Atatürk’e Yapılan Çirkin Saldırıyı Kınıyoruz!

Basına ve Kamuoyuna

Adana’mızın önde gelen liselerinden Bahtiyar Vahabzade Sosyal Bilimler Lisesi Müdürü Mehmet Sırrı Huylu okulda yapılan 10 Kasım Atatürk’ü anma etkinliklerinde Selda BAĞCAN’ın söylediği “Nerde Nerdesin Dost” türküsünü çaldırıp bir kutlama havasında davranışlar sergilemiş hatta ileri giderek kutlama esnasında göbek attığı sosyal medya hesaplarında paylaşılmış ve toplum da infial yaratmıştır.

Kurtuluş Savaşında, Emperyalist güçlere karşı toplumu bir araya getirerek ve büyük bir zafer kazanılmasını sağlayan Türkiye Cumhuriyeti ülkesinin kurucu lideri Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ölüm yıldönümünde sergilenen bu şarlatanlığı şiddetle kınıyoruz.

Okul müdürünün Kurucu liderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK ile ilgili anma etkinliğinde sergilediği bu davranışıyla ilgili Adana Valiliğini, İl Milli Eğitim Müdürlüğünü, İl Teftiş Kurulu Başkanını, Baro Başkanlığını ve Cumhuriyet Savcılarını bu müdür ile ilgili gerekli yasal işlemlerin yerine getirmesini talep ediyor ve bu işin takipçisi olacağımızı da kamuoyuna duyuruyoruz.13.11.2017

 

Şube Yürütme Kurulu Adına

Seçil SÖNMEZ

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Mustafa Kemal Atatürk’ü Ölümünün 79. Yılında Saygıyla Anıyoruz!

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün üzerinden 79 yıl geçti. Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de hayata gözlerini yumduğu günden bu yana dünya üzerinde yaşanan gerginlik, çatışma ve savaşlar durmaksızın devam ediyor.

 

Atatürk’ün ölümünden bu yana dünyanın dört bir yanında yaşanan savaşlar, çatışmalar ve katliamlar, O’nun yıllar önce söylediği “Yurtta barış, dünyada barış” sözünün anlamının, ne kadar doğru ve güncel bir ifade olduğunu açıkça gösteriyor.

 

Kurtuluş Savaşı’nda yan yana, omuz omuza mücadele eden, emperyalistlerin Türkiye’den kovulması için canını veren farklı inanç ve kimliklerden Türkiye halkları, egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda, yıllardır birbirine düşman haline getirilmeye çalışılıyor.

 

Eğitimde ve bilimde ırkçı-gerici girişim ve uygulamaların etkisini arttırdığı, okullarımızdan başlayarak toplumsal yaşamın bütün alanlarının baskıcı ve otoriter uygulamalarla pek çok yönden kuşatma altına alındığı günümüz koşullarında, hayatı boyunca aydınlanmadan ve bilimden yana tutumuyla bilinen Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 79. yılında saygıyla anıyoruz.

 

Şube Yürütme Kurulu

Son Düzenlenme Perşembe, 09 Kasım 2017 22:11

Çocuklarımızın Geleceklerinden Ellerinizi Çekin!

Çocuklarımızın Geleceklerinden Ellerinizi Çekin!

Yerel basın mensuplarıyla "Eğitim Sistemi Alarm Veriyor, Bedelini Eğitim Emekçileri ve Öğrencilerimiz Ödüyor!" konulu basın toplantısı gerçekleştirdik,

Eğitim Sistemi Alarm Veriyor, Bedelini Eğitim Emekçileri ve Öğrencilerimiz Ödüyor!

Hükümetin eğitim politikalarındaki tercihleri ve tüm itirazlara rağmen dayatmaları eğitim emekçilerinin ve öğrencilerin haklarını ve tercihlerini yok saymaktadır. Siyasi iktidarın kabul edilemez eğitim politikaları ve uygulamaları toplumun geleceğini tehdit eder boyutlara gelmiştir.

Görüntünün olası içeriği: 5 kişi, oturan insanlar

AKP, eğitim alanına dair yaptığı her düzenleme ile inşa etmeye çalıştığı yeni rejimin temellerini güçlendirmekte, kendi iktidarına sadakatin ve itaatin tesis edilmesi için elinden geleni yapmaktadır. Bu tablo içerisinde eğitim emekçileri ve öğrencilerin payına düşen, hükümetin yarattığı sorunlar yumağının içerisinde haklarına, emeklerine ve geleceklerine sahip çıkmaya çalışmak olmaktadır. Öyle ki bir yılda “darbecilerle mücadele adı altında” yürütülen ihraç politikasıyla sadece eğitim hizmeti alanında 41 bin 5 kişi (MEB+Yükseköğretim) haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilmiş, çeşitli aralıklarla binlerce öğretmen açığa alınmıştır.

OHAL Kapsamında çıkarılan 28 KHK ile toplam 113 bin 440 kamu görevlisi hukuksuz bir şekilde ihraç edilmiştir. Kamudan ihraç edilen 113 bin 440 kamu görevlisinin 41 bin 5’i (%36) eğitim kurumlarından, 72.435’i (%64) ise diğer kamu kurumlarındandır. Kamudan ihraç edilen eğitimci sayısının, darbeye karışmak iddiasıyla ihraç edilen asker (8 bin) ve polis (23 bin) sayısının toplamından bile fazla olması, asıl darbenin eğitime ve eğitim emekçilerine yapıldığını açıkça göstermektedir.

OHAL KHK’leri ile kamudan ihraç edilen eğitimcilerin sadece 1565’i (%3,81) Eğitim Sen üyesidir. Sendikamız üyesi 1224 öğretmen, 328 akademisyen ve 13 yükseköğretim idari personeli olmak üzere toplam 1565 üyemiz ihraç edilmiştir. Hükümet tüm eğitim emekçilerinin yaşamlarını belirsizliğe ve güvencesizliğe mahkum eden birçok adımı OHAL bahanesiyle yaşama geçirmiş olsa da sendikamız, tüm örgütlü gücüyle ihraç edilen üyelerimizin maddi ve manevi olarak yanında olmuş ve olmaya da devam edecektir.

KHK’ler ile ihraç edilen 39.440 kişi (%96,19) ya başka sendikaların üyeleridir ya da sendikasızdır. Hangi sendika üyesi olursa olsun, tamamen idari ve siyasi tasarruflarla yapılan, savunma hakkı tanınmadan gerçekleştirilen ihraçların tamamı hukuksuzdur. Eğitim Sen olarak hükümete çağrımız, OHAL’in derhal kaldırılması, KHK’ler veya Disiplin Kurulları ile haksız ve hukuksuz olarak ihraç edilen tüm kamu emekçilerinin görevlerine iade edilmesidir.

‘ÖĞRETMEN STRATEJİ BELGESİ’ VE PERFORMANS DEĞERLENDİRME UYGULAMALARI İŞ GÜVENCEMİZE YÖNELİK AÇIK BİR TEHDİTTİR!

OHAL kapsamında çıkarılan KHK’ler ile sözleşmeli öğretmenliğin getirilmesi, 652 sayılı KHK’de yapılan değişiklikler, performans denetimi ve angarya, ihbarcılık kültürü ile “makbul” görülmeyen herkesin cezalandırılması gibi uygulamalar, eğitim emekçilerinin yarına güvenle bakmasını engellemekte ve görevlerine değil “Acaba başıma bir iş gelir mi?” sorusuna odaklanmayı zorunlu kılmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2017-2023 dönemi için hazırladığı “Öğretmen Strateji Belgesi” de bu gidişatı perçinleyecek şekilde hazırlanmıştır. Özellikle belirtmek gerekir ki, MEB’in temel stratejisi esnek ve güvencesiz istihdamın yerleştirilmesine yöneliktir. Örneğin 2018 yılı sonuna kadar tüm öğretmenler için performans denetiminin getirilmesi, öğretmenlerin her dört yılda bir sınava tabi tutulması, sürgün anlamına gelecek yeni bir rotasyon uygulamasının getirilmesi ve öğretmenlik mesleğinin yeniden kariyer basamakları adı altında hiyerarşik bir yapıya büründürülmesinin hedeflendiği görülmektedir.

Dikkat edilirse bu hedeflerin her biri, 2023 yılına kadar değil, 2018 yılı sonuna kadar tamamlanmak istenmektedir. Şüphesiz ki MEB, 2019 Başkanlık seçimlerini ve dolayısıyla AKP’nin siyasi çıkar hesaplarını gözeterek bu planlamayı yapmaktadır. Açıkça MEB tarafından gözetilen eğitim emekçileri ve öğrencilerin hakları, dolayısıyla nitelikli eğitim yaratma hedefi değil siyasi çıkar hesapları olmaktadır.

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, oturan insanlar, yemek yiyen insanlar, masa, yiyecek ve iç mekan

EĞİTİM BÜTÇESİ ZORUNLU HARCAMALARA GİTMEKTE, EĞİTİM YATIRIMLARINA AYRILAN PAY AZALMAKTADIR!

Söz konusu siyasi çıkar hesaplarını daha yakından görmek için MEB bütçesinin nasıl planlandığına bakmak oldukça önemlidir. 2017 yılında 85 milyar 49 milyon TL olan MEB bütçesi, 2018 yılı için 92 milyar 529 milyon TL olarak belirlenmiştir. Bütçe rakamları içinde en kapsamlı ve en yaygın kamu hizmetleri içinde yer alan eğitime ayrılan pay, hükümetin eğitim hedeflerini gerçekleştirmek bir tarafa, mevcut ihtiyaçları bile karşılayabilecek seviyede değildir. MEB bütçesinin toplamda yüzde 80’i, personel giderleri (%69) ve sosyal güvenlik devlet primi giderlerine (%11) gitmektedir. 2018 MEB bütçesi içinde mal ve hizmet alım giderlerinin payı % 9,5; cari transferler %3, diğer giderler ise %7,5’dur. 2018 yılında da halkın vergileri eğitime değil, önemli ölçüde savunma ve güvenlik harcamalarına, savaş politikalarına aktarılmaktadır. 2018 yılında MEB bütçesi sadece %8,8 artarken, Milli Savunma Bakanlığı bütçesinde %41 gibi olağanüstü bir artış olması, toplamda savunma ve güvenlik harcamalarının 92 milyar TL ile son 15 yılın en yüksek rakamına ulaşması ve oranına (%12) ulaşması normal değildir.

Her bütçe döneminde eğitime en çok payı ayırmakla övünen siyasi iktidar, son yıllarda “okulöncesi eğitimin zorunlu olacağı” ve 2019 yılına kadar tüm okullarda “Tam gün eğitime geçileceğini” iddia etmiştir. Bütün bu iddiaların gerçekleşebilmesi için 2018 MEB bütçesinde önceki yıllara kıyasla ciddi bir artış yapılması gerektiği açıktır. Ancak bu artış olmadığı gibi MEB bütçesindeki eğitim yatırımlarına ayrılan pay azalmaktadır.

MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay 2002 yılında yüzde 17,18 iken, eğitim hizmetlerinin sunumu açısından çok önemli olan bu rakam 2009’da yüzde 4,57’ye kadar gerilemiştir. 4+4+4 sonrasında zorunlu olarak kısmen de olsa artışa geçen eğitim yatırımlarına ayrılan bütçe oranı, 2014 sonrasında yeniden azalmaya başlamıştır. 2018 yılı itibariyle Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay sadece ve sadece yüzde 8,36’dır.

MEB bütçesinin rakamsal büyüklüğünün temel nedeni, hükümetin eğitime verdiği önemden değil, büyük ölçüde personel harcamalarından kaynaklanmaktadır. Bu durumun farkında olan MEB, eğitim emekçilerini esnek, kuralsız ve güvencesiz çalıştırmak için gece gündüz çalışmakta, sözleşmeli öğretmenlik uygulamasını temel alıp eğitimde güvencesizliği yaygınlaştırmaktadır. Şu anda MEB bünyesinde 40 bin 198 sözleşmeli personel ve 13 bin 500 4/c’li personel istihdam edilmesi, eğitimde güvencesiz istihdamın giderek artacağı izlenimi vermektedir.

MEB kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak yerine devlet okullarına ihtiyacı kadar kaynak ayırmalıdır. MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay mutlak anlamda arttırılmalı, eğitimi ticarileştirmeyi hedefleyen özel sektör, dini vakıf ve cemaatlerle yapılan ya da yapılacak olan her türlü ortak proje ve protokoller iptal edilmelidir. Öğretmenler sadece kadrolu istihdam edilmeli, eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamalarına derhal son verilmelidir.

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, oturan insanlar

MÜFREDAT VE SINAV SİSTEMLERİ DEĞİŞTİ! DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY AKP’NİN TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ!

Bütçe planlamasından, eğitim emekçilerinin esnek ve güvencesiz istihdamına dair yürütülen uygulamalara; 4+4+4 sisteminden, özel okul sayısındaki muazzam artışa kadar AKP her adımıyla eğitim hizmetini içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağına çevirmiştir.

Yapboz tahtasına çevrilen eğitimde, değişmeyen tek şey AKP’nin yürüttüğü toplum mühendisliğidir. Bu nedenledir ki eğitim politikalarının belirlenmesinde hiçbir etkili demokratik katılım mekanizması işletilmemekte, tüm politikalar bir dayatmayla hayata geçirilmektedir.

Hatırlanacak olursa MEB, müfredat değişikliği için 185 bin kurum ve kişiden görüş alındığını belirtmiş, ancak bu görüşlerin akıbetine dair en küçük bir bilgi örüş alıyor gibi yaparak bu görüşlerin kaybolup gittiği bir karanlık yaratmaktadır. AKP ve MEB uyguladığı bu “karadelik” yöntemiyle, toplumun farklı kesimlerinden eleştiri ve görüş alıyor gibi yaparak bu görüşlerin kaybolup gittiği bir karanlık yaratmaktadır. Hazırlanan öğretim programları bilimsel değildir, tekçidir, cinsiyetçidir ve sermaye yanlısıdır. Eğitim Sen olarak MEB’e çağrımız, yeni müfredatın uygulanmasının derhal durdurulması, bilimsel yöntemlerle yeni bir müfredat oluşturulmasıdır.

Müfredat değişikliklerine paralel olarak sınav sistemlerinde ‘yukarıdan talimatla’ yapılan değişikliklere bakıldığında, AKP’nin ve MEB’in daha nitelikli bir eğitim sistemi yaratmak gibi bir derdinin olmadığı görülmektedir. Nitekim müfredat değişiklikleri, müfredatı öğrencilere aktaracak olan öğretmenlerin üzerindeki siyasi basınç ve sınav sistemlerindeki değişiklik birlikte değerlendirildiğinde tablo daha net karşımıza çıkmaktadır.

Hükümetin temel hedefi dinselleştirilmiş ve ticarileştirilmiş bir eğitim, öğrencilerin yaratıcılığını ve yeteneklerini geliştirmek yerine AKP’nin toplum mühendisliğine itaat eden bir öğretmen ve son olarak öğrencilerin yaşamdaki değil sınavlardaki başarısına odaklanan, eğitimin içeriğini sorgulamak yerine sınav sistemlerini merkeze koyan bir toplum yaratmaktır.

Nitekim TEOG ve üniversite sınavı tartışmalarının seyri de bu durumu tüm şeffaflığıyla sunmaktadır. Her iki sınav sistemindeki değişikliğin tartışılma biçimi ders içeriklerinin bilimsel yeterliliğini ve derslerin birbirine katkısını değil, derslerin sınav başarısındaki payını konu edinmektedir.

Eğitim sistemimiz, geleneksel erkek egemen kültür içinde, muhafazakâr ve piyasacı müdahalelerle, eğitimde var olan cinsiyet eşitsizliğini ve cins ayrımcı uygulamaları arttırmakta, çocuk evliliği gibi uygulamaların önüne geçilmeyerek kız çocukları okullardan uzaklaştırılmaktadır. Müfredatın eril mantıkla hazırlanması, bazı okullarda karma eğitim uygulamalarına son verilmekte, karma sosyallik alanları kadın bedeni hedef alınarak düzenlenmektedir.

Eğitim sistemi, toplumsal eşitsizliklerden etkilenen ve bu eşitsizliklerin yeniden üretilmesine katkı sunan bir alandır. Dolayısıyla “sınav başarısı” konusunda bölgesel, sınıfsal eşitsizliklerin yanı sıra cinsiyet farklılıkları gibi çok fazla faktör etkide bulunmaktadır. Hal böyleyken TEOG yerine getirilecek sistem önerilerinde MEB’in temel derdi öğrencilere daha nitelikli bir eğitim hizmeti sunmak değil, eğitim politikalarından anlamayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ikna etmek olmuştur.

TEOG yerine getirilecek sistemle ilgili her gün yeni bir modelin kamuoyuna sunulması, başta öğrenciler olmak üzere toplumda ciddi kafa karışıklıklarına yol açmakta, sorun üzerine etraflıca tartışmayı engellemektedir. Örneğin son olarak MEB’in hazırladığı iddia edilen sistemde, her İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün oluşturulacak havuzdan soru çekerek kendi sınavını yapacağı iddia edilmektedir. Her ilde yapılacak ayrı sınavın çok farklı düzeylerde yaratacağı sorunlar olacağına şüphe yoktur. Böylesi bir uygulamaya gidilmeden önce konunun uzmanları, sendikalar, akademisyenler tarafından etraflıca tartışılma yürütülmesi gerektiği ortadadır. Ancak belli ki AKP bu konuda da “Ben yaptım oldu” tavrını sürdürecektir. Belirtilen nedenlerle MEB ve YÖK’e bu öğretim yılı bu sınavların uygulanmamasını ve konunun tüm paydaşlarla bir araya gelerek yeniden değerlendirilmesini öneriyoruz.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar

OKUL ÖNCESİNDE ‘DİNİ EĞİTİM’ ÇOCUKLARIMIZA BÜYÜK ZARARLAR VERECEKTİR!

Uygulan gerici eğitim uygulamaları çocuklarımızı olumsuz etkilemeye devam etmektedir. MEB’in resmi verilerinde “toplum temelli kurumlar” adını verdiği ve aslında 4-6 yaş arasındaki çocuklara “Kur’an Kursu” olarak hizmet sunan 1.552 sıbyan mektebi bulunmakta, burada 51 bin 327 çocuğa kurs verilmektedir. Belirtmek isteriz ki soyut kavramları idrak etme yeteneği gelişmemiş bu çocuklara MEB ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında yapılan protokolle verilen bu kurslar, çocuk haklarını yok saymakta ve çocukları AKP’nin ideolojik seferberliğinin nesnesi haline getirmektedir.

Okul öncesinde “dini eğitim” çocukların sağlıklı zihinsel gelişimi ve pedagojik açıdan son derece sakıncalı bir durumdur. Somut ve soyut düşünce evresini tamamlamamış çocuklara, hangi gerekçeyle olursa olsun, dini eğitim verilmesi, çocukların yaşamının sonraki evrelerini olumsuz etkileyecektir. Soyut kavramları idrak etme yeteneği gelişmemiş bu çocuklara MEB ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında yapılan protokolle verilen bu kurslar çocukların yararına değildir ve çocuk hakları sözleşmesine açıkça aykırıdır.

SÜREKLİ YAZ SAATİ UYGULAMASINDAN DERHAL VAZGEÇİLMELİDİR!

İktidarın toplumsal yaşam ve eğitim alanındaki dayatmacı tavrının öğrenciler ve toplumun sağlığı üzerinde olumsuz etki eden son örneği ise kış saati uygulamasıdır. Türk Tabipler Birliği’nin kamuoyuyla paylaştığı açıklamada da ayrıntılı biçimde ifade edildiği üzere biyolojik saatimizi alt üst eden ve toplum sağlığını olumsuz etkileyen bu uygulamanın, yargı kararıyla hukuksuzluğu tespit edilmesine rağmen sürdürülmesi kabul edilemez. Eğitim Sen olarak siyasi iktidarı sürekli yaz saati uygulamasından vazgeçmeye çağırıyoruz.

Sonuç

AKP, 15 yıllık iktidarı boyunca eğitim politikaları konusunda her dönem başarısız olmuş ve her başarısız olduğunda sistem değişikliği yaparak, kendi başarısızlığının üzerini örtmeye çalışmıştır. Ancak yapılan her sistem değişikliği, öğrenci ve velilerde büyük endişe yaratmaktan başka bir sonuç ortaya çıkarmamaktadır. AKP’ye oy verenler dahil, ülke nüfusunun çok büyük bölümünü genel olarak eğitimde yaşanan olumsuzluklardan ve sürekli sistem değiştirilmesinden son derece rahatsızdır.

Eğitim sistemi neresinden tutsak elimizde kalan bir hale dönüştürülmüştür. Böylesi bir durumda alelacele yapılan her değişiklik sorunun içinden çıkılmasını güçleştirmekte, sonuçların daha ağır olmasına neden olmaktadır. Yapılması gereken hâli hazırdaki toplum mühendisliği mantığının ortadan kaldırılması, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir yönetim aklıyla sorunların ele alınması ve köklü çözümler üretilmesidir.

BİLİM VE ÜNİVERSİTELERİ TASFİYE EDEN YÖK VE OHAL TASFİYE EDİLMELİDİR
12 Eylül 1980 Asker Darbesinin en kalıcı kurumu, 6 Kasım 1981”de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve teşkil ettiği idari yapı olan “Yükseköğretim Kurulu (YÖK)” sayılır. 
Kuruluşu döneminde YÖK’e atfedilen temel görev, “asayişi sağlamak” gerekçesi altında bir yandan hocaları, öğrencileri, emek hareketlerini baskılamak diğer yandan da bilgi ve teknoloji oluşumunu, resmi ideoloji inşasını ve muhalif hareketleri kontrol ederek üniversitelerde itaat rejimini yaşama geçirmekti. 
YÖK düzeni bugün 15 Temmuz darbe girişimi sonrası OHAL-KHK rejimi ile 12 Eylül”deki kuruluş formundan da daha otoriter, muhafazakar, piyasacı ve hukuk dışı bir kurum haline gelmiş bulunuyor. 
OHAL döneminde üniversitelerde neler oldu?

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, oturan insanlar
• Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan 1577 fakülte dekanın, yani tüm dekanların istifasını istedi. 
• 18 Ekim 2016 tarihinde 2016-2017 akademik yıl açılışı sarayda yapılarak, rektörler cübbelerine iktidar iliği açtı. Bu yıl da bu durum tekrarlandı. Üniversitelerin kurumsal özerkliği ayaklar altına alındı. 
• Disiplin yönetmeliği yeni suçlar da ihdas edilerek 12 Eylül”dekinden de daha ağırlaştırıldı.
• Bakanlara, YÖK’e, rektörlere istediği kişiyi herhangi bir soruşturma olmaksızın işten atma yetkisi verildi. (667 sayılı KHK 4. Md.) 
• Disiplin soruşturmalarındaki süreler kaldırıldı. (669 sayılı KHK 3. Md) 
• ÖYP’li araştırma görevlilerinin kadrosu, üniversitelerde güvencesizliğin cisimleş hali olan 50/d kadrosuna dönüştürüldü. (674 sayılı KHK 49. Md.) 
• Görevden uzaklaştırma uygulamasındaki 3 aylık süre sınırı kaldırıldı. (675 sayılı KHK 13.Md) 
• Rektörlük seçimleri kaldırılarak, rektörlerin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanması sağlandı. (676 sayılı KHK 85. Md) 
• 683 sayılı KHK ile hakkında “terör örgütü irtibatı” olduğu iddiasıyla adli soruşturma ya da kovuşturma yürütülen doçent adaylarının, doçentlik başvurusu yargı süresince durduruldu. 
• Kamudan ihraç edilen 113 bin 440 kamu görevlisinin 41 bin 5’i (%36) eğitim kurumlarından ihraç edilmiş olup darbeye karışmak iddiasıyla ihraç edilen asker (8 bin) ve polis (23 bin) sayısının toplamından bile fazla olması, asıl darbenin eğitime ve eğitim emekçilerine yapıldığını açıkça göstermektedir.
• Darbe girişiminin hemen ardından üniversitelerden 4 bin 225’i akademisyen, 1117’si ise idari personel olan toplam 5342 kişi hızla görevden uzaklaştırıldı. 
• 15 vakıf üniversitesi kapatılarak, bu kurumlarda çalışan 2808’i öğretim elemanı olmak üzere yaklaşık 6 bin kişi ise bir gecede işsiz kaldı. 
• 672, 675, 677,679, 686, 688, 689, 692 ve 693 sayılı KHK’lar ile üniversitelerden KESK Eğitim Sen üyesi 329 akademisyen (3”ü iade edildi), 13 idari ve teknik personel ihraç edilmiştir. Üyelerimize yönelik söz konusu ihraçlar, özellikle emek, demokrasi, barış mücadelesinde ön safta yer alan üyelere yönelmektedir. 
• Kurulan “Yükseköğretim Kalite Kurulu” ile üniversitelerin şirketleşmesi, öğrencilerin müşterileştirilmesi, akademik ve idari personelin de işçileştirilmesi hızlandırılmış,
• Meslek liselerindeki dönüşüme paralel biçimde gençlerin işçileştirilmesini hızlandırmak amacıyla yükseköğretim alanının ikinci YÖK’ü, Meslek Yüksekokulları Koordinasyon Kurulu kurulmuş,
• Organize sanayi bölgelerinde, organize sanayi bölgesi veya devlet üniversiteleri tarafından kurulan meslek yüksekokullarında öğrenim gören her bir öğrencinin işçileştirilmesi için eğitim desteği adı altında kaynak aktarılmasının önü açılmıştır.
• 18.06.2017 kabul edilen yasayla güvencesiz istihdamın kristalize hali olan 50/d ile istihdam araştırma görevlileri için temel istihdam haline getirilmekte, doktoralı araştırma görevlilerinin sadece %20’si yardımcı doçentliğe yükselebilmekte, “doktora sonrası araştırmacı” adı altında esnek ve güvencesiz istihdamın kapıları ardına kadar açılmakta, performans denetimi akademik yükselmenin temel kriteri olmakta, fen ve mühendislik bilimlerindeki son sınıf lisans öğrencilerinin özel sektörde çalışması zorunlu kılınmaktadır.
• Üniversiteye giriş sisteminde temel sosyal ve fen bilimlerinin ağırlığı azaltılmıştır.
• Son hafta içinde ise doçentliği değersizleştirici bir girişim başlatılmış bulunmaktadır.
YÖK VE OHAL KALDIRILMALI, BİLİM VE ÖZGÜR DÜŞÜNME ESAS OLMALIDIR
Üniversiteler; bilme arzusunun önünde engellerin olmadığı, bilimsel gerçeklik arayışı ile hakikatin çarpıtılmadan herkese karşı ileri sürülebilir ve savunulabilir olduğu, elde edilen bilginin toplumla özgürce paylaşılabildiği yerlerdir. 
Öznelerin eşitliği, toplumsal güç dengeleri bakımından azınlıkta olanın çoğunlukla eşit değerliliği olmadan, iş güvencesi ve örgütlenme özgürlüğü olmadan hakikat arayışı güvence altına alınamayacağından üniversite güvenceli çalışmayı ve özgürlükleri esas alan yerlerdir 
YÖK ve OHAL düzeni; sermaye, devlet ve üniversitenin kurumsal yapısı içindeki iktidar ilişkileri, üniversitelerin varlık nedeni olan bilme arzusu ve hakikat arayışını sınırlandırmakta, hatta ortadan kaldırmaktadır. 
OHAL derhal kaldırılmalı, KHK’lar veya disiplin kurulları ile haksız ve hukuksuz olarak ihraç edilen tüm kamu görevlileri işlerine iade edilmelidir.
YÖK”le ilgili Anayasa’daki ilgili hükümler, 2547 sayılı yasa ve bağlı mevzuatlar tümden kaldırılarak üniversite bileşenlerinin karar verici olacağı, bilimsel özgürlüklere ve demokratik özyönetime dayalı kurucu bir çerçevede yeni bir üniversite modeli oluşturulmalıdır. 
Ne darbeler ve YÖK ne de OHAL insanlığın özgürlük ve gerçeklik aşkını yok edemez, aksine biz onları tasfiye edeceğiz.
Darbeler, YÖK, OHAL ve sonuçlarının ortadan kaldırılması; insan, toplum, doğa yararına üniversite, laik eğitim, demokratik bir ülke, eşit ve özgür bir yaşam için direneceğiz ve var gücümüzle mücadele edeceğiz.06.11.2017 
AKADEMİ BİAT ETMEYECEK.

Seçil Sönmez
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Cumhuriyet’in 94. Yılı Kutlu Olsun!

Türkiye’de yaşayan farklı kimlik, kültür ve inançlara sahip halkların emperyalist işgale karşı omuz omuza verdikleri mücadele sonucunda Cumhuriyet’in ilan edilişinin üzerinden 94 yıl geçti.

Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde halkların emperyalizme karşı yürüttükleri ortak mücadele üzerinden yükselen halkçı, eşitlikçi, özgürlükçü ve barıştan yana değerler, tekçi, ayrımcı ve dayatmacı politika ve uygulamalarla yok sayılmaya çalışılmaktadır.

Yıllardır “Yurtta barış, dünyada barış” anlayışına temelden aykırı bir şekilde hareket eden, iç ve dış politikada savaş ve şiddete dayanan anlayışın bugün ülkeyi getirdiği nokta ortadadır. Emek, demokrasi ve barış talepleri karşısına ırkçı-şoven politikalarla çıkanlar, baskıcı ve ayrımcı uygulamalarla halkları birbirine karşı kışkırtarak düşman etmeye çalışmaktadır.

Türkiye’de yaşayan halkların özlemi ve talebi, kimsenin kimliği, dini inancı ve siyasi görüşü nedeniyle baskı ve ayrımcılığa uğramadan eşit haklar temelinde yaşama hakkına saygı gösterilmesidir.

Türkiye’nin ihtiyacı, başkanlık sistemi dayatması üzerinden ülkeyi fiilen OHAL koşullarında yönetmeyi hedefleyen “tek adam yönetimi” değil, halkların gerçek anlamda egemen olduğu, kendi kendini yönetme iradesine ipotek konmayan gerçek anlamda laik ve demokratik bir Cumhuriyet’tir.

Eğitim Sen olarak, sadece takvimde sırası geldiği için değil, halkın gerçek anlamda egemen olduğu, insan hak ve özgürlüklerinin, hukukun üstünlüğünün eksiksiz bir şekilde hayata geçirildiği, tüm bireylerin özgür ve demokratik bir ülkede barış içinde bir arada yaşaması dileğiyle, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyoruz.

Şube Yürütme Kurulu

Son Düzenlenme Cumartesi, 28 Ekim 2017 16:14

Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), bugüne kadar uyguladığı politikalarla okulları birer ‘ticari şirket’ gibi yönetmek, eğitim emekçilerinin daha fazla çalıştırılmasını sağlamak amacıyla performans değerlendirme formları hazırlanmış ve 12 ilde (Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya, Eskişehir, Malatya, Balıkesir, Kayseri, Erzurum, Trabzon, Samsun, Mardin) pilot uygulaması başlatılmış ve MEBSİS üzerinden performans değerlendirme formları öğretmenlere doldurtulmaya başlanmıştır.

Kamusal bir hizmet olması gereken eğitimin tüm süreçlerinde ‘piyasanın’ kurallarını işletmeye çalışan, eğitimde nitelik değil, mal üretiminde geçerli olan ‘kalite’ için çırpınan tamamen siyasallaşmış kadroların performans değerlendirme uygulaması ile ne kadar ‘bilimsel’ ve ‘objektif’ hareket edeceği, geçmiş uygulamalarına bakıldığında apaçık ortadadır. Eğitim Sen, eğitimde neden performans değerlendirmenin yapılamayacağını defalarca kamuoyu ile paylaşmıştır. Merkez Yürütme Kurulumuz, MEB tarafından pilot uygulaması yapılan performans değerlendirme formlarının;

  • Öğretmenlerin birbirine karşı güvensizliği arttırıp iş barışını bozacağı,
  • Öğretmenlerin performansının ölçülmesinin objektif kriterlerinin olmaması,
  • Öğretmenlerin güvencesiz çalışmasının önünü açacağı ve iş güvencesinin altını fiilen boşaltacağı vb nedenlerle doldurulmaması yönünde karar almıştır.

Öğretmenlere performans değerlendirmesi adı altında puan verilmesi ve bu puanların değerlendirme ölçütü olarak kullanılacak olması, eğitimde yeni çatışmaların ortaya çıkmasına neden olacaktır. MEB’in asıl hedefi, öğretmenlerin performansını ölçmek bahanesiyle, eğitimde güvencesiz istihdam uygulamalarını yaygınlaştırmak, uzun vadede eğitim emekçilerinin sınırlı iş güvencesini tamamen ortadan kaldırmaktır.

Performans değerlendirmesi uygulamasında öğretmenlerin yaptıkları işin niteliğinden çok ‘yüksek performans’ üzerinden bireysel değerlendirmeye tabi tutulması, okullarda herkesin birbirinin ‘rakibi’ olduğunu düşüncesinin gelişmesine ve iş barışının bozulmasına neden olacaktır. Bu uygulamanın okullarda görev yapan eğitim emekçileri ile öğrenci ve veliler başta olmak üzere, okul yönetimi, ilçe milli eğitim müdürlüğü, il milli eğitim müdürlüğü vb ile ilişkilerde mutlak bağımlılık ilişkilerini (yaranma, tabi olma, hoş görünme vb) daha da geliştirmesi kaçınılmazdır.

Eğitimde başarının arttırılması için uygulandığı iddia edilen performans değerlendirme uygulamalarının yüz bine yakın ücretli öğretmenin güvencesiz olarak çalıştırıldığı, OHAL sonrasında mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının hızla yaygınlaştığı koşullarda yapılıyor olması dikkat çekicidir.

Eğitim Sen olarak “performans değerlendirmesi” bahanesiyle öğretmenleri öğrenciler ve velilerle karşı karşıya getirecek, öğrenciyi memnun edilecek müşteri, öğretmeni ‘satış görevlisi’, öğrencileri ve velileri birer ‘müşteri’ olarak gören piyasacı mantığı eğitim sürecinin her aşamasında meşrulaştıracak böylesi bir uygulamayı kabul etmemiz mümkün değildir.

Milli Eğitim Bakanlığı eğitim emekçilerine performans dayatması yaparak onları daha fazla çalışmaya zorlamak yerine, öncelikle eğitimde yaşanan sorunlar karşısında neden kalıcı çözümler üret(e)mediğini sorgulamalıdır. MEB, okulları şirket gibi yönetme anlayışından vazgeçmeli, eğitim emekçilerine performans dayatması yaparak onları daha kendince hizaya getirmek ve fazla çalıştırmaya kılıf hazırlamaktan vazgeçmeli ve eğitim politikalarındaki başarısızlığı ile yüzleşmelidir.

Derin Sahne İzmir tiyatro grubunun "Yarınlara Geç Kalmadan" adlı oyun 18 Kasım 2017 Saat:19.00'da Murat Göğebakan Kültür Merkezinde sergilenecektir. Katılımınızı bekliyoruz.
Eğitim Sen Ceyhan İlçe Temsilciliği

Güvenceli İş Güvenceli Gelecek konulu paneli Çukurova Belediyesi Orhan Kemal Kültür Merkezinde KESK Eş Başkanı Aysun GEZEN, İHD Genel Başkanı Öztürk TÜRKDOĞAN ve Şahin Kellecinin Döneceğiz konulu belgesel gösterimi ile gerçekleştirildi.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar

 

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

 

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta