Eğitim-Sen Adana
In sodales tellus ac erat malesuada ac viverra lectus tempor.
Öğretmenler MEB Yasası'nı protesto etti
Adana’da Eğitim-Sen, Eğitim-İş ve Kamu-Sen’e bağlı öğretmenler bir günlük uyarı grevi yaptı. Özlük hakları için grev yapan öğretmenlerin gündeminde 17 Aralık operasyonu ile başlayan süreç vardı.
HABER – SEMA ERDOĞAN
Milli Eğitim Komisyonu’nda kabul edilen ve TBMM Genel Kuruluna gelen Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nı protesto eden eğitimciler İnönü Parkı’nda bir araya geldi. Halaylar çektiler, 17 Aralık operasyonu ile başlayan süreci canlandırdıkları kısa oyunla hicvettiler.
Basın açıklamasının ardından dağılmaları beklenen eğitimciler 5 Ocak Meydanı’na yürümek isteyince hazırlıksız olan polis zor durumda kaldı.
Polisin uyarılarını dikkate almayıp yürümeye başlayan eğitimcilere vatandaşlar da alkışlarıyla destek verdiler. Bu sırada çevik kuvvet bölgeye sevk edilse de konuşlanacak yer bulamadı ve eğitimcilerle birlikte 5 Ocak Meydanı’na kadar yürüdü. Tomalarında sevk edildiği meydanda eğitimcilere 10 dakika süre tanındı. Basın açıklaması yapan eğitimciler polise müdahale imkanı vermeden açıklama yaparak olaysız bir şekilde dağıldı.
Kamu Kaynaklarını Özel Okullara Aktarma Girişimleri ve Eğitim Yöneticilerinin Tasfiye Planı ile Eğitim Sistemi Yeni Bir Kaosun İçine İtiliyor!
Türkiye’de özellikle AKP’nin tek başına iktidar olduğu son 11 yıl içinde genel olarak kamu hizmetlerinde, özel olarak ise en geniş ve yaygın kamu hizmeti olan eğitim alanında hem içerik olarak, hem de örgütsel işleyiş açıdan piyasa merkezli bir “işletmecilik” anlayışı yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bugüne kadar eğitim sisteminde eğitim biliminin en temel ilkeleri ve toplumsal ihtiyaçlar göz ardı edilecek kadar sayısız yasal değişiklik ve fiili uygulamalar hayata geçirilmiş, eğitimin geçmişten birikerek artan en temel sorunları çözülmek bir yana daha da derinleştirilmiştir.
Hükümet tarafından TBMM’ye sunulan “Milli Eğitim Temel Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” eğitimde yıllardır uygulanan piyasa merkezli politikaların ve siyasal kadrolaşma hamlelerinin çok daha ilerisini ifade etmektedir. Tasarı, dershanelerin kapatılması bahanesi üzerinden bir taraftan kamu kaynakları ile özel okulların doğrudan desteklenmesini getirirken, diğer taraftan sayıları 100 bini bulan bütün eğitim yöneticilerine yönelik tarihin en büyük ve en kapsamlı tasfiye planını içermektedir.
AKP hükümeti, bu tasarı ile kamusal eğitim alanını daha da daraltmakta, özel öğretimin doğrudan desteklenmesi doğrultusunda ciddi adımlar atmaktadır. Kamusal eğitime ayrılması gereken kaynakların dershanelerin dönüşümü bahanesiyle özel öğretime aktarılması, özel okulların eğitim içindeki payının arttırılması için sayısız teşvik ve destek getirilmek istenmesi, iktidarın eğitim politikasının merkezinde halkın değil, piyasa güçlerinin olduğunu göstermektedir.
Milli Eğitim Temel Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Neler Getiriyor?
Siyasi iktidar bir taraftan kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak için düzenleme yaparken, aynı taslak içinde MEB Temel Kanunu ve Teşkilat Kanunu’nda yapmak istediği değişikliklerle, kendi döneminde atanan tüm yöneticilere görevden el çektirmekte ve yeni yönetim kadrolarını, kendi siyasi çizgisindeki valiler aracılığıyla bakanlığa bağlı okul ve kurumlarda görevlendirmek için kapsamlı bir değişiklik yapmak istemektedir.
Yıllardır sorunlarla boğuşan eğitim sistemini yap-boz tahtasına çeviren Hükümetin, eğitimde 4+4+4 dayatmasının yasalaşması sürecinde olduğu gibi, eğitimde yaşanan sorunları daha da derinleştirecek olan son hamlesini kabul etmek mümkün değildir. Yıllardır eğitim emekçilerinin, öğrencilerimizin ve velilerin taleplerine kulaklarını tıkayan Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim sistemini yeni bir kaosun içine itmesinin bedelini sadece eğitim emekçileri değil, tüm toplum ödemek zorunda kalacaktır. Bu nedenle, TBMM’ye sunulan kanun taslağına karşı mücadeleyi başta eğitim sendikaları olmak üzere, en geniş toplum kesimleriyle ortaklaştırmak gerektiği açıktır.
Kamu kaynakları özel okullara aktarılamaz
Getirilmek istenen düzenleme ile 1 Eylül 2015 tarihine kadar özel okula dönüşme taahhüdünde bulunan dershanelere Hazine taşınmazları üzerinde eğitim tesisi yapmaları için kamu arazilerini 25 yıllığına bedelsiz kullanma hakkı verilecek. Ayrıca hazine arazisi üzerindeki Milli Eğitim Bakanlığına ait okullar, okulların ek binaları vb on yıla kadar kiraya verilebilecek. Devlete ait arazisi değerli okullar birer birer özel sektöre, vakıflara devredilecek. Örneğin İstanbul’da Başbakan’ın oğlunun kurucuları arasında yer aldığı TURGEV vakfına devlete ait bir okulun kendisi ya da arazisi sembolik bir miktara kiraya verilebilecektir.
Özel ilkokul, özel ortaokul ve özel liselerde öğrenim gören öğrenciler için, resmi okullarda öğrenim gören bir öğrencinin okul türüne göre her kademede okulun öğrenim süresini aşmamak üzere, kamu kaynakları kullanılarak doğrudan eğitim ve öğretim desteği verilecektir. Bu kapsamda eğitim ve öğretim desteğinden 48-66 ay arasında olan çocuklar için de özel okul öncesi eğitim kurumları en fazla bir eğitim öğretim yılı süresince yararlandırılması planlanmaktadır. Bakanlığın amacı, zaten sorunlarla boğuşan kamu eğitimini zayıflatmak ve yurttaşları özel öğretime yönlendirmek için kamu kaynaklarını kullanmaktır.
Yıllardır eğitime ve eğitim yatırımlarına yeterli bütçe, kamu okullarına ödenek ayırman AKP iktidarı bugün özel okul patronları için elinden geleni yapmaktadır. Kamu okullarında kadrolu çoğu taşeron şirket personeli binlerce yardım hizmetli çalıştırılırken, velilerden temizlik, spor vb. adlarla birçok kalemde para toplanıp eğitimin tüm yükü velilerin sırtına yüklenirken, kamusal eğitime ayrılması gereken kaynakların, özel okullara aktarılmak istenmesi büyük bir çelişkidir.
Eğitim Sen neyi savunuyor?
Dershanelerin kapatılması ve özel okula dönüştürülmesi tartışmalarını, yıllardır gördüğümüz gibi, kamusal kaynakların eğitimin ticarileştirilmesi ve her geçen gün daha fazla oranda piyasalaştırılması için özel okullara, dolayısıyla sermayeye aktarılması olarak değerlendiriyoruz. Yapılması gereken, halkın ödediği vergilerden oluşan kamu kaynaklarının kamusal eğitim için kullanılmasıdır.
Kamu kaynakları özel çıkarlar için değil, halkın yararı gözetilerek değerlendirilmeli ve sadece eğitimde değil, bütün hizmet alanlarında kamu harcamaları arttırılmalıdır. Halktan toplanan vergilerin, kamu okulları için harcanmayıp, çeşitli yöntemlerle özel okullara aktarılmak istenmesi kabul edilemez ve karşısında durulması gereken bir durumdur.
Nitelikli bir eğitim sistemi oluşturmak için, tek başına eğitim sisteminin kamusal nitelikli olması ve kamu kaynakları tarafından finanse edilmesi yeterli değildir. Kamu tarafından herkese eşit ve parasız olarak sunulması gereken eğitimin bilimsel ve demokratik bir içerikte olması, kamusal, nitelikli bir eğitim sisteminin oluşturulması açısından zorunludur. Bu anlamda Eğitim Sen’in yıllardır savunduğu ve eğitim hakkının temel ayaklarını oluşturan kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim talebi gerçekleşmediği sürece, eğitimde yaşanan sorunlara kalıcı çözümler üretmek mümkün değildir.
Eğitim yöneticilerinin sözlü sınavla belirlenmesi ve vali tarafından atanması kabul edilemez
Daha önce 652 sayılı MEB Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK ile yapılan değişiklikle, okul ve kurum müdürleri, “yazılı ve/veya sözlü” olarak yapılarak okul veya kurum müdürlüğü sınavında başarılı olmak kaydıyla, hizmet süreleri, “performans” ve “yeterlikleri” dikkate alınarak il milli eğitim müdürünün teklifi üzerine “vali tarafından” atanması öngörülmüştü. Taslaktaki düzenleme ile uygulama hayata geçirilecek. Sözlü ve/veya yazılı sınavla belirlenecek olan eğitim yöneticilerinin valiler tarafından atanmasıyla önümüzdeki dönemde öğretmen alımları ve atamalarının da hükümetin il başkanları gibi çalışan valiler tarafından yapılmasının önü açılacak.
Kanun yürürlüğe girdiği tarihte, 4 yıl ve üzeri sürelerle okul müdür ve yardımcısı orak görev yapanların görevleri “hiçbir işleme gerek kalmaksızın” sona erecek. Görevi sona eren eğitim yöneticileri öğretmen olarak görevlendirilebileceği gibi, görev yeri de değiştirilebilir. Düzenleme ile eğitim yöneticileri atamasında tek kriter hükümetin çizgisinde olmak olacak ve bütün atamalarda “siyasi torpil” temel belirleyici haline gelecek. Bu düzenleme, AKP hükümetinin eğitimde en alt kademeden en üste kadar hiçbir farklı görüşe yer vermek istemediğini, bütün eğitim yöneticilerinin siyasi iktidarın sözünden çıkmayan “siyasi kadrolar” haline getirilmek istendiğini gösteriyor.
MEB bünyesinde İl Müdürü, ilçe müdürü, il müdür yardımcısı, şube müdürü atamalarında kriterlerin yönetmelikle düzenleneceği iddia edilse de, şu anda görevde olan İl Müdürleri görevden alınarak, MEB bünyesindeki “havuza” alınacaklar. Bakanlıktaki grup başkanı, genel müdür, müsteşar yardımcılarının da görevleri kanun yürürlüğe girdiğinde son bulacak ve onlar da “havuza” girerken, yerlerine yeni “siyasi kadrolar” atanacak.
Taslakta ayrıca 1926 yılından bu yana ders kitaplarının eğitim ve öğretime uygun olup olmadığına karar veren Talim Terbiye Kurulu’nun görev tanımı değiştirilmek istenmektedir. Yapılması planlanan değişikliğe göre, eğitim ve öğretim plan ve programları, ders kitapları, yardımcı ders kitapları ve öğretmen kılavuz kitapları başta olmak üzere her türlü eğitim araç ve gerecini eğitim ve öğretime uygunluk bakımından inceleyen Talim ve Terbiye Kurulu bir karar organı olmaktan çıkarılacaktır. Kurul, yalnızca bilimsel danışma ve inceleme organı haline getirilecek.
Eğitim Sen neyi savunuyor?
Eğitim Sen yıllardır eğitimde yaşanan siyasi kadrolaşma girişimlerine dikkat çekerek eğitim yöneticilerinin okullarda ya da işyerlerinde gerçekleştirilecek demokratik seçimlerle belirlenmesini ve yönetici atamalarında liyakat ve yeterlilik kriterlerinin temel alınmasını savunuyor. Milli Eğitim Bakanlığı ise yapmak istediği değişiklikle bakanlık kadrolarını eğitimcilerden çok iktisat, işletme vb gibi alanlardan sağlayarak, her açıdan piyasa merkezli eğitim işletmeciliği anlayışını hayata geçirmeyi planlıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim yöneticiliğini işletmeci bir mantıkla yeniden düzenlemek isterken, geçtiğimiz yıllarda yapılan sınavlarla gelen eğitim yöneticilerinin görevlerine son vererek, yerlerine açıkça torpil anlamına gelen sözlü sınav üzerinden belirlenmesi ve yine siyasi birer aktör olan valiler tarafından atanacak siyasi kadroların göreve getirmek istenmesi kabul edilemez.
Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın (TTKB) yıllarca eğitim üzerinden resmi ideolojinin yeniden üretilmesinde oynadığı rol bilinmektedir. Kurum eğitimin içeriğinin merkezi olarak belirleyen ve resmi ideoloji ile uyumlu bir politika izlemiştir. Bu anlamda TTKB’nin bugüne kadar bilimsel, nitelikli ve özgürlükçü bir eğitim müfredatının oluşturulması önündeki en büyük engel olduğu açıktır. MEB, bir taraftan TTKB’nin yetkilerini daraltırken, daha merkezi ve doğrudan bakan onayına dayalı daha merkezi bir politikayı hayata geçirerek, eğitim sistemi içindeki dayatmacı uygulamalarını sürdüreceğinin sinyallerini vermektedir.
Müfredatların belirlenmesinde sermaye ve iktidar odaklarının siyasal/ekonomik çıkarlarına yönelik düzenlemelere karşı çıkılmalıdır. Bilginin demokratikleştirilmesi, sendikalar, bilim çevreleri ve öğrenci-veli temsilcilerinin müfredat hazırlanmasında katılımının sağlanması sağlanmadıkça gerçek anlamda demokratik bir yapının ortaya çıkması mümkün değildir.
Dershane öğretmenlerinin sorunları çözülmüyor
Dershanelerde çalışan öğretmenler 1 Temmuz 2015 itibariyle 6 yıl bu kurumlarda kesintisiz öğretmenlik yapmışlarsa (prim ödenmişlerse) KPSS şartı olmaksızın sözlü sınav ile “öğretmen kadrolu memur” statüsünde doğrudan kamuya atamaları yapılacak. Bu öğretmenler sağlık hariç hiçbir özür atamasına başvuramayacaklar. Yani 4 yıl boyunca aynı yerde çalışmak zorunda kalacaklar. Eş durumundan yer değiştirme talep edemeyecekler.
Dershanelerdeki eğitim emekçileri iş güvencesi, çalışma koşulları ve ücret güvencesi açısından en olumsuz koşullarda çalışıyorlar. Dershane öğretmenlerinin mesleki ve duygusal tükenmişlik düzeyleri, kamuda çalışan kadrolu öğretmenlere göre daha yüksek. Dershane öğretmenlerinin sözleşmeleri dönemsel yapılıyor ve bu nedenle dershane öğretmenleri yılın belli aylarında işsizlik sorunu ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu alanlarda çalışan öğretmenlerin büyük bölümünün ataması yapılmayan öğretmenlerden oluşuyor.
Milli Eğitim Bakanlığının çözüm olarak sunduğu 6 yıl dershane öğretmenliği yapmış olanların sözlü sınavla kamuya alınması sorunu çözmekten uzak bir yaklaşım. 52 bin dershane öğretmeni içinde bu koşulları taşıyanların sayısı 10 bini geçmiyor. Geriye kalan 40 bini aşkın öğretmen ve 50 binden fazla dershanede çalışan emekçi hükümetin plansız uygulamaları nedeniyle işsiz kalma riskiyle karşı karşıya bırakılıyor.
AKP hükümeti ve Milli Eğitim Bakanlığı, ne dershanelerde güvencesiz ve kölelik koşullarında çalışan öğretmenlerin sorunlarını, ne de dershaneleri yaratan sınav ve piyasa merkezli eğitimi ortadan kaldırmak niyetindedir. İktidar bir taraftan eğitimdeki piyasa ilişkilerini derinleştirirken bir taraftan da dershanelerde çalışan binlerce eğitim emekçisini işsizliğe ya da daha güvencesiz koşullarda çalışmaya mahkum etmektedir.
Eğitim Sen neyi savunuyor?
Dershanelerin kapatılarak özel okullara dönüştürülmesi girişimi eğitim sistemini sınav odaklı hale getiren nedenleri ortadan kaldırmaktan uzaktır. Yapılmak istenen değişiklik ile dershanelerde çalışan öğretmenlerin ve diğer çalışanların yaşayacağı mağduriyet çözülmediği gibi, “sözlü sınav” ile kamuya geçiş tartışmaları 300 bini aşkın işsiz öğretmenin bulunduğu bir ülkede adaletli değildir.
Dershanelerde sigortasız çalıştırılan çok sayıda öğretmen bulunmaktadır ve öğretmenlerin çoğunun sigortası da eksik yatırılmaktadır. Ücretli öğretmenlik uygulaması gibi güvencesiz istihdam biçimleri sürdürülürken, dershane öğretmenlerine sözlü sınav gibi her türlü istismara açık bir uygulama ile öğretmenliğe geçme imkânı tanınması yeni tartışmaları ve haksızlıkları beraberinde getirecektir.
Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen istihdamı konusunda bugüne kadar benimsediği bütün politika ve uygulamalardan derhal vazgeçmeli, öğretmen yetiştirme ve istihdamı konusunda sendikalarla bir araya gelerek ataması yapılmayan öğretmenler ve güvencesiz çalışan öğretmenlerin sorunlarının kalıcı olarak çözülmesi için ortak politikalar geliştirmeli, eğitim fakültelerinden mezun olan tüm öğretmenler koşulsuz, şartsız, sınavsız, mülakatsız kadrolu atanmalı, herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.
Aday öğretmenlere sınavın arkasında iş güvencemizi tamamen kaldırmak hedefi var
Aday öğretmenler bir yıl fiilen çalıştıktan sonra performans değerlendirmesinde başarılı olmak ve disiplin cezası almamak koşuluyla asaleten atanmak için yazılı veya sözlü sınava girmek zorunda kalacak. İlk sınavda başarılı olamayanlar başka bir il ya da ilçeye sürgün edilecekler ve ikinci sınavda da başarılı olamazlarsa memuriyetle ilişikleri kesilecek.
İlk bakışta, bu düzenlemenin sadece aday öğretmenlere özgü olduğu düşünülse de, düzenlemenin Milli Eğitim Bakanlığı’nın Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi’ne uygun bir şekilde yapıldığı anlaşılmaktadır. MEB, “Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi” ile öğretmen yetiştirme sistemi ve öğretmen istihdamı günümüzün piyasa değerleri olan “rekabet”, “verimlilik”, “kariyer”, “performans”, “stratejik hedefler” vb gibi kavramlar üzerinden şekillendirmek istemekte, ilk adımı aday öğretmenlerin asli kadrolara atanması aşamasında uygulamak istemektedir. Bu uygulamanın bir sonraki adımı önce eğitim yöneticilerinin, ardından tüm eğitim emekçilerinin iş güvencelerinin kaldırılması ve eğitimde sözleşmeli istihdamın hızla yaygınlaşmasıdır.
Eğitim Sen neyi savunuyor?
Bu düzenleme ile aday öğretmenlerin asil kadrolara geçişi zorlaştırılmaktadır. Öğretmenliğin daha nitelikli bir hale getirileceği gerekçesi ile yapılan bu düzenleme ile öğretmenlikte niteliğin sadece sınav başarısına indirgenmesi kabul edilemez. Mevcut uygulamada KPSS, KPSS Eğitim Bilimleri ve KPSS Alan sınavı olmak üzere üç sınavı geçmek zorunda olan öğretmen adaylarının atandıktan sonraki ilk yıl asli kadroya geçiş yapabilmeleri için bir sınav zorunluluğunun daha getirilmesi doğru değildir. Öğretmenlikte niteliği artırmak eleme sınavları ile değil, daha bütüncül politikalarla mümkündür.
Öğretmenlik mesleği AKP iktidarı tarafından tamamen sınava dayalı teknik bir meslek haline dönüştürülmüştür. Adaylıktan asil kadroya geçiş koşulu sınav odaklı değil uygulama ve süreç odaklı olmak zorundadır. Eğitimde her türlü güvencesiz istihdam (ücretli, vekil, taşeron, geçici, 4-c, 50-d vb) uygulamasına derhal son verilmelidir.
Kamu Kaynaklarının Talanına ve Eğitim Sisteminin Siyasi Kadrolarla
Yönetilmesine izin vermeyelim!
Sonuç olarak yasa taslağı ile eğitimde yaşanan “piyasa merkezli” ve “siyasal kadrolaşmaya” dayalı dönüşümün son halkalarından birisi daha tamamlanmak istenmektedir. Bir taraftan dershanelerin özel okula dönüştürülmesi için gerekli altyapı çalışmaları sürdürülürken, diğer taraftan baştan sona değiştirilerek olan eğitim yöneticilerinin tıpkı bir şirket yöneticisi gibi belirlenmesi ve çalıştırılmalarının eğitimde yaşanan ticarileştirme ve fiili özelleştirme uygulamalarını arttırması kaçınılmazdır.
AKP hükümetinin geçtiğimiz 12 yıl içinde eğitim sistemi üzerinden hayata geçirdiği bütün icraatlarında olduğu gibi, yine kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak için düzenlemeler yaptığı, sadece bununla yetinmeyip bütün bakanlık teşkilatını tasfiye ederek, piyasacı eğitim politikalarına uygun olarak yeni bir siyasal kadrolaşma operasyonu başlattığını söylemek mümkündür.
Şube Yürütme Kurulu adına
Kamuran KARACA
Şube
21 Şubat Dünya Anadili Günü Kutlu Olsun!
Dilsiz Yaşam Olmaz
Bézimanjîyannabe
Bêzonêdayîkcunêbeno
Leythayodloleshono
مابتصيرحياةبلالللغة
Мотботушвахлурватс
21 Şubat Dünya Anadili Günü Kutlu Olsun!
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Kurulu, 1999 yılında aldığı bir kararla 21 Şubat gününü, “Uluslararası Anadili Günü” olarak kabul etmiş ve ilk kez 2000 yılında, kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla “Dünya Anadili Günü” kutlanmaya başlanmıştır.
UNESCO verilerine göre dünya üzerinde 2 bin 500 dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayken, Türkiye’de yok olma riski olan anadili sayısı 18’i bulmaktadır. UNESCO tarafından yüz yıl içinde bir dili konuşacak çocuk kalmayacak durumda ise o dil tehlikede, bir dili konuşan hiç çocuk kalmamışsa o dil “ölü” kabul edilmektedir.
Etnik ve ulus düzeyinde toplulukların bütün ilişki ve etkinliklerinde, günlük yaşamlarında kullandıkları ve anlaştıkları dil, o topluluğun anadilidir. Daha geniş bir tanımla, bir insanın hiçbir eğitime tabi tutulmaksızın ailesi, çevresi ve toplumu aracılığı ile öğrendiği dil, anadili olarak tanımlanmaktadır. Her insanın anadili, et ve tırnak gibi onun ayrılmaz bir parçası olduğu halde, Türkiye’de anadilinde eğitim tartışmalarında bilimsel ve pedagojik gerçekler bilinçli olarak geri plâna itilmeye çalışılmaktadır.
Bir ülke için önemli olan, ekonomik ve toplumsal başarı sağlamak kadar, dilsel ve kültürel zenginliklerin nesilden nesile aktarılmasının imkânlarını yaratmaktır. Ancak bu başarıldığı zaman gerçek anlamda toplumsal ve kültürel gelişme, ilerleme sağlanabilir. Tarih boyunca bütün egemen sınıflar, farklı kimlik ve anadillere sahip halkların toplumsal değişim ve ilerleme içindeki rollerini engelleyebilmek için dünyanın birçok yerinde ilk olarak eğitim olgusuna el atmış, kültürel zenginlikleri talan etmiş, “resmi dil”in dışında kalan dillerle eğitimi hatta dönem dönem konuşmayı bile yasaklayarak, farklı dil ve kültürlere yönelik asimilasyon politikalarını hayata geçirmiştir.
Bireylerin anadilleri dışında sonradan öğrenilen ikinci, üçüncü diller o dillerle iletişim kurmayı sağlasa bile, asla insanın kendi anadili gibi olamamaktadır. Her bireyin kendi anadilinde eğitim alması en temel insan haklarından biri olduğu gibi, aynı zamanda eğitim bilimlerinin temel ilkesi olan anadilinde eğitim hakkının engellenmesi, günümüzde en büyük insan hakkı ihlallerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
Anadilin kullanımının engellenmesi ilgili toplumun bütün bireylerini değişik boyutta etkilese de, tartışmasız en fazla çevresi ile iletişimini anadili ile sağlayan çocukları etkilemektedir. Bu yıl dünya çapında 14. kez kutlanan Dünya Anadili Gününü, ülkemizde anadili Türkçeden farklı (Kürtçe, Arapça, Lazca, Çerkezce, Zazacavb) olan milyonlarca çocuğun kendi anadillerinden koparılmadığı bir ortamda öğrenmeleri en temel haklarıdır.
Eğitim biliminin temel ilkesini oluşturan “Anadilinde eğitim” taleplerinin kaba milliyetçi, ırkçı, şoven duygu ve tepkilerle karşılandığı bir ortamda, Türkçe dışındaki anadillerinin varlığına ve öğrenilmesine karşı çıkmak, bir yönüyle eğitim biliminin en temel ilkesine karşı çıkmak anlamına gelmektedir. Anadilinin önemi ve gerekliliğinin yanı sıra, sosyal, toplumsal, pedagojik ve insanı boyutu yeterince tartışılmadığı ve yeterince bilince çıkmadığı sürece Dünya Anadili Günü’nün anlamını ve önemini anlamak mümkün olmayacaktır.
Türkiye, dünyada çocuklarına bayram armağan eden tek ülke olmakla övünürken, milyonlarca çocuğun kendi anadili ile eğitim görmesine “ülke bölünür” paranoyası ile yaklaşacak kadar “çağ dışı” ve bilim karşıtı düşüncelerin hala ileri sürülebilmesi, hatta anadilinde eğitim taleplerinin “suç” olarak görülmesi Türkiye açısından büyük bir utanç kaynağıdır.
21 Şubat Dünya Anadili Günü’nde, eğitim sistemi açısından milyonlarca çocuğun anadilini kullanamadığı, anadilinde eğitim göremediği için yaşadığı psikolojik travma ve mağduriyetin bu konuda somut politikalar geliştirilerek giderilmesi gerekmektedir. Kamusal, demokratik, bilimsel, ve laik eğitimin ayrılmaz bir parçası olan farklı anadiller üzerindeki sınırlamalara artık son verilmeli, her bireyin küçük yaşlardan itibaren kendi anadilini öğrenmesi ve eğitim almasının önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.
Eğitim Sen olarak, 21 Şubat Dünya Anadili Günü’nü kutluyor, farklı anadiller ve kültürlerin özgürce yaşaması ve gelişmesinin önündeki bütün yasal ve fiili engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz.
Şube Yürütme Kurulu Adına
Yalçın ALÇİÇEK
Şube Sekreteri
Çalışatayımıza katılan tüm eğitim emekçisi kadınlara Şube Kadın Komisyonu ve Şube yürütme kurulu olarak teşekkür ederiz.
13 Şubat 2014 tarihinde görüşülmeye başlanılan ve kamuoyunda torba yasa olarak bilinen kanun tasarısı, eğitim alanı için de yeni tahribatlar yaratacak birçok başlığı içeriyor.
Türkiye`de özellikle AKP’nin tek başına iktidar olduğu son 12 yıl içinde genel olarak kamunun, özel olarak ise en geniş ve yaygın kamu hizmeti olan eğitimin hem işlevsel, hem de örgütsel açıdan piyasa merkezli bir "işletmecilik" mantığıyla sürekli olarak dönüşüme tabi tutulduğu bilinmektedir. Bugüne kadar eğitim sisteminin bütün alanlarında, eğitimin içeriğinden eğitim yönetimine kadar sayısız değişiklikler yapılmış, eğitim biliminin en temel ilkeleri ve sistemin acil ihtiyaçları göz ardı edilerek, eğitimin sorunları çözülmek bir yana daha da derinleştirilmiştir.
AKP hükümeti, dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi ve kamu kaynaklarının özel okullara aktarılması tartışmaları bahane ederek, eğitimde tarihinin en büyük ve en kapsamlı tasfiye operasyonu için düğmeye basmıştır. 6 Şubat Perşembe günü TBMM`ye sunulan ve dün itibari ile görüşülmeye başlanan "Milli Eğitim Temel Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" eğitimde yıllardır uygulanan piyasa merkezli politikaların ve siyasal kadrolaşma hamlelerinin çok daha ilerisini ifade etmektedir.
AKP hükümeti, bu tasarı ile kamusal eğitim alanını daha da daraltmakta, özel öğretimin doğrudan desteklenmesi eğitimin özelleştirilmesine yönelik ciddi adımlar atmaktadır. Kamusal eğitime ayrılması gereken kaynakların bu sefer dershanelerin dönüşümü bahanesiyle özel öğretime aktarılması, özel okulların eğitim içindeki payının arttırılması için sayısız teşvik ve destek getirilmek istenmesi, iktidarın eğitim politikasının merkezinde halkın değil, piyasa güçlerinin olduğunu göstermektedir.
AKP iktidarı, geçtiğimiz 12 yıl boyunca defalarca yaptığı gibi, MEB teşkilatını kendi siyasal-ideolojik hedeflerine paralel olarak yeniden biçimlendirmekte, kendi çizgisinde olmayan tek bir kişinin bile bakanlık bünyesinde eğitim yöneticisi olmaması için tarihin en büyük tasfiye adımlarını atmaktadır. Siyasi iktidar, kendi döneminde atanan tüm yöneticilere görevden el çektirmekte ve yeni yönetim kadrolarını, kendi siyasi çizgisindeki valiler aracılığıyla bakanlığa bağlı okul ve kurumlarda görevlendirmek için kapsamlı bir değişiklik yapmak istemektedir.
Aday öğretmenler için yeni sınav getirilmesi kabul edilemez
Taslağın getirdiği en önemli ve dikkat çekici değişiklerden birisi, 5. maddede ifade edilen aday öğretmenlerin en az bir yıl fiilen çalışması, adaylık döneminde herhangi bir disiplin cezası almamış olması ve performans değerlendirmesine göre başarılı olmak şartlarını sağlamak kaydıyla, yapılacak yazılı ve/veya sözlü sınava girmeye hak kazanacağının belirtilmesidir. Sınavda başarılı olanların öğretmen olarak atanacağı öngörülmüştür. Sınavda başarılı olamayanların bir başka il veya ilçede görevlendirileceği, bu kişilere bir yıl içinde tekrar sınava girme hakkı tanınacağı ve sınava girmeye hak kazanamayanlar ile üst üste iki defa sınavda başarılı olamayanlar aday öğretmenlerin unvanlarını kaybederek memuriyetle ilişiklerin kesileceği ifade edilmektedir.
Bu düzenleme ile aday öğretmenlerin asil kadrolara geçişi zorlaştırılmaktadır. Öğretmenliğin daha nitelikli bir hale getirileceği gerekçesi ile yapılan bu düzenleme ile öğretmenlikte niteliğin sadece sınav başarısına indirgenmesi kabul edilemez. Mevcut uygulamada KPSS, KPSS Eğitim Bilimleri ve KPSS Alan sınavı olmak üzere üç sınavı geçmek zorunda olan öğretmen adaylarının atandıktan sonraki ilk yıl asli kadroya geçiş yapabilmeleri için bir sınav zorunluluğunun daha getirilmesi doğru değildir. Öğretmenlikte niteliği artırmak eleme sınavları ile değil, daha bütüncül politikalarla mümkündür.
Öğretmenlik mesleği AKP iktidarı tarafından tamamen sınava dayalı teknik bir meslek haline dönüştürülmüştür. Adaylıktan asil kadroya geçiş koşulu sınav odaklı değil uygulama ve süreç odaklı olmak zorundadır.
Dershanelerin dönüşümü bahanesiyle kamu kaynakları özel okullara aktarılacaktır
Eğitim Sen, dershanelerin kapatılması ve özel okula dönüştürülmesi tartışmalarını, yıllardır gördüğümüz gibi, kamusal kaynakların eğitimin ticarileştirilmesi ve her geçen gün daha fazla oranda piyasalaştırılması için özel sermaye kesimlerine aktarılması olarak değerlendirmektedir. Taslakta öngörülen değişiklikler bu düşüncemizi doğrular niteliktedir.
Yapılmak istenen düzenleme ile 1/9/2015 tarihine kadar özel okula dönüşüm taahhüdünde bulunan dershanelere Hazine taşınmazları üzerinde eğitim tesisi yapılması amacıyla 25 yıllığına bedelsiz kullanma hakkı vermektedir. Ayrıca hazine arazisi üzerindeki Milli Eğitim Bakanlığına tahsis edilmiş taşınmazların (okullar, okulların ek binaları vb) on yıla kadar kiraya verilmesi öngörülmektedir. Bunun anlamı kamuya ait arazisi değerli okulların eğitim hizmeti dışında kullanılmasına olanak tanınması, kamuya ait taşınmazların ticari bir mantıkla değerlendirilmesidir.
Eğitim yöneticilerinin valiler tarafından atanması, bütün eğitim yöneticilerinin siyasi iktidara yakın isimlerden oluşması anlamına gelmektedir
Daha önce 652 sayılı KHK ile yapılan değişiklikle, okul ve kurum müdürleri, yazılı ve/veya sözlü olarak yapılarak okul veya kurum müdürlüğü sınavında başarılı olmak kaydıyla, hizmet süreleri, "performans" ve "yeterlikleri" dikkate alınarak il milli eğitim müdürünün teklifi üzerine "vali tarafından" atanması öngörülmüştür. Eğitim yöneticilerinin valiler tarafından atanmaya başlaması, önümüzdeki dönemde öğretmen alımlarının da hükümetin il başkanları gibi çalışan valiler tarafından yapılmasına zemin oluşturmaktadır.
Taslakta Okul ve Kurum Müdürü, Müdür Başyardımcısı ve Yardımcısı olarak görev yapan eğitim yöneticilerinin görev süresi dört yıl ve daha fazla olanların görevi, 2013-2014 eğitim öğretim yılının bitimi itibariyle başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erdirilmekte, tek bir yasa maddesi ile tarihin en büyük görevden alma operasyonu gerçekleştirilmektedir. Yine benzer bir şekilde 81 ilin milli eğitim müdürlerinin görevleri ‘kanun yürürlüğe girdiği tarihte` sona erecektir. Okul müdürü ve müdür yardımcısı atama yetkisinin doğrudan valiliklere bağlanması ile birlikte düşünüldüğünde, AKP hükümetinin eğitimde en alt kademeden en üste kadar hiçbir farklı görüşe yer vermek istemediğini, bütün eğitim yöneticilerinin siyasi iktidarın sözünden çıkmayan "siyasi kadrolar" haline getirilmek istendiğini göstermektedir.
Dershanelerde çalışan öğretmenler mağdur edilecek, sözlü sınav ile öğretmenliğe geçiş yeni tartışmaları beraberinde getirecektir
Devletin elinde, derslik ve okul yapacak kaynaklar varken bunları özel okullara destek amacıyla seferber etmek istemesi, eğitimin açık bir şekilde özelleştirilmesini teşvik ettiği kadar, özel okullarda esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma koşulları ile karşı karşıya kalan eğitim emekçileri açısından ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. Bugün dershanelerde çalışan ve çoğu güvencesiz olan öğretmenlerin sayısı 52 bindir. Getirilen düzenleme dershane öğretmenlerinin sorunlarına çözüm üretmemektedir. Özel okullarda ve dershanelerdeki eğitim emekçileri iş güvencesi, çalışma koşulları ve ücret güvencesi açısından en olumsuz koşullarda çalışmaktadır. Özel okul ve dershane öğretmenlerinin mesleki ve duygusal tükenmişlik düzeyleri, kamuda çalışan kadrolu öğretmenlerle kıyaslanmayacak kadar yüksektir. Dershane öğretmenlerinin sözleşmeleri 1 yıldan az süreli yapılmakta ve yılın belli aylarında işsizlik sorunu ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
Taslakta dershaneler ile öğrenci etüt eğitim merkezleri işyerlerinde öğretmen olarak çalışmakta olan öğretmenlerden 1 Temmuz 2015 tarihi itibarıyla en az altı yılını dolduranların "sözlü sınav" ile MEB`e bağlı kurumlarda uygun kadrolara atanması öngörülmektedir. Bu değişiklik her açından eksiktir ve dershane öğretmenlerinin mağduriyetini karşılamadığı gibi, ataması yapılmayan 300 bini aşkın işsiz öğretmen açısından da sıkıntılıdır.
Dershanelerde sigortasız çalıştırılan çok sayıda öğretmen bulunmaktadır ve sigortalı öğretmenlerin çoğunun sigortası eksik yatırılmaktadır. Ücretli öğretmenlik uygulaması gibi güvencesiz istihdam biçimleri sürdürülürken, dershane öğretmenlerine sözlü sınav gibi her türlü istismara açık bir uygulama ile öğretmenliğe geçme imkânı tanınması yeni tartışmaları ve haksızlıkları beraberinde getirecektir. Sonuç olarak yasa taslağı ile eğitimde yaşanan piyasa merkezli dönüşümün son halkalarından birisi daha tamamlanmak istenmektedir. Bir taraftan dershanelerin özel okula dönüştürülmesi için gerekli altyapı çalışmaları sürdürülürken, diğer taraftan baştan sona değiştirilerek olan eğitim yöneticilerinin tıpkı bir şirket yöneticisi gibi çalışmaları kaçınılmazdır. Bugüne kadar Milli Eğitim Bakanlığında, "süreçlere odaklı" kamu yönetimi anlayışından "sonuçlara odaklanan" kamu işletmeciliği anlayışına uygun değişiklikler yapılmıştır.
AKP hükümetinin geçtiğimiz 12 yıl içinde eğitim sistemi üzerinden hayata geçirdiği bütün icraatlarında olduğu gibi, yine kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak için düzenlemeler yaptığı, sadece bununla yetinmeyip bütün bakanlık teşkilatını tasfiye ederek, piyasacı eğitim politikalarına uygun olarak yeni bir siyasal kadrolaşma operasyonu başlattığını söylemek mümkündür.
Eğitim Sen taslağın TBMM`de görüşülmesi aşamasında gündeme gelecek olan her konu başlığı ile ilgili olarak gerekli girişimlerde bulunacak ve siyasi iktidarın dayatmacı uygulamalarına karşı hukuksal ve örgütsel girişimlerini sürdürecektir.14.02.2014
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
ANGARYA ÇALIŞMAYA HAYIR
Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğünün İZLEME ve DEĞERLENDİRME Projesi hazırlamıştır.
Bu Proje çerçevesinde 2013 - 2014 yılında Eğitim Öğretim yılında Eğitim emekçilerinden form doldurmaları istenmektedir. Bu çalışmalar görev tanımı kapsamında bulunmamaktadır. Angarya kabul edilmektedir.
Eğitim emekçilerinin bu çalışmalara katılmamaları konusunda Şube Yürütme Kurulumuz almış olduğu karar ve dilekçe örneği ekte sunulmuştur.
Yolsuzluk, Yoksulluk, Zulüm Düzeninden Hesap Sormak İçin
11 OCAK’ TA ANKARA’ DA BULUŞALIM
On bir yılda iktidarda bulunan AKP-Cemaat koalisyonu çatırdadı; rüşvet, yolsuzluk, aşırma, yiyicilik düzeninin pislikleri etrafa yayıldı. Ortalık bozulunca birbirlerinin pis işlerini teker teker belgeleriyle ortaya koymaya başladılar.
Ağızlarını her açtıklarında “Allah, Peygamber, din, iman” sözleri dökülenlerin nasıl da dünya malına tamah ettikleri, nasıl da lüks ve şatafat düşkünü oldukları, nasıl da paraya taptıkları bir bir ortaya dökülüyor.
Yıllardır bu ülkenin emek ve demokrasi güçlerince karşı çıkılan yolsuzlukları, rüşveti ve kirlenmişliği artık gizleyemiyorlar. Her yerden pislik kokuları yükseliyor!
Her iki tarafın birbiriyle ilgili iddialarını birer itiraf olarak kabul etmiyoruz. Biliyoruz ki her ikisi de masum değil. Yolsuzluğun, yoksulluğun, zulüm düzeninin sorumlusu olduklarını biliyoruz.
AKP çatısı altında örgütlenen egemen güçler, 11 yıldır daha fazla yoksulluğun, sömürünün, baskının ve gericiliğin rejimini inşa ettiler. Bu rejimde emek yok, barış yok, demokrasi yok, adalet yok, özgürlük hiç yok!
Emekçiler için en kötü koşullarda aşırı çalıştırma, güvencesizlik ve taşeronlaştırılma, gerek kamuda gerekse özel sektörde alabildiğine yaygınlaştırıldı. Türkiye Cumhuriyeti, Taşeron Cumhuriyeti’ ne dönüştü.
Çocuk işçiler arttı, iş cinayetleriyle işyeri mezarlığına dönüştü.
Türkiye işçi sınıfının en önemli kazanımları ellerinden alındı, şimdi bu kazanımlardan biri olan Kıdem Tazminatına göz dikiliyor.
Grev hakkı tanınmayan kamu emekçileri, yandaş “sendika” yla “toplu sözleşme” adı altında yapılan “toplu satış” la yoksulluk sınırlarının altında ücretlere mahkum edildi. Emekliler açlık sınırında ölüme terk edildi.
Tüm bunların yanında gözü kardan, ranttan, paradan başka bir şey görmeyen bu zihniyet, ormanlarımızı, dağlarımızı, nehirlerimizi, kentlerimizi yağmalıyor, yaşam alanlarımızı yok ediyor.
Ortadoğu halklarını kuşatan kanlı savaşta bölgesel bir güç olmaya heves eden AKP iktidarı, ülkemizi karanlık bir tarihin işbirlikçisine, emperyalizmin askeri üssüne dönüştürdü.
Türkiye’ nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun demokratik çözümü ve halkların bir arada barış içinde özgürce yaşama talebi yükselirken; AKP bu talepleri karşılamak yerine barış ve diyalog zeminini baltalıyor. Halkların özgürlük, barış ve demokrasi taleplerinin üzerine Lice’ de ve Yüksekova’ da olduğu gibi kurşun sıkıldı.
Katliam geleneğini devam ettiren ve ülke tarihinin en mezhepçi iktidarı olan AKP, hem içerde hem de dışarıda mezhepçilikte sınır tanımadı. Farklı din, kültür, kimlik ve inançlara yönelik nefret tohumlarını toplumsal hayatımızın içinde büyütmeye devam etti. AKP’ nin dinci gerici muhafazakar dünya görüşü Alevi yurttaşlarımız üzerindeki tehdidi büyüttü, Alevi yurttaşlara yönelik saldırılar arttı. Cemevleri “terör yuvası”, Gezi Direnişi “Alevi ayaklanması” ilan edildi.
Kadın-erkek eşitsizliğini reddeden AKP iktidarı döneminde kadınların kaç çocuk doğuracağından ne giyeceğine Başbakan kendi belirlemeye kalktı. Kadına aile dışında yaşam hakkı tanınmadı, kadın cinayetleri çığ gibi büyüdü. Esnek ve güvencesiz düzenden en fazla etkilenen kadın emeği üzerindeki sömürü kat be kat arttı.
Cemaat ve tarikatların denetimindeki AKP, devleti ve toplumu dini referanslarla yönetmeye kalktı, toplumsal yaşama müdahaleyi yaşam tarzlarını hedef alarak genişletti. Kendisi gibi olmayan herkesi “günahkar”, “kafir”, “marjinal”, “çapulcu” ilan etti. Bu gerici zihniyet “kızlı, erkekli” bir arada olmayı yasakladı, gündelik hayatı dini referanslarla düzenlemeye çalıştı.
AKP’ nin baskı politikalarından sendikalar, meslek örgütleri de payını aldı. KESK’ in sendikal faaliyetlerinden dolayı 47 yönetici ve üyesi hala tutuklu. TMMOB’ ye bağlı 11 odanın idari ve mali denetimi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ na devredildi, yetkileri elinden alınmaya çalışıyor. TTB’ nin Gezi Direnişi süresince yürüttüğü hekimlik faaliyetleri soruşturma konusu yapılıyor. Torba Yasa ile kiralık doktor dönemi başlatılıyor.
Son zamanlarda sertleşen saray kavgasından darbe alanlar, yargının siyasallaştığından yakınıyorlar. Bugüne kadar toplumun devrimci, sosyalist, ilerici, muhalif tüm kesimlerini keyfi olarak tutuklayanın kendilerinin siyasallaştırdığı yargı olduğunu unutuyorlar! Adaletten yoksun olan bu düzende, sendikal faaliyetlerden dolayı yönetici ve üyelerin tutuklandığını, hak aramanın bile suç sayıldığını unutuyorlar!
Bozuk Düzende Sağlam Çark Olmaz!
Artık Yeter!
Gün, hesap sorma günüdür!
Gün, eşit, özgür ve demokratik be Barış içinde bir geleneğe dair umudu daha da büyütme günüdür!
Gün, isyanı hep bir ağızdan haykırma günüdür!
Gün, mücadeleyi büyütme günüdür!
DİSK KESK TMMOB TTB
Kurumlar Adına
Muzaffer YÜKSEL
SES Adana Şube Başkanı