Danıştay Sendikamızın Açtığı Ders ve Ek Ders Esaslarına İlişkin Davada, Yürütmeyi Durdurma Kararı Verdi.
Danıştay Sendikamızın Açtığı Ders ve Ek Ders Esaslarına İlişkin Davada, Yürütmeyi Durdurma Kararı üzerine üyelerimizin okul müdürlüğüne ek ders talebi ile verecekleri dilekçe örneği ektedir.
ÇOCUKLARIMIZIN DÜŞLERİNİ KARANLIĞINIZA TESLİM ETMEYECEĞİZ!
ARTIK YETER!!!
Çocuklarımız yaşamın her alanında hemen her gün istismar, taciz, tecavüz vakalarını yaşamaya devam ediyor.
Çocuklarımızın düşlerini fetvalarınıza, karanlığınıza teslim etmeyeceğiz.
Sokaklarda, meydanlarda çocuklarımızın geleceği için haykırmaya, gericiliğinize karşı laik eğitim mücadelemize devam edeceğiz.
8-12 Ocak 2018 tarihleri arasında bir hafta boyunca iş yerlerimizde kokart takma eylemini gerçekleştireceğiz.
KESK Adana Şubeler Platformunun 6 Ocak 2018 tarihinde İMO da düzenlediği "OHAL ve KHK'lar ile Türkiye Nereye Gidiyor" Konferans Prof. Dr. Ibrahim KABOGLU'nun katilimiyla gerçekleştirildi.
“HAFTADA BİR GÜNDEN FAZLA NÖBET TUTMUYORUZ!”
Nöbet eylemimiz sonucunda, toplu sözleşmede 2016 yılından itibaren yetersiz de olsa nöbet görevinin karşılığı bir ücret ödenmesi hakkını kazanmıştık.
Toplu sözleşmeye göre haftalık sadece tek nöbete ücret ödenmekte iken, Anayasa’mızın 18. maddesinde yer alan angarya yasağına aykırı olarak; bazı idareler tarafından ikinci hatta üçüncü nöbet görevinin verilmesi üzerine haftada bir günden fazla nöbetin isteğe bağlı ve ücretli olması talebiyle, 2017-2018 eğitim öğretim yılı süresince hukuka aykırı bir uygulama olan haftada bir günden fazla nöbet tutmayacağız.
Eğitim emekçilerinin özlük ve ekonomik haklarını savunmaya devam edeceğiz.
uye-dilekce-ornegi http://egitimsen.org.tr/wp-content/uploads/2018/01/%C3%9CYE-dilek%C3%A7e-%C3%B6rne%C4%9Fi.docx
Nöbet Kararı
OHAL/KHK REJİMİNE HAYIR
DEMOKRASİ İSTİYORUZ!
Değerli Basın Emekçileri
Ülke olarak tarihimizin belki de en karanlık döneminden geçiyoruz. 15 Temmuz darbe girişimini “Allahın bir lütfu” olarak nitelendiren AKP-Saray rejimi, tek adam dayatması ve faşist rejimi inşa etmek için saldırılarına her gün bir yenisini ekliyor. Son olarak Pazar gecesi yayımlanan iki KHK, 17 aydır sürdürülen OHAL hukuksuzluğunun ülkede demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük, insanca bir yaşam isteyen milyonları hedef aldığını, bu kesimlere yönelik adeta bir düşman hukuku oluşturduğunu tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır.
Bilindiği üzere 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasında tüm toplumun ve parlamentoda yer alan, almayan tüm siyasi partilerin darbe karşıtı tutumu belirleyici olmuştur. Toplumda ve parlamentoda yaşanan bu geniş birlikteliğe rağmen AKP hükümeti 20 Temmuz’da Olağanüstü Hal ilan etmeyi tercih etmiştir. İlan edildiğinde ‘üç aylık süreye gerek yok, bir iki ay içinde kaldırırız” denilen OHAL bugüne kadar tam beş kez uzatılmıştır; fakat darbe girişiminin siyasal ayağına ilişkin tek bir adım dahi atılmamıştır. Bunun yerine OHAL siyasal iktidar ve Saray’ın elinde tek adam hedefinin önündeki engelleri temizleme silahına dönüşmüştür.
17 aydır süren OHAL düzeninde yasama işlevsizleştirilmiş, yürütme tek adamda toplanmış, yargı tamamen siyasi iktidarın önceliklerine ve gündemine uygun kararlar alır hale getirilmiştir. Türkiye Yoksulluk, Yasaklar, Yolsuzluk ile birlikte anılan bir ülkeye dönüştürülmüştür. AKP-Saray rejimi artık OHAL dışında bir seçenekten yoksundur; OHAL tam da bu nedenle süreklileştirilmek istenmektedir. Baskı ve zora dayalı bir sistemi ilelebet ayakta tutamayacaklarını bilmesine rağmen içine sürüklendiği yönetememe krizinden çıkamamakta, korktukça daha fazla saldırganlaşmaktadır.
Değerli Basın Emekçileri,
İşte pazar gecesi çıkarılan 2 KHK, OHAL olmadan ülkeyi yönetemeyecek hale gelen siyasal iktidarın yaşadığı bu korkunun üründür. Bugüne kadar hayata geçirilen hukuksuzluğun üzerine adeta tüy diken KHK’ler ile bir yandan haksız, hukuksuz ihraçlar sürdürülmekte, diğer taraftan tüm topluma tek adama biat eden gönüllü kulluk dayatılmaktadır.
695 sayılı KHK ile toplam 2 bin 756 kamu çalışanı daha ihraç edilirken sadece 114 kamu çalışanı iade edilmiştir. Üstelik ne komisyon kararlarında ne de KHK iade listesinde işlerini geri istediği için açlık grevi yapan ve kritik eşikte olan, yaşam haklarının gaspıyla karşı karşıya kalan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça vardır. Yaşanan ihraçlarda yine konfederasyonumuza bağlı sendikaların yönetici ve üyeleri hedef seçilmiştir.
Şu ana kadar ki belirlemelerimize göre TSK, Jandarma ve sahil güvenlikten ihraç edilenler düşüldüğünde geriye kalan 1.694 kamu görevlisinin en az 138’ü bağlı sendikalarımız üyesidir. Bunlardan 77’si bağlı sendikamız TÜM BEL SEN, 33’ü EĞİTİM SEN, 24’ü BES üyesi ve yöneticisidir. Bağlı sendikalarımız DİVES’in iki, SES ve HABER SEN’in ise birer üyesi ihraç edilmiştir.
Türkiye genelinde 169 Belediye çalışanı ihraç edilirken bunlardan 109’unun tüm belediyelerine kayyum atanan Van’da yaşanması, Van belediyelerinden ihraç edilen 109 kişiden ise 73’nün bağlı sendikamız TÜM BEL SEN üyesi olması, siyasal iktidarın emek ve demokrasi düşmanlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir.
KHK ile ihraç edilen ve işine dönme talebiyle açlık grevi yapan bağlı sendikamız EĞİTİM SEN üyesi Semih Özakça’yı ziyaret ettiği için açığa alınan Sinop Eğitim Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. İrfan Mukul da KHK ile ihraç edilen arasındadır. Mukul’un fakülteden öğrencisi olan Özakça’yı ziyaret ettiği gerekçesi ile ihraç edilmesi siyasal iktidarın tamamen kin ve nefretle hareket etmekten vazgeçmediğini göstermektedir.
Değerli Basın Emekçileri
Burada tüm kamuoyunun, hatta KESK’i hedef alanların da çok iyi bildiğine inandığımız iki temel noktanın altını tekrar çizmekte fayda görüyoruz.
1- KESK nereden, kimden gelirse gelsin, tüm darbelere, vesayet sistemlerine karşı olan ve bunun için bedel ödeyen bir konfederasyondur.
2- KESK, 11 yıl boyunca iktidara ortaklık eden, ‘ne istediyse verilen” cemaate karşı 15 Temmuz’dan sonra değil, en başından beri en net tutumu takınan kamu emekçilerinin mücadele örgütüdür. KESK söz konusu yapının hem kamuda hem toplumsal yapıda yarattığı tahribata dikkat çekmekle kalmayıp buna karşı mücadele etmiş bir konfederasyondur.
OHAL’de KESK neden hedef alınmıştır? 4.243 KESK’li neden KHK’lerle ihraç edilmiş, yüzlercesi açığa alınmış, sürgün edilmiştir?
Çünkü KESK kurulduğu günden bugüne milyonlarca yurttaşın yararlandığı kamu hizmetlerinin her geçen gün piyasaya daha çok açılarak tasfiye edilmesine,
Kamu emekçilerinin kısmi iş güvencesinin ortadan kaldırılarak siyasal iktidarların kapı kulu haline getirilmesine,
Siyasal iktidarların emekçileri bölmek, parçalamak için emek alanına soktuğu Truva atı, sarı sendikalara
Karşı en başından beri mücadele eden, tüm baskılara rağmen bu mücadeleden taviz vermeyen kamu emekçilerinin mücadele örgütüdür ve öyle kalacaktır.
KESK, bir ülkede emeğin haklarını korumanın, kazanımlarını kalıcı hale getirmenin biricik yolunun o ülkede demokrasinin, barışın, adaletin, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesinden geçtiği bilinci ile emek ve demokrasi mücadelesi arasında köprüler kuran, kurmaya devam eden kamu emekçilerinin mücadele örgütüdür ve öyle kalacaktır.
Kısacası biz KESK olarak 78 milyon vatandaşın kamu hizmeti alma hakkı için, 3 milyon kamu emekçisinin hak ettiği insanca yaşam için mücadele ediyoruz. İşte bu nedenle en başından beri emek ve demokrasi karşıtlarının hedefinde olduk. Bugün de, 15 Temmuz sonrasında KESK’i “darbe destekçisi” olarak itham edemeyeceklerini bilenler yıllardır kararlılıkla sürdürdüğümüz emek ve demokrasi mücadelemizi “suç” gibi göstermektedir.
Tekrar üstüne basa basa vurguluyoruz. Yönetici ve üyelerimizi haksız, hukuksuz tamamen keyfi olarak açığa alınanların, ihraç edenlerin tek bir kriteri vardır. O da başta kamu emekçileri olmak üzere tüm emekçi kesimlerin hak ve özgürlüklerini sınırlayan düzenlemelere seyirci kalmamamızdır. Anayasa ile yasalarla, başta Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleri olmak üzere ülkemizin altında imzası bulunan uluslararası sözleşme ve anlaşmalarla güvence altına alınmış bulunan sendikal hak ve özgürlükleri kullanmamızdır.
Oysa bir sendikanın, konfederasyonun; anayasa ile yasalarla, ülkemizin altında imzası bulunan uluslararası sözleşme ve anlaşmalarla güvence altına alınmış bulunan sendikal hak ve özgürlükleri kullanması “suç” değildir. Dolayısıyla, sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi yürüttüğü için, ihraç edilen, açığa alınan, sürgün edilen yönetici ve üyelerimiz de “suçlu” değil, kamu emekçileri mücadelesinin onurudur.
Değerli Basın Emekçileri,
Yeni KHK’ler ile sadece ihraçlar yaşanmamış, siyasi mahkûmlara tek tip elbise zorunluluğundan, “15 Temmuz darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğinde eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden,” sivillere hukuki, idari, mali ve cezai muafiyet getirilmesine, Danıştay ve Yargıtay üyelerinin sayısının artırılmasından, Milli Savunma Bakanlığına açıktan memur atamasına, Savunma Sanayi Müsteşarlığının Cumhurbaşkanına bağlanıp burada sınavsız personel istihdam edilmesinden Şeker Kurumu’nun kapatılmasına kadar onlarca hukuksuz düzenlemeye daha imza atılmıştır.
AKP, 696 sayılı KHK ile iktidarına biat etmeyen tüm kesimleri hedef alan politikasına faşist rejimleri aratmayacak düzenlemeler eklemiştir.
Bunlardan en öne çıkanı “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında hukuki, idari, mali ve cezai muafiyet getiren Madde 121’deki düzenlemedir.
Söz konusu düzenleme ile darbe girişimi ile masum askerleri, askeri öğrencileri hedef alan, linç boyutuna varan saldırılarda yer alanlara cezai muafiyet getirilmektedir. Öte yandan düzenlemede yer alan “bunların devamındaki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler” ibaresi ile kasıtlı olarak tam bir belirsizlik ve kaos ortamı yaratılmıştır.
AKP iktidarına yönelik her eylemin hatta eleştirinin darbe ve terör torbasına konulduğu, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’nın dahi İçişleri Bakanı tarafından açıkça tehdit edildiği bir ortamda AKP-Saray rejimine muhalif her türlü eylem, etkinlik ve eleştirinin devam niteliğinde sayılabileceği, silahlandırılan paramiliter yapıların muhaliflere saldırmasının önünün açıldığı ve üstelik bu saldırılar için tam bir cezasızlık getirileceği açıktır. Ayrıca KHK ile Sarayın her hafta çağırdığı muhtarlara, belediye başkanlara ateşli silah taşıma yetkisi verilmiştir. Bu düzenlemeler sivilleri dahi hedef alan İnsansız Hava Araçları’na (İHA) ilişkin düzenlemeler ve silah, mühimmat üretilmesi amacıyla şirket kurulmasına yönelik düzenlemeler birlikte ele alındığında 696 sayılı KHK ile açıkça bir iç savaş hazırlığı yapıldığı görülmektedir.
Değerli Basın Emekçileri;
696 sayılı KHK ile AKP-SARAY iktidarının baskı rejimine karşı çıkan herkese adeta düşman hukuku ve linç kültürü dayatılmaktadır.
“Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atarak ölümlere, katliamlara, savaşa karşı sesini yükselten, barış isteyen akademisyenler “terörist” ilan edilirken kan banyosu çağrısı yapanların cezasız kalması sağlanmak isteniyor. Terör tanımının sürekli genişletildiği, terörün kapsamının ve kimlerin terörist olduğunun bizzat iktidar tarafından keyfi bir şekilde belirlendiği bir ortamda cezasızlık kapsamının AKP karşıtı her türlü eyleme yaygınlaştırılabileceği açıktır. Buna karşın Ceza Muhakemeleri Kanununda yapılan değişikliklerle yıllardır sınırlanan savunma hakkının tamamen ortadan kaldırılmasına yönelik ciddi ve tehlikeli boyutlarda düzenlemeler getirilmiştir. Örneğin zorunlu müdafiiliğin kabul edildiği hallerde müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edilebilecektir. Dolayısıyla müdafii olmaksızın hüküm tesis etmek mümkün olabilecektir. Gerek duruşmanın hazırlık aşamasında, gerekse duruşmada her türlü bilgi, belge, ifade, rapor artık okunmayacak; “anlatılacak”tır. Yine 10 yıl üzerindeki hapis cezaları için yapılan itirazlarda Yargıtay’ın duruşmalı görüşme zorunluluğu kaldırılmaktadır.
Savunma hakkının açıkça ihlali anlamına gelen bu uygulamalarda ilk derece mahkemesinin hükmüne karşı itiraz değerlendirilirken savunma hakkının kısıtlanması ile hükmün gerekçeyi içermemesi maddeleri kapsam dışı bırakılmıştır.
Kısacası AKP-Saray rejimi çıkardığı KHK ile bir taraftan paramiliter yapıları koruyup kollamakta diğer taraftan ise mahkemeleri muhalifler için tam bir kıyım makinesine dönüştürmektedir.
Değerli Basın Emekçileri,
Tüm evrensel hukuk normlarını, hukuk devleti ilkesini tamamen yok eden iktidar, 696 sayılı KHK ile tıpkı 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi kanununda yaptığı değişiklik gibi, yüz binlerce işçi ve emekçiyi yakından ilgilendiren kadro düzenlemesini dahi parlamentodan, her tür denetimden kaçırarak yapmayı tercih etmiştir.
5 Aralık’ta bizzat Cumhurbaşkanı tarafından tüm taşeron işçilere koşulsuz kadro sözü verilmesine rağmen, 696 sayılı KHK ile taşeron işçilerin büyük çoğunluğu kadro hakkından yoksun bırakılmıştır. KHK ile yapılan düzenlemelere göre Belediye ve il özel idarelerinde çalışan 450 bin taşeron işçisi kadroya değil sendikal-sosyal-mali haklar ve ücret bakımından kadrolu işçilere göre ciddi farklar bulunan iktisadi teşekkül işçiliğine geçirilecektir.
Kadroya geçirileceği söylenen 400 bin kamu taşeron işçisinin ise önemli bir bölümü kapsam dışında bırakılmıştır. Buna göre; KİT kapsamındaki 26 kurumda, benzer şekilde özel bütçeli 26 kurumda çalışan taşeron işçiler düzenlemenin kapsamı dışında tutulmuştur. Ayrıca “herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik, yaşlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanmamış olanlar”taşeron işçiler de kapsam dışında tutulmuştur.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi “696 sayılı KHK’nın 83. Maddesi ile Kamu İhale Kanunu’nda değişlik yapılarak “personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alım sözleşmeleri” kapsamında çalışan taşeron işçiler dışında kalanlar da kapsam dışında tutulmuştur. Böylece “danışmanlık hizmetleri, hastane bilgi sistemi yönetim hizmetleri, çağrı merkezi hizmetleri, anahtar teslim (mal- yapım işi) ihalelerinde çalıştırılan binlerce taşeron işçisi de kapsam dışında bırakılmıştır. Üstelik “personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alım sözleşmelerine” göre çalıştırılan taşeron işçilerinden personel gideri yüzde 70’in altında olan sözleşmelere bağlı olarak çalıştırılanların da kadroya alınmayacağı düzenlenmiştir. Bununla da kalınmamış geçmişte açtıkları davalardan, geçmişe yönelik hak ve alacaklardan feragat etmeyen taşeron işçiler de kapsam dışında tutulmuştur.
Diğer taraftan kapsama giren işçilere ise hem güvenlik soruşturması hem de yazılı- sözlü ya da uygulamalı sınav şartı getirilmiştir. Hukuki denetim dışında tutularak keyfi bir sürecin işletildiği güvenlik soruşturmasının ve sınav şartının AKP iktidarı tarafından bugüne kadar hayata geçirilen onlarca benzer uygulama göz önünde bulundurulduğunda dahi ayrımcılık ve kayırmacılığa hizmet edeceğini, istenmeyen işçilerin kadroya alınmaması için bir eleme mekanizması olarak kullanılacağını görmek için kâhin olmaya gerek yoktur.
Ayrıca tüm şartları yerine getirip, güvenlik soruşturması ve sınavdan geçen taşeron işçilerin kadroya geçişlerinin ise “mevcut hak ve ücretlerle yapılacağı” düzenlenmiştir. Yani kadroya alınsa da taşeron işçilerinin hem çalışma koşulları değişmeyecek hem de aynı veya benzer işi yaptıkları mevcut kadrolu işçilerle aynı ücret ve haklara sahip olamaycaktır. Üstelik onlarca şartı aştıktan sonra kadroya alınan taşeron işçiler, mevcut kadrolu işçilerin yararlandığı toplu iş sözleşmesinden de yararlanamayacaktır.
En önemlisi eşitlik ilkesinin ihlal edildiği düzenleme yasa ile değil, KHK ile yapıldığı için mağdur olan taşeron işçilerinin yargıya, Anayasa Mahkemesine başvurmasının yolu da kapatılmıştır. Kapsam dışı bırakılanların akibetinin ne olacağı da belirsizdir; yeni bir düzenleme yapılmazsa, bu taşeron işçilerinin işsiz kalması durumu söz konusu olabilecektir.
Kısacası 2004 yılında 3.183 olan kamudaki taşeron işçi sayısını 20017 yılına kadar 283 artırarak 850 bine çıkararak ülkeyi ‘Taşeron Cumhuriyetine’ çevirenlerin ‘kamu taşeron işçisine şartsız, ayrımsız kadro müjdesi!” yine boş çıkmıştır.
Değerli Basın Emekçileri;
Birçok kurumun doğrudan Cumhurbaşkanına bağlanarak tek adam yönetiminin taşlarının döşendiği bu KHK de orman alanlarının yağmaya açılmasından, cazibe merkezleri adı altında sermayeye teşvik ve kaynak aktarımına, dış borç sağlanması için beklenen etkiyi yaratamayan Varlık Fonu’nun yeniden düzenlenmesinden iç borçlanma için Vakıflar Bankasının Hazineye devrine kadar birçok alanda emekçiler ve halk aleyhine düzenleme yapılmaktadır.
Varlık Fonuna devri sağlanan PTT ve iştirakleri kamu kurum ve kuruluşlarına personel alımına ilişkin düzenlemelerin kapsamı dışında tutulmuş, sözleşmeli personel alımında KPSS şartı ortadan kaldırılmış, torpil ve kayırmacılıkla işe alımı iptal eden mahkeme kararları hiçe sayılmış, şirketleşen PTT’nin çalışanlarının kaderi şirketin iki dudağı arasına terk edilmiş, binlerce emekçi geleceksizleştirilmiştir.
Değerli Basın Emekçileri
Cemaat ve tarikatlara ait yurtlarda taciz, tecavüzün her geçen gün arttığı, çocuklarımızın geleceğinin yapılan düzenlemelerle her geçen gün gerici-dinci cemaat, tarikat ve vakıflara teslim edildiği bu dönemde yine bir KHK ile bir cemaatin elinden alınan yurtların ve okulların hızla başkalarına devri düzenleniyor. Hiçbir pedagojik formasyonu olmayanların öğretmenliğe atanması yetmezmiş gibi KHK ile bu atamaların geçerliği tescilleniyor.
Bizler çocuk, kadın ve emek düşmanı AKP-Saray rejiminin KHK’lerle hayatlarımızı cehenneme çevirmesine seyirci kalmayacağız.
Pazar gecesi çıkarılan KHK’ler ile ülkenin üzerine çöken karanlık daha zifiri hale getirilse de umutsuzluğa, yılgınlığa kapılmamızı bekleyenleri yanıltmaya devam edeceğiz.
Çünkü bizler her kışın bir baharı olduğuna, karanlığın en koyu olduğu anın aydınlığa en yakın olunan an olduğuna inancını korumakla kalmayıp özlenen baharı, beklenen aydınlığı getirmek için her türlü baskıya direnen, acıyı bal eyleyen fiili meşru mücadele geleneğinin mirasçılarıyız.
Demokratik, laik bir ülkede, barış ve kardeşlik içinde, insanca bir yaşam mücadelesi veren, Türkiye kamu emekçileri sendikal mücadelesinin yüz akı KESK’lileriz.
Ana sütümüz kadar helal olan işimizi, ekmeğimizi hep beraber geri alacağız. O zamana kadar yarının aydınlığa daha fazla yakınlaştığımız bir gün olacağına olan inancımızı koruyarak bu zor günleri aşmak için birbirimizle daha fazla kenetlenmeye devam edeceğiz.
Yılın bu son günlerinde Ankara’nın insanın içine işleyen ayazı pırıl pırıl bir güneşle nasıl dağılıyorsa bu ülkenin üzerine çöken kara bulutlar da elbet dağılacak.
Er ya da geç
Emek kazanacak,
Demokrasi kazanacak,
Laiklik kazanacak,
Barış ve kardeşlik kazanacak,
İnsanca Bir Yaşam Mücadelesi Kazanacak,
HAKLI OLANLAR KAZANACAK,
BİZ KAZANACAĞIZ!
Sözlerimizi tamamlarken haksız-hukuksuz bir şekilde ihraç edilen, açığa alınan kamu emekçileri olmak üzere emekten, demokrasiden, barıştan, insanca bir yaşamdan yana olana herkesi OHAL/KHK rejimi ile örülen açık faşizme karşı emek, demokrasi ve barış mücadelesinde tek ses, tek yürek olmaya çağırıyoruz.
KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU DÖNEM SÖZCÜSÜ
SEÇİL SÖNMEZ
EĞİTİM SEN ADANA ŞUBE BAŞKANI
Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, Genel Mali Sekreter Ahmet KARAGÖZ ve Şube Yürütme Kurulu olarak Aladağ'daki Yurt Yangınına ilişkin Adana Kozan'da görülen davanın duruşmasına katıldık.
Adana Aladağ davasındayız.Aladağlı aileler,Eğitim Sen ve Sosyal Haklar Derneği ile birlikte mahkeme önünde açıklama yaptık.
Avukatlardan Ömer Gökhan Çelik,bugün bir kez daha hukuk talep etmek için burada olduklarını,bugün yaşanılan ölümlerde birincil sorumluluğu olan kamu görevlilerinin mahkemeye çıkacaklarını,aileler ve hayatını kaybeden çocuklar için hukuk mücadelesine devam edeceklerini söyledi.
Eğitim Sen Başkanı Feray Aytekin Aydoğan,Türkiye tarihi boyunca görülmemiş boyutlarda köy okulları kapatıldı,taşımalı eğitim yaygınlaştırıldı,devlet yurtları kapatıldı,yeni yurtlar açılmadı,çocuklar bilfiil devlet eliyle cemaat yurtlarına teslim edildi.Devlet yurtlarına,halka ayrılmayan kamusal kaynaklar;cemaatlere peşkeş çekildi. 1989'da 305 kişi olan taşımalı eğitim,şu an 2 milyonun üzerinde...2 milyonun üzerinde çocuk okul öncesi,ilkokul döneminden itibaren ailesinden uzak her türlü istismara açık ,eğitimci niteliği olmayan kişilerin,cemaatlerin eline teslim edilmeye devam ediyor.
Aladağ davası Türkiye davasıdır.Memleketin her yerinde cemaatlere teslim edilen binlerce çocuğun sessiz çığlığının davasıdır.Karaman'da tecavüze uğrayan,Kulp'ta yanarak hayatını kaybeden,Taşkent'te patlamada hayatını kaybeden,Trabzon'da yatılı Kuran kursunda şiddete,tacize uğrayan binlerce,on binlerce çocuğun sessiz çığlıklarına ses olmasının davasıdır.
Aladağ'daki ailelerin onurlu mücadelesine,memleketin her yerinde öğrencilerimizin sessiz çığlıklarına ses olmaya devam edeceğiz.
MEB’in Açıkladığı ‘Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterlikleri’ ile Öğretmenlerin ve Eğitimin Niteliğini Arttırmak Mümkün Değildir!
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından geçtiğimiz 9 Haziran 2017 tarihinde resmi gazetede yayınlanan ‘Öğretmen Strateji Belgesi’nde yer alan ‘Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterlikleri’ yayınlanmış ve kamuoyu ile paylaşılmıştır. MEB, her ne kadar öğretmenlerin ‘yalnızca eğitim ve öğretim işini gerçekleştiren teknik elemanlar’ değil, ‘öğrencilere ve topluma rol model olacak insanlar olarak görüldüğünü’ belirtse de, açıklanan metnin tamamına bakıldığında, bakanlığın öğretmen yeterliklerini belirlerken tıpkı bir ‘şirket yönetimi’ gibi davrandığını, öğretmenlik mesleğinin tamamen piyasacı ve rekabetçi bir mantıkla ele aldığını görmek mümkündür.
MEB tarafından belirlenen ‘Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterliklerinin öğretmenlerin kendi yetkinlik düzeylerini belirlemelerinde, öğretim programlarının düzenlenmesinde, öğretmenlerin mesleğe kabul ve adaylık süreçlerinde, mesleki gelişim ihtiyaçlarının tespit edilmesinde, öğretmenlerin ‘bireysel performansları’nın değerlendirilmesinde, kariyerlerini geliştirmelerinde ve öğretmenlik mesleğinin statüsünün güçlendirilmesi çalışmalarında dikkate alınacak temel referans metni olacağı ifade edilmektedir. Ayrıca üniversitelerin öğretmen yetiştirmeye yönelik programlarında zorunlu ve seçmeli dersler ile ders içeriklerinin belirlenmesinde, derslerde kullanılacak materyallerin tasarımında, öğrenme ortamlarının düzenlenmesinde, fakülte-okul iş birliğinin sağlanmasında, öğretmen yetiştirme süreçlerinin planlanmasında öğretmen yeterliklerinin yol gösterici olması hedeflenmektedir.
Öğretmen yetiştirme ve atama sistemini ‘Performans’, ‘Rekabet’, ‘Verimlilik’, ‘Kariyer’, ‘Kalite’ vb gibi piyasacı kavramlar üzerinden oluşturmak isteyen MEB’in piyasada faaliyet yürüten bir ticari işletme gibi hareket ederek ‘İnsan Kaynakları Yönetimi’ anlayışını referans alan mevcut zihniyetiyle ne öğretmenlerin, ne de eğitimin niteliğini yükseltmesi mümkün değildir.
Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’ya göre Türkiye, öğretmenlerin ders içeriğine karar vermede (öğretmen özerkliğinde) en az söz sahibi olduğu ülkelerin başında gelmektedir. Bu durum Türkiye’de öğretmenlerin niteliksel gelişiminin önündeki en temel engellerden birisidir. Öğretmenler, kendilerine verilen bilgi ve talimatları öğrencilere olduğu gibi aktaran mekanik birer ‘bilgi aktarıcısı’ ya da iktidarın ‘milli ve manevi hassasiyetlerine’ göre hareket eden ‘robotlar’ değildir. MEB’in öğretmen yetiştirme sürecinden, öğretmen atamalarına, öğretmenlerin mesleki gelişim süreçlerinden, hizmet içi eğitim çalışmalarına kadar hemen her adımda hayata geçirdiği yanlış politikalar nedeniyle Türkiye’de eğitimin niteliği ciddi anlamda bozulmuştur.
Öğretmenlerin gelişimi ve mesleki yeterliliklerinin sağlanmasının temel koşulu, onların yaptıkları işi anlamlı bulmalarına, mesleki özerkliğe sahip olmalarına, okul ikliminin sağlıklı, özgür ve demokratik olmasına bağlıdır. Bu temel özelliklerin olmadığı bir ortamda, eğitime ilişkin her soruna eğitim biliminin değil, iktidarın siyasal ideolojik ihtiyaçları doğrultusunda yaklaşan bir anlayışla öğretmenlerin ve eğitimin niteliğinin artmasını beklemek mümkün değildir.
Öğretmen yeterliliklerinde bilimsel, objektif ve evrensel standartlar yerine, öğretmenleri her açıdan baskı altına alacak olan ‘Performans değerlendirme’ uygulamalarının benimsenmesindeki ısrar, MEB’in asıl niyetinin ‘üzüm yemek’ değil, ‘bağcıyı dövmek’ olduğunu göstermektedir. Öğretmenlerin mesleki yeterliliklerini arttırmak için piyasacı yöntemleri hayata geçirmek, onları objektifliği tartışılır sınavlar, değerlendirmeler ve testlere tabi tutmak, ağır performans baskısı altında angarya çalışmaya yönlendirmek kabul edilemez.
Öğretmenlik mesleğinin tarihte hiç olmadığı kadar değersizleştiği/değersizleştirildiği, mesleki itibarımızın ayaklar altına alındığı bir dönemde, Türkiye’nin dört bir yanında fedakârca görev yapan 900 bini aşkın öğretmenin yaşadığı mesleki, ekonomik ve sosyal sorunlarını görmezden gelerek ‘masa başında’ ve tamamen piyasacı mantıkla hazırlanmış ‘performans değerlendirme ölçütleri’ üzerinden ne öğretmenlerin ne de eğitimin niteliğini arttırmak mümkün değildir.
Öğretmen; insansal değerleri gelişmiş, topluma önderlik eden, bilimsel düşünen, toplumsal ve siyasal olarak etkin, insan ilişkilerinde uzmanlaşmış, sorun çözmeye yatkın, öğrencilerin sosyal ve kültürel durumlarını kavrayan, var olan eşitsizlikleri sorgulayan ve sorgulatan, alanında uzmanlaşmış kişiler olmalıdır. MEB, gerçek anlamda öğretmenlerin niteliklerini arttırmayı hedefliyorsa, öncelikle öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştıran, öğretmenliği herkesin yapabileceği ‘teknik bir iş’ haline getiren yanlış politika ve uygulamalarına son vermelidir.
Gündeme getirdiği her düzenleme ve uygulamayla eğitim sistemini kaosa sürükleyen, öğretmenleri, öğrencileri ve velileri attığı her adımda mutsuz eden MEB’in, emeğimizi değersizleştiren, mesleki itibarımızı ayaklar altına alan politika ve uygulamalardan vazgeçmedikçe, Türkiye’de öğretmenlerin ve eğitimin niteliğini arttırmak mümkün görünmemektedir.
OHAL’in Zararları Araştırması
Araştırmaya katılmak için tıklayınız
Türkiye’de demokrasinin önündeki en büyük engellerin başında periyodik bir hal almış olan darbeler gelmektedir. Her türlü darbeye karşı çıkılması demokratik bir yaşam ve ülke için zorunluluktur.
“15 Temmuz Darbe girişi-minden” sonra 20 Temmuz 2016 tarihinden bu yana siyasal iktidarın yerleşikleştirmeye çalıştığı “Kalıcı OHAL-KHK-Darbe Düzeni”ne de karşı çıkmak gerekmektedir. Milyonlarca yurttaşın olumsuz etkilendiği bu süreçte yüz binlerce kamu emekçisi ihraç edildi. Binlerce Sivil Toplum ve Medya Kuruluşu kapatıldı. Seçimle gelen belediye başkanlarının yerine kayyumlar atandı veya istifa ettirildiler. İşsizlik ve Enflasyon çift haneli oldu. Döviz kuru ve faizler yükseldi. Eğitim gericileştirilek kadına yönelik saldırılar arttırıldı. Emeğe yönelik saldırılar arttı ve grevler bile OHAL bahanesiyle yasaklandı. Ülkede şiddet, yoksulluk ve her türlü eşitsizlik derinleşti. Ülkemiz dünya halklarından ve devletlerinden soyutlanmış durumda.
BU ARAŞTIRMA KAPSAMINDA OHAL SÜRECİNDE YAŞANAN MADDİ VE MANEVİ ZARARLARA DAİR VERİLER DERLENECEKTİR. OHAL’İN DEĞERLENDİRMESİ SİZİN KIYMETLİ GÖRÜŞLERİNİZE GÖRE YAPILACAKTIR.
DARBE VE OHAL’LERiN YAŞANMADIĞI DEMOKRATİK, LAİK, İNSAN VE YURTTAŞ HAKLARINA DAYALI, BARIŞ İÇİNDE BİR HUKUK DEVLETİ ÖZLEMİYLE.
1-3 dakikanızı ayırarak araştırmaya katılım gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.
KESK-DİSK-TMMOB-TTB
İLKELERE AYKIRI, ANGARYA ÇALIŞMAYI DAYATAN VE MESLEK TANIMININ YAPILMADIĞI REHBERLİK YÖNETMELİĞİNE HAYIR!
10.11.2017 tarihinde resmi gazetede yayınlanan Rehberlik Hizmetleri Yönetmeliğinin en dikkat çekici ve kabul edilemez yönlerinden biri; ‘psikolojik danışman’ ifadesinin yönetmelikte hiç yer almamasıdır. ‘rehberlik öğretmeni’ gibi bir kavram ile hangi lisans programından mezun olduğu belli olmayan kişilerin bilimsel, uzmanlık ve profesyonellik gerektiren psikolojik danışma işini yapması ima edilmektedir. Ancak bu mümkün değildir. Çünkü rehberlik öğretmeninin tanımı ‘eğitim kurumlarındaki rehberlik servisleri ile rehberlik ve araştırma merkezlerindeki rehberlik hizmetlerini yürüten personeli’ şeklindedir. Yani bu personele kaynaklık edecek lisans programının ya da bölümün ne olacağı belirtilmemiştir. Halbuki yönetmelikte Çocuk gelişimi ve eğitimcisi, eğitim programcısı, ergoterapist, fizyoterapist, psikolog, psikometrist, sosyal çalışmacı tanımları yapılırken hangi lisans ya da lisans üstü programından mezun olduğu istisnasız belirtilmiştir.
Bu özellikle de 1 Kasım 2017 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren üç (Psikolojik Danışman, Okul Psikolojik Danışmanı, Kariyer Psikolojik Danışmanı) PDR alanıyla ilgili Ulusal Mesleki Standartların (ki okul psikolojik danışmanının kim olduğu net biçimde tanımlanmaktadır ve ‘psikolojik danışman ifadesi kullanılmıştır) kabul edildiğini de göz önüne aldığımızda oldukça dikkat çekicidir.
Bu durum şu anda ülkemizde 88 tane adı ‘Rehberlik ve Psikolojik Danışma’ olan lisans programı olduğunu ve bu programdan mezun olanların da okullarda yıllardır ‘rehber öğretmen’ kadro unvanı ile okul psikolojik danışmanı olarak çalıştığını; PDR anabilim dallarında onlarca lisans üstü program olduğunu göz önüne aldığımızda oldukça kasıtlı ve görmezden gelen, PDR mesleğini yok sayan bir tavır olarak değerlendirilmektedir.
- Bu aynı zamanda ‘rehberlik öğretmeni’ pozisyonunda herhangi bir lisans mezununun istihdam edileceği anlamına da gelmektedir.
- Ayrıca rehberlik ve psikolojik danışma işini yapacak kişinin hangi alandan mezun olduğunun belirlenmemiş olması Madde 5 in b bendindeki bilimsellik ilkesiyle de çelişmektedir.
- Üstelik daha önceki yönetmelikte de psikolojik danışman …rehberlik ve psikolojik danışma hizmetini veren üniversitelerin psikolojik danışma ve rehberlik ile eğitimde psikolojik hizmetler alanında lisans eğitimi almış personeli ifade eder şeklinde tanımlanmaktadır.
- Buna göre rehberlik öğretmeni olarak istihdam edilecek kişilerin hangi alan ve bölümden mezun olacakları net biçimde belirtilmediğinden bu kişilerin yapacağı belirtilen ve uzmanlık bilgi ve becerisi gerektiren psikolojik ölçme araçlarının uygulanması ve değerlendirilmesi (Madde 10 da tanımlanan faaliyetler), bireysel ve grupla psikolojik danışma yapma (Madde 3, J bendi), psiko-sosyal koruma, önleme ve krize müdahale (Madde 12), danışmanlık tedbiri uygulamaları (Madde 13) gibi faaliyetleri yürütmek için gerekli yeterliklerin belirsiz oluşu yasal ve mesleki anlamda aykırılıklar taşımaktadır.
- Yönetmeliğin rehberlik öğretmeninin görevlerinde yer alan ‘içeriğini gizli tutarak görüşülecek öğrencinin adını ve görüşme saatini kurum idaresine bildirir’ ifadesi gizlilik ilkesine aykırıdır.
Yönetmeliğin;
- N BENDİN de yer alan: ‘Evde ve hastanede eğitim kararı verilmiş öğrenciye rehberlik hizmeti sunma’ nın ne zaman, nasıl ve hangi çerçevede yapılacağı belirsiz olduğu gibi psikolojik danışmanın okuldaki görevlerinin aksamasına da neden olabilir.
- P BENDİN de yer alan:‘…Komisyonla öğrenci alan eğitim kurumlarının kayıt döneminde görev alır’ maddesi psikolojik danışmanın görevleri dışında olan sekreterlik işleriyle meşgul olması, psikolojik danışma mesleğine yönelik algıyı olumsuz yönde etkileyecek ve asıl görevlerin yapılmasına engel oluşturacaktır. O yüzden kabul edilemezdir.
- FF BENDİN de yer alan: ‘sınavlarda görev alabilir; belleticilik ve nöbet görevi yapar’ maddesi hizmet ilkeleri ile çelişmektedir. Psikolojik danışman ve öğrenci arasında olması gereken empati, saygı, kabul, içtenlik gibi terapötik koşulların sağlanmasını engelleyici, danışman ile öğrenciyi ‘yardım ilişkisi’ dışında başka bir ilişki bağlamına yerleştiren ve etik ilkelere aykırı bir maddedir. Ve kabul edilemezdir.
Sonuç olarak, bu yönetmelikte yer alan bazı maddelerin birbiriyle çeliştiği, Anayasaya, kanun ve yönetmeliklere aykırı olduğu görülmektedir. Yönetmelikte yer alan ‘nöbet tutma”, “sınav görevi”, “okul yönetimi tarafından verilen ve PDR alanına uygun olmayan ek görevleri yapma” gibi maddeler kabul edilemezdir. Daha önceki yönetmelikte yer alan “Verilemeyecek Görevler” başlığı altındaki maddelerin kaldırılmış olması da psikolojik danışmanların asıl görevleri olan öğrenciye doğrudan ve dolaylı hizmetleri vermesini engellemekte, öğrenciyle belirli ilke ve tekniklere dayalı olarak gerçekleştirilebilecek yardım ilişkisinin doğasına aykırılık taşımaktadır.
Bizler PDR derneği üyeleri, psikolojik danışmanlar ve akademisyenler olarak öncelikle tanımlardaki rehberlik öğretmeninin kaldırılarak yerine psikolojik danışman ifadesinin kullanılmasını ve söz konusu yönetmeliğin yeniden düzenlemesini istiyoruz. Nöbet tutma, derse girme ve kayıt görevi gibi işimiz olmayan görevleri üstlenerek bizlere psikolojik yardım için gelen öğrencileri ‘nöbetteyim’, ‘dersteyim’, ‘kayıt yapıyorum’ diyerek geri çevirmek istemiyoruz. Bilimsel, uzmanlık ve profesyonellik gerektiren titiz bir eğitimden sonra işimizi aynı titizlikle yapmaya devam etmek, psikolojik yardım becerileri ve etik ilkeler açısından son derece özen isteyen mesleğimizi yapmak istiyoruz. Karşımızdaki kişiyi yansız, empatik ve saygı ile dinleyerek bilimsel bilgiler ışığında yardım etmemizi sağlayan mesleğimizi hangi alandan mezun olduğu belli olmayan özel bir eğitimden geçmemiş, ehliyetsiz ve yetkisiz kişilere bırakmak istemiyoruz.
Değerli yönetici, öğretmen ve veliler, öğrencilerde hem eğitsel, hem de kişisel ve sosyal açıdan istenen, olumlu yönde değişimleri yapmayı ancak birlikte gerçekleştirebiliriz. Okullarda PDR servisinin her zaman sağladığı yardımı çocuğun elinden aldığınızda inanın önemli sac ayaklarından birini de almış olacaksınız., cinsel, duygusal ve fiziksel şiddete uğrayan öğrencilerinizin bunu anlatacağı, çözüm arayacağı kişiyi ihtiyacı olduğunda bulamaması sınıfta dersi dinleyemeyen, içe kapanan ya da saldırganlık gösteren öğrenciler anlamına geleceğinden sizin de işinizi zorlaştıracak ve bilimsel ve insanca bir eğitim alma ortamına ciddi zararlar verecektir. Eğitim bir işbirliği işidir. Ve bu işbirliğinde öğrencilerin kişisel, eğitsel ve mesleki gelişimlerini hedefleyen psikolojik danışmanların rolü yadsınamazdır.
Son olarak, diğer sivil toplum örgütleri (eğitim sendikaları) ile işbirliği içinde ya da dernek adına yönetmelikteki kabul edilemez maddelerin iptali yönünde hukuksal sürecin mutlaka işletileceğini belirtir saygılar sunarız.
TÜRK PDR-DER ADANA ŞUBESİ
Prof. Dr. MERAL ATICI
Şube Başkanı
EĞİTİM SEN ADANA ŞUBE EĞİTİM İŞ ADANA 1 NOLU ŞUBE
Seçil SÖNMEZ Reha ERTEKİN
Şube Başkanı Şube Başkanı
Dahası...
Değerli Basın ve Kamuoyuna
24 Kasım Öğretmenler Günü, 12 Eylül darbecileri tarafından, öğretmenlere yönelik hak kayıplarının; itibarsızlaşmanın; öğretmen örgütlerini kapatmanın, baskının vb. üstünü örtmek için kullandıkları sahte bir güne dönüştürülmüştür. Benzer olarak bugünde, hükümet ve siyasiler 24 Kasım’ı öğretmenlik mesleğinin önemi ve kutsallığı, öğretmenlerin fedakârlıkları vb. hamasi söylemler ile öğretmenleri sorunlarından ve sorunlarına yönelik tartışmalardan uzaklaştırmanın bir aracı olarak kullanmaktadır.
Sendikamızın bir süredir performans değerlendirmesine, öğretmen strateji belgesine, MEB bütçesine vb. karşı yürüttüğü faaliyetleri kapsamında bugün Cinsiyetçi müfredatın gündemleştirilmesine yönelik Müfredatta Şiddet Var konulu basın açıklamamıza hoşgeldiniz.
Müfredatta Şiddet Var
Değerli Basın ve Kamuoyuna
Bir ülkenin eğitim politikaları, o ülkede bireylerin hangi değerler üzerinden biçimlendirilmesi isteniyorsa, o şekilde oluşturulur. Ülkemiz tarihinde eğitim politikaları her dönem laik, bilimsel, demokratik ve anadilinde eğitim anlayışından uzak yapılanmıştır. AKP iktidarı da uyguladığı politikalarla eğitimi herkesin erişebileceği, hoşgörülü, sorgulayan, eleştiren bireylerin yetişmesini sağlayan mekanizma olmaktan daha fazla uzaklaştırmıştır. Bugün eğitim sistemimiz piyasacı, milliyetçi, militarist ve giderek dinsel bir içerik kazanan muhafazakâr egemen ideolojinin denetimi altındadır. Siyasi iktidar, iktidar gücüyle eğitim sistemini kendi ideolojik-siyasal hedeflerine uygun olarak biçimlendiriyor.
Müfredat hazırlanırken evrensel bilimsel ilke ve değerlerin kazandırılması amaçlanmalıdır.
Geleneksel kadınlık rollerini İslami kurallar ile meşrulaştırmaya çalışan MEB, eğitimin en önemli unsuru olan ders kitapları ile erkeği kutsayıp kadını yok sayan politikalarla kadına yönelik şiddeti meşrulaştırıyor. ‘Yeni’ müfredat ataerkil aile yapısının ve erkek egemen toplumun ailedeki varlığını tam anlamıyla koruyup yüceltiyor. ’Yeni’ müfredatta erkek egemenliğine dayalı aile yapısını ve patriyarkayı koruyup yücelten pek çok ifade yer almıştır. Zaten mevcut iktidarın kadın haklarına yaklaşımı göz önünde bulundurulduğunda, eğitim alanında eşitlikçi yaklaşım beklenmesi gerçekçi görünmemektedir.
Toplumsal muhalefetin OHAL ve KHK’lerle susturulduğu, öğretmenlerin iş güvencesiyle tehdit edildiği bu süreçte cinsiyetçi, anti laik müfredat işlenmeye başlandı. Demokratik itiraz hakkı yok sayıldı. İşyerlerinde antidemokratik uygulamalar yaygınlaştırıldı.
Türkiye'de eğitim alanında son dönemde yapılan değişikliklerin, yakın gelecekte yaratacağı sonuçlarla birlikte, ciddi bir şekilde değerlendirmek, içinde barındırdığı tehlikeler hakkında toplumu uyarmak ve bütün bu gelişmelere karşı mücadele etmek Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası olarak bizim en önemli görevimizdir.
Çünkü biz;
• Temel bir hak olan eğitimin, özelleştirilerek, eğitime erişecek yeterli gelire sahip olmayanların çocuklarının yoksulluğa mahkûm edileceğini ve bu gelişmenin en büyük mağdurunun kız çocukları olacağını biliyoruz.
• Eğitim programları, ders kitapları ve oyun materyalleri cinsiyetçilikten ve homofobik içeriğinden arındırılmazsa cinsiyet eşitliğini sağlayamayacağımızı biliyoruz.
• Ders kitaplarında, tarihte, edebiyatta, sanatta, sporda, bilimde, siyasette öne çıkan kadınlar görünür kılınmazsa, kadına bakış açısının değişmeyeceğini biliyoruz.
• Ders kitapları ve eğitim materyallerinin üretim sürecine sendikaların, eğitimcilerin, kadın örgütlerinin, toplumsal hareketlerin görüşleri alınmazsa oluşturulacak müfredatın eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik olmayacağını biliyoruz.
• Anadilinde eğitime, insan hakları ve demokrasi kapsamında yaklaşılmazsa, farklılıklarımızı koruyamayacağımızı, toplumsal barışı sağlayamayacağımızı biliyoruz.
• Tarikat ve cemaatlerle ortak yürütülen faaliyetler, imzalanan protokollerle çocuklarımızın geleceğinin karartılmak istendiğinizi biliyoruz.
Bilinmelidir ki; Eğitim Sen olarak toplumun bütün bireylerinin, temel insan hakları ve özgürlükleri doğrultusunda, herkesin kendi anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız ve kamusal nitelikli eğitim görmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz. Sorgulayan, itaat etmeyen, haksızlığın karşısında duran, cinsiyet eşitliğini savunan bireyler yetiştireceğiz.23.11.2017
Seçil SÖNMEZ
Şube Başkanı
YAŞASIN DEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELEMİZ!
İtaat etmeyeceğiz!
İtiraz edeceğiz!
24 KASIM’IN TEK SAHİCİ YANI,
ÖĞRENCİLERİMİZİN GÖZLERİMİZİN İÇİNE SEVİNÇLE BAKABİLMESİDİR!
Her yıl olduğu gibi bu 24 Kasım’da da hükümet, MEB, bürokratlar tüm sahtelikleriyle öğretmenlere övgüler dizecek. Tıpkı, 12 Eylül cuntacılarının “5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü” yerine, 24 Kasım’ı “Öğretmenler Günü” olarak ilan ederken yaptıkları gibi…
Evet, eğitimin çivisini çıkaranların tüm riyakarlıkları her 24 Kasım’da yanımızda duruyor. Ancak, öğrencilerimizden ve velilerimizden duyduğumuz her güzel sözün üstümüzde bıraktığı samimi ve sahici duygu, tüm olumsuzluklara rağmen bizleri bu mesleğe daha güçlü bağlıyor. Peki, ama biz öğretmenlerin söyleyecek hiçbir sözü yok mudur? Elbette var!
KENDİMİZİ GÜVENDE HİSSETMEK İSTİYORUZ!
Sanki 15 Temmuz Darbe girişimini öğretmenler, akademisyenler planlayarak yürütmüş gibi, haksız ve hukuksuz olarak ihraç edilen 113 bin 440 kamu görevlisinden 40 bin 260’ı, yani %36’sı MEB ve yükseköğretim kurumlarından oldu.
Hükümet çıkardığı bir KHK maddesiyle, yıllardır arzuladığı ama bir türlü yaşama geçiremediği sözleşmeli öğretmenlik uygulamasını da yaşama geçirdi. Darbeden buyana atanan 38 bin sözleşmeli öğretmene, “hükümet memuru” gibi hareket etmezlerse işten atılma yolu açıldı.
Ayrıca hiçbir güvencesi olmadan çalışmak zorunda bırakılan; işten atılması müdürün iki dudağı arasına sıkışmış olan yaklaşık 100 bine yakın ücretli öğretmene görev verildi.
Kısacası OHAL ve KHK’ler tüm öğretmenlerin üzerine karabasan gibi çöktü. Öğretmenler, “Acaba yarın başıma ne gelecek?” sorusuna mahkum edildi, işten atılma kaygısıyla çalışmaya ve yaşamaya mecbur bırakıldı.
SORUYORUZ; Bu güvensizlik ve belirsizlik ikliminde, mesleğimizi hakkıyla yerine getirmemiz ne kadar mümkündür?
KENDİMİZİ DEĞERLİ HİSSETMEK İSTİYORUZ!
Yıllardır hükümetin ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın toplumda kabul görmeyen, eleştirilen politikalarının sorumlusu öğretmenlermiş gibi gösteriliyor. “Öğretmenler çalışmıyor”, “Öğretmenler çok tatil yapıyor”, “Öğretmenler dersleri iyi anlatmıyor” denilerek sadece mesleğimize değil, kişilik haklarımıza da saldırılıyor. Bunun sonucunda kimi zaman şiddete varan eylemlere, kimi zaman ise yeni angaryalara maruz kalıyoruz.
Gecemizi gündüzümüze kattığımız; hastalık, yorgunluk, tükenmişlik bilmeden bin bir fedakarlıkla derslerimize gittiğimiz; kimi zaman okullarımızı, sınıflarımızı dahi kendimiz boyadığımız bilinmiyormuş gibi, “performans denetimine” maruz bırakılıyoruz. Siyasi hesaplarla atanan müdürlerin verdiği notlarla sürgün edilmemizin, işten çıkarılmamızın yolları döşeniyor. İşimizi basit bir işe indirgeyen, meslektaşlarımızla dayanışma yerine rekabet halinde olmamız istenen bir çalışma biçimine zorlanıyoruz.
UNESCO’nun 2016 yılı için yayınladığı Küresel Eğitim İzleme Raporu verileri ise gerçeği gözler önüne seriyor. Türkiye'de de öğretmenlere duyulan güvenin eğitim sistemine duyulan güvenin üzerinde olduğu, öğretmenlere duyulan güven 10 üzerinden yaklaşık 6,5 iken, eğitim sistemine duyulan güvenin yaklaşık 4,5 oranında kaldığı görülüyor.
SORUYORUZ; Öğretmeni değersizleştiren, mesleğine küstüren bir eğitim politikası ve uygulamalarla eğitimi daha nitelikli hale getirmek mümkün müdür?
İNSANCA YAŞAMA VE ÇALIŞMA KOŞULLARI İSTİYORUZ!
Herkes gibi bizler de gerek çalışma gerekse yaşama koşulları açısından her geçen yıl, bir önceki yılı mumla arıyoruz. Çalışma ve yaşam koşullarımız sürekli kötüleşiyor. Temel ekonomik, demokratik sorunlarımıza kalıcı çözümler üretilmediği gibi, yeni sorunlarla karşı karşıya bırakılıyoruz.
2008 yılında bir öğretmen, maaşıyla 920 ABD doları alabiliyorken, Kasım 2017 itibariyle 743 ABD doları ancak alabiliyor. Son on yılda bir öğretmenin maaşındaki kayıp dolar bazında 177 ABD doları olarak karşımıza çıkıyor. Benzer bir kıyaslamayı çeyrek altın üzerinden yaptığımızda 2008 yılında 1196 TL ücret alan bir öğretmen, maaşıyla 16 çeyrek altın alabiliyorken; Kasım 2017 itibariyle 2 bin 892 TL alan bir öğretmen ancak 11 çeyrek altın alabiliyor. Sadece çeyrek altın üzerinden hesaplandığında bile iktidarın öğretmenlere 5 çeyrek altın (1.350 TL) borçlu olduğu görülüyor.
Öğretmenlerin yüzde 80’i borçlu yaşamak zorunda bırakılırken, en az üçte ikisi geçinebilmek için ek iş yapmak zorunda bırakılıyor. Ücretlerimiz enflasyon ve dolar karşısında hızla eriyor. Son bir yıl içinde TL’nin yüzde 20 değer kaybetmesi, tüm toplum kesimleri gibi, bizleri de etkiliyor. İktidar, kaşıkla verdiği maaş zamlarının daha fazlasını kepçeyle geri alıyor. Eğitim-öğretim sürecinin emektarları olan yardımcı hizmetliler ve memurların durumu ise çok daha vahim durumda.
SORUYORUZ: Güç bela geçinebilen, ek iş yapmak zorunda kalan, sürekli ödenecek borçları düşünen bir öğretmen öğrencilerine ne kadar faydalı olabilir?
ATAMASI YAPILMAYAN ÖĞRETMENLERİN ÖĞRENCİLERİNE KAVUŞMASINI İSTİYORUZ!
Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmi verilerine göre ataması yapılmayan öğretmen sayısı, Türkiye’deki 37 ilin nüfusundan daha büyük bir sayıya 438 bine ulaşmıştır. Son 10 yılda açılan üniversitelerle birlikte her yıl yaklaşık 70 bin öğretmen de üniversitelerden mezun olmaktadır. Ancak MEB tarafından yayınlanan resmi rakamlara göre öğretmen açığı 81 bindir. Ataması yapılmadığı için bugüne kadar 45 öğretmen intihara sürüklenmiştir.
Ne yazık ki yaşamına son vererek aramızdan ayrılan öğretmenimiz İsa Erdoğan’ın geride bıraktığı not, her birimizin bu sözler üzerine uzun uzun düşünmesini zorunlu kılıyor: “Uzun zamandır mutsuzum. Mutlu nasıl olunur, onu bile bilmiyorum aslında. Hayatımın geri kalanını devam ettirmek için umudumu, ışığımı kaybettim. Bu paradoksu kıramadım. Başka bir sebep aramanıza gerek yok.”
SORUYORUZ: İşsiz öğretmenleri “Eminönü’nde yem bekleyen güvercinlere” benzetip, ısrarla yeni Eğitim Fakülteleri açanlar değilse, kimdir bu yiten canların sorumlusu?
İKTİDARIN DEĞİL, HALKIN ÖĞRETMENİ OLMAK İSTİYORUZ!
Bizler, öğretmenlerin “hükümet memuru” yapılmasını, idarecilerin siyasi çıkar hesaplarıyla atanmasını değil; öğretmenlerin daha nitelikli bir eğitim hizmeti sunabilmesi için gerekli koşulların yaratılmasını istiyoruz. Bunun yolunun öncelikle herkese güvenceli çalışma yaşamı sunulmasından, baskıların, tehditlerin ve şantajların son bulmasından geçtiğini de çok iyi biliyoruz. Öğretmenin siyasi iktidarlara değil; halka karşı sorumluluk hissetmesi gerektiğini, nitelikli eğitimin ancak nitelikli öğretmenle mümkün olduğuna inanıyoruz.
Her 24 Kasımda tekrarlanan göstermelik kutlamalar, hamasi nutuklar değil, sorunlarımıza kalıcı çözümler üretilmesini, öğretmeniyle, öğrencisi ve velisiyle herkesin memnun olacağı bir eğitim sisteminin oluşturulmasını istiyoruz.
EĞİTİM SEN OLARAK TALEPLERİMİZ;
• Başta insanca yaşayacak ücret talebimiz olmak üzere, eğitim emekçilerinin bugüne kadar yaşadığı ekonomik mağduriyetler giderilmeli, son 15 yıl içinde satın alım gücümüzdeki azalmayı telafi eden adaletli bir ücret artışı sağlanmalıdır.
• 2014 yılı enflasyon farkları bir seferde ödenmeli, ek ödemelerin tamamı temel ücrete ve emekliliğe yansıtılmalı, vergi dilimi uygulaması sabitlenerek ücretlerde yaşanan erimenin önüne geçilmelidir. Ek ders ücretleri günün şartlarına uygun bir şekilde yeniden düzenlenmeli ve en az iki kat arttırılmalıdır.
• Eğitim-öğretim yılı başında öğretmenlere yapılan eğitim-öğretime hazırlık ödeneği, her dönem başında olmak üzere yılda iki kez olmalı ve bütün eğitim ve bilim emekçilerinin yararlanması sağlanmalıdır.
• Sözleşmeli/ücretli öğretmenlik gibi her türlü güvencesiz istihdam uygulamalarına esnek, kuralsız ve angarya çalışmaya son verilmelidir.
• Hizmetli ve memurlara özel hizmet tazminatı ödenmelidir.
• Kamu emekçilerinin grevli toplusözleşme hakkı önündeki engeller kaldırılmalı, gerçek bir toplusözleşme düzenin yaratılması sağlanmalıdır.
• Öğretmenler günü olarak 12 Eylül ürünü olan 24 Kasım değil, Dünya Öğretmenler Günü olan 5 Ekim tarihi esas alınmalı, öğretmenlere hak ettiği değer verilmelidir.
Şube Yürütme Kurulu Adına
Seçil SÖNMEZ
Şube Başkanı
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü nedeniyle İlimizde düzenlenecek Eylem ve Etkinlikler
HAYATIMIZDAN VE HAKLARIMIZDAN VAZGEÇMİYORUZ! DÜŞLERİMİZİN PEŞİNDEYİZ
Eğitim Sen Üyesi Rehber Öğretmenler Nöbet Tutmayacak…
Meslek ilkelerine aykırı, angarya çalışmayı dayatan Rehberlik Yönetmeliğine karşı Eğitim Sen üyesi rehber öğretmenler nöbet tutmayacak…
Merkez Yürütme Kurulumuzun 17/11/2017 tarih ve 79 sayılı kararı ektedir. Sendikamız üyesi rehber öğretmenler ekteki karar doğrultusunda 20/11/2017 Pazartesi tarihinden itibaren Rehber Öğretmenlerin mesleki ilke ve özelliklerine aykırı yönetmeliğin düzeltilmesi talebiyle nöbet tutmayacaklardır.
…………………………………………………………………… Lisesi/Okulu Müdürlüğüne
………………..
10 Kasım 2017 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “ Milli Eğitim Bakanlığı Rehberlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin ,Rehber Öğretmenlerin Görevleri” başlıklı 34. Maddesinin ff. bendi, Sınavlarda görev alabilir; belleticilik ve nöbet görevi yapar, şeklinde düzenlenmiştir. Psikolojik danışmanlık ve Rehberlik mesleğinin özelliklerine, ilkelerine ve öğrencilere vermekte olduğum hizmetin gerekliliklerine aykırı olarak düzenlenen bu maddenin uygulanması sonucunda eğitim ortamında olumsuz sonuçların oluşması kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca üyesi olduğum sendikam EĞİTİM SEN (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası) tarafından 17 Kasım 2017 tarihinde alınan 79 Nolu karar (Ek. 1), üye rehber öğretmenlerin anılan nedenlerden dolayı nöbet tutmaması yönündedir. Bu nedenle:
1.Tarafıma nöbet görevi verilmemesi,
2.Tarafıma nöbet görevi verilir ise , dilekçeyi verdiğim tarihten itibaren sendikam Eğitim Sen’in almış olduğu karar gereğince nöbet görevini yerine getirmeyeceğimden gerekli önlemlerin müdürlüğünüzce alınması hususlarını gereği için bilgilerinize arz ederim.
Tarih
Adı, Soyadı
İmza
Ek.1. EĞİTİM SEN Merkez Yürütme Kurulunun 17.11.2017 tarih ,79 Nolu kararı