Özgür Basına Yönelik Darbeci Tutum Kabul Edilemez!
Hükümetin, özgür basına yönelik baskıları ve yayın durdurma uygulamaları artarak sürmektedir. OHAL gerekçe gösterilerek yine çok sayıda televizyon kanalının yayını durdurulmuş, ancak darbecilerin atmaya cesaret edebileceği adımlar atılarak özgür basına darbe yapılmıştır. Emekçilerin ve halkın sesini yansıtan televizyon ekranlarının karartılması kabul edilemez.
Yıllardır hükümet icazetli yayın yapan yandaş basın ve medya karşısında, halkın doğru ve gerçek haber alma hakkına ve basın özgürlüğüne yönelik olarak tehlikeli bir darbe gerçekleştirilmiştir. Emek ve demokrasi mücadelesinde yayınlarıyla yanımızda olan, halkın bağımsız ve gerçek haber alma hakkına önemli katkılar sunan Hayatın Sesi TV, TV 10, Jiyan TV, Zarok TV, Van TV gibi televizyonların da arasında bulunduğu çok sayıda televizyon kanalının ekranları 28 Eylül 2016 akşamı hükümet darbesi ile karartılmıştır.
Tıpkı sendikalar, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri gibi, farklı yayın çizgisine sahip gazete ve televizyonların varlığı, bir ülkede hak ve özgürlüklerin düzeyini ve bu özgürlüklerin ne kadarının kullanılabildiğinin göstergesidir. Hükümet bu tutumuyla farklı seslere, kimliklere inançlara ve kültürlere ne kadar tahammülsüz ve düşman olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Ancak darbecilerin cesaret edebileceği böylesine yasakçı, baskıcı tutum ve politikaların Türkiye’yi sonu görünmeyen derin bir karanlığın içine çektiği açıktır.
Geçmişte de benzer örneklerine rastladığımız bu tür baskınlar düşünceyi ifade ve basın özgürlüğüne ve halkın gerçek ve doğru haberleri haber alma hakkına yönelik ciddi bir saldırıdır. Hükümetin çizgisi dışında yayın yapan basın organlarına yönelik olarak gerçekleştirilen bu darbe, ülke tarihine şimdiden kara bir leke olarak geçmiştir.
Emekten, demokrasiden ve barıştan yana yayın yapan, iktidarın değil halkın sesi olan televizyon ekranlarının hukuksuz bir şekilde karartılması, halkın hayatını karartanların, onların gerçeğin bilgisine ulaşmasını engellemek isteyenlerin demokrasi ve özgürlük düşmanlarının gerçek yüzünü bir kez daha göstermiştir.
İktidar tarafından susturulan televizyonlar kamu emekçilerinin, işçilerin ve geniş halk kesimlerinin gerçek sorunlarını ekranına yansıtmış, sendikalarımızın ve diğer demokratik örgütlerin desteğini ve beğenisini kazanan bir yayın çizgisi izlemiştir. Ülkemizin işçi ve emekçilerinin, halkın, ezilenlerin, eğitim ve bilim emekçilerinin sesi olan Hayatın Sesi televizyonun da içinde bulunduğu TV kanallarını kapatan darbeci zihniyeti protesto ediyoruz.
Eğitim Sen olarak basın yayın ilkelerine, düşünceyi ifade ve basın özgürlüğüne doğrudan darbe niteliği taşıyan bu uygulamayı kınıyor, hukuk dışı bu uygulamaya son verilerek yayın durdurma kararının derhal geri alınmasını talep ediyoruz.
“İşimize Ve Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz, Bu Ağır Saldırıyı Da Püskürteceğiz!” şiarı ile;
Mücadele programımızın startı; 29 Eylül Perşembe gününden başlayarak işyerlerinde ve yerellerde;
- OHAL kaldırılsın
- KHK’LAR geri çekilsin
- İhraç edilen ve açığa alınan kamu emekçileri derhal görevlerine iade edilsin,
- İş güvencemizi ortadan kaldırmayı hedefleyen düzenlemeler kaldırılsın, talepleri ile tüm illerde bir imza kampanyası başlatılmıştır.
İMZA METNİNİ İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ
Adana'da her akşam Atatürk Parkı'nda yapılan "Öğretmenime Dokunma" eylemine DİSK Adana Bölge Temsilciliği destek verdi.
Çoğu Eğitim Sen üyesi açığa alınan 11 bin 301 eğitim emekçisinin görevine iade edilmesi için her akşam Atatürk Parkı'nda KESK'in çağrısı ile bir araya gelen vatandaşlar "Öğretmenime Dokunma" demeye devam ediyor.
Bu akşamki eyleme DİSK Adana Bölge Temsilciliği "Yaşasın sınıf dayanışması" sloganları ile destek verdi. Basın açıklamasını okuyan DİSK Çukurova Bölge Temsilcisi Hüseyin Yaşar Gündoğdu, KHK'lerle emekçilerin açığa alınmasının iş güvencesini hedeflediğini dile getirdi.
AÇIĞA ALMALARDAN TÜM YURTTAŞLAR OLUMSUZ ETKİLENDİ
Sözlü sınav ve sözleşmeli çalışmayı dayatan hükümetin emekçileri tamamen güvencesizleştirerek daha ucuza, kölece çalıştırırken iktidarın politikalarına da itiraz etmemelerini hedeflediğini söyleyen Gündoğdu, sendikal faaliyetler ve Demokratik barışçıl eylemler gerekçe gösterilerek yaşanan açığa almalar ve ihraçların hukuksuz olduğunu belirterek açığa alınanın yalnız kamu emekçileri değil tüm yurttaşlar olduğunu ifade etti.
Kamuda yaşanan ve tüm yurttaşları tehdit eden darbeci zihniyete karşı mücadelenin hak olduğunu dile getiren Gündoğdu, "Eğer bu hukuksuzluklarda ısrar edilirse her okul, her hastane, her üniversite emekçilerin, öğrencilerin, velilerin, hastaların demokrasi mücadelesi vereceği alanlar olacaktır" dedi. Açıklamanın ardından eylem oturma eylemi ve forum şeklinde devam etti. (Adana/EVRENSEL)
Öğretmenime Dokunma
Sendikamıza yönelik giderek artan baskılar ve kamuda yaşanan açığa almalara dur diyen KESK'e destek için Adana Kadın Platformu "Açığa Almalara Son" OHAL'de kadınlar konuşuyor konulu etkinlik düzenledi, Atatürk parkında düzenlenen etkinliğe CHP Adana Milletvekili Elif Doğan TÜRKMEN, Siyasi Parti Temsilcileri, Sivil Toplum Örgütleri,Odaların Temsilcileri ve Sendika temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirildi.
Etkinlikte Yaşanan son gelişmelerin toplumun muhalif kesimlerini sindirmeye yönelik olduğu ve tüm toplumu etkilediği dile getirildi.
Susmayacağız, Sinmeyeceğiz Geri Çekilmeyeceğiz!
Değerli Yol ve Mücadele Arkadaşlarım;
“Direnenler her zaman kazanmazlar ama kazananlar hep direnenler olmuştur.” Şiyarı ile sendikamıza ve üyelerimize yönelik baskılar son buluncaya kadar özellikle de haksız ve hukuksuzca ihraç edilen ve açığa alınan üyelerimiz görevlerine dönene kadar her gün saat 18.00 ile 19.00 arasında Atatürk parkında çeşitli etkinliklerle eylemlerimizi sürdüreceğiz. Bu süreçte birlikte olmak, dayanışma içerisinde olmak örgütlü olmanın gereğidir. Bugün açığa alınan arkadaşlarımızı yalnızlaştırmak, itibarsızlaştırılmak ve örgütlü bulundukları sendikalarda istifalara zorlanmaktadırlar. Bir yanda diplomatik, bir yandan da hukuksal mücadelemizi yükseltirken kapımız- kapınız çalmadan demokratik tepkilerimizi yükseltmek için her gün Atatürk parkında olmaya özen gösterelim diyoruz.
TÖS-TÖBDER geleneğinden gelen sendikamız 1960 darbesi, 1971 muhtırası ve 1980 darbesini yaşamış, 15 Temmuz darbe girişiminde sonra bugün yaşadıklarımızı; bayrağı devraldığımız ablalarımız, ağabeylerimiz yaşamıştır. Onlar bizlere onurlu bir gelecek bıraktılar. Bizlere düşen tek görev Eğitim Sen güneşini onurluca çocuklarımıza bırakmak olmalıdır.
• Çünkü EĞİTİM SEN; kamusal, parasız, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkını savunuyor.
• Çünkü EĞİTİM SEN; iş ve ücret güvencesini asla pazarlık konusu yapmaz.
• Çünkü EĞİTİM SEN; çalışanların ekonomik ve demokratik hak mücadelesini barış mücadelesi ile birleştirmek istiyor.
• Çünkü EĞİTİM SEN; toplumsal muhalefeti örgütlerken, birlikte bir arada yaşamayı savunmaktadır.
• Çünkü EĞİTİM SEN; savaşa değil, emekçiye, eğitime, sağlığa bütçe diyen bir emek örgütüdür.
DEĞERLİ BASIN EMEKÇİLERİ;
14 yıllık iktidarı ile İç ve dış politikada çıkmaza giren AKP hükümeti ülkede yaşanan bu olayların sorumlusu değilmiş gibi davranması Havuz Medyası tarafından desteklenirken Avrupa Medyası tarafından magazin konusu olduğunu biliyoruz. Diz çökmedikleri ve biat etmedikleri için açığa alınan ve ihraç edilen sendikamız üyelerinin büyük direnişleriyle ilgili tek söz, tek satır yazıya yer vermeyenler siyasal iktidara yalakalık yapma konusunda büyük bir yarış içerisinde olduklarına tanıklık ediyoruz. Milyonlar direnirken, penguen belgesellerini gösterenlerin emekçilerden yana tutum almalarını elbette beklemiyoruz. Ancak hukukun bir gün herkese lazım olacağını hatırlatmak isteriz.
DEĞERLİ YOL VE MÜCADELE ARKADAŞLARIM;
15 Temmuz Darbe Girişimini Allah’ın lütfü olarak görenlerin açığa aldıkları ve ihraç ettikleri kadrolu öğretmenlerin yerine güvencesiz ve sözleşmeli öğretmen atamak için AKP’nin Milli Eğitimdeki militan kadroları mülakatlarla biat edecek, diz çökecek eğitim köleleri belirlemeye çalışılıyor. Bu durumu kınıyor ve protesto ediyoruz. Bu saldırıları görmezden gelen ve nicel büyüklükleriyle övünen sendikaların üyelerine karşı ihanet içerisinde olduklarını açıkça kamuoyuna deklere ediyoruz.
15 Temmuz darbe girişiminin asıl sorumluları; düne kadar çalıp çırpanlardır. Devletin her türlü imkân ve olanaklarını kendi siyasal istikballeri için kullananlardır. Ancak bugüne kadar tüm yapılan işgüzarlıkların bedeli başta öğretmenler olmak üzere tüm emekçilere fatura edilmiştir. Gerçeklerin gizlendiği, hukukun katledildiği tüm çıplaklığıyla ortadayken hala sessiz kalanlar ülkesine ve çocuklarına karşı bir utancı yaşayacaklarını düşünüyoruz.
Ülkemizde bir siyasi kaosun yaşandığı bu dönemde, eğitimin genel dokusuyla oynayan AKP’ye Aristoteles’in “Eğitim, refah anında bir süs, felaket sırasında bir sığınaktır.” Sözüyle uyarmak isteriz. Taleplerimiz karşılanana kadar, herkesi AKP karanlığına karşı bu mücadeleye omuz vermeye çağırıyoruz.
Bizleri yalnız bırakmayan siyasi partilerimize, emek ve meslek örgütlerine, inanç örgütlerine, sendikalarımıza ve katılımcı tüm yol ve mücadele arkadaşlarımıza KESK Adana şubeler platformu adına teşekkür eder, KESK’li tüm arkadaşlarımız görevlerine dönünceye kadar eylem ve etkinliklerimiz artarak devam edecektir.
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Hatice ÇATALYÜREK (ÖZEL HABER)-Eğitim-Sen Adana Şube Başkanı Ahmet Karagöz 15 Temmuz darbe girişimiyle Türkiye'de bir milat yaşandığını dile getirerek, özellikle toplumun muhalif kesimlerine yönelik bir saldırı olduğunu işaret etti.
Karagöz “Başta cemaate yakınlığı bilinen 50 bin civarında bir öğretmen açığa alındı. Bunların içerisinde 28 bin öğretmen arkadaşların savunmaları dahi alınmadan hepsi ihraç edildi. Biz burada şunu görüyoruz, hukuğun en temel ilkeleri bile ayaklar altına alındı. Savunma hakkı kutsaldır. Savunma hakkını Kanun Hükmünde Kararnamelerle eline alarak, insanları devlet memurluğundan ihraç etmiştir. Bu darbeyi yapan öğretmen değildir. Öğretmenlerin bu şekilde hukuksuzca meslekten alınması, açığa alınması, ardından ihraç edilmesi bizi ciddi anlamda üzmüştür” diye konuştu .'GÖZÜ YAŞLI ÖĞRENCİLER ÖĞRETMENİNİ ARIYOR'
Karagöz konuşmasında “Burada sadece mağdur olan öğretmenler değil, öğretmenler üzerinde aslında toplumda cezalandırılıdı. Eğitimcilerin pedagoji diye bir kavramı var. Öğrenciyi anlamaya yönelik, kendini öğrencinin yerine koyma, empati kurma ve çocuğun psikolojik gelişimini takip eden evreler vardır. Bunu en iyi takip eden öğretmenleridir. 19 Eylül 2016-2017 eğitim-öğretim yılı başladı. Sınıflarında öğretmenini arayan 10'larca gözü yaşlı öğrenci gördük. Bu darbe sürecinden bu yana önce 28 bin daha sonra bilimsel laik eğitimden asla taviz vermeyen, iş ve ücret güvencesini hiç bir platformda pazarlık konusu yapmayan, Kesk'e bağlı Eğitim-Sen üyelerine saldırıldığını görüyoruz. Şu an Türkiye'nin örgütülü olduğumuz tüm illerinde 11 bin 300 arkadaşımız tekrar açığa alınmıştır” açıklamasını yaptı.
'BİR ÜLKENİN HUKUĞU HER YERDE AYNI İŞLEMELİDİR'
Dersim'de görev yapan öğretmenlerin görevlerine yeniden döndüğünü ifade eden Karagöz, “Eğitim- Sen üyeleri halkla bütünleşince, gerçekten demaokratik her türlü tepkiyi koyunca, siyasal iktidar geri adım attı. Dersimde'ki arkadaşlarımız görevlerine dönmüş durumdalar. Bu bizi son derece mutlu etti. Ancak aynı gerekçeyle Türkiye'nin dört bir yanında açığa alınan arkadaşlarımız hala bu mağduriyeti yaşıyor. Bir ülkenin hukuğu her yerde aynı işlemelidir. Yanı başımızda Hatay ilinde 928 öğretmenimiz açığa alındı. İlimizde ise açığa alınan 6 Eğitim-Sen üyemizden1 arkadaşımız, 2. gün yanlışlık yapıldı gerekçesiyle göreve iade edildi. Şu an 4 öğretmen arkadaşımız sosyal medyadaki paylaşımlarından kaynaklı hala açıkta, göreve dönmeyi bekliyorlar” şeklinde konuştu.
'MÜCADELEMİZ DEVAM EDECEK'
Örgüt olarak bir emek örgütü olduklarının altını çizen Karagöz “Emek örgütünü demokrasi mücadelesiyle birleştirdiğimizden kaynaklı bu saldırıların bizlere yönelik yapıldığını düşünüyoruz. Eğitim-Sen üyeleri bu ülkenin tutkalıdır, çimentosudur. Eğitim- Sen'i devre dışı bıraktıklarında emin olun ki bu ülkede yoksul emekçi halk eğitimden yoksun bırakılacak. Çünkü eğitimi özelleştirme gibi bir dertleri var. Bunun yanı sıra eğitimin gericileştiğini de görüyoruz. Ülkenin bilimsel, akademik eğitim gören öğrenciye ihtiyacı yok, sadece dinsel eğitim gören bir toplum yaratılmak isteniyor. Bizler varolduğumuz sürece eğitimi özelleştiremeyecekler. Laik anadilinde eğitim talebimizden vazgeçemeyeceğiz. Arkadaşlarımızın bu mağduriyeti giderilinceye kadar her gün sokaklarda, alanlarda mücadelemiz devam edecek” ifadelerine yer verdi.
MEB muhbirlik yaptırıyor!
Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğü, 29 Aralık Eğitim Sen grevine katılan öğretmenleri tespit için okul müdürlerini çağırıp eylem videoları izletiyor.
Volkan PEKAL
Adana
Kanun hükmünde kararnamelerle açığa alınan öğretmenler nedeniyle 1.5 milyon öğrenci okula öğretmensiz başladı. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı eğitimde mağduriyeti artıracak uygulamalara devam ediyor. Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğü 29 Aralık 2015’te Eğitim Sen tarafından düzenlenen greve katılan öğretmenleri tespit etmek için okul müdürlerini çağırıp eylem videoları izletiyor.
Eğitim Sen Adana Şube Sekreteri Mehmet Akarsubaşı’nın verdiği bilgiye göre Milli Eğitim Bakanlığının talimatı ile Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğü “Bakanlıktan gelen bir video var gelip izlemeniz gerekiyor” denilerek okul müdürlerini çağırıyor. Okul müdürlerine 29 Aralık 2015’te Eğitim Sen tarafından düzenlenen grev alanında ve yürüyüşte çekilen video izletilip “Bu eylemde okulunuzdaki öğretmenler var mı? Okulunuzda greve katılan şu öğretmen burada da var mı?” diye sorular soruluyor.
MEB ÖĞRETMENLERİ CEZALANDIRMAK İÇİN DEĞİL SORUNLARI ÇÖZMEK İÇİN MESAİ HARCASIN
Konuyla ilgili konuşan Akarsubaşı, “Muhbirliğin bir başka versiyonu ile bunu yapmak yerine MEB 1.5 milyon öğrencinin öğretmensiz, kitapsız başlayan yeni eğitim öğretim yılının sorunlarına çözüm bulsun. Hukuksuz bir şekilde açığa alınan, ihraç edilen on binlerce öğretmeni derhal göreve başlatsın” diye konuştu. AKP’nin önce okul müdürlüklerinde kendi kadrolaşmasını yarattığını ifade eden Akarasubaşı, “Şimdi de Eğitim-Bir-Sen’li müdürlerle öğretmenleri fişliyorlar” dedi.
Okullarda hâlâ ders kitaplarının tamamının dağıtılamadığını dile getiren Akarsubaşı, “Kitapsız, öğretmensiz okula başlayan bir eğitim öğretim yılında bu cadı avına derhal son verilmeli” dedi.
Eğitim Emekçilerinin Örgütlü Mücadelesine Yönelik İftira ve Saldırılar Derhal Durdurulmalıdır!
Bugün İlimizde açığa alına 18 üyemizle birlikte valiliğe itiraz dilekçelerini vermek için buradayız, açığa alınan 11 bin 300 öğretmenin hızla geri döndürülmesi için sendika olarak tüm gerekli görüşmelerimiz devam etmektedir. Tunceli’deki iade kararları tüm Türkiye’ye yayılmalı, bu hukuksuzluktan bir an önce dönülmelidir.
Ahlaktan yoksun, hukuktan yoksun ve vicdandan yoksun bir süreci birlikte yaşıyoruz. 15 Temmuz darbe girişimiyle silahların namluları sivil halka yöneldi. Yüzlerce insan katledildi, bincilerce insan sakat kaldı ve yaralandı. Dolaysıyla darbecileri kınamak lanetlemek hepimizin görevidir. Ancak darbe girişimiyle birlikte ülke yönetememe kriziyle karşı karşıya kalınmıştır. Darbecilerle hesaplaşmak ve yargılamak adına onbinlerce suçsuz masum insan ya bilmeyerek ya da darbeyi fırsata çevirerek, muhalif tüm kesimler kamudan tasfiye edilmiştir.
Özellikle de toplumun vicdanında, belleğinde temizliği ile bilenen 100 bine yakın öğretmenin mağdur edilmesi anlaşılır değildir. Sadece mağdur olan öğretmen değildir, öğretmenle birlikte öğrenci de, veli de mağdur edilmiştir. “At İzi İt İzine Karışmıştır.” Bizlerde aynen böyle düşünüyoruz. “Merhametli olun” çağrılarının Cumhurbaşkanı tarafından yapıldığı bir dönemde kamuda her gün binlerce insanın açığa alınması hangi vicdanın hangi ahlakın ürünüdür. Bizler beliyoruz ki AKP’nin derdi toplumsal barışı sağlamak değildir. Kendi siyasal ve ideolojik ihtiyaçlarını karşılayacak bir model yaratma konusunda ısrar etmektedir.
18 milyon öğrenci, 1 milyona yakın öğretmen, hükümetin darbe fırsatçılığı yaparak hayata geçirdiği ihraçlar ve açığa almalar nedeniyle, bu yıl büyük bir belirsizlik ve kaos ortamında eğitim öğretime başlamıştır. 2016-2017 eğitim öğretim yılı, toplumun geniş bir kesiminin, öğretmenlerin, öğrencilerin ve velilerin doğrudan etkileneceği ağır sorunlarla açılmış, pek çok okulda öğretmenlerin ihraç edilmesi ya da açığa alınması nedeniyle dersler boş geçmiştir.
Eğitim de gericileşme ve ticarileşme ülkemizde zirve yapmıştır. Okullarda bulunan her boş sınıfı da dini eğitim verilmesi bunu net olarak ortaya koymaktadır. Darbe girişimiyle birlikte kamulaştırılan tüm okulların İmam Hatip Ortaokulu, İmam Hatip Anadolu Lisesi ve İmam Hatip Fen Liselerine dönüştürülmesi bu durumun açıkça göstergesidir.
Hükümet, sadece darbe fırsatçılığı yaparak hukuksuz bir şekilde gerçekleştirdiği ihraçlar ve açığa almalarla sadece eğitim emekçilerini değil, aynı zamanda kamu emekçileri içinde sendikal mücadele açısından en dinamik kesim olan Eğitim Sen’in örgütlülüğünü hedef almıştır. Mücadele tarihi boyunca iktidarların, darbelerin ve darbecilerin ilk hedefi olan eğitim emekçileri mücadelesinin darbecilerin izinden gidenler tarafından bir kez daha hedef haline getirilmesi bizim için şaşırtıcı değildir.
Sendikal mücadelemize yönelik olarak başlatılan kara propaganda eşliğinde yürütülen iftira kampanyaları ve yalan haberlerin tek amacının, iktidarın eğitimi dinselleştirme ve özelleştirme uygulamalarının karşısında en önemli engel olarak görülen Eğitim Sen’i yıpratmak ve zayıflatmak olduğu açıktır. Çünkü Eğitim Sen, mücadele tarihi boyunca sadece sendikal-ekonomik hakların değil, aynı zamanda emek ve demokrasi mücadelesinin de öznesi olan, anti-demokratik uygulamalara, toplum üzerindeki baskılara, her türlü ayrımcılığa, baskılara karşı mücadele etmiştir. İktidarı rahatsız eden de budur.
Eğitim Sen’in mücadelesi sadece sendikal-ekonomik haklarla sınırlı olmayıp, aynı zamanda ülkemizde demokrasinin gelişmesi, herkes için düşünce ve ifade özgürlüğünün sağlanması, farklı kimlik ve kültürlerin kendilerini özgürce ifade edebildiği ve kamusal alanda kendisini temsil edebildiği gerçek anlamda laik ve demokratik bir Türkiye yaratılması mücadelesidir. Dolayısıyla darbeci zihniyetin asıl hedefi kurum olarak Eğitim Sen değil, Eğitim Sen’in savunduğu tüm demokratik ilke ve değerlerdir. Toplumu ve eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik hedeflerine uygun şekilde biçimlendirmek isteyenler, bu hedeflerinin karşısında engel olan Eğitim Sen’i görmektedir.
Yaşamın her alanında kendisine mutlak itaat isteyen ve bunun için her fırsatı kullananlar, gücünü tarihinden alan eğitim ve bilim emekçilerinin örgütlü mücadelesi asla engelleyemeyecektir. Çünkü bizler çocuklarımıza ve öğrencilerimize onurlu bir gelecek bırakacağımıza söz verdik ve sözümüzü mutlaka tutacağız.
Eğitim emekçileri, mücadele tarihi boyunca hiçbir baskı ve tehdit karşısında diz çökmemiş, savunduğu ilke ve değerlerden taviz vermemiştir. Bunu eğitim emekçileri de bizlere saldırarak kendi suçlarını gizlemeye çalışanlar da çok iyi bilmektedir. OHAL hukukunu dayanak yaparak, yasa dışı girişimlerde bulunanlar suç işlemektedir ve yaptıklarının bedelini hukuk karşısında mutlaka ödeyecektir, kimsenin yaptığı yanına kalmayacaktır.21.09.2016
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Dahası...
2016-2017 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 1 MİLYONU AŞKIN ÖĞRENCİYİ ÖĞRETMENSİZ BIRAKAN
DARBECİ ZİHNİYETİN HUKUKSUZ UYGULAMALARI İLE AÇILIYOR!
19 Eylül’de 18 milyon öğrenci, 1 milyona yakın öğretmen, hükümetin darbe fırsatçılığı yaparak hayata geçirdiği ihraçlar ve açığa almalar nedeniyle büyük bir belirsizlik ve kaos ortamında eğitim öğretim yılını karşılayacaktır. 19 Eylül 2016 tarihi, bu anlamda sadece okulların açılmasını değil, toplumun geniş bir kesiminin, öğretmenlerin, öğrencilerin ve velilerin doğrudan etkileneceği ağır sorunlarla karşı karşıya kalacağı yeni dönemin ilk günü olacaktır.
Hükümetin darbe fırsatçılığı yaparak 28 bin öğretmene kendisini savunma hakkı bile vermeden, sorgusuz, sualsiz bir şekilde ihraç etmesi, ardından tamamına yakını sadece sendikal eylemleri nedeniyle 11 bin 301 öğretmenin hukuksuz bir şekilde açığa alınması, 1 milyonu aşkın öğrencinin yeni eğitim öğretim yılına öğretmensiz başlaması anlamına gelmektedir. Bazı il ve ilçelerde bulunan okullardaki öğretmenlerin büyük bölümünün tamamen keyfi kararlarla açığa alınması, öğrencilerin eğitim hakkının engellenmesi, öğrencilerin öğretmensiz, öğretmenlerin öğrencisiz bırakılması anlamına gelmektedir.
2016-2017 eğitim öğretim yılını, 15 Temmuz’da gerçekleştirilen darbe girişimi ve sonrasında iktidar eliyle gerçekleştirilen ve darbeci zihniyetten hiçbir farkı olmayan yasa dışı, hukuksuz uygulamaların, kamuda yaşanan kitlesel ihraçların ve açığa almaların gölgesinde, her zamankinden daha zor ve ağır koşullar altında karşılıyoruz.
15 Temmuz darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak değerlendiren siyasi iktidar kamuda darbecilerle mücadele iddiasıyla geniş bir “cadı avı” başlatmıştır. Söz konusu cadı avının yönü darbe girişimi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan muhalif kesimlere, toplumun örgütlü kesimlerine yönelmeye başlamasıyla birlikte, darbenin başarılı olması halinde ne yaşanacak olanların çoğu, bizzat hükümet eliyle hayata geçirilmeye başlanmıştır.
15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra “darbecilerle hesaplaşma” adına başlatılan ihraçlar ve açığa almalar, 8 Eylül tarihinden sonra çoğu Eğitim Sen üyesi olan 11 bin 301 eğitim emekçisinin açığa alınması ile farklı bir boyuta taşınmıştır. Hükümetin eğitim emekçilerinin sendikal örgütlülüğüne, özellikle iş güvencesine yönelik olarak attığı adımlar, kara propaganda eşliğinde sürdürülen saldırının asıl nedenini ortaya koymaktadır.
İllerde mülki amirler, yandaş okul müdürleri ve yandaş sendika yöneticilerinin işbirliği ile hazırlanan ve eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesini dağıtmayı hedefleyen açığa alma listelerinin ilan edildiği 8 Eylül’den itibaren mücadeleci eğitim emekçileri, öğrenciler ve veliler örnek bir dayanışma sergilemiş, yapılan eylemler, basın açıklamaları ve oturma eylemleri sonucunda ilk olarak Dersim’de açığa alınan eğitimcilerin büyük bölümü görevlerine iade edilmiştir. Görevine iade edilmeyen 85 üyemizin haklarındaki soruşturmanın sürdüğü açıklanmıştır. Eğitim Sen olarak haksız yere açığa alınan tek bir üyemiz kalmayıncaya kadar mücadelemizi sürdüreceğimiz bilinmelidir.
En başından itibaren ısrarla vurguladığımız gibi, sendikal eylemler gerekçe gösterilerek yapılan açığa almalar tamamen yasa dışıdır ve bu süreçte sorumluluğu bulunan herkes, okul müdürlerinden başlayarak cezai olarak işledikleri suçun bedelini hukuk karşısında ödeyeceklerdir.
Sendika olarak bu konuda gerekli hukuki girişimleri de en kısa sürede başlatacağımızdan kimsenin şüphesi olmamalıdır. Eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesini dağıtmaya, Eğitim Sen’e yönelik yalan ve iftiralar ileri sürerek bu suça ortak olanlar hakkında hem ceza davaları, hem de yüklü miktarda tazminat davaları açacağımız bilinmelidir. Eğitim Sen, nereden ya da kimden gelirse gelsin, eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesini hedef alan, iktidarın baskıcı ve anti demokratik uygulamalarına zemin hazırlayan her türlü yasa dışı girişim ve saldırının karşısında hukuksal ve örgütlü mücadelesiyle durmayı sürdürecektir. Hukuksuz bir şekilde açığa alınan tüm eğitim emekçilerinin yanında olduğumuz bilinmelidir.
Milli Eğitim Bakanı tarafından kamuda öğretmen alımlarının bundan sonra “sözleşmeli istihdam” ve “sözlü sınav” üzerinden yapılacağını açıklaması, kamuda temel istihdam biçiminin sözleşmeli, güvencesiz istihdam olacağını göstermektedir. Yıllardır güvencesiz istihdama karşı mücadele eden, angarya çalışmaya, performans değerlendirmesine karşı çıkan eğitim emekçilerinin tamamen sendikal nedenlerle açığa alınmasındaki asıl amacın iş güvencesinin kaldırılmasına karşı örgütlü mücadeleyi zayıflatmak olduğu açıktır.
Eğitimde daha önce 2007-2011 yılları arasında başvurulan sözleşmeli öğretmenlik uygulaması eğitim-öğretim ortamında ve eğitimin niteliğinde bozulmaya neden olmuş, eğitim emekçileri arasında statü farkı oluşmuş ve ekonomik ve sosyal hak kayıpları yaşanmıştır. MEB’in darbe girişimi sonrasında çalışma koşullarını daha da ağırlaştırarak sözleşmeli öğretmenliği yeniden gündeme getirmesi, “torpil” kelimesi ile eş anlamlı hale gelen ve yüksek yargı tarafından “objektif olmama”, “taraflılık” gibi gerekçelerle defalarca iptal edilen “sözlü sınav” uygulamasının sözleşmeli öğretmen istihdamında ısrarla uygulanmak istenmesi dikkat çekicidir.
Türkiye’de eğitim sisteminin, özellikle AKP hükümeti döneminde, 15 Temmuzda darbeci olarak ilan edilenlerle işbirliği halinde ve iktidarın siyasal hedefleri doğrultusunda biçimlendirildiği bilinmektedir. Eğitimde 4+4+4 düzenlemesiyle daha da belirginleşen eğitimi ve toplumu “tek din, tek mezhep” anlayışı çerçevesinde dinselleştirme uygulamaları, eğitim biliminin en temel ilkelerine, laik-bilimsel eğitim anlayışına açıkça meydan okuyarak hayata geçirilirken, eğitim sistemi sonu görünmeyen bir karanlığın içine çekilmiştir.
MEB, iktidarın ideolojik yönelimleri doğrultusunda çalışmalar yapan dini vakıflar ile çeşitli protokollere imza atarak eğitimi dinselleştirme sürecinde siyasi nüfuzu olan cemaatlere özel görevler vermiştir. 2013 yılına kadar bugün “FETÖ” olarak ifade ettikleri yapı ile iç içe, kol kola yürüyenler, eğitim politikalarının oluşturulmasından uygulanmasına kadar bütün aşamalarda birlikte hareket edenlerin, bugün hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davranması dikkat çekicidir. Oysa darbelere gerçek anlamda karşı olmak, başta inanç sömürüsü olmak üzere, her türlü sömürüye, darbeci zihniyeti besleyen ve ülkeyi dini cemaatlerin faaliyet alanına çeviren tüm politika ve uygulamalara karşı somut tutum almayı gerektirmektedir.
Geçmişte yaşananlardan gerekli dersler almayan hükümet, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında geçmişte beraber yürüdüğü bir cemaati tasfiye ederken, onların yerine başka cemaatleri ikame ederek yeni darbe girişimlerine zemin hazırlamaktadır. En fazla kontenjan açığı imam hatiplerde olmasına rağmen, darbe girişimi sonrasında el konulan okulların önemli bir bölümünün imam hatibe çevrilmesi, velilerin çocuklarını imam hatiplere göndermesi için kampanyalar yapılması, son olarak Suriyeli sığınmacıların imam hatip okullarına yönlendirilmesi için çalışmalar yapılması darbe fırsatçılığının başka bir yönünü göstermektedir.
Eğitimde yaşanan dinselleştirme uygulamaları, laik-bilimsel eğitimi savunan eğitimcilerin sendikal eylemleri nedeniyle olduğu belli olmasına rağmen, kara propaganda eşliğinde açığa alınmasın velilerin ekonomik koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okullara göndermesine neden olmaktadır. Türkiye’de özel okulların oranının yüzde 10’un üzerine çıkmış olması, hükümetin kamusal eğitimi nasıl adım adım özelleştirdiğini görmemiz açısından önemlidir.
Geçtiğimiz yıllar içinde eğitimi hem içerik, hem de biçimsel olarak dini kural ve referanslara göre biçimlendirme uygulamalarında bugüne kadar atılan adımlar, MEB’in gündeminde olan ve kamuoyuna “ders kitaplarının güncellenmesi” olarak açıklanan müfredat değişikliklerinin hangi içerikte ve nasıl olacağını bugünden göstermektedir.
Türkiye’nin eğitim müfredatı, ülkedeki kültürel ve dilsel çeşitliliği ve zenginliği yok sayan, farklı inanç ve kimlikleri dışlayan, piyasanın ihtiyaçlarına yanıt vermeye çalışan, bireyciliği ve özellikle dini değerleri öne çıkaran bir içeriktedir. Yeni müfredat çalışmaları ile bu durumun daha da belirgin hale getirilerek sürdürülmesi, özellikle ‘dini değerler’ konusunun öne çıkarılması dikkat çekicidir.
Eğitim biliminin temel ilkelerinden birisi olan anadilinde eğitim hakkının yıllardır bilinçli olarak resmi dil ile karşı karşıya getirerek baskılanması ve yasakçı bir tutumla reddedilmesinin acısını tek kelime Türkçe bilmeden okula başlayan çocuklarımız ve öğretmenleri çekmektedir. Okula yeni başlayan çocuklar açısından ekmek gibi, su gibi zorunlu ve temel bir ihtiyaç olan anadilinde eğitim sorununun kalıcı olarak çözülmesi hem anadili Türkçe olmayan çocuklarımızı hem de eğitim sistemini rahatlatacaktır. Yapılması gereken bilime ve insanlığın gelişimine açıkça meydan okumak anlamına gelen anadilinde eğitim yasağının kaldırılması ve herkesin eşit koşullarda eğitim alması için gerekli somut adımların hayata geçirilmesidir.
Bireycilikle, milliyetçilikle, dini değerler ve rekabet ile yoğrulmuş, bilimsel, sanatsal, estetik yönden sığ, büyük ölçüde dini kural ve referanslara dayanan bir dilin kullanıldığı, resmi dil dışındaki yerel dillerin ve kültürlerin yok sayıldığı ya da dışlandığı bir eğitim müfredatının çocuklarımıza, öğrencilerimize verebileceği hiçbir şey yoktur. Laik-bilimsel eğitimin temel işlevi bireylerin kendilerini çocuk yaşlardan itibaren özgürce gerçekleştirmelerine yardım etmektir. Dolayısıyla eğitim programları, yaşamı bir bütün olarak kavramayı hedeflemeli, öğrencilerin çok yönlü gelişimlerine hizmet edecek öğrenme yaşantılarını içeren bir içerikte olmak zorundadır.
Bugüne kadar eğitim müfredatına yönelik bilim dışı müdahalelerin belirgin bir şekilde artması, felsefe-bilim ve sanat derslerinin azaltılması, otizmli ve zihinsel engelli çocuklara zorunlu din dersi getirilmesi, okul öncesi ve ilkokul öğrencilerine yönelik ‘dini değerler eğitimi’ çalışmaları, ders kitaplarında dini söylem ve örneklerin belirgin bir şekilde artması vb gibi uygulamalara ek olarak fizik, kimya ve biyoloji gibi derslerde yapılacak “güncellemelerin” eğitimde yaşanan dinselleştirme uygulamalarını daha da ileriye taşınması hedeflenmektedir.
Eğitim sisteminin iktidar eliyle adım adım dinselleştirilmesi sürecinde, Milli Eğitim Bakanlığı eliyle eğitimde hayata geçirilmek istenen baskıcı ve dayatmacı politikalarına karşı çıkan eğitim ve bilim emekçileri hükümetin öncelikli hedefi olmuştur. En temel sendikal eylemlerimizden zorlama yorumlarla suç üretilmeye çalışılmış, laik-bilimsel eğitim mücadelesi baskı, soruşturma ve sürgünlerle sindirilmeye çalışılmıştır.
Devleti ve eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırmak isteyenler, halk ve emek düşmanı politikalarını hayata geçirirken karşılarında hiçbir örgütlü güç istemedikleri için on binlerce eğitim emekçisini hukuksuz bir şekilde ihraç ederek ve açığa alarak eğitim-öğretime büyük bir darbe vurmuştur. 15 Temmuz sonrasında eğitim alanında yaşananlar, darbecilerle mücadeleden çok, iktidarın kendileri gibi düşünmeyenlere yönelik siyasal bir operasyonudur. Hükümet kendisine muhalif herkesi “terör suçu” ile ilişkilendirerek kamuoyu desteğini arkasına almaya çalışmakta, yıllarca işbirliği yaptığı darbecilerle birlikte işledikleri suçların üzerini örtmek istemektedir.
Gerek Eğitim Sen’in, gerekse üyesi olduğumuz KESK ve uluslararası sendikal örgütlerin Türkiye’de yaşanan ihraçlar ve açığa almalarla ilgili olarak başlattıkları girişimler sürmektedir. Haksız yere ihraç edilen, sendikal eylemler nedeniyle açığa alınan tüm eğitim emekçileri görevlerine dönene kadar bütün gücümüzle hem hukuksal, hem de örgütsel mücadelemizi sürdüreceğimiz bilinmelidir. Bugüne kadar attıkları her adımda, aldıkları her kararda sadece siyasi tasarruflar üzerinden hareket edenler, hukuk önünde er ya da geç hesap vereceklerini ve yaptıkları zulmün yanlarına kalmayacağını çok iyi bilmelidir.
Eğitim Sen, nereden ya da kimden gelirse gelsin, eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesini hedef alan, iktidarın baskıcı ve anti demokratik uygulamalarına zemin hazırlayan her türlü yasa dışı girişim ve saldırının karşısında hukuksal ve örgütlü mücadelesiyle durmayı sürdürecektir. Hukuksuz bir şekilde açığa alınan tüm eğitim emekçilerinin yanında olduğumuz bilinmelidir.
Taleplerimiz;
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kamuda başlatılan hukuksuz ihraçlara, açığa almalara derhal son verilmeli, darbe girişimi ile somut bağlantısı olmayan kamu personeli en kısa sürede görevine başlatılmalıdır.
Hükümet sendikal eylemleri zorlama yorumlarla suç kapsamına almaktan vazgeçmeli, yasa dışı her türlü girişimden uzak durmalı, sendikal eylemleri nedeniyle açığa alınan tüm eğitim emekçileri, ayrım yapmaksızın en kısa sürede görevlerine iade edilmelidir.
Hükümet eğitim sistemini uçuruma doğru sürükleyen eğitimi dinselleştirme ve ticarileştirme uygulamalarına derhal son vermelidir. Eğitim sistemini içinden çıkılmaz hale getiren MEB’in başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, bugüne kadar dini vakıf ve cemaatlerle yaptığı tüm ortaklıklar ve imzalanan protokoller iptal edilmeli, laik-bilimsel eğitim karşıtı uygulamalara derhal son verilmelidir.
Eğitim müfredatında yer alacak bilgi ve değerler, demokrasi karşıtı (dini istismara dayanan, ırkçı, etnik ayrımcı, bölgeci, cins ayrımcı, farklı renk ve kültürleri aşağılayıcı, savaş yanlısı, çevre düşmanı, piyasacı vb) olmamalı, var olanlar çıkarılmalı, müfredat oluşturulurken tek referans bilim olmalıdır. Müfredatta yer alan konu amaç, hedef, öğretim ilke ve yöntemlerinin, kavramların çocukların sosyal ve kültürel gelişim düzeylerine uygun olmalıdır.
MEB, eğitimde esnek, güvencesiz ve performansa dayalı çalışma uygulamalarının yaygınlaşmasına neden olacak olan sözleşmeli öğretmenlik uygulamasından derhal vazgeçmeli, herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.
Kamuda siyasi kadrolaşma uygulamalarına son verilmeli, kamu istihdamında torpil ile eş anlamlı hale gelen mülakat yerine, liyakat ilkesi benimsenmelidir. Kamu istihdamında hiç kimse siyasi düşünce, inanç ve etnik kimliği nedeniyle ayrımcı uygulamaya tabi tutulmamalıdır.
Eğitim politikalarının belirlenmesi ve uygulanması sürecinde bugüne kadar benimsenen tekçi, dayatmacı ve dışlayıcı anlayıştan vazgeçilmeli, eğitim sistemi kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkını gözeten bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir.
Ahmet KARAGÖZ
Adana Şube Başkanı
AKP iktidarı özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında demokratik tepkileri de yasaklamasının yanı sıra geliştirdiği tüm haksız, hukuksuz uygulamalarına karşı hukuken de “tüm yolların kapalı olduğu” algısını yaratmaya çalışmaktadır. Devleti tümüyle AKP’lileştirdiğini düşünen ve buradan aldığı güçle de böylesi bir algı yaratmaya çalışması demokratik mücadeleye inançsızlığı geliştirme ile yakından bağlantılıdır.
Öte yandan hukuki sürece ilişkin kamuoyunda çok farklı görüş ve değerlendirmelerin olmasının kafa karışıklığına yol açtığı da bir gerçektir.
Bu durum üzerine, Konfederasyonumuzun girişimiyle alanlarında uzman olan Prof. Dr. Metin Günday, Prof. Dr. Mithat Sancar, Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, Konfederasyonumuz ve sendikalarımız avukatlarının katılımıyla kapsamlı bir değerlendirme toplantısı yapılmıştır.
Toplantı sonucunda ulaşılan tespit ve değerlendirmeleri özetleyecek olursak;
OHAL ilanı sonrası çıkarılan kararnamelerin sadece darbe teşebbüsü ile ilişkilendirilebilecek durumlar için değil aynı zamanda çok daha genel ele alınabilecek “terörle mücadele” kavramını içerdiği görülmektedir. OHAL Kanunu ve bu kapsamda yapılabileceklerin neler olduğuna ilişkin Anayasa, AİHM içtihatları ve Venedik Komisyonu Raporlarında da değinildiği üzere, OHAL süresi sınırları aşılarak orantılılık (alınacak tedbirlerin amaçla ve araçla ölçülü bir oran içerisinde olması), etkililik (tedbirin kendisi), Anayasallık (Anayasal düzenin işletilmesi), hukuk devleti (temel ilkelerin korunması), temel haklar, demokrasi (seçilen organlarla birlikte karar alma ve denetleme) ilkeleri ihlal ederek tesis edilecek kalıcı bir düzenleme Avrupa Konseyi standartlarına açık bir şekilde aykırılık teşkil etmektedir.
Dolayısıyla yürürlüğe giren kararnamelerle Anayasanın ilgili maddelerine dayanak olarak gösterilen olağanüstü halin ya da sıkıyönetim halinin gerekli kıldığı konular (somut durumda Darbe Girişimi) ile sınırlı kalması hususu ihlal edilmiştir. Kabaca izah edilecek olur ise olağanüstü hal durumlarında çıkarılabilecek kararnameler ile bir bütünen ülkenin tüm idari işleyişine ilişkin yanıt aramak/ her şeyin yapılabileceği bir hukuki düzlem yaratmak, gerek Anayasa gerek ise Uluslararası sözleşmelerce de orantılılık ilkesi gereği sınırlandırılmışken, değerlendirmeye konu kararnameler bu evrensel sınırı tamamen ortadan kaldırmaktadır.
İlan edilen OHAL ve sonrasında çıkarılan kararnamelerden de anlaşılacağı üzere Anayasal düzlemde teminat altına alınmış birçok temel hak Anayasa 15/2. maddesi ihlal edilereksüresiz ve orantısız bir şekilde çiğnenmektedir.
Bu kapsamda “terör örgütleri ile irtibatlı ya da milli güvenliğe tehdit vb.” kavramlarının yasal hiçbir yargı merciinin denetiminden geçmeksizin bakanlıklar tarafından oluşturulacak kurulların takdirine bırakılması hukukun bir bütünen askıya alındığının en büyük ispatıdır. KHK lar yolu ile kamu görevlilerinin işten çıkarılması, yapılan işlemin niteliği açısından cezai bir yaptırım haline dönüşmüştür. Konu, kişi ve zaman bakımından OHAL süreci KHK larının sınırı aşılmıştır. Ek cetvellerde listelenmek suretiyle yayınlanan KHK larda genel normdan bireysel işlem tesis edilmektedir ki bu durumun kendisi Bakanlar Kurulu kararı ile idari bir işlem tesis etmektir.
Hukuk usulü açısından tartışılacak birçok nokta olmakla birlikte işten çıkarılan sendika üyelerimizin yasal haklarının korunabilmesi ve hukuki anlamda bir fikir tesis edebilmesi için izlenebilecek dava ve başvuru yollarını kabaca başlıklandırılacak olur isek;
- Kamu emekçilerinin KHK larda yayınlanan listeler yolu ile işten çıkarılmasına karşı idari yargı yolu açıktır. Suç tanımının öngörülebilir ve anlaşılabilir olmadığı gerekçesi ile Bakanlar Kurulunun KHK’nın düzenleyici işlem niteliğini kaldırarak bireysel bir idari işlem tesis ettiği gerekçesi ile Danıştay’a dava yolu açıktır ve tüm sendikamız üyelerinin bu yolu kullanması önem arz etmektedir. Dava açma süresi KHK nın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 60 gündür.
- İşten çıkarılan kamu emekçilerinin AİHM’ne başvuru hakları bulunmaktadır. Bu başvuruya giderken ihlal edilen haklar noktasında her başvurucunun durumuna göre uyarlanmak ve genişletilmek üzere genel anlamda; ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlali üzerinden başvuru yapılmalıdır. Elbette burada tüketilecek bir iç hukuk yolu olmadığı tartışması önemli bir tartışmadır. Burada hükümetin idari yargıda tek bir olumlu dava dahi gösteremeyecek durumda olması iç hukuk yollarının tüketilmesine gerek kalmadığına dair en önemli tezlerden birini oluşturacaktır. Kaldı ki izah edilen hukuki gerekçeler ile AİHM’ne yapılacak olan başvuru sayısının çokluğu AİHM nezdinde dosyanın öncelikli olarak ele alınmasını sağlayacağı için bu konuda sendika üyelerimiz dışında da kamu emekçilerinin bahsedilen başvuru yollarına başvurmasının örgütlenmesi gerekmektedir. Başvuru tarihi ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren 4 aydır.
- AİHM’e yapılacak bireysel başvuru ile birlikte AYM ne başvuru hakkı da kullanılabilinir bir hak olarak durmakla birlikte AYM’ye direk gidebilmek için düzenleyici işlem görüntüsündeki bireysel cezai işleme karşı hiç bir başvuru yolunun tanınmadığı gerekçesi ile izah edilen ihlallere ek olarak hak arama yolunun da kapatıldığından bahisle yapılabilecek olan başvurularda sözleşme ile Anayasanın uyuşmadığı vurgulanabilmekle birlikte elbette tercihe bağlı bir başvuru yolu olarak önümüzde bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi KHK nın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 30 gündür.
Hak ve süre kaybetmemek adına olağan ve olağanüstü kanun yollarına aynı anda başvurulabilmektedir.
Sonuç olarak; sendikalarımız üyelerinin ve mağdur olan diğer kamu emekçilerinin faydalanmaları ve hızla hukuki sürecin başlatılması için en kısa sürede örnek dilekçeler hazırlanarak açık paylaşıma sunulacaktır.
Sendikal hak ve özgürlükleri, temel hak ve özgürlükleri ayaklar altına alan, OHAL ve darbe girişimi bahanesiyle muhalif tüm kesimleri cezalandırmaya dönüşen uygulamalara karşı fiili ve meşru demokratik tepkimizi ortaya koymaya devam ederken, ulusal ve uluslararası düzeyde her türlü hukuki girişimlerde bulunmayı da eş zamanlı olarak götüreceğimizi bir kez daha ifade ediyoruz.
On Dört Bin Değil Milyonlarız, Korkmuyoruz, Susmuyoruz
Emek ve Demokrasi Mücadelesinden Vazgeçmiyoruz!
Eğitim öğretim yılının açılmasına sayılı günler kala 1 Eylül gece yarısı çıkarılan 672 sayılı KHK ile tek seferde 28 bin 163 öğretmen, en temel hukuk ilkeleri ve anayasa ayaklar altına alınarak, adil yargılama ve savunma hakkı bile tanınmadan kamu görevinden ihraç edilmiştir. Ardından 8 Eylül tarihinde 11 bin 285 öğretmen, iktidar ve siyasal uzantılarının algı operasyonu ve hükümetin darbe fırsatçılığı sonucunda açığa alınmıştır. İllerde mülki amirler ve yandaş sendika işbirliği ile hazırlanan ve eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesini dağıtmayı hedefleyen listelerin MEB tarafından onaylanarak yeniden illere gönderildiği açıktır. İlimizde ise 18 Eğitim emekçisi arkadaşımız açığa alınmıştır.
Siyasi iktidar, yıllardır eğitimin dinselleştirilmesine ve ticarileştirilmesine direnen, laik-bilimsel eğitimi savunan, emek, barış ve demokrasi mücadelesi yürüten eğitim emekçilerden intikam alırcasına hareket etmektedir.
Hükümet, yandaş medya ve yandaş sendikanın işbirliği ile oluşturulan algı operasyonu ve açıkça iftira niteliği taşıyan suçlama ve hedef göstermeler sonucunda gerçekleştirilen açığa almalar, açık bir “yargısız infaz”dır ve hiçbir yasal hukuki dayanağı bulunmamaktadır.
Hukuksuz ve siyasi kararlarla eğitim emekçilerinin ihraç edilmesini ve açığa alınmasını protesto etmek amacıyla Diyarbakır ve Muş kent merkezinde basın açıklaması yapmak isteyen üyelerimiz polis saldırısına maruz kalmıştır. Diyarbakır’da 70’e yakın üyemiz gözaltına alınmış, Diyarbakır 1 No’lu Şube Sekreterimiz Mehmet Nur Özdemir ise yoğun biber gazı nedeniyle ambulans ile acil servise kaldırılmıştır. Muş’ta ise 4 üyemiz göz altına alınmıştır.
15 Temmuz darbesinin başarılı olması durumunda yapılacak olanlar, bugün bizzat hükümet eliyle hayata geçirilmek istenmektedir. Evrensel hukuku, temel hak ve özgürlükleri yok sayarak, özellikle sendikal hakları zorlama yorumlarla suç kapsamına alarak gerçekleştirilen bu operasyon, ülke çapında açık bir dikta rejimine doğru gidildiğinin somut kanıtıdır.
MEB’in açığa almaları hangi yasal soruşturma ve delilere dayandırdığını açıklamaması, daha da vahimi, kendisini yargının yerine koyarak ve yaratacağı hukuksal sonuçları düşünmeden doğrudan hüküm vererek hareket etmesi göz göre göre suç işlediğini göstermektedir. Sadece bu tutumun kendisi bile, söz konusu açığa almaların hukuken hiçbir somut karşılığı olmadığını göstermektedir. Hükümet ve MEB’in de çok iyi bildiği gibi, hukuken somut delillere, yargı kararlarına, mevzuata uygun yürütülen idari soruşturmalara dayanmaktan uzak bir şekilde verilen tüm kararlar yasa dışıdır. Bu nedenle söz konusu operasyonun hukuki değil siyasi olduğu açıktır.
Devleti ve eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırmak isteyenler, karşılarında hiçbir örgütlü güç istemedikleri için tamamen siyasal bir operasyon gerçekleştirmiştir. Hükümet kendisine muhalif herkesi “terör suçu” ile ilişkilendirerek kamuoyu desteğini arkasına almaya çalışmakta, kendi işledikleri suçun üzerini örtmek istemektedir.
Etnik ve siyasal kimliklere göre yapılan fişlemeler, sendikal aidiyetler, ihbarlar, sendikal husumet üzerinden eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesinin hedef alındığı ortadadır. Attıkları her adımda, aldıkları her kararda siyasi tasarruflar üzerinden hareket edenler, hukuk önünde er ya da geç hesap vereceklerini bilmelidir.
Eğitim ve bilim emekçileri, bu tür saldırılara ve örgütlü mücadeleyi dağıtma amaçlı siyasal operasyonlara pabuç bırakmayacak kadar köklü bir mücadele geleneğine sahiptir. Kamudan hukuksuz bir şekilde ihraç edilen ve açığa alınan bütün eğitim emekçileri görevlerine iade edilmeli, örgütlü mücadelemize yönelik bu haksız ve pervasız saldırı, bütün sonuçları ile birlikte derhal durdurulmalıdır.
Eğitim Sen, nereden ya da kimden gelirse gelsin, eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesini hedef alan, iktidarın baskıcı ve anti demokratik uygulamalarına zemin hazırlayan her türlü yasa dışı girişim ve saldırının karşısında hukuksal ve örgütlü mücadelesiyle durmayı sürdürecektir. Hukuksuz bir şekilde açığa alınan tüm eğitim emekçilerinin yanında olduğumuz bilinmelidir. 10.09.2016
Zeynel KETE
Adana Eğitim Sen Şube Sekreteri