egitimsen2

egitimsen2

 

6 Aydan Az Çalışan Milli Eğitim Müdürleri ve Şube Müdürlerinin Değerlendirmeleri Üzerine Görev Süresi Uzatılmayan Okul Müdürleri İçin Dilekçe Örneğini görmek için tıklayınız.

4 Yıllık Görev Süresi Dolmadan Görevden Alınan Müdür Yardımcıları İçin Dilekçe Örneğini görmek için tıklayınız.

 

 

 

 

Eğitimde Siyasi Kadrolaşma Durdurulmalı, Yüksek Yargı Kararları Derhal Uygulanmalıdır!

 Türkiye’de siyasi iktidarlar yıllardır, eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik çıkarları doğrultusunda düzenlemek için çalışmış, bunun için başvurulan en etkili yöntem ise “siyasal kadrolaşma” olmuştur. Türkiye’yi 13 yıl tek başına yöneten AKP, bu konuda kendisinden önceki bütün hükümetlerin toplamını aşan bir çaba içinde olmuştur.

Daha önce alınmış yüksek yargı kararlarına rağmen Milli Eğitim Bakanlığı’nın bakanlık kadrolarını tamamen kendi siyasal ihtiyaçları doğrultusunda yapılan atamalarla doldurmak için yayınladığı Yönetici Atama Yönetmeliği sonrasında eğitimde tarihin en kapsamlı tasfiyesi ve ardından siyasal kadrolaşma hareketi başlatılmıştır. Yönetmeliğin yayınlanmasının ardından, başta Eğitim Sen üyeleri olmak üzere, 8 bine yakın eğitim yöneticisinin görevlerine haksız ve hukuksuz bir şekilde son verilmiş, yerlerine “adrese teslim” görevlendirmeler ile yandaş sendika üyeleri atanmıştır.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Yönetici Atama Yönetmeliği'nin bazı hükümleri hakkında yürütmeyi durdurma kararı vermiştir. Bugüne kadar kendilerini kanunların üzerinde gören, attıkları her adımda mağduriyet yaratmaktan başka bir iş yapmayan AKP’nin ve MEB`in hukuk dışı tutumu bu karar ile bir kez daha kanıtlanmıştır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararının gerekçesinde; eğitim yöneticileri değerlendirilirken objektif kıstas öngörülmemesi, takdir yetkisine mutlak ölçüde bir etki kazandırması, hiçbir değerlendirme kriterine yer vermeyerek hukuka uygunluk denetiminin etkinliğini daraltması, kariyer ve liyakat ilkelerinin gözetilmemesi, ayrıca adayların görevlendirmelerden haberdar olmasını sağlayacak duyuruya yer vermeyerek, geniş  katılımı ve fırsat eşitliğini ortadan kaldırması nedeniyle hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. 

Daha önce sendikamız Eğitim Sen’in açtığı dava ile mülakatla belirlenen ve “en az altı ay çalışmış olma” şartını taşımayan 1709 şube müdürü ve milli eğitim müdürlerinin vermiş olduğu tamamen taraflı puanlarla yapılan değerlendirmeler sonucunda okul müdürleri görevden alınmış, MEB, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin verdiği kararı uygulamayarak yargıya resmen meydan okumuştur. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun son kararı ile birlikte değerlendirildiğinde, bu şekilde görevden alınan okul müdürleri, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın görevine dönmeli, yargı kararını yerine getirmeyen bakanlık yetkilileri “görevi kötüye kullanma” suçu ile yargılanmalıdır.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun MEB’in eğitim kurumları ve yandaş olmayan eğitim yöneticileri üzerindeki baskılarını daha da arttıran ve okullarımızı tamamen siyasal kadrolar tarafından yönetilmesiyle oluşacak olumsuzluklara geçit vermemiş olması, eğitimde tarihin en kapsamlı tasfiyesi ve siyasal kadrolaşma hareketinin bu şekilde kesin bir yargı kararıyla durdurulmuş olması önemlidir. Milli Eğitim Bakanlığı söz konusu kararın gereğini yapmalı, hiçbir haksız uygulamaya zemin oluşturmamalıdır.

Eğitim Sen olarak, eğitimde 4+4+4 dayatmasının önemli parçalarından birisi olan söz konusu yönetmeliğe karşı, eğitim yöneticilerinin seçimle belirlenmesi konusundaki ısrarımızı sürdürüyoruz. Eğitimin bütün kademelerinde yöneticiler belirlenirken, hiç kimse kimlik, mezhep, inanç ya da sendika farklılığı nedeniyle fiilen cezalandırılmamalı, değerlendirme ölçütleri tamamen objektif ve bilimsel kriterlere dayanarak belirlenmeli, eğitim yöneticilerinin belirlenmesi ve değerlendirilmesi sürecinde siyasi referanslar değil, liyakat ilkesi temel alınmalıdır.

Eğitim Sen olarak Milli Eğitim Bakanlığı’na önerimiz mevcut yönetmeliğin derhal geri çekilmesidir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun kararı ile MEB Yönetici Atama Yönetmeliği’nin bazı maddeleri yürürlükten kalkmış olacağı için, okulunda 4 yılı dolduran müdür başyardımcıları ve müdür yardımcıları, yeni düzenleme yapılana kadar görevlerinde kalmalıdır.

Eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde hiçbir baskı ve yönlendirmeye izin verilmemelidir. Her okulun kendi yöneticisini, o okuldaki eğitim bileşenlerinin katılacağı demokratik seçimlerle yine kendisinin seçmesi sağlanmalıdır. Yöneticilerin seçimle belirlenmesi uygulaması hayata geçirilmediği sürece, siyasi kadrolaşma uygulamalarının son bulması mümkün değildir. 18.06.2015

Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu Adına

Ahmet KARAGÖZ

 

Şube Başkanı

Adana’nın Yumurtalık İlçesi’nde 14 yaşındaki S.G.’nin 30 kişinin tecavüzüne uğradığı ortaya çıkmasının ardından diyen Adana Kadım Platformu Yumurtalık Belediye binası önünde kadına yönelik suçlarda uygulanan cezasızlık ve iyi hal indirimi politikalarının tecavüzleri arttırdığına dikkat çekmek için basın açıklaması gerçekleştirdi. “Devlet tecavüzcüyü koruma”, “İndirim değil ağır ceza istiyoruz” dövizlerinin taşındığı eyleme çevreden vatandaşlar da ilgi gösterdi. Basın açıklamasına S.G.’nin akrabaları ve ailesi de katıldı. 

CEZASIZLIK TECAVÜZCÜLERE GÜÇ VERDİ

Platform adına basın açıklamasını okuyan Eğitim Sen Şube yöneticisi Şükran Kablan, kamuoyunda öne çıkan N.Ç. davası, Fethiye davası, Hüseyin Üzmez davası gibi pek çok olayda zanlılara iyi hal indirimlerinin uygulanmasının, “rızası vardır” denilerek ceza verilmemesinin, davaların üstünün kapatılmasının S.G.’ye tecavüz edenlere güç verdiğini dile getirdi. 

KADININ BEYANI ESAS ALINMALI

Hayatın olağan akışı içerisinde tecavüzcünün bu suçu tanıklar önünde işleyemeyeceğini vurgulayan Kablan, “Tacizde ve tecavüzde kadının beyanı esastır” dedi. Kadınların her seferinde aynı travmayı yaşamasına rağmen yaşananları savcılara, hakimlere anlatabilmesinin, tecavüzcüsü ile tekrar karşılaşmayı göze alabilmesinin  bu suçın işlendiğine dair en önemli delil olduğunu ifade eden Kablan, “Bu yüzden yasalardaki düzenlemeleri, ceza kanunlarında suç olduğu belirtilen cinsel taciz ve tecavüz suçlarının adil düzenlemeler olması bekleniyorsa yargı makamlarının gerçeği ortaya çıkarmak için öncelikle kadının beyanını esas alması şarttır” dedi. Önceki vakalarda olduğu gibi ilçede yaşanan olayda da tevüzcülerin cezasız kalmasından endişe duyduklarını kaydeden Kablan, S.G.’nin beyanının esas alınarak tecavüzcüler en ağır cezayı alana kadar S.G.’nin yanında ve davanın takipçisi olacaklarını söyledi.  (Adana/EVRENSEL)

Özgecan’dan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi değil, olmayacak. . Kadın katilerine, tecavüzcülere, tacizcilere, kadın düşmanlarına karşı öfkemiz Özgecan’ la birlikte isyan olup her yeri sardı. İsyanımız kadın dayanışması olup hepimizi bir araya getirdi Kadın düşmanlığının, gericiliğin karşısında kadınların eşitliğini ve özgürlüğünü esas alan mücadelemizi bugün hep birlikte büyütme zamanı.


Özellikle son 13 yıl boyunca AKP nin en ileri gelenleri ve bizzat cumhurbaşkanının kadın düşmanı söylemleri kadın katliamlarını, taciz ve tecavüzlerini meşrulaştırır duruma getirmiştir. Devamında ise yargılamalarda ödül gibi cezaların verilmesi bu suçları önlemeye dönük değil, failleri güçlendiren ve aklayan bir hal almıştır. Pek çok davada; “tahrik etti”, “onun da rızası vardı”, “yemeği pişirmedi”, denilerek yine bu caniler ceza indirimleri ile cezasız bırakılıp, aklandılar. 
Son olarak Adana Yumurtalık’ ta 14 yaşındaki bir kız çocuğuna; aralarında siyasi parti ilçe yöneticisi, esnaf, market sahibinin de olduğu 30 kişi tecavüz edip fuhuşa zorladılar. Bu davada da tıpkı diğer davalarda olduğu gibi faillerin cezasız kalacağına dönük kaygılarımızı dile getirip adana kadın platformu olarak davaya sahip çıkacağımızı ve failler cezalandırılana kadar peşini bırakmayacağımızı belirtiyoruz.
. Kadın katillerinin sırtı bizzat cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından sıvazlanıyor. Kadınları eve hapseden, yaşam alanlarını daraltan politikalarını, nefret söylemlerini her gün biraz daha katmerleştiriyor. . Nevin Yıldırım kendisine defalarca silah zoruyla tecavüz eden adamı öldürdüğü için daha ilk duruşmada müebbet cezasına çarptırıldı. Daha sonra cezayı az bulan savcılık itiraz ederek ağırlaştırılmış müebbet cezası istedi. . Eğer tecavüzcüsünü öldürmeseydi şikâyet etseydi; rızası vardı ya da annesi bağırmayı öğretmemiş denilerek suçlanacak, tecavüzcüsü de serbest kalacaktı. Hala tecavüz etmeye devam edecekti.


İç güvenlik paketiyle beraber kendini savunmak amacıyla biber gazı taşıyan kadınlara 4 yıla kadar hapis cezası getiriliyor. Kadına yönelik şiddetin yüzde 90’ının polisin sorumluluk bölgesinde meydana geldiği biliniyor. Yani kadınlar korunmadığı gibi, bir de araçsızlaştırılıyor. Hükümetin ve onun polisinin kadın katliamlarına çanak tutması ve kadınları tamamen savunmasız bırakmaktadır. Çembere alınan kadınların tek yolu öz savunmadır. 
Kadın cinayetleri politiktir! AKP bu cinayetlerin bizzat azmettiricisi, AKP’ nin yargısı da bu katillerin aklayıcısıdır. Bu devran böyle gitmez. Erkek adalet sürdüğü müddetçe öz savunma meşrudur!
Kadınları savunan kadın avukatlar da yaşamları ile tehdit ediliyor. Özgecan’ ın katili Suphi Altındöken boşanmak isteyen eşinin avukatını telefonla arayıp “sonun Özgecan gibi olur” diyerek ölümle tehdit etmiştir. Biz kadınlar biliyoruz ki bu katiller, bu hükümet tarafından palazlanmaya devam edecek. Biz hiçbir tehdide boyun eğmeyeceğiz. Avukat Ebru Çatıkkaş yalnız değildir. Tehditleriniz, dayatmalarınız bize vız gelir. Katillerden hesabı kadınlar soracak dedik, öyle de olacak!
Özgecan’ ın ve katledilen bütün kadınların hesabını sormak için, tek bir kadının dahi artık hayatını kaybetmemesi için ve kendimiz için erkek şiddetine karşı canını savunan tüm kadınlara çağrımızdır; 12 Haziran’ da Özgecan davasında buluşalım. 12 Haziran tüm kadınların kadın düşmanlarıyla hesaplaşma günü olsun.

ADANA KADIN PLATFORMU

Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin yıllardır birikerek artan sorunları 2014-2015 eğitim-öğretim yılında katlanarak artmış, Milli Eğitim Bakanlığı’nın çözüm üretmekten çok, yeni sorunlar yaratan politika ve uygulamaları nedeniyle eğitim emekçileri, öğrenciler ve veliler ciddi anlamda mağdur edilmiştir.

12,5 yıldır tek başına iktidarda olan ve 7 Haziran seçimlerinde iktidar çoğunluğunu kaybeden AKP, Türkiye’nin bütün alanlarında olduğu gibi, eğitim sistemini de kendi siyasal-ideolojik hedefleri için dönüştürmeye çalışmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütün kademelerinde, bakanlık teşkilatından, okullara kadar her alanda yoğun bir siyasi kadrolaşma yaşanmış, eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde liyakat değil, siyasi referans (torpil) belirleyici olmuştur. Aday öğretmenler, “öğretmen yapılmamakla” tehdit edilerek yandaş sendikaya üye yapılmış, okullarda baskı, şiddet ve zorbalık eksik olmamıştır.

AKP’nin eğitim sistemini kendi çıkarları için dönüştürürken bugüne kadar ortaya koyduğu pratik, her türden dini inancı istismar ederek çocuklarımızı ve toplumu “tek din, tek mezhep” anlayışı üzerinden “tek tip” hale getirmeye çalışmak olmuştur. Toplumda sürekli yeni kamplaşmalar ve kutuplaştırmalar yaratarak egemenliklerini sürdürmek isteyenler, benzer bir bölünmeyi öğrenciler arasında oluşturmaya çalışmış, bu durum okullarda şiddetin artmasından başka bir sonuç vermemiştir.

Geçtiğimiz 12,5 yıl içinde eğitimin içeriğinden siyasi kadrolaşmaya kadar uzanan geniş bir alanda yaşananlar, 2014-2015 eğitim öğretim yılında da sürmüştür. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında eğitimde yaşanan dinselleşme ve ticarileşme uygulamaları artmış, okulların fiziki donanım ve altyapı sorunları, kalabalık sınıflar, taşımalı eğitim, zorunlu ve “zorunlu seçmeli” din dersi dayatması sürmüştür.

Sendikal-siyasal referanslarla eğitim yöneticilerinin belirlenmesi ve yandaş olmayanların birer birer tasfiye edilmesi vb gibi pek çok uygulama eğitim sistemini içten içe çürütmüş, eğitimin zaten bozuk olan niteliğini daha da kötüleştirmiştir. Kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitimin önündeki engeller ve yasaklar 2014-2015 eğitim-öğretim yılında da devam etmiş, zorunlu din derslerinin kaldırılması ve anadilinde eğitim talepleri ısrarla görmezden gelinmiştir. 

2014-2015 eğitim öğretim dönemi içerisinde okullarımızda toplumsal cinsiyet eşitsizliği artmıştır. Kademeli eğitim modeli ve erken evliliğe teşvik eden düzenlemeler bu sene binlerce kız çocuğunu eğitim sisteminin dışına itmiştir. Geçen sene ortaokuldan mezun olan 36.401 kız çocuğu bu eğitim-öğretim döneminde açık liselerde dâhil olmak üzere hiçbir ortaöğretim kurumuna gitmemiştir. İstatistiklerin yanı sıra okul içerisinde uygulanan cinsiyetçi pratiklerin artış içerisinde olduğu görülmektedir. Bu eğitim-öğretim döneminde kız çocuklarına başlarını kapatmamaları halinde tecavüz tehditleri savrulmuş, Antalya’da bir lisede kız çocuklarının etek boyunu kontrol etmek için erkek çocuklardan ‘taciz timi’ kurulmak istenmiş, kadın öğretmenlere ‘Kardan Kadın’ yapıldığı gerekçesiyle soruşturma açılmıştır. Bunun gibi onlarca örnek eğitim sisteminde cinsiyet eşitsizliğinin giderek derinleştiğini göstermiştir.

 

Kamusal eğitimin zayıflatılması, eğitimin tamamen paralı hale getirilmek istenmesi, okullarda cinsiyet, etnik kimlik ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamaların sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu, ücretli-vekil öğretmenlik uygulamalarının devam etmesi, eğitim yöneticilerinin siyasi referanslarla belirlenmek istenmesi gibi sorunlar artarak sürmüştür.

Okullarda ve diğer eğitim kurumlarında yıllardır üvey evlat muamelesi gören ve iş tanımı hala yapılmayan yardımcı hizmetlilerin, kadro bekleyen 4-c’li çalışanların, memur ve teknik personelin sorunları, üniversitelerde yaşanan soruşturma ve görevden almalar, her geçen gün artan akademik, idari sorunlar ve özellikle Eğitim Sen üyelerine yönelik mobbing uygulamaları, baskı ve tehditler gibi pek çok sorun 2014–2015 eğitim-öğretim yılına damgasını vuran diğer konu başlıkları olarak öne çıkmıştır.

 

2014-2015 Eğitim-Öğretim Yılına 19. Milli Eğitim Şurası Kararları Damga Vurmuştur

 

2-6 Aralık 2014 tarihleri arasında yapılan 19. Milli Eğitim Şurası, başından sonuna kadar laik, bilimsel eğitim anlayışına ve pedagoji bilimine açıkça meydan okuma üzerinden şekillendirilmiştir. Şura, bilinen anlamda bir eğitim şurasından çok, karma eğitim tartışmalarının öne çıktığı, eğitimin bütün kademelerinde zorunlu din derslerinin, dini ve manevi değerler eğitiminin temel gündem olduğu bir “dini eğitim şurası” olarak gerçekleşmiştir. 

19. Milli Eğitim Şurası sürecinde bazı komisyonlarda yürütülen tartışmalar, 12 Eylül ile başlayan, AKP iktidarı ile sürdürülen ve toplumsal yaşamı kuşatan dinsel söylem ve ritüellerin etkisinin eğitim sistemini nasıl kuşattığının net bir şekilde görülmesini sağlamıştır.  

19. Milli Eğitim Şurası, komisyonlarında yürütülen, bilimsel eğitime ve pedagojiye açıkça meydan okuyan tartışma ve söylemlerle, eğitimde 4+4+4 dayatmasını bile gölgede bırakacak kararlar alınmıştır. Din eğitiminin okulöncesi, ilkokul 1. 2. ve 3. sınıflarda zorunlu olması, eğitimin bütün kademelerinde dini ve manevi değerler eğitimi dersi getirilmesi, Osmanlıcanın liselerde seçmeli imam hatiplerde zorunlu olması, liselerde din derslerinin 2 saate çıkarılması, hafızlık eğitimi için ortaokula ara verme süresinin 1 yıldan 2 yıla çıkarılması, Turizm meslek liselerinde renkli sularla yapılan alkollü içecek ve kokteyl hazırlama dersinin kaldırılması, okullarda cezaevlerini andıran güvenlik önlemlerinin alınması gibi bir Eğitim Şurasının gündemi olmaması gereken kararlar alınmıştır.

 

Eğitimi Dinselleştirme Uygulamaları Artmış, Zorunlu Din Dersi Dayatması Sürmüştür 

 

Türkiye’de 12 Eylül’den bu yana eğitim politikalarının merkezinde “Türk-İslam” sentezine dayalı uygulamalar yer almaktadır. 12 Eylül’ün baskıcı, otoriter zihniyetinin izinden giden AKP, son 12,5 yılda hayata geçirdiği eğitimi dinselleştirme uygulamaları ile eğitim sistemini ve toplumu dipsiz bir karanlığın içine doğru zorla itmeye çalışmıştır. AKP döneminde hayata geçirilen ve geçtiğimiz eğitim-öğretim yılında eğitimi dinselleştirme uygulamalarını şu başlıklar altında sıralamak mümkündür;

 

¨         Müfredatta yapılan değişikliklerle öğretim programlarında dinsel referansların kullanımı artmıştır.  

¨         Felsefe, bilim, sanat ve beden eğitimi derslerinin sayısı sürekli azaltılmakta, dini içerikli derslerin sayısı artmaktadır.

¨         Otizmli çocuklara 2010’dan itibaren zorunlu din dersi dayatılmış, en çok ihtiyaçları olan beden eğitimi ders saati azaltılmıştır.

¨         Okul öncesinde, hatta kreşlerde fiilen dini eğitim verilmeye başlanmış, Diyanet İşleri Başkanlığı bile dini eğitim ağırlıklı kreş açmıştır.

¨         Eğitimde 4+4+4 dayatmasıyla ‘dindar’ ve ‘itaatkar’ nesil yetiştirme hedeflenmiş, bütün okulları imam hatibe çevirme konusunda önemli adımlar atılmıştır.

¨         Zorunlu din dersi ve ‘zorunlu seçmeli’ din dersleri dayatması artarak sürmekte, öğrencilere seçmeli din dersi seçmeleri için baskılar artmıştır.

¨         Okullara ‘mescit’ zorunluluğu getirilmiş, laboratuarlar, kütüphaneler kapatılarak mescide dönüştürülmüştür.

¨         Reşit olmayan kız çocuklarına başörtüsü uygulaması getirilmiş, bazı okullarda okul müdürleri ve öğretmenler kız çocuklarına kapanmaları için telkinlerde bulunmuştur.

¨         İmam hatiplere tanınan ayrıcalıklı uygulamalar devam etmiştir. İmam hatip sayıları arttırılmış, normal okullarda imam hatip sınıflarının açılması sağlanarak, imam hatibe giden öğrenci sayısının 1 milyonu aşması hedefine bu yıl ulaşılmıştır.

¨         MEB-Diyanet-dini vakıflar iş birliği üzerinden imzalanan protokollerin sayısında ciddi artışlar yaşanmıştır. Çeşitli projeler kapsamında okul öncesi ve ilkokul öğrencileri camilere götürülmüştür.

¨         Eğitimin bütün kademelerinde, okulöncesi kurumlar dahil, öğrenciler ve öğretmenler Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine katılmaya zorlanmıştır. 

¨         İl ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin talimatıyla çok sayıda okulda dini içerikli yarışmalar düzenlenmiş, Otizmli çocuklara yönelik ilahi okuma yarışması bile yapılmıştır. 

¨         Eğitim bilimi ve çocukların sağlıklı gelişimi açısından büyük önem taşıyan karma eğitim uygulaması, iktidarın memur kolları gibi çalışan Memur Sen (Eğitim Bir Sen) tarafından doğrudan hedef haline getirilmiş, İmam hatip liselerinde ve bazı lise türlerinde karma eğitime fiilen son verilmiştir.

 

Eğitimin Ticarileştirilmesi ve Özelleştirilmesi Adımları Hız Kesmemiştir

 

Türkiye’de eğitim kurumlarının büyük bölümünün mülkiyeti hala devlete ait olmasına rağmen, eğitim kurumlarında verilen hizmetlerin önemli bir bölümü ticarileştirilmiş, eğitim hizmetlerini sunan eğitim emekçilerinin daha esnek, kuralsız ve güvencesiz çalıştırılmasına yönelik önemli adımlar atılmıştır.

2014-2015 eğitim-öğretim yılında devlet okullarının sayısı belirgin bir şekilde azalırken her fırsatta kamu kaynakları ile desteklenen, çeşitli muafiyet ve istisnalar ile açılması teşvik edilen özel ilkokul ve ortaokul sayılarındaki artış sürmüştür. Velilerin çocuklarını özel okullara yönelmesinde kamu eğitim kurumlarının 4+4+4 nedeniyle yaşadığı tahribat belirleyici olmuştur. Zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar gibi pek çok neden birçok velinin özel okullara yönelmesini beraberinde getirmiştir. 

2014-2015 eğitim-öğretim yılında özel okulöncesi eğitim kurumu sayısı 4.372 olmuştur. 4+4+4 öncesinde ilköğretimde toplam özel okul sayısı 931 iken 2014-2015 eğitim-öğretim yılında 1.205 özel ilkokul, 1.111 özel ortaokul bulunmaktadır. Son üç yıl içinde özel liselerin sayısı ise 1.033’ten 1.603’e çıkmıştır.

Özel okulların artışında belirleyici olan temel etken kamu kaynaklarının özel okullara öğrenci başına yapılan ödemeler üzerinden aktarılmasıdır. 2006 yılında 995 özel okula 263 milyon TL “teşvik” adı altında kamu kaynağı aktarılırken, 2014 yılında teşvik alan özel okul sayısı 1.878, aktarılan kaynak miktarı ise 1 milyar 496 milyon TL olmuştur. Geçtiğimiz 9 yıl içinde toplamda 8 milyar 804 milyon TL kamu kaynağı, her biri birer ticari işletme statüsünde olan özel okullara aktarılmıştır.

AKP iktidarı döneminde eğitim bütçesi rakamsal olarak artmış gibi görünse de, eğitim yatırımlarına ayrılan pay yarı yarıya azaltılarak, eğitimin finansmanı ağırlıklı olarak halkın sırtına yıkılmaya çalışılmıştır. Halkın cebinden yaptığı eğitim harcamalarında son 12,5 yıl içinde 5 kattan fazla artış yaşanmış olması, devletin eğitime ayırması gereken kamu kaynaklarını özel okullara aktardığının açık ispatı niteliğindedir.

 

Temel Liseler Eğitimde Özelleştirmeyi Hızlandıracak

 

Dershanelerin özel okula dönüştürülmesi sürecinde ortaya çıkan Temel Liseler, eğitimde yeni bir ticarileşme ve özelleştirme dalgası yaratmaya başlamıştır. Temel liselerin hem ortaöğretim programını uygulayacak, hem de öğrencilerini üniversite sınavına hazırlayacak olması, “Temel Lise” adı altında okul görünümlü yeni ve daha pahalı bir dershane-okul modelinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Temel liseler pratikte dershanecilik faaliyeti yapılacak, lise müfredatı büyük ölçüde göstermelik olarak uygulanacak, zaten sorunlu olan lise eğitiminin niteliği daha da düşecektir. Asıl amaç öğrencileri dershanelerden kurtarmak değil, kamusal eğitimi tasfiye etmektir.

Temel liselerin en belirgin sonucu 11 ve 12 sınıf öğrencilerinin devlet okullarını terk ederek kayıtlarını bu okullara aldırmasıdır. Devlet okulları öğrencilerin kaçışını önlemek için fiilen dershanecilik faaliyeti yapar hale getirilmiştir.

Öğrencilerin özellikle sınava girecekleri yıl kayıtlarını her biri “özel işletme” olan temel liselere aldırmaları, devlet okullarındaki öğretmenlerin daha başarısız olduğu algısı yaratmaktadır.

Temel liselere öğrenci akışının sürmesi durumunda önümüzdeki dönemden itibaren çok sayıda branş öğretmeni “norm fazlası” durumuna düşecek ve yeni bir mağduriyet ortaya çıkacaktır.

Eğitim Sen, kamu kaynaklarının özel okullara, temel liselere değil, devlet okullarına aktarılmasını, tüm okullarda kadrolu ve güvenceli istihdamı savunmaktadır.

 

Ortaöğretimde Örgün Öğretimden 458 Bin Öğrenci Açık Liseye Yönelmiştir!

 

MEB’in 2013-2014 örgün eğitim istatistiklerine göre açık öğretim lisesinde okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 12 bin 349 iken, 2014-2015 eğitim öğretim yılında bu sayısı belirgin bir artışla 1 milyon 470 bin 434’e çıkmıştır. Bu artışın temel nedeni muhtemelen TEOG sistemi nedeniyle istemediği halde meslek lisesi ya da imam hatip lisesine otomatik kaydı yapılan öğrencilerin bu okullarda okumak yerine açık liseye kayıt yaptırmalarıdır.

MEB’in resmi verileri 4+4+4 ile örgün eğitimin 12 yıla çıktığı tezinin koca bir yalan olduğunu göstermektedir. Sadece son iki yılda açık lisede okuyan öğrenci sayısının %46 artışla 458 bin kişi artmış olması bu görüşümüzü doğrulamaktadır.

 

Devlet desteği ile özel liselerin, özel mesleki ve teknik liselerin sayısı hızla artmıştır

 

Türkiye’de 2014-2015 eğitim öğretim yılı itibariyle toplam 8 bin 291 özel öğretim kurumu (okulöncesi, ilkokul, ortaokul ve lise) bulunmaktadır. Özellikle eğitimde 4+4+4 dayatması ile artış gösteren özel okulların resmi okullara oranının tarihte ilk kez yüzde 11’in üzerine çıkmış olması, MEB’in devlet okullarını kendi kaderine terk ederken, özel okulları kamu kaynakları ile desteklemesinin sonucudur.

2011-2012 eğitim-öğretim yılında Türkiye’de sadece 45 özel meslek lisesi varken son üç yıl içinde kamu kaynaklarıyla yapılan doğrudan destek ve teşvikler sonucunda okul sayısı yaklaşık 10 kat artarak 2014-2015 eğitim-öğretim yılı itibariyle 429’a çıkmıştır. Aynı dönemde özel meslek liselerine giden öğrenci sayısı ise 17,5 kat gibi astronomik bir artış göstererek 4.348’den 75.890’a yükselmiştir.

 

Özel Mesleki ve Teknik Liselerin Sayısı

 

Eğitim Yılı

Özel Lise Sayısı 

Öğrenci Sayısı

Öğretmen Sayısı

2011-2012

45

4.348

689

2012-2013

126

17.854

2.181

2013-2014

426

54.153

7.472

2014-2015

429

75.890

7.660

 

Özel meslek ve teknik liselerde okul sayısı yaklaşık 10 kat artarken öğrenci sayısının 17 kattan fazla artmış olmasının en temel nedeni, devletin özel mesleki ve teknik liselere giden öğrenci başına 4.500 TL ile 5.500 TL arasında değişen miktarlarda doğrudan parasal destek sunmasıdır. Bu şekilde özel meslek liselerinde ucuz ve nitelikli işgücü yetiştirilmesi hedeflenmektedir. Mesleki eğitim alan gençler ise geleceğin yeni işsiz adayları olarak bu okullara yönlendirilmektedir.

 

2014-2015 Eğitim Öğretim Yılında İmam Hatip Okullarındaki Artış Rekor Kırmıştır

 

Eğitim sistemini dini kurallar ve referanslara göre biçimlendirme süreci, eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında belirgin bir şekilde artmış, yıllarca dini eğitim kurumları olarak bilinen imam hatip okulları tartışması yeniden alevlenmiştir. 1996-1997 eğitim-öğretim döneminde 400 binlerde olan imam hatip liselerindeki öğrenci sayısı 2002-2003 eğitim-öğretim döneminde 71 bine kadar gerilemiş, AKP iktidarının eğitimin en temel sorunlarından çok imam hatiplerin sayısını arttırma derdine düşmesi ile birlikte yeniden yükselmeye başlamıştır.

4+4+4 dayatmasının bütün itirazlara rağmen ısrarla uygulandığı son üç yılda yaşananlar, Türkiye’de eğitim sisteminin yoğun bir dinselleştirme operasyonu ile karşı karşıya kaldığını göstermektedir.

İmam Hatip Ortaokulu Sayıları (İHO)

 

 

Bağımsız İHO

İHL içinde İHO

Toplam İHO

2012-2013

730

369

1.099

2013-2014

946

415

1.361

2014-2015

1.219

378

1.597

 

2012-2013 eğitim-öğretim yılında 730’u bağımsız, 369’u imam hatip lisesi bünyesinde toplam 1.099imam hatip ortaokulu varken 2014-2015 eğitim-öğretim yılında 1.219’u bağımsız, 378’i imam hatip lisesi bünyesinde toplam 1.597 imam hatip ortaokulu bulunmaktadır. İmam hatip ortaokullarındaki sayısal artış sadece okul sayısı ile sınırlı değildir. 2012-2013 eğitim-öğretim yılında imam hatip ortaokullarında okuyan toplam öğrenci sayısı 94 bin 467 iken, 2013-2014 eğitim öğretim yılında bu sayı 140 bin 15’e yükselmiş, 2014-2015 eğitim öğretim yılında ise bir önceki yıla göre yaklaşık 3 kat artarak 385 bin 830 olmuştur.

 

İmam Hatip Liseleri (İHL) ve Okuyan Öğrenci Sayısı

 

Eğitim Yılı

Öğrenci Sayısı

Okul Sayısı

2002-2003

71.100

450

2003-2004

90.606

452

2004-2005

96.851

452

2005-2006

108.064

453

2006-2007

120.668

455

2007-2008

129.274

456

2008-2009

143.637

458

2009-2010

198.581

465

2010-2011

235.639

493

2011-2012

268.245

537

2012-2013

380.771

708

2013-2014

474.096

854

2014-2015

546.443

1.017

 

4+4+4 öncesinde 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 537 İHL’de 268 bin 245 öğrenci varken 2014-2015 eğitim-öğretim yılında İHL sayısı 1.017’ye, bu okullarda okuyan öğrenci sayısı ise 546 bin 443’e yükselmiştir. AKP’nin yıllarca her açıdan istismar ettiği imam hatip liselerinin eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında önceki yıllarla kıyaslanamayacak kadar hızlı bir artış göstermiş olması dikkat çekicidir. 

Türkiye’de okulların fiziki donanım ve altyapı sorunları sürerken fiziki altyapı sorunları en az olan,  teknik olarak en donanımlı okulların imam hatibe dönüştürülmesi, siyasi iktidarın kamu okulları arasında siyasi tercihleri üzerinden resmen ayrımcılık yaptığını göstermiştir. AKP hükümetinin imam hatip aşkını yıllar içinde imam hatip ortaokulları ve liselerinin sayısındaki hızlı artışta görmek mümkündür. Türkiye’de imam hatip okullarında okuyan toplam öğrenci sayısı, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üstün gayretleri ve bütün imkânlarını seferber etmesi sonucunda imam hatip okullarında geçtiğimiz yıl toplam 724 bin öğrenci varken, bu yıl bu rakam 932 bine kadar çıkmıştır.

Siyasi iktidarın yıllardır “arka bahçesi” olarak gördüğü imam hatip okullarına yönelik “pozitif ayrımcılık” her fırsatta karşımıza çıkmaktadır. Çok sayıda devlet okulu ödenek yetersizliği ile karşı karşıya kalırken, bugüne kadar hiçbir imam hatip okulunun kaynak sıkıntısı çekmemiş ve talepleri anında yerine getirilmiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı’na çağrımız, Türkiye’de her konuda ve her alanda yaşanan ayrımcı uygulamaların toplumun geleceğinin şekillendiği okullarda yapılmamasıdır. Türkiye’de hiçbir okul türü diğerlerine göre ayrıcalıklı olmamalı, bakanlık politika geliştirirken ve bu politikaları uygularken bütün eğitim kurumlarına eşit mesafede yaklaşmalıdır.

 

Taşımalı eğitim uygulamaları artarak devam etmiştir

 

Milli Eğitim Bakanlığı, çeşitli nedenlerle okula erişimde sorunlar yaşayan ilkokul, ortaokul ve lise öğrencileriyle özel eğitime ihtiyacı olan öğrencileri belirlenen okullara günübirlik taşımaktadır. Türkiye’de 24 yıl önce, 1989-1990 eğitim-öğretim yılında sadece 2 ilde başlayan taşımalı eğitim uygulaması, Türkiye’nin çağ atladığı, ekonomik olarak geliştiği iddialarına karşın günümüzde Türkiye’nin neredeyse bütün illerinde uygulanır hale gelmiştir. 

Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), 1989 yılında sadece 2 ilde, 305 ilköğretim öğrencisiyle başlattığı taşımalı eğitimin her geçen yıl kapsamı genişlemiştir. 2014-2015 eğitim-öğretim yılı itibariyle yararlanan toplam okul 27.921, 10 bin 748 merkez okula taşınmaya başlamıştır. Geçtiğimiz yıl taşınan okul sayısının 23 bin 880 olduğu düşünüldüğünde bir yılda ciddi bir artışın yaşandığı görülmektedir. 2014-2015 eğitim öğretim yılında taşınan ilkokul ve ortaokul öğrenci sayısı toplamda 850 bin 405’tir. Ortaöğretimde taşınan öğrenci sayısının 475 bin olduğu hesaba katıldığında, toplamda taşımalı eğitimle taşınan öğrenci sayısının 1 milyon 326 bin gibi ciddi bir rakama ulaştığı görülmektedir.  

 

Eğitimde Tarihin En Büyük Siyasi Kadrolaşma Operasyonu Yapılmıştır

 

Yıllardır eğitim kurumlarını “parti şirketi” gibi yönetip, okulları “ticari işletme” haline getiren MEB, eğitim yöneticileri yıllarca sendikal-siyasal referanslarla belirlemiş, çok sayıda eğitim yöneticisi geçtiğimiz dönemde tasfiye edilerek, yerlerine yandaş sendika üyeleri getirilmiştir.

Bugüne kadar eğitimde yaşanan piyasa merkezli dönüşüm sürecinin karşısında engel olarak görülen tüm eğitim yöneticileri, başta Eğitim Sen üyeleri olmak üzere, tek tek tespit ederek görevden alınmış, yerine yandaşlar atanmıştır. Görevden alınan eğitim yöneticileri ve yerlerine atananların sendikal aidiyetine bakıldığında tarihin en büyük siyasi kadrolaşma hareketinin yaşandığı görülmektedir.

Eğitim Sen, kurulduğu günden bugüne eğitim yöneticilerinin Bakanlık tarafından, hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın, sendikal ya da siyasal tercihlere göre belirlenmesi ve atanmasına karşı çıkmıştır. Eğitim yöneticilerinin belirlenmesi ve değerlendirilmesi sürecinde siyasi referanslar değil, liyakat ilkesi temel alınmalıdır. Eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde hiçbir baskı ve yönlendirmeye izin verilmemeli, her okul kendi yöneticisini, o okuldaki eğitim bileşenlerinin katılacağı demokratik seçimlerle yine kendisi seçmelidir. Siyasi torpille atanan bütün eğitim yöneticileri görevden alınmalı, haksız yere görevden alınanlar görevlerine geri dönmelidir.

 

 

Eğitimde Zorunlu Rotasyon Uygulamasından Derhal Vazgeçilmelidir!

 

Milli Eğitim Bakanlığı eğitim politikalarındaki başarısızlığını sorgulamak yerine, her fırsatta eğitimcileri tasfiye adımları atmaktadır. Eğitim yöneticilerinin performansa dayalı çalışmaya bağlı olarak rotasyona tabi tutulmasının ardından sıra öğretmenlere gelmiştir. Öğretmenler açısından tarihin en büyük sürgünü anlamına gelen ve on binlerce öğretmeni yakından ilgilendiren, “öğretmenlere rotasyon” uygulaması için ilk adım atılmış, okullarda yeni ve kitlesel bir tasfiye için düğmeye basılmıştır.

Rotasyon uygulamasında yetki Valiliklerde olacak, Valilikler eğitim bölgelerini belirleyerek, eğitim bölgeleri arasında rotasyon uygulaması yapılacaktır. Aynı işyerinde 8 yıl görev yapan öğretmenler başka bir okula sürgün edilecek, uygulama 2015’te 12 yıl ile başlayacak ve her yıl azalarak 8 yılda sabitlenecektir.

MEB, öğretmenlere “zorunlu rotasyon” uygulamasını açık bir tasfiye mantığı ile ele almaktadır. Eğitimde, hiçbir gerekçe öğretmenleri okuttuğu öğrencisinden, oturduğu mahallesinden kopararak, zorla başka bir işyerine göndermesini haklı çıkaramaz. Böylesi bir uygulama, özellikle büyükşehirlerin sınırlarının son derece genişlediği bir dönemde açıkça “il içi sürgün” anlamına gelecek, öğretmenlerin il dışına zorla gönderilmesi durumunda ise daha büyük mağduriyetler yaşanacaktır. Böylesi bir dayatmanın adı dünyanın her yerinde sürgündür ve kabul edilmesi mümkün değildir. Hiç kimse kendi isteği dışında çalıştığı okuldan, çalışma arkadaşlarından ve öğrencilerinden zorla koparılmamalıdır.

Eğitim Sen, eğitimin bütün sorunlarında olduğu gibi, eğitim emekçilerine yönelik rotasyon dayatması konusunda da eğitim emekçilerin hak ve çıkarları doğrultusunda taraftır. 7 Haziran seçimleri sonrasında AKP’nin iktidardan düşmüş olması, 12 Haziran sonrası başlatılması düşünülen zorunlu rotasyon uygulamasının durdurulmasını gerektirmektedir. Yeni hükümet kurulana kadar öğretmene zorunlu rotasyon uygulaması durdurulmalıdır. Bu anlamda yeni kurulacak hükümetin eğitim emekçilerinin taleplerini göz önünde bulundurarak hareket etmesi gerekmektedir.

 

Sonuç

 

Eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında okullarda yaşanan ve giderek derinleşen sorunlar, acil çözüm bekleyen okula başlama yaşına ilişkin gelişmeler, kalabalık sınıflar, okullarda yeterli altyapının olmaması, fiziki donanım eksiklikleri, kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitimin önündeki engelleri, eğitim sisteminde yıllardır çözüm bekleyen sorunlardan ayrı ve bağımsız değerlendirmek mümkün değildir.   

Eğitimde 4+4+4 dayatmasının uygulanmaya başlanmasından bu yana okullarda en çok gözlenen sorunlar; 72 ay öncesi çocukların hala okula uyum sağlayamamaları, okula giriş çıkış saatleri, velilerden para toplama uygulamalarının yaygınlığı, temizlik sorunu, imam hatiplerle ortak binaları paylaşan okullarda öğrencilere yönelik çeşitli baskılar eğitim gündeminde ön sıralardaki yerini korumaktadır.

Özellikle son 12,5 yıl içinde, eğitimin büyük ölçüde paralı hale getirilmesine paralel olarak eğitimde dini inançların istismarı ve dinsel sömürüye kaynaklık eden kimi uygulama ve söylemlerin yaygınlaşması, son yıllarda eğitimin bütün kademelerinde yaşanan bir sorun olarak dikkat çekmekte, okullarımız adeta belli bir inancın, belli bir mezhebin kuralları ve uygulamaları ile kuşatılmaktadır.  

AKP iktidarının eğitim sisteminde yaşanan değişiklikler üzerinden bugüne kadar ortaya koyduğu pratik, her türden dini inancı istismar ederek çocuklarımızı ve toplumu “tek din, tek mezhep, tek dil” anlayışı üzerinden “tek tip” hale getirmeye çalışmak olmuştur. Toplumda sürekli yeni kamplaşmalar ve kutuplaştırmalar yaratarak egemenliklerini sürdürmek isteyenler, benzer bir bölünmeyi öğrenciler arasında oluşturmaya çalışmış, bu durum okullarda şiddetin artmasından başka bir sonuç vermemiştir.

AKP iktidarı ve Milli Eğitim Bakanlığı eğitimdeki çürümenin ve mevcut karanlık tablonun öncelikli sorumlusudur. MEB, yıllardır yaptığı değişikliklerle eğitim sistemini yap-boz tahtasına çevirmiş, öğrenci ve velilerin kafasını karıştırmak dışında eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirememiştir. Öğrencileri yarış atı gibi sınavdan sınava koşturan bir eğitim sisteminin ne kadar başarılı olacağı ortadadır.

7 Haziran seçimleri sonrasında 12,5 yıldır eğitim ve bilim emekçilerinin kazanılmış haklarını birer birer gasp eden, eğitim sistemini kendi çıkarları için düzenlemeye çalışan AKP iktidarı sona ermiştir. Eğitim Sen olarak yeni kurulacak hükümetten ilk talebimiz tüm toplumun ve öğrencilerin geleceğini doğrudan olumsuz etkileyecek politika ve uygulamalara derhal son verilmesidir.

Eğitimde 4+4+4 uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenlerin atanması yapılmalı, AKP döneminde haksız olarak yapılan tüm atama ve görevlendirmeler iptal edilmelidir. Başta zorunlu rotasyon uygulaması olmak üzere, eğitim sistemini alt üst edecek tüm uygulamalar durdurulmalıdır. Eğitimin hiçbir aşamasında öğrenci ve öğretmenlere dayatmada bulunulmamalı, öğretmen, öğrenci ve velilerin eğitim sistemine yönelik kaygılarını giderici düzenlemeler yapılarak, üzerimize çöken enkaz en kısa sürede kaldırılmalıdır.

Okulöncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin laik, bilimsel ve her bireyin kendi anadilinde olmasına, demokratik ve kamusal yönünün geliştirilmesine özen gösterilmelidir. Derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alanında köklü bir değişime gereksinim vardır. Kamusal, parasız, demokratik, nitelikli, bilimsel ve anadilinde eğitimin önündeki yasal ve fiili engellerin kaldırılması için somut adımlar atılmalı, eğitimde ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adımlarına derhal son verilmelidir.12.06.215

 

Şube Yürütme Kurulu Adına

Ahmet KARAGÖZ

 

Şube Başkanı

Milli Eğitim Bakanlığı`nın daha önce verilmiş yüksek yargı kararlarını yok sayarak, tamamen keyfi bir şekilde bakanlık kadrolarını kendi siyasal tutum ve anlayışları doğrultusunda yaptığı atamalar bir kez daha yüksek yargı duvarına çarpmıştır. Bugüne kadar kendilerini kanunların üzerinde gören, attıkları her adımda mağduriyet yaratmaktan başka bir iş yapmayan MEB`in hukuk dışı tutumu bir kez daha kanıtlanmıştır. 

MEB`de tarihin en kapsamlı tasfiyesi ve siyasal kadrolaşma hareketinin bu şekilde kesin bir yargı kararıyla durdurulmuş olması önemlidir. En az bu karar gibi önemli olan bir diğer nokta, daha önce verilen bu kararın 7 Haziran seçimleri sonrasında açıklanmış olmasıdır. Anlaşılan odur ki, AKP`nin tek başına iktidarı kaybetmesinin ardından tüm ülke çapında yaşanan rahatlama yüksek yargı organlarını da etkilemiş, yargı üzerindeki AKP vesayetinin kırılmasıyla birlikte hukuksuz düzenlemeler birer birer iptal edilmeye başlanmıştır.    

10.06.2014 gün ve 29026 sayılı Resmi Gazete`de yayınlanan Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmeliğin; birçok maddesinin öncelikle yürütmesinin durdurulması daha sonra iptali için Eğitim Sen tarafından açılan davada, Danıştay İkinci Dairesi`nin 22.10.2014 gün ve E.2014/5959 sayılı kararıyla bütün hükümler hakkında yürütmenin durdurulması istemimizin reddine karar verilmiştir.

Yürütmenin durdurulması red kararına itirazları inceleyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu`nun kararı ile;  Yönetmeliğin "Yönetici görevlendirmede esas alınacak hususlar" başlıklı 10. Maddesinin 9. Fıkrasının, "Müdür başyardımcılığı ve müdür yardımcılığına görevlendirme" başlıklı 23. Maddesinin 1. Fıkrasında hiçbir ölçüt ve duyuruya yer verilmemesine ilişkin eksik düzenleme, EK-1 Değerlendirme Formunun "Açıklama" başlıklı kısmının 3. Maddesinde "en az altı ay çalışmış olma" şartının İlçe Milli Eğitim Müdürü, Eğitim Kurumundan Sorumlu Şube Müdürü Ve İnsan Kaynaklarından Sorumlu Şube Müdürleri için aranmamasına ilişkin eksik düzenleme yönünden itirazın kabulüne karar verilmiştir. 

Yönetmeliğin 10. Maddesinin 9.fıkrasında; "Müdür görevlendirmesi yapılan eğitim kurumlarına müdür başyardımcısı ve müdür yardımcısı görevlendirmeleri yeni görevlendirilen müdürün inhası, il milli eğitim müdürünün teklifi ve valinin onayı ile yapılır." denilmiştir. Danıştay İDDK kararının gerekçesinde; 652 sayılı KHK ile yöneticilerin görev süresi dört yıl olarak belirlenmişken, her yeni müdür görevlendirmesi yapılan eğitim kurumunda dört yıllık görev süresini doldurup doldurmadığına bakılmaksızın yeni görevlendirilen müdürün inhası, il milli eğitim müdürünün teklifi ve valinin onayı ile yeni müdür başyardımcısı ve müdür yardımcısı görevlendirmelerinin yapılmasının 652 sayılı KHK`deki düzenlemeler aşılarak dört yıllık görev süresi dolmayan müdür başyardımcıları ve müdür yardımcılarının görevlerinin sonlandırılması sonucunu doğuran düzenlemede hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir.

Yönetmeliğin 23. Maddesinin 1. Fıkrasında; "Müdür başyardımcısı ve/veya müdür yardımcısı norm kadrosu boş bulunan eğitim kurumlarına, görevlendirilecekleri tarih itibarıyla 5 ve 7 nci maddelerde belirtilen şartları taşıyor olmaları kaydıyla, görevlendirme yapılacak eğitim kurumunda veya eğitim kurumunun bulunduğu ilçe ve ildeki eğitim kurumlarında halen yönetici veya öğretmen olarak görev yapanlar arasından, eğitim kurumu müdürünün inhası ve il milli eğitim müdürünün teklifi üzerine valinin onayı ile müdür başyardımcısı ve müdür yardımcısı görevlendirilir." denilmiştir. Danıştay İDDK kararının gerekçesinde; madde hükmünde objektif kıstas öngörülmemesi, takdir yetkisine mutlak ölçüde bir etki kazandırması, hiçbir değerlendirme kriterine yer vermeyerek hukuka uygunluk denetiminin etkinliğini daraltması, kariyer ve liyakat ilkelerinin gözetilmemesi, ayrıca adayların görevlendirmelerden haberdar olmasını sağlayacak duyuruya yer vermeyerek geniş  katılımı ve fırsat eşitliğini ortadan kaldırması nedeniyle hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. 

Ayrıca EK-1 değerlendirme formunda yer alan değerlendirme kriterlerine cevap verilebilmesi, okul müdürü hakkında objektif ve doğru bir değerlendirme yapılabilmesi için çok iyi tanınması, bunun için de makul bir süre birlikte çalışılması gerektiğinden bahisle, EK-1 Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri İçin Değerlendirme Formunun "Açıklama" başlıklı kısmının 3. Maddesinde "en az altı ay çalışmış olma" şartının İlçe Milli Eğitim Müdürü, Eğitim Kurumundan Sorumlu Şube Müdürü Ve İnsan Kaynaklarından Sorumlu Şube Müdürleri için aranmamasına ilişkin eksik düzenlemenin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. 

Buna göre, Yönetmeliğin 10/9. Maddesi uyarınca, yeni müdür görevlendirmesi yapılan eğitim kurumunda dört yıllık görev süresi dolmadan görevleri sonlandırılan müdür başyardımcıları ve müdür yardımcılarının görevlendirmelerinin sonlandırılmasına ilişkin işlemlerin de dayanağı kalmadığından eski görev yerlerine geri döndürülmeleri, bulunduğu eğitim kurumunda görev süresi uzatılacak eğitim kurumu müdürlerinin EK-1 Değerlendirme Formu üzerinden yapılan değerlendirme işlemleri şayet altı aydan az süreyle çalışmış olan İlçe Milli Eğitim Müdürü, Eğitim Kurumundan Sorumlu Şube Müdürü ve İnsan Kaynaklarından Sorumlu Şube Müdürleri tarafından yapılmış ise bu değerlendirme işlemlerinin de iptali, Yönetmeliğin 23/1 maddesine göre, boş bulunan normlar duyuruya çıkarılmadan, objektif kriterler gözetilmeden,  eğitim kurumu müdürünün inhası ve il milli eğitim müdürünün teklifi üzerine valinin onayı ile gerçekleştirilen müdür başyardımcısı ve müdür yardımcısı görevlendirmelerinin de iptal edilmesi gerektiği açıktır. 

Adana Sarıçam İlçesi Orhangazi Mahallesi’nde bulunan Ata İlkokulunun bir kısmının Sarıçam Halk Eğitim Merkezi’ne tahsis edilmesi öğrenci velileri tarafından tepkiyle karşılandı. Bu uygulamayla birlikte ilkokul öğrencileri yetişkinlerle aynı ortamda eğitim görecek, sınıflardaki öğrenci sayısı artacak, bazı öğretmenler norm fazlası olacak. 


İlköğretim okulu olarak kurulan okulun ortaokul bölümü geçtiğimiz yıllarda binanın yetersizliği nedeni ile başka bir okula nakledildiğini anlatan veliler buna da karşı çıktıklarını belirterek kendilerine ve öğretmenlere sorulmadan okul hakkında kararlar alınmasının doğru olmadığını söylüyor. Çocuklarının yetişkinlerle aynı ortamda eğitim görmesinin onların ruhsal gelişimleri açısından doğru olmadığını söyleyen veliler ile Eğitim Sen, Türk Eğitim Sen ve Eğitim İş’in Adana’daki şubeleri velilere, öğretmenlere ve hatta İlçe Milli Eğitim’e haber vermeden böyle bir tahsisin yapılmasına okul önünde bir araya gelerek tepki gösterdi. Yıllarca emek harcadıkları, okulun Halk Eğitim’e tahsis edilmemesi için Veliler ve Okul Aile Birliği Valilik’e sunmak üzere kendi aralarında imza topladı. 
VELİLER ÇOCUKLARI İÇİN ENDİŞELİ
Gazetemize konuşan Fatma Tekgöz, çocuklarının zaten 30 kişilik sınıflarda eğitim gördüğünü belirterek “40 kişilik sınıflarda bu çocuklar nasıl sağlıklı bir eğitim görecek?” diye sordu. Yetişkinlerle çocuklarının aynı tuvaletleri kullanacağını dile getiren Tekgöz, hocalar değişecek olmasından ve tüm bunların sonucu olarak çocuklarının psikolojisinin bozulmasından endişeli. Bu karardan sonradan haberdar olduklarımı anlatan Tekgöz, “Ne bize, ne hocalarımıza haber verdiler. Kendi kendilerine karar vermişler” dedi. 

İlkokulda Kurs Eylemi!

KARAR VERİRKEN BİZE SORMUYORLAR
1027 öğrencileri olduğunu ifade eden Okul Aile Birliği Başkanı Ramazan Ünal, ne kadar veli varsa hepsiyle birlikte okula gereken ilgiyi göstererek okullarını düzene soktuklarını belirterek veli olarak ilkokulun bulunduğu bir yerde Halk Eğitim merkezi olmaz” dedi. Geçen sene ortaokulun kaldırılmaması için eylem yaptıklarını ifade eden Yasemin Mencik, bu okul bizim bilgimiz olmadan bu kararları aldılar. Şimdi çocuğum uzakta başka okula gidiyor. Aklımız orda kalıyor” dedi.“Koca mahallede iki tane okul var onu da elimizden alıyorlar” diyen Fatma Bozdemir, Halkeğitim’in başka yere yapılması gerektiğini söyledi. 


İŞLETME MANTIĞI İLE HAREKET EDİYORLAR
Eğitim Sen Şube Başkanı Ahmet Karagöz, uygulamanın işletme mantığı ile ele alındığını belirterek kendini CEO olarak tanımlayan, daha fazla kar amacıyla başa getirilen Adana İl Milli Eğitim Müdürü’nün yargı yoluyla hakkını arayan okul müdürlerini tehdit etmek yerine okulların sorunlarını çözmeye davet etti. Eğitim öğretim yılının başından 250 bin öğrencinin devlet okullarından alınıp özel okullara gönderildiğini dile getiren Karagöz, bunun karşılığında özel okulların kasalarına 800 milyon lira aktarıldığını hatırlatarak yeni bina yapılması için “kaynak yok” denilmesinin altında okulların özelleştirilmek istenmesi olduğunu kaydetti. Yetkilileri geri adım atmaya davet eden Karagöz, konunun sonuna kadar takipçisi olmaya devam edeceklerini söyledi. 

 

BİNA YETERSİZ DİYEREK ORTAOKULU KALDIRMIŞLARDI
Okulun ilkokula çevrilirken binanın yetersiz olduğunun söylendiğini ifade eden Türk Eğitim Sen 2 nolu Şube Başkanı Kamil Köse, uygulamanın keyfi olduğunu belirterek Halk Eğitim İlçe Müdürü’nün evinin okula yakın olması nedeni ile yukarıdan birilerini aratarak İl Milli Eğitim’e böyle bir karar aldırdığını söyledi. Olayı pedagojik olarak değerlendiren Köse, “ilkokul çocukları lavabo, toplantı salonu, giriş, çıkış her alanı ortak kullanma tehlikesi var. İlkokul çağındaki çocuğun psikolojisi ile yetişkinlerinki arasında uçurum var. Bu yanlış bir uygulama. Vazgeçilsin.” dedi.

Volkan Pekal - Evrensel