egitimsen2
Yıllardır emperyalist güçlerin yayılmacı politikalarını uygulama alanı olan Türkiye ve Ortadoğu halkları, bölge halklarının karşı karşıya olduğu iç karışıklık, çatışma ve savaş ortamının sona erdirilmesi ve yıllardır savaş uygulamalarının yapıldığı bu topraklarda artık barış tohumlarının yeşermesini, halklar arasındaki kardeşlik duygularının güçlenmesini talep etmektedir.
Türkiye`de yaşayan ve halkların kardeşliğine inanan kesimler yıllardır benimsenen çözümsüzlük politikaları nedeniyle ağır bedeller ödemiş, telafisi mümkün olmayan acılar yaşamıştır. Bugün emekçilerin barışa sahip çıkmaları, silahların yerine demokratik siyasetin konuşması için ısrarcı olmaları, daha büyük acıların yaşanmaması açısından önemlidir.
Özellikle son yıllarda iktidar destekli olarak yükseltilen, ırkçı ve "tekçi" yaklaşımlar, farklı kimlikleri yok sayan milliyetçi düşünce ve akımlar, ülkemizde yıllardır barış içinde bir arada yaşamış olan halkların birliği ve kardeşliği karşısında en önemli tehdit olmuştur. Ancak bütün bu tehditler, yüzyıllardır iç içe yaşayan halklar arasındaki kardeşlik bağlarını koparmaya yetmemiştir ve yetmeyecektir.
Eşit, özgür, demokratik Türkiye ve insanca yaşam mücadelemizin ilerleyebilmesi, ırkçı hezeyanlara kapılarak içeride ve dışarıda savaş çığlıkları atmakla değil; emekçiler arasındaki birlik ve halklar arasındaki kardeşlik duygularının güçlenmesi ile mümkündür.
Binlerce yıllık köklü tarihi ve kültürel değerleriyle Anadolu ve Mezopotamya topraklarında yaşayan bütün halklar için barış ve kardeşlik tutumunda ısrar edilmesi, bu topraklarda yaşayan halklara verilecek en büyük hediye olacaktır.
Barış çağrısının geçmişe kıyasla daha güçlü bir şekilde seslendirilmesi, kardeşliğin önüne örülmek istenen kalın barikatların yerle bir edilmesi için tüm emek örgütlerine ve demokrasi güçlerine görev düşmektedir. Halkların arasında barışın kalıcı bir şekilde kurulması ve hayata geçirilmesi noktasında emek ve demokrasi güçlerinin, sendikaların ve barış mücadelesi yürütenlerin birleşik mücadelesi, egemenlerin bu süreci kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istemesini zorlaştıracaktır.
Türkiye`de ve bölgede savaşa, işgallere, emperyalist müdahalelere karşı halkların demokrasi, eşitlik ve özgürlük taleplerinin güç ve destek kazanması, emekçilerin barış mücadelesinden yana taraf olması, hak ve özgürlükleri için örgütlü mücadeleyi yükseltmekle mümkündür.
Yıllardır Kürt sorununun demokratik, barışçıl yöntemlerle çözülmesini engellemek ve somut adımlar atılmasını engellemek için yapılan bütün kışkırtmalara, provokasyonlara ve ırkçı girişimlere rağmen, 2015 Newroz`unun halklar arasındaki kucaklaşmayı ve kardeşleşmeyi sağlamanın ilk adımı olması hepimizin ortak dileğidir.
2015 Newroz`unun savaşlar karşısında barışın, halklar arasında yaratılmak istenen düşmanlık duyguları karşısında gerçek anlamda eşitliğin ve kardeşliğin hakim olduğu, demokratik Türkiye mücadelesine dayanak olmasını diliyor, Türkiye ve dünya halklarının Newroz bayramını kutluyoruz.
Şube Yürütme Kurulu
Eğitim Sen Adana Şube ve Seyhan Belediyesinin ortaklaşa düzenlediği “DÜNYA ŞİİR GÜNÜ” etkinlikleri kapsamında “Hasan Hüseyin GÜNDÜZALP ve Bülent GÖKGÖL” adına Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezinde anma programı düzenlendi.
Hoşçakal dostlar
yalnız söyleyin
nereden çekeceksiniz
dikenli telleri…
hani olur ya
gelemem, göremem
bir daha…
uzatın son kez önerim
kan tehlikesiz kara gözlerinizi
hani olur ya
gelemezsini… göremezsiniz…
bir daha
ne ütopya kalmış ne ideal
da dal olmuşuz.. .dal…dal…
salıp dalıp kayboluyoruz…
hal böyle… böyle ahval…
kimimiz mark toplar
dolar toplar
kimimiz nal…
hani olur ya
göremeyiz bir daha birbirimizi…
ama siz yine de söyleyin
nereden çekeceksiniz dikenli tellerinizi…
Hasan Hüseyin GÜNDÜZALP
Ey yazdıklarını yaşayıp,
Yaşadıklarını yazanlar, yetişin
Düşlerim Öldürüyor,
Düşüncelerimi!
Yoruldum: zamanın akışındaki telaşa uyup ta,
Ölümlere şahit olmaktan!
Yıldım; reddettiğim avuntuların pişmanlığından
ve gidip gelip gülüşüme sinen ölü çocukların; Issız çığlıklarından…
Peki Sizi hiç korkutmuyor mu, uzayıp giden anaların ağıtları ve göz yaşları?
İklim siz sahralarda göğsüme dayayıp kem-anı, en yakından dinledim masalı…
Kime ne faydası var? Ölümün…
Bülent GÖKGÖL
Program; Hasan Hüseyin GÜNDÜZALP ve Bülent GÖKGÖL ‘ün arkadaşlarından anılarının ve şiirlerinin paylaşıldığı şiir dolu bir etkinlik gerçekleştirildi.
Sunum ve hazırlık aşamasında emeği geçen tüm arkadaşlarımıza teşekkür ederiz.
Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu
Bu yıl Türkiye`de öğretmen yetiştirme alanında önemli ve kalıcı bir yeri olan öğretmen okullarının kuruluşunun 167. yılı kutlanıyor. Türkiye`de eğitimin bütün alanlarında yaşanan "piyasa" ve "muhafazakârlık" merkezli dönüşüm, 12 Eylül ile başlayan ve AKP iktidarı ile artan çelişkilerin giderek derinleştiği, eğitimin yapısından öğretmen yetiştirme sistemine kadar her alanda sorunların yaşandığı bir dönemde öğretmen okullarının kuruluşunu bir kez daha hatırlamak gerekmektedir.
1838 yılında, II. Mahmut döneminde çocukların "rüşt" (erginlik) yaşına kadar okuyabilmeleri için ortaokul düzeyinde Rüştiyeler açılmış, çocuklar ergenlik yaşına kadar bu okullarda öğrenim görmüşlerdir. 16 Mart 1848 tarihinde Rüştiyelere öğretmen yetiştirmek üzere üç yıl süreli Darül Muallimin-i Rüşdi adını taşıyan okullar kurulmuştur. Bu tarih, öğretmen okullarının ilk kuruluş tarihi olarak kabul edilmekte ve bugüne kadar her yıl 16 Mart tarihi öğretmen okullarının kuruluş yıldönümü olarak kutlanmaktadır.
1973 yılında yürürlüğe giren 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, öğretmenlerin yükseköğrenim görmeleri zorunluluğunu getirilmiştir. İlkokullara sınıf öğretmeni yetiştirilmesi için 1974-1975 öğretim yılından itibaren İlköğretmen Okulları`nın bir kısmında iki yıllık eğitim enstitüleri açılmıştır. 1982 yılında yürürlüğe giren 41 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile iki yıllık eğitim enstitüleri Eğitim Yüksek Okulu`na dönüştürülerek eğitim fakültelerine bağlanmıştır.
Eğitim Yüksek Okulları`nın süresi 1989-1990 öğretim yılından itibaren dört yıla çıkarılmış ve Eğitim Yüksek Okulları`nın bazıları eğitim fakülteleriyle birleştirilerek bu kurumlar "Sınıf Öğretmenliği Bölümüne" dönüştürülmüştür. Günümüzde öğretmen yetiştirme konusundaki yetersizlikler, her geçen gün artan sorunlar, geçmişte öğretmen yetiştirme konusunda uygulanmış başarılı modelleri anımsamaya, zaman zaman o modellere özlem duyulmasına neden olduğundan, öğretmen okullarının kuruluş yıldönümü her yıl hatırlanmakta ve düzenli olarak kutlanmaktadır.
Medreselere alternatif olarak kurulan Rüştiye mekteplerine batılı anlamda öğretmen yetiştirmek için açılan Darülmuallimin`in, aradan 167 yıl geçmiş olmasına karşın, öğretmen okullarının Türkiye eğitim sistemi içindeki yeri hâlâ doldurulamamıştır. AKP hükümeti döneminde artan eğitimde ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adımları, laik, bilimsel, anadilinde eğitim anlayışı ile temelden çelişen uygulamalar, iktidarın Osmanlı sevdası ile yeniden medrese eğitimine dönmenin hesaplarını yaptığını göstermektedir.
167 yıl önce kurulan öğretmen okulları sayesinde öğretmenlik, ülkemizde uzun yıllar cazip ve saygı duyulan bir meslek haline gelmiştir. Eğitime, çocuklarımıza çok daha fazla önem vermek gerektiğinin sık sık vurgulandığı son yıllarda ise öğretmenlik mesleği ve onuru tarihte hiç olmadığı kadar ayaklar altına alınmış, eğitim emekçileri her fırsatta aşağılanmış, şiddete maruz kalmıştır.
AKP hükümeti döneminde öğretmenlik mesleği, tarihte hiç olmadığı kadar yoğun bir değersizleşme ve itibarsızlaşma yaşamıştır. Son yıllarda eğitim emekçileri görevleri dışında işler yapmaya zorlanmış, okullarda angarya çalışma uygulamaları neredeyse olağan hale getirilmiştir. Öğretmenlik mesleğinin giderek değersizleşmesi ve acil ihtiyaç olmasına rağmen 300 bini aşkın işsiz öğretmenin hâlâ atamasının yapılmamış olması Türkiye`de öğretmene verilen değeri görmek açısından düşündürücüdür.
Eğitim sistemi, Öğretmen Okulları deneyiminin yarattığı değerler sayesinde yaşanan sorunlara rağmen bugünlere kadar gelebilmiştir. Eğitim sisteminin her açıdan sermayenin ve temsilcisi olan siyasi iktidarın yoğun kuşatması altındadır. Esnek ve angarya çalışma, artan iş yükü ve zorunlu rotasyon gibi en temel haklarımıza ve geleceğimize yönelik saldırıların arttığı bugünlerde, eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik amaçları doğrultusunda biçimlendirmek isteyenlerin sorunlarımıza kulaklarını tıkaması ve nitelikli öğretmen yetiştirme sorununu gündeme bile almamış olması dikkat çekicidir.
Öğretmen Okulları ve Köy Enstitüleri gibi deneyimlerin yarattığı değerleri yaşatmak ve "Nitelikli Eğitim İçin, Nitelikli Öğretmen" anlayışını hayata geçirmek, Eğitim Sen`in ve yüz binlerce eğitim ve bilim emekçisinin dün olduğu gibi bugün de öncelikli görevidir.
Şube Yürütme Kurulu Adına
Emine SONCU TUNÇ
Şube Eğitim Sekreteri
Çukurova Üniversitesi Temsilciliği Üyeleri Dayanışma Yemeğinde Biraraya Geldiler.
Üniversite temsilciliği yemeğine Eğitim Sen Genel Merkez Örgütlenme Sekreteri İsmail SAĞDIÇ, Şube Yürütme Kurulu Başkanı Ahmet KARAGÖZ, Şube Sekreteri Zeynel KETE, Şube Kadın Sekreteri Şükran YEŞİL ve Seyhan Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Güven BOĞA ve çok sayıda üyemizin katılımıyla gerçekleştirildi.
Yemekte yapılan konuşmalarda, Eğitim Sen olarak savunduğumuz “insan toplum ve doğa yararına üniversite” için tüm eğitim ve bilim emekçileri, uygun çalışma koşullarına ve iş güvencesine kavuşturulmalıdır. Esnek ve performansa dayalı çalışma biçiminden vazgeçilmeli, iş güvencesi garanti altına alınmalıdır. Bütün yükseköğretim kurumları emekçilerine kadrolu, güvenceli istihdam ve insanca çalışma koşulları sağlanması, emekçilerin en temel haklarını gerçekleştirmek açısından vazgeçilmez olduğu gibi hizmetin niteliğini artırmanın da en önemli koşuludur. Bu çerçevede ayrıca idari ve teknik personele yönetim mekanizmalarında seçme ve seçilme hakkı tanınmalı, idari, teknik ve yardımcı hizmet personelinin görev tanımları yapılmalı, atanılacak tüm kadrolarda liyakat ilkesi esas alınmalıdır. Üniversitelerde kadrolaşmanın önüne geçmek akademik çalışmaların niteliğinin artmasının da koşullarından birisidir. Bu çerçevede, esnek ve güvencesiz çalıştırma politikasına son verilmeli, üniversitelerde gerek akademik gerekse idari alanda çalışanların örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engellerin kaldırılması yönünde talepler dile getirildi.
Eğitimde Angarya Çalışmaya Karşı
Verdiğimiz Hukuk Mücadelesi Kazanımla Sonuçlandı
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen ve yapılması istenen “Ana Kız Okuldayız” Kampanyası Valilik, Kaymakamlık, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve okul müdürlüğünün emirleriyle yapılması istenmiş,
Eski Şube Yürütme Kurulu üyemiz Halil KARA ve okulundan 6 üyemiz yapılan işlemin angarya olduğundan dolayı itiraz etmiş ve verilen emirleri yerine getirmemişlerdir.
Yürütülen soruşturma sonucu üyemize; 657 sayılı kanunun 125/B-j maddesi Uyarınca “KINAMA” cezası verilmişti. 20.11.212 tarihinde itiraz eden üyemize cezası sübut bulunduğundan “KINAMA” cezası kaymakamlıkça da onaylanmıştı.
Ancak, tarafına uygulanan “KINAMA” cezasına Kaymakamlığa karşı Adana 2. İdare Mahkemesine 2013/249 dosya ile dava açmıştır. Dava olumsuz sonuçlanmış, Adana Bölge İdare Mahkemesine 2014/1214 nolu dava açılmış ve 2014/8000 Karar No.lu kararı gereği; 29.11.2012 tarihli ve 25136 sayılı “KINAMA” cezası tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Şube Yürütme Kurulu Adına
Mehmet AKARSUBAŞI
Şube Özlük ve Hukuk Sekreteri
Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde görev yapan eğitim yöneticileri ve öğretmenlere verilen nöbet görevi fazla mesai kapsamında değerlendirilmemekte, nöbetlerde uyulması gereken esaslar fiilen okul idarecilerinin inisiyatifine bırakılarak öğretmenler sürekli mağdur edilmektedir. Nöbet görevi nedeniyle eğitim emekçileri ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakılsa da söz konusu görevin eğitim-öğretimin bir parçası olması ve öğretmenler tarafından yerine getirilmesi oldukça önemlidir ve nöbet görevi öğretmenliğin somut bir parçasıdır. Okullarda öğretmenlerin, öğrencisini sadece ders sürecinde değil, okulda geçirdiği süre zarfında ruhsal ve bedensel olarak izleyebilmesi, öğrencinin ayrımcı, şiddet içeren, ötekileştirici, baskıcı kimi davranışlarına karşı yol gösterici olabilmesi önemlidir.
Öğretmenlerin nöbet görevini mesleki sorumluluğunun bir parçası olarak görmemesi durumunda okulların polis, "koruma memuru" ya da taşeronlaştırma politikaları kapsamında taşeron işçilere ya da güvenlik görevlilerine açılması tehlikesi bulunmaktadır. Ancak bütün bu gerçeklere karşın özellikle belirtmek gerekir ki, mevcut nöbet uygulaması öğretmene ciddi sorumluluklar yüklerken, nöbet görevi karşısında öğretmenin en temel haklarını yok saymaktadır.
Nöbet görevi, her ne kadar Milli Eğitim ile ilgili yasalarda tanımlanmasa da çıkarılan yönetmeliklere eklenen birer madde ile yönetici ve öğretmene çok fazla sorumluluk yüklenmektedir. Dolayısıyla nöbetlerde uyulması gereken esaslar, öğretmenler kurulunda görüşülmekte; ancak fiilen okul yönetiminin inisiyatifine devredilmektedir. Öğretmenleri cezai ve disiplin işlemleriyle karşı karşıya bırakabilen bir alanda, öğretmenlerin haklarının ve sorumluluklarının net olarak tanımlanmaması en başta öğretmenler olmak üzere, tüm eğitim emekçilerini ciddi bir baskı altında bırakmaktadır.
Eğitim Sen olarak 8 Aralık 2014 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı`na resmi bir yazı ileterek bu konulardaki görüşlerimizi ve taleplerimizi iletmemize rağmen, Bakanlığın konuyla ilgili sorunları çözecek bir adım atmaması üzerine sendikamız, 9 Şubat 2015 tarihinden itibaren tüm iş yerlerinde nöbetlerin fazla mesai olarak kabul edilmesi ve ücretlendirilmesi talebiyle “nöbet tutmama” eylemleri başlatmıştır. Eğitim Sen’in eylem kararının ardından daha önce nöbet konusuna duyarsız kalan bakanlık, nöbeti angarya olmaktan çıkarmayı amaçlayan sendikal faaliyetlere katılan eğitim emekçilerini yıldırmak, korkutmak ve hukuksuz bir şekilde cezalandırmak için harekete geçmiştir.
Sendikamızın aldığı karar gereği nöbet eylemini engellemeye dönük bu tür yazılar 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “sendikal faaliyetlerin engellenmesini yasaklayan 118/2 maddesi uyarınca suç niteliğinde bir kanunsuz emirdir. Bu nedenle Anayasa’nın 137.maddesi uyarınca bu emri veren de, emri uygulayan da ceza hukuku açısından sorumludur ve cezalandırılması gerekir.
Nöbet konusundaki taleplere yıllardır duyarsız kalan MEB`e taleplerimizi bir kez daha iletmek istiyoruz:
v Öncelikle nöbet hizmetinin ortak-yasal bir zemine dayandırılması ve uygulamadaki farklılıklara son verilmesi gerekmektedir. Bu sayede öğretmenlerimiz her türden eğitim kademesinde sadece bir uygulamayı esas alarak nöbet hizmeti verecek ve yöneticilerin kişisel inisiyatif kullanmalarından kaynaklı farklı uygulamalar sona erecektir.
v Nöbet görevleri en fazla haftada bir gün olmak üzere, Yönetmeliklere koşulları belirlenmiş bütün öğretmenlere eşit olarak dağıtılmalıdır.
v Öğretmenlerin nöbetçi oldukları günlerde ders ve diğer görevleri azaltılmalı, öğretmenin nöbeti sırasında dinlenecek zaman ve mekan yaratılmalıdır.
v Ek ders ücretleri günün koşullarına göre uyarlanmalı, her türlü ek ödeme temel ücrete yansıtılmalıdır.
v Diğer meslek gruplarında nöbet hizmeti "Fazla Mesai" olarak kabul görmekte ve bunun için ek bir ücret ödemesi yapılmaktadır. Öğretmenlere nöbet hizmetleri için herhangi bir ek ücret ödemesinin yapılmaması Anayasa`nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırı olduğundan; nöbet hizmeti angarya olmaktan çıkarılıp "fazla mesai" olarak kabul edilmeli ve 4 saat ek ders ücreti ödenmelidir. Ayrıca ek ders ücretleri iki katına çıkarılmalıdır.
Taleplerimiz karşılanmadığı sürece nöbet görevi nedeniyle karşılaşılan sorunlara kalıcı çözüm üretilemeyecek ve yeni, daha yakıcı sorunlarla eğitim emekçileri karşı karşıya bırakılacaktır. Nitekim nöbet konusunda uzun süredir sessizliğini sürdüren bakanlık, Eğitim Sen’in ülke çapında “nöbet tutmama” kararı almasının ardından harekete geçmiş, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, nöbet görevinin ücretlendirilmesi konusunda hazırlık yaptıklarını açıklamıştır. Bakan Avcı’nın açıklamalarına rağmen Eğitim Sen üyelerine nöbet konusunda baskı yapılması kabul edilemez bir uygulamadır.
Milli Eğitim Bakanlığı, iddia ettiği gibi eğitim-öğretimin gerçekten aksamamasını istiyorsa, okullarda, işyerlerinde Eğitim Sen üyeleri ile uğraşmayı bırakıp, yıllardır çözüm bekleyen nöbet sorununa kalıcı çözüm üretmeli, taleplerimiz en kısa sürede karşılanmalıdır. 13.03.2015
Ahmet KARAGÖZ
Adana Şube Başkanı
Taylan KOÇ’un yanındayız!
Akademik Özgürlük Temel İlkedir!
Değerli Basın ve Kamuoyuna;
Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Taylan Koç’u hedef gösteren ve onun nezdinde tüm “istenmeyen zihniyetlerin taşıyıcısı hocalara” yöneltilen tehditlerin takipçisiyiz.
“Makbul zihniyet”i tarif ederek, bu zihniyete tehdit görülen tüm dünyaya bakış biçimlerini mahkûm eden ve akademisyenleri “hedef gösteren” bir iklim, üniversitelerde akademik özgürlüğün en ciddi tehdidi olarak varlığını koruyor.
Taylan Hoca’nın söylediği sözü bizler de aynen kabul ediyor ve o söze katılıyoruz:
“Tüm insanlar, hatta nefes alan tüm canlılar birbiri ile eşittir”
Akademik özgürlük; akademik topluluğun, başkalarının siyasi düşüncelerine, felsefelerine veya epistemolojik inanç ve fikirlerine bağımlı olmaksızın kendi düşünceleri doğrultusunda bilimsel araştırmalarını ve derslerini gerçekleştirebilmeleri demektir.
Irk, dil, din, etnik kimlik, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve diğer kimlikleri ayırdetmeksizin, egemen görüş ve anlayışlardan ya da siyasi iktidarların politikalarından bağımsız düşünmek, düşünceyi ve bilgiyi paylaşmak akademik özgürlüğün temel ilkesidir.
Bu nedenle, akademisyenler eleştirel yaklaşımlarından, görüş ve ifadelerinden dolayı herhangi bir yasal baskı, siyasi baskı ve takibata maruz bırakılamaz. Örtük veya açık korku, baskı, tehdit ve tahakküm biçimlerinin tümü, özgür düşünme ve ifade hakkını gasp eder.
ÇÜ Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Taylan Koç’u hedef alan imzasız bildiri ve açıklamalar, Taylan Hoca ve nezdinde eleştirel düşünen tüm akademisyenlere yönelik tehdit içermekte, zaten sınırlı olan özgür düşünsel iklimi baskılamak üzere “korku” iklimini inşa etmeye çalışmaktadır.
Açıkça vurguluyoruz ki;
Akademisyenlerin ahlaki sorumluluğu; hakikati anlamak, dünyaya ilişkin bir kavrayışa ulaşmak ve insanlara aktarmak üzere düşünmek ve çalışmaktır. Gönüllü ve mutlu köleler yetiştirmek, “makbul zihniyete hizmet etmek” onurlu bir akademik duruşu inkâr etmektir.
Tüm bu tahakküm, baskı ve korku mekanizmalarına rağmen “düşünmek”, “eylemek” ve düşündüklerimizi özgürce paylaşmak “akademinin onuru”dur.
Eleştirel düşünceyi, düşünce ve ifade özgürlüğünü, akademisyenin kişilik haklarını tehdit eden ve tüm bunları tahakküm altına almak üzere korku salan, akademisyenleri itibarsızlaştırmak, yalnızlaştırmak ve toplumsal alanlardan “sürgün” etmek üzere çalışan mekanizmayı görüyoruz ve kınıyoruz.
Bu mekanizmanın her tür tehdidi ve aracı meşru sayarak “mürekkepleri bittiğinde kanlarını” araç edecek kadar “şiddete yatkın” olduğunu görüyoruz.
Böylesi şiddet ve tehditlerle itibarsızlaştırılan, yalnızlaştırılan, sürgün edilen ve öldürülen entelektüellerin yasını tuttuğumuz bir ülkede; tüm sorumluları ve bu tür girişimlere fırsat sağlayanları bir kez daha uyarıyoruz ve hem doğrudan hem dolaylı sorumluların ortaya çıkarılması ve tüm yasal işlemlerin yapılmasının bekliyoruz. Sonuna kadar takipçisi olacağız.
Akademik özgürlükler, insandan toplumdan doğadan yana üniversiteler talebiyle öğrenci ve öğretim elemanlarımızın yanındayız. Yrd. Doç. Dr.Taylan Koç’un yanındayız. 12.03.2015
Görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz…
Kınıyoruz!
Ahmet KARAGÖZ
Şube Başkanı