EĞİTİME DARBE GİRİŞİMİNDE BULUNANLARI TEŞHİR EDİYOR,
YALAN VE İFTİRALARA YANIT VERİYORUZ!
Eğitim öğretim yılının açılmasına sayılı günler kala 1 Eylül gece yarısı çıkarılan 672 sayılı KHK ile tek seferde 28 bin 163 öğretmen, en temel hukuk ilkeleri ve anayasa ayaklar altına alınarak, adil yargılama ve savunma hakkı bile tanınmadan kamu görevinden ihraç edilmiştir. Ardından 8 Eylül tarihinde 11 bin 285 öğretmen, iktidar ve siyasal uzantılarının algı operasyonu ve hükümetin darbe fırsatçılığı sonucunda açığa alınmıştır.
Devleti ve eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırmak isteyenler, karşılarında duracak hiçbir muhalif, örgütlü güç istemedikleri için eğitime darbe girişiminde bulunmuştur. Hükümet kendisine muhalif herkesi “terör suçu” ile ilişkilendirerek kamuoyu desteğini arkasına almaya çalışmakta, kendi işledikleri suçların üzerini örtmek istemektedir.
Hükümet, darbecilerle gerçek anlamda hesaplaşmayı bırakmış, OHAL hukukuna dayanarak çıkardığı KHK’ler ile kendinden olmayan herkesin tasfiyesini amaçlayan “sivil darbe” politikalarını devreye sokmuştur. AKP’nin ülkenin ve eğitimin temel sorunlarını çözmek, demokratikleşme adımları atmak, hukukun gerçek anlamda üstün olduğu demokratik bir yapı oluşturmak gibi bir niyetinin olmadığı bilinmektedir. Bu antidemokratik tutum, bir taraftan ülkeyi ve eğitim sistemini büyük kaosa doğru sürüklerken, toplumun geniş kesimlerinde oluşan kaygıları arttırmaktadır.
15 Temmuz darbesinin başarılı olması durumunda yapılacak olanlar, bugün bizzat hükümet eliyle hayata geçirilmek istenmektedir. Evrensel hukuku, temel hak ve özgürlükleri yok sayarak, özellikle sendikal hakları zorlama yorumlarla suç kapsamına alarak gerçekleştirilen bu operasyonun, basında yer alan yaşan haberlerin aksine doğrudan sendikal eylemlerimize yönelik olduğu ve büyük bir suç işlendiği açıktır.
Unutulmamalıdır ki kamu emekçilerinin, sendikalarının aldığı kararlar doğrultusunda toplu eylem hakkına sahip oldukları; uluslararası sözleşmelerde, insan hakları sözleşmelerinde, Anayasa ve yüksek yargı kararlarında hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde tanınmıştır. Bu konuda çok sayıda AİHM, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve idari yargı kararı bulunmaktadır. Dolayısıyla sendikal eylemlerimizi suç kapsamına almanın kendisinin suç olduğu herkes tarafından bilinmelidir!
Siyasi iktidar, yıllardır eğitimin dinselleştirilmesine ve ticarileştirilmesine direnen, laik-bilimsel eğitimi savunan, emek, barış ve demokrasi mücadelesi yürüten eğitim emekçilerden intikam alırcasına hareket etmektedir. Hükümet, yandaş medya ve yandaş sendikanın işbirliği ile oluşturulan algı operasyonu ve açıkça iftira niteliği taşıyan suçlama ve hedef göstermeler sonucunda gerçekleştirilen açığa almalar, açık bir “yargısız infaz”dır ve hiçbir yasal hukuki dayanağı yoktur. Hükümet ve MEB’in de çok iyi bildiği gibi, hukuken somut delillere, yargı kararlarına, mevzuata uygun yürütülen idari soruşturmalara dayanmaktan uzak bir şekilde verilen tüm kararlar yasa dışıdır. Bu nedenle söz konusu operasyonun hukukla, adaletle açıklanacak hiçbir yanı yoktur.
Yıllardır sendikal eylemlerimizden rahatsız olan ve siyasi komplolarla, örgütlü gücümüzü dağıtmak isteyen darbe fırsatçısı mülki amirler ve yandaş sendika işbirliği ile hazırlanan listeler, MEB tarafından onaylanarak yeniden illere gönderilmiştir. Hükümet ve siyasal uzantılarının kamuoyu desteğin almak için yalan beyan ve iftiralarla açığa alınan eğitim emekçilerini hedef göstermesi suçtur. Bu suçu işleyenler bizlere iftira atarak hedef gösterenler, masa başında yaşan haber üretenlerle ilgili hukuki süreci en kısa sürede başlatacağımız bilinmelidir. Geçmişte benzer haberleri yapanların da defalarca tazminata mahkum edildiği unutulmamalıdır. 'Kurt puslu havayı sever' sözünün hakkını vererek sendikamıza yönelik suçlamalardan kendilerine pay çıkarmaya çalışan darbe fırsatçıları amaçlarına asla ulaşamayacaktır.
Siyasal kimliklere göre yapılan fişlemeler, sendikal aidiyetler, ihbarlar, sendikal husumet üzerinden eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesinin hedef alındığı ortadadır. Attıkları her adımda, aldıkları her kararda siyasi tasarruflar üzerinden hareket edenler, hukuk önünde er ya da geç hesap vereceklerini bilmelidir.
Kamudan hukuksuz bir şekilde ihraç edilen ve açığa alınan bütün eğitim emekçileri görevlerine iade edilmeli, örgütlü mücadelemize yönelik bu haksız ve pervasız saldırı, bütün sonuçları ile birlikte derhal durdurulmalıdır.
Hükümetin eğitime yönelik bu darbesi sadece eğitim emekçilerini değil, öğretmeni, öğrencisi ve velisiyle tüm toplumu yakından ilgilendirmektedir. Ülkenin ve çocuklarımızın geleceğini karartmaya çalışan darbeci girişimlere karşı olan herkesi demokratik tepkisini göstermeye davet ediyoruz.
Nereden ya da kimden gelirse gelsin, örgütlü mücadelemizi hedef alan, her türlü yasa dışı girişim ve saldırının karşısında hukuksal ve örgütlü mücadeleden vazgeçmeyeceğimiz bilinmelidir. Tüm emek ve demokrasi güçlerini, her türlü baskıya rağmen siyasi iktidara değil, halka hizmet eden; emek, demokrasi ve barış mücadelesinde asla geri adım atmayan eğitim emekçileri ile dayanışmaya çağırıyoruz!09.09.2016
Zeynel KETE
Eğitim Sen Şube Sekreteri
Görevden uzaklaştırılanlar için dilekçe örneği
Bu gün itibariyle görevden uzaklaştırılan üyelerimize tebliğler yapılmaya başlanmıştır.
İşlem yazısı tebliğ alınırken “yasal haklarım saklı kalmak kaydıyla imzalıyorum” şeklinde bir şerh konulabilir.
Bunun dışında görevden uzaklaştırılan üyelerimiz, ekte gönderilen itiraz yazısını bulundukları yerin ilçe veya il milli eğitim müdürlüğüne verebilirler. İtiraz dilekçesini her üyemiz kendi durumuna uygun olarak değiştirebilir.
OHAL döneminde açılan davalarda Mahkemeler yürütmenin durdurulması kararı verememektedir. Bu nedenle görevden uzaklaştırma işleminin iptali için açılacak bir davanın pratikte kişiye bir faydası olmayacaktır. Çünkü bilindiği üzere davaların sonuçlanması 6 ay ile 1 yıl arasında olmaktadır. Bu nedenle şu an için dava açmayı önermemekteyiz.
Aslında 657 sayılı Yasaya göre, görevinden uzaklaştırılan Devlet memurları hakkında görevden uzaklaştırmayı izleyen 10 iş günü içinde disiplin soruşturmasına başlanması şarttır. Başlanmazsa görevine iade edilmelidir. Disiplin soruşturması başlatılmışsa da görevden uzaklaştırma tedbiri 3 aydan uzun devam edemez. Soruşturma biter bitmez göreve iade edilmelidir. 3 ay içinde disiplin soruşturması bitirilmezse de görevine iade edilmelidir.
Ancak her ne kadar görevden uzaklaştırma tedbiri 657 sayılı Yasanın 137. Maddesi çerçevesinde yapılmışsa da, işlem OHAL KHK’ları gerekçe gösterilerek yapıldığı için, OHAL uygulamaları kapsamında çıkarılan 669 sayılı KHK’nin 3. Maddesinde “15/07/2016 tarihinden sonra milli güvenlik gerekçesiyle görevden uzaklaştırılan kamu görevlileri hakkında ilgili mevzuatında öngörülen soruşturma açma süreleri olağanüstü hal süresince uygulanmaz” denildiğinden 137. Maddedeki soruşturma açma sürelerine uyulmayacaktır. OHAL bittikten sonra ise bu sürelere uyulmak zorundadır. Bu yüzden üyelerimiz halen göreve başlatılmamışlarsa; OHAL kaldırıldıktan itibaren 10 işgünü geçince bilgi edinme yasası çerçevesinde kendisini görevden uzaklaştıran kuruma başvurarak hakkında soruşturma başlatılıp başlatılmadığını, başlatıldı ise hangi tarihte başlatıldığını sorabilir. Verilecek cevapta soruşturma başlatılmamışsa, görevine iade edilmesi için dilekçe ile başvurabilir. İade olmadığı takdirde de yürütmenin durdurulması talepli dava açabilir.
Dilekçe Örneğini İndirmek İçin Tıklayınız
Beynine ve vücuduna değer vermek kendine değer vermektir.
İnsan Kendisine Zaman Ayırmasını Bilmeli
İnsanlığın kısa tarihinde öğrendiği önemli olgulardan biri sanırım kendisine değer vermesi ve kendisine zaman ayırmasıdır. Her insanın sağlıklı ve mutlu yaşaması için kendisine zaman ayırması birkaç yönden önemli. Her şeyden önce insanın düşünmesi ve kendisini yenilemesi için kendisine zaman ayırması gerekir. İnsanın kendine zaman ayırması aynı zamanda kendine değer vermesi demektir. İnsan vücuduna ve beynine değer vererek farklılaşır. Günlük sağlıklı beslenmesi, temizlik, egzersiz yapması kendine yakışır giyinmesi sağlıklı mesaj vermesi gibi. Beynine değer vermesi ise farklı kaynaklardan okumalar yapması, sinema, tiyatro, geziler yapması beynin işlevi ve zindeliği için ayrıca gereklidir.
İnsanın kendisine değer vermesi kendisine olan saygısına da bağlıdır. Kendisine saygısı olmayanın başkasına da saygısı olamaz. Saygıda bir bilinç ve emek iştir. Kolay kazanılmıyor. Saygı duymak ve/ya saygı göstermek içinde toplumun içinde olmak, yaşama katılmak, yaşamın bir tarafından tutmak ve özellikle de mürekkep yalamak gerekir.
Kitap Okumak Beyni Beslemenin Önemli Aracıdır
Ortaokul yıllardan beri olanaklar ölçüsünde hep okurum. Dilin güzelliğini ve inceliklerini anlamak ve yaşamın anlatılış şekillinin verdiği haz ancak okuyunca anlaşılıyor. Hele yazar dil anlatım zenginliğine sahipse ve yeni kelimler önünüze koyduysa ve siz de düşürtüyorsa okumak daha da keyifli ve eğitici olmaktadır.
Babam kendisi okul yüzü görmediği için çocuklarını okula gönderme konusunda çok istekli ve ısrarcıydı. Sağ olsunlar o dönemde öğretmenlerimiz okuma alışkanlığı kazandırma konusunda hevesliydiler. Kimin ne tür kitap okuduğu değil kitap okumak önemliydi. Klasikleri okumak, gazete okumak, tartışmalara katılmak bu bakımdan bir ayrıcalıktı. O dönemde genelde okuyan arkadaşlarımızın sonrada farklılaştıklarını ve şimdilerde devlete değiller, ancak kendiişlerinde ve yaşam başarılarının yüksek olduğunu görüyorum. Genelde okumaktan itina eden veya önemini fark etmeyen arkadaşların çoğunu sıradanlaştığını görüyorum. Farkına varıla bilirliği erken gelişmiş, dünyayı okuyan insanlar bulundukları ortamı değiştirmiş, yeni atmosferler yaratıklarını gördüm. Orta ve ortanın altı düzeyindeki liyakatsiz ve okumayan insanların ise eline aldığı yüzüne gözüne bulaştırdığını ve vermişiz kaldıklarına şahit oldum. Bu bağlamda okumanın önemini ilk gençlik yıllarımda fark etmiştim.
Kendime Zaman Ayıramadım
Bilim hayatım boyunca da tarım-toprak ve bitki besleme bilimcisi olarak yazları sürekli sera ve tarla denmeleri nedeniyle neredeyse (bir iki birkaç günlük izinler hariç) hiç izin kullanmadım. Şimdi geriye doğru baktığımda maalesef başta ailem olmak üzere kendimize hep haksızlık etiğimizi görüyorum. İlk gençlik yıllarımdan bu yana ülkemiz hep zor dönemlerde geçiyor hem de her geç gün daha da zor dönemlerde geçmektedir. Hep fedakârlık yaptık, ülkemiz Mustafa Kemal’in hedeflediği muasır medeniyetler seviyesine çıksın, ülkemiz daha demokratik olsun, hukuk sitemimiz daha evrensel olsun, kimse ötekileştirmesin devletin kapıları liyakate dayalı olarak herkese açık olsun, yurttaşlar haklardan eşit yaralansın diye hep çalıştık ve istekte bulunduk. Bu süre zarfında gençliğimizi nerdeyse hiç yaşamadık. Üniversite öncesi köyümde ve üniversite yaşamımda da tarlada ot yoldum, çapa yaptım, sulama yaptım. Almanya'da, İngiltere'de öğrencilik yılları ve ABD'de doktora sonrası çalışmalarda Cumartesi, Pazar günleri de laboratuvarlara gittim. Şimdilerde halen her Cumartesi çalışmak için bölüme giderim. “Çalışan demir ışıldar” örneği önemli. Gerçekten çok çalıştım ve okudum ve binlerce sayfa da yazım. Verdiğim her dersin ders notlarını hazırladım, yüzlerce konferansta konuştum, 40 küsur ülkede bilimsel toplantıya katıldım. Gerçekten bu süre zarfında kendimize ayıracak çok zamanımız olmadı. Yaşananlardan pişman mıyım? HAYIR. Yaşadıklarımızın çoğu gelişmiş demokratik ülkelerde olsaydık yaşanmayabilirdi. Yine de yaşadıklarımız da çok şey öğretti. Yaşanan zorluklar en büyük öğreticidir. Buradan ders çıkarabildiysek ne mutlu.
Bunların tümünü yukarıda belirtiğim “okumaya” bir diğer ifade ile "BEYNİMİ BESLEMEYE" borçlu olduğumu düşünüyorum. Bundan sonrada akıl ve ruh sağlığım elverdiğince beynimi beslemeye ve öğrendiklerimi ülkemin geleceği için kullanmaya devam edeceğim.
Her Türlü Zorluğa Rağmen Ülkemizin Aydınlık Geleceği İçin Daha Çok Çalışmak Zorundayız
Geriye doğru bakınca yaşanmamış gençlik yılarım, yaşadığım maddi ve manevi zorluklar ve bugünlerde ülkemde kurşun gibi ağırlaşan hava heveslerin kırmasına ve morallerin bozulmasına yol açabilir. Ancak yine de enseyi karartmadan yaşanan yaşandı, “ah keşke demeden” ileriye güzel günler için daha çok çalışmak ve ülkemizin aydınlık geleceğine karınca kaderince katkıda bulunmak durumundayız. Ülkemizin eğitilmiş insanından beklediği de umut ile aşk ile geleceğin ışığını toplum göstermektir. Uygarlıklar kavşağı Anadolu her türlü zorluğun üstesinden gelecektir. Ülkemiz insanına kendini ifade etme ortamı sağlanırsa, üniversiteleri özerk olursa, demokratik yaşam ortamı hazırlanırsa, liyakate dayalı bir çalışma ortamı hazırlanırsa bütün bu sorunların üstesinde rahatlıkla gelebilir. Maalesef ülkemiz bir türlü arzu edilen rahatlığa kavuşamadı. Bu durum bir bütün olarak ülkenin, toplumun özelliklede eğitimli kesimin enerjisini tüketiyor ve çalışma şevkini olumsuz etkiliyor.
Devletimiz Okuyandan Hep Uzak Durdu
Zaman zaman ülkemizin neden yetenekli, okuyan, araştıran gençlerini devlet katına almadı. Araştıran ve sorgulayandan devletimiz nedense hep batılıların da telkinleri ile uzak durdu. Gerçekten okuyan ve sıra dışı liyakat sahibi insanları devletimiz kurumlarında istihdam edilseydi acaba ülkemiz bugün bu zorlukları yaşar mıydı diye de beyniniz sormadan edemiyor.
Pazar Günleri Beynimi Besleme Günümdür
Her insanın günün belirli saatleri en üretken oldukları dönemlerdir. Ben de genelde özellikle Pazar sabahları erkenden okumaya ve yazmaya ayırım. Sabahın sakinliği ve yalnızlığında çalışmak ayrı bir keyiftir.
Dört mevsimin ayları arasından bir tercih yapsam herhâlde en çok sevdiğim Eylül Ayı’dır. Eylülün ilk pazar gününü beynimi beslemeye ayıracağım. Bilimsel çalışmalardan dolayı okuyamadığım birikmiş, gazete dergi, kitaplarımı okuyacağım. Ayrıca almam gereken notlar var. Bugün ayrıca kendime ve aileme de zaman ayıracağım.
Sonuç ve özet:
Doğadan ve insandan yana duruşumuzla kendimize ve çevremize de değer vermemiz ve onlarla birlikte mutluluk içinde yaşamamız kendimize değer vermenin en önemli göstergesidir. Yaşamı ve yaşamın bize sunduğu ortamı ve imkânları tanımak anlamak ve ona uygun yaşamak için beynimize değer verme ile anlaşılır. Yoksa gelir geçer sıradanlaşırız.
Yaşamak için çalışanlardan mısınız, yoksa çalışmak için yaşayanlardan mısınız?
4 Eylül 2016 Adana
Prof.Dr. İBRAHİM ORTAŞ
NOT: Üniversiteyi yeni kazanan öğrencilerimize yararlı olması dileği ile
Örgütlenme Çalışmalarımız Devam Ediyor!
Yüreğir Ömer Refika Halıcılar Ortaokulunda Salahattin KILIÇ emek ve demokrasi mücadelemizi takdir ettikleri ve bu mücadelenin içinde yer almak istediklerini belirterek sendikamıza üye olmuştur.
Örgütlenme Çalışmalarımız Devam Ediyor!
Yüreğir Ömer Refika Halıcılar Ortaokulunda Salahattin KILIÇ emek ve demokrasi mücadelemizi takdir ettikleri ve bu mücadelenin içinde yer almak istediklerini belirterek sendikamıza üye olmuştur.
BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ
Eğitim Sen üyeleri, yıllardır sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi sürecinde baskılara, cezalara, soruşturma ve sürgünlere, hatta görevden almalara maruz bırakılmış, siyasi iktidarın yıldırma politikaları ile hizaya getirilmeye çalışılmıştır.
Sendikamızın mücadele tarihiyle yaşıt hale gelen baskılar, özellikle de OHAL ile ülke çapında başlatılan "cadı avı" ile sürdürülmesi dikkat çekicidir. AKP’nin ideolojik çizgisinde siyasallaşmış idari makamların disiplin soruşturmaları, verdikleri sürgün ve görevden alma kararları bizler için ne ilktir ne de son olacak gibi görünmektedir.
Bugün neden buradayız sorusuna cevap verelim.
13 Mart 2016 tarihinde Ankara’da gerçekleşen, 37 insanımızın yaşamını yitirmesine, onlarcasının yaralanmasına neden olan saldırıyı Adana’da Emek ve Demokrasi güçleri, Adana Barosu ve CHP Adana Milletvekilli İbrahim ÖZDİŞ’inde içinde olduğu grup, 15 Mart 2016 tarihinde Adana Büyükşehir Belediyesi önünde toplanıp Atatürk Parkında yapılacak olan bir basın açıklamasına yürüyüş esnasında polis gaz ve copla müdahale ederek grubun yürüyüşünü engellemişti,
5 Haziran 2015 tarihinden buyana ülkede sivil halka yönelik 19 katliam yaşanmış olup, binlerce insan yaşamını yitirmiş, binlerce insan sakat kalmış ve yaralanmıştır. Toplumsal barışı ilke edinmiş insanların bu tür katliamlar karşısında refleks göstererek tepki vermeleri gayet doğal iken bugün yaşanan katliamları lanetleyenlerin yargılanmasına bir anlam veremiyoruz.
15 Mart 2016 tarihinde gerçekleştirilen eylem ile ilgili Emniyet Müdürlüğü emek ve meslek örgütlerinin üye ve yöneticilerinin de içinde olduğu kişilerin ifadelerini almış olup, konuyla ilgili açılan adli soruşturmada arkadaşlarımızın büyük bir kısmına kovuşturmaya yer olmadığına dair adli kararlar mevcut iken; Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğünün 14 üye ve yöneticimize idari soruşturma açmış olmasına bir anlam veremediğimizi ifade etmek isteriz.
Adana Baro Başkanı, CHP Adana Milletvekili İbrahim ÖZDİŞ ve Adana emek ve meslek örgütlerimizin üye ve yöneticilerinin büyük bir kısmı polisler tarafından sıkılan gaz ile hastanelik olmuştu. Hepimizin elinde darp raporları mevcut iken bugün yalnızca mağdurların yargılanması hukukun hangi aşamada işlediğinin göstergesidir.
Örgütlenme ve ifade özgürlüğünü önemseyen, savaşlar karşısında barışı savunarak demokratik tepkilerini gösteren üye ve yöneticilerimizin son derece keyfi gerekçelerle cezalandırılmak istenmesi hukukun en temel ilkelerinin bile ayaklar altına alındığının göstergesidir.
KESK`e bağlı sendikaların üye ve yöneticilerine karşı uygulanan bu tutum ve tavır bize göre kesinlikle rastlantı değildir. AKP kendi siyasal ve ideolojik ihtiyaçlarının karşılayacak bir model yaratma çabasıyla toplumsal muhalefeti örgütleyen Eğitim Sen’ni susturmak istiyor ama nafile.
AKP, her konuda olduğu gibi, demokrasi ve özgürlükler konusunda da sadece kendine demokrat, kendine özgürlükçüdür. Kendisi gibi düşünmeyen, zulme karşı boyun eğmeyen herkes bugün siyasi iktidarın hedefi haline gelmiştir. Böylesine büyük bir abluka ortamında geri adım atmamız, savunduğumuz ilke ve değerlerimizden vazgeçmemiz asla mümkün değildir.
Buradan AKP hükümetine, Milli Eğitim Bakanlığına ve siyasi iktidarı temsil eden diğer yetkililere sesleniyoruz: Bizler, bugüne kadar olduğu gibi örgütlü mücadelemiz ile bu kuşatmayı kırmaya kararlıyız. Soruşturma, sürgün ve cezalandırmalara karşı bugüne kadar sürdürdüğümüz örgütsel ve hukuksal mücadelemiz bundan sonra da aynı kararlılıkla sürecektir. Bugüne kadar mücadelemizi engellemeyi başaramadığınız gibi, bugünden sonra da başaramayacaksınız.
Ahmet KARAGÖZ
Şube Başkanı
Başbakan’ın Eğitim Emekçilerine Yönelik Tehdit Dolu Sözleri, Baskı, Korutma ve Sindirme Amaçlıdır, Kabul Edilemez!
Hükümet, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında başlattığı ve darbeciler yönelik olduğu iddia edilen soruşturmalar, açığa almalar ve ihraçlar üzerinden kendisine muhalif olarak gördüğü geniş kesimlere yönelik cadı avını sürdürmektedir.
1 Eylül gece yarısı çıkarılan 672 sayılı KHK ile 28 bini MEB bünyesinde olmak üzere, 50 bini aşkın kamu personeli savunma hakkı bile tanınmadan kamu görevinden ihraç edilmiştir. Hükümetin ulusal ve uluslararası hukukun en temel ilkeleri ayaklar altına alınarak gerçekleştirdiği ihraçlar ve açığa almaların darbeci zihniyetten hiçbir farkı olmadığı gibi, hukuk dışı karar ve uygulamaların ısrarla sürdürülmek istenmesi dikkat çekicidir.
Başbakan Binali Yıldırım, 2 Eylül tarihinde bölgede “terörle iç içe olmuş 14 bin öğretmenin bulunduğunu ve zorunlu yer değişikliği yapılacağını” açıklamış, daha sonra 4 Eylül Pazar günü Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “terörle iç içe olduğundan şüphe edilen 14 bin öğretmenin ve kamu görevlilerinin tedbir olarak açığa alınacağını” açıklamıştır. OHAL’in arkasına sığınılarak yapılan bu açıklamanın ardından, hükümetin siyasi uzantıları tarafından kamuoyunda ve sosyal medyada eğitim emekçilerinin mücadele kesimlerine yönelik tehdit, korkutma ve sindirme amaçlı büyük bir linç kampanyası başlatılmıştır.
Hükümetin kendileri gibi düşünmeyen, haksızlıklar karşısında sesini yükseltenlere karşı gösterdiği tahammülsüzlüğün son dönemde belirgin bir şekilde arttığı, en temel sendikal eylemlerin bile suç kapsamına alınmaya çalışıldığı bilinmektedir. Yıllardır iktidarın ve onun toplum içindeki siyasi uzantılarının pervasız saldırılarına, iftira ve suçlamalarına itiraz eden, sesi yükselten her birey, her kurum “bertaraf” edilmesi gereken potansiyel hedef olarak belirlenmiştir.
Başbakan’ın, OHAL hukukunun arkasına sığınarak, “şüphe duyulan 14 bin öğretmenin açığa alınabileceğini” açıklaması, hükümetin olası hukuki sonuçlarını bile bile tamamen siyasi bir karar alınmak istediğini göstermektedir. Başbakan’ın açıklamaları, bugüne kadar iktidarın anti demokratik uygulamalarına karşı çıkan tüm eğitim emekçilerine yönelik bir açık bir gözdağı olmasının ötesinde, tamamen korkutmak ve sindirmek amaçlıdır ve kabul edilmesi mümkün değildir.
Bugüne kadar iktidarın eğitim başta olmak üzere, toplumsal yaşamın tüm alanlarında hayata geçirdiği anti demokratik uygulamalara karşı çıkan kesimlerin hedef haline getirilmiş olmaları, darbe fırsatçılığının geldiği tehlikeli noktanın görülmesi açısından önemlidir. Benzer örneklerini ancak faşist rejimlerde görebileceğimiz geniş kapsamlı “cadı avı” uygulamalarının asıl amacı kamuoyunun kafasında soru işaretleri oluşturmak, eğitim emekçilerinin mücadeleci kesimlerini susturmaktır.
Başbakan tarafından bu tür tehdit dolu açıklamaların aslında hangi amaçlarla yapıldığı, yıllardır ülkenin dört bir yanında fedakârca çalışan eğitim emekçilerine ne tür mesajlar verildiği herkes tarafından bilinmektedir. Hükümetin bugüne kadar hayata geçirdiği hukuk dışı ve anti demokratik tüm karar ve uygulamaları gerek ulusal, gerekse uluslararası yargı tarafından da eleştirilmiş ve benzeri hukuk dışı kararlar nedeniyle Türkiye hükümeti defalarca mahkum edilmiştir.
Ülkenin içinden geçmekte olduğu olağanüstü koşulları fırsata çevirerek OHAL hukuku dayanak yapılarak hayata geçirilmek istenen yeni tasfiye girişimlerinin kabul edilmesi mümkün değildir. Eğitim emekçileri, darbeci zihniyetten hiçbir farkı olmayan, korkutmak ve sindirmek amaçlı olarak gündeme getirilen bu tür hukuk dışı girişimlere pabuç bırakmayacak kadar köklü bir mücadele geleneğine sahiptir.
Hükümete çağrımız, OHAL hukukunun arkasına sığınarak hiçbir hukuk dışı girişimde bulunmaması, siyasi intikam duygusuyla hareket etmekten uzak durmasıdır. Eğitim Sen, nereden ya da kimden gelirse gelsin, eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesini hedef alan, iktidarın baskıcı ve anti demokratik uygulamalarına zemin hazırlayan her türlü girişim ve saldırının karşısında hukuksal ve örgütlü mücadelesiyle durmayı sürdürecektir.
Örtülü Faşizmden Açık Faşizme Doğru!
Değerli basın ve kamuoyuna;
AKP Hükümeti, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde OHAL kapsamında yayınladığı 672 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kendisine muhalif olarak gördüğü tüm kamu emekçilerine karşı adeta savaş başlattığını ilan etti. Son çıkan bu KHK’lar 15 Temmuz darbe girişiminin tüm hukuksuzluklara kılıf olarak kullanılacağını çok daha güçlü şekilde açığa çıkarmış oldu.
672 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 28 bin 163’ü MEB, 2.346 YÖK kapsamında olmak üzere, toplamda 50.875 kamu personeli kamu görevinden ihraç edilmiştir. İhraçlar herhangi bir delil sunma ihtiyacı duymaksızın, hiçbir hukuki kaygı güdülmeksizin “yaptım oldu” gibi faşizme has nitelikte kesinleşmiş karar olarak duyurulmaktadır.
İhraç edilenler arasında Konfederasyonumuza bağlı sendikalarımız üyelerinden çok sayıda arkadaşımızın aynı zamanda şube yöneticisi olması AKP’yi suçüstü yakalatmıştır. Sendikamız EĞİTİM SEN’nin Adıyaman, Batman, Bingöl, Bitlis, Dersim, Gaziantep, Mardin şube başkanları bu ihraçlardan sadece birkaçıdır. Örneğin 7 kişilik Adıyaman EĞİTİM SEN şube yöneticilerinden 6’sı ihraç edilmiştir!
AKP açıkça sendikal örgütlülüğü, temel hak ve özgürlükleri hedef almakta, muhalif sesleri susturmayı kendi deyimleriyle “ölüm kalım” meselesi olarak görmektedir.
Darbe girişimi AKP’ye yarım kalmış operasyonlarını tamamlamak için de bir bahaneye dönüşmüş durumdadır. Bunun en somut örneği Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’ne yönelik baskıların OHAL fırsat bilinerek ihraçlar ile devam ettirilmesidir. AKP, “barış”, “demokrasi” “çözüm”, “diyalog” gibi çağrıları ve kavramları “terör” faaliyetleri olarak görmekte, suç kapsamına almaktadır.
Kamudan ihraç edilenlerin büyük bölümü muhtemelen banka hesabı, sendika üyeliği ve gazete aboneliği gibi asla suç olarak değerlendirilemeyecek şeyler yüzünden ağır şekilde cezalandırıldılar.
Anayasanın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde belirtilen "adil yargılanma hakkı" açıkça ihlal edildi. Kamudan ihraç edilenlere yönelik herhangi bir suçlama yapılmadığı gibi, savunma hakkı da tanınmayarak büyük bir hukuk skandalına imza atıldığı çok açık.
Hangi görüşten olursa olsun, bir devletin kendi hukuk kurallarını bile yok sayarak siyasi intikam duygusuyla hareket etmesi elbette kabul edilemez.
Bir kez daha hatırlatmak isteriz ki, bir kamu emekçisinin hiçbir adil soruşturma geçirmeden, savunma hakkı verilmeden ve sadece OHAL süresince değil ömür boyu meslekten ihracı düzenlemesi hukukun ayaklar altına alınmasıdır. Hükümetin OHAL üzerinden KHK’lar ile ihraçları gerçekleştirmesi bu gerçekliği değiştirmemektedir.
KHK’lar ile her şeyin yapılabileceği bir hukuki düzlem yaratmak, gerek Anayasa gerek ise Uluslararası sözleşmelere açıkça aykırıdır.
İş iyice çığırından çıkmadan bu gidişata son verilmelidir.
İhraç edilen arkadaşlarımız tekrar görevlerine dönene kadar kesintisiz bir mücadele yürüteceğimizde kuşku duyulmamalıdır.
Bir üyesine yapılmış haksızlığı tüm üyelerine yönelik olarak kabul eden bir gelenekten gelen KESK ve bağlı sendikalarımız AKP faşizmine teslim olmayacaktır.
Fiili ve meşru mücadelemizi saltanatlarına karşı tehdit olarak görenlere inat fiili ve meşru mücadelemizi her koşul altında büyüterek devam ettireceğiz.03.09.2016
KESK Adana Şubeler Platformu adına
Sabahat MUTLUAY
BES Adana Şube Başkanı
Kamuda Gerçekleştirilen İhraçlar Hukuki Değil, Siyasi Gerekçelerle Yapılmıştır!
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kamuda başlatılan ve darbecilere yönelik olduğu iddia edilen soruşturmalarla kitlesel açığa almalar yaşanmıştır. Eğitim Sen, kamuda yürütülen darbe soruşturmalarında açığa alınanların, hangi siyasi görüşten olduğuna, hangi sendikaya üye olup olmadığına bakılmaksızın, mutlaka hukuk kuralları içinde ve büyük bir titizlikle yapılmasını, tek bir kişinin bile mağdur edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
1 Eylül gece yarısı, OHAL kapsamında yayınlanan 672 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile 28 bin 163’ü MEB, 2.346 YÖK kapsamında olmak üzere, toplamda 50.875 kamu personeli kamu görevinden ihraç edilmiştir. Darbe girişiminin üzerinden 1,5 ay gibi kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen, tüm kamuda tarihin en kitlesel tasfiyesi gerçekleştirilmiştir. Bu kadar kısa süre içinde bitirilmesi mümkün olmayan, ulusal ve uluslararası hukukun en temel ilkeleri ayaklar altına alınarak yapılan ihraçların somut hukuki delillerden çok, büyük ölçüde siyasi fişlemeler üzerinden yapıldığı anlaşılmaktadır.
Hükümet, kamudan ihraç edilenlerin hangi somut gerekçelerle ihraç edildiklerini, ihraç edilenlerin darbe girişimi ile aralarında hangi somut bağlar bulunduğunu en küçük bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklamak zorundadır. Kamuda yaşanan ihraçlara bakıldığında “darbecilerle mücadele” söyleminin gerçeği yansıtmadığı anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı tarafından “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirilen 15 Temmuz darbe süreci, hükümet tarafından kendilerinden farklı düşünenleri de tasfiye etmek için bir fırsat olarak kullanılmıştır.
672 sayılı KHK ile ihraç edilenler arasında, “Artık kimsenin ölmesini istemiyoruz” diyen Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’nin, 15 Temmuz darbe girişimi karşısında net bir tutum alan Eğitim Sen üye ve yöneticilerinin de yer alması, sürecin hükümet tarafından kendileri gibi düşünmeyenleri de hedef alacak şekilde değerlendirildiğini göstermektedir.
Bugün saat 13.00 itibariyle sendikamıza gelen bilgiler doğrultusunda aralarında Adıyaman, Batman, Bingöl, Bitlis, Dersim, Gaziantep, Mardin şube başkanlarımızın da yer aldığı 100’ü aşkın Eğitim Sen’li, yine çeşitli üniversitelerden Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza atan 30’u aşkın üyemiz rektörler tarafından hazırlanan özel listeler üzerinden tamamen keyfi bir şekilde ihraç edilmiştir. Bugüne kadar üyelerimize yönelik tüm hukuk dışı girişimlerde olduğu gibi, bugün de hukuksuz bir şekilde ihraç edilen üyelerimizin hakkını sonuna kadar savunacağımız bilinmelidir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta, binlerce üyesi bir gece yarısı çıkarılan KHK ile ihraç edilen diğer sendikalardan en küçük bir itiraz gelmemiş olmasıdır. Üyelerinin hak ve çıkarlarını savunmayan bir sendikanın meşruluğu tartışmalıdır.
Bugüne kadar hiçbir Eğitim Sen üyesi, iktidarın baskı ve sindirme politikaları karşısında diz çökmemiştir. Kime karşı yapılıyor olursa olsun, her türlü haksızlık ve hukuksuzluk karşısında hukuksal ve örgütsel mücadeleden geri durmayacağımız bilinmelidir.
Kamuoyu, Eğitim Sen’i de gayet iyi tanımakta, hak ve özgürlükler yolundaki kararlı ve onurlu duruşunu çok iyi bilmektedir. Bizleri çerçevesini hükümetin belirlediği sınırlar içinde hapsetmeye, yandaş sendikalar gibi hizaya getirmeye çalışanlar büyük bir yanılgı içindedir. Kimlerin hangi amaçlarla bizleri sindirmek istediği er ya da geç mutlaka ortaya çıkacak, bugün hukuku ayaklar altına alarak hareket edenler, yok saydıkları hukuk karşısında mutlaka hesap vereceklerdir.
Eğitim Sen, bu tür saldırılara pabuç bırakmayacak kadar köklü bir mücadele geleneğine sahip bir sendikadır. Haksız ve hukuksuz şekilde ihraç edilen tüm kamu görevlileri görevlerine iade edilmelidir. Sendika olarak açığa alınan ve hukuk dışı bir şekilde ihraç edilen tüm üyelerimizin arkasında olduğumuz ve üyelerimizin görevlerine geri dönmesi için bütün hukuksal ve örgütsel olanaklarımızı seferber edeceğimiz bilinmelidir.
Dahası...
Adana da1 Eylül Dünya Barış günü Uğur Mumcu Meydanında Adana Emek Ve Demokrasi İçin Güç Birliği platformu tarafından miting düzenlendi,
“Bir tek acılar mıdır payımıza düşen
Dökülsün yollara beş kıtada
Ekmek de özgürlük de barışın gülleridir. ” VEDAT TÜRKALİ
“Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir, barıştır.” YAŞAR KEMAL
“Bir toplum, hoşgörüsü kadar güçlü, sağlam ve haklıdır. Zulmü kadar zalim, zayıftır. Irkçılık ise en korkunç hastalıktır.” YAŞAR KEMAL
“Babam dünyanın en güçlü adamıydı. Bir ekmeği hepimize bölebiliyordu.” YILMAZ GÜNEY
“Zulme dayalı tüm saltanatlar yıkılacaktır! Sen babanın oğluysan bende Allah’ın kuluyum.” YILMAZ GÜNEY
“Yağmur komünisttir; çünkü herkese eşit yağar. Rüzgâr ise kapitalisttir zayıf olanı yıkar.” CHE Guevara
“Gelgelelim,
Beter, bize kısmetmiş.
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş
Genciz, namlu gibi,
Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret” A. ARİF
“Bizim barışmamız ölümümden sonra olacak. Ülkeme dönmek için ölmek zorundayım.” N. HİKMET
Faşizme, Darbelere, Savaşa Karşı Demokrasi ve Barış İstiyoruz!
Değerli Basın Emekçileri;
1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başlayan, İkinci Büyük Emperyalist Savaşı ardında milyonlarca ölü, milyonlarca yaralı, harabeye dönmüş kentler ile büyük bir acı ve gözyaşı bıraktı.
İnsanlık tarihinin bu en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşının başladığı gün, yani 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul edildi.
Ancak geçmişten bu yana emekçiler ve ezilen halklar savaşa karşı barışı savunurken, dünyayı yöneten güçler hala savaştan, kan dökmekten, barbarlıktan vazgeçmedi!
Bu gün tüm mağdurlarla, yoksullarla, dışlananlarla, işsizlerle, işçilerle, kamu emekçileriyle, mimar ve mühendislerle, aydınlarla, sanatçılarla, kadınlarla, gençlerle, emeklilerle, basın emekçileriyle omuz omuzayız. Ve bu bilinçle taleplerimizle, türkülerimizle, halaylarımızla tek yüreğiz. İnadına İnadına Barış diye haykıracağız.
Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam” diyen Emekçiler,
Yasaklara, Baskılara, Saldırılara Göğüs Gerenler,
Eve Hapsedilmeye Karşı Sokağa Çıkan Kadınlar,
Değerli Emekçiler,
Bizler, Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da katledilen ALEVİLERİZ.
Bizler, Roboski ‘de, Diyarbakır da ve Gaziantep de katledilen KÜRTLERİZ.
Bizler Suruç’ta katledilen Sosyalist Gençleriz.
Bizler 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara gar önünde katledilen Barış elçileriyiz.
Bizler, Gezi Direnişinde Katledilen Ali İsmail’iz, Ethem’iz, Ahmet’iz, Abdocan’ız, Mehmet’iz, Medeni’yiz, Hasan Ferit’iz, Berkin’iz yani GEZİ ŞEHİTLERİYİZ.
Bizler, Soma’da ve Ermenek’te katledilen 318 MADEN EMEKÇİSİYİZ.
Bizler, Adana’da EKOROMA İŞÇÇİLERİYİZ
Bizler, Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol’uz
Bizler; Barış İnsan Hakkıdır diyenleriz.
Bizler, Lazkiye ve Tartus da, Ortadoğu’da katledilen Araplarız, Kürtleriz, Türkmenleriz, Ezidileriz, Suryanileriz.
Bizler, Uğur Mumcuyuz, Hırant Dinkiz, Ahmet Taner Kışlalıyız, Musa Anter ve Tahir Elçiyiz.
Bizler, bu ülkenin sanatçılarıyız, bilim insanlarıyız, gazetecileriyiz, aydınlarıyız.
Bizler, davaları haklı, Mücadele araçları ahlaklı olan İŞÇİLERİZ, EMEKÇİLERİZ, EZİLENLERİZ.
Bizler aynı zamanda; BU ÜLKENİN GERÇEK SAHİPLERİYİZ!
Değerli Basın Emekçileri;
Küresel emperyalist güçlerin isteği ve yönlendirmesiyle, uzun süredir Suriye ve Irak’ta savaş sürüyor.
Hala kadınlar, çocuklar, gençler ölüyor, sakat kalıyor, salgın hastalıklar, evsizler, sığınmacılar çoğalıyor. Çağdışı cihatçı IŞİD vb. örgütler en çok kadınların hayatını cehenneme çeviriyor, Ortadoğu halklarına dünyayı dar ediyor. Bunun sonucunda AKP Hükümeti ve Avrupa devletleri mültecilik üzerinden insanlık değerlerini pazarlıyor, ayaklar altına alıyorlar.
Soma ve Ermenek’te yitirdiğimiz işçilerden bize kalan, sadece acı değil, böylesi katliamların yaşanmaması için mücadele görevleridir. “Kader”, “fıtrat” diyerek sorumluluklarını unutturmaya çalışanları Unutmayacağız affetmeyeceğiz. Güvenceli iş ve insanca yaşam mücadelemizi Barış Mücadelemizle birleştirerek büyütmek zorundayız.
1 Eylül’ün Dünya Barış Günü olarak ilan edilmesi üzerinden tam 77 yıl geçmesine rağmen hala ülkemizde “kutlu olsun” diyemiyoruz!
Ülkemiz yangın yeri… Çatışma, gözyaşı ve acı dört bir yanımızı sardı.
15 Temmuz’da kanlı darbe girişimi ile AKP’nin iktidar ortağı olan Cemaat ülkenin geleceğine el koymak istedi. Cemaatin kanlı planlarının boşa çıkarılması, darbe girişiminin bastırılmış olması Türkiye’nin içine sürüklendiği karanlığı ortadan kaldırmadı. OHAL uygulamalarını “milli mutabakat” ile maskelemeye çalışan AKP, darbe girişiminin oluşturduğu atmosferi faşizan, sömürücü ve savaş yanlısı dikta rejimini derinleştirmek için fırsata dönüştürdü.
Değerli Basın;
OHAL ilanı, kitlesel gözaltılar ve tutuklamalar, işten çıkarmalar, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, kadına yönelik ayrımcı politikalar ve şiddet, homofobiden beslenen şiddet ve cinayetler, Alevilere yönelik mezhepçi dayatmalar, laiklik karşıtı gerici politikalarda kaygı verici artış, çocuk istismarı, doğamızın talan edilmesi, iş cinayetleri ve daha nice insanlık onuruyla bağdaşmayan politik uygulamalar ve bombalı katliamlar, sivillerin yakıldığı bodrumlar, yakılan/yıkılan/yok edilen kentler/ilçeler/kasabalar eksik olmuyor.
Daha bir hafta önce Gaziantep’te insanların en mutlu gününe, düğüne yapılan alçakça saldırı sonucu çoğu çocuk en az 56 insanımız yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı.
En son Artvin’de ana muhalefet partisi konvoyuna yapılan saldırı ise savaş ve kaosun derinleştirildiği bu ortamda hiç birimizin can güvenliğinin olmadığını, demokrasiyi ve barışı savunmada daha ısrarcı bir tutum alınması gerektiğini gözler önüne sermiştir.
Toplumun her kesiminden kadına yönelik şiddete artık tahammülün kalmadığını gösterir sesler yükselirken, siyasal iktidarın kadınların emeğine, kimliğine ve bedenine yönelik saldırıları meşrulaştırmaktan başka işe yaramayan kadın politikalarına karşı itirazımızı, Barış Mücadelemizle birleştirerek alanlarda daha yüksek sesle haykıracağız.
Her yer yanıyor, yüreklerimiz de! Çatışmalar artarak devam ediyor, gençlerimiz, çocuklarımız birer birer toprağa düşüyor.
Bu savaş bizim savaşımız değil! Savaşa mecbur olan halklarımız ve emekçiler değil, iktidarını savaşa, gerilime ve kaosa bağlayan AKP’dir. AKP hükümetinin hem içerde hem dışarda emekçileri ve halkları kutuplaştırmak üzerine kurulu bir siyaset izlemesi savaş ve şiddet ortamını sürekli canlı tutmaktadır. Bu çılgınlıkta ısrar etmek ülkemizi çıkmaz bir felakete sürükleyecektir.
Ülkemizdeki darbelerin, savaşların ve ekonomik krizlerin bedelini halkımız ve emekçiler ödemektedir. Savaş naraları atanların çocukları değil, yoksul halkımızın çocuklarının kanı akıtılmaktadır.
O yüzden barışa dair tüm çabalar, eylemler yaşamsaldır.
Bizler, Kürt sorununda; ölüm, kan ve gözyaşı dışında bir sonuç üretmeyen savaş/şiddet odaklı politikaların derhal terkedilmesini, barışçıl ve demokratik yollarla çözüm için gerekli adımların acilen atılmasını istiyoruz.
Dünya Barış Günü olan bu gün, ses çıkartmak, halka gerçekleri anlatmak her zamankinden daha önemli ve anlamlıdır.
Bunun için ülkenin dört bir yanında Emek Ve Demokrasi İçin Güç Birliği olarak; “FAŞİZME, DARBELERE VE SAVAŞA KARŞI DEMOKRASİ VE BARIŞ İSTİYORUZ!” şiarıyla barışı sahiplenerek barışa ses veriyoruz.
Değerli Emekçiler,
Biz, bu ülkenin hep ötekileri olduk. Dinimiz, mezhebimiz, dilimiz, kültürümüz, cinsiyetimiz nedeniyle ikinci sınıf yurttaş muamelesi gördük. Yok sayıldık. Ama bizler bu ülkenin sanatçılarıyız, bilim insanlarıyız, gazetecileriyiz, aydınlarıyız. Özgürce düşünmek, araştırmak ve barış içerisinde kendimizi ifade etmek istiyoruz.
Cem evlerine ibadethane statüsünün tanıması, Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması, Madımak Otelinin utanç müzesi olması, ülkemizde gerçek laiklik ve demokrasi ile eşit yurttaşlık hakları için AİHM karalarının uygulanmasını istiyoruz.
Ülkemizin geleceğine sahip çıkmak, demokrasiyi, laikliği, bağımsızlığı, barışı, eşitliği, özgürlüğü, adaleti savunmak ve gerçek kılmak için bu gün alanlardayız.
Emperyalist ülkelerin yönlendirmesiyle Türkiye’nin girdiği bu savaşta çocuklarımızın ölmesini istemiyoruz, İncirlik üssü kapatılıp nükleer silahlar derhal imha edilmelidir. Türk ordusu bu Emperyalist müdahaleden vazgeçmelidir.
Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü, ülkemizin dört bir yanında darbeleri ve savaşı durdurmak, OHAL’i kaldırmak için sesimizi daha çok yükselteceğiz.
Vedat Türkali’yi Unutmayacağız!
Yapıtları kadar yaşamı ve kişiliği ile hepimize çok şey katan, yazdıklarıyla, barış savunuculuğuyla, sınıf mücadelesi veren, ezilen sınıfların yanında olan, edebiyatımızın incelikli ustası ve yine hapisleri, sürgünleri, baskıları iliğine kadar yaşayan yoldaşımız sana söz veriyoruz. Haramilerin Saltanatını Yıkacağız
6. Filo’ya Bekçilik Yapanların Che Guevara’dan Rahatsız Olması Doğaldır!
TBMM Başkanı İsmail Kahraman; seçildiği ilk günden itibaren ayrımcı ve kışkırtıcı açıklamalar yapmaktadır. Laiklik karşıtı sözleri ile büyük tepki çeken Meclis Başkanı, gençlerin Küba devriminin önemli isimlerinden Che Guevara’ya sempatisine tepki göstermiştir. Kahraman, “Che denen eşkıya benim gencimin yakasında olamaz” diyerek, sadece Küba ve Latin Amerika halklarının değil, eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren tüm ezilenlerin kalbinde yer edinen Ernesto Che Guevara’ya yönelik olarak kendisine yakışan ifadeler kullanmıştır. Kınıyoruz.
Değerli Basın Emekçileri
Kirli hesaplara kurban edilecek bir tek canımız bile yok.
Barışın iyileştirici gücüne hepimizin ihtiyacı var.
Haydi, hep birlikte Savaşa Hayır Barış hemen Şimdi diye haykıralım.
EMEK VE DEMOKRASİ İÇİN GÜÇ BİRLİĞİ
Tertip Komitesi Başkanı
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
1 Eylül Dünya Barış Günü Kutlu Olsun!
Türkiye içinde ve dışında çatışmaların artmasıyla birlikte, barış talebinin öne çıktığı bir dönemde 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü kutluyoruz. Bu yıl 1 Eylül Dünya Barış günü, yaşadığımız coğrafyada artan çatışma, saldırı ve katliamların, içerde ve dışarda kışkırtılan savaş ve şiddet politikalarının sonucu olarak yaşanan ölümler, baskı ve şiddet uygulamalarının yaşandığı bir döneme denk gelmiştir.
Emekçilerin kazanılmış haklarını ortadan kaldırmak için gece gündüz çalışanlar, bir taraftan işçi ve emekçilerin sofrasındaki ekmeği daha da küçültmek için peş peşe adımlar atarken, diğer taraftan içerde ve dışarıda benimsenen savaş ve şiddet politikaları ile ülkemizi sonu görünmeyen bir karanlığın içine itiyorlar.
Yıllardır şiddet ve baskı politikalarında ısrar edenlerin, “yurtta barış, dünyada barış” için mücadele etmek yerine, “içerde savaş, dışarıda savaş” politikasının benimsenmesinin bedelini, bu ülkenin gençleri, yaşamlarının baharında ölüme gönderilerek ödemek zorunda bırakılıyor.
Devletin görevi çocukları ve gençleri ölüme göndermek değil, onları her ne pahasına olursa olsun yaşatmaktır. Demokratik, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir devlet, içeride ve dışarıda barışçıl bir siyaset izlemek zorundadır. Hayatının baharında toprağa düşen gençlerin aileleri ve yakınları başta olmak üzere, Türkiye’de yaşayan herkesin barış talepleri dikkate alınmalı, savaş politikalarından derhal vazgeçilmelidir.
Yıllardır emek ve demokrasi mücadelesi yürüten biz eğitim ve bilim emekçileri açısından barış mücadelesini, diğer alanlarda yürütülen mücadelelerden ayrı değerlendirmek mümkün değildir. Gerçek anlamda demokrasinin, eşitliğin ve barışın yaşam bulmadığı ülkelerde, emekçilerin haklarını koruması ve yeni haklar kazanması söz konusu olamaz.
Eğitim ve bilim emekçilerinin savaşa karşı demokrasi ve barış için birleşmek dışında başka bir seçeneği yoktur. Çünkü demokrasiyi kazanmak, Kürt sorununun barışçıl temelde ve eşit haklar temelinde çözüme kavuşması, tüm inançların özgürce yaşanabilmesi, emekçilerin hak arayışlarının önündeki tüm engellerin kaldırılması ve gerçek anlamda demokratik bir Türkiye yaratılması hedefine bir adım daha yaklaşılması demektir.
Türkiye halklarının yıllardır özlem duyduğu, silahların tamamen susup demokratik siyasetin konuşulduğu, halklar arasındaki barış ve kardeşlik duygularının güçlendiği bir ortamın yaratılması gerekmektedir. Bugün silahların susması ve şiddetin sona ermesi, savaştan beklentileri olan barış düşmanları dışında toplumun tüm kesimlerinin ortak beklentisi haline gelmiştir.
Savaşların, işgallerin yoğunlaştığı, farklı milliyetlerden ve mezheplerden halkların birbirine karşı kışkırtılmaya çalışıldığı bugünlerde eğitim ve bilimlerine emekçilerine düşen görev, ülkenin göz göre göre savaş politikalarının içine çekilmesine karşı emek, barış ve demokrasi mücadelesini yükseltmek, her türlü baskıya ve zorba yönetim anlayışına direnmek olmalıdır.
Silahların ve savaşın konuştuğu yerde ne barış, ne demokrasi, ne de özgürlükten söz edilebilir. Eğitim Sen olarak, savaşa ve ölümlere karşı herkesi demokrasi ve barış için ortak mücadeleye çağırıyor, Türkiye ve dünya halklarının 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü kutluyoruz.
FAŞİZME, DARBELERE, SAVAŞA KARŞI BARIŞ VE DEMOKRASİ İSTİYORUZ!
1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başlayan, İkinci Büyük Emperyalist Savaşı ardında milyonlarca ölü, milyonlarca yaralı, harabeye dönmüş kentler ile büyük bir acı ve gözyaşı bıraktı. İnsanlık tarihinin bu en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşının
başladığı gün, yani 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul edildi.
Ancak geçmişten bu yana emekçiler ve ezilen halklar savaşa karşı barışı savunurken, dünyayı yöneten güçler hala savaştan, kan dökmekten, barbarlıktan vazgeçmedi!
Küresel emperyalist güçlerin isteği ve yönlendirmesiyle, uzun süredir Suriye ve Irak’ta savaş sürüyor. AKP iktidarı öteden beri yanlış olan Suriye politikasındaki ısrarını Cerablus’a yönelik saldırgan girişimini derinleştirerek sürdürüyor.
Hala kadınlar, çocuklar, gençler ölüyor, sakat kalıyor, salgın hastalıklar, evsizler, sığınmacılar çoğalıyor. Çağdışı cihatçı IŞİD vb. örgütler en çok kadınların hayatını cehenneme çeviriyor, Ortadoğu halklarına dünyayı dar ediyor.
Milyonlarca savaş mağduru insanlık dışı koşullarda hayatlarını sürdürmeye çalışıyor, binlercesi, göç yollarında can veriyor. AKP Hükümeti ve Avrupa devletleri mültecilik üzerinden insanlık değerlerini pazarlıyor, ayaklar altına alıyorlar.
1 Eylül’ün Dünya Barış Günü olarak ilan edilmesi üzerinden tam 77 yıl geçmesine rağmen hala ülkemizde “kutlu olsun” diyemiyoruz!
Çünkü ülkemiz yangın yeri… Çatışma, gözyaşı ve acı dört bir yanımızı sardı.
15 Temmuz’da kanlı darbe girişimi ile AKP’nin iktidar ortağı olan Cemaat ülkenin geleceğine el koymak istedi. Cemaatin kanlı planlarının boşa çıkarılması, darbe girişiminin bastırılmış olması Türkiye’nin içine sürüklendiği karanlığı ortadan kaldırmadı. OHAL uygulamalarını “milli mutabakat” ile maskelemeye çalışan AKP, darbe girişiminin oluşturduğu atmosferi faşizan, sömürücü ve savaş yanlısı dikta rejimini derinleştirmek için fırsata dönüştürdü.
Askeri darbe girişiminde ölen yüzlerce insanımız, demokrasiyi askıya alan sivil darbeler, OHAL ilanı, kitlesel gözaltılar ve tutuklamalar, işten çıkarmalar, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, kadına yönelik ayrımcı politikalar ve şiddet, homofobiden beslenen şiddet ve cinayetler, Alevilere yönelik mezhepçi dayatmalar, laiklik karşıtı gerici politikalarda kaygı verici artış, çocuk istismarı, doğamızın talan edilmesi, iş cinayetleri ve daha nice insanlık onuruyla bağdaşmayan politika ve uygulamalar…
“Ya biz ya kaos” denilerek Haziran 2015’ten beri ülkemizin içine sokulduğu bu tabloda, bitmek bilmeyen çatışmalar, ölümler, bombalı katliamlar, sivillerin yakıldığı bodrumlar, yakılan/yıkılan/yok edilen kentler/ilçeler/kasabalar eksik olmuyor.
Hemen her gün ülkenin dört bir yanında patlayan bombalarla onlarca insanımız hayatını kaybediyor, yüzlerce insanımız yaralanıyor.
Daha bir hafta önce Gaziantep’te insanların en mutlu gününe, düğüne yapılan alçakça saldırı sonucu çoğu çocuk en az 54 insanımız yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı. En son Artvin’de ana muhalefet partisi konvoyunu hedef alan ve Cizre’de bomba yüklü kamyonun patlatılması ile olan saldırı ise savaş ve kaosun derinleştirildiği bu ortamda hiç birimizin can güvenliğinin olmadığını, demokrasiyi ve barışı savunmada daha ısrarcı bir tutum alınması gerektiğini gözler önüne sermiştir.
Her yer yanıyor, yüreklerimiz de!
Çatışmalar artarak devam ediyor, gençlerimiz, çocuklarımız birer birer toprağa düşüyor.
Böylesi bir ortamda giriyoruz Dünya “Barış” Günü’ne…
Bu savaş bizim savaşımız değil! Savaşa mecbur olan halklarımız ve emekçiler değil, iktidarını savaşa, gerilime ve kaosa bağlayan AKP’dir. AKP hükümetinin hem içerde hem dışarda emekçileri ve halkları kutuplaştırmak üzerine kurulu bir siyaset izlemesi savaş ve şiddet ortamını sürekli canlı tutmaktadır. Bu çılgınlıkta ısrar etmek ülkemizi çıkmaz bir felakete sürükleyecektir.
Ülkemizdeki darbelerin, savaşların ve ekonomik krizlerin bedelini halkımız ve emekçiler ödemektedir. Savaş naraları atanların çocukları değil, yoksul halkımızın çocuklarının kanı akıtılmaktadır.
O yüzden barışa dair tüm çabalar, eylemler yaşamsaldır.
Bizler, savaşlarda bir canımız daha yitmesin, salgın hastalıklar, sakatlıklar toplu ölümler olmasın, insanlar evlerini terk etmesin, doğaya kıyılmasın diye bu çılgınlığı durdurmak istiyoruz.
Bizler, Kürt sorununda, Suriye konusunda; savaş/şiddet odaklı politikaların derhal terkedilmesini, barışçıl ve demokratik yollarla çözüm için gerekli adımların acilen atılmasını istiyoruz.
Bu yıl 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde alanlara çıkmak, ses çıkartmak, halka gerçekleri anlatmak her zamankinden daha önemli ve anlamlıdır.
Bunun için ülkenin dört bir yanında Emek Ve Demokrasi İçin Güç Birliği olarak; “FAŞİZME, DARBELERE VE SAVAŞA KARŞI DEMOKRASİ VE BARIŞ İSTİYORUZ!” şiarıyla barışı sahiplenecek ve barışa ses vereceğiz.
Ülkemizin geleceğine sahip çıkmak, demokrasiyi, laikliği, bağımsızlığı, barışı, eşitliği, özgürlüğü, adaleti savunmak ve gerçek kılmak için 1 Eylül’de alanlarda olacağız.
1 Eylül’de ülkemizin dört bir yanında darbeleri ve savaşı durdurmak, OHAL’i kaldırmak için sesimizi daha çok yükselteceğiz.
BARIŞ HEMEN ŞİMDİ demek için tüm yurttaşlarımızı barış için ses vermeye, bulundukları illerde gerçekleşecek ortak barış eylem ve etkinliklerine katılmaya çağırıyoruz.31.08.2016
Barışın iyileştirici gücüne hepimizin ihtiyacı var.
Haydi, hep birlikte 1 Eylül’de barış için sesimizi yükseltmeye…
EMEK VE DEMOKRASİ İÇİN GÜÇ BİRLİĞİ