Adana'nın Ceyhan Kaymakamlığı, Eğitim-Sen'in bir devlet okulunda sahnelenmek istediği 'Çarşı Pazar Geziyorum' adlı tiyatro oyunu için yaptığı salon tahsisini iptal etti.
Adana'nın Ceyhan Kaymakamlığı, Eğitim-Sen'in bir devlet okulunda sahnelenmek istediği 'Çarşı Pazar Geziyorum' adlı tiyatro oyunu için yaptığı salon tahsisini iptal etti.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Ceyhan Temsilciliği, Haldun Açıksözlü'nün yazdığı ve oynadığı Gezi olaylarına vurgu yapan tek kişilik 'Çarşı Pazar Geziyorum' oyununu 11 Nisan 2014'te Yaltır Kardeşler Ortaokulu Salonu'nda üyelerine sahnelemek amacıyla İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvurdu. Talebi değerlendiren İlçe Milli Eğitim Müdürü Mustafa Yaylacı'nın isteği ve Ceyhan Kaymakamı Gürbüz Karakuş'un da oluruyla okul salonu, oyun için 21 Mart 2014'te Eğitim-Sen'e tahsis edildi.
MÜDÜR İSTEDİ, KAYMAKAM ONAYLADI
Salonla ilgili gerekli izni alan Eğitim-Sen Ceyhan Temsilcisi Begüm Avşar, oyunun davetiyelerini dağıttı. Herkese duyurusu yapılan oyunla ilgili hazırlıklar tamamlanırken İlçe Milli Eğitim Müdürü Mustafa Yaylacı, "Oyunla ilgili kurumumuzda herhangi bir onay bulunmadığından 21 Mart 2014 tarihli onayın iptal edilmesi uygun görülmektedir" diye Ceyhan Kaymakamlığı'na yazı gönderdi. Ceyhan Kaymakamı Gürbüz Karakuş da, bu talebi uygun bularak oyun için yapılan salon tahsisini 7 Nisan'da iptal etti.
'SALON İPTAL EDİLİNCE OYUN SAHNELENEMİYOR'
Eğitim-Sen Temsilcisi Begüm Avşar, tahsis edilen salonla ilgili verilen son karara tepki gösterdi. Oyun sahnelenmeden sadece 4 gün önce salonun iptal edildiğini belirten ve başka sahne bulamadıklarını anlatan Avşar, "İptal nedeni olarak tiyatro oyuncusunun izni olmadığı söyleniyor. Ama yetişkinler için yapılan tiyatrolarda böyle bir izne ihtiyaç yok. Üyelerimize yönelik sahnelenecek oyun için yapılan salon tahsisinin iptal edilmesini anlayamadık" dedi.
1980 yılından bu yana yaşanan antidemokratik uygulamaları irdeleyen oyunu yazan hem de oynayan Haldun Açıksözlü ise, "1990'lı yıllarda nevruzu kutlamak yasaktı. Şimdi de Gezi Parkı'na değinmek suç oluyor. Bu oyun başka kentlerde sahnelendi ve sorun yaşanmadı. Ortada bir suç varsa bu suçumu öğrenmek istiyorum" diye konuştu.
Avukat Kemal Derin de, salon tahsisiyle ilgili karara karşı hukuki girişimlerde bulunacaklarını bildirdi.
- Yusuf BAŞTUĞ/ADANA, (DHA) Adana
23 Mart Pazar günü 2 milyon 7 bin 685 aday Yükseköğretime Giriş Sınavı`na (YGS) girecektir. Son yıllarda hazırladığı her sınav tartışma konusu olan, kopya skandalları ile sık sık adı anılan ÖSYM, daha önce hükümet tarafından yapılan yasal değişiklik nedeniyle, artık YGS sorunlarının tamamının açıklanmayacağını açıklayarak, milyonlarca öğrenciyi ve veliyi bir kez daha şaşkınlık içinde bırakmıştır. Soru havuzunu arttırmak bahanesiyle alınan bu kararın, ÖSYM`nin bozuk sicili ile birlikte değerlendirildiğinde son derece yanlış bir karar olduğu anlaşılmaktadır.
Türkiye`de eğitim sisteminin tamamen sınava endeksli hale getirilmiş olmasının kaçınılmaz bir sonucu olarak milyonlarca öğrenci için sınavlar resmen ölüm-kalım meselesi haline getirilmiş, çok sayıda öğrenci çocukluklarını ya da gençliklerini yaşayamadan yarış atı gibi sınavdan sınava koşturulmaktadır. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, son yıllarda kopya ve soruların sızdırılması gibi suçlamalarla karşı karşıya olan ÖSYM`nin soruların belli bir bölümünün yayınlanacağını açıklaması kabul edilebilir bir durum değildir.
Sınav sorularının içeriği, soruların hatalı olup olmadığı, ölçme ve değerlendirmenin doğru yapılıp yapılmadığını anlamanın tek yolu, zihinlerde yeni soru işaretleri yaratacak adımlar atmak değil; soruların tamamını yayınlayarak, en azından böylesine önemli bir konuda mümkün olduğunca şeffaf olmaktır. Soruların yayınlanmaması durumunda hangi sorunun yanlış olduğu tespit edilemeyecek, tek bir sorunun bile binlerce öğrenciyi etkilediği bir ortamda yeni sorunlar ve mağduriyetler ortaya çıkacaktır.
ÖSYM`nin son yıllarda yanlışsız ya da hatasız sınav yaptığını söylemek mümkün değildir. Soruların açıklanmayacak olması, ÖSYM üzerindeki şaibeleri daha da arttıracak, sınav sonuçlarına olan güveni tamamen ortadan kaldıracaktır. Eğitim Sen olarak ÖSYM`nin sınavlarda sorulan bütün soruları geçmişte olduğu gibi açıklamasını ve topluma karşı daha şeffaf olmasını talep ediyoruz.
Emeğimize Sahip Çıkmak,
Zulüm ve Yolsuzluk Düzenini Sıfırlamak İçin Alanlardayız!
Değerli basın emekçileri,
Türkiye bizzat AKP tarafından yangın yerine çevrilmiş durumda. AKP uzunca bir süredir yaşadığı toplumsal meşruiyet sorununu toplumu sürekli gererek, halkın arasına düşmanlık tohumları ekerek aşmaya çalışmak gibi büyük bir yanılgıya düşmüş durumdadır. Sokaklar demokrasi isteyenlere yönelik gaz, tazyikli su ve plastik mermi kullanılarak her türlü şiddetin uygulandığı yerlere çevrilmektedir. Kürsüler halkın arasına düşmanlık tohumları ekilmesi ve halka yönelik saldırganlık talimatlarının verilmesi için kullanılırken muhalif partilerin binalarına, seçim bürolarına yönelik saldırılar ve linç girişimleri tetiklenmektedir.
Gezi direnişi sürecinde eşitlik, özgürlük, barış ve adalet taleplerini hep birlikte sahiplenen halkın mücadelesinden rahatsız olan AKP'nin uyguladığı faşizan politikalar sonucunda kaybettiğimiz canları Berkin'in şahsında bir kez daha anıyoruz. Siyasal iktidarın ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı söylem ve pratiği ile bizzat yarattığı provokatif ortamda hayatını kaybeden Burak Can Karamanoğlu’nun başta ailesi olmak üzere tüm yakınlarına bir kez daha başsağlığı diliyoruz.
AKP'nin bizzat Başbakan tarafından yapılan tüm provokasyonlarına rağmen halkın bir arada kardeşçe yaşamasına yönelik yıllardır sürdürdüğümüz yaklaşımımızı devam ettireceğimizin bilinmesini, yüreği eşitlikten-özgürlükten ve adaletten yana atan herkesin bu yaklaşımla hareket etmesinin gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyoruz.
Değerli basın emekçileri
17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile ayakkabı kutularından saçılan milyon dolarlar, tarafların internete karşılıklı servis ettikleri rüşvet pazarlıkları, yolsuzluk ve rüşvet çarkının tam ortasında yer alanların tahliye edilmesi gibi gelişmeler sadece birikimlerimizi çalanları değil, geleceğimize ipotek koymak isteyenleri de gözler önüne sermiştir.
İşçiye, asgari ücretliye, kamu emekçisine gelince “ekonomik dengeleri, istikrarı bozamayız” diyerek maaşlarına-ücretlerine yıllık %3-%4 sefalet zammı dayatanların vergilerimizi, birikimlerimizi kimlere peşkeş çektiği bu süreçte yaşanan gelişmelerle bir kez daha ifşa olmuştur. Halkın Böylesi bir ortamda yasmaya, yürütmeye, adalete, milli eğitime, sağlığa güveni sıfırlanmıştır.
Özellikle son 12 yıldır “reform, dönüşüm” cilası ile süslenen yasalarla, Kanun Hükmünde Kararnamelerle güvencesizliği, taşeronlaşmayı, esnek çalışmayı temel alan bir istihdam özel ve kamu sektöründe alabildiğine yaygınlaştırılmıştır. Dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan “grevsiz Toplu Sözleşme” ile 2,5 milyon kamu emekçisinin, 1,9 milyon emeklinin iradesi yandaş konfederasyon yönetimine altın tepsiyle sunulmuştur.
AKP iktidarı emekçileri içine sürüklendiği mevcut kara tablo emekçilerin nasıl kandırıldığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yıllık resmi enflasyon Şubat ayı itibariyle %7,89’u gösterirken, halkın gerçek enflasyonu yüzde 20’yi aşmış durumdadır. 2014 yılında enflasyonun çift haneli rakamlara ulaşmasına kesin gözü ile bakılırken, kamu emekçileri ve emeklilerin ücretlerinde ortalama yüzde 6 artışa denk gelen 123 TL’si daha cebine girmeden buharlaşmıştır.
Bugüne kadar emeği ve alın teri ile geçinmeye çalışan milyonlarca emekçinin sorunlarına kulaklarını tıkayanlar, patronların her başı sıkıştığında onları teşvik paketleri ile beslemiş, yandaş holdinglerin vergi borçlarını silmiş, bir taraftan çocukları üzerinden servetlerine servet katarken, halkın büyük bölümünü sefalete itmekten çekinmemiştir.
Siyasi iktidar temsilcilerinin babalı oğullu, cümbür cemaat boğazlarına kadar yolsuzlukların içine battığı, yolsuzluğun, talanın ve yağmanın bir virüs gibi hem iktidarı hem de mevcut sistemi içten içe kemirdiği bir dönemde halkın, emekçilerin giderek yoksullaşması, zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul hale gelmiş olması tesadüf değildir. Boğazına kadar pisliğe batmış bir iktidarın, onun yağma ve talana dayanan ekonomik politikalarının “daima millet, daima hizmet” yalanı ve din sömürüsü ile daha fazla sürdürülebilmesi mümkün değildir.
Değerli Basın Emekçileri,
AKP iktidarı, emekçileri içine sürüklediği bu kara tabloyla yetinmiyor. Hukukun, adaletin, demokrasinin, düşünce ve ifade özgürlüğünün, sendikal hak ve özgürlüklerin katledilmesinde 12 yıldır işbirliği yaptığı cemaatle bugün yaşadığı dalaşı bile emekçilerin haklarına yeni saldırılar için fırsata dönüştürmeye çalışıyor.
HSYK yasasından İnternet yasasına ve Milli Eğitim Temel Yasasında yapılan değişikliklerden yeni hak gasplarına yol açan torba yasalara kadar sadece son iki hafta içerisinde Meclis'ten geçirilen tüm saldırıların asıl hedefi emekçilerdir, yoksullardır.
Üyelerinin hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmekle görevli hiçbir sendikanın-konfederasyonun yaşanan bu zulüm ve yolsuzluk karşısında sessiz, tepkisiz kalması beklenemez.
Her ne kadar bazı yandaş konfederasyonlar boğazına kadar pisliğe batmış olan iktidarın başındaki kişiye “dik dur eğilme” diyerek sonuna kadar sahip çıksa da, biz KESK olarak halktan, kamu emekçilerinden, işçilerden, köylülerden, emeklilerden kaçırılarak ayakkabı kutularında saklanan her kuruşun hesabını sormaya kararlıyız.
Rüşvete, yağmaya, yolsuzluğa karşı çıkmadan, insanca, hakça bir düzen için mücadele etmeden, mevcut sömürü düzeninin ve her yerden akan pisliklerin kaynağını kurutmak mümkün değildir. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla ilgili olarak bütün gerçekler açığa çıkarılmalı, halkın parasını çalanlardan ve arkasındaki güçlerden hesap sorulmalıdır.
Her zaman kamu emekçilerine karşı sorumluluğunun gereğini yerine getiren KESK tüm baskılara rağmen mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir. Çünkü biz lafa değil, icraata bakarız. Kamu emekçilerini, emeklilerini AKP-yandaş konfederasyon mutabakatıyla sefalete itenlerin icraatları ortadadır. “Onlar çalarken bizim yoksullaşmamız, onların çocukları çalarken bizim çocuklarımızın ölmesi” üzerine kurulu bu düzene karşı emek ve demokrasi mücadelemizden asla taviz vermeyeceğiz. Zulüm ve yolsuzluk düzenine boyun eğmeyeceğiz. 15.03.2014
Tekin MÜJDE
SES Adana Şube Başk.
KESK Dönem Sözcüsü
KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU
Gençliğimizin, çocukluğumuzun, inancımızın, dilimizin, emeğimizin, ekmeğimizin, doğamızın katili AKP...
İliklerine kadar pisliğe batan, kana doymayan AKP Hükümeti kana yine doymadı. Berkin ELVAN ekmeği uğruna 14 yaşında kafasına sıkılan gaz fişeğiyle vurularak 269 gün direndikten sonra yaşama gözlerini yummuştur.
Berkin EL VAN'IN katili kahraman Türk polisidir.
Berkin EL VAN'IN katili AKP hükümetidir.
Berkin ELVAN'İN katili Recep Tayyip ERDOĞAN'DIR.
Özgürlükleri uğruna katledilen GEZÎ DİRENİŞÇİLERİ Ethem SARISÜLÜK, Ali İhsan KORKMAZ ve son olarak da Berkin ELVAN'I elimizden alan AKP Hükümeti derhal istifa etmelidir.
Tüyü bitmemiş yetim hakkı yemeyi, mazlum insanları, bebeleri inançları uğruna kafalarını gövdelerinden ayıran, eli kanlı El Nusra, El Kaide gibi örgütlerin katillerini beslemeyi kendisine şiar edinen AKP Hükümeti derhal istifa etmelidir.
Günah işleme özgürlüğünü, hırsızlığı, yolsuzluğu, ahlaksızlığı, masum insanları öldürmeyi kendine şiar edinen AKP Hükümeti derhal istifa etmelidir.
Berkin ELVAN'NIN ve GEZİ ŞEHİT'LERİNİN sorumluları korunmadan ve daha fazla zaman kaybedilmeden bulunulmasını, soruşturmanın en kısa zamanda etkili, tarafsız ve bağımsız bir şekilde yapılmasını, sorumluların derhal yargı önüne çıkarılmalarını talep ediyoruz.
Ülkemizin içerisinde bulunduğu bu kötü gidişata karşı, toplumsal barışı yakalamada, emekten, halktan ve haktan yana, tüm demokrasi güçlerinin birlikte mücadele etmeleri kaçınılmazdır.
Saygılarımızla...
ADANA ALEVİ PLATPORMU - ABF - HDK - KESK - DİSK - TMMOB – ATB
Kamuoyuna Duyurudur
Bilindiği gibi Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu 2013-2014 yarıyıl tatilinde Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü nün 28.01.2014 ve 390264 sayılı kararı ile Meslek Liselerinin 10. ve 11. sınıflarında Beden Eğitimi Derslerini kaldırmıştır, Oysaki Anayasanın 59. maddesinde "Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder" ifadesi yazmaktadır, 1789 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 2. Maddesinin 2, Bendinde "Milli Eğitimin temel amacının 'Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek olduğu yazmaktadır. Şu halde Meslek liselerinde beden eğitimi dersinin kaldırılmasının, Anayasaya ve Millî Eğitim Temel Kanununa aykırı olduğu görülmektedir.
2009-2010 Eğitim Öğretim yılı başında benzer bir uygulama tüm liselerde yaşanmış, beden eğitimi dersi seçmeli hale getirilmiş, öğrencilerden velilerden ve öğretmenlerden, üniversitelerimizin b^den eğitimi bölümlerinden ve de birçok sivil toplum örgütünden gelen tepkiler üzerine bir yıl sonra uygulamadan vazgeçilmiş, meslek lisesi 17. Sınıf haricinde tüm lise türlerinde her sınıfa 2 saat zorunlu beden eğitimi dersi konulmuştu.
Aradan geçen üç yılın sonunda 2012-2013 yılından itibaren liselerde tüm sınıflar 2 saat Beden Eğitimi dersi alabilme noktasına gelmişken, bu kararla eğitim sistemi tekrar altüst edilmiş, mesleki eğitimde beden eğitimi dersi tekrar kaldırılmıştır. Bunun öncesinde 4+44-/! sistemi ile İlkokullarda beden eğitimi dersinden ve spordan çocuklarımız zaten mahrum bırakılmıştır.
ilkokuldan lise son sınıfa kadar beden eğitimi dersi yaparak- yaşayarak işlenen ve dokunulmaması gereken en önemli alandır. Meslek lisesi öğrencileri için ise beden eğitimi dersi çok daha özel bir yere sahiptir. Haftanın her günü çalışan ve üreten bu öğrencilere haftada 2 saat beden eğitimi dersi ile deşarj olmayı, oynamayı, spor kültürü kazanmayı, sağlığını korumayı, spor yoluyla kendini ifade etmeyi çok gören bir anlayışın, bir an önce bu yanlıştan dönmesini bekliyoruz.
Sağlık bakanlığı 'obezite ile mücadele" adı altında kaynak ayırıp reklam filmlerine binlerce lira para harcarken, madde bağımlılığı ilkokullara kadar inmiş, sporda şiddet her alanda giderek yaygınlaşmıştır. Hastaneler genç yaşta eklem rahatsızlıkları, bel fıtığı, omurga kayması ve hareketsiz yaşamın tüm olumsuzluklarını yaşayan kişilerle doludur. Spor kültürünün bir türlü yerleştirilmediği, sportif başarının dibe vurduğu ülkemizde, çocuklarımızın ve gençlerimizin beden eğitimi ve sporu öğrenmekten dolayısı ile sağlıklarını koruma eğitiminden mahrum bırakılarak mı? bu sorunlarla mücadele edilecek?
Olimpiyatları alabilmek için Gençlik ve Spor Bakanlığı milyonlarca lira para harcayıp kampanya ve yatırım yaparken, sportif başarısı en yüksek olan meslek liselerinde beden eğitimi dersi kaldırılarak ve de potansiyel sporcular daha işin başında adeta toprağa gömülerek mi olimpiyatlara ev sahipliği yapılacak?
Sağlıklı bir nesil için Bedensel gelişimin en az ruhsal gelişim kadar önemli olduğu ne zaman anlaşılacaktır?
Sonuç olarak;
Çoklu zeka kuramı içerisinde bütün öğrenme alanları ile ilişkisi olan beden eğitimi dersi Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okul öncesi eğitimden başlayarak 12. Sınıfın sonuna kadar zorunlu ortak dersler kapsamında haftada en az 2 saat olması gereken bir disiplindir.
Hiçbir okul türü bu dersten muaf ve mahrum bırakılamaz.
Meslek liselerinde kaldırılan zorunlu 2 saat beden eğitimi dersi tüm sınıflara tekrar konulmalı ve beden eğitimi branşı öğretmenleri tarafından okutulmalıdır. Beden Eğitimi Dernekleri Federasyonuna bağlı dernekler olarak bu işin takipçisi olacağımızı ve mücadelemizi sürdüreceğimizi kamuoyuna ve Milli Eğitim Bakanlığına duyururuz.
Türk Eğitim Sen - Eğitim Bir Sen - Eğitim Sen - Eğitim. İş
Adana Beden Eğitim Öğretmenleri Derneği olarak tüm sendikalarımda beden eğitimi öğretmenleri adına teşekkür ederiz.
Adana Beden Eğitimi Öğretmenleri Derneği
Kemal KIRIM
Başkan
Değerli Basın Emekçileri,
Bugünden itibaren TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanacak olan 2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi, tüm yükün yine emekçilerin omuzlarına yıkıldığı, emekçilerin ve halkın değil, savaşın, rantın, sermayenin, muhafazakarlığın bütçesidir.
Savaşın, sömürünün, gerici düzenine karşı mücadelesinden bir an bile geri adım atmayan emekçiler olarak bugün buraya bu düzenin bütçesine karşı sesimizi yükseltmeye geldik!
Gasp edilen haklarımızın, işimizin, aşımızın, eşitlik ve özgürlük mücadelemizin sonuna kadar savunucusu olan biz emekçiler, buradan Meclis’e sesleniyoruz: Ülkemizi daha karanlığa sürükleyecek bu bütçeyi derhal geri çekin!
11 yıldır AKP hükümeti kaynakların kimlerden nasıl toplanacağına tek başına karar veriyor, bu kaynakları kurmaya çalıştığı yeni düzeni güçlendirecek alanlara aktarıyor. Emekçilerin birikimlerine el koyarak, ağır vergilerle toplanan bu kaynaklar, bugün emperyalizmin taşeronluğuna, toplumun tüm ezilenlerini baskı altında tutacak şiddet mekanizmalarına, dini-gerici temelde toplumsal yaşamı yeniden dizayn etmeye aktarılıyor.
Bu kaynaklar, daha fazla istihdam yaratacak, toplumsal refahı arttıracak yatırımlara değil, bir avuç rantiyeci sermayenin cebine aktarılıyor.
Bizler, savaşın, rantın, dinselleştirme projelerinin maliyetlerini ödemeyi reddediyoruz! Bizlere dayatılmaya çalışılan bu bütçeyi kabul etmiyoruz.
Değerli Basın Emekçileri,
Haklarımız her geçen gün gasp edilirken, ülkemizi Ortadoğu’da emperyalizmin müdahale aracına dönüştüren AKP’nin savaşçı politikalarının faturası yine emekçilere ödettirilmek isteniyor. Ülkemizin emperyalistlerin maşası haline getirilmesine, halkların kendi geleceklerine kendilerinin karar verme haklarının, özgür ve bir arada yaşam haklarının ellerinden alındığı bu kirli tarihe ortaklık etmesine izin vermeyecek olan biz emekçiler, savaşın bütçesini de kabul etmeyeceğiz! Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü süreciyle birlikte savaş harcamaları küçüleceği yerde büyümektedir. Barış halkların dilindeyken bütçe, barışın değil savaşın, baskının ve şiddetin ve ölümlerin bütçesi olmaya devam etmektedir. Toplumsal barışa hizmet edecek adımlar atılmadığı gibi, 90’lı yıllara davetiye çıkaran biçimde demokratik tepkiler şiddetle bastırılmaya, halkların bir arada yaşam zeminleri daraltılmaya çalışılmaktadır. 2014 yılı bütçesi de işsizlik, su, elektrik gibi alt yapı sorunlarının yanı sıra eğitim, sağlık gibi onlarca sorunla boğuşan halkın ihtiyaçlarına cevap vermek yerine oluşan çatışmasızlık ortamını ve barış umutlarını ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerin hazırlığının yapıldığına yönelik işaretlerle doludur.
AKP iktidarının rejimini sürdürmede en fazla endişe ettiği konulardan biri de Gezi direnişi ile halk arasında yeniden büyüyen birlik ve dayanışmadır. Ortak talepler etrafında sarsılmaz bir sağduyu ve direnme gücüyle kenetlenen farklı toplumsal kesimlerin bir arada hareket etme duygusunu parçalamaya dönük, toplumsal muhalefeti sindirmeye ve yok etmeye yönelik izlediği tek yol daha fazla şiddeti arttırmaktır. 2014 yılı bütçesinde de toplumsal muhalefet karşısında kullanılan devletin tüm baskı aygıtlarının güçlendirilmesine dönük harcamaların arttığı görülmektedir. Yurdun her köşesinde süren direniş, özgürlük ve demokrasi çığlığına dönüşürken, baskıcı ve otoriter düzeni pekiştirmek için AKP hükümeti emekçilerin kendi vergileriyle emeğe, demokrasi ve özgürlük taleplerine karşı kullandığı şiddeti finanse ediyor. Ödediğimiz her kuruş vergi, bizlere “daha fazla savaş, toma, gaz, gözaltı, baskı ve ölüm” olarak dönmektedir.
İnsanca yaşam hakkı her geçen gün emekçilerin ellerinden alınmaktadır.
AKP’nin ısrarla gündemde tuttuğu 657 sayılı Devlet Memurları Kanunundaki kapsamlı değişikliklerle tüm kamu emekçileri taşeron, esnek, performansa dayalı, güvencesiz ve kuralsız bir çalışmanın ucuz işgücü haline dönüştürülmek istenmektedir. Ucuz işgücünün merkezi olan kadınlara yönelik saldırılara, “Kadın istihdam paketi” ile yenileri eklenmektedir.
Tüm bu politikalar paralelinde 2014-2015 dönemini kapsayan toplu “satış” sözleşmesinde milyonlarca kamu emekçisinin ve emeklinin haklarının bir kez daha gasp edildiğine tanık olduk. Milyonlarca kamu emekçisinin talepleri AKP-Memur sen ortaklığında görmezden gelindi, hakları gasp edildi. Kamu emekçilerinin maaşlarına net 123 TL artış yapıldı, ne var ki o da zaten şimdiye kadar buharlaştı. Her geçen gün daha derin bir yoksulluğun içine itilen kamu emekçilerinin toplam gelirden aldığı pay bu yıl daha da küçüldü.
Bunun yanında AKP boş durmadı, hayatı her geçen gün daha pahalı hale getirdi, yaşamı çizdiği karanlık tabloda emekçiler için daha da zorlaştırmaya devam etti; Hayatın her alanını piyasalaştıran uygulamalar sonucunda; her yıl eğitime yaklaşık 15 milyar TL’lik bir maliyeti emekçiler kendi ceplerinden ödedi; sağlığa yaptığı harcamalar AKP döneminde yüzde 17 arttı. Eğitim ve sağlık gibi yurttaşların tamamını ilgilendiren alanlara kamusal yatırım yapmak yerine kaynaklar büyük oranda özel okullar ve hastaneler yoluyla sermayeye aktarıldı.
Değerli Basın Emekçileri,
Bizler, savaşın, rantın, sermayenin, muhafazakarlığın bütçesine hayır diyoruz!
Toplu Sözleşme döneminde ifade ettiğimiz temel taleplerimiz doğrultusunda bütçeden hakkımızı almak için mücadelemizi yükseltiyoruz. Artık Yeter! diyoruz.
Taleplerimiz gayet açık;
Kayıplarımızın telafisi için her kamu emekçisinin maaşına en az 300 lira zam yapılmasını,
Herkese iş ve ücret güvencesi sağlanmasını,
Ek ödemelerin emekliliğe yansıtılmasını,
Maaşlarımızın vergi artışından etkilenmemesini,
Kadın emekçilere pozitif ayrımcılık uygulanmasını,
Baskı, tutuklama ve sürgüne son verilmesini, İSTİYORUZ!
Satış Sözleşmesini Kabul Etmiyoruz, Bütçeden Hakkımızı İstiyoruz!
Taleplerimizin yaşama geçmesi için bugün ülke genelinde sokağa çıktık. İşyerlerinde kamu emekçilerinin haklarına sahip çıkması için yoğun bir çalışma sürdürüyoruz. Meclis'teki muhalefet partilerinin taleplerimize sahip çıkması için girişimlerde bulunuyoruz. AKP hükümeti kamu emekçilerinin haklı taleplerine hala olumlu cevap vermezse, 19 Aralık 2013 Perşembe günü AKP hükümetini uyarmak için GREV’de olacağız. Tüm kamu emekçilerini haklarımız ve geleceğimiz için mücadelemize güç vermeye çağırıyoruz.
KESK Adana Şubeler Platformu
AKP hükümetinin baskıcı, otoriter, muhafazakar yöneliminin yoğunlaştığı bir dönemden geçmekteyiz. Ortadoğu'da yaşananlar ve emperyalist saldırılar, Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrar, cezaevlerinde artan baskılar, yaklaşan yerel seçimler ve bu eksendeki gelişmeler/tartışmalar, iktidar odakçıkları arasındaki çatışmalar, AKP'nin günlük yaşamın her alanına müdahale etmesi, iktidarın muhalif tüm kesimlere yönelik dozu giderek artan otoriter, faşist baskısı ve çalışma yaşamına yönelik yeni saldırı dalgası gündem başlıklarından öne çıkanlar oluyor.
Dolaysıyla bu yoğunluğun üstesinden ancak güçlü bir örgütlülük, program ve eylemsellikle gelinebileceği açıktır. İktidar gerek 2014 bütçesi ve Orta Vadeli Programında, gerek kıdem tazminatı tartışmalarında ve gerekse de 657'de yapmayı düşündüğü değişikliklerde emek karşıtı hedeflerini belli etmektedir. Bu saldırıları püskürtmek, hak kayıplarını önlemek ve yeni kazanımlar elde etmek için fiili ve meşru mücadeleyi yükseltmekten başka yol olmadığı geçmiş deneyimlerimizle de kanıtlanmıştır.
19 Aralık 2013 Perşembe günü;
Kayıplarımızın telafisi için her kamu emekçisinin maaşına en az 300 lira zam yapılması,
Herkese İş ve Ücret Güvencesi Sağlanması,
Ek Ödemelerin Emekliliğe Yansıtılması,
Maaşlarımızın Vergi Artışından Etkilenmemesi,
Kadın emekçilere Pozitif Ayrımcılık Uygulanması,
Baskı, Tutuklama ve Sürgüne Son Verilmesi"
talepleriyle GREV yapacağız.
BASINA VE KAMUOYUNA
1960 yılı 25 Kasım’ında Dominik Cumhuriyeti’nin kuzey bölgesinde bir uçurumun dibinde üç kadının cesedi bulundu. Bunlar Mirabel kız kardeşlerdi. Mirabel kardeşler ülkelerinde diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesi verdikleri için defalarca hapsedildiler ve en son da gizli polis tarafından kaçırılarak tecavüze uğrayıp öldürüldüler. 25 Kasım Mirabel kardeşlerin anısına “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” ilan edildi.
Bu topraklarda her gün aramızdan 5 kadın öldürülüyor! Biz kadınlar evimizde, sokağımızda, en yakınımızdaki erkekler; yani kocalar, sevgililer, babalar, kardeşler tarafından öldürülüyoruz. Öldürülmek için boşanmak istememiz, gezmemiz, yemek yapmamamız, hatta erkeğin gece rüyasında aldatıldığını görmesi bile bahane olabiliyor. Öldürülmek için kadın olmamız yetiyor. Ocak ayından bu yana 73 kadın öldürüldü, 60 bin 420 kadın şiddete maruz kaldı. Bu rakamlar sadece haber alabildiklerimiz... Bu sayılara sürekli yenileri ekleniyor. Dün ve bugün de Adana’dan, Konya’dan, Diyarbakır’dan kadın cinayeti haberleri geldi.
Kadınlar evlerde, sokaklarda, cezaevinde, siyasette, iş hayatında erkeklerin tacizine ve tecavüzüne maruz kalıyor! Erkek egemen yargı kadın katili ya da tecavüzcü erkekleri koruyor, haksız tahrik indirimleri ile cezalarını düşürüyor ya da davalar sonuçsuz kalıyor. Katiller ve tecavüzcüler ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyor!
AKP geçtiğimiz sene başında “kadına yönelik şiddetle mücadele” adında güya biz kadınları korumaya yönelik bir yasa çıkardı; ancak çıkarılan yasa kadına yönelik şiddeti önlemeye yetmediği gibi aksine erkek şiddetini tırmandırdı. Bu sene açıklanan Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporuna göre Türkiye 136 ülke arasında 120’inci sırada!
Ocak ayından bu yana koruma kararı almış olan 11 kadının erkekler tarafından katledilmesine sessiz kalan devlet, bu da yetmezmiş gibi şiddetin faili olan erkeklerin koruma kararından faydalanmasına dair de düzenlemeler yaptı.
ŞÖNİM adıyla bilinen şiddet önleme ve izleme merkezleri 14 pilot ilde uygulamaya geçti; ancak hem kadınların bu merkezlere erişmesinde hem de uygulamada pek çok sorun yaşanıyor. Sığınak yürüten bağımsız kadın örgütleri işlevsiz hale getirilmeye çalışılıyor. Kadın sığınaklarının yerleri ihaleler yoluyla resmi gazetede ifşa ediliyor. Erkek devletin yetkilileri sığınaklarda kalan kadınların sosyal güvencelerini sağlamak yerine şiddet uygulayan, canını tehdit eden erkeklerle barıştırmaya zorluyor.
Erkek devlet bir yandan yasal olarak yapamadığı kürtaj yasağını fiilen devlet hastanelerinde uygulayarak kadınların hayatını tehdit edecek şartlarda kürtaj yapmasına sebep olurken bir yandan da GEBLİZ (Gebe Lohusa Bebek Çocuk İzleme ve Takip) uygulamasıyla kadınların doğurganlığına, kişisel bilgilerine dair tüm detayları kamu ve özel sağlık kuruluşları yoluyla takip ediyor! Ancak bu da yetmiyor, bir işbirlikçi gibi kadının kocasına, babasına haber veriyor. Bu ifşanın daha çok şiddete ve hatta cinayete yol açacağını hepimiz çok iyi biliyoruz.
Bakan Fatma Şahin, kadına yönelik şiddeti önlemek için kadın kurumları ile görüşmek yerine Diyanet İşleri ile protokol imzaladı ve Adalet Bakanlığı ile ortak hazırlanan proje kapsamında 20 bin evliliği kurtaracaklarını beyan etti. Bu adım AKP’nin, erkek egemen sistemin, onu üreten ve koruyan ailenin bekçisi olduğunun göstergesidir. Kadın bakanlığını aile bakanlığına çeviren AKP kadını değil, aileyi korumayı esas aldığını her fırsatta gösteriyor!
Kadınlara müjde gibi sunulan kadın istihdam yasası taslağı ile esas işiniz evdeki eş, çocuk, yaşlı, hasta ya da engelli bakımıdır, tüm bunları yapın, asıl işinizi aksatmayın ama düşük ücretli, güvencesiz, örgütsüz, itaatkar emeğinizi de sömüreyim deniyor. Kadın emeğinin çifte sömürüsünün derinleştirilmesine ve değersizleştirilmesine yönelik ve adeta doğum teşvik paketine dönen bu istihdam paketinin doğuracağı olası sonuçlarını bugünden görmek mümkün. Daha geçtiğimiz günlerde iş cinayetine kurban giden bir ev işçisi kadın, birkaç hafta önce de tarım işçisi kadınlar toprağa verildi.
Çocuk evliliklerinin çok fazla olduğu bu topraklarda iktidar, çocuk evliliklerini engelleyecek politikalar üretmek yerine 4+4+4 düzenlemesi ile kız çocuklarını erken evliliklere mahkum etti. Şimdi de liselerde evliliğin önünü açıyor. Evlilik teşvik paketi ile evlenenlere faizsiz kredi uygulaması başlatan, üniversitede okuyan öğrencilerin kredi borçlarını sileceğini açıklayan iktidarın asıl görevi evlilikleri teşvik etmek değil kadınların can güvenliğini sağlamaktır. Kadınlar için ölüm, şiddet, baskı, eşitsizlik yuvası olan evlilik ve aileyi yücelterek kadınların can güvenliğini sağlayamazsınız! Öldürülen, erkek şiddetine uğrayan her kadından siz sorumlusunuz! Artık kadın katilleri ile suç ortaklığını bırakın!
Başbakanın yaptığı “kızlı - erkekli evler, meşru- gayri meşru hayatlar” açıklamaları bu ülkede yaşayan özellikle genç kadınların hayatlarını tehlikeye attı. Başbakanın bu açıklamalarının ardından çeşitli illerden ev baskınları haberleri gelmeye başladı. Biz kadınlar üzerindeki erkek baskısı yetmiyormuş gibi devlet, kolluk güçleriyle işgüzar valileriyle ailenin erkeklerine yardıma geldi!
Kendisini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayan iktidarın homofobik ve transfobik söylemleri eşcinsel trans ve biseksüel kadınlara uygulanan şiddeti de meşrulaştırıyor. Hükümet sözcüleri her fırsatta eşcinselliği “ahlaksızlık, hastalık” olarak tanımlıyor ya da tamamen görünmez kılıyor. Kadınların cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine yönelik ayrımcılık ve şiddet, nefret cinayetlerini körüklüyor. Uygulanan ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını, lgbt bireylerine yönelik nefret cinayetlerinin son bulması için gerekli önlemlerin alınmasını istiyoruz.
Her fırsatta kadın düşmanı politikalarla kadınlara saldıran sistem sözcüsü AKP, savaş yanlısı siyasetiyle de kadınlara şiddet uygulamaya devam ediyor. Halen KCK operasyonları ile hapsedilen Kürt kadınlar sırf siyasi kimliklerinden dolayı cezaevlerindeler. Kürt kadınlar bulundukları her yerde savaşın, göçün ve yoksulluğun tüm şiddetini yaşıyor. Yıllardır süren çatışmayı sözüm ona sonlandırdığını iddia eden AKP, Rojava’da binlerce tecavüze, katliama ve sürgüne destek vermiştir. Suriye’deki savaşı körükleyerek pek çok kadının bir eşya gibi alınıp satılarak kuma yapılmasına ya da fuhuşa zorlanmasına sebep olmuştur. Tüm bu vahşete karşı direnen, örülmek istenen duvarlara karşı bedenini siper eden Ayşe Gökkan gibi kadınlarla birlikte mücadeleye devam edeceğiz.
Erkek devlet her dönem gözaltında ve hapishanelerde kadınlara tacizi ve işkenceyi sistematik bir şiddet olarak kullandı. Ancak, bu yıl Gezi isyanında yaşananlar devletin ve kolluk kuvvetlerinin kadınlara nefretini alenen uygulamaktan çekinmediğinin en açık ifadesi oldu. Kadınlar gözaltına alınırken şiddetin her türlüsüne maruz kaldı, ”ince arama” adı altında çıplak arama ile tacize, tecavüz tehdidine maruz kaldı. Failler ise her zamanki gibi korundu.
İktidarın evli-evli olmayan, çocuklu - çocuksuz, başı açık- kapalı, söylemleriyle kadınlar arasında kurmaya çalıştığı hiyerarşiye, emeğimizin ucuzlaştırılıp yoksulluğumuzun arttırılarak, güvencesizleştirilerek, erkeklere daha bağımlı hale getirilmeye çalışılmamıza karşı çıkıyor ve diyoruz ki kiminle yaşayacağımıza, doğurup doğurmayacağımıza, nasıl giyineceğimize biz karar veririz! Biz kadınların, yaşamından, bedeninden, emeğinden elinizi çekin!
Biz kadınlar bu 25 Kasım’da da taleplerimizin yerine getirilmesi için dayanışmaya ve örgütlenmeye devam edeceğiz. Kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı; cinsiyetçiliğin, şiddetin, sömürünün, tacizin, tecavüzün tüm izlerini yeryüzünden silmek için tüm kadınları mücadeleye çağırıyoruz.
Kadınlar, örgütlenmeye, mücadeleye! 25 Kasım 2013
KADINA YÖNELİK ŞİDDETE SON!
YAŞASIN KADINLARIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ!
ADANA KADIN PLATFORMU
Dahası...
Değerli Basın Emekçileri,
Suriye’ye yönelik iki yılı aşkın süredir devam eden emperyalist müdahalenin taşeronluğunu yapan AKP iktidarı, savaş çığırtkanlığını sürdürüyor. “Bölgesel güç olma hayallerinin” çöküşünü, her fırsatta emperyalist güçleri askeri müdahaleye çağırarak aşmanın peşine düşen AKP iktidarı, şimdi de savaş tezkeresini TBMM gündemine getirmiştir. Bu tezkere savaşa doğru atılan bir adımdır; daha fazla katliam, daha fazla kan ve gözyaşı demektir.
Hatırlanacak olunursa, AKP iktidarı geçtiğimiz yıl da Suriye için bir tezkereyi meclisten geçirmiş, o günden bu yana tezkere ile elde ettiği şey sadece Türkiye’nin bu kirli savaş içine daha fazla girmesi, milyonlarca insanın mülteci durumuna düşmesi, yüzbini aşkın insanın hayatını kaybetmesinin doğrudan sorumlusu olarak tarihe geçmesi olmuştur. Türkiye bu politikalar sonucunda savaşın doğrudan tarafın haline gelmiş, savaş ülke içine taşınmıştır. Akçakale’den sonra Hatay, Ceylanpınar, Reyhanlı ve Antep gibi memleketimizin birçok yerine yağan bombalar, kurşunlar bu politikaların doğrudan sonucudur. Rojava’daki ablukanın ve katliamların faili olan El Nusra çetelerinin Türkiye’de barındırıldıklarını, eğitildiklerini ve sınırdan geçirilerek Suriye’ye gönderildiklerini artık bilmeyen kalmadı.
Sadece 2 yılda Suriye’de sürdürülen iç savaş nedeniyle yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesinde, ailelerinin parçalanmasında, milyonlarca Suriye’li vatandaşın mülteci konumuna sürüklenmesindeki sorumlular emperyalist saldırganlığın sahipleri ve işbirlikçileridir.
Hem ülkemizde hem de Suriye’de iç savaşı körükleyen, cihadist çeteleri destekleyen işbirlikçi AKP iktidarının üstlendiği bu sorumluluğun bedelini ülkemiz ve bölge halkları bugüne kadar ağır kayıplarla ödemişlerdir.
Memleketimizin dört bir yanı üslerle, NATO askerleriyle, ölüm füzeleriyle doldurulurken, Suriye’de ve tüm bölgede ölüm saçan silahlı çeteler en geniş olanaklarla Türkiye tarafından finanse edilmekte ve eğitimlerinden silahlanmalarına kadar ülkemiz tarafından desteklenmektedir. Ülkemizi bu kirli savaşın cephe ülkesi haline getiren, mezhepsel çatışmaların körüklenmesinde aktif bir rol alan, emperyalizmin taşeronluğuna soyunarak savaş kışkırtıcılığı yapan AKP iktidarının kendisidir ve bugüne kadar binlerce insanın hayatını kaybetmesinin suç ortağıdır!
İşte tüm bu gerçeklerle, bölgedeki emperyalist güdümlü cihadist çetelerle ittifak halinde olan AKP hükümeti tezkereyi meclise gönderirken sunduğu gerekçelerden asıl kendisi ders çıkarmalı ve ülkemizi bu kanlı savaşın içinden çekip çıkarmalıdır. Suriye ile sınır komşusu olmamızdan dolayı mülteci akınının artabileceğinin ve Türkiye’de yapılan bombalı saldırılar sonucunda hayatını kaybeden insanlarımızın tezkerenin kabul edilmesi için gerekçe olarak gösterilmesi tam bir akıl tutulmasının işaretidir. AKP iktidarı girdiği bu yolun bir bataklık olduğunu artık görmek zorundadır. Artık savaş için tezkere kararı değil, barış için aklını başına almalıdır.
Değerli Basın Emekçileri,
AKP iktidarı dış politikalarında savaşçı değil, toplumun iradesini temsil eden barışçı adımlar atmalıdır. Ülkemizde ve bölgede savaş kışkırtıcılığı yapmak yerine, Ortadoğu halklarının kalıcı bir barışa ulaşması için görevlerini yerine getirmelidir.
Bizler nasıl daha önce Irak’a yönelik sürdürülen emperyalist müdahalenin taşeronluğunu üstlenenlerin tezkere kararını durdurduysak, bugün Suriye’de de daha fazla kanın akmasına izin vermeyeceğiz!
Suriye halklarının geleceğini ellerinden alan ve yaşadığımız toprakları ABD emperyalizminin kirli üssü haline getirenlere yanıtımız, yine her zamanki gibi eşit, özgür, demokratik ve bağımsız bir ülke mücadelesini yükseltmek olacak!
Bizler bu mücadele kararlılığında, tüm gücümüzle bu tezkereye HAYIR diyecek, daha fazla güç için daha fazla savaş, daha fazla gözyaşı isteyenlere karşı var gücümüzle barışı ve halkların özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz!
AKP hükümetini savaşçı politikalarından vazgeçmesi için bir kez daha uyarıyoruz! Artık dış politikalarının iflas ettiğini ve bugün gündeme getirdiği tezkere tartışması gibi savaşçı adımlarının meşru olmadığını anlamalıdır.
Tezkere konusu olarak sunduğu gerekçeler daha fazla savaşla değil, barış için atılacak adımlarla çözülebilecektir.
Derhal bu adımları atmalı, emperyalizmin işbirlikçiliğine, iç savaşı körükleyen ve ülkemize taşıyan cihadist çeteleri desteklemeye son vererek halkların, adil, özgür, demokratik, barış içinde bir ülke talebini yerine getirmelidir.
Şimdi, savaş çığlıkları atanlara karşı, halkların geleceğine kendilerinin karar vermesi için, halkların kardeşliğinin bu topraklardan sökülüp atılmaması için sorumluluk alma zamanıdır!
Tüm halkımızı içeride ve dışarıda barış için savaşa karşı barış sesimize ortak olmaya çağırıyoruz! 03.10.2013
DİSK – KESK – TMMOB - ADANA TABİP ODASI
Kurumlar Adına
Kamuran KARACA
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Memur Sen AKP İktidarına Diyet Borcunu Ödemeye Devam Ediyor!
1 Ağustos’ta yapılan ilk toplantıda belirlenen takvime göre Kamu Görevlileri Hakem Kurulu süreci hariç 21 Ağustos’a kadar sürmesi planlanan Toplu Sözleşme görüşmelerinde bugün tam bir fiyasko yaşanmıştır. AKP hükümeti kamu emekçilerinin geneline yönelik olarak dün açıkladığı mali ve sosyal hak teklifinin üzerine birkaç kuruşluk ekleme yapmıştır.
Yıllardır kadro bekleyen 4/C’lilerin ve ek ödeme adaletsizliğinin kurbanı öğretmenlerin ağzına bir kaşık bal çalınan mutabakatta ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması, iş güvencesi sorununun çözümü, vergi dilimi adaletsizliğinin giderilmesi başta olmak üzere onlarca sorun AKP-Memur Sen A.Ş. ortaklığında varılan mutabakatta yine es geçilmiştir.
Toplu Katletme Mutabakatı!
Her şeyden önce AKP iktidarı ve yıllardır hormonlayarak büyüttüğü, memur kolları olarak çalışan Memur Sen arasında varılan mutabakatın adı asla Toplu Sözleşme değildir. Bu mutabakatın adı kamu emekçilerinin hak ve özgürlüklerini Toplu Katletme Mutabakatıdır. Bu mutabakata imza atan Memur Sen AKP iktidarına diyet borcunu ödemeye devam etmektedir.
Dün geceden beri kapalı kapılar ardında Memur Sen ve Kamu İşveren Heyeti arasında kamu emekçilerinin hakları pazarlanmıştır. AKP iktidarı ve memur kolları arasında yapılan sözde pazarlık sonucu ulaşılan mutabakat “Toplu Sözleşme” kamu emekçilerine, emeklilere dayatılan üç kuruşluk artışlar ise dalga geçercesine “bayram müjdesi” olarak sunulmuştur.
Bugün yaşananlar aslında toplu sözleşme sürecinin en başından beri AKP hükümeti ile Memur Sen arasında bir uzlaşma olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Yedi gündür kamuoyuna karşı danışıklı bir dövüş içersinde sürdürülen oyunun son perdesinde deyim yerindeyse takke düşmüş kel görünmüştür.
Dünden bugüne yaşanan gelişmeleri kısaca özetleyecek olursak kamu emekçilerine karşı en başından beri “beraber yürüdük biz bu yollarda” nakaratını tutturan bu ikilinin kamu emekçilerine karşı mutabakatı daha net olarak görülecektir.
Dün Çalışma Bakanlığında yapılan toplantıda Kamu İşveren heyeti ikili bir öneride bulunmuştur. Bunlardan birincisine göre kamu emekçilerinin maaşlarının 2014 yılı için altışar aylık dilimler halinde l%3+%3 ve 2015 yılı için yine %3+%3 oranında artış teklif edilmiştir. İkinci teklife göre ise 2015 yılı için yapılan teklif korunarak (%3+%3) 2014 yılı için tüm kamu emekçilerinin maaşlarında 100 TL’lik artış teklif edilmiştir. 4/C’liler için aile yardımı artı brüt 175 TL maaş artışı, öğretmenler için ise toplam 80 TL eğitim öğretim tazminatı teklif edilmiştir. KESK olarak bunun kamu emekçilerine bir teklif değil tehdit olduğunu ve asla kabul etmeyeceğimizi hem toplu sözleşme masasında hem de toplantı çıkışında basına yaptığımız açıklama ile kamuoyu ile paylaştığımız bilinmektedir.
Dün Mangalda Kül Bırakmayan Memur Sen’e Bugün Ne Oldu?
Ayrıca dün yapılan toplantıda Memur Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu da yapılan teklife sert tepki göstermiş hatta hızını alamayarak “bu teklif memurları sokağa davet etmektir” demiştir. Sayın Bakan ise başta Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı bürokratları olmak üzere 5 kişiden oluşan bir komisyon kurduklarını, bu komisyonun gece çalışacağını ve yeni bir önerileri ortaya çıkarsa erken saatlerde Konfederasyonların telefon yoluyla toplantıya davet edileceğini söylemiştir.
AKP – Memur Sen Mutabakatından Satır Başları
Bugün açıklanan mutabakata göre; 2014 yılı için taban aylığa 175 TL, 2015 yılı için ise %3 + 3 maaş artışı yapılmıştır. 175 TL brüt artış olup Ocak 2014'te 119 TL olarak maaşlara yansıyacaktır. Kaldı ki, en düşük maaş alan kamu emekçisi Eylül 2014'te vergi dilimine girdiğinde bu miktar 111'TL'ye kadar düşecektir.
Öğretmenlere yapılan 75'şer liralık eğitim öğretim tazminatı yaşanan mağduriyeti gidermediği gibi ek göstergenin 3600'e çıkarılması talebimiz görmezden gelinmiştir. Öğretmenlerin ek ders ücretlerinden tutalım tayin terfilerine kadar onlarca sorunu vardır ve hiçbiri TİS'te ele alınmamıştır.
4/C'lilerin kadroya alınması Memur Sen eliyle engellenmiş, yapılan komik iyileştirmeler büyük başarı olarak sunulmuştur. Oysa 4/C'liler hala özelleştirme öncesi sahip oldukları mali ve sosyal hakların yarısına bile sahip değildir. Memur Sen ve Hükümet el ele vererek 4/C ‘lilere ölümü gösterip sıtmaya razı etmek için seferber olmuştur. "Buna da şükür" mantığı Memur Sen zihniyetine ait teslimiyetçi ve işbirlikçi bir yaklaşımdır. Kaldı ki, hala yüz binlerce emekçi iş güvencesinden yoksundur ve her gün yenileri bu güvencesizler ordusuna eklenmektedir.
Hizmet kollarına ilişkin geçen yıl Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararlarının aynen devam ettirilmesi dışında herhangi ciddi bir iyileştirme yoktur. Geçen yılki kararların uygulanıp uygulanmayacağı bile belli değildir.
TİS süreci başlamadan önce Memur Sen Genel Başkanı "TİS masasında KESK sembolik olarak, Kamu Sen seyirci olarak bulunmaktadır" diye açıklama yapmıştı. İşte tam da AKP zihniyeti budur! Çoğulcu demokrasi yerine çoğunlukçuluğu esas alan bu zihniyet Memur Sen’in AKP'nin "ileri demokrasi" anlayışını sendikal alandaki temsilcisi olduğunu tartışmasız olarak ortaya koymaktadır. Oysa bırakalım yüz binlerce üyesi olmasını, tek bir üyesi bile olsa bir emek örgütü kendi üyesi adına pazarlık yapabilir, yapmalıdır.
Tarih Kamu Emekçilerinin Haklarını Pazarlayanları Affetmeyecektir!
KESK olarak nasıl ki, toplu görüşme orta oyununu bozduysak bu yeni skeci de bozmaya, teşhir etmeye ve işlevsiz kılmaya kararlıyız. İstedikleri kadar kapalı kapılar ardında pazarlıklar yapsınlar, istedikleri kadar kendi yaptıkları yasalara sığınsınlar, istedikleri kadar bugünkü anti demokratik ortamdan güç alsınlar biz bu çirkin ittifakı yıkacağız, ipliklerini pazara çıkaracağız. Bayramın kutsallığından, mübarekliğinden bahsedip bayram arifesi emekçileri pazarlayanları ne tarih ne de emekçiler affedecektir.
KESK, Kamu Emekçilerinden Aldığı Güçle Mücadelesini Sürdürecektir!
KESK gücünü yasalardan değil, haklı ve meşru mücadelesinden, örgütlülüğünden ve genel sendikal ilkelerden alır. Kimseye diyet borcumuz yoktur. Emekçiler dışında kimseye verecek bir hesabımız da yoktur.
Kamu emekçileri tüm oyun ve baskılara rağmen örgütlülüğünü ve mücadelesini büyüterek, taleplerini ezilen tüm kesimlerin talepleriyle birleştirerek bu saldırıları püskürtecektir. Bu çerçevede "İnsanca Yaşam, Güvenceli Gelecek, Eşit, Özgür Ve Demokratik Bir Türkiye İçin Yürüyoruz!" şiarıyla ilan ettiğimiz eylem programımızın yanı sıra yeni eylem ve etkinliklerle mücadeleyi yükselteceğiz.
Yürütme Kurulu
Gezi Parkı eylemlerini bahane eden AKP İktidarı Adana’da gözaltı terörüne devam ediyor.
21 Haziran’da ev baskınları ile 23 Haziran’da ise direnadana komitesinin çağrısı ile gerçekleştirilecek yürüyüş öncesi olmak üzere toplam 23 arkadaşımız gözaltına alındı. Dün gözaltına alınan ve sözde 6 molotof ile birlikte yakalanan 12 arkadaşımızdan 10’u emniyetin iddialarının asılsız olduğu ortaya çıkınca gece serbest bırakıldılar. Bu sabah da sorgusu biten 5 arkadaşımız serbest bırakıldı. 6 arkadaşımızın ise şu anda savcılıkta, 2 arkadaşımızın emniyette sorgusu devam ediyor.
Önceki gözaltılar ile dün gerçekleştirilecek yürüyüş öncesi yapılan gözaltılar ortamı terörize etmekten başka bir amaca hizmet etmemiştir. direnadana olarak 31 mayıs’dan beri yapılan tüm çağrılara halk yanıt vermiş binlerce insan en haklı taleplerini haykırmak üzere bazen yürüyüşlere katılarak, bazen de Atatürk parkı içerisindeki etkinliklere katılarak AKP iktidarına olan öfkesini haykırmıştır.
Değerli basın;
Taksim Gezi Parkı’nda 31 Mayıs’ta başlayan ve Türkiye’nin pek çok iline yayılan sürecinde yaklaşık 2.5 milyon insanın eylemlere katıldığı ifade ediliyor. Bu eylemlerde yaklaşık 4 bin 900 eylemci “şüpheli” konumunda gözaltına alınmış, 4 bine yakın eylemcinin ise yaralandığı belirlenmiştir.
“İntikam saldırıları durdurulsun, Taksim Gezi Parkı direnişi gözaltıları serbest bırakılsın.!”
Taksim Gezi Parkı direnişine saldırı halkın biriken öfkesini isyana dönüştürdü. AKP iktidarı Taksim Gezi Parki direnişi karşısında çaresiz kaldı.
Ayrım gözetmeksizin halkın üzerine gaz bombaları, plastik ve kurşun mermiler yağdırdı, kimyasal su sıktı, TOMA’lar, akrep denilen zırhlı araçlar sürdü. Binlerce insan gözaltına alındı, işkenceden geçirildi, işkence seansları sokağa taşındı, yüzlerce insan gaz bombaları ve plastik mermi sıkılması sonucu yaralandı. İçlerinden birçoğu gözünü kaybetti. Polisin hedef gözeterek ateş etmesi sonucu Hatay’da Abdullah Cömert, Ankara’da Ethem Sarısülük kurşun ve gaz bombalarıyla, İstanbul’da Mehmet Ayvalıtaş üzerine araç sürülerek katledildi.
AKP iktidarı direniş içerisinde birçok devrimci kurumu hedef alan yalan ve uydurma haberleri besleme medya üzerinden yaymaya çalıştı. Onlarca SDP’li gözaltına alındı ve 4’ü tutuklandı. İktidarın öylesine gözü dönmüştü ki, taraftar gruplarını, sokakta bulduğu herkesi gözaltına aldı. Çarşı grubundan iki kişi tutuklandı. Direnişin ilk haftasında 4 binden fazla insan gözaltına alındı. Direnişin kısmen geri çekilmesiyle birlikte gözaltı saldırıları için Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla intikam amaçlı gözaltı saldırıları başlatıldı. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Adana’da, Eskişehir’de evlere yapılan baskınlardan ESP, SGD, SDP, HALKEVLERİ, BDSP, HALK CEPLESİ üyeleri, KESK/HABER – SEN, Eğitim Sen üyeleri, KALDIRAÇ, ODAK ve MÜCADELE BİRLİĞİ okurlarının da aralarında bulunduğu kişiler gözaltına alındı ve bu arkadaşların bir kısmı tutuklandı.
Değerli basın;
Gezi Parkı direnişi halkın yeniden kendine güvenini sağlamıştır. Adana başta olmak üzere, gezi parkı eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınan Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Sosyalist Gençlik Derneği, Sosyalist Demokrasi Partisi, Çarşı grubu üyeleri, Halkların Demokratik Kongresi üye ve bileşenleri ve bütün gözaltılar serbest bırakılmalıdır. Saygılarımızla.
SÖZ EYLEM ÖRGÜTLENME HAKKI ENGELLENEMEZ. HER YER TAKSİM HER YER DİRENİŞ.
ADANA’DA 21.06.2013 TARİHİNDE
EV BASKINLARI SONUCU HALEN GÖZALTINDA OLANLAR
1. Ulaş YILDIZ
2. Memet ÇELİK
3. Orbay GAYRET
4. Zemin DEMİREL
5. Ferhat TÜRETKEN
6. Anıl Küçük RECEP
ADANA’DA 23.06.2013 TARİHİNDE
YÜRÜYÜŞ ÖNCESİ GÖZALTINA ALINANLAR
1. Mahmut YİĞİT
2. Serpil ASLAN
ADANA HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ, KESK, İHD, ÇHD, HALKEVLERİ, direnadana
Kurumlar Adına
Güven BOĞA
Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu`nun `Silmeye Çalışanlara İnat Toplumsal Mücadeleler Tarihi Taksim’de Yazılmaya Devam Ediyor!` başlıklı açıklama metnidir.
Bugün 31 Mayıs 2013… Panzeri, copu karşısına alıp da bedenini toprağa, ağaca, suya siper eden öğretmen Metin Lokumcu`nun biber gazıyla katledilmesinden tam 2 yıl sonra, ağacını, toprağını, meydanlarını, parklarını savunanlar yine gaz altında. Faşizan zihniyet bugün de koşulsuz bir teyit istiyor, bulamadığı yerde yakıyor, yıkıyor, öldürmekten, yaralamaktan çekinmiyor.
Taksim bugün adeta emek ve sermayenin çatışma alanına dönüşmüştür. Sermayenin vahşice ve sınırsızca zenginleşme güdüsünü adeta kutsal amaç olarak kabul edip toplumun kolektif belleğine her türlü saygısızlığı yapmaktan, bu belleğin taşıyıcısı olan kamusal alanları bir bir tarihsizleştirmekten çekinmeyen AKP iktidarı büyük bir korku içindedir. Bu korkuyu da en ufak bir karşı çıkışa yönelik sınırsız şiddet kullanımı ile dışa vurmaktadır. AKP`nin kamuoyunda asla demokratik bir biçimde tartıştırmadığı, bilim insanlarının, meslek odalarının görüşlerini yok saydığı, 3. köprü, 3. havaalanı, Taksim`in yayalaştırılması projesi, Emek Sineması`nın yıkılması gibi bir dizi projede, kentsel rantların peşkeş çekilmesi uğruna bugün adeta İstanbul`u yeniden "fethetmeye" çalışmaktadır.
1 Mayıs`ta Taksim`de yaşananları Taksim`deki inşaatı gerekçe göstererek meşrulaştırmaya, bunun için medyanın da sesini olabildiğine kısmaya çalışmış; ancak "sirkatin söylemede" gecikmemiştir. Esas meselenin Taksim`in emekçi sınıflara ve 1 Mayıs`lara tamamen kapatılması olduğunu açığa vurmuştur.
AKP hükümetine sesleniyoruz: Unutmayın ki bugün sermayeye altın tabakta sunmaya çalıştığınız, meydanların, sokakların, mahallelerin tarihini yazanlar, biber gazlarıyla, tazyikli sularla saldırdığınız, canına kastettiğiniz emekçiler ve halktır. Bu mücadele tarihi bugün de yazılmaya devam etmektedir. Doğaya, tarihe, kentlere ve yaşama hunharca saldıran bu faşizan zihniyet karşısında korkusuzca duranların mücadelesini selamlıyor, son nefesini verirken bile bize dersler bırakan Metin öğretmeni saygıyla anıyoruz.