Değerli Basın ve Kamuoyuna
Eğitimde baskı ve yıldırma uygulamaları her geçen gün artmakta, okulların stratejik planları, RİDEF, TEFBİS, İKS, ADEY, Alan taraması gibi angarya çalıştırma uygulamaları belirgin bir şekilde yaygınlaşmaktadır. Okullarda tamamen bir dayatma şeklinde ortaya çıkan angarya çalıştırma uygulamaları nedeniyle eğitim emekçilerinin iş yüklerinin artması ve çalışma koşullarının ağırlaştırılması kabul edilemez bir durumdur.
Bu talepler doğrultusunda Eğitim Sen; angarya çalıştırma uygulamalarına son verilmesi ve çalışma koşullarımızın iyileştirilmesi için tüm ülkede başlattığı eylem etkinlikler kapsamında 14-21 Nisan tarihlerinde Milli Eğitim Bakanlığına iletilmek üzere işyerlerinde imza kampanyası başlatmıştı.
İmza Kampanyasındaki Taleplerimiz;
- Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim yöneticiliğini işletmeci bir mantıkla yeniden düzenleyerek geçtiğimiz yıllarda yapılan sınavlarla gelen eğitim yöneticilerinin görevlerine son vererek, yerlerine açıkça torpil anlamına gelen sözlü sınav üzerinden belirlenmesi ve yine siyasi birer aktör olan valiler tarafından atanacak siyasi kadroların göreve getirilmesi için yasal düzenlemeler yapmıştır. Eğitim Sen yıllardır eğitimde yaşanan siyasi kadrolaşma girişimlerine dikkat çekerek eğitim yöneticilerinin okullarda ya da işyerlerinde gerçekleştirilecek demokratik seçimlerle belirlenmesini ve yönetici atamalarında liyakat ve yeterlilik kriterlerinin temel alınmasını savunmaktadır. Sendika olarak talebimiz her okulun kendi yöneticisini kendisinin seçmesi, okullarda 5-8 Mayıs tarihleri arasında sandıklar kurularak ve demokratik bir ortamda seçimler yapılarak eğitim yöneticilerinin siyasal atamalarla değil, okul bileşenlerinin ortak iradesi ile belirlenmesidir.
- Milli Eğitim Bakanlığı’nın hizmet içi eğitim uygulamaları yıllardır mesai saatleri dışında uygulanmakta ve söz konusu eğitim çalışmaları yapılan görevlerle ilgili olmasına rağmen, söz konusu eğitim çalışmaları için katılımcılara herhangi bir ücret ödenmemektedir. Çalışmanın bir parçası olarak değerlendirilmesi gereken hizmet içi eğitim uygulamaları seminer ve yaz dönemlerinde ücret ödenerek ve gönüllülük ilkesi temelinde hayata geçirilmelidir.
- Eğitim sistemi içinde emekleri genellikle görmezden gelinen, hatta genellikle yok sayılan yardımcı hizmetlilerin eğitim hizmetlerinin sağlıklı yürütülmesi noktasındaki katkıları genellikle göz ardı edilmektedir. Okullarda diğer çalışanlarla aynı ortamda bulunan ancak eşit haklara sahip olmayan yardımcı hizmetliler, kendilerine yüklenen her türlü angaryayı, tartışmasız yerine getirmekle yükümlü gibi görülmekte, görev tanımları olmadığı için çalışması gereken sürenin üzerinde çalıştırılmakta ve her türlü angarya işi yapmaya zorlanmaktadır. Yardımcı hizmetlilerin görev tanımı net olmalı ve Genel İdari Hizmetler (GİH) sınıfına dahil edilmeleri için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
- Okullarda yıllardır büyük bir sorun olarak çözüm bekleyen nöbet sorunu en kısa sürede çözülmek zorundadır. Okullarda öğretmenler, hiçbir yasal zorunluluğu olmadığı halde haftada bir günden fazla nöbet tutmaya zorlanmaktadır. Nöbetçi öğretmenler sadece nöbet tutmakla kalmamakta, o gün okulda boş geçen ders varsa o derse girmeye zorlanmaktadır. Öğretmenlere 1 günden fazla nöbet görevi verilmemeli, tutulan nöbet süresi ile orantılı olarak mesai ücreti ödenmelidir.
- Dershanelerin özel okula dönüştürülmesi ile amaçlanan kamusal kaynakların kamusal eğitim yerine özel okullara aktarılmasıdır. Halktan toplanan vergilerin, kamu okulları için harcanmayıp, çeşitli yöntemlerle özel okullara aktarılmak istenmesi kabul edilemez ve karşısında durulması gereken bir durumdur. Kamusal kaynaklar yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, halkın yararı gözetilerek değerlendirilmeli ve sadece eğitimde değil, bütün alanlarda kamu harcamalarının payı arttırılmalıdır.
- Hükümet tarafından yapılan son düzenlemeler ile aday öğretmenler bir yıl fiilen çalıştıktan sonra performans değerlendirmesinde başarılı olmak ve disiplin cezası almamak koşuluyla asaleten atanmak için yazılı veya sözlü sınava girmek zorunda bırakılmıştır. Aday öğretmenlikten asıl kadroya atanmada yazılı ya da sözlü sınav şartı kaldırılmalı, adaylıktan asil kadroya geçiş koşulu sınav odaklı değil, uygulama ve süreç odaklı olmalıdır.
Bu taleplerimizin karşılanması için işyerlerinden topladığımız imzaları Milli Eğitim Bakanlığına gönderiyoruz.21.04.2013
Şube Yürütme Kurulu Adına
Ahmet KARAGÖZ
Şube Başkanı
Örgütlenelim, Mücadeleyi Yükseltelim!
14-21 Nisan tarihleri arasında işyerlerinde ekteki imza kampanyası yürütülecek,
Toplanan İmzaların en geç 19 Nisan’a kadar şubeye ulaştırmanız önemlidir.
Eğitimde Angaryalara Son
14-21 Nisan tarihleri arasında işyerlerinde ekteki imza kampanyası yürütülecek,
Toplanan İmzaların en geç 22 Nisan’a kadar şubeye ulaştırmanız önemlidir.
Eğitimde Angarya Çalışma Uygulamalarına Son Verilmeli, Çalışma Koşullarımız Düzeltilmelidir.
Eğitimde baskı ve yıldırma uygulamaları her geçen gün artmakta, okulların stratejik planları, proje vb adlar altında angarya çalıştırma uygulamaları belirgin bir şekilde yaygınlaşmaktadır. Okullarda tamamen bir dayatma şeklinde ortaya çıkan angarya çalıştırma uygulamaları nedeniyle eğitim emekçilerinin iş yüklerinin artması ve çalışma koşullarının ağırlaştırılması kabul edilemez bir durumdur.
Bu talepler doğrultusunda sendikamız angarya çalıştırma uygulamalarına son verilmesi ve çalışma koşullarımızın iyileştirilmesi için başlattığı eylem etkinlikler kapsamında ekteki imza kampanyasının tüm eğitim emekçilerine imzalatılması önemlidir.
¨ Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim yöneticiliğini işletmeci bir mantıkla yeniden düzenleyerek geçtiğimiz yıllarda yapılan sınavlarla gelen eğitim yöneticilerinin görevlerine son vererek, yerlerine açıkça torpil anlamına gelen sözlü sınav üzerinden belirlenmesi ve yine siyasi birer aktör olan valiler tarafından atanacak siyasi kadroların göreve getirilmesi için yasal düzenlemeler yapmıştır. Eğitim Sen yıllardır eğitimde yaşanan siyasi kadrolaşma girişimlerine dikkat çekerek eğitim yöneticilerinin okullarda ya da işyerlerinde gerçekleştirilecek demokratik seçimlerle belirlenmesini ve yönetici atamalarında liyakat ve yeterlilik kriterlerinin temel alınmasını savunmaktadır. Sendika olarak talebimiz her okulun kendi yöneticisini kendisinin seçmesi, okullarda sandıklar kurularak ve demokratik bir ortamda seçimler yapılarak eğitim yöneticilerinin siyasal atamalarla değil, okul bileşenlerinin ortak iradesi ile belirlenmesidir.
¨ Milli Eğitim Bakanlığı’nın hizmet içi eğitim uygulamaları yıllardır mesai saatleri dışında uygulanmakta ve söz konusu eğitim çalışmaları yapılan görevlerle ilgili olmasına rağmen, söz konusu eğitim çalışmaları için katılımcılara herhangi bir ücret ödenmemektedir. Çalışmanın bir parçası olarak değerlendirilmesi gereken hizmet içi eğitim uygulamaları seminer ve yaz dönemlerinde ücret ödenerek ve gönüllülük ilkesi temelinde hayata geçirilmelidir.
¨ Eğitim sistemi içinde emekleri genellikle görmezden gelinen, hatta genellikle yok sayılan yardımcı hizmetlilerin eğitim hizmetlerinin sağlıklı yürütülmesi noktasındaki katkıları genellikle göz ardı edilmektedir. Okullarda diğer çalışanlarla aynı ortamda bulunan ancak eşit haklara sahip olmayan yardımcı hizmetliler, kendilerine yüklenen her türlü angaryayı, tartışmasız yerine getirmekle yükümlü gibi görülmekte, görev tanımları olmadığı için çalışması gereken sürenin üzerinde çalıştırılmakta ve her türlü angarya işi yapmaya zorlanmaktadır. Yardımcı hizmetlilerin görev tanımı net olmalı ve Genel İdari Hizmetler (GİH) sınıfına dahil edilmeleri için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
¨ Okullarda yıllardır büyük bir sorun olarak çözüm bekleyen nöbet sorunu en kısa sürede çözülmek zorundadır. Okullarda öğretmenler, hiçbir yasal zorunluluğu olmadığı halde haftada bir günden fazla nöbet tutmaya zorlanmaktadır. Nöbetçi öğretmenler sadece nöbet tutmakla kalmamakta, o gün okulda boş geçen ders varsa o derse girmeye zorlanmaktadır. Öğretmenlere 1 günden fazla nöbet görevi verilmemeli, tutulan nöbet süresi ile orantılı olarak mesai ücreti ödenmelidir.
¨ Dershanelerin özel okula dönüştürülmesi ile amaçlanan kamusal kaynakların kamusal eğitim yerine özel okullara aktarılmasıdır. Halktan toplanan vergilerin, kamu okulları için harcanmayıp, çeşitli yöntemlerle özel okullara aktarılmak istenmesi kabul edilemez ve karşısında durulması gereken bir durumdur.Kamusal kaynaklar yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, halkın yararı gözetilerek değerlendirilmeli ve sadece eğitimde değil, bütün alanlarda kamu harcamalarının payı arttırılmalıdır.
¨ Hükümet tarafından yapılan son düzenlemeler ile aday öğretmenler bir yıl fiilen çalıştıktan sonra performans değerlendirmesinde başarılı olmak ve disiplin cezası almamak koşuluyla asaleten atanmak için yazılı veya sözlü sınava girmek zorunda bırakılmıştır. Aday öğretmenlikten asıl kadroya atanmada yazılı ya da sözlü sınav şartı kaldırılmalı, adaylıktan asil kadroya geçiş koşulu sınav odaklı değil, uygulama ve süreç odaklı olmalıdır.
14-21 Nisan tarihleri arasında işyerlerinde ekteki imza kampanyası yürütülecek, Toplanan İmzaların en geç 22 Nisan’a kadar şubeye ulaştırmanız önemlidir.
Demokrasi özü itibari ile bir hesap sorma ve hesap verme kültürüdür. Ne yazık ki Türkiye siyasetinde hesap sorma ve hesap verme alışkanlığı yeterince yerleşmemiştir. Özellikle siyasetin finansmanı konusunda şeffaflıktan kaçınmanın son derece ağır bedelleri ortaya çıkmaktadır. Siyasetin toplumsal faydaları gözetmekten çok kolay kişisel çıkar elde etme aracına dönüştüğü algısı oldukça yaygın bir genel kabule dönüşmüştür.
Bu nedenle siyasetin hak ettiği toplumsal güveni kazanabilmesi için 30 Mart seçimleri tarihi bir fırsat sunmaktadır. Siyasi partilerin seçim kampanyalarını nasıl finans ettikleri yönünde kamuoyunu ikna edici bir açıklama yapmaları, toplumda ciddi bir beklentiye dönüşmüştür.
Yerel yönetimlerde karar süreçlerinin demokratikleşmesi ve bütçe şeffaflığının sağlanması, seçim kampanyası ile başlar. Yerel seçimlerde yarışan partileri seçim kampanyalarının maliyetini nasıl karşıladıklarını açıklamaya, yurttaşlarımızı da oy kullanırken duyarlı olmaya davet ediyoruz.
Aynı şekilde göreve talip olan Belediye Başkanlarını mal varlıklarını açıklamaya çağırıyoruz.
Siyasetteki kirlenme, yozlaşma ve güven bunalımının aşılabilmesi için hesap veren bir siyaset ve hesap soran bir toplum çağrısı yapıyoruz.
Sivil toplum, odalar, meslek örgütleri, medya ve doğrudan yurttaşların denetimine açık bir kent yönetimi için herkesi duyarlı olmaya çağırıyoruz. 24.03.2014
Tekin MÜJDE
SES Adana Şb. Başkanı
KESK Dönem Sözcüsü
KESK - DİSK - TMMOB - ADANA TABİP ODASI - DEV SAĞLIK İŞ
Pirsultan Abdal
Alevi Kültür Dernekleri
Vartolular Derneği - ANADOLUDER
Adana semt pazarcılar esnaf odası
Adana tatlıcı pastacılar esnaf odası
Adan kahveciler kıraathaneciler esnaf odası
Adana inşaatçılar ustaları esnaf odası
Adana galericiler esnaf odası
Adana yağlı boyacılar esnaf odası
Adana lokantacılar esnaf odası
Adana minibüsçüler esnaf odası
Adana bakkallar bayiler esnaf odası
Adana eski elbiseciler esnaf odası
Adana kabzımallar esnaf odası
Adana fırıncılar odası
Adana kasaplar esnaf odası
Baharın gelişini müjdeleyen Mart ayı, yakın tarihimizde yaşanan insanlık dışı katliamlar nedeniyle toplumsal belleğimizde "acılar, katliamlar ayı" olarak bilinmektedir. Beyazıt, Halepçe, Gazi ve Sivas katliamlarının acıları, üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, yüreklerimizde ve hafızalarımızdaki tazeliğini korumaktadır.
16 Mart 1978`de İstanbul Üniversitesi öğrencisi yedi genç güvenlik güçlerinin gözleri önünde, katledilmiştir. Günler öncesinde katliam hazırlığı yapıldığı yönündeki istihbarata rağmen hiçbir önlem alınmamış, katliama açıkça göz yumulmuştur. 36 yıl önce gençlerini pusu kurarak katledenler, o tarihten sonra da cinayetlerini kimi zaman gizli cinayetlerle, kimi zaman da resmi görevlileri aracılığıyla öldürmeyi sürdürmektedir. Beyazıt katliamı faillerini yakalamak için peşlerinden giden polislere "dur" emri veren zihniyet ile Gezi direnişi sürecinde 20`li yaşlarda gençlerimizi, son olarak 15 yaşındaki Berkin Elvan`ı öldürme emrini veren zihniyet özünde aynıdır.
12 Mart 1995 tarihinde Alevilerin gittikleri kahvehanelerinin ve cemevinin hedef alındığı silahlı saldırılarda bir Alevi vatandaş hayatını kaybetmiştir. Saldırıları protesto etmek için toplanan halkın üzerine ateş açılması sonucunda yaşanan olaylarda 22 kişi katledilmiştir. Katliamın gerçek faillerinin, arkasında yer alan güçlerin değil; birkaç tetikçinin yargılandığı davada hukuk, devlet kurşunu karşısında bir kez daha suskunluğa gömülmüş, daha önceki katliamlarda olduğu gibi, katiller ve arkasındaki güçler açığa çıkarılmamıştır.
16 Mart 1988 tarihinde gerçekleşen Halepçe katliamı ise başlı başına bir insanlık dramıdır. Kürtleri, Asurîleri ve Halepçe`de yaşayan diğer milletlerden halkları hedef alan katliamda, dönemin Saddam Hüseyin rejimi tüm dünyanın gözleri önünde, 5000‘den fazla çocuk, kadın ve erkeği kimyasal silahlarla acımasızca katletmiştir. Newroz kutlamalarına hazırlık yapıldığı sırada gerçekleştirilen insanlık dışı katliamın tek sorumlusu elbette ki dönemin diktatörü Saddam Hüseyin değildir. Bölgeye ilişkin hesapları olan batılı güçler ve İslam ülkelerinin yönetimleri de yaşanan bu vahşeti seyrederek en az dönemin Irak rejimi kadar büyük bir suç işlemişlerdir. Bugün benzer katliamlar Suriye`de, Türkiye`nin açıktan destek verdiği el Kaide çeteleri ve uzantıları tarafından işlenmektedir.
Beyazıt, Gazi ve Halepçe gibi katliamlar karşısında kör, sağır, dilsiz kalanlar bugün de tarihin karanlık sayfalarına yenilerini eklemeye, katliamcılara, tetikçilere kol kanat germeye, yaşananların hafızalardan silinmesi için ellerinden geleni yapmaya devam etmektedir. Türkiye`de Gezi direnişinden bu yana iktidarın halk düşmanı ve saldırgan tutumu ve Başbakan`ın nefret dolu söylemleri üzerinden yeni çatışmalar yaratılmaya çalışılmakta; faşist saldırılar ve linç kültürü yeniden hortlatılmak istenmektedir.
Ezilenlerin, emekçilerin dünyasında yaşamın ve insanlığın hedef alındığı katliamları ve ardındaki kirli ilişkileri aradan ne kadar zaman geçerse geçsin unutturmamak esastır. Tüm insanlığın barış içerisinde yaşayacağı bir dünya mücadelesi veren halkların ve emekçilerin örgütlü gücü yeni katliamlar yaşanmasını engelleyebilecek tek güçtür. Geçmişten günümüze failleri belli olan bütün katliamların ve cinayetlerin sorumluları ortaya çıkarılmalı, işledikleri suçlardan dolayı halka hesap vermelidir.
Şube Yürütme Kurulu
Gezi Direnişi'nin Sembol İsimlerinden Berkin Elvan’ı Sonsuzluğa Uğurluyoruz!
Katillerinin Peşini Asla Bırakmayacağız!
Gezi direnişi sırasında Başbakan’ın “desten yazmakla” övdüğü polislerin attığı gaz bombası ile yaralanan Berkin Elvan, 269 gün süren yaşam mücadelesini kaybetti. Berkin Elvan’ı, faşizme karşı milyonların ayağa kalktığı, Gezi Direnişinde kaybettiğimiz Abdullah Cömert’in, Mehmet Ayvalıtaş’ın, Ali İsmail Korkmaz’ın, Ethem Sarısülük’ün, Medeni Yıldırım’ın ve Ahmet Atakan’ın yanına uğurluyoruz.
Tedavisi boyunca Türkiye halklarının üzerine titrediği, insani duygularını yitirmemiş herkesin, her ailenin umutla iyi haberlerini beklediği Berkin Elvan’ın ölüm haberi tüm ülkeyi derin bir üzüntüye boğmuş, ölümü ülke çapında büyük bir öfkeye yol açmıştır. Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleştirilen kitlesel protestolar, boykotlar ve eylemler ile vicdan sahibi olan bütün halklar Berkin’e sahip çıkmış, katillerinin ve arkasındaki güçlerin peşini bırakmayacaklarını ilan etmişlerdir.
Yıllardır başta toplumun örgütlü kesimleri olmak üzere, halkın en temel taleplerine kulaklarını tıkayan AKP hükümeti ve Başbakan, Gezi direnişi ile birlikte yıllardır sesi kısılan, yok sayılan toplum kesimlerinin sesine kulak vermek yerine onlara her fırsatta hakaret etmiş, her fırsatta milyonları açıkça tehdit etmekten çekinmemiş, güvenlik güçlerine yetki vererek gencimizin güvenlik güçleri tarafından katledilmesine neden olmuştur.
Gezi sürecinden itibaren Başbakan, giderek sertleşen üslubu üzerinden toplumu her fırsatta germeye, kamplaştırmaya ve birbirine düşman etmeye çalışmıştır. Yıllardır ısrarla sürdürülen halkları birbirine karşı “kin ve düşmanlık duyguları üzerinden” tahrik ederek bölme girişimleri, son günlerde ülkenin dört bir yanında faşist saldırıları, parti binalarının taşlanmasını ve linç girişimlerini beraberinde getirmiştir.
Gezi direnişi sürecinde gençlerimiz henüz 20’li yaşlarda toprağa düşerken, henüz 15 yaşında olan Berkin Elvan, 15 Haziran 2013 tarihinde Başbakan’ın “kahraman” polisinin attığı bir gaz bombası ile yaralanmıştır. Berkin tam 269 gün, umutla ve inatla yoğun bakımda yaşam mücadelesi vermiş, ancak gencecik bedeni bu mücadeleyi daha fazla sürdürememiştir.
Berkin Elvan’ın katili, sadece ona hedef alarak gaz bombası atan polisler değil, Gezi direnişi sırasında “talimatı ben verdim”, “kahraman polisimiz destan yazdı” sözleriyle zulme direnen halklara karşı bütün nefretini kusan, ağzını her açtığında nefret suçu işleyen, halk düşmanlarına, faşist çetelere ve tetikçilere destek veren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Berkin Elvan, tıpkı Gezi direnişi sürecinde polis saldırısı ile hayatını kaybedenler gibi, tamamen siyasi iktidarın sorumlusu olduğu devlet terörünün son kurbanı olmuştur.
Eğitim Sen olarak, 15 yaşındaki oğullarını ekmek almaya gönderirken atılan gaz bombası ile yaralanıp 269 gün sonra cansız bedenini teslim alan Elvan ailesinin acısını paylaşıyoruz. Berkin kardeşimizin katilleri başta olmak üzere, talimat verdiğini kabul eden Başbakan dâhil, bütün sorumlular halka hesap verene kadar bu işin peşini bırakmayacağımıza söz veriyoruz.
Şube Yür
Bundan 157 yıl önce “günde 8 saat çalışma, eşit işe eşit ücret ve insanca yaşam koşulları” talepleriyle başlayan kadınların direnişi, 8 Mart Kadınların Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü’ ne yaklaştığımız bu günlerde de geçerliliğini koruyor. Çünkü kadına yönelik şiddetin arttığı, kadın emeğinin her geçen gün daha da değersizleştiği ve bir o kadar da sömürüldüğü, kadın bedeni üzerinde ki muhafazakar gerici politikalarla yaratılmak istenen yaşam biçiminin dayatıldığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleştiği, homofobik söylem ve nefret cinayetlerinin durmak bilmediği bu süreçte kadınların ve Lgbti’ lerin dayanaşarak mücadele etmesi her geçen gün daha da önem kazanıyor.
Dünyada ve ülkemizde kadına dönük şiddet dünden bugüne artarak devem ediyor.Biliyoruz ki bu sorunun temeli yine dünden bugüne farklı görünümleri ile güçlenen erkek egemenliğine dayanıyor.Her gün erkek egemen sistemin temsilcileri tarafından bedenimize, kimliğimize yönelik sözlü,fiziksel ve politik saldırılara uyanıyoruz.Kimsenin bedenimiz üzerinden politika yapmasına izin vermiyoruz, vermeyeceğiz..
Bizler cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı duruyoruz. Lezbiyen be biseksüel kadınları düzeltme adı altında yapılan taciz ve tecavüzün araştırılmasını istiyoruz.Trans kadınlar cinsel kimlikleri yüzünden hayatlarını her alanında şiddete maruz kalıyor.Yaşadıkları toplumsal baskı ve dışlanmanın yanı sıra devletin her kurumu tarafından yok sayılarak onlara siyasi şiddet uygulanıyor.Cumhurbaşkanının talimatıyla Kızılay ‘da bir AVM ye girmesi engellenen üç trans kadının, Mersin ‘ de üç kişinin sopalı ve döner bıçaklı saldırısına uğrayan Deniz ‘in hesabını hep birlikte soruyoruz.
Erkek egemen, gerici, cinsiyetçi AKP’nin 11 yıldır sürdürdüğü kadın düşmanı politikalarının etkisiyle kadına yönelik şiddet yüzde bin 400 artmıştır. Her gün en az 5 kadın en yakınlarında ki erkekler tarafından öldürülüyorken Başbakan 5 çocuk istiyor. Katledilen kadınların tek faili kocaları, babaları, ağabeyleri değil onları koruyan ,”Haksız
tahrik indirimi ile adeta ödüllendiren” yargı sistemidir, kadın düşmanı politikalarıdır.
Bin yıllardır ev içerisinde emeğimiz görünmez kılınıyor. Bizleri evin kölesi yapan ev işlerini sınırsız, bitimsiz, bıktırıcı bir şekilde her gün yeniden yapmak zorunda kalıyoruz. Hiçbir karşılığı olmayan bu işlere ek olarak, hasta, yaşlı ve çocuk bakımı da biz kadınların omzuna yükleniyor. Bizler görünmeyen ev içi emeğimize yasal bir tanımlama getirilmesini, bakım hizmetlerinin dışarıda devlet tarafından sunulmasını istiyoruz. Aileye bağlı olmaksızın tüm kadınların emeklilik hakkı ve sosyal güvenceye kavuşturulmasını istiyoruz.
Biz kadınlar, kamu hizmetlerinin özelleştirildiği, esnek, kuralsız, güvencesiz, performansa dayalı çalışmanın yaygınlaştığı, iş yükümüzün her geçen gün arttığı bir ortamdan, düşük ücretle çalışmaya zorlanmakta ve işsizliğe mahkum edilmek istenmekteyiz.
AKP ‘nin bir yanı ile piyasacı-neoliberal , diğer yanı muhafazakar politikaları kadınları toplumsal yaşamdan dışlanmaya yönelik meclis gündemine getirdiği Kadın İstihdam Paketi ile esneklik adı altında evde ki iş yükünü aksatmayacak şekilde güvencesiz işlere yönlendirmek istemekte aynı zamanda kadın emeğini sermayeye ucuz, güvencesiz iş gücü olarak sunmak istemektedir. Emeğimize yönelen bu saldırılara karşı güvenceli çalışma hakkımız için mücadelemizi büyütüyoruz.
Coğrafyamızda, kürt halkına karşı her alanda bir savaş yürütülüyor. Bu savaşta en ağır şekilde etkilenen kürt kadınları yıllardır öldürülme, taciz, tecavüz, tutuklanma, göç ve ya boyun eğme seçenekleriyle karşı karşıya kalmışlardır. Bizler kürt kadınlarına dönük bu saldırıları kınıyoruz.
Bu gün bir barış sürecinden söz ediliyor. Savaşlarda en ağır bedelleri ödeyen kadınlar, barış için en fazla sözü söyleyebilmelidir. Halkların eşit ve özgür birlikteliği için kürt kadınları bu sürecin aktif bileşenleri olarak görülmelidir.
Biz kadınlar yıllardır, hep beraber, dayanışmayla erkek şiddetine meydan okuduk, haklarımızı beraber sokaklara çıkarak aldık. AKP’nin kadınların kürtaj hakkını yasaklama girişimi kadınların sokaktaki öfkesine takıldı. Binlerce kadın benim bedenim, benim yaşamım, benim kararım diyerek meydanlara aktı ve AKP iktidarına geri adım attırdı. Yaşam ve karar hakkımız ne devletin ne erkeğindir.
Cinayetlere karşı, savaşa karşı hep birlik olduk. Kadınların sesini yükselttik. Erkek şiddeti yüzünden kaybettiğimiz kız kardeşlerimiz için mücadeleye devem ediyoruz. Biz kadınlar köle, hizmetçi, namus, aile ya da kuluçka makinesi değiliz.
Biz kadınlar ve LGBTİ ler tüm dünyayla aynı anda 8 Mart‘ta alanlarda olacağız.
“ Kapitalizme, milliyetçiliğe, militarizme ve savaşa “ karşı sloganlarımız haykırmak,
“ Kadınlar barışın tarafı, müzakerenin muhatabı “ demek,
“Patriarkaya ı, heteroseksizme ,homofobiye “ karşı çıkmak,
“Bedenimiz, emeğimiz, kimliğimiz bizimdir” demek için sokakları dolduracağız.
YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ
JİN JİYAN AZADİ
SUSMA HAYKIR LGBTİ’LER VARDIR
YAŞASIN 8 MART
ADANA KADIN PLATFORMU
02 Mart 2014 Pazar günü Adana Öğretmenevinde gerçekleştirilen şubemiz 9. Olağan Genel Kurul sonuçları aşağıda listelenmiştir.
Seçim sonucu alınan oylara göre sıralanmıştır. yürütme Kuruluna 7, Denetleme Kuruluna 3, Disiplin Kuruluna 3 ve Üst Kurulana 12 üyemiz seçilmiştir.
YÜRÜTME KURULU
Adı Soyadı Aldığı Oy
1 AHMET KARAGÖZ 271
2 ŞÜKRAN YEŞİL 251
3 ESMA KARA 247
4 NEVZAT GÜZEL 245
5 EMİNE SONCU TUNÇ 239
6 ZEYNEL KETE 239
7 GÜVEN BOĞA 237
8 MEHMET AKARSUBAŞI 229
9 ERDAL KARABULUT 228
10 ERGÜN ATLIĞ 227
11 AHMET KUTLUĞ ERÇİL 222
12 İNAL AKOĞLU 214
13 KAMİLE TÜLİN ÇELİK 212
14 AHMET KÖK 202
15 SERKAN BENLİ 30
Denetleme Kurulu
Adı Soyadı Aldığı Oy
1 CANAN KÖSEOĞLU 243
2 SÜLEYMAN KAVUNCUOĞLU 236
3 İLHAN BICAKÇI 232
4 MEHMET ALİ ÖZKAL 230
5 SEVGİ SERTAŞAR 217
6 MURAT ÖZCAN 193
Disiplin Kurulu
Adı Soyadı Aldığı Oy
1 OYA KATIRCI 255
2 HÜLYA YILMAZ 254
3 SİBEL İNCİ BACALAN 237
4 MUZAFFER KARA 232
5 SELBİ KÜTÜKOĞLU 210
6 RECEP TEKİN 209
Üst Delegelikleri
Adı Soyadı Aldığı Oy
1 KAMURAN KARACA 255
2 ESRA ARSLAN KÖSELE 253
3 SEÇİL SÖNMEZ 253
4 HALİL KARA 248
5 HIDIR KARAKOÇ 247
6 MÜNİR KORKMAZ 243
7 FATMA AÇIKGÖZ 240
8 ABDULLAH YALÇIN 236
9 TURHAN ATMIŞ 235
10 MELEK DENİZ HAMAMCI 230
11 ADNAN PAŞA 230
12 MEHMET COŞKUN 230
13 YALÇIN ALÇİÇEK 229
14 ORHAN ALICI 227
15 ÖMER ŞİMŞEK 226
16 BİROL SATAR 224
17 ULAŞ YOLDAŞ BAZO 221
18 HÜSEYİN GÜRSOY 219
19 İRFAN DOĞAN 212
20 BÜLENT ECEVİT ÖZHAN 208
21 MEHMET GENÇ 206
22 MEHMET RÜŞTÜ ŞATIR 204
23 AYDIN TAN 204
24 İBRAHİM BENGÜL 201
25 ÖZKAN POLAT 38
Dahası...
Öğretmenler MEB Yasası'nı protesto etti
Adana’da Eğitim-Sen, Eğitim-İş ve Kamu-Sen’e bağlı öğretmenler bir günlük uyarı grevi yaptı. Özlük hakları için grev yapan öğretmenlerin gündeminde 17 Aralık operasyonu ile başlayan süreç vardı.
HABER – SEMA ERDOĞAN
Milli Eğitim Komisyonu’nda kabul edilen ve TBMM Genel Kuruluna gelen Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nı protesto eden eğitimciler İnönü Parkı’nda bir araya geldi. Halaylar çektiler, 17 Aralık operasyonu ile başlayan süreci canlandırdıkları kısa oyunla hicvettiler.
Basın açıklamasının ardından dağılmaları beklenen eğitimciler 5 Ocak Meydanı’na yürümek isteyince hazırlıksız olan polis zor durumda kaldı.
Polisin uyarılarını dikkate almayıp yürümeye başlayan eğitimcilere vatandaşlar da alkışlarıyla destek verdiler. Bu sırada çevik kuvvet bölgeye sevk edilse de konuşlanacak yer bulamadı ve eğitimcilerle birlikte 5 Ocak Meydanı’na kadar yürüdü. Tomalarında sevk edildiği meydanda eğitimcilere 10 dakika süre tanındı. Basın açıklaması yapan eğitimciler polise müdahale imkanı vermeden açıklama yaparak olaysız bir şekilde dağıldı.
Kamu Kaynaklarını Özel Okullara Aktarma Girişimleri ve Eğitim Yöneticilerinin Tasfiye Planı ile Eğitim Sistemi Yeni Bir Kaosun İçine İtiliyor!
Türkiye’de özellikle AKP’nin tek başına iktidar olduğu son 11 yıl içinde genel olarak kamu hizmetlerinde, özel olarak ise en geniş ve yaygın kamu hizmeti olan eğitim alanında hem içerik olarak, hem de örgütsel işleyiş açıdan piyasa merkezli bir “işletmecilik” anlayışı yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bugüne kadar eğitim sisteminde eğitim biliminin en temel ilkeleri ve toplumsal ihtiyaçlar göz ardı edilecek kadar sayısız yasal değişiklik ve fiili uygulamalar hayata geçirilmiş, eğitimin geçmişten birikerek artan en temel sorunları çözülmek bir yana daha da derinleştirilmiştir.
Hükümet tarafından TBMM’ye sunulan “Milli Eğitim Temel Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” eğitimde yıllardır uygulanan piyasa merkezli politikaların ve siyasal kadrolaşma hamlelerinin çok daha ilerisini ifade etmektedir. Tasarı, dershanelerin kapatılması bahanesi üzerinden bir taraftan kamu kaynakları ile özel okulların doğrudan desteklenmesini getirirken, diğer taraftan sayıları 100 bini bulan bütün eğitim yöneticilerine yönelik tarihin en büyük ve en kapsamlı tasfiye planını içermektedir.
AKP hükümeti, bu tasarı ile kamusal eğitim alanını daha da daraltmakta, özel öğretimin doğrudan desteklenmesi doğrultusunda ciddi adımlar atmaktadır. Kamusal eğitime ayrılması gereken kaynakların dershanelerin dönüşümü bahanesiyle özel öğretime aktarılması, özel okulların eğitim içindeki payının arttırılması için sayısız teşvik ve destek getirilmek istenmesi, iktidarın eğitim politikasının merkezinde halkın değil, piyasa güçlerinin olduğunu göstermektedir.
Milli Eğitim Temel Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Neler Getiriyor?
Siyasi iktidar bir taraftan kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak için düzenleme yaparken, aynı taslak içinde MEB Temel Kanunu ve Teşkilat Kanunu’nda yapmak istediği değişikliklerle, kendi döneminde atanan tüm yöneticilere görevden el çektirmekte ve yeni yönetim kadrolarını, kendi siyasi çizgisindeki valiler aracılığıyla bakanlığa bağlı okul ve kurumlarda görevlendirmek için kapsamlı bir değişiklik yapmak istemektedir.
Yıllardır sorunlarla boğuşan eğitim sistemini yap-boz tahtasına çeviren Hükümetin, eğitimde 4+4+4 dayatmasının yasalaşması sürecinde olduğu gibi, eğitimde yaşanan sorunları daha da derinleştirecek olan son hamlesini kabul etmek mümkün değildir. Yıllardır eğitim emekçilerinin, öğrencilerimizin ve velilerin taleplerine kulaklarını tıkayan Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim sistemini yeni bir kaosun içine itmesinin bedelini sadece eğitim emekçileri değil, tüm toplum ödemek zorunda kalacaktır. Bu nedenle, TBMM’ye sunulan kanun taslağına karşı mücadeleyi başta eğitim sendikaları olmak üzere, en geniş toplum kesimleriyle ortaklaştırmak gerektiği açıktır.
Kamu kaynakları özel okullara aktarılamaz
Getirilmek istenen düzenleme ile 1 Eylül 2015 tarihine kadar özel okula dönüşme taahhüdünde bulunan dershanelere Hazine taşınmazları üzerinde eğitim tesisi yapmaları için kamu arazilerini 25 yıllığına bedelsiz kullanma hakkı verilecek. Ayrıca hazine arazisi üzerindeki Milli Eğitim Bakanlığına ait okullar, okulların ek binaları vb on yıla kadar kiraya verilebilecek. Devlete ait arazisi değerli okullar birer birer özel sektöre, vakıflara devredilecek. Örneğin İstanbul’da Başbakan’ın oğlunun kurucuları arasında yer aldığı TURGEV vakfına devlete ait bir okulun kendisi ya da arazisi sembolik bir miktara kiraya verilebilecektir.
Özel ilkokul, özel ortaokul ve özel liselerde öğrenim gören öğrenciler için, resmi okullarda öğrenim gören bir öğrencinin okul türüne göre her kademede okulun öğrenim süresini aşmamak üzere, kamu kaynakları kullanılarak doğrudan eğitim ve öğretim desteği verilecektir. Bu kapsamda eğitim ve öğretim desteğinden 48-66 ay arasında olan çocuklar için de özel okul öncesi eğitim kurumları en fazla bir eğitim öğretim yılı süresince yararlandırılması planlanmaktadır. Bakanlığın amacı, zaten sorunlarla boğuşan kamu eğitimini zayıflatmak ve yurttaşları özel öğretime yönlendirmek için kamu kaynaklarını kullanmaktır.
Yıllardır eğitime ve eğitim yatırımlarına yeterli bütçe, kamu okullarına ödenek ayırman AKP iktidarı bugün özel okul patronları için elinden geleni yapmaktadır. Kamu okullarında kadrolu çoğu taşeron şirket personeli binlerce yardım hizmetli çalıştırılırken, velilerden temizlik, spor vb. adlarla birçok kalemde para toplanıp eğitimin tüm yükü velilerin sırtına yüklenirken, kamusal eğitime ayrılması gereken kaynakların, özel okullara aktarılmak istenmesi büyük bir çelişkidir.
Eğitim Sen neyi savunuyor?
Dershanelerin kapatılması ve özel okula dönüştürülmesi tartışmalarını, yıllardır gördüğümüz gibi, kamusal kaynakların eğitimin ticarileştirilmesi ve her geçen gün daha fazla oranda piyasalaştırılması için özel okullara, dolayısıyla sermayeye aktarılması olarak değerlendiriyoruz. Yapılması gereken, halkın ödediği vergilerden oluşan kamu kaynaklarının kamusal eğitim için kullanılmasıdır.
Kamu kaynakları özel çıkarlar için değil, halkın yararı gözetilerek değerlendirilmeli ve sadece eğitimde değil, bütün hizmet alanlarında kamu harcamaları arttırılmalıdır. Halktan toplanan vergilerin, kamu okulları için harcanmayıp, çeşitli yöntemlerle özel okullara aktarılmak istenmesi kabul edilemez ve karşısında durulması gereken bir durumdur.
Nitelikli bir eğitim sistemi oluşturmak için, tek başına eğitim sisteminin kamusal nitelikli olması ve kamu kaynakları tarafından finanse edilmesi yeterli değildir. Kamu tarafından herkese eşit ve parasız olarak sunulması gereken eğitimin bilimsel ve demokratik bir içerikte olması, kamusal, nitelikli bir eğitim sisteminin oluşturulması açısından zorunludur. Bu anlamda Eğitim Sen’in yıllardır savunduğu ve eğitim hakkının temel ayaklarını oluşturan kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim talebi gerçekleşmediği sürece, eğitimde yaşanan sorunlara kalıcı çözümler üretmek mümkün değildir.
Eğitim yöneticilerinin sözlü sınavla belirlenmesi ve vali tarafından atanması kabul edilemez
Daha önce 652 sayılı MEB Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK ile yapılan değişiklikle, okul ve kurum müdürleri, “yazılı ve/veya sözlü” olarak yapılarak okul veya kurum müdürlüğü sınavında başarılı olmak kaydıyla, hizmet süreleri, “performans” ve “yeterlikleri” dikkate alınarak il milli eğitim müdürünün teklifi üzerine “vali tarafından” atanması öngörülmüştü. Taslaktaki düzenleme ile uygulama hayata geçirilecek. Sözlü ve/veya yazılı sınavla belirlenecek olan eğitim yöneticilerinin valiler tarafından atanmasıyla önümüzdeki dönemde öğretmen alımları ve atamalarının da hükümetin il başkanları gibi çalışan valiler tarafından yapılmasının önü açılacak.
Kanun yürürlüğe girdiği tarihte, 4 yıl ve üzeri sürelerle okul müdür ve yardımcısı orak görev yapanların görevleri “hiçbir işleme gerek kalmaksızın” sona erecek. Görevi sona eren eğitim yöneticileri öğretmen olarak görevlendirilebileceği gibi, görev yeri de değiştirilebilir. Düzenleme ile eğitim yöneticileri atamasında tek kriter hükümetin çizgisinde olmak olacak ve bütün atamalarda “siyasi torpil” temel belirleyici haline gelecek. Bu düzenleme, AKP hükümetinin eğitimde en alt kademeden en üste kadar hiçbir farklı görüşe yer vermek istemediğini, bütün eğitim yöneticilerinin siyasi iktidarın sözünden çıkmayan “siyasi kadrolar” haline getirilmek istendiğini gösteriyor.
MEB bünyesinde İl Müdürü, ilçe müdürü, il müdür yardımcısı, şube müdürü atamalarında kriterlerin yönetmelikle düzenleneceği iddia edilse de, şu anda görevde olan İl Müdürleri görevden alınarak, MEB bünyesindeki “havuza” alınacaklar. Bakanlıktaki grup başkanı, genel müdür, müsteşar yardımcılarının da görevleri kanun yürürlüğe girdiğinde son bulacak ve onlar da “havuza” girerken, yerlerine yeni “siyasi kadrolar” atanacak.
Taslakta ayrıca 1926 yılından bu yana ders kitaplarının eğitim ve öğretime uygun olup olmadığına karar veren Talim Terbiye Kurulu’nun görev tanımı değiştirilmek istenmektedir. Yapılması planlanan değişikliğe göre, eğitim ve öğretim plan ve programları, ders kitapları, yardımcı ders kitapları ve öğretmen kılavuz kitapları başta olmak üzere her türlü eğitim araç ve gerecini eğitim ve öğretime uygunluk bakımından inceleyen Talim ve Terbiye Kurulu bir karar organı olmaktan çıkarılacaktır. Kurul, yalnızca bilimsel danışma ve inceleme organı haline getirilecek.
Eğitim Sen neyi savunuyor?
Eğitim Sen yıllardır eğitimde yaşanan siyasi kadrolaşma girişimlerine dikkat çekerek eğitim yöneticilerinin okullarda ya da işyerlerinde gerçekleştirilecek demokratik seçimlerle belirlenmesini ve yönetici atamalarında liyakat ve yeterlilik kriterlerinin temel alınmasını savunuyor. Milli Eğitim Bakanlığı ise yapmak istediği değişiklikle bakanlık kadrolarını eğitimcilerden çok iktisat, işletme vb gibi alanlardan sağlayarak, her açıdan piyasa merkezli eğitim işletmeciliği anlayışını hayata geçirmeyi planlıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim yöneticiliğini işletmeci bir mantıkla yeniden düzenlemek isterken, geçtiğimiz yıllarda yapılan sınavlarla gelen eğitim yöneticilerinin görevlerine son vererek, yerlerine açıkça torpil anlamına gelen sözlü sınav üzerinden belirlenmesi ve yine siyasi birer aktör olan valiler tarafından atanacak siyasi kadroların göreve getirmek istenmesi kabul edilemez.
Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın (TTKB) yıllarca eğitim üzerinden resmi ideolojinin yeniden üretilmesinde oynadığı rol bilinmektedir. Kurum eğitimin içeriğinin merkezi olarak belirleyen ve resmi ideoloji ile uyumlu bir politika izlemiştir. Bu anlamda TTKB’nin bugüne kadar bilimsel, nitelikli ve özgürlükçü bir eğitim müfredatının oluşturulması önündeki en büyük engel olduğu açıktır. MEB, bir taraftan TTKB’nin yetkilerini daraltırken, daha merkezi ve doğrudan bakan onayına dayalı daha merkezi bir politikayı hayata geçirerek, eğitim sistemi içindeki dayatmacı uygulamalarını sürdüreceğinin sinyallerini vermektedir.
Müfredatların belirlenmesinde sermaye ve iktidar odaklarının siyasal/ekonomik çıkarlarına yönelik düzenlemelere karşı çıkılmalıdır. Bilginin demokratikleştirilmesi, sendikalar, bilim çevreleri ve öğrenci-veli temsilcilerinin müfredat hazırlanmasında katılımının sağlanması sağlanmadıkça gerçek anlamda demokratik bir yapının ortaya çıkması mümkün değildir.
Dershane öğretmenlerinin sorunları çözülmüyor
Dershanelerde çalışan öğretmenler 1 Temmuz 2015 itibariyle 6 yıl bu kurumlarda kesintisiz öğretmenlik yapmışlarsa (prim ödenmişlerse) KPSS şartı olmaksızın sözlü sınav ile “öğretmen kadrolu memur” statüsünde doğrudan kamuya atamaları yapılacak. Bu öğretmenler sağlık hariç hiçbir özür atamasına başvuramayacaklar. Yani 4 yıl boyunca aynı yerde çalışmak zorunda kalacaklar. Eş durumundan yer değiştirme talep edemeyecekler.
Dershanelerdeki eğitim emekçileri iş güvencesi, çalışma koşulları ve ücret güvencesi açısından en olumsuz koşullarda çalışıyorlar. Dershane öğretmenlerinin mesleki ve duygusal tükenmişlik düzeyleri, kamuda çalışan kadrolu öğretmenlere göre daha yüksek. Dershane öğretmenlerinin sözleşmeleri dönemsel yapılıyor ve bu nedenle dershane öğretmenleri yılın belli aylarında işsizlik sorunu ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu alanlarda çalışan öğretmenlerin büyük bölümünün ataması yapılmayan öğretmenlerden oluşuyor.
Milli Eğitim Bakanlığının çözüm olarak sunduğu 6 yıl dershane öğretmenliği yapmış olanların sözlü sınavla kamuya alınması sorunu çözmekten uzak bir yaklaşım. 52 bin dershane öğretmeni içinde bu koşulları taşıyanların sayısı 10 bini geçmiyor. Geriye kalan 40 bini aşkın öğretmen ve 50 binden fazla dershanede çalışan emekçi hükümetin plansız uygulamaları nedeniyle işsiz kalma riskiyle karşı karşıya bırakılıyor.
AKP hükümeti ve Milli Eğitim Bakanlığı, ne dershanelerde güvencesiz ve kölelik koşullarında çalışan öğretmenlerin sorunlarını, ne de dershaneleri yaratan sınav ve piyasa merkezli eğitimi ortadan kaldırmak niyetindedir. İktidar bir taraftan eğitimdeki piyasa ilişkilerini derinleştirirken bir taraftan da dershanelerde çalışan binlerce eğitim emekçisini işsizliğe ya da daha güvencesiz koşullarda çalışmaya mahkum etmektedir.
Eğitim Sen neyi savunuyor?
Dershanelerin kapatılarak özel okullara dönüştürülmesi girişimi eğitim sistemini sınav odaklı hale getiren nedenleri ortadan kaldırmaktan uzaktır. Yapılmak istenen değişiklik ile dershanelerde çalışan öğretmenlerin ve diğer çalışanların yaşayacağı mağduriyet çözülmediği gibi, “sözlü sınav” ile kamuya geçiş tartışmaları 300 bini aşkın işsiz öğretmenin bulunduğu bir ülkede adaletli değildir.
Dershanelerde sigortasız çalıştırılan çok sayıda öğretmen bulunmaktadır ve öğretmenlerin çoğunun sigortası da eksik yatırılmaktadır. Ücretli öğretmenlik uygulaması gibi güvencesiz istihdam biçimleri sürdürülürken, dershane öğretmenlerine sözlü sınav gibi her türlü istismara açık bir uygulama ile öğretmenliğe geçme imkânı tanınması yeni tartışmaları ve haksızlıkları beraberinde getirecektir.
Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen istihdamı konusunda bugüne kadar benimsediği bütün politika ve uygulamalardan derhal vazgeçmeli, öğretmen yetiştirme ve istihdamı konusunda sendikalarla bir araya gelerek ataması yapılmayan öğretmenler ve güvencesiz çalışan öğretmenlerin sorunlarının kalıcı olarak çözülmesi için ortak politikalar geliştirmeli, eğitim fakültelerinden mezun olan tüm öğretmenler koşulsuz, şartsız, sınavsız, mülakatsız kadrolu atanmalı, herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.
Aday öğretmenlere sınavın arkasında iş güvencemizi tamamen kaldırmak hedefi var
Aday öğretmenler bir yıl fiilen çalıştıktan sonra performans değerlendirmesinde başarılı olmak ve disiplin cezası almamak koşuluyla asaleten atanmak için yazılı veya sözlü sınava girmek zorunda kalacak. İlk sınavda başarılı olamayanlar başka bir il ya da ilçeye sürgün edilecekler ve ikinci sınavda da başarılı olamazlarsa memuriyetle ilişikleri kesilecek.
İlk bakışta, bu düzenlemenin sadece aday öğretmenlere özgü olduğu düşünülse de, düzenlemenin Milli Eğitim Bakanlığı’nın Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi’ne uygun bir şekilde yapıldığı anlaşılmaktadır. MEB, “Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi” ile öğretmen yetiştirme sistemi ve öğretmen istihdamı günümüzün piyasa değerleri olan “rekabet”, “verimlilik”, “kariyer”, “performans”, “stratejik hedefler” vb gibi kavramlar üzerinden şekillendirmek istemekte, ilk adımı aday öğretmenlerin asli kadrolara atanması aşamasında uygulamak istemektedir. Bu uygulamanın bir sonraki adımı önce eğitim yöneticilerinin, ardından tüm eğitim emekçilerinin iş güvencelerinin kaldırılması ve eğitimde sözleşmeli istihdamın hızla yaygınlaşmasıdır.
Eğitim Sen neyi savunuyor?
Bu düzenleme ile aday öğretmenlerin asil kadrolara geçişi zorlaştırılmaktadır. Öğretmenliğin daha nitelikli bir hale getirileceği gerekçesi ile yapılan bu düzenleme ile öğretmenlikte niteliğin sadece sınav başarısına indirgenmesi kabul edilemez. Mevcut uygulamada KPSS, KPSS Eğitim Bilimleri ve KPSS Alan sınavı olmak üzere üç sınavı geçmek zorunda olan öğretmen adaylarının atandıktan sonraki ilk yıl asli kadroya geçiş yapabilmeleri için bir sınav zorunluluğunun daha getirilmesi doğru değildir. Öğretmenlikte niteliği artırmak eleme sınavları ile değil, daha bütüncül politikalarla mümkündür.
Öğretmenlik mesleği AKP iktidarı tarafından tamamen sınava dayalı teknik bir meslek haline dönüştürülmüştür. Adaylıktan asil kadroya geçiş koşulu sınav odaklı değil uygulama ve süreç odaklı olmak zorundadır. Eğitimde her türlü güvencesiz istihdam (ücretli, vekil, taşeron, geçici, 4-c, 50-d vb) uygulamasına derhal son verilmelidir.
Kamu Kaynaklarının Talanına ve Eğitim Sisteminin Siyasi Kadrolarla
Yönetilmesine izin vermeyelim!
Sonuç olarak yasa taslağı ile eğitimde yaşanan “piyasa merkezli” ve “siyasal kadrolaşmaya” dayalı dönüşümün son halkalarından birisi daha tamamlanmak istenmektedir. Bir taraftan dershanelerin özel okula dönüştürülmesi için gerekli altyapı çalışmaları sürdürülürken, diğer taraftan baştan sona değiştirilerek olan eğitim yöneticilerinin tıpkı bir şirket yöneticisi gibi belirlenmesi ve çalıştırılmalarının eğitimde yaşanan ticarileştirme ve fiili özelleştirme uygulamalarını arttırması kaçınılmazdır.
AKP hükümetinin geçtiğimiz 12 yıl içinde eğitim sistemi üzerinden hayata geçirdiği bütün icraatlarında olduğu gibi, yine kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak için düzenlemeler yaptığı, sadece bununla yetinmeyip bütün bakanlık teşkilatını tasfiye ederek, piyasacı eğitim politikalarına uygun olarak yeni bir siyasal kadrolaşma operasyonu başlattığını söylemek mümkündür.
Şube Yürütme Kurulu adına
Kamuran KARACA
Şube
21 Şubat Dünya Anadili Günü Kutlu Olsun!
Dilsiz Yaşam Olmaz
Bézimanjîyannabe
Bêzonêdayîkcunêbeno
Leythayodloleshono
مابتصيرحياةبلالللغة
Мотботушвахлурватс
21 Şubat Dünya Anadili Günü Kutlu Olsun!
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Kurulu, 1999 yılında aldığı bir kararla 21 Şubat gününü, “Uluslararası Anadili Günü” olarak kabul etmiş ve ilk kez 2000 yılında, kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla “Dünya Anadili Günü” kutlanmaya başlanmıştır.
UNESCO verilerine göre dünya üzerinde 2 bin 500 dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayken, Türkiye’de yok olma riski olan anadili sayısı 18’i bulmaktadır. UNESCO tarafından yüz yıl içinde bir dili konuşacak çocuk kalmayacak durumda ise o dil tehlikede, bir dili konuşan hiç çocuk kalmamışsa o dil “ölü” kabul edilmektedir.
Etnik ve ulus düzeyinde toplulukların bütün ilişki ve etkinliklerinde, günlük yaşamlarında kullandıkları ve anlaştıkları dil, o topluluğun anadilidir. Daha geniş bir tanımla, bir insanın hiçbir eğitime tabi tutulmaksızın ailesi, çevresi ve toplumu aracılığı ile öğrendiği dil, anadili olarak tanımlanmaktadır. Her insanın anadili, et ve tırnak gibi onun ayrılmaz bir parçası olduğu halde, Türkiye’de anadilinde eğitim tartışmalarında bilimsel ve pedagojik gerçekler bilinçli olarak geri plâna itilmeye çalışılmaktadır.
Bir ülke için önemli olan, ekonomik ve toplumsal başarı sağlamak kadar, dilsel ve kültürel zenginliklerin nesilden nesile aktarılmasının imkânlarını yaratmaktır. Ancak bu başarıldığı zaman gerçek anlamda toplumsal ve kültürel gelişme, ilerleme sağlanabilir. Tarih boyunca bütün egemen sınıflar, farklı kimlik ve anadillere sahip halkların toplumsal değişim ve ilerleme içindeki rollerini engelleyebilmek için dünyanın birçok yerinde ilk olarak eğitim olgusuna el atmış, kültürel zenginlikleri talan etmiş, “resmi dil”in dışında kalan dillerle eğitimi hatta dönem dönem konuşmayı bile yasaklayarak, farklı dil ve kültürlere yönelik asimilasyon politikalarını hayata geçirmiştir.
Bireylerin anadilleri dışında sonradan öğrenilen ikinci, üçüncü diller o dillerle iletişim kurmayı sağlasa bile, asla insanın kendi anadili gibi olamamaktadır. Her bireyin kendi anadilinde eğitim alması en temel insan haklarından biri olduğu gibi, aynı zamanda eğitim bilimlerinin temel ilkesi olan anadilinde eğitim hakkının engellenmesi, günümüzde en büyük insan hakkı ihlallerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
Anadilin kullanımının engellenmesi ilgili toplumun bütün bireylerini değişik boyutta etkilese de, tartışmasız en fazla çevresi ile iletişimini anadili ile sağlayan çocukları etkilemektedir. Bu yıl dünya çapında 14. kez kutlanan Dünya Anadili Gününü, ülkemizde anadili Türkçeden farklı (Kürtçe, Arapça, Lazca, Çerkezce, Zazacavb) olan milyonlarca çocuğun kendi anadillerinden koparılmadığı bir ortamda öğrenmeleri en temel haklarıdır.
Eğitim biliminin temel ilkesini oluşturan “Anadilinde eğitim” taleplerinin kaba milliyetçi, ırkçı, şoven duygu ve tepkilerle karşılandığı bir ortamda, Türkçe dışındaki anadillerinin varlığına ve öğrenilmesine karşı çıkmak, bir yönüyle eğitim biliminin en temel ilkesine karşı çıkmak anlamına gelmektedir. Anadilinin önemi ve gerekliliğinin yanı sıra, sosyal, toplumsal, pedagojik ve insanı boyutu yeterince tartışılmadığı ve yeterince bilince çıkmadığı sürece Dünya Anadili Günü’nün anlamını ve önemini anlamak mümkün olmayacaktır.
Türkiye, dünyada çocuklarına bayram armağan eden tek ülke olmakla övünürken, milyonlarca çocuğun kendi anadili ile eğitim görmesine “ülke bölünür” paranoyası ile yaklaşacak kadar “çağ dışı” ve bilim karşıtı düşüncelerin hala ileri sürülebilmesi, hatta anadilinde eğitim taleplerinin “suç” olarak görülmesi Türkiye açısından büyük bir utanç kaynağıdır.
21 Şubat Dünya Anadili Günü’nde, eğitim sistemi açısından milyonlarca çocuğun anadilini kullanamadığı, anadilinde eğitim göremediği için yaşadığı psikolojik travma ve mağduriyetin bu konuda somut politikalar geliştirilerek giderilmesi gerekmektedir. Kamusal, demokratik, bilimsel, ve laik eğitimin ayrılmaz bir parçası olan farklı anadiller üzerindeki sınırlamalara artık son verilmeli, her bireyin küçük yaşlardan itibaren kendi anadilini öğrenmesi ve eğitim almasının önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.
Eğitim Sen olarak, 21 Şubat Dünya Anadili Günü’nü kutluyor, farklı anadiller ve kültürlerin özgürce yaşaması ve gelişmesinin önündeki bütün yasal ve fiili engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz.
Şube Yürütme Kurulu Adına
Yalçın ALÇİÇEK
Şube Sekreteri
Çalışatayımıza katılan tüm eğitim emekçisi kadınlara Şube Kadın Komisyonu ve Şube yürütme kurulu olarak teşekkür ederiz.