Eğitim-Sen Adana
In sodales tellus ac erat malesuada ac viverra lectus tempor.
Roboski'de 35 Kürt yurttaşımızın savaş uçakları ile katledilişi üzerinden tam 2 yıl geçti.
2 yıldır ne yaşananların katliam olduğu gerçeği kabul edildi, ne sorumluları ve failleri yargı önüne çıkarıldı, ne de vicdanları rahatlatacak bir özür dilendi.
Tüm bunlar bir yana, başta öldürülen gençlerin aileleri olmak üzere, bugüne kadar Roboski’ye gitmek isteyen, sorumluların ortaya çıkmasını talep eden demokratik kurum ve kuruluşlar baskı ve zor yolu ile engellenmeye çalışıldı.
2 yıldır katliamın üzeri örtülüyor.
"Ahmet midir, Mehmet midir?" diyerek isimleri bile yok sayılan çoğu 15-20 yaşları arasında 35 yurttaşımızın katledilmesi, başta AKP ve Genelkurmay Başkanlığı’nca “savaş zayiatı” olarak değerlendirilerek geçiştirilmeye çalışıldı. Yıllardır acı ve ölümlerle dağlanmış topraklarda, katledilen çocuklarının hesabını sormak isteyen analara “kazadır” yanıtı verildi. Dahası bu yanıtı veren Başbakan, ailelere “her trafik kazasını bilemem” diyerek sorumlulukta üzerine düşen payı hiç gözünü kırpmadan geçiştirdi.
Bugün iktidar içi çatışma, rejimin tüm yolsuzluk, rüşvet pisliklerini ortaya saçarken, tek gecede emniyet teşkilatını değiştirenler, 2 senedir 35 canın hesabını vermiyor.
Banka kasalarından, ayakkabı kutularından milyon dolarların çıktığı Bakan çocuklarının gözaltına alınmasına kamera önlerinde gözyaşları dökenler, 2 yıldır gökten yağan bombalarla katledilen çocuklarının mezarı başındaki anaların gözyaşlarını görmezden geliyor.
Roboski katliamı, AKP hükümetinin Kürt sorununda izlediği askeri çizginin sonuçlarından birisidir. AKP, bugün her ne kadar diyalog ve barıştan söz etse de, özünde geçmiş politikalarının izinden gittiği ortadadır. Ölümü, katliamı sıradanlaştıran, teknikleştiren hatta 'yasa dışı bir iş yapıyorlardı' diyerek de haklılaştırmaya çalışan bu zihniyet, dünden bugüne devam etmektedir.
AKP, ölüm ve nefretle kuşanmış politikalarına artık bir son vermek ve dillerdeki barışa yanıt vermek istiyorsa, Kürt sorununun demokratik, barışçıl temelde ve diyalog yoluyla çözüm sürecinde toplumsal barışın tesis edilmesinde atmadığı adımları bir an önce atmalıdır.
Katliam, bir insanlık suçudur. Bu insanlık suçu faili meçhul kalamaz. 2 yıl, olayın ardındaki tüm sorumluların ortaya çıkarılması için uzun bir zaman, ikinci bir insanlık suçudur. AKP derhal görevini yerine getirmeli, bu suçu peş peşe işlemekten vazgeçmelidir.
Bizler, daha eşit, özgür ve demokratik bir ülkede, bir arada yaşam umudunu koruyan ve bu uğurda mücadele eden emek ve meslek örgütleri olarak, devleti yaşananların bir katliam olduğunu kabul etmeye, sorumlu ve faillerinin yargı önüne çıkarılması için üzerine düşen görevi yapmaya davet ediyoruz.28.12.2013
KESK – DİSK – TMMOB – ADANA OSMANİYE TABİP ODASI
Kurumlar Adına KESK Dönem Sözcüsü
Muzaffer YÜKSEL
SES Adana Şube Başkanı
Değerli Basın ve Kamuoyuna
Öğretmenlik mesleği 657 sayılı yasada görev tanımı yapılmış ihtisas gerektiren bir meslektir.
Ancak son dönemde Milli Eğitim Bakanlığınca öğretmenlik mesleğinin itibarı düşürülen, bir süreç yaşatılmaktadır. Öğretmenlerin az çalıştığı, çok maaş aldığı gibi suçlamaların yanı sıra eğitim öğretim görevi dışında birçok angarya işle de ilişkilendirilmek istenmektedir.
Sayıları onlarca olan (Para toplama, temizlik işlerine katkı, okulun çay ve çaycı giderlerini karşılama, fotokopi parası toplama, kalem parası toplama, kırtasiye parası toplama, yakacak parası toplama v.b) angarya işlerle uğraşmak zorunda bırakılırken son dönemde RİDEF, ADEY, öğrenci koçluğu, izleme değerlendirme çalışmaları ve ev ziyaretleri gibi yeni angaryalar yüklenmektedir.
Bu angaryalardan olan; “Aşamalı Devamsızlık Yönetimi Uygulaması” ile öğretmenler okuldaki eğitim öğretim görevi dışında ev ziyaretlerine zorlanmakta ve buralarda doldurulacak formlarla hiçbir ücret ödenmeden yeni bir angarya çalışmaya zorlanmaktadır.
Genel angaryalarda olduğu gibi, Aşamalı Devamsızlık Yönetimi Uygulamasına da itiraz eden sendikamız, öğretmenin görev tanımı dışında ve ücretlendirilmeden aşamalı devamsızlık yönetimi uygulamasına da karşı çıkmış ve danıştaya dava açılmıştı. Dava sonucunda aynı uygulama kapsamındaki ev ziyaretleri formunun anne baba tutumları özel hayata müdahale olarak değerlendirilmiş ve ev ziyaretleri formundan çıkarılmıştı. Genel uygulamaya ise itirazımız sürmektedir.
Durum böyle iken Çukurova Milli Eğitim Müdürlüğün’ce İzleme ve Değerlendirme Projesi Uygulaması konusunda liselere yeniden uygulama yazıları gönderilmiştir. 9. ve 12. Sınıf öğrencileri için izleme ve değerlendirme projesi kapsamında öğretmenlerin görevlendirilerek ev ziyaretleri yapmaları konusu Milli Eğitim Müdürlüğünün komisyon kararı olarak iletilmiştir.
Bu yaklaşımla İl Milli Eğitim Müdürlüğünün 21.11.2013 tarihli ve 3467855 sayılı yazısı dikkate alınmamakta ve öğretmenler aynı kapsamda angarya çalışmaya zorlanmaktadır.
Diğer taraftan öğrenci devamsızlığı ile ilgili rehber öğretmenlere görevlendirmeler yapılmakta, aynı çalışmayı rehber öğretmenler gerçekleştirirken farklı öğretmenlerin de görevlendirilip bu çalışmanın istenmesi aynı işin tekrar yapılması olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Öğretmenlik ve idarecilik görevleri yasalarla tanımlanmış ve eğitim öğretim faaliyetleri kapsamında yapacakları belirlenmiştir. Öğrencilerin başarısı, okula düzenli devamları konusu genel eğitim öğretim faaliyetleri içerisinde değerlendirilebilir. Ancak bu kapsamda görmediğimiz birçok formun doldurulması, ziyaretlerinin yapılması, aile anketleri yapılmasını, öğretmenlerin eğitim öğretim çalışmalarını olumsuz etkileyen angaryalar olarak değerlendirmekteyiz.
Bu tür çalışmalar için, eğitimcilerin ve sendikalarının görüş ve önerilerini de dikkate alan yerden yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
Öğretmene ve idarecilere görevlerinin dışında bu tür angaryalar dayatılmamalıdır.
Bu tür yaklaşımlarla ilgili eğitimcilerin haklarının korunması konusunda sendika olarak gerekli girişimleri ve çalışmaları sürdüreceğimizi bir kere daha ifade ediyoruz.
Bu tür angaryaları yapmayacağımızı belirtiyoruz.25.12.2013
Şube Yönetim Kurulu
Gerici-faşist güçlerin saldırıları sonucu 19–25 Aralık 1978 tarihleri arasında yaşanan ve Türkiye`yi 12 Eylül darbesine götüren sürecin önemli dönemeçlerinden birisi olan ve tarihe kara bir leke olarak geçen Maraş katliamının üzerinden 35 yıl geçti.
19 Aralık 1978 gecesi, Maraş`ta anti komünist içerikli bir filmin gösterimde olduğu saatlerde, Çiçek Sineması`na tahrip gücü çok düşük bir bomba atılmış, faşistler tarafından atıldığı daha sonra ortaya çıkan bu bomba, günlerdir kentte tırmandırılmakta olan Alevi-Sünni gerginliğini çatışmaya dönüştürecek bir kıvılcım olmuştur. 20 Aralık`ta Alevilerin oturduğu bir kıraathane bombalanmış, 21 Aralık`ta iki TÖB-DER`li öğretmen öldürülmüştür.
22 Aralık`ta faşistlerin Sünni mahallelerdeki ajitasyonu sonucunda silahlananlar 23 Aralık`ta kanlı bir katliama girişmişlerdir. Valiliğin taleplerine rağmen kente askeri güç gönderilmezken, 23 Aralık`ta ‘polis-halk çatışması`nı önlemek gerekçesiyle kentteki bütün polisler devre dışı bırakıldı. 24 Aralık günü çevre köy ve ilçelerden getirilen silahlı faşist grupların takviyesi ile başlayan saldırı, Alevilerin yaşadığı mahallelere kaydırılmış ve uzun yıllar hafızalardan silinmeyen insanlık dışı bir katliam yaşanmış; yüzlerce insan katledilmiştir. 25 Aralık akşamı yaşanan katliam sonrasında resmi olarak 111 kişinin öldürüldüğü açıklanmış, yüzlerce kişi yaralanmış, 210 işyeri ve 70 ev yakılıp yıkılmıştır. Katliam sonrası binlerce Alevi Maraş`ı terk etmek zorunda kalmıştır.
Maraş katliamı, benzer pek çok katliam gibi Türkiye tarihine içinde devlet güçlerinin de yer aldığı, izlerinin silinmesi mümkün olmayan kara bir leke olarak geçmiştir. Maraş katliamı, daha sonra Çorum`da ve Sivas`ta yapılan katliamlar gibi "derin" ilişkilerin rol oynadığı faillerinin bilinçli olarak yakalanmadığı kanlı saldırılar olarak tarihe geçmiştir. Adı geçen katliamlarda rol alan çok sayıda eli kanlı katil ve onların savunucuları, sonraki yıllarda milletvekili olmuş, halka karşı işledikleri suçların hesabını vermek bir yana, resmen ödüllendirilmişlerdir.
Maraş ve diğer katliamların acısı hâlâ yüreğimizdeki tazeliğini korumaktadır. Maraş katliamı 35 yıl önce gerçekleşmiş olsa da şiddet ve linç kültürü günümüze kadar biçim değiştirerek sürdürülmüştür.
Maraş katliamı ve diğer tüm katliamlar aydınlatılmadan, içlerinde devlet görevlilerinin ve siyasilerin sorumlulukları açığa çıkarılıp hesap sorulmadan, gerçek anlamda demokratik bir ülkede yaşamak da mümkün olmayacaktır.
Üyemiz Atılan AKSOY ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU HAYATINI KAYBETMİŞTİR. Ailesine yakınlarına ve Öğretmen arkadaşlarımıza baş sağlığı diliyoruz.
Şube Yürütme Kurulu
Değerli basın emekçileri;
AKP hükümetinin neoliberal, gerici-muhafazakar, baskıcı, otoriter uygulamalarının sıklaştığı bir dönemden geçmekteyiz.
Attığı her adımda emekçilerin haklarını ellerinden alan, özgürlüklerini kısıtlayan AKP hükümeti, küresel sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda emeğe dönük saldırılarını arttırıyor. Karşı karşıya olduğumuz yıkım politikaları, ülkemizin içinde bulunduğu karanlık tabloyu açıkça gözler önüne sermektedir.
Güvencesiz ve esnek bir çalışma yaşamı, kölelik düzeni ekseninde emekçilere dayatılmakta; işini kaybetme tehlikesini, sendikasızlaşmayı, koruyucu düzenlemelerden yoksun kalmayı, çalışanın kendisi ve bakmakla yükümlü oldukları kişiler için düşük geliri beraberinde getiren bu düzenlemeler, kamu alanında da yaygınlaştırılmaktadır.
AKP’nin ısrarla gündemde tuttuğu 657 sayılı Devlet Memurları Kanunundaki kapsamlı değişikliklerle tüm kamu emekçileri taşeron, esnek, performansa dayalı, güvencesiz ve kuralsız bir çalışmanın ucuz işgücü haline dönüştürülmek istenmektedir.
Neoliberal politikalar sonucu emekçilere yönelik saldırılar artarken, güvencesiz, taşeron çalıştırma gibi uygulamaların en fazla etkilediği kesim olan kadınlara yönelik saldırılara, “Kadın istihdam paketi” ile yenileri eklenmektedir.
Tüm bu politikalar paralelinde 2014-2015 dönemini kapsayan toplu “satış” sözleşmesinde milyonlarca kamu emekçisinin ve emeklinin haklarının bir kez daha gasp edildiğine tanık olduk. Kamu emekçilerinin hak ve özgürlüklerini toplu olarak gasp eden AKP-Memur Sen mutabakatı, yıllardır kadro bekleyen 4/C’lilerin ve ek ödeme adaletsizliğinin kurbanı öğretmenlerin ağzına bir kaşık bal çalarak ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması, iş güvencesi sorununun çözümü, vergi dilimi adaletsizliğinin giderilmesi başta olmak üzere onlarca sorunu görmezden geldi. Sonuç olarak 2014 yılı için kamu emekçilerinin maaşlarında net 123 TL artış yapıldı, ne var ki o da zaten şimdiye kadar buharlaştı.
Değerli basın emekçileri;
AKP hükümetinin her attığı adım, bu tabloyu her geçen gün daha karanlık bir hale getirmektedir. Bu adımların izi bugün gündemimizde olan 2014 yılı Bütçe Kanun Taslağı’nda net bir şekilde görülmektedir.
Kaynakların nasıl ve kimlerden toplanacağından, bu kaynakların kimler için ne şekilde harcanacağına kadar varan kararları içeren bütçe, bu yıl da AKP hükümetinin sınıfsal ve siyasi tercihlerini bir kez daha ortaya koymaktadır. Emekçilerin birikimlerine el koyarak, ağır vergilerle toplanılan kaynaklar bugün bir kez daha savaşın, rantın, sermayenin, muhafazakarlığın tesis edilmesine aktarılmaktadır.
Emekçilerin tüm haklarını lağveden bu soygun düzeninde emperyalizmin taşeronluğu, toplumun tüm ezilenlerini baskı altında tutacak mekanizmaların güçlendirilmesi, emekçilerin vergileriyle finanse edilmektedir. Net bir şekilde görülmektedir ki, ülkemizde emekçilerin ödemiş olduğu her kuruş vergi kendilerine “yol, su, elektrik, okul, hastane” olarak değil, “daha fazla savaş, toma, gaz, gözaltı, baskı ve ölüm” olarak dönmektedir.
İzlenen son gelişmelerden ve AKP hükümetinin içinde bulunduğu siyasi krizle de anlaşıldığı gibi, Ortadoğu’da emperyalist müdahalelerin taşeronluğunun maliyetlerinin artacağı kaçınılmazdır. Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü süreciyle birlikte savaş harcamaları küçüleceği yerde büyümektedir. Silah üretiminde uluslararası savaş baronlarına ülkemizde yenileri eklenirken, NATO’nun ikinci büyük askeri ordusuna polis ordusu da eklenmektedir.
Bunun yanında, halkın eğitim, sağlık başta olmak üzere en temel haklara erişimi her geçen gün biraz daha engellenmekte, bu haklar sermayeye peşkeş çekilmektedir. Bütçe ise bu dönüşümü finanse etmede bir araç olarak kullanıldığı ortadadır.
Kamu sağlık harcamaları 2010 yılından 2012 yılına dek yüzde 5 düşmüştür. Bu dönem aralığında halkın kendi bütçesinden sağlık hizmeti alabilmek için yaptığı harcamalar ise yüzde 17 artmıştır.
10 yıllık AKP iktidarı döneminde eğitimin ticarileştirilmesi uygulamaları ile eğitim sisteminin dinselleştirilmesi uygulamaları birbirine paralel olarak hayata geçirilmiştir. Bu süre içinde eğitime ayrılan paylar da bu dönüşüm sürecine paralel bir seyir izlemektedir.
AKP, neredeyse her yıl bütçede eğitime yeterli payı ayırdığını iddia etmektedir. Oysa AKP iktidara geldiğinde eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17 iken, şu an yüzde 6 düzeyine düşmüştür. Piyasalaşan eğitim hizmetinde, eğitimin her aşamasının paralı hale gelmesinin bir sonucu olarak her yıl yaklaşık 15 milyar TL’lik bir maliyet, halk kendi cebinden karşılanmak zorunda kalmaktadır.
Kamu sabit sermaye yatırımlarına bakıldığında aslan payının eğitim ve sağlığa değil 3. Köprü, 3. Havalimanı, Galataport ve Haliçport gibi rantiye projelerine aktarıldığı açıkça ortadadır.
2014 yılı bütçesinin, önceki bütçelerden farksız olarak emekçiler açısından siyasal iktidarın sınıfsal tercihini de ortaya koyduğu gibi toplumsal cinsiyetler açısından da eşitsizliğin uçurumlaşmasına neden olmaktadır. Eşitsizliği giderici alanların tespit edilmesi ve bu alanlar üzerinden bütçeleme ile mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi anlayışı AKP’nin bu bütçesinde de yer almamaktadır. Kadınların ekonomik kaynaklara, kamusal hizmetlere, eğitime, sağlığa ve sosyal koruma haklarına eşitsiz erişimi göz ardı edilmektedir.
Değerli basın emekçileri;
Siyasi alanda yaşanan gelişmelerle birlikte emek alanında da uygulanan yıkım politikaları tüm boyutlarıyla karşımızdadır.
Bizler, KESK olarak tüm bu saldırılara karşı koymak, hak kayıplarını önlemek ve yeni kazanımlar elde etmek için fiili ve meşru mücadeleyi yükseltmekten başka bir yolumuzun olmadığını biliyoruz. Kamu emekçileri hükümetin artan baskılarına rağmen örgütlülüğünü ve mücadelesini büyüterek, taleplerini ezilen tüm kesimlerin talepleriyle birleştirerek bu saldırılara karşı koyacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Bu kapsamda 2014-2015 dönemini kapsayan “toplu satış” sözleşmesinin yok saydığı haklarımızın ve irademizin takipçisi olarak, AKP iktidarının siyasi ve ideolojik hedefleri doğrultusunda hazırladığı 2014 yılı bütçesine karşı,“Satış Sözleşmesini Kabul Etmiyoruz, Bütçeden Hakkımızı İstiyoruz” ilkesiyle alanlarda olacağız.
Taleplerimiz gayet açık;
Kayıplarımızın telafisi için her kamu emekçisinin maaşına en az 300 lira zam yapılmasını,
Herkese iş ve ücret güvencesi sağlanmasını,
Ek ödemelerin emekliliğe yansıtılmasını,
Maaşlarımızın vergi artışından etkilenmemesini,
Kadın emekçilere pozitif ayrımcılık uygulanmasını,
Baskı, tutuklama ve sürgüne son verilmesini, İSTİYORUZ!
Bizler, savaşın, rantın, sermayenin, muhafazakarlığın bütçesine hayır diyor, Toplu Sözleşme döneminde ifade ettiğimiz temel taleplerimiz doğrultusunda bütçeden hakkımızı almak için mücadelemizi yükseltiyoruz.
Bu kapsamda taleplerimiz karşılanmazsa 19 Aralık 2013 Perşembe günü AKP hükümetini uyarmak içinGREV’de olacağız. Bütçeden hakkımızı alana dek mücadeleye devam edeceğiz.
Değerli basın emekçileri;
İçinden geçtiğimiz bu dönem, talepleri ve mücadelesi eşit, özgür, demokratik ve barış içinde Türkiye mücadelesinden bağımsız olmayan kamu emekçileri ve tüm demokrasi güçleri için daha güçlü bir mücadele ihtiyacını beraberinde getirmektedir.
Ülkemizin emperyalizmin Ortadoğu maşası haline getirilerek komşularıyla savaştırılmasına; kanlı tarihe ortaklık edecek bir ülkeye dönüştürülmesine asla izin vermeyeceğiz. Kürt Sorununun demokratik, barışçıl temelde ve diyalog yoluyla çözüm sürecinde toplumsal barışın tesis edilmesinde atılmayan adımların takipçisi olacağız.
Neoliberalizmin muhafazakarlıkla olan ittifakının gölgesinde AKP’nin tüm toplumun dinsel gericilikle kuşatılmasına, her bireyi denetim altına alarak toplumun özgürlük ve demokrasi alanını daraltmasına asla geçit vermeyeceğiz.
Örgütlü örgütsüz tüm kamu emekçilerinin gasp edilen haklarına sahip çıkacağına, birlikte mücadeleyi yükselteceğine inanıyoruz.
Çetin ERDOLU
SES Genel Başkanı
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele etkinlikleri kapsamında Eğitim Sen Adana Şube Kadın Komisyonunun düzenlediği panel 30 Kasım 2013 Cumartesi günü Türk İş toplantı salonunda gerçekleştirildi.
Katılımın yoğun olduğu etkinlikte Şube Kadın sekreterimiz Esra ARSLAN’ın "25 Kasım kadına yönelik şiddetle uluslararası mücadele günü kapsamında yaptığı açılış konuşmasının ardından panelist Av. Hülya GÜLBAHAR “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Yolun neresindeyiz” konulu bir sunum gercekleştirmiştir. Dev Sağlık-iş Genel örgütlenme uzmanı Özge YURTTAŞ ise Son Dönemde AKP iktidarının cinsiyetçi ve muhafazakar politikalarının bir sonucu olarak ortaya atmış olduğu kadın istihdam paketi üzerine “Kadın istihdam paketi Kadınlara Ne getiriyor?” başlıklı bir sunum gercekleştirmiştir. Sunumumun ardında soru cevap şeklinde panel tamamlanmıştır.
Panele katkı sunan tüm arkadaşlarımıza teşekkür ederiz.
Şube Yürütme Kurulu
Her yıl olduğu gibi bu sene de magazin sayfalarına indirgenen yaklaşımla kutlamaya indirgenen "Öğretmenler Günü" 24 Kasım kutlamaları hepimizi yine rencide edecektir.
Çünkü kutlamalarda, resmi törenlerde ya da okullarda, mesleğin sorunlarına girmek yerine nerede yemek yeneceğine indirgenen bir yaklaşımla karşılaşmaktayız.
Dershanelerin kapatılması konusu, kız erkek eğitiminin ayrıştırılması konusu, öğretmen ve öğretmen örgütleri ile değerlendirilmek yerine, cemaat denilen siyasal islamcı yaklaşımlarla, siyasal gelecek paylaşımı üzerinden değerlendirilebilmektedir.
Hepimiz adına utanç konusu ve aynı zamanda suçtur. Bu gün hepimizi ilgilendiren tartışmalar yaşanırken öğretmenler ve meslek örgütleri hiç alakaları yokmuşçasına gündemin dışında tutulurken, cemaat temsilcileriyle konunun tartışılması açıkçası 4+4+4 tartışmalarında da benzer durum olmuş ve hemen hemen hiç bir eğitim kurumunun onayı olmayan tamamen siyasal yaklaşımlarla hayata geçirilmişti ve getirisi; karmakarışık bir eğitim uygulaması, norm kadro fazlası durumuna düşürülen binlerce öğretmen, okulundan ayrılmak zorunda kalan binlerce öğrenci, seçmeli yutturmacasıyla getirilen dinsel ağırlıklı derslerle laik eğitimin bitirildiği bir süreç olmuştur.
Bugün ataması yapılmayan yaklaşık 300 bin öğretmen atama beklemekte, yaklaşık 160 bin öğretmen açığı bulunmaktadır. Öğretmen atama beklerken binlerce ücretli öğretmen çalıştırılmaktadır.
Atanamayan gençlerimizden 34'ü intihar etmiştir.
Hükümet bu tablo karşısında sanki lütufmuş gibi on bin öğretmen atama yapacağını müjde edasıyla duyurmakta, gelecek beş yıl da atamalar sürecek derken, seçimlere malzeme yapmaktadır.
Son toplu görüşmelerde yandaş sendikanın tutumuyla hükümet teklifinin bile altında kalan ücret artışları uygulaması yaşanmış, hiç bir özlük hakkımızla ilgili düzenleme isteğimiz dikkate alınmamıştır.
Ülkede binlerce öğretmen yaşanılanlara tepki olarak gezi parkı eylemlerine katılmış toplumsal tepkiye destek olmuş ve hükümetin sorunlara duyarlı olmasını talep etmiştir.
Sanki bu tutum suçmuş gibi binlerce öğretmene soruşturma açılmış ve soruşturmalar sürgün dâhil cezalara dönüştürülmektedir.
Bunların yanında işyerlerinde yetersizliklerden, müfredattan, personel yetersizliğinden kaynaklı onlarca sorun eşliğinde 24 Kasım Öğretmenler günü gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Bu acı gerçekler içinde değerlendirmeler yapmak ve çözüm üretmek sorumluluğuyla, Tüm öğretmenlerimizin ve öğretmen adaylarımızın 24 Kasımı değerlendirmesini bekliyor saygılar sunuyorum.
Kamuran KARACA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı