Eğitim-Sen Adana
In sodales tellus ac erat malesuada ac viverra lectus tempor.
Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu’nun “Eğitim Yöneticileri Belirlenmesinde “Sözlü Sınav” ve “Siyasi Referans” Değil, Liyakat İlkesi Temel Alınmalıdır!” 10 Haziran 2014.
Türkiye`de siyasi iktidarlar yıllardır, eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik görüşleri doğrultusunda düzenlemek ve şekillendirmek için sayısız adım atmış, bu amaçla başvurulan en etkili yöntem ise "siyasal kadrolaşma" olmuştur.
Kamu personel rejiminde köklü değişiklik hazırlıklarının yapıldığı bugünlerde, MEB tarafından yayınlanan "Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmesine İlişkin Yönetmelik" yayınlanmıştır. Eğitim yöneticilerinin görev sürelerini en fazla 8 yıl ile sınırlandıran yönetmeliğin en dikkat çekici yönü, eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde kullanılan değerlendirme yöntemine ilişkindir.
MEB`in eğitim yöneticilerinin demokratik yollarla belirleneceği söyleminin gerçekçi olmadığı yayınlanan yönetmelikle ortaya çıkmıştır. Yeni yönteme göre değerlendirme puanlarının belirlenmesi sürecinde okul müdürlerini doğrudan MEB`de görev alan üst düzey yöneticilerin vereceği puanlarla belirlemesi, başka bir ifade ile tamamen siyasi referans ve siyasal aidiyetlerin belirleyici olması öngörülmüştür. Yeni değerlendirme sistemine göre;
- İlçe Milli Eğitim Müdürü 25 puan,
- İnsan Kaynaklarından Sorumlu Şube Müdürü 20 puan,
- O Eğitim Kurumundan Sorumlu Şube Müdürü 15 puan,
- En Kıdemli ve En Kıdemsiz Öğretmenin puanlarının ortalaması 10 puan,
- Kurulca seçilecek iki öğretmenin puanlarının ortalaması 10 puan,
- Okul aile birliği başkan ve yardımcısının ortalaması 10 puan,
- Öğrenci Meclisi Başkanı 10 puan.
Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmesine İlişkin Yönetmelik`te belirtilen yukarıdaki puanlama MEB`in eğitim yöneticilerini belirlerken işi şansa bırakmak istemediğini göstermekte, eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde tamamı siyasal kadrolardan oluşan üst düzey yöneticilere yüzde 60, sınırlı sayıda okul bileşenlerine ise yüzde 40 puanlama imkanı verilerek, eğitim yöneticisi olarak görevlendirileceklerin 75 puan alması şartı getirilmiş, görev süreleri en fazla 8 yıl ile sınırlandırılmıştır.
Yönetmeliğin asıl dikkat çekici yönü, adaletsiz puanlama sisteminin de önüne geçen eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde mülakat ya da "sözlü sınav" yöntemi üzerinden yeni bir siyasal kadrolaşma hareketinin başlatılacak olmasıdır. Türkiye`de nerede olursa olsun "mülakat" ya da "sözlü sınav" kelimelerinin tek karşılığının "torpil" olduğunu ilkokul çağındaki çocuklar bile bilmektedir.
Geçtiğimiz yıllarda uygulanan ve sayısız adaletsizliklere neden olan sözlü sınav yönteminin eğitim yöneticilerinin görevlendirilmesinde belirleyici olması başlı başına haksız ve adaletsiz bir durumdur. Geçtiğimiz yıllarda çok sayıda Eğitim Sen üyesi yazılı sınavlardan yüksek puanlarla geçtiği halde, sözlü sınavlarda birer birer elenmiş, sendikamızın konu ile ilgili olarak yaptığı başvuru üzerine Danıştay, sözlü sınav uygulaması ile ilgili olarak; "… en uygunun seçilmesi yönünde nesnel ölçüt öngörmeyen, … atamaya yetkili makamın öznel değerlendirme ve mutlak takdirine meydan verecek mahiyet taşıyan, … hukuka ve Danıştay`ın önceki kararlarına da aykırı" vb gerekçelerle, idarenin eğitim yöneticilerini liyakate göre değil, siyasi görüşlerine göre belirlemesini sağlayacak olan uygulamayı iptal etmiştir.
Yüksek yargı kararlarına rağmen MEB`in bakanlık kadrolarını kendi siyasal tutum ve anlayışları doğrultusunda yapılan atamalarla doldurmak için yayınladığı yönetmelikle somut adımlar atması, MEB`de tarihin en kapsamlı tasfiyesi ve ardından siyasal kadrolaşma hareketinin başlayacağını göstermektedir.
Konuyla ilgili olarak, Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun`un iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine CHP tarafından yapılan başvurunun 13 Haziran Cuma gününe kadar sonuçlanmaması durumunda çok sayıda eğitim yöneticisinin görevi sona erecektir. Her ne kadar MEB tarafından çıkarılan yönetmelikle, eski yöneticilerinin yerine yeni atamalar yapılana kadar görevlerini sürdürecekleri ifade edilse de, böylesine büyük bir tasfiye operasyonunun okulların kapanmasının hemen ardından hayata geçirilecek olması MEB`in kadrolaşma konusunda sabırsızlığını görmemiz açısından dikkat çekicidir.
Milli Eğitim Bakanlığı geçmişte çok sayıda haksızlığa neden olan ve yüksek yargı tarafından açık gerekçelerle iptal edilen, eğitim yöneticilerini tamamen siyasallaşmış kadrolardan oluşturma inadından vazgeçmeli, eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde mülakat gibi doğrudan "torpil" çağrıştıran yöntemler asla kullanılmamalıdır.
Eğitim Sen olarak Anayasa Mahkemesi`ne çağrımız, çok geç olmadan siyasi iktidarın eğitim kurumları üzerindeki baskılarını daha da arttıracak ve okulların tamamen siyasal kadrolar tarafından yönetilmesiyle oluşacak olumsuzluklara geçit vermemesidir. Anayasa Mahkemesi, Danıştay`ın bu konuda daha önce vermiş olduğu kararları da göz önünde bulundurarak, ilk adımda yürütmeyi durdurmalı, daha sonra kanunun ilgili maddelerini iptal etmesidir.
Eğitimin bütün kademelerinde yöneticiler belirlenirken, hiç kimse kimlik, mezhep, inanç ya da sendika farklılığı nedeniyle fiilen cezalandırılmamalı, değerlendirme ölçütleri tamamen objektif ve bilimsel kriterlere dayanarak belirlenmeli, eğitim yöneticilerinin belirlenmesi ve değerlendirilmesi sürecinde siyasi referanslar değil, liyakat ilkesi temel alınmalıdır. Eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde hiçbir baskı ve yönlendirmeye izin verilmemeli, her okul kendi yöneticisini, o okuldaki eğitim bileşenlerinin katılacağı demokratik seçimlerle yine kendisi seçmelidir.
Okullarda Yaşanan Şiddet Sonucunda bir Öğretmen Daha Hayatını Kaybetti!
Eğitimde Şiddete Son Verilmeli, Can Güvenliğimiz Sağlanmalıdır!
Yıllardır okullarda yaşanan şiddet olaylarının, kavgaların, çeteleşmenin gittikçe büyüyen bir tehdit haline gelmesi karşısında bugüne kadar gerekli adımları atmayan ve okullarda yaşanan şiddet olaylarına kayıtsız kalanlar, bir öğretmenimizin daha öğrencisi tarafından şiddete uğraması sonucunda hayatını kaybetmesine neden olmuşlardır. Son olarak Kayseri’de, Seyyid Burhaneddin Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’nde müdür yardımcısı olarak görev yapan Mehmet Aktaş, geçtiğimiz haftalarda öğrencisi tarafından uğradığı yumruklu saldırı sonrasında 18 gündür verdiği yaşam mücadelesini kaybetmiştir.
Öğrencilerin okul içinde ve dışında birbirlerini bıçaklamaları ve yaralamaları, bazı velilerin sorun çözmek adına okulu silahla basmaları, şiddet kullanarak öğretmen, öğrenci dövmeleri gibi olayların son yıllarda hızla artması dikkat çekicidir.
Öncelikle kabul etmek gerekir ki, okullarımızın birer şiddet yuvası haline gelmesinde, Milli Eğitim Bakanları üzerinden öğretmenlik mesleğini rencide eden yaklaşım ve açıklamaları ile başta Başbakan olmak üzere, her fırsatta şiddet ve nefret dilini kullanan siyasetçilerin ciddi bir katkısı ve sorumluluğu vardır. Toplum olarak hayatımızın her aşamasında evde, sokakta ve işyerinde sık sık karşı karşıya kaldığımız şiddet olgusu, eğitim yuvaları olan okullarımızı çepeçevre kuşatmış, eğitim emekçilerini şiddetin hedefi haline getirmiştir.
Okullarda yaşanan şiddetin kuşkusuz bazı toplumsal nedenleri vardır. Özellikle son yıllarda toplumdaki gelir adaletsizliğinin ve yoksullaşma oranının artması; kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi, işsizlik olgusu, halkın gelecek kaygısı ve gençler arasında sisteme dönük güvenin aşınması; kültürel yozlaşma ve yabancılaşma; yazılı basının ve görsel medyanın şiddet unsurları içeren programlarındaki artışlar, sadece okulları değil, yaşamın bütün alanlarında yaşanan şiddeti sürekli olarak yeniden üretmektedir.
Okullarda yaşanan şiddetin ve öğretmenlere yönelik saldırıların önlenebilmesi, öncelikle her fırsatta bizleri hedef haline getiren politikalara ve açıklamalara son verilmesinden geçmektedir. Türkiye’nin her yerinde okullarda birbirine benzer şiddet olaylarının yaşanması, şiddetin arkasındaki nedenleri ve yaşanan şiddet olaylarının nasıl engellenebileceğinin ipuçlarını vermektedir.
Bizlere göre çözüm, emekçilerin daha fazla örgütlenerek kendi işyerlerini, yaşam alanlarını dönüştürebilecek güce sahip olmalarından, öğretmen-öğrenci ilişkisinin “satıcı-müşteri” ilişkisinden çıkarılarak demokratik bir içerikte yeniden kurulmasından geçmektedir. Unutulmamalıdır ki, emekçilerin çeşitli baskılarla sindirildiği, iş güvencelerinin elinden alınmak istendiği, eğitim hizmetlerinin “müşteri memnuniyeti” ilkesi çerçevesinde yürütüldüğü bir ülkede bu tür üzücü olayların önüne geçmek mümkün değildir.
Okullarımızda yaşanan şiddetin son bulması için acilen gerekli adımlar atılmalı, hiç kimse şiddetin uygulayıcısı ya da hedefi haline getirilmemelidir. Bu konuda somut ve kalıcı çözümler üretilmesi ve okullarda yaşanan şiddetin önlenmesi için başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, bütün yetkilileri acilen harekete geçmeye çağırıyoruz.
Eğitim Sen olarak eğitim emekçilerine yönelen her türlü şiddeti kınıyor, öğrencisinin saldırısı sonucu yaşamını yitiren Mehmet Aktaş öğretmenimizin ailesine ve çalışma arkadaşlarına başsağlığı diliyoruz.05.06.2014
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
ADANA - Adana’da biraraya gelen TMMOB, KESK, DİSK, Adana Barosu ve Adana Tabip Odası yöneticileri, Gezi olaylarının yıldönümü nedeniyle Atatürk Parkı’nda düzenlenen eyleme yönelik sert polis müdahalesini kınadı.
Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nde bir araya gelen sivil toplum kuruluşları adına sırasıyla birer açıklama yapıldı. KESK Dönem Sözcüsü SES Adana Şube Başkanı Dr. Tekin Müjde, herkesin anayasaya göre izin almadan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğunu vurgulayarak geçtiğimiz cumartesi günü Atatürk Parkı’nda toplanan insanlara hiçbir yasal uyarı yapmadan TOMA’lar ve biber gazıyla müdahale etmenin hiçbir açıklamasının olamayacağını vurguladı. Müjde ayrıca, gazların ve öldürücü etkisi olan diğer silahların kullanılmasının yasaklanması gerektiğini de dile getirdi.
Adana Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. H. Neslihan Önenli Mungan ise geçtiğimiz cumartesi günü yapılan müdahaleleri tiyatroya benzetti. AKP hükümeti tarafından yazılan senaryonun ‘Devlet Terörü’ adıyla sahnelendiğini ileri süren Mungan, ’Yapılan tüm bu haksız muamelelere karşın Adana Tabip Odası Yönetim Kurulu olarak insan ve insan sağlığı, doğa, emek, ülkemiz, demokrasi ve insanlık onuru için mücadeleden asla vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha belirtmek istiyoruz.” dedi.
Adana Baro Başkanı Mengücek Gazi Çıtırık, Gezi olaylarının, 12 yıldır yok sayılan, ötelenen, aşağılanan ve hor görülen toplumun bütün katmanlarının kendi varlıklarını korumak suretiyle ifade edecekleri bir hareketin adı olduğunu ifade etti. Yurttaşın anayasayla ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile yaşam hakkı, düşünce özgürlüğü, toplantı ve gösteri yapma yasal haklarının birer birer yok edildiğini belirten Çıtırık, ’Biz buradan siyasi iktidarı ve başvekili uyarıyoruz. Hukuku içselleştiriniz. Hukuku tanımanın dışına çıkmayınız. İnsanların tahammül sınırlarını zorlamayınız.’’ diye konuştu.
31 Mayıs’ta Meydanlardayız!
Toplanma Yeri : Atatürk Parkı - Saat:18.00
27 Mayıs 2013’te Gezi Parkı’nda yağmaya, talana karşı başlayan nöbet sürüyor…
31 Mayıs’ta 11 yıldır ülkede hüküm süren AKP’nin zulüm ve baskı düzenine karşı gelişen tepki ve itirazlar Türkiye’nin dört bir yanına dalga dalga yayılan halk direnişine dönüştü.
Sokak sokak, mahalle mahalle tüm ülkeye yayılan direniş sadece Gezi Parkı’nı değil, bütün bir ülkeyi sermayenin talanına açan, yıllardır emek ve demokrasi düşmanlığının bayraktarlığını yapan, tüm özgürlük ve demokrasi alanlarını daraltanlara karşı halkın yükselen tepkisinin ifadesi oldu.
Gezi direnişi, AKP’nin sömürü, zorba ve gerici düzeninde sesi ve nefesi zorla kesilen halkın aldığı nefes, haykırdığı sesti. Kadınlara, gençlere ve toplumun tüm ilerici-özgürlükçü değerlerine yönelik yukarıdan aşağı gelişen saldırılara karşı, özgürlüğü hedef alanlara karşı özgür bir ülke ve hayat kurma mücadelesiydi.
Sokaklarda dehşet saçan polis şiddetine ve bu şiddetin emrini verenlere karşı tüm değer ve renklerimizle, yıkılmaz dayanışma duygumuz ve direnme gücümüzle kurulan ve bugün de dimdik ayakta kalan barikattır Gezi. O barikatın ardında AKP faşizmine geçit vermemektir.
Tam 1 yıl oldu…
En ufak itiraza karşı güç kullanmayı alışkanlık haline getiren AKP, polisiyle yaşam alanlarımıza gaz bombaları yağdırıyor, silah kullanıyor, halkın can güvenliği, bizzat kendilerini korumakla görevlendirilenler tarafından tehdit ediliyor.
Demokratik ve meşru talepleri için alanlara çıkan herkes düşman olarak görülüyor, insanların cenazelerini bile istedikleri gibi kaldırmasına izin verilmiyor, Berkin Elvan'ın cenazesine katılan yüzbinler "terörist" olarak niteleniyor.
Okmeydanı'nda bizzat polis şiddetiyle büyütülen olaylar bahane edilerek Aleviler düşman olarak gösterilmeye devam ediliyor. Sokaklarda öldürülmeleri yetmezmiş gibi artık cemevi bahçesinde öldürülüyorlar.
Daha fazla kar için her gün 5-6 işçiye mezar olan azgın sömürü ağı, Soma'da kitlesel katliama ulaşarak bu ülkenin yoksul çocuklarını yerin yüzlerce metre altında ölüme gönderiyor, katillerin yargılanmasını isteyen ölen madencilerin yakınları dahil herkes polisin şiddetine uğruyor. AKP'nin tam desteğini arkasına alan polis hiçbir hukuki kritere bağlı kalmaksızın saldırıyor, dövüyor, gözaltına alıyor ve öldürüyor.
Kendisini son padişah zanneden Başbakan; bir araya geldiğimizde, sesimizi birleştirdiğimizde oluşan gücü ayrıştırıcı nefret söylemleriyle, polis şiddetiyle yıkmak parçalamak istiyor.
Bu Daha Başlangıç!
Güçlü bir akıntıya kürek çekmenin nafile olduğunu, örgütlü bir halkın önünde hiçbir zorbanın ayakta kalamayacağı gerçeğini unutuyorlar!
Tüm ipliği pazara çıkmış bu kirli düzenin kurucuları ve sürdürücüleri, iktidarını ancak zorbalıkla sürdürebileceğini sananlar bu direnişi bastıramayacaklar.
Yaklaşık bir yıldır akıl almaz, vicdana sığmaz polis şiddetine, gözaltılara, tutuklamalara, her türlü baskıya, karalamaya, hukuku askıya alan uygulamalara, yalan ve dolana karşı haklı, meşru ve kararlı mücadelemiz sürüyor.
Biliyoruz, birimiz olmadan eksiğiz…
Biliyoruz, mücadelemizde bir adım daha atmazsak Ethem, Ali İsmail, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni, Hasan Ferit, Ahmet, Abdullah, Mehmet İstif, Fadime Ana, Berkin Elvan, Uğur Kurt, Ayhan Yılmaz ve Soma’da Kaybettiğimiz canların yaktığı gibi daha çok canımız yanacak…
Biliyoruz, hak verilmez alınır. Fıtratı katliamlardan beslenenlere karşı onurlu bir yaşam, üretenlerin birliğinden gelen gücüyle, gençliğin coşkusuyla, kadınların isyanıyla, kültüründen ve kimliğinden ötekileştirilenlerin haklı ve kararlı mücadeleleriyle kazanılır.
İşyerlerinde ve alanlarda eşit, özgür ve demokratik bir ülke mücadelesini yıllardır sürdüren kamu emekçileri olarak bu mücadeleyi tüm Gezi dinamikleriyle büyütme kararlığımızla;
Sevgi ve özlemle andığımız gençlerin umutlarına sahip çıkarak acılarımızı ve öfkelerimizi umudumuza katıyor, şimdi eşit, özgür ve barış içinde bir Türkiye sevdamızla alanlara çıkıyoruz. 31 Mayıs’ta Türkiye’nin dört bir yanında meydanlardayız!
Ellerimizden aldıklarınızın, bizlerden çaldıklarınızın hesabını yeniden kurduklarımızla sormak için meydanlardayız!
Yürütme Kurulu
22 Mayıs 2014 tarihinde, Okmeydanı Cemevi’nin çevresindeki bir protesto gerekçe gösterilerek ibadethanemize polis saldırmış ve o sırada bir cenaze için taziyeye gelen Uğur Kurt adlı yurttaşımız polis kurşunu ile hayatını kaybetmiştir.
Ne yazık ki, geçmişten bugüne Alevilere yönelik toplu kıyımlarda rol alanlar, halkı birbirine karşı kışkırtarak Alevileri yerlerinden yurtlarından etme politikası tarihsel süreklilik içinde devam ettirilmektedir. Aleviler açısından 500 yıl önceki durum ne ise bugün de aynıdır. Geçmişte kıyıma cevaz veren padişahlar, şeyhülislamlar vardı, bugün de ‘ölmüştür, geçmiştir’ diyerek insan ölümlerini hafife alan ‘her ölene tören mi yapılacak’ diyerek cinayetlere tepkili yurttaşlarla adeta alay eden bir başbakan var. “polisler nasıl tahammül ediyor bu denli sabırla davranabiliyor şaşırdım” diyerek polislere ateş emri veriyor adeta.
Şaşırdığımız bir durum yok aslında. Son bir yıl içinde gençlerimiz teker teker Başbakan’ın ‘destan yazıyorlar’ dediği polis tarafından öldürüldü. Başbakan, Alevilere karşı nefret dilini kullandıkça güvenlik kuvvetleri ya da milis güçler cesaret buluyor ve ‘Alisiz Aleviler’ diyerek hedef haline getirilen Alevilere karşı saldırıya geçiyor; Tayyib’in bürokratları ‘ya sessizce yaşayacaksınız ya defolup gideceksiniz’ deme cüretini gösterebiliyor. Yine Başbakan, Almanya’da temel anayasal haklarını elde eden Aleviler üzerinden bir dış tehdit algısı üretmekte, Suriye’de izlediği mezhepçi siyasetle de dış politikasının odak noktasına Alevileri oturtmaktadır. Hükümet, isteyerek, bilerek, kasti olarak Alevileri kriminalize etmektedir.
Biz yine biliyoruz ki, iktidar cemevlerini bir terör merkezi, güvensiz ortamlar gibi göstermek, halkımızı buralardan soğutmak istiyor. Ama nafile… Yüzlerce yıldır kimliğine sahip çıkan Aleviler, kimliklerinden ve cemevlerinden vazgeçmeyecektir. Alevi yoğunluklu Okmeydanı, Gazi Mahallesi, Gülsuyu gibi mahallelerde polisin cinayet işleme konusunda kendini daha cesur hissettiğini gözlemliyoruz ki, bunun nedeni bizzat Başbakan’ın Alevilere karşı geliştirdiği ve gizleme gereği duymadığı ve Türkiye’nin daha önce bir başbakanda hiç görmediği nefret söylemi ve ayrımcı politikalarıdır.
Gezi süreciyle başlayan süreç insanlığa , ortak bir haykırıştır. Gezi başkaldırı sürecinde kaybettiğimiz canların tümünün Alevi olması da bu nefret söyleminin yansımasıdır. Bu katliamlarının arkasında sistemin olduğunu, AKP’nin mezhepçi siyasetinin olduğunu biliyoruz. Onun içindir ki, gençlerimizin katilleri adalet karşısına çıkartılmıyor. Bizler, adalet istiyoruz ve vazgeçmeyeceğiz.
İbadethanemiz olan Cemevlerimize ve canlarımıza yapılan bu saldırıların failleri Aleviler tarafından bilinmektedir. Aleviler bu oyunların ve karanlığın farkındadır. Aleviler bu ülkenin barışı huzuru için vardır. Aleviler eşit yurttaşlık istemektedir. Aleviler ortak vatanda kardeşçe barış içerinde bir arada yaşama koşullarının geliştirilmesini istemektedir.
Devlet-hükümet ise bölücülük, ayrımcılık yapıyor, Erdoğan, çok açık söylüyoruz ki iç çatışma istiyor. Toplumu daha fazla kamplaştırarak buradan tabanını tahkim etmek suretiyle güç devşirmek istiyor. Hükümeti uyarıyoruz! Elinizi Alevilerin üzerinden çekin.Aleviler, demokratlar solcular, vicdan sahibi sünni yurttaşlarımız sizin yaratmak istediğiniz karanlığın farkındadır. Bu karanlığa karşı aydınlıktan yana, laik, çağdaş, evrensel hak ve özgürlükleri savunan tüm kesimlerle el ele omuz omuza olduğumuz bilinmelidir. 25.05.2014
Saygılarımızla
Adana Demokrasi Platformu adına
Mikdat ÖZTÜRK
Alevi Bektaşi Federasyonu
(Bölge Sorumlusu)
ABF-AKD-HBVAKV-PSAKD-KESK-DİSK-TMMOB-TAB. ODASI-İHD-EGİTİM İŞ-AKAD-ASDA-AKYED-KAYDER-ŞAKİRPAŞA CEMEVİ-DERSİM. DER-VARTO. DER-CHP-HDP-BDP-TKP-ANADOLU DER
Soma'da yaşanan elim kazayı protesto etmek için Adana'da Atatürk parkında toplanan Sendika, Sivil Toplum kuruluşları ve siyasi partiler Atatürk parkında toplanan yaklaşık 7000 kişi Atatürk caddesinden İnönü caddesi ve çakmak caddesine kadar yürüyüp çakmak caddesinde TÜRK-İŞ 4 BÖLGE, DİSK BÖLGE, KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU, BİRLEŞİK KAMU İŞ, TMMOB ADANA İKK ve ADANA TABİP ODASI adına basın açıklamasını KESK Adana Şubeler Platformu Dönem sözcüsü Dr. Tekin MÜJDE ve TMMOB İKK Sekreteri Hasan Emir KAVİ ortak yapmışlardır.
KAZA ve KADER DEĞİL KATLİAM! UNUTMAYACAĞIZ, AFFETMEYECEĞİZ!
Yüreğimiz yanıyor! Türkiye işçi sınıf Soma’da yitirdiği arkadaşlarının anısı önünde ayağa kalkıyor.
Sadece işçiler değil tüm Türkiye halkı, onların anısını yaşatmak, yakınlarına başsağlığı dilemek, Soma’nın acısını paylaşmak ve sorumlulardan hesap sormak adına bugün işyerlerinde, sokaklarda, meydanlarda bir araya geliyor.
Soma’da yüzlerce işçinin can verdiği katliam bu ülkede biraz olsun vicdanı olan, bir az olsun onuru olan herkes için bir milat olacaktır. Türkiye işçi sınıfının iş cinayetlerine, güvencesiz çalıştırmaya karşı sabrı kalmamıştır.
Çünkü biz biliyoruz ki bu katliam “kaza” ile olmamıştır. Ve yine çok iyi biliyoruz ki önceki cinayetlerde olduğu gibi işçi kardeşlerimizin ölümü kader değildir. Özelleştirme ve taşeronlaştırma politikalarını hayata geçirenler Soma’da yaşananların başlıca sorumlularıdır.
Yıllarca kamu eliyle üretimin yapıldığı madenler, özel sektöre devredildikten sonra iş kazalarında patlama yaşanmıştır. 2002 yılından 2011 yılına kadar kömür madenlerindeki iş cinayetleri yüzde 40 artmıştır. Bunun nedeni özelleştirmedir, taşeronlaştırmadır, maliyetleri düşürmek için işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin savsaklanmasıdır, TTK bünyesinde çalışan işçi sayısının üçte bir oranında azaltılmasıdır.
Bu dönüşüm sayesinde Soma’da katliamın yaşandığı işletmenin patronun övündüğü rakamlar ortaya çıkmış, kömürün tonunun maliyetini 130 dolardan 23 dolara düşmüştür. Bunun tasarrufun bedeli de yüzlerce işçinin ölümüyle ödenmiştir.
Özelleştirme ve taşeronlaştırma politikaları sonrası Türkiye ölümlü maden kazalarında Avrupa’da birinci sıraya yükselmiştir. Dünyada ise bu alanda ilk üç sırada yer alan Türkiye maalesef bu sene birinciliği kimseye kaptırmayacaktır.
Tüm bu gerçeklere rağmen iktidar partisi Soma’daki iş cinayetlerinin araştırılması için 6 ay önce verilen bir önergeyi ısrarla gündeme almamış, alınca da reddetmiştir. Bu önergeyi 2 hafta önce reddedenler Soma’da ölenler için TBMM’de saygı duruşunda bulunmuşlardır.
Daha da acı tarafı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Soma’yı ziyareti sırasında yazılı olarak herkesin bulabileceği bu önergenin Soma ile ilgili olmadığını söyleyebilmiştir. Bu ülkeyi yöneten bir insanın bu kadar acıdan sonra doğru söylemesini beklemek yurttaşların en temel hakkı değil midir?
Yapılan uyarılara rağmen Soma’da bu tür iş kazalarından kurtarılan işçilerin tedavisine dönük devlet tarafından yapılmış özel bir sağlık birimi kurmayanlar, hastanelerde yanık ünitesi açmayanlar hiçbir sorumluluk duygusu hissetmemektedir?
İş sağlığı ve güvenliği yasasıyla bu alanı da piyasaya devreden, denetimi yapanın işverenden maaş aldığı bir sistem kuran, yine tüm uyarılarımıza rağmen bu alandaki denetim yetkisini bağımsız emek ve meslek örgütlerine vermeyi reddedenler, hiç mi vicdan azabı çekmemektedir.
Görünen o ki vicdan ve sorumluluk gibi paraya çevrilemeyecek duyguların bu ülkeyi yönetenler için bir anlamı kalmamıştır. Bu nedenle sadece üzgün değil öfkeliyiz. AKP iktidarının katliam sonrası yaptığı açıklamaların yaramıza tuz basmaktan farkı yoktur.
Madende çalışan işçi sayısını bilmeyen iktidar sözcülerinin alelacele “işletmede her türlü önlem alınmıştı” diye açıklama yapması öfkemizi büyütmüştür.
15 yaşında çocuğun ölüm haberinin geldiği madenle ilgili "mevzuata aykırı durum” olmadığını açıklayan Çalışma Bakanlığı, basitçe bir “gaf” yapmamış, fiilen o görevin gereğini yapmayacağını ilan etmiştir.
Daha önceki cinayetlerin ardından “Bu mesleğin fıtratında ölüm vardır” diyerek yeni katliamları meşrulaştıran hükümet üyelerine, Soma’da Başbakan da katılmıştır. 19’uncu yüzyıldan, 20’inci yüzyıl başından örnekler veren Başbakan’a 21. Yüzyılda olduğumuzu hatırlatmayı bir borç biliriz. “Hedef 2023” diye yola çıkanların 1862’deki bir kazayı örnek göstererek “Bu işin fıtratında var” demesi ülkemizin içinde bulunduğu tabloyu gayet net özetlemektedir. Bu ülkenin 70 milyon insanı, teknoloji bu kadar gelişirken insana değil ölüme yatırım yapan bir anlayışı hak etmemektedir. .
Soma’da yitirdiğimiz işçilerden bize kalan sadece acı değil böylesi katliamların yaşanmaması için mücadele görevleridir. “Kader”, “fıtrat” diyerek sorumluluklarını unutturmaya çalışanlara ilan ediyoruz ki unutmayacak, güvenceli iş ve insanca yaşam hakkımız için mücadeleyi büyüteceğiz.
Siyasi iktidar sorumluluktan kaçamayacak ve şu taleplerimizi karşılamadığı müddetçe yeni katliamların da sorumluluğunu üstlenecektir:
1. İş cinayetlerinin artışına neden olan taşeron çalıştırma derhal yasaklamalıdır.
2. 2.Özelleştirildikten sonra seri cinayetlerle gündeme gelen tüm madenler derhal yeniden kamulaştırmalıdır.
3. 3.İşçi sağlığı ve iş güvenliğini piyasaya devreden iş güvenliği yasası kaldırılmalı, tüm denetim yetkisi emek ve meslek örgütlerine verilmelidir.
4. 4.Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı derhal istifa etmelidir.
Emek ve Meslek Örgütleri olarak tüm işçi sınıfını, emekçileri ve emek dostlarını, Soma’daki işçi kardeşlerimiz için, güvenceli iş ve insanca yaşam hakkımız için ayağa kalkmaya çağırıyoruz.
Unutmayın ki bugünkü eylemimiz sadece bir başlangıçtır! Yukarıdaki taleplerimizin karşılanması Soma’da yitirdiğimiz işçi kardeşlerimize ve gelecek nesillere borcumuzdur.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur 15.05.2014
TÜRK-İŞ 4 BÖLGE,
DİSK BÖLGE,
KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU,
BİRLEŞİK KAMU İŞ,
TMMOB ADANA İKK,
ADANA TABİP ODASI
Soma’da yaşanan bir kaza değil, açık bir iş cinayetidir!
Bir avuç kömür için bir ömür veren maden işçilerini saygıyla anıyoruz!
Manisa’nın Soma İlçesi linyit kömürü üretimi yapan Soma Holding’e bağlı Soma Kömür A.Ş’ye ait bir ocakta meydana gelen trafosu patlaması sonucunda 200’ü aşkın işçi hayatını kaybetmiş, 100’ü aşkın işçi yaralanmıştır. Soma’da yüzlerce işçinin canına mal olan patlama bir kaza değil, yeterli iş güvenliği tedbiri alınmadığı için göz göre göre gelen bir iş cinayetidir.
12 yıllık AKP iktidarı döneminde iş cinayetlerinde 12 bini aşkın işçi yaşamını yitirmiştir. Soma’da yaşanan katliam, bugüne kadar yaşanan iş cinayetlerinin en son ve en acı halkası olmuştur.
Türkiye’de her yıl maden ocaklarında onlarca işçi iş cinayetine kurban gitmesine rağmen bugüne kadar yaşanan ölümler karşısında hiçbir önlem alınmamış, göstermelik denetimler yapılmış, madenlerdeki çalışma koşulları ile ilgili en temel sorunlar göz ardı edilerek, katliam gibi cinayete resmen davetiye çıkarılmıştır.
Soma’da yaşanan iş cinayetinin temel nedeni, yıllardır bütün itirazlara rağmen ısrarla hayata geçirilen özelleştirme ve taşeron çalıştırma sisteminin resmi devlet politikası haline getirilmesidir. Bugüne kadar yaşanan işçi cinayetlerinde olduğu gibi, son olarak Soma’da meydana gelen katliamın sorumlusu güvencesiz çalıştırmayı yaygınlaştıran, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri almayı maliyet unsuru olarak gören patronlar ve AKP Hükümetidir.
29 Nisan’da üç muhalefet partisi Soma’daki maden ocaklarının araştırılması için ortak önerge vermiş, ancak söz konusu önerge AKP tarafından reddedilmiştir. AKP hükümetinin 2012’de çıkardığı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın kâğıt üzerinde kaldığı, gerekli denetimlerin yapılmadığı, üstelik bu denetimleri yapması gereken hükümetin, madenlerin denetlenmesi ile ilgili önergelerini reddettiği düşünüldüğünde, Soma’da yaşanan cinayetin asıl failinin kim olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Maden işçileri her yıl bir avuç kömür için bir ömür verirken, yaşanan cinayetleri “kader”, ya da “takdir-i ilahi” olarak açıklayıp, ölenlerin ailelerine sadece “rahmet” dilemek, özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamalarında ısrarcı olmak yeni iş cinayetlerinin, yeni katliamların yaşanmasına davetiye çıkarmak anlamına gelmektedir.
Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu olarak Soma’da yaşanan iş cinayetinde yaşamını yitiren işçi kardeşlerimizin ailelerine başsağlığı diliyor, göz göre göre yaşanan bu katliamın bütün sorumlularının hesap vermesini talep ediyoruz.
Soruşturma, Sürgün ve Görevden Alma Girişimleri
Bizleri Haklı Mücadelemizden Yıldırmayacaktır!
Değerli basın ve kamuoyuna
Eğitim Sen ve KESK’e bağlı sendikaların üyeleri, yıllardır sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi sürecinde pek çok kez baskılara, cezalara, soruşturma ve sürgünlere, hatta görevden almalara maruz bırakılmış, siyasi iktidarın yıldırma politikaları ile hizaya getirilmeye çalışılmıştır.
Eğitim Sen üye ve yöneticilerine yönelik olarak, sendikamızın mücadele tarihiyle yaşıt hale gelen baskılar, son yıllarda KESK ve bağlı sendikalara yönelik olarak çeşitli tarihlerde başlatılan yıldırma operasyonları, gözaltı ve tutuklamaların ardından daha da şiddetlenmiştir.
Bu dönemde özellikle Gezi direnişi sürecinde ülke çapında başlatılan “cadı avı”nın bütün hızıyla sürdürülmesi dikkat çekicidir. AKP’nin ideolojik çizgisinde siyasallaşmış idari makamların disiplin soruşturmaları, verdikleri sürgün ve görevden alma kararları bizler için ne ilktir, ne de son olacak gibi görünmektedir.
İlimizde 4-5 ve17 Haziran 2013 tarihlerinde temel taleplerimiz ve gezi direnişine destek amaçlı yapılan iş bırakma eyleminden dolayı yaklaşık 140 üye ve yöneticimize soruşturma açılarak ifadelerine başvurulmuştur. İfadeleri alınan üyelerimize il teftiş kurulu eylemleri sendikal faaliyet kapsamında değerlendirerek ceza vermeyince, Adana Valiliği tarafından teftiş kurulu başkanını görevden alarak soruşturmayı yeniden başlatılmıştır.
Stajer öğretmenliğin 2 yıla çıkarılması ve öğretmenliğe geçiş süresinin sözlü sınava bağlanması, tüm idarecilerin görevden alınıp valiliklerce hiçbir kural olmadan idareci belirleme uygulamalarına karşı 26 Şubat 2014 tarihinde yapılan 1 günlük iş bırakma eylemine katılan üye ve yöneticilerimize Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğünce soruşturma açılmıştır.
Adana’da 2911 toplantı ve gösteri yürüyüşüne muhalefetten Emek ve Meslek örgütlerinin de içinde olduğu 20 arkadaşımıza 10. Asliye ceza mahkemeleri tarafından açılan dava beraat ile sonuçlanmasına rağmen, savcılık karara itiraz ederek yerel mahkemenin almış olduğu kararı Yargıtay’da bozdurmuştur.
Son dönemde gerçekleştirilen operasyonlarla gözaltına alınan ya da tutuklanan sendikamız üye ve yöneticileri yürüttükleri kamu göreviyle ilgili hiçbir suçlama yöneltilmediği halde, haklarında disiplin soruşturmaları başlatılmıştır.
KESK’e bağlı sendikalar içinde en fazla yargılanan üyesi olan Eğitim Sen üyeleri hakkında, değişik illerde eş zamanlı olarak disiplin soruşturması başlatılmış olması dikkat çekicidir. Soruşturma sonucunda bazı illerde ‘uyarma’ veya ‘kınama’ cezaları önerilirken, bazı illerde ‘kademe ilerlemesinin durdurulması’ bazı illerde de ‘devlet memurluğundan çıkarma’ cezası önerilmiştir. Bazı illerde soruşturma sonucunda disiplin cezaları yanında sendika üye ve yöneticilerinin görev yerlerinin de değiştirilmesi, yani sürgün edilmesi önerilmiş ve bazı arkadaşlarımız için sürgün kararları alınmıştır.
En temel sendikal faaliyetlerin bile suç sayıldığı, örgütlenme ve ifade özgürlüğünü önemseyen, savaşlar karşısında barışı savunarak demokratik tepkilerini gösteren üye ve yöneticilerimizin son derece keyfi gerekçelerle sürgün edilmesi, görevden alınmak istenmesi hangi “ileri demokrasi” anlayışına, hangi adalete, hangi hukuka sığmaktadır?
Eğitim Sen üye ve yöneticilerinin hemen her faaliyeti yeni hak ihlalleri ve sürgünlerle sonuçlanmaya başlamış olması dikkat çekicidir. Bu durum, aynı zamanda, AKP hükümetinin önünde diz çökmeyen, ona biat etmeyen KESK ve KESK’e bağlı sendikalara yönelik bir gözdağıdır. Sendikal özgürlükler, demokrasi ve barış mücadelemizi abluka altına alarak bizleri yolumuzdan döndürmek isteyenler, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar başarılı olamayacaklardır.
KESK’e bağlı sendikaların üye ve yöneticilerine karşı uygulanan sürgün ve cezaların son dönemde artmış olması bize göre kesinlikle rastlantı değildir. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde ülkenin dört bir yanında emek ve demokrasi güçlerine karşı gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklamalar ile hukuksuz bir şekilde idari kararlarla gerçekleştirilen sürgün ve cezalandırmaların nedeni bize göre aynıdır.
AKP, her konuda olduğu gibi, demokrasi ve özgürlükler konusunda da sadece kendine demokrat, kendine özgürlükçüdür. Kendisi gibi düşünmeyen, zulme karşı boyun eğmeyen herkes bugün siyasi iktidarın hedefi haline gelmiştir. Böylesine büyük bir abluka ortamında geri adım atmamız, savunduğumuz ilke ve değerlerimizden vazgeçmemiz asla mümkün değildir.
Buradan AKP hükümetine, Milli Eğitim Bakanlığı’na ve siyasi iktidarı temsil eden diğer yetkililere sesleniyoruz: Bizler, bugüne kadar olduğu gibi örgütlü mücadelemiz ile bu kuşatmayı kırmaya kararlıyız. Soruşturma, sürgün ve cezalandırmalara karşı bugüne kadar sürdürdüğümüz örgütsel ve hukuksal mücadelemiz bundan sonra da aynı kararlılıkla sürecektir.
Bugüne kadar mücadelemizi engellemeyi başaramadığınız gibi, bugünden sonra da başaramayacaksınız.10.05.2014
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı