Basına ve Kamuoyuna
Ölüm sinırinda olan, sendikamız EGITIM SEN üyeleri Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlik grevi direnişlerinde kritik eşik aşilmiş olup yaşamları büyük bir risk altina girmiştir, Nuriye ve Semih'i kaybetme ile yüz yüzeyiz Bizler yaşamalari ve diğer ihraç edilen tüm kamu emekçileri gibi heriki üyemizin de işlerine geri dönmeleri için mücadele ederken iktidar ve iktidara bir şekilde destek olan kesimler ölüm üzerine politika yapıyorlar.
Bu anlamda Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi'nin Nuriye Gülmen ve Semih Özakça hakkında "Hayati tehlike doğuracak ciddi ve onarlamaz hasar riski oluşmadığı" kararı ne hukuki,ne de insanidir.
AlHM'in, ihr ilişkin yapılan başvuruları bir iç mekanizma olarak tanımladığı açlara OHAL Işlemleri Inceleme Komisyonunu işaret ederek reddetmesi ne kadar siyasi bir karar ise bu karar da o kadar siyasidir AIHM, kuruluş değerlerine ve amacına gölge düşüren bir karar almıştır.
AHIM olumsuz bir durumun yaşanması halinde suç ortağı olacaktır u süreçte hazırlanan 10 saglik raporunun sekizinde hayati tehlikeye dikkati çekilmesine rağmen AİHM'in sadece Sincan Cezaevi Kampus Hastanesi ve Numune Hastanesi raporlarını esas almasi manidardır!
AlHM kararini gözden geçirmeli, bir süredir iyasi iktidarı rahatlatmaya yönelik tarafgir kararlarından ve tutumundan vazgeçmelidir.
derhal Hükümet, sağlıklı biçimde yaşamlarına devam edebilmeleri için hiç gecikmesizin harekete geçmelidir.Işe iade talebiyle açlik grevine başlayan ve sağlık durumlari telafisi Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın halleri iade edilmeleri mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkmadan, bir an önce görevlerine sağlanmalıdır.
Giderek içine sürüklendiğimiz bu karanlık girdaptan kurtulmak için oHAL ve KHK rejimine derhal son verilmelidir.
KHK'lar iptal edilmeli, ihraç edilenler ve açığa alınanlar bütün haklarıyla birlikte işlerine iade edilmelidir.
Aksi halde gelişebilecek tüm olumsuzluklardan hukuk dışiliği ve keyfiyeti oHAL/KHK'lar yoluyla bir yönetim biçimi olarak hayata geçiren "yaşamı ve yaşatmayı" değil kendi siyasal amaçlarını öncelleyen AKP iktidar ve ayni doğrultuda hareket edenler sorumlu olacaktır. Bizler;ihraç edilen kamu emekçileri işlerine iade edilinceye kadar mücadelemizi kesintisiz olarak sürdürmeye devam edeceğiz
KESK ŞUBELER PLATFORMU ADINA
BES ŞUBE BAŞKANI
SINAN TUNÇ
GERÇEK TOPLUSÖZLEŞMEYİ GERÇEK SENDİKA YAPAR!
GERÇEK TOPLUSÖZLEŞMEYİ GERÇEK SENDİKA YAPAR!
KAYIPLARIMIZIN VE TALEPLERİMİZİN KARŞILANDIĞI BİR TOPLUSÖZLEŞME İSTİYORUZ!
Sendikal faaliyetlerin OHAL gerekçesiyle engellendiği ve hukuk dışı bir şekilde suç kapsamına alınmaya çalışıldığı, en demokratik eylemlere bile tahammül edilmediği bir ortamda, 2018-2019 dönemi toplusözleşme görüşmeleri başlayacaktır.
Bugüne kadar yapılan toplusözleşme görüşmelerinde benimsenen hükümet yanlısı tutum ve imzalanan sözleşmelerde kaybeden her zaman biz emekçiler, kazanan ise siyasi iktidar olmuştur. Son toplusözleşmede enflasyon farkının hesaplamaya katılmaması nedeniyle kamu emekçileri yanlış hesaplamadan dolayı mağdur edilmiştir. Bir yıl içinde TL’de yaşanan değer kaybı %18’in üzerindedir. Bu rakamlara yıllık resmi enflasyonun yüzde 11’e dayanmasıyla satın alım gücümüzde yaşanan azalmayı da eklediğimizde, sadece ekonomik anlamda yaşadığımız kaybın büyüklüğü ortaya çıkmaktadır.
Toplusözleşme görüşmelerinin kamu emekçilerinin çoğunun tatilde olduğu, kamu emekçilerinin bir milyondan fazlasını oluşturan eğitim ve bilim hizmet kolunda işyerlerinin kapalı olduğu bir dönemde yapılacak olması emekçiler açısından büyük bir dezavantajdır. Bu durum, iktidarın elini önemli ölçüde güçlendirirken, kamu emekçilerinin elini ciddi anlamda zayıflatmaktadır. Bütün sınırlılıklarına ve eksikliklerine rağmen, kamu emekçilerinin toplusözleşme süreci, başta ağır ekonomik sorunlarımız olmak üzere, çalışma ve yaşam koşullarımıza ilişkin kalıcı çözümler üretilmesi için somut talepler etrafında mücadele edilmesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır.
Toplusözleşme Taleplerimizde Israrcıyız!
Eğitim Sen olarak 2018-2019 yıllarını kapsayacak olan toplusözleşme sürecinde temel talebimiz toplumdaki adalet talebinin dikkate alınması, özellikle 15 Temmuz sonrasında kamuda yaşanan cadı avı niteliğindeki ihraçların geri alınması, idari ve siyasi tasarrufların değil, hukukun işletilmesi, adaletin tecelli etmesidir. Toplusözleşme sürecinde temel taleplerimiz;
- 2018-2019 toplusözleşme dönemine ilişkin ekonomik kayıplarımız, TL’de yaşanan değer kaybı ve satın alma gücündeki azalma üzerinden net bir şekilde hesaplanarak ödenmeli ve söz konusu fark, kamu emekçileri ve emeklilerin taban aylığına mutlaka yansıtılmalıdır.
- Yılın ikinci yarısında maaşlarımızda yaşanan erimenin önüne geçilebilmesi için artan oranlı vergi dilimi uygulamasına son verilmeli, ek dersler başta olmak üzere, tüm ek ödemeleri temel ücrete ve emeklilik hesaplamasına dahil edilmeli, bu konuda yaşanan mağduriyetler mutlaka giderilmelidir.
- Eğitim öğretim tazminatı senede iki kez en az bir maaş tutarında olmalı ve ayrım yapılmaksızın bütün eğitim ve bilim emekçilerine ödenmelidir.
- Yıllardır talebimiz olan 3600 ek gösterge uygulaması bu toplusözleşme döneminde mutlaka hayata geçirilmelidir.
- OHAL KHK’ları ile hukuk dışı bir şekilde hayata geçirilen ihraçlar ve açığa almalara son verilmeli, hukuki deliller ve mahkeme kararları olmadan ihraç edilen tüm kamu emekçileri derhal görevlerine iade edilmelidir.
- İş güvencemizi ortadan kaldırmayı hedefleyen her türlü hazırlık ya da girişim derhal durdurulmalıdır. Sözleşmeli/ücretli öğretmenlik ve mülakat sınavına, performans değerlendirme ve esnek çalışma uygulamalarına son verilmelidir.
- En az 50 çalışanın bulunduğu işyerlerinde bebek bakım üniteleri ile kreş açılmalı, çalışan sayısı 50’en az olan işyerleri birleştirilerek, ihtiyaç duyan tüm kamu emekçilerinin kreş hizmetinden faydalanmaları sağlanmalıdır.
- Kamu emekçilerinin grevli toplusözleşme hakkı önündeki yasal ve fiili engeller kaldırılmalı, özgür bir toplusözleşme düzeni yaratılmalıdır.
OKULLARIMIZI VE ÖĞRENCİLERİMİZİ ENSAR’A TESLİM ETMEYECEĞİZ
MEB’in ENSAR Vakfı ile imzaladığı protokole göre; ENSAR, eğitimleri istediği mekânda yapabilecek, öğrencileri okuldan çıkartıp, ENSAR Vakfı’na ya da kendi belirleyeceği mekana götürebilecek, ‘kitap okuma etkinlikleri’ düzenleyecektir. ENSAR’a ‘gezi, kamp düzenleme’ hakkı verilirken, Halk Eğitim Merkezleri ve okulların bu etkinliklere katılımı teşvik etmesi de protokolde yer alıyor. Bu da ENSAR etkinliklerine katılım zorunluluğu anlamına geliyor. Bu protokolle ENSAR aynı zamanda Halk Eğitim Merkezleri’nde eğitim düzenleme hakkına sahip hale getiriliyor. 1000’e yaklaşan Halk Eğitim Merkezleri’ndeki 8 milyonu bulan kursiyer, doğrudan ENSAR’a bağlanıyor. MEB doğrudan ENSAR’a teslim edilmiş durumdadır. Hem kamu okulları hem de Halk Eğitim Merkezleri aracılığıyla okul dışındaki gençler ve kadınlar ENSAR’a mecbur bırakılıyor.
Protokole göre; MEB yaptığı protokolü geçmiş protokollerden farklı olarak tek başına sonlandıramıyor. Ensar’ın yapacağı ‘çalışmalar’ da kamu hakkı, eğitim hakkı ihlali, çocuk istismarı olduğunda dahi protokol devam edecek. Hem örgün hem yaygın eğitim bilgilerini ve programlarını ENSAR istediği gibi kullanabilecek. Protokol ile ilgili tüm etkinliklerin uygulanması konusunda resmi yazılar üzerinden tüm eğitim emekçilerine öğrencilerini bu ideolojik çalışmalara katılma zorunluluğu dayatılacak. MEB yetkilerini protokoller eliyle Ensar, İlim Yayma Cemiyeti, Birlik Vakfı vb. yapılara aşama aşama devrediyor.
Devletin kamusal bir hak olan eğitim hizmetlerini ‘taşeron’lara devretmesi durumu, bu hizmeti alanlarla, bu hizmeti gerçekleştiren eğitim emekçilerine kamusal eğitim hakkına sahip çıkmak için direniş hakkı veriyor.
Okullarla birlikte okul dışına da uzanacak bu ENSAR etkinliği,’Yeni Türkiye’ yeni bir sistem inşası ve toplumu dinselleştirme programının bir sonucudur. Saray rejimi, devletin din temelinde yeniden yapılandırmakta, özcesi ‘yeni bir sistem’ inşa etmektedir.
Eğitim Sen olarak, okulların ENSAR’a teslim edilmesine, öğrencilerimizi ENSAR karanlığına itilmesine HAYIR diyoruz! Okullarımızda ENSAR istemiyoruz, öğrencilerimizi ENSAR’a teslim etmeyeceğiz! Laik ve bilimsel bir eğitim mücadelesiyle, öğrenciler, veliler, eğitim emekçileri hep birlikte okullarımıza, çocuklarımıza ve geleceğimize sahip çıkalım.
OHAL Komisyonuna Başvurular Nasıl Yapılacak?
12.07.2017 gün 30122 Mükerrer sayılı Resmi Gazetede Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonunun Çalışmasına İlişkin Usul ve Esaslar yayımlanmıştır. Buna göre;
- Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarılanlar ya da ilişiği kesilenler ile öğrencilikle ilişiği kesilenler ve rütbesi alınan emekli personel şahsen, kanuni temsilcisi veya vekili aracılığıyla başvuru yapabileceği,
- Komisyona başvuru süresinin; Komisyon tarafından başvuruların alınmaya başlanacağı tarihten önce yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnamelerle tesis edilen işlemler hakkında, başvuruların alınmaya başlanacağı tarihten itibaren altmış gün olduğu,
- Başvuruların, başvuru formu doldurulup alınan çıktı imzalanmak suretiyle valiliklere veya en son görev yapılan kuruma varsa ekleriyle birlikte yazılı olarak yapılacağı, düzenlenmiştir.
Yine haber sitelerinde yer alan bilgiye göre Komisyon 17 Temmuz 2017’de başvuru almaya başlayacak, başvurular 14 Eylül 2017 mesai bitiminde sona erecektir.
İhraç edilenlerin dava açıp açmadığına bakılmaksızın başvuru formunun kişisel olarak doldurulup Valilik veya son görev yapılan kuruma sunulması gerektiğini belirtmek isteriz. Zira üyelerimizin Genel Merkez avukatları adına özel vekaletnamesi bulunmamaktadır. Bu nedenle üyelerimiz başvurularını kendileri yapmak durumundadır. Üyelerimiz başvuru formunu https://ohalkomisyonu.basbakanlik.gov.trinternet sitesinden ve Resmi Gazetede yer alan Usul ve Esasların ekinden indirebilirler.
Ayrıca, başvuru formuna eklenebilecek ve 10 sayfayı geçmeyecek ek dilekçe için bir şablon ektedir. Dilekçe şablonunda giriş ve sonuç kısmına yer verilmiş, diğer kısımlar üyelerimizin doldurması için ayrılmıştır.
SİVAS KATLİAMI’NIN ACISI 24 YILDIR YÜREĞİMİZİ YAKIYOR!
2 Temmuz 1993 tarihi, insanlık tarihine büyük bir utanç, yüreğimizi yakan bir ateş olarak düşmesinin üzerinden 24 yıl geçti. Sivas katliamı, 24 yıldır en temel insani değerlerini yitirmemiş herkesin yüreğinde kanamaya devam eden derin bir yara olmayı sürdürmektedir.
Katliamda aktif rol oynayan katillerin avukatlarından bazıları sonraki yıllarda AKP’den milletvekili seçilmiş, bazıları bakan yapılmış, hatta Anayasa Mahkemesi üyesi olarak atanarak ödüllendirilmiştir. Katillerin cezalandırılmaması için adeta seferber olan siyasi iktidar, Sivas katliamı davasının ‘zamanaşımı’na uğratılması için elinden geleni yaparak, katillerin cezasız kalmasında önemli rol oynamıştır.
Sivas katliamı, tıpkı 1 Mayıs 77 katliamı, Malatya, Maraş, Çorum, Gazi Mahallesi katliamları gibi bilinçli bir şekilde karanlıkta bırakılarak unutturulmak istenmiş, siyasi sorumlular hesap vermemiş, katliamın arkasındaki karanlık güçler bilinçli olarak açığa çıkarılmamıştır.
Türkiye’de, 12 Eylül darbe sürecinden itibaren benimsenen Türk-İslam sentezi politikalar ve onun üzerinden yükselen ırkçı, şoven ve gerici düşüncelerin sürekli beslenmesinin en acı sonuçlarından birisi 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta, Pir Sultan Abdal Kültür Şenliği ve bu şenliğe katılanlar hedef alınmıştır. Sivas katliamının hedefi, tıpkı geçmişteki benzer katliamlarda olduğu gibi, egemen inanç sisteminin dışında kalan Aleviler, yıllarca ezilen, sömürülen ve yok sayılanlar olmuştur. Saldırganların engellenmeyerek katliama çanak tutulması, ardından yaşanan trajedinin üzerinin örtülmesi için iktidarın nasıl seferber olduğunu unutmamız mümkün değildir.
Türkiye’de yaşayan çeşitli inanç ve mezheplerden halklarımızın umudu ve aydınlık geleceği olan aydın, yazar ve sanatçılarımızın da içinde olduğu 35 insanımız ırkçı-gerici güçler tarafından katledilmiştir. Aradan 24 yıl geçmiş olmasına rağmen, katliamının yarattığı acılar tazeliğini bugün de korumaktadır. Sivas katliamı her ne kadar zamanaşımı üzerinden unutturulmak istense de, insanlık suçlarında zamanaşımı yoktur. Sivas katliamını gerçekleştiren gerici güçler ve onların avukatlığı yapanların bugün adalet talebiyle alanlara çıkan, kitlesel yürüyüşler yapanlara yönelik tehditleri ve hakaretleri, katliamcı zihniyetin bugün de varlığını sürdüğünü göstermektedir.
Türkiye’de geçmişte halkları birbirine karşı kışkırtarak, kitlesel katliamlara ve cinayetlere zemin hazırlayanlar, bugün ısrarla ayrımcı, tekçi, ırkçı ve gerici politikalarını sürdürerek halkların barış içinde bir arada yaşama iradesini engellemek adına tehlikeli adımlar atmakta, ülkenin içinde bulunduğu OHAL koşullarını da kullanarak hukuksuz uygulamalarına devam etmektedir.
Toplumsal barışı tehdit eden her türlü saldırı ve katliamlara rağmen, Türkiye’de farklı inançların, farklı kimlik ve kültürlerinin barış içinde ve kardeşçe bir arada yaşama isteğindeki ısrarını sürdürmesi önemlidir. Ne yaşadığımız katliamları, ne de iktidarın bu katliamlar karşısında takındığı siyasi tavırları unutmamız elbette mümkün değildir. İnsanlık, kendisine karşı işlenmiş suçları, bu suçları işleyenleri ve yaşananlara sessiz kalanları asla unutmamıştır ve unutmayacaktır.
Eğitim Sen olarak, 24 yıl önce Sivas katliamında, Sivas katliamı öncesinde ve sonrasında yaşanan bütün katliamlara hayatını kaybeden canlarımızı saygıyla anıyoruz.
KESK Adalet İçin Yürüyor!
Konfederasyonumuz, bağlı işkolu sendikalarımızın MYK üyeleri ve Şubeler Platformlarımızla birlikte CHP’nin başlattığı ‘Adalet Yürüyüşü’ne 16. gününde, 30 Haziran Cuma günü (bugün) katıldık.
16’ncı gününde devam eden Adalet Yürüyüşü’ne katılan Eş Başkanımız Lami Özgen, “Yürüyüş aynı zamanda bu ülkenin işçilerinin, emekçilerinin, ezilenlerinin ve bütün halkın talebidir” dedi.
‘MÜCADELEMİZ SÜRECEK’
Yürüyüş esnasında konuşan Eş Başkanımız Lami Özgen, “Yürüyüş aynı zamanda bu ülkenin işçilerinin, emekçilerinin, ezilenlerinin ve bütün halkın talebidir. Kanun Hükmünde Kararnamelerle kamu emekçilerinin hukuksuz bir şekilde ihraç edilmesi adaletsizliğin ta kendisidir. Bu yüzden Adalet Yürüyüşü bu boyutuyla bütün kamu çalışanlarını ve bütün işçileri ilgilendiriyor. Şu an iş güvencesi tamamen ortadan kaldırılmış durumda. Keza bu hukuksuzluk yöntemlerle işçilerin kıdem tazminatı ortadan kaldırılıyor. Bu hukuksuzluklardan dolayı bizler Adalet Yürüyüşü’ne katıldık. Sadece bu yürüyüş güzergahı üzerinde değil KESK bileşenleri hem adalet talebiyle hem de bu yürüyüşe destek amaçlı mücadelesini devam ettirecek” dedi.
Adalet Yürüyüşü’nün gerçekleştiği tüm illerde şubeler Platformlarımızın da katıldığı yürüyüş boyunca “ihraç edilen, açığa alınan kamu emekçileri”nin ön plana çıkarıldığı ADALET talebi ile OHAL-KHK rejimi ile sendikal hak ve özgürlüklerimizi yok sayan, emek ve demokrasi mücadelemizi hedef alan baskılar ve hukuksuzluklar karşısında Konfederasyonumuz dayanışma ve ortak mücadele ile zulme, zorbalığa ve faşizme karşı; eşit, özgür, demokratik bir Türkiye mücadelesi vermeye devam edecek, herkes için adalet talebini yarın tüm illerde gerçekleşecek oturma eylemleri ile bir kez daha dile getirecektir!
Mülakat Sınavı ve Sözleşmeli Öğretmenlikle Eğitimin Niteliğini Arttırmak Mümkün Değildir!
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, öğretmen atamalarında mülakat sınavı ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının devam edeceğini açıklamıştır. Bakan Yılmaz’ın açıklamaları, eğitimde güvencesiz istihdam uygulamalarının kalıcı olduğu anlamına gelmektedir.
Geçtiğimiz yıllar içinde özellikle eğitim alanında güvencesiz, esnek ve performansa dayalı istihdam politikalarını adım adım hayata geçiren siyasi iktidar, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında tartışmalı mülakat sınavları ile birlikte yeniden düzenlediği öğretmen atama sistemi ile öğretmenleri ‘iktidara sadakat’ ilkesi ile çalıştırmak istediğini açıkça göstermiştir.
Geçtiğimiz yıllarda siyasal kadrolaşma amacıyla gündeme getirilen ve Danıştay tarafından “objektif olmama” gerekçesiyle iptal edilen “mülakat sınavı” uygulamasının öğretmen atamalarında belirleyici olması ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla birlikte hayata geçirilmesi, Türkiye’de en yaygın kamu hizmeti olan sözleşmeli/güvencesiz öğretmen istihdamının temel istihdam politikası olarak benimsendiğini göstermektedir.
Mülakat sınavı ile ilgili olarak daha önce Danıştay’ın vermiş olduğu karar çok açık olmasına rağmen, öğretmen atamalarında mülakat sınavının benimsenmesi, yaşanan sorunların daha da derinleşerek süreceğinin kanıtıdır. Danıştay, eğitim yöneticilerinin mülakatla belirlenmesi konusunda geçmişte aynı mantıkla yapılan düzenlemelerin büyük bölümünün yürütmesini durdurması ve “… en uygunun seçilmesi yönünde nesnel ölçüt öngörmeyen, … atamaya yetkili makamın öznel değerlendirme ve mutlak takdirine meydan verecek mahiyet taşıyan, … hukuka ve Danıştay’ın önceki kararlarına da aykırı” vb. ifadelerle, idarenin eğitim yöneticilerini liyakate göre değil, siyasi görüşlerine göre belirlemesini sağlayacak olan uygulamaları birer birer iptal etmesine rağmen, aynı mantığın öğretmen atamalarında benimsenmesi kabul edilemez.
Mevcut uygulamanın devam etmesi halinde farklı kimlik, inanç ve siyasi düşünceye sahip olan, ‘yerli’ ve ‘milli’ olmadıkları düşünülen, iktidara eleştirel ve muhalif yaklaşan, öğretmenlerin ‘mülakat sınavı’ ve ‘güvenlik soruşturması’ üzerinden elenmesi, atanacak öğretmenlerin büyük ölçüde iktidarın istek ve beklentileri doğrultusunda istihdam edilmesi kaçınılmazdır.
Türkiye’de mülakat sınavına dayalı tüm uygulamaların ‘siyasal kadrolaşma’nın önünü açarak sayısız haksızlığa neden olduğu, aldıkları puanlara bakılmaksızın iktidarın dünya görüşüne yakın olmayanların taraflı ve kasıtlı değerlendirmeler üzerinden elendiği ya da ‘saf dışı’ bırakıldığı çok iyi bilinmektedir. Benzer bir tespiti daha önce yüksek yargı da yapmış, kamuda mülakatla yapılan atamaları birer birer iptal etmiştir.
Öğretmen atamalarında temel sorun, toplumun her kesimi tarafından ‘siyasi torpil’ ve ‘kayırmacılık’ olarak algılanan mülakat sınavı ile sınırlı değildir. Siyasi iktidarın bir süredir kamu istihdamında benimsemiş olduğu güvencesiz/sözleşmeli istihdam uygulamalarının yaygınlaşması, ‘Güvenlik soruşturması’ adı altında yapılan siyasi fişlemeler, özellikle farklı kimlik ve mezheplere yönelik olarak benimsenen ayrımcı tutumların sürdürülmesi halinde yapılacak atamaların öncekilerden farklı olması mümkün değildir.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 15 yılda ortaya koyduğu pratik, kurumun en güvenilmez bakanlık haline gelmesini sağlamış, eğitim sistemine yönelik olarak yapılmak istenen değişiklikler başta olmak üzere, yapılan her türlü sınav, değerlendirme ve atamaların ve sürekli eleştirilmesine ve tartışılmasına neden olmuştur.
Öğretmen istihdamında mülakat doğrudan ‘torpil’ ve ‘siyasi kayırma’ anlamına gelmektedir ve Bakan Yılmaz’ın iddia ettiği gibi bu yöntemle objektif değerlendirme yapmak kesinlikle mümkün değildir. Mülakat sınavı ve sözleşmeli öğretmenlik uygulaması kaldırılmadıkça eğitimin zaten sorunlu olan niteliğini yükseltmek mümkün olmayacaktır. Çünkü öğretmenlerin iş güvencesi ile eğitim hizmetlerinin niteliği arasında doğrudan ilişki vardır.
Eğitim hizmetlerinin niteliği, sürekliliği ve düzenli olması gerektiği açıktır. Bu nedenle eğitimde objektiflikten uzak değerlendirmelerle yapılacak atamalardan ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamalarından derhal vazgeçilmeli, herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.
ADALET ÇADIRI ZİYARETİ
CHP’nin başlatmış olduğu “adalet yürüyüşünün” önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz.
KESK Adana Şubeler Platformu olarak Adana da kurulan Adalet Çadırını ziyaret ettik. KESK olarak bu yürüyüşün herkes için adalet talebi etrafında vücut bulması ve bu olumsuz gidişata güçlü bir dur ihtiranın verilebilmesi için yürüyüşü desteklediğimiz belirtik.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça Açlık Grevinde Yüzüncü Güne Giriyor! Zulüm, Haksızlık ve Hukuksuzluk Katlanarak Artıyor!
Türkiye her geçen gün daha fazla haksızlığa, hukuksuzluğa ve zorbalığa sahne oluyor. Muhalefet partilerinin başkanları ve milletvekilleri, gazeteciler, belediye başkanları, akademisyenler, sanatçılar, öğrenciler, emekçiler, kadınlar, gençler kısaca hükümetin politikalarını eleştiren ve muhalif duruş sergileyen herkes çeşitli düzeylerde baskı ve tehditle karşılaşıyor.
Çünkü herkesi susturmak ve sindirmek istiyorlar. Muhalif ekranların karartılması, derneklerin, gazete ve dergilerin kapatılması, sosyal medyadaki eleştirel ifadelere dahi dava açılarak sosyal medya hesaplarının kapatılması iktidar sahiplerinin hakikatin gücü karşısında kapıldığı korkuyu gösteriyor.
Dolayısıyla sadece muktedire yakın olmayı kendinde bir vasıf olarak görenlerin konuşmasını, “ver mehteri” şovlarıyla toplumu sığ bir ideolojik propagandayla teslim almayı arzuluyorlar. Irkçılık yaparak, dini duyguları sömürerek iktidarlarını korumak istiyorlar.
Böylesi bir tabloda, OHAL ve KHK’ler ile haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilen, işsiz bırakılan yüz binin üzerinde insanı ve ailelerini açlıkla terbiye etmeyi, sahip oldukları gücün karşısında boyun eğdirmeyi hedefliyorlar.
Bu nedenledir ki “işimi geri istiyorum” diyerek süresiz, dönüşümsüz açlık grevine başlayan ve bugün açlık grevinde 100. güne girecek olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’yı da gözler önünden kaçırmak, bir hakikatin dile gelmesini engellemek istiyorlar! Sağlıklarının bozulmasına, yaşamlarının ciddi anlamda tehdit altında olduğuna aldırmaksızın hükümet nezdinde yapılan tek şey, aynı sığlıkla ve yalana dayalı propagandalarla gencecik iki insanın göz göre göre ölüme sürüklenmesi oluyor!
Üstelik her fırsatta “Gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar, dilleri var hakikati konuşamazlar” nidasıyla dolaşanlar, “gözleri kapalı olarak gündüz dolaşmakta” ve gencecik iki insanın sağlığını yitirmesi, ölüme sürüklenmesi pahasına OHAL hukuksuzluklarında ısrarcı olmakta, çözüm üretmek yerine sorunu büyütmeyi tercih etmektedir.
KESK olarak hükümete yaptığımız çağrımızı yineliyoruz. Gözleriniz var görün, kulaklarınız var duyun! Üyelerimiz Semih Özakça ve Nuriye Gülmen’in hemen serbest bırakılmasını ve taleplerinin süratle karşılanarak yaşamlarına sağlıklı biçimde devam edebilmelerini istiyoruz!
KESK’e bağlı sendikalardan, sendikal faaliyetleri nedeniyle hukuksuzca tutuklanmış olan yaklaşık yetmiş kamu emekçisinin de serbest bırakılmasını ve haksız, hukuksuz biçimde ihraç edilen tüm kamu emekçilerinin görevlerine iade edilmesini istiyoruz. 16.06.2017
Emek, Barış, Demokrasi ve Adalet için yürüyenlere Adana’dan selam olsun!
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Mehmet ÇELİK
Tüm Bel Sen Adana Şube Başkanı
Adaleti Herkes İçin İstiyor Adalet Yürüyüşünü Destekliyoruz!
Ne yazık ki Türkiye uzun süredir yaşam hakkı başta olmak üzere en temel hak ve özgürlüklerin yok sayan, hukuku askıya alan, muhalif her sesi susturmayı ve sindirmeyi arzulayan, her türlü demokratik hak arayışını şiddetle bastıran bir akılla yönetiliyor.
Üstelik bu yönetim aklı, sadece ve sadece kendi siyasi çıkarlarını ve ihtiyaçlarını gözetmekte, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirerek, milliyetçiliği körükleyerek ve dini duyguları sömürerek hiçbir sınır tanımadan yoluna devam etmeyi arzulamaktadır.
Böylesi bir siyasal iklimde adalet düşüncesi sadece yargı kararlarının ucu hükümete dokunduğunda hatırlanmaktadır. Çok istisnai de olsa bu durumlarda da bir solukta mahkemelerin bağımsız olmadığı, yargının “yeniden yapılandırılması” gerektiği yine hükümet tarafından dile getirilmektedir. Halbuki AKP, yıllardır öteki ilan ettiklerine ya da muhaliflerine karşı yargıyı adeta sopa olarak kullanmaktan geri durmamış, hatta TV ekranlarından ya da sosyal medyadan hakimlere gönderilen mesajlarla yargı kararlarına yön vermişlerdir. Bu talimatlara uymayan hakim ve savcılar ise bir gecede görevlerinden alınmıştır.
Bizler biliyoruz ki adalet sadece mahkemelerin soğuk salonlarında değil yaşamın her alanında hükmünü yitirmiştir. Ancak bu durum bizleri umutsuzluğa değil, aksine daha kararlı ve güçlü bir mücadele örgütlemeye sevk etmelidir. Bu nedenle toplumun yarısını nefessiz bırakan bu siyasi iklimi değiştirebilecek, bu baskılar karşısında çıkış kapısı aralayabilecek her demokratik eylemin hayati önemde olduğunu belirtmek isteriz.
Eğitim Sen olarak CHP’nin başlatmış olduğu “adalet yürüyüşünün” önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz. Bu yürüyüşün herkes için adalet talebi etrafında vücut bulması ve bu olumsuz gidişata güçlü bir dur ihtiranın verilebilmesi için yürüyüşü desteklediğimizin bilinmesini istiyoruz! Herkes için adalet talep ediyoruz!
Dahası...
Öğretmen Aybüke Yalçın’ın Ölümü Hepimizin Yüreğini Acıtmıştır! Başımız Sağ Olsun!
Dün Batman Kozluk’ta yaşanan saldırı sırasında, öğretmen arkadaşlarıyla birlikte bir araçla olay yerinden geçerken vurulan genç meslektaşımız Aybüke Yalçın’ın hayatını kaybetmesi, tüm Türkiye’yi olduğu gibi, bütün eğitim emekçilerinin yüreğinde derin ve tarifsiz bir acı yaratmıştır.
Yaşamı ve yaşatmayı savunmak yerine, yıllardır uygulanan şiddet ve toplumu kutuplaştıran politikaları ile ülkeyi ateşe atan siyasi iktidar da yaşanan bu tür ölümler ve acılardan sorumludur.
Eğitim Sen olarak, kimsenin hiçbir gerekçeyle ölmediği ve öldürülmediği bir ülkede barış içinde bir arada yaşamak istiyor, Aybüke Yalçın öğretmenimizin ailesi başta olmak üzere, meslektaşlarına ve eğitim camiasına baş sağlığı diliyoruz.
‘ÖĞRETMEN STRATEJİ BELGESİ’ Öğretmenleri Performans Kıskacına Alacak, Angarya Çalışmayı Arttıracaktır!
Türkiye’deki istihdam politikalarının geleceğini belirleyeceği iddia edilen ve çalışma yaşamının tüm alanlarında esnek, güvencesiz ve angarya çalışmayı esas alan “Ulusal İstihdam Stratejisi”nin bir uzantısı olarak, öğretmen yetiştirme sistemi ve öğretmen istihdamını günümüzün piyasa değerleri olan “performans”, “rekabet”, “verimlilik”, “kariyer” vb gibi kavramlar üzerinden şekillendirmek amacıyla, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “Öğretmen Strateji Belgesi” hazırlanmış ve 9 Haziran 2017 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanmıştır.
Tıpkı öğrenciler gibi, bütün öğretmenler dört yılda bir sınava tabi tutulması, bu süreçte öğretmenlerin çalışmalarının takip edildiği, hangi somut ve bilimsel kriterlere göre değerlendirme yapılacağı belli olmayan bir “zorunlu performans sistemi” getirileceği belirtilmektedir.
MEB, Öğretmen Strateji Belgesi’nde öğretmen atamalarında yazılı sınavın yanı sıra “alternatif değerlendirme yöntemleri”nin de kullanılacağını belirterek, 15 Temmuz sonrasında hayata geçirdiği mülakat sistemini temel alan yaklaşımın süreceğini ilan etmiştir. “Çoklu veri kaynağına dayalı değerlendirme” olarak ifade edilen bu yaklaşımın öğretmen atama sistemi ve istihdamında yeni sorunları beraberinde getirmesi kaçınılmaz olduğu gibi, bu uygulamanın iş güvencesinin altını boşaltması, öğretmenlerin geleceğini tamamen iktidarın ve idarenin insafına bırakması kaçınılmazdır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın çoklu değerlendirme sistemi olarak önerdiği model, eğitim emekçilerini sürekli çeşitli sınav ve testlere tabi tutarak, onları angarya çalışmaya yönlendirmek olarak karşımıza çıkacaktır. Eğitim sistemi tamamen sınav odaklı hale gelmişken, öğretmenlerin de benzer bir sınav yarışından geçirmek istemesi doğru değildir. Sınav odaklı eğitim sistemi üzerinden öğretmenlerin “sınav teknisyeni”, mekanik birer “bilgi aktarıcısı” ya da bakanlığın tartışmalı uygulamalarını hayata geçiren ve attığı her adımda iktidarın ‘hassasiyetlerine’ göre hareket eden birer “robot” olması istenmektedir.
Öğretmen Strateji Belgesi’nde “Öğretmenlerin gelişim ihtiyacını tespit” amacıyla “periyodik olarak yapılacak bir performans değerlendirme sisteminin hayata geçirileceği” belirtilmektedir. MEB’in öğretmenlerin gelişim ihtiyaçlarının objektif bir şekilde ortaya konulması için “okul müdürü, meslektaş, öğrenci ve velilerin” öğretmenlerin performansını değerlendirmesini “en doğru ve objektif geri bildirim” olarak ifade etmesi, MEB’in konuya ne kadar yabancı olduğunu ve performans değerlendirmenin gerçek işlevini anlamadığını göstermektedir. Performans değerlendirme sonuçlarının “kariyer basamakları”, “görevde yükselmeler” ve “ödüllendirme” konusunda belirleyici olacak olması, hali hazırda iktidara sendikal ve siyasal yakınlığı bulunanlara yönelik “torpil” ve “pozitif ayrımcı” uygulamaların sürdürüleceğinin somut kanıtıdır.
Öğretmen yeterliliklerini evrensel standartlar yerine “çoklu değerlendirme” ve “performansa göre” ölçmeyi temel alan MEB, gideren ayrışan ve kutuplaşan okullardaki mevcut sorunları dikkate almadığını bir kez daha göstermiştir. Öğretmen yeterlilikleri yukarıdan ya da masa başında belirlenen standartlara göre değil, aşağıdan, okulun gerçek sorunlarını dikkate alacak ve bu sorunlara kalıcı ve uygulanabilir çözümler üretmek için tabandan geliştirilmesi gerekmektedir.
Öğretmenlerin gelişimi onların yaptıkları işi anlamlı bulmalarına, mesleki özerkliğe sahip olmalarına, okulun demokratik olmasına, yakından izlendiği duygusuna kapılmamasına, kendini güvende hissetmesine bağlıdır. Okul, öğretmenlerin kendi kendilerini yönetir oldukları ve meslektaşları arası rekabet değil dayanışmaları ile kendilerini geliştirdikleri ve okulu anlamlı ve değerli buldukları bir mekan olmalıdır.
Öğretmen atamalarında önkoşul ölçütlerinin belirlenmesi konusunda lisans ve yüksek lisans derecesi almış olanlar arasından atama yapılacağı belirtirken, lisansüstü eğitim yapan öğretmenlere yönelik teşvik edici uygulamaların hayata geçirileceği ifade edilmektedir. MEB’in öğretmenlerin mesleki gelişimi açısından önem taşıyan yüksek lisans ve doktora eğitimini yapmak istenen eğitim emekçilerine her fırsatta zorluk çıkarması büyük bir çelişkidir.
Eğitim emekçilerinin performansları ve akademik başarılarının yanı sıra sınavdan aldıkları puana ve ne kadar objektif olacağı son derece tartışmalı olan performans değerlendirme sistemine göre görevde yükselecek olmaları, yaptıkları işin önemi ve niteliği ile terstir. Performans ve çoklu değerlendirme sistemine göre öğretmenlerin sorumlulukları, statüleri, kariyerleri ve haklarının belirleneceği bir model önermek, yüz binlerce öğretmeni birbirine karşı acımasız bir rekabete sokacak, bu durumdan en büyük zararı eğitim sistemi görecektir.
“Öğretmen Strateji Belgesi” Yerine, “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiye Kararı” Uygulanmalıdır!
MEB, Öğretmen Strateji Belgesi’nde iddia ettiği gibi, öğretmenlerin statülerini güçlendirmeyi ve daha nitelikli öğretmenler yetiştirmeyi hedefliyorsa yapması gereken, 5 Ekim 1966 tarihinde ILO ve UNESCO tarafından “Öğretmenlerin Statüsüne İlişkin Tavsiye Kararı”na uygun adımlar atmasıdır. Öğretmenlerin sadece okul içinde değil, toplum içinde de yerine getirdikleri görevin taşıdığı önemi, uluslararası düzeyde belgeleyen, öğretmenlerin tüm sorunlarını ele alan ve durumlarını tüm ayrıntıları ile düzenleyen evrensel nitelikli bir belgedir.
“Öğretmenlerin Statüsü Tavsiye Kararı”, öğretmenlerin statülerini güçlendirmeyi, haklarını geliştirmeyi ve korumayı amaçlarken, aynı zamanda uluslararası düzeyde yapılmış bir toplu sözleşme niteliği taşımaktadır. 145 paragraftan oluşan belge, öğretmenlik mesleğinde işe alınma, işe alınmada seçme ve formasyon, mesleğe hazırlık, değişik düzeydeki öğretmenlerin mesleki sorunları, iş güvencesi, öğretmenin hak ve sorumlulukları, disiplin işleri ve mesleksel bağımsızlık gibi konuları kapsamaktadır. Ayrıca ücret, çalışma süreleri ve koşulları, özel izinler, araştırma izinleri, tatil, eğitim-öğretim yardımcı personelleri, sınıf mevcutları, öğretmen değişimi, uzak bölgelerde ve kırsal kesimde çalışan öğretmenler ile ilgili özel düzenlemeler, aile yükümlülükleri olan öğretmenlerle ilgili düzenlemeler, sağlık, sosyal güvenlik ve emeklilik gibi konular da bu belge kapsamındadır.
“Tavsiye Kararı”, Türkiye tarafından da kabul edilen ve altına imza atılan bir belge olmasına karşın, Türkiye’nin yıllardır yukarıda belirtilen konulardaki yükümlülüklerini yerine getirdiğini söylemek mümkün olmadığı gibi, bugüne kadar geçen zaman dilimi içinde öğretmenlerin ve diğer eğitim ve bilim emekçilerinin sorunları çözülmek bir yana daha da artmıştır. Türkiye’nin öğretmenleri 5 Ekim’i kamuda yanan ihraçlar ve açığa almaların gölgesinde ciddi anlamda işsizlik tehdidiyle ve sözleşmeli/güvencesiz istihdam uygulamaları ile karşılamaktadır.
Öğretmenlik özel eğitimden geçilmesini zorunlu kılacak kadar önemlidir ve uzmanlık gerektirecek bir meslektir. Bu nedenle bir taraftan nitelikli öğretmenler yetiştirecek bir model için ilk adımlar atılırken diğer taraftan da öğretmenlik eğitimi almayanların öğretmen olarak atanmasının önüne geçilmesi yapılması olası yanlışları engelleyecek, öğretmenliğin herkesin yapacağı bir iş gibi algılanmasını önleyecektir.
- Türkiye’nin 169 yıllık öğretmen yetiştirme deneyimi ve toplumsal öncelikleri dikkate alan özgül bir öğretmen yetiştirme sistemini kurmak için gerekli çalışmalara ivedilikle başlanmalıdır.
- Öğretmenler, öğrencilerin çok yönlü gelişimini hedefleyen toplumsal bir anlayışla yetiştirilmelidir.
- İnsanlarla ilişkiler yönünden öğretmenliğin, diğer bazı mesleklerden farklı olarak geniş bir insan kesimiyle ilişki ve etkileşim içinde yerine getirilen bir meslek olduğu unutulmamalıdır.
- Öğretmenlik, sadece okul ve sınıf ortamında öğrencilerle değil, okul dışında veliler ve toplumla da iç içe olan bir meslek olduğundan, öğretmen yetiştirme politikaları belirlenirken bu özellikler mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
- Öğretmenlik mesleği, diğer meslekler gibi rutin bir nitelik taşımadığı için, öğretmen yetiştirme süreci, eğitimin toplumsal ve psikolojik temellerine uygun hale getirilmelidir.
- Öğretmenlik mesleği, öğretmenin insanın yetişmesine katkıda bulunmayı gerektirdiğinden farklı toplumsal ve kültürel özelliklere sahip öğrencilerin katılımını ve benlik saygısını dikkate alan bir anlayışı oluşturacak biçimde düzenlenmelidir.
- Öğretmenlerin farklı kültürleri anlama, zengin ve karşılıklı anlam üretme becerilerini ve tutumlarını geliştirmeleri ve öğrenme ortamını daha etkin olarak düzenleyebilmeleri için hizmet içi eğitim çalışmalarına ağırlık verilmelidir.
- Kuramsal ve uygulamalı olarak bütünleşmiş bir öğretmen yetiştirme programı öğrencilerin öğrenmesini özgürleştirebilir. Bu sayede bireylerin nitelik kazanması, kişiliğin çok yönlü gelişmesi, toplumdaki eşitsizlikleri aşan bir eğitim alanının oluşturulması, eşit öğrenme fırsatları yaratılması, eşitliği geliştirici yeni öğrenme çevrelerinin geliştirilmesi, toplumun ve kişinin başlı başına bir değer olarak benimsenmesi olanaklı olabilir.
- Mevcut öğretmen yetiştirme programlarında uygulanan alan bilgisi dersleri, adayların öğretmen olarak atanacağı kurumlarda uygulanan programlara uyumlu değildir. Öğretmen adaylarının hizmet öncesi eğitimi öğretmenlik alanındaki müfredata uyumlu hale getirilmelidir.
- Öğretmen eğitimi, alan bilgisi, meslek bilgisi ve genel kültür bilgisi yanında toplumsal bir anlayışa sahip olmayı sağlamalıdır.
- Okulda eğitim-öğretimin niteliğinin yükseltilmesi öğretmenlerin mesleki gelişiminin zorunlu koşul olduğundan hareketle, mevcut hizmet içi eğitim anlayışı, işyerinde öğrenmeye dayalı olarak dönüştürülmeli; katılanların mesleki deneyimlerinden yararlanmayı esas alarak, karar verme süreçlerinde öğretmen örgütlerinin katılımı sağlanmalıdır.
2016/2017 EĞİTİM ÖĞRETİM YILINA EĞİTİME, İŞİMİZE VE GELECEĞİMİZE
YÖNELİK SALDIRILAR DAMGASINI VURMUŞTUR!
2016-2017 eğitim öğretim yılı, eğitime yönelik son yılların en ağır saldırı ve tehditlerinin yaşandığı, özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında iktidar ve MEB eliyle başlatılan hukuksuz ihraçlar, açığa almalar, soruşturma ve sürgünlerin yaşandığı ağır ve zorlu bir dönem olarak yaşanmıştır. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılına damgasını vuran, şüphesiz ülke yönetiminin ve eğitim politikalarının 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL ve sonrasında çıkarılan KHK’lar olmuştur.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, ülke çapında olduğu gibi, eğitim ve yükseköğretim alanına yönelik adeta bir ‘sivil darbe’ yaşanmış, eğitim politikalarından sendikal faaliyetlerimize, özlük ve mesleki sorunlarımızdan iş güvencemize kadar geniş bir alanda ciddi tahribatlar yaşanmıştır. OHAL’i kendi hukuksuzluklarına kalkan yapanlar, evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde hareket etmek yerine, ülkeyi ve eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda yeniden inşa etme sürecinde karşılarında duracak hiçbir örgütlü güç istemediklerini göstermiş, attıkları her adımda darbe fırsatçılığı yaparak hareket etmiştir.
Siyasi iktidarın darbe fırsatçılığı sonrasında eğitim ve yükseköğretimde ihraç edilen öğretmen, akademisyen ve idari personel sayısı toplamda 39 bin 640’tır. Hiçbir yargılama yapılmadan, kendini savunma hakkı bile tanınmadan, tamamen idari ve siyasi tasarruflarla 40 bine yakın insanın işinden, ekmeğinden edilmesi kabul edilemez. OHAL KHK’ları ile ihraç edilen 39 bin 640 kişiden sadece 1.542’si (%3,9) Eğitim Sen üyesidir. Eğitim Sen bu süreçte sadece kendi üyelerini değil, eğitimde yaşanan ‘Sivil darbe’nin hedefi olan ve ‘Yargısız infaz’ uygulamaları ile mağdur edilen ve üyesi oldukları eğitim sendikalarının nerdeyse hiç sahip çıkmadığı on binlerce eğitimcinin hakkını da savunmuştur.
Eğitim sistemi tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük tehlike ve tehditlerle karşı karşıyadır. On binlerce öğretmenin hukuksuz bir şekilde işten atılması, sendikal faaliyetleri ve sosyal medya paylaşımları üzerinden suçluymuş gibi gösterilen eğitimcilerin cezalandırılmak istenmesi, ülke yönetiminde hukuksuzluğun ve keyfiyetin geldiği son noktayı göstermektedir.
2016-2017 eğitim öğretim yılında en büyük travmayı öğretmenleri, anne-babaları haksız ve hukuksuz bir şekilde ihraç edilen çocuklar yaşamıştır. Yüz binlerce çocuk; çaresizlik, utanç, suçluluk, ürkeklik-korkaklık, endişe, öfke, kırılganlık, güvensizlik, değersizlik, anlamsızlık vs. gibi olumsuz duygularla baş etmeye çalışarak eğitim hayatlarını sürdürmeye çalışmıştır. Özellikle ebeveynleri kamudan ihraç edilen ve örgün eğitim içinde yer alan çocuklar için, okul idareleri ve rehberlik servisleri herhangi bir çalışma yapmayarak yaşanan psikolojik tahribatın daha da büyümesine neden olmuşlardır.
EĞİTİM SİSTEMİ ALARM VERMEKTEDİR
Türkiye’de eğitim sistemi uzun süredir ciddi anlamda alarm verirken, eğitimin temel sorunlarına yönelik çözümsüzlük politikaları ısrarla sürdürülmektedir. Eğitimde sorunların çözülememesinin temelinde, eğitimin herkesin eşit koşularda yararlanması gereken temel bir insan hakkı olarak görülmemesi gelmektedir. Eğitim hakkı ve eğitime erişim açısından MEB’in benimsediği piyasacı ve rekabetçi eğitim politikaları, devlet okullarındaki eğitimin niteliğinde yaşanan olumsuzlukları arttırırken, iktidar desteği ve teşvikiyle özel okullar her açıdan desteklenmiş ve eğitimde yaşanan ticarileştirme uygulamaları tarihte hiç olmadığı kadar artmıştır.
Yıllardır çözüm bekleyen ikili öğretim uygulamalarının sürmesi, kalabalık sınıflar, eğitimi dinselleştirme adımları ve giderek artan karma eğitim karşıtı uygulamalar, sınav merkezli eğitim uygulamalarının sürdürülmesi, PISA 2015 gibi uluslararası sınavlardaki başarısız sonuçlar, taşımalı eğitim, fiziki donanım ve altyapı sorunlarının sürmesi, sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik uygulamalarının artması, öğretmenlerin mesleki gelişiminde yaşanan sorunlar, ataması yapılmayan öğretmenler sorunundaki çözümsüzlük, okullarda yaşanan şiddet, çocukların dini cemaat ve vakıfların yurtlarına yönlendirilmesi ve barınmak zorunda bırakıldıkları yerlerde taciz ve istismara uğraması, çocukların örgün eğitim sistemi dışına itilmesi, yurt yangınlarında yaşamlarını kaybetmesi sorunları devam etmektedir.
Okulöncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin laik, bilimsel ilkeler doğrultusunda verilmesine, demokratik ve kamusal yönünün geliştirilmesine özen gösterilmelidir. Derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alanında köklü bir değişime gereksinim vardır. Kamusal, parasız, demokratik, nitelikli, bilimsel ve anadilinde eğitimin önündeki engellerin kaldırılması için somut adımlar atılmalı, eğitimde ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adımlarına derhal son verilmelidir.
Tüm eğitim ve bilim emekçilerini, öğrencilerimiz ve velilerimizi ülkemizin ve eğitimin geleceği için, işimiz, mesleğimiz, iş güvencemiz ve geleceğimiz için dayanışma içinde olmaya ve birlikte, omuz omuza mücadeleye davet ediyoruz.09.06.2017
Şube Yürütme Kurulu Adına
Seçil SÖNMEZ
Şube Başkanı
CHP Adana Milletvekili Sayın İbrahim ÖZDİŞ'e Yapılan Saldırıyı Kınıyoruz.
Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde 210 gündür devam eden “İşimi geri istiyorum” eylemine, polis yine biber gazı kullanarak engel oldu.
Başkentin Göbeğinde Demokratik Haklarını Kullanmak İsteyen KHK İle İhraç Edilmiş Eğitim Emekçileri İle Dayanışmada Bulunmak Üzere Yüksel Caddesinde Bulunan CHP Adana Milletvekili Sayın İbrahim Özdiş'e Yönelik Yapılan Polis Saldırısını Kınıyor ve Lanetliyoruz. Sayın Milletvekilimize Geçmiş Olsun Dileklerimizi İletiyoruz.
Şube Yürütme Kurulu