada kaza bölgesini korumaları ile gezen bakanlar veriyor.

 

İŞÇİLERİN ÖLÜMLERİ, ÇALIŞMA KOŞULLARININ İLKELLİĞİ İLE PARALELLİK ARZEDİYOR

Fotoğraf kareleri her şeyi ne kadar anlatır bilemiyorum. Ama karelere yansıyan gerçeklikleri kendi gözlerimizle görünce bu bölgede yan yana dizilmiş diğer madenlerde olduğu gibi insan yaşamı sudan ucuz. İşveren kazanın “doğal afet” olduğunu belirtiyor. Ve bu açıklamaya Soma ve benzer kazaları “kader” diye açıklayan bir iktidarın bakanı tepki gösterebiliyor. Birbirlerinden yok farkları. Al birini, vur ötekine.

 

İşçilerin çalışma ortamlarını gezerken gözümüze çarpan en somut gerçeklik yer üstünün de bir o kadar güvenliksiz olduğudur. İşçiler yer altında ölüme ne kadar yakınsa yerüstünde de bir o kadar yakın.

 

KAZA BÖLGESİNDE İHH

AKP iktidarı basına ve kamuoyuna kaza ile ilgili her türlü çabayı gösterdiğini ifade ediyor. Ama ne ilginçtir ki devlet kaza bölgesinde kendi resmi kurumları ile her türlü ihtiyacı karşılamak yerine İHH üzerinden bazı ihtiyaçları karşılıyor. Kızılay'ın çadırı, İHH’nın TIR Mutfağı. İktidar kendi ile birlikte kaza bölgesine taşıdığı bu tür kurumları daha da meşrulaştırmak çabasında.

 

18 İŞÇİNİN YAŞAMINI ELİNDEN ALAN SUYUN TAHLİYESİNDEKİ DRAM

İşçileri yerin derinliklerinde ölümle buluşturan su çok cılız bir şekilde dışarıya tahliye edilmeye çalışılıyor. Suyun tahliyesi için kullanılan hortumların ucunda anneler, genç kızlar, çocuklar akan suya ağlayarak bakıyorlar. Suyun içinde bir umut arıyorlar. Ama su her geçen dakika daha da koyulaşarak, madenin o karanlık görüntüsünü yansıtarak akıyordu. Çünkü onlarda biliyor akan su, madene yeniden dolan suyu bile tahliye edemeyecek zayıflıkta.

 

ÖLÜMLERİN BİR NEDENİ DE ÖRGÜTSÜZLÜK

Soma, asansör kazası, Ermenek son zamanlarda kamuoyuna da yansıyan işçi ölümlerinin en dramatik olanları. Her ölümlü kaza örgütsüzlüğü yeniden gündeme getiriyor. İşçi sendikaları kazaların ardında zevahiri kurtarmak adına birkaç cılız açıklamayla sözde görevlerini yapıyorlar. Ama onlarda biliyor ki bu işin dolaylı olarak sorumluları da onlar. İşçi sendikaları var olan işçi sayılarını korumanın ötesinde son 10 yılda ciddi bir ilerleyiş kaydetmiş değil. İşçi ücretleri yerinde sayarken, toplusözleşmelerde komik artışlara evet denilirken, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında uzmanlaşmaya çalışılırken, örgütsüz işçilerin örgütlenmesi bir türlü ciddi gündem olamıyor. Bu durum da yeni ölümlere davetiye çıkarılıyor.

 Siyasal iktidardan işçi ölümlerini durdurması için bir beklentimiz yok. Ama İşçi konfederasyonları işçi ölümlerini azaltacak örgütlülüğü devreye sokmadığı sürece aynı derecede olmasa da işçi ölümlerinden dolaylı olarak sorumlu olacaklardır. 31.10.2014

Güven BOĞA

Eğitim Sen Adana Şube Hukuk Sekreteri

(Ermenek Gezi Heyeti Gözlemleri)

 

28 Ekim 2014 Salı günü öğle saatlerinde Karaman İli Ermenek İlçesinin Pamuklu köyü mevkiinde bulunan Has Şekerler Madenciliğe ait maden ocağında nedeni yaşanan su baskını sonucu 18 maden işçisi ocaktan çıkamamıştır.

Taşeronlaşma, güvencesiz, sendikasız çalışmanın simgesi haline gelmiş madencilik sektöründe işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarının geldiği nokta işverenin ağzından şu sözlerle ifade edilmiştir: “Kaçarsan kurtulursun.”

Kurdukları taşeron ve güvencesiz çalışma biçimlerine tek kelime etmeyen, bütün suçu ve sorumluluğu işçilere yıkan, ahlak ve normlardan yoksun bu sermaye düzeni daha kaç can alacaktır?

Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi çökmüş durumdadır. Bu çökmüş sistemin hiç bir işe yaramayan mevzuatında göstermelik düzenlemeler yaparak işi geçiştirmeye çalışan, taşeron ve güvencesiz çalışma ilişkilerine tek laf etmeyen bütün kesimler bu cinayetlerin baş sorumlularıdır.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini, kanlı birikimlerinin önünde engel teşkil etmeyecek biçimde göstermelik olarak düzenleyenler, bugün “güvenlik kültürü eksik” diye söylevler vermektedir.

Soma katliamının ardından, madenin sahibi olan TKİ’nin tek bir yetkilisinin bile soruşturulmasına izin vermeyenler bugün işçilere suç atmayı bir marifet bilmektedir.

Aslında madencilik sektöründeki gerçekler, denetim raporlarına yansımıştır. 2011 yılında yayınlanan Devlet Denetleme Kurumu raporunda sektöre dair şu çarpıcı tespitler yer almaktadır:

– Risk değerlendirmesi yapılmaması

– Taşeronluk/alt işverenlik uygulaması

– Üretim zorlaması

– Geçmiş kazalardan ders alınmaması

– Grizu riskine karşı önlemlerin yetersiz olması

– Kontrol ve degaj sondajlarının yeterince yapılmaması

– Delme-patlatma işlemindeki düzensizlikler

– Çalışanlarda CO maskesi bulunmaması

– Gaz izleme ve ikaz sistemlerinin yetersizliği

– Havalandırma yetersizliği

– Grizu emniyetli elektrikli cihaz ve ekipmanlar ile ilgili sorunlar

– Nefeslik-kaçamak yolu ile ilgili yetersizlikler

– Tahkimat ile ilgili eksiklikler

– Tahlisiye hizmetleri ile ilgili sorunlar

– Maden işletmelerinde gözetim (iç denetim) hizmetlerinin yetersizliği

– Teknik nezaretçilik vb. işletme içi denetim uygulamaları ile ilgili sorunlar

– Kamu birimleri denetimlerinin etkinsizliği

– Mesleki eğitim ve iş güvenliği kültürü noksanlıkları

Bu tespitlerin yapılmış olmasına rağmen ölümler devam etmektedir. Çünkü ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi çökmüş durumdadır. Başta madencilik ve inşaat sektörü olmak üzere son yıllarda yaşanan iş cinayetleri bu çökmüşlüğün en trajik ve kabul edilemez yüzünü bize göstermektedir.

Ülkemizde; yüksek risk taşıyan, kuralsız ve denetimsiz çalışan, mühendislik bilim ve tekniğinden uzak, teknik elemanın gözetim ve denetimi olmaksızın, tamamen ilkel koşullarda çalışan pek çok maden firması ya taşeron ya da rödovans ilişkileri içinde üretim yapmaktadır. Bu tür işletmeler açısından iş sağlığı ve güvenliği uygulamaları tamamen maliyet kalemi olarak görülmektedir. Maden firmaları maksimum karı elde etmek için en hızlı ve en acımasız üretim süreçlerini yaşama geçirme konusunda hiç tereddüt etmemektedirler.

Taşeronlaşma ve güvencesiz çalışma ilişkileri devlet ve sermaye işbirliğiyle temel birikim politikası olmuştur. İşverenlerin küresel kapitalist sistemde rekabet edebilmeleri ve birikim sağlayabilmeleri açısından ucuz işgücü ve düşük işletme maliyetleri temel önemdedir.

Taşeron ve güvencesiz çalışma biçimlerinin işçi sağlığı ve iş güvenliği uygulamalarını ortadan kaldırdığını görmezden gelmeye devam edenler,  yaşanan ve yaşanacak cinayetlerin sorumluluğunun hesabını mutlaka verecektir.

DİSK olarak diyoruz ki;  çökmüş bir sistemle bu iş cinayetleri önlenemez.  İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanını temel bir örgütlenme ve mücadele alanı haline getirme kararlılığında olan konfederasyonumuz, son dönemde hükümet ile görüşmelerde ve ILO’nun madencilik sektörüne dair toplantısında sürekli olarak işçi ölümlerinin durdurulması için yapılması gerekenleri ifade etmiştir:

  1. Sorunun temeli taşeronlaştırma, rödovans gibi güvencesiz çalışma ilişkileridir. Başta madenler olmak üzere tüm işkollarında bu ölüm ve sömürü düzenine derhal son verilmelidir.
  2. 6331 sayılı yasayla piyasalaşan işçi sağlığı ve iş güvenliği düzeni çökmüştür. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında sendikalar, meslek oda ve birlikleri ve üniversitelerin katılımıyla özerk-demokratik bir kurumsal yapı oluşturulmalıdır.
  3. Yasaklarla, barajlarla, baskılarla sınırlanan sendikal örgütlenmelerin önündeki engeller kaldırılmalıdır. İşçiler ancak örgütlenerek “ölümüne çalışma” dayatmasına karşı durabilir.

Türkiye’de hızla artan iş cinayetlerini durdurmak için yapılması gerekenler bellidir ve DİSK bunları yıllardır ifade etmektedir. Ülkeyi yönetirken işçi sınıfının taleplerini duymayanlar, duymazdan gelenler, gereğini yapmayanlar, bu işçi katliamlarındaki sorumlulukları nedeniyle hesap vermelidir!

Artık yeter! Görmeyen gözler görsün, duymayan kulaklar duysun: Acilen tüm madenleri kamunun işleteceği ilan edilmeli, taşeron düzenine son verilmelidir!

Geleceğimizi karartan, işçileri yok eden bu ölüm düzenine karşı tüm gücümüzle direneceğiz!30.10.2014

 

DİSK-KESK- TMMOB- ADANA TABİP ODASI

 

Kurumlar Adına

Kemal ARSLAN

 

DİSK Çukurova Bölge Başakanı

Türkiye’de işçiler, 19. yüzyıl kölelik koşullarında çalıştırılmanın sonuçlarını en acı şekilde yaşamaya devam etmektedir. Karaman Ermenek’te faaliyet gösteren bir madende su borusunun patlaması nedeniyle 18 işçi mahsur kalmış, olayın üzerinden saatler geçmesine rağmen madendeki işçilere hala ulaşılamamıştır.

Son yıllarda Türkiye’nin dört bir yanında meydana gelen ve çok sayıda işçinin hayatına mal olan maden kazaları peş peşe yaşanması kesinlikle tesadüf değildir. Madenlerdeki çalışma koşulları işçilerin can güvenliğini tehdit eder boyutlara ulaşmış olmasına rağmen, işçilerin göz göre göre ölüme gönderiliyor olması dikkat çekicidir.

Soma’da yaşanan ve resmi kayıtlara göre 301 işçinin hayatına mal olan maden faciasının ardından, Karaman’da yaşananlar, yasal yükümlülüklerini yerine getirmemekte direnen maden sahiplerinin, en temel işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda atılması gereken adımları atmadığını göstermektedir. 

Türkiye’de özellikle son yıllarda yaşanan ve her yıl ortalama binden fazla işçinin hayatını kaybetmesine, on binlercesinin iş göremez derecede yaralanmasına yol açan karanlık tabloyu “iş kazası” kavramı ile açıklamak artık mümkün değildir.

Madenlerde kazaların yaşanmaması için alınması gereken önleyici tedbirlerin maliyet olarak görülmesi can kayıplarının yaşanmasının temel nedenidir. İşçilerin kanından beslenen mevcut sömürü düzeni, işçilerin çalışma koşullarını tam bir cehenneme çevirmekte, bu durum inşaatlarda, madenlerde yeni iş cinayetlerine zemin hazırlamaktadır.

Tüm bunlara rağmen yaşanan iş cinayetlerini “kader” , “fıtrat” diyerek geçiştirmeye çalışan,  dava açılmasını engellemek için ölen işçilerin ailelerine kan parası verilmesini bile öven bir Çalışma Bakanından ve hükümetinden emekçiler aleyhine olan bu tabloyu değiştirmesi elbette ki beklenemez. Çünkü her yaşanan iş cinayeti AKP Hükümetinin işçi sağlığı ve güvenliği için tedbirler almayı, denetimleri artırmayı, katliamların sorumlularını en ağır şekilde cezalandırmayı değil, tam tersine unutturarak, kanıksatarak sömürü çarkının devamını sağlamayı ilke edindiğini tartışmasız bir biçimde ortaya koymuştur.

Dün OSTİM’de,  bugün Karaman Ermenek’te yaşananlar, iktidarın ve maden sahiplerinin binlerce işçinin iş cinayetlerine kurban gitmesinden gerekli dersleri çıkarmadığını göstermektedir.

Öte yandan işçilerin kanından beslenen taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma başta olmak üzere çalışma yaşamını gittikçe daha güvencesiz hale getiren sistem sürdükçe iş cinayetlerinin devam edeceği açıktır. Bu nedenle KESK olarak tüm emek örgütlerini çalışanları 19. Yüzyıl koşullarına iten koşullara karşı mücadeleyi yükseltmeye çağırıyor,  madende mahsur kalan işçilerin en kısa sürede kurtarılması için her türlü olanağın seferber edilmesini ve olayda ihmali bulunanların hesap vermesini talep ediyoruz. 

Türkiye`de yaşayan farklı kimlik, kültür ve inançlara sahip halkların emperyalist işgale karşı omuz omuza verdikleri mücadelenin zaferle sonuçlanmasının ardından ilan edilen Cumhuriyet`in üzerinden 91 yıl geçti. 

Türkiye halklarının dönemin emperyalist güçlerine karşı bedenlerini siper ederek kazandıkları mücadelenin yarattığı anti-emperyalist, halkçı, eşitlikçi, özgürlükçü ve barıştan yana değerler, tekçi, ayrımcı ve ötekileştirici uygulamaları ile yok sayılmış, "halkın egemenliği" kağıt üstünde kalmıştır.  

Cumhuriyet`in kuruluş sürecinde doğrudan yer alan ve birlikte mücadele eden halklar, Cumhuriyet tarihi boyunca dönem dönem çeşitli kışkırtma ve provokasyonlarla karşı karşıya getirilmeye ve birbirine düşman edilmeye çalışılmıştır. 

Türkiye halklarının ihtiyaç duyduğu, törensel ve sembolik kutlamalara sıkıştırılan değil,  emperyalizmin güdümünde olmayan, gerçekten laik, demokratik ve emekçilerin haklarının korunduğu demokratik bir cumhuriyettir. 

Türkiye`de yaşayan halkların ayrım gözetmeksizin tam hak eşitliğine sahip oldukları, emperyalistlerin bölgedeki taşeronu olmayan, farklı kimlik ve inançların baskıya ve ayrımcılığa tabi tutulmadığı, her dilden, inançtan ve kültürden insanların gerçekten eşit ve özgür olarak yaşadıkları; işsizliğin, açlığın ve sefaletin değil; barışın, kardeşliğin ve özgürlüğün yaşandığı demokratik bir ülkede yaşamaktır.

Emek mücadelesi ile demokrasi mücadelesinin birbirinden ayrı düşünülemeyeceği gerçeği göz ardı edilmeden, gerçek anlamda demokratik bir ülkenin ancak emekçilerin, halkların birliği ve mücadelesiyle kurulacağı açıktır. 

Eğitim Sen olarak, halkın göstermelik olarak değil, gerçek anlamda egemen olduğu, insan hak ve özgürlüklerinin ve hukukun üstünlüğünün hayata geçirildiği, her bireyin eşit haklar temelinde, özgür ve demokratik bir ülkede barış içinde yaşaması dileğiyle, 29 Ekim Cumhuriyet bayramını kutluyoruz. 

Şube Yürütme Kurulu

Şube Kadın Komisyonun düzenlediği Dayanışma ve Tanışma Etkinliği 25 Ekim Cumartesi Beyazevler Bahçe kafede gerçekleştirildi.

 

Eğitim sisteminde bugüne kadar sorunları çözmek iddiası ile çok sayıda düzenleme yapılmış, ancak yaşanan sorunları çözmek bir yana, mevcut sorunlara yenileri eklenmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı, bugüne kadar hayata geçirdiği eğitim politikalarındaki başarısızlığını sorgulamak yerine ülkenin dört bir yanında fedakârca çalışan öğretmenleri hedef alan adımlar atmayı sürdürmekte, sadece öğretmenlerin değil, bütün eğitim emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarını zorlaştıran adımlar atmaktadır.

 

MEB, eğitime yönelik politika ve uygulamalardaki başarısızlığını sorgulamak yerine, öğretmene rotasyon girişimleri ile bir kez daha öğretmenleri hedef almıştır. MEB’de şube müdürlüklerinden başlayarak okul müdürler ve müdür yardımcılarına kadar bütün eğitim yöneticilerine performansa dayalı çalışmaya bağlı olarak rotasyona uygulaması başlamıştır.

 

Eğitim yöneticilerinin ardından rotasyon sırasının öğretmenlere geldiği yönündeki tartışmalar birkaç yıldır sürmektedir. Öğretmenler açısından tarihin en büyük sürgünü anlamına gelen ve on binlerce öğretmeni yakından ilgilendiren, “öğretmenlere rotasyon” uygulaması için ilk adım atılmış, okullarda yeni ve kitlesel bir tasfiye için düğmeye basılmıştır.

Torba yasada yapılan değişikliğin ardından yayınlanan Öğretmen  Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği Taslağında öğretmene rotasyonun nasıl hayata geçirilmek istendiğinin ilk işaretleri verilmiştir. Taslağın 35. Maddesine göre, aynı işyerinde 8 yıl görev yapan öğretmenlerin isteğe bağlı ya da istekleri dışında il içinde başka okullarda görevlendirilmesi planlanmaktadır. Taslağın 42. Maddesinde ise “İl içinde alanlarında ihtiyaç bulunmayanların atamaları, bulundukları ilde çalışılması gereken süre şartı aranmaksızın tercihleri doğrultusunda yer değiştirme döneminde il dışına yapılabilir” denilmekte, böylece il dışı zorunlu rotasyonun da önü açılmaktadır.

 

Yönetmelik taslağı rotasyon dışında başka sorunlar da getirmiştir. Eşleri farklı işkollarında ya da özel sektörde çalışan eğitim emekçilerinin eş durumu atamaları zorlaştırılmış, eş durumu atamalarında “eşlerin ihtiyaç olan yerde birleştirilmesi” kurala bağlanmıştır. Fen Liseleri ve Sosyal Bilimler Liselerine öğretmen atamalarında sınav şartının kaldırılması, öğrenim özrü özür grubundan çıkarılırken, lisansüstü eğitim yapanlara ek puan verilmesi gibi çelişkili adımlar, MEB’in öğretmenleri hedef tahtasına koyduğunun kanıtıdır.

 

Yönetmelik taslağında belirtilen diğer sorunlarla birlikte öğretmenlerin tercihlerine göre atama yapılmaması durumunda isteği dışında rotasyona zorlanmasının açıkça sürgün anlamına geleceği açıktır. Milli Eğitim Bakanlığı öğretmene rotasyon uygulamasını hayata geçirmeden önce şu sorulara yanıt vermelidir;

 

¨       Rotasyon uygulaması kapsamında kaç eğitim emekçisi yer değiştirecektir? Yer değiştirmelerde öğretmenlerin aile ve yerleşim koşulları dikkate alınacak mıdır?

 

¨       MEB rotasyon uygulamasının ekonomik, sosyal, psikolojik, insani boyutlarını hesap etmiş midir?

 

¨       Rotasyon uygulamasının benzeri gelişmiş ya da gelişmekte olan herhangi bir ülkede uygulanmakta mıdır? Uygulanıyorsa nasıl uygulanmaktadır? Bakanlık bu konuda nasıl bir hazırlık yaptığını açıklamalıdır.

 

¨       Rotasyon uygulamasının öğretmenlere ve ülke ekonomisine ne kadar yük getireceği MEB tarafından hesap edilmiş midir?

 

¨       Ailelerin eğitim gören çocuklarının ve başka alanlarda, özel sektörde çalışan eşlerinin durumu ve yaşayacakları mağduriyet hesaba katılmış mıdır?

 

¨       Eşlerden biri öğretmen diğeri hemşire, öğretmen, doktor, hakim, asker olanların tamamının tayinleri adil bir şekilde eşlerinin yanına yapabilecek midir? 

 

¨       Uygulama gerçekleştikten sonra yer değiştiren öğretmenlerin, Milli Eğitim Bakanı değiştiğinde yeni bakanın farklı bir uygulaması sonucunda tekrar mağdur edilmeyeceğinin garantisi var mıdır?

 

Eğitim Sen, öğretmenlerin istekleri dışında rotasyona tabi tutulmasına ilişkin görüşlerini daha önce kamuoyu ile paylaşmıştır. MEB, Bugüne kadar her konuda olduğu gibi, bu konuda da üzerinde yeterince çalışmadan, yandaş sendika dışındaki sendikalara görüşlerini sorma zahmetine bile girmeden hareket edilmiştir. MEB’in zorlamasıyla on binlerce eğitim emekçisinin rotasyona tabi tutulmak istenmesi, her konuda olduğu gibi bu konuda da siyasal referansların, yandaş sendikanın isteklerinin belirleyici olmasını gündeme getirecektir. Bugüne kadar şube müdürleri ve okul müdürlerinin belirlenmesi sürecinde yaşananlar bu görüşümüzü doğrulamaktadır.

 

Eğitimde, hiçbir gerekçe eğitim emekçilerini okuttuğu öğrencisinden, oturduğu mahallesinden kopararak, zorla başka bir işyerine göndermesini haklı çıkaramaz. Böylesi bir uygulama, özellikle büyükşehirlerin sınırlarının son derece genişlediği bir dönemde açıkça “il içi sürgün” anlamına gelecek, öğretmenlerin il dışına zorla gönderilmesi durumunda ise daha büyük mağduriyetler yaşanacaktır. Böylesi bir dayatmanın adı dünyanın her yerinde sürgündür ve kabul edilmesi mümkün değildir.

 

Eğitim Sen olarak, eğitimin bütün sorunlarında olduğu gibi, eğitim emekçilerine yönelik rotasyon dayatması konusunda da eğitim emekçilerin hak ve çıkarları doğrultusunda taraf olduğumuzun ve bu işin peşini bırakmayacağımızın bilinmesini istiyoruz. Bakanlığa önerimiz, öğretmenleri istekleri dışında il içi ya da il dışı rotasyona tabi tutmak yerine, gönüllülük ve teşvik esasına dayalı çözümler geliştirmesidir.24.10.2014

 

Şube Yürütme Kurulu Adına

 

Ahmet KARAGÖZ

 

Şube Başkanımehmet akarsubaşı

 

2014 ENFLASYON FARKI KAMU EMEKÇİLERİNE “EK ZAM” OLARAK ÖDENMELİ,

EKONOMİK KAYIPLARIMIZ KARŞILANMALIDIR!

 

         Bir ülkenin gelirlerinin nasıl toplanacağı, toplanan gelirden kimlerin ne kadar pay alacağı önceden belirlendiği bütçeler, hükümetlerin kimin çıkarlarını temsil ettiğini gösteren siyasal metinler olarak bilinmektedir. Yıllardır bütçe gelirleri ağırlıklı olarak halktan toplanan vergilerden karşılanmasına rağmen, bütçe harcamalarında halkın ihtiyaçlarından çok sermayenin ihtiyaçları öne çıkmıştır. 2015 bütçe tasarısı, tıpkı öncekiler gibi aynı ayrımcı mantık ile hazırlanmış ve TBMM’de görüşülmeye başlanmıştır. 

 Hükümet ile Memur-Sen arasında 2013 yılında imzalanan toplusözleşme ile 1 Ocak 2014’te kamu emekçilerine ödenen ve ortalama yüzde 6’ya denk gelen net 125 liralık maaş artışı, gerçekleşen enflasyon rakamlarının çok altında kalmıştır. Hükümetin 2014 enflasyon hedefi yüzde 9,4, gerçek enflasyon ise çok daha fazladır. 2,5 milyon kamu emekçisi, bu yıl ekonomik olarak ciddi ekonomik kayıplarla karşı karşıya bırakılmıştır.

Bugüne kadar her yıl enflasyon farkı alan kamu emekçileri, hesap kitap bilmeyen, en temel matematik bilgilerinden bile yoksun olan Memur Sen’in 2014 yılı için enflasyon farkı talep etmemesi nedeniyle bir kez daha mağdur edilmiş, elektrik ve doğalgaza gelen yüzde 9’luk zam ile yaşadığımız mağduriyet daha da artmıştır.

2014 yılı için enflasyon farkı ödenmeyecek, ek ders ücretleri başta olmak üzere, aile ve çocuk yardımı, doğum ve ölüm yardımı gibi sosyal ödemelerde de 2013 yılı rakamları esas alınacaktır. Sürekli atan enflasyon rakamları nedeniyle yılın ikinci yarısında kamu emekçilerinin satın alma gücü belirgin bir şekilde azalmaya başlamış, artan oranlı vergi dilimi uygulaması kamu emekçilerinin 2014 yılı gelirlerinde yüzde 10’dan fazla erime yaşanmasına neden olmuştur.

Eğitim ve bilim emekçileri olarak, Hükümet ve Memur Sen arasında imzalanan ve şimdiden tarihin en kötü toplusözleşmesi unvanını alan “ihanet sözleşmesi” ile yaşadığımız mağduriyetin ve ekonomik kayıplarımızın karşılanması için;

v  2014 yılı enflasyon farkının ve ekonomik kayıplarımızın “ek zam” olarak ödenmesini ve 2015 bütçesi içinde yer almasını, 

v  Ek dersler başta olmak üzere, tüm ek ödemelerin temel ücrete ve emekliliğe yansıtılmasını,

v  Artan oranlı vergi dilimi uygulamasına son verilerek, yılın ikinci yarısında maaşlarımızda yaşanan erimenin önüne geçilmesini,  

v  2015 yılı için, son 12 yıl içinde satın alım gücümüzdeki yaşanan azalmayı ve ekonomik kayıplarımızı karşılayacak kadar, adaletli bir ücret artışı sağlanmasını,

v  Kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşme hakkı önündeki yasal ve fiili engellerin kaldırılmasını ve özgür bir toplu sözleşme düzeni yaratılmasını TALEP EDİYORUZ! 

 

 

İmza Metnini İndirme İçin Linke Tıklatın