Adana'nın Ceyhan Kaymakamlığı, Eğitim-Sen'in bir devlet okulunda sahnelenmek istediği 'Çarşı Pazar Geziyorum' adlı tiyatro oyunu için yaptığı salon tahsisini iptal etti.

GEZİ'Yİ ANLATAN TİYATRO OYUNU İÇİN TAHSİS EDİLEN SALON İPTAL EDİLDİAdana'nın Ceyhan Kaymakamlığı, Eğitim-Sen'in bir devlet okulunda sahnelenmek istediği 'Çarşı Pazar Geziyorum' adlı tiyatro oyunu için yaptığı salon tahsisini iptal etti.

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Ceyhan Temsilciliği, Haldun Açıksözlü'nün yazdığı ve oynadığı Gezi olaylarına vurgu yapan tek kişilik 'Çarşı Pazar Geziyorum' oyununu 11 Nisan 2014'te Yaltır Kardeşler Ortaokulu Salonu'nda üyelerine sahnelemek amacıyla İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvurdu. Talebi değerlendiren İlçe Milli Eğitim Müdürü Mustafa Yaylacı'nın isteği ve Ceyhan Kaymakamı Gürbüz Karakuş'un da oluruyla okul salonu, oyun için 21 Mart 2014'te Eğitim-Sen'e tahsis edildi.

MÜDÜR İSTEDİ, KAYMAKAM ONAYLADI

Salonla ilgili gerekli izni alan Eğitim-Sen Ceyhan Temsilcisi Begüm Avşar, oyunun davetiyelerini dağıttı. Herkese duyurusu yapılan oyunla ilgili hazırlıklar tamamlanırken İlçe Milli Eğitim Müdürü Mustafa Yaylacı, "Oyunla ilgili kurumumuzda herhangi bir onay bulunmadığından 21 Mart 2014 tarihli onayın iptal edilmesi uygun görülmektedir" diye Ceyhan Kaymakamlığı'na yazı gönderdi. Ceyhan Kaymakamı Gürbüz Karakuş da, bu talebi uygun bularak oyun için yapılan salon tahsisini 7 Nisan'da iptal etti.

'SALON İPTAL EDİLİNCE OYUN SAHNELENEMİYOR'

Eğitim-Sen Temsilcisi Begüm Avşar, tahsis edilen salonla ilgili verilen son karara tepki gösterdi. Oyun sahnelenmeden sadece 4 gün önce salonun iptal edildiğini belirten ve başka sahne bulamadıklarını anlatan Avşar, "İptal nedeni olarak tiyatro oyuncusunun izni olmadığı söyleniyor. Ama yetişkinler için yapılan tiyatrolarda böyle bir izne ihtiyaç yok. Üyelerimize yönelik sahnelenecek oyun için yapılan salon tahsisinin iptal edilmesini anlayamadık" dedi.

1980 yılından bu yana yaşanan antidemokratik uygulamaları irdeleyen oyunu yazan hem de oynayan Haldun Açıksözlü ise, "1990'lı yıllarda nevruzu kutlamak yasaktı. Şimdi de Gezi Parkı'na değinmek suç oluyor. Bu oyun başka kentlerde sahnelendi ve sorun yaşanmadı. Ortada bir suç varsa bu suçumu öğrenmek istiyorum" diye konuştu.

Avukat Kemal Derin de, salon tahsisiyle ilgili karara karşı hukuki girişimlerde bulunacaklarını bildirdi.

- Yusuf BAŞTUĞ/ADANA, (DHA) Adana

23 Mart Pazar günü 2 milyon 7 bin 685 aday Yükseköğretime Giriş Sınavı`na (YGS) girecektir. Son yıllarda hazırladığı her sınav tartışma konusu olan, kopya skandalları ile sık sık adı anılan ÖSYM, daha önce hükümet tarafından yapılan yasal değişiklik nedeniyle, artık YGS sorunlarının tamamının açıklanmayacağını açıklayarak, milyonlarca öğrenciyi ve veliyi bir kez daha şaşkınlık içinde bırakmıştır. Soru havuzunu arttırmak bahanesiyle alınan bu kararın, ÖSYM`nin bozuk sicili ile birlikte değerlendirildiğinde son derece yanlış bir karar olduğu anlaşılmaktadır.


Türkiye`de eğitim sisteminin tamamen sınava endeksli hale getirilmiş olmasının kaçınılmaz bir sonucu olarak milyonlarca öğrenci için sınavlar resmen ölüm-kalım meselesi haline getirilmiş, çok sayıda öğrenci çocukluklarını ya da gençliklerini yaşayamadan yarış atı gibi sınavdan sınava koşturulmaktadır. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, son yıllarda kopya ve soruların sızdırılması gibi suçlamalarla karşı karşıya olan ÖSYM`nin soruların belli bir bölümünün yayınlanacağını açıklaması kabul edilebilir bir durum değildir.

Sınav sorularının içeriği, soruların hatalı olup olmadığı, ölçme ve değerlendirmenin doğru yapılıp yapılmadığını anlamanın tek yolu, zihinlerde yeni soru işaretleri yaratacak adımlar atmak değil; soruların tamamını yayınlayarak, en azından böylesine önemli bir konuda mümkün olduğunca şeffaf olmaktır. Soruların yayınlanmaması durumunda hangi sorunun yanlış olduğu tespit edilemeyecek, tek bir sorunun bile binlerce öğrenciyi etkilediği bir ortamda yeni sorunlar ve mağduriyetler ortaya çıkacaktır.

ÖSYM`nin son yıllarda yanlışsız ya da hatasız sınav yaptığını söylemek mümkün değildir. Soruların açıklanmayacak olması, ÖSYM üzerindeki şaibeleri daha da arttıracak, sınav sonuçlarına olan güveni tamamen ortadan kaldıracaktır. Eğitim Sen olarak ÖSYM`nin sınavlarda sorulan bütün soruları geçmişte olduğu gibi açıklamasını ve topluma karşı daha şeffaf olmasını talep ediyoruz.

Emeğimize Sahip Çıkmak,

Zulüm ve Yolsuzluk Düzenini Sıfırlamak İçin Alanlardayız!

 

Değerli basın emekçileri,

Türkiye bizzat AKP tarafından yangın yerine çevrilmiş durumda. AKP uzunca bir süredir yaşadığı toplumsal meşruiyet sorununu toplumu sürekli gererek, halkın arasına düşmanlık tohumları ekerek aşmaya çalışmak gibi büyük bir yanılgıya düşmüş durumdadır. Sokaklar demokrasi isteyenlere yönelik gaz, tazyikli su ve plastik mermi kullanılarak her türlü şiddetin uygulandığı yerlere çevrilmektedir.  Kürsüler halkın arasına düşmanlık tohumları ekilmesi ve halka yönelik saldırganlık talimatlarının verilmesi için kullanılırken muhalif partilerin binalarına, seçim bürolarına yönelik saldırılar ve linç girişimleri tetiklenmektedir.

Gezi direnişi sürecinde eşitlik, özgürlük, barış ve adalet taleplerini hep birlikte sahiplenen halkın mücadelesinden rahatsız olan AKP'nin uyguladığı faşizan politikalar sonucunda kaybettiğimiz canları Berkin'in şahsında bir kez daha anıyoruz. Siyasal iktidarın ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı söylem ve pratiği ile bizzat yarattığı provokatif ortamda hayatını kaybeden Burak Can Karamanoğlu’nun başta ailesi olmak üzere tüm yakınlarına bir kez daha başsağlığı diliyoruz.

AKP'nin bizzat Başbakan tarafından yapılan tüm provokasyonlarına rağmen halkın bir arada kardeşçe yaşamasına yönelik yıllardır sürdürdüğümüz yaklaşımımızı devam ettireceğimizin bilinmesini, yüreği eşitlikten-özgürlükten ve adaletten yana atan herkesin bu yaklaşımla hareket etmesinin gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Değerli basın emekçileri

17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile ayakkabı kutularından saçılan milyon dolarlar, tarafların internete karşılıklı servis ettikleri rüşvet pazarlıkları, yolsuzluk ve rüşvet çarkının tam ortasında yer alanların tahliye edilmesi gibi gelişmeler sadece birikimlerimizi çalanları değil, geleceğimize ipotek koymak isteyenleri de gözler önüne sermiştir.

İşçiye, asgari ücretliye, kamu emekçisine gelince “ekonomik dengeleri, istikrarı bozamayız” diyerek maaşlarına-ücretlerine yıllık %3-%4 sefalet zammı dayatanların vergilerimizi, birikimlerimizi kimlere peşkeş çektiği bu süreçte yaşanan gelişmelerle bir kez daha ifşa olmuştur. Halkın Böylesi bir ortamda yasmaya, yürütmeye, adalete, milli eğitime, sağlığa güveni sıfırlanmıştır.

 

 

Özellikle son 12 yıldır “reform, dönüşüm” cilası ile süslenen yasalarla, Kanun Hükmünde Kararnamelerle güvencesizliği, taşeronlaşmayı, esnek çalışmayı temel alan bir istihdam özel ve kamu sektöründe alabildiğine yaygınlaştırılmıştır. Dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan “grevsiz Toplu Sözleşme” ile 2,5 milyon kamu emekçisinin, 1,9 milyon emeklinin iradesi yandaş konfederasyon yönetimine altın tepsiyle sunulmuştur.

AKP iktidarı emekçileri içine sürüklendiği mevcut kara tablo emekçilerin nasıl kandırıldığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yıllık resmi enflasyon Şubat ayı itibariyle %7,89’u gösterirken, halkın gerçek enflasyonu yüzde 20’yi aşmış durumdadır. 2014 yılında enflasyonun çift haneli rakamlara ulaşmasına kesin gözü ile bakılırken, kamu emekçileri ve emeklilerin ücretlerinde ortalama yüzde 6 artışa denk gelen 123 TL’si daha cebine girmeden buharlaşmıştır.

Bugüne kadar emeği ve alın teri ile geçinmeye çalışan milyonlarca emekçinin sorunlarına kulaklarını tıkayanlar, patronların her başı sıkıştığında onları teşvik paketleri ile beslemiş, yandaş holdinglerin vergi borçlarını silmiş, bir taraftan çocukları üzerinden servetlerine servet katarken, halkın büyük bölümünü sefalete itmekten çekinmemiştir.

Siyasi iktidar temsilcilerinin babalı oğullu, cümbür cemaat boğazlarına kadar yolsuzlukların içine battığı, yolsuzluğun, talanın ve yağmanın bir virüs gibi hem iktidarı hem de mevcut sistemi içten içe kemirdiği bir dönemde halkın, emekçilerin giderek yoksullaşması, zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul hale gelmiş olması tesadüf değildir. Boğazına kadar pisliğe batmış bir iktidarın, onun yağma ve talana dayanan ekonomik politikalarının “daima millet, daima hizmet” yalanı ve din sömürüsü ile daha fazla sürdürülebilmesi mümkün değildir.

Değerli Basın Emekçileri,

AKP iktidarı, emekçileri içine sürüklediği bu kara tabloyla yetinmiyor. Hukukun, adaletin, demokrasinin, düşünce ve ifade özgürlüğünün, sendikal hak ve özgürlüklerin katledilmesinde 12 yıldır işbirliği yaptığı cemaatle bugün yaşadığı dalaşı bile emekçilerin haklarına yeni saldırılar için fırsata dönüştürmeye çalışıyor.

HSYK yasasından İnternet yasasına ve Milli Eğitim Temel Yasasında yapılan değişikliklerden yeni hak gasplarına yol açan torba yasalara kadar sadece son iki hafta içerisinde Meclis'ten geçirilen tüm saldırıların asıl hedefi emekçilerdir, yoksullardır.

Üyelerinin hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmekle görevli hiçbir sendikanın-konfederasyonun yaşanan bu zulüm ve yolsuzluk karşısında sessiz, tepkisiz kalması beklenemez.

Her ne kadar bazı yandaş konfederasyonlar boğazına kadar pisliğe batmış olan iktidarın başındaki kişiye “dik dur eğilme” diyerek sonuna kadar sahip çıksa da, biz KESK olarak halktan, kamu emekçilerinden, işçilerden, köylülerden, emeklilerden kaçırılarak ayakkabı kutularında saklanan her kuruşun hesabını sormaya kararlıyız.

Rüşvete, yağmaya, yolsuzluğa karşı çıkmadan, insanca, hakça bir düzen için mücadele etmeden, mevcut sömürü düzeninin ve her yerden akan pisliklerin kaynağını kurutmak mümkün değildir. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla ilgili olarak bütün gerçekler açığa çıkarılmalı, halkın parasını çalanlardan ve arkasındaki güçlerden hesap sorulmalıdır.

Her zaman kamu emekçilerine karşı sorumluluğunun gereğini yerine getiren KESK tüm baskılara rağmen mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir. Çünkü biz lafa değil, icraata bakarız. Kamu emekçilerini, emeklilerini AKP-yandaş konfederasyon mutabakatıyla sefalete itenlerin icraatları ortadadır. “Onlar çalarken bizim yoksullaşmamız, onların çocukları çalarken bizim çocuklarımızın ölmesi” üzerine kurulu bu düzene karşı emek ve demokrasi mücadelemizden asla taviz vermeyeceğiz. Zulüm ve yolsuzluk düzenine boyun eğmeyeceğiz. 15.03.2014

 

Tekin MÜJDE

SES Adana Şube Başk.

KESK Dönem Sözcüsü

 

 

 

 

KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU

Gençliğimizin, çocukluğumuzun, inancımızın, dilimizin, emeğimizin, ekmeğimizin, doğamızın katili AKP...

 

İliklerine kadar pisliğe batan, kana doymayan AKP Hükümeti kana yine doymadı. Berkin ELVAN ekmeği uğruna 14 yaşında kafasına sıkılan gaz fişeğiyle vurularak 269 gün direndikten sonra yaşama gözlerini yummuştur.

Berkin EL VAN'IN katili kahraman Türk polisidir.

Berkin EL VAN'IN katili AKP hükümetidir.

Berkin ELVAN'İN katili Recep Tayyip ERDOĞAN'DIR.

 

Özgürlükleri uğruna katledilen GEZÎ DİRENİŞÇİLERİ Ethem SARISÜLÜK, Ali İhsan KORKMAZ ve son olarak da Berkin ELVAN'I elimizden alan AKP Hükümeti derhal istifa etmelidir.

Tüyü bitmemiş yetim hakkı yemeyi, mazlum insanları, bebeleri inançları uğruna kafalarını gövdelerinden ayıran, eli kanlı El Nusra, El Kaide gibi örgütlerin katillerini beslemeyi kendisine şiar edinen AKP Hükümeti derhal istifa etmelidir.

Günah işleme özgürlüğünü, hırsızlığı, yolsuzluğu, ahlaksızlığı, masum insanları öldürmeyi kendine şiar edinen AKP Hükümeti derhal istifa etmelidir.

 

Berkin ELVAN'NIN ve GEZİ ŞEHİT'LERİNİN sorumluları korunmadan ve daha fazla zaman kaybedilmeden bulunulmasını, soruşturmanın en kısa zamanda etkili, tarafsız ve bağımsız bir şekilde yapılmasını, sorumluların derhal yargı önüne çıkarılmalarını talep ediyoruz.

Ülkemizin içerisinde bulunduğu bu kötü gidişata karşı, toplumsal barışı yakalamada, emekten, halktan ve haktan yana, tüm demokrasi güçlerinin birlikte mücadele etmeleri kaçınılmazdır.

 

Saygılarımızla...

 

ADANA ALEVİ PLATPORMU - ABF - HDK - KESK - DİSK - TMMOB – ATB

Kamuoyuna Duyurudur


Bilindiği gibi Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu 2013-2014 yarıyıl tatilinde Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü nün 28.01.2014 ve 390264 sayılı kararı ile Meslek Liselerinin 10. ve 11. sınıflarında Beden Eğitimi Derslerini kaldırmıştır, Oysaki Anayasanın 59. maddesinde "Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder" ifadesi yazmaktadır, 1789 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 2. Maddesinin 2, Bendinde "Milli Eğitimin temel amacının 'Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek olduğu yazmaktadır. Şu halde Meslek liselerinde beden eğitimi dersinin kaldırılmasının, Anayasaya ve Millî Eğitim Temel Kanununa aykırı olduğu görülmektedir.

2009-2010 Eğitim Öğretim yılı başında benzer bir uygulama tüm liselerde yaşanmış, beden eğitimi dersi seçmeli hale getirilmiş, öğrencilerden velilerden ve öğretmenlerden, üniversitelerimizin b^den eğitimi bölümlerinden ve de birçok sivil toplum örgütünden gelen tepkiler üzerine bir yıl sonra uygulamadan vazgeçilmiş, meslek lisesi 17. Sınıf haricinde tüm lise türlerinde her sınıfa 2 saat zorunlu beden eğitimi dersi konulmuştu.


Aradan geçen üç yılın sonunda 2012-2013 yılından itibaren liselerde tüm sınıflar 2 saat Beden Eğitimi dersi alabilme noktasına gelmişken, bu kararla eğitim sistemi tekrar altüst edilmiş, mesleki eğitimde beden eğitimi dersi tekrar kaldırılmıştır. Bunun öncesinde 4+44-/! sistemi ile İlkokullarda beden eğitimi dersinden ve spordan çocuklarımız zaten mahrum bırakılmıştır.

ilkokuldan lise son sınıfa kadar beden eğitimi dersi yaparak- yaşayarak işlenen ve dokunulmaması gereken en önemli alandır. Meslek lisesi öğrencileri için ise beden eğitimi dersi çok daha özel bir yere sahiptir. Haftanın her günü çalışan ve üreten bu öğrencilere haftada 2 saat beden eğitimi dersi ile deşarj olmayı, oynamayı, spor kültürü kazanmayı, sağlığını korumayı, spor yoluyla kendini ifade etmeyi çok gören bir anlayışın, bir an önce bu yanlıştan dönmesini bekliyoruz.
Sağlık bakanlığı 'obezite ile mücadele" adı altında kaynak ayırıp reklam filmlerine binlerce lira para harcarken, madde bağımlılığı ilkokullara kadar inmiş, sporda şiddet her alanda giderek yaygınlaşmıştır. Hastaneler genç yaşta eklem rahatsızlıkları, bel fıtığı, omurga kayması ve hareketsiz yaşamın tüm olumsuzluklarını yaşayan kişilerle doludur. Spor kültürünün bir türlü yerleştirilmediği, sportif başarının dibe vurduğu ülkemizde, çocuklarımızın ve gençlerimizin beden eğitimi ve sporu öğrenmekten dolayısı ile sağlıklarını koruma eğitiminden mahrum bırakılarak mı? bu sorunlarla mücadele edilecek?


Olimpiyatları alabilmek için Gençlik ve Spor Bakanlığı milyonlarca lira para harcayıp kampanya ve yatırım yaparken, sportif başarısı en yüksek olan meslek liselerinde beden eğitimi dersi kaldırılarak ve de potansiyel sporcular daha işin başında adeta toprağa gömülerek mi olimpiyatlara ev sahipliği yapılacak?
Sağlıklı bir nesil için Bedensel gelişimin en az ruhsal gelişim kadar önemli olduğu ne zaman anlaşılacaktır?
Sonuç olarak;
Çoklu zeka kuramı içerisinde bütün öğrenme alanları ile ilişkisi olan beden eğitimi dersi Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okul öncesi eğitimden başlayarak 12. Sınıfın sonuna kadar zorunlu ortak dersler kapsamında haftada en az 2 saat olması gereken bir disiplindir.


Hiçbir okul türü bu dersten muaf ve mahrum bırakılamaz.
Meslek liselerinde kaldırılan zorunlu 2 saat beden eğitimi dersi tüm sınıflara tekrar konulmalı ve beden eğitimi branşı öğretmenleri tarafından okutulmalıdır. Beden Eğitimi Dernekleri Federasyonuna bağlı dernekler olarak bu işin takipçisi olacağımızı ve mücadelemizi sürdüreceğimizi kamuoyuna ve Milli Eğitim Bakanlığına duyururuz.


Türk Eğitim Sen - Eğitim Bir Sen - Eğitim Sen - Eğitim. İş
Adana Beden Eğitim Öğretmenleri Derneği olarak tüm sendikalarımda beden eğitimi öğretmenleri adına teşekkür ederiz.

Adana Beden Eğitimi Öğretmenleri Derneği
Kemal KIRIM
Başkan

8. İşçi Filmleri Festivali Başlıyor.

Değerli Basın Emekçileri,

Bugünden itibaren TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanacak olan 2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi, tüm yükün yine emekçilerin omuzlarına yıkıldığı, emekçilerin ve halkın değil, savaşın, rantın, sermayenin, muhafazakarlığın bütçesidir.

Savaşın, sömürünün, gerici düzenine karşı mücadelesinden bir an bile geri adım atmayan emekçiler olarak bugün buraya bu düzenin bütçesine karşı sesimizi yükseltmeye geldik!

Gasp edilen haklarımızın, işimizin, aşımızın, eşitlik ve özgürlük mücadelemizin sonuna kadar savunucusu olan biz emekçiler, buradan Meclis’e sesleniyoruz: Ülkemizi daha karanlığa sürükleyecek bu bütçeyi derhal geri çekin!

11 yıldır AKP hükümeti kaynakların kimlerden nasıl toplanacağına tek başına karar veriyor, bu kaynakları kurmaya çalıştığı yeni düzeni güçlendirecek alanlara aktarıyor. Emekçilerin birikimlerine el koyarak, ağır vergilerle toplanan bu kaynaklar, bugün emperyalizmin taşeronluğuna, toplumun tüm ezilenlerini baskı altında tutacak şiddet mekanizmalarına, dini-gerici temelde toplumsal yaşamı yeniden dizayn etmeye aktarılıyor.

Bu kaynaklar, daha fazla istihdam yaratacak, toplumsal refahı arttıracak yatırımlara değil, bir avuç rantiyeci sermayenin cebine aktarılıyor.

Bizler, savaşın, rantın, dinselleştirme projelerinin maliyetlerini ödemeyi reddediyoruz! Bizlere dayatılmaya çalışılan bu bütçeyi kabul etmiyoruz.

Değerli Basın Emekçileri,

Haklarımız her geçen gün gasp edilirken, ülkemizi Ortadoğu’da emperyalizmin müdahale aracına dönüştüren AKP’nin savaşçı politikalarının faturası yine emekçilere ödettirilmek isteniyor. Ülkemizin emperyalistlerin maşası haline getirilmesine, halkların kendi geleceklerine kendilerinin karar verme haklarının, özgür ve bir arada yaşam haklarının ellerinden alındığı bu kirli tarihe ortaklık etmesine izin vermeyecek olan biz emekçiler, savaşın bütçesini de kabul etmeyeceğiz! Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü süreciyle birlikte savaş harcamaları küçüleceği yerde büyümektedir. Barış halkların dilindeyken bütçe, barışın değil savaşın, baskının ve şiddetin ve ölümlerin bütçesi olmaya devam etmektedir.  Toplumsal barışa hizmet edecek adımlar atılmadığı gibi, 90’lı yıllara davetiye çıkaran biçimde demokratik tepkiler şiddetle bastırılmaya, halkların bir arada yaşam zeminleri daraltılmaya çalışılmaktadır. 2014 yılı bütçesi de işsizlik, su, elektrik gibi alt yapı sorunlarının yanı sıra eğitim, sağlık gibi onlarca sorunla boğuşan halkın ihtiyaçlarına cevap vermek yerine oluşan çatışmasızlık ortamını ve barış umutlarını ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerin hazırlığının yapıldığına yönelik işaretlerle doludur.

 

AKP iktidarının rejimini sürdürmede en fazla endişe ettiği konulardan biri de Gezi direnişi ile halk arasında yeniden büyüyen birlik ve dayanışmadır. Ortak talepler etrafında sarsılmaz bir sağduyu ve direnme gücüyle kenetlenen farklı toplumsal kesimlerin bir arada hareket etme duygusunu parçalamaya dönük, toplumsal muhalefeti sindirmeye ve yok etmeye yönelik izlediği tek yol daha fazla şiddeti arttırmaktır. 2014 yılı bütçesinde de toplumsal muhalefet karşısında kullanılan devletin tüm baskı aygıtlarının güçlendirilmesine dönük harcamaların arttığı görülmektedir. Yurdun her köşesinde süren direniş, özgürlük ve demokrasi çığlığına dönüşürken, baskıcı ve otoriter düzeni pekiştirmek için AKP hükümeti emekçilerin kendi vergileriyle emeğe, demokrasi ve özgürlük taleplerine karşı kullandığı şiddeti finanse ediyor. Ödediğimiz her kuruş vergi, bizlere “daha fazla savaş, toma, gaz, gözaltı, baskı ve ölüm” olarak dönmektedir.

 

İnsanca yaşam hakkı her geçen gün emekçilerin ellerinden alınmaktadır.

AKP’nin ısrarla gündemde tuttuğu 657 sayılı Devlet Memurları Kanunundaki kapsamlı değişikliklerle  tüm kamu emekçileri taşeron, esnek, performansa dayalı, güvencesiz ve kuralsız bir çalışmanın ucuz işgücü haline dönüştürülmek istenmektedir. Ucuz işgücünün merkezi olan kadınlara yönelik saldırılara, “Kadın istihdam paketi” ile yenileri eklenmektedir.

Tüm bu politikalar paralelinde 2014-2015 dönemini kapsayan toplu “satış” sözleşmesinde milyonlarca kamu emekçisinin ve emeklinin haklarının bir kez daha gasp edildiğine tanık olduk. Milyonlarca kamu emekçisinin talepleri AKP-Memur sen ortaklığında görmezden gelindi, hakları gasp edildi.  Kamu emekçilerinin maaşlarına net 123 TL artış yapıldı, ne var ki o da zaten şimdiye kadar buharlaştı. Her geçen gün daha derin bir yoksulluğun içine itilen kamu emekçilerinin toplam gelirden aldığı pay bu yıl daha da küçüldü.

 

Bunun yanında AKP boş durmadı, hayatı her geçen gün daha pahalı hale getirdi, yaşamı çizdiği karanlık tabloda emekçiler için daha da zorlaştırmaya devam etti; Hayatın her alanını piyasalaştıran uygulamalar sonucunda; her yıl eğitime yaklaşık 15 milyar TL’lik bir maliyeti emekçiler kendi ceplerinden ödedi; sağlığa yaptığı harcamalar AKP döneminde yüzde 17 arttı. Eğitim ve sağlık gibi yurttaşların tamamını ilgilendiren alanlara kamusal yatırım yapmak yerine kaynaklar büyük oranda özel okullar ve hastaneler yoluyla sermayeye aktarıldı.

Değerli Basın Emekçileri,

 

Bizler, savaşın, rantın, sermayenin, muhafazakarlığın bütçesine hayır diyoruz!
Toplu Sözleşme döneminde ifade ettiğimiz temel taleplerimiz doğrultusunda bütçeden hakkımızı almak için mücadelemizi yükseltiyoruz. Artık Yeter! diyoruz.

 

Taleplerimiz gayet açık;

Kayıplarımızın telafisi için her kamu emekçisinin maaşına en az 300 lira zam yapılmasını,

Herkese iş ve ücret güvencesi sağlanmasını,

Ek ödemelerin emekliliğe yansıtılmasını,

Maaşlarımızın vergi artışından etkilenmemesini,

Kadın emekçilere pozitif ayrımcılık uygulanmasını,

Baskı, tutuklama ve sürgüne son verilmesini, İSTİYORUZ!

Satış Sözleşmesini Kabul Etmiyoruz, Bütçeden Hakkımızı İstiyoruz!

 

Taleplerimizin yaşama geçmesi için bugün ülke genelinde sokağa çıktık. İşyerlerinde kamu emekçilerinin haklarına sahip çıkması için yoğun bir çalışma sürdürüyoruz. Meclis'teki muhalefet partilerinin taleplerimize sahip çıkması için girişimlerde bulunuyoruz. AKP hükümeti kamu emekçilerinin haklı taleplerine hala olumlu cevap vermezse, 19 Aralık 2013 Perşembe günü AKP hükümetini uyarmak için GREV’de olacağız. Tüm kamu emekçilerini haklarımız ve geleceğimiz için mücadelemize güç vermeye çağırıyoruz.

KESK Adana Şubeler Platformu

AKP hükümetinin baskıcı, otoriter, muhafazakar yöneliminin yoğunlaştığı bir dönemden geçmekteyiz. Ortadoğu'da yaşananlar ve emperyalist saldırılar, Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrar, cezaevlerinde artan baskılar, yaklaşan yerel seçimler ve bu eksendeki gelişmeler/tartışmalar, iktidar odakçıkları arasındaki çatışmalar, AKP'nin günlük yaşamın her alanına müdahale etmesi,  iktidarın muhalif tüm kesimlere yönelik dozu giderek artan otoriter, faşist baskısı ve çalışma yaşamına yönelik yeni saldırı dalgası gündem başlıklarından öne çıkanlar oluyor.

Dolaysıyla bu yoğunluğun üstesinden ancak güçlü bir örgütlülük, program ve eylemsellikle gelinebileceği açıktır. İktidar gerek 2014 bütçesi ve Orta Vadeli Programında, gerek kıdem tazminatı tartışmalarında ve gerekse de 657'de yapmayı düşündüğü değişikliklerde emek karşıtı hedeflerini belli etmektedir. Bu saldırıları püskürtmek, hak kayıplarını önlemek ve yeni kazanımlar elde etmek için fiili ve meşru mücadeleyi yükseltmekten başka yol olmadığı geçmiş deneyimlerimizle de kanıtlanmıştır.

19 Aralık 2013 Perşembe günü;

Kayıplarımızın telafisi için her kamu emekçisinin maaşına en az 300 lira zam yapılması,

Herkese İş ve Ücret Güvencesi Sağlanması,

Ek Ödemelerin Emekliliğe Yansıtılması,

Maaşlarımızın Vergi Artışından Etkilenmemesi,

Kadın emekçilere Pozitif Ayrımcılık Uygulanması,

Baskı, Tutuklama ve Sürgüne Son Verilmesi"

talepleriyle GREV yapacağız.

BASINA VE KAMUOYUNA

1960 yılı 25 Kasım’ında Dominik Cumhuriyeti’nin kuzey bölgesinde bir uçurumun dibinde üç kadının cesedi bulundu. Bunlar Mirabel kız kardeşlerdi. Mirabel kardeşler ülkelerinde diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesi verdikleri için defalarca hapsedildiler ve en son da gizli polis tarafından kaçırılarak tecavüze uğrayıp öldürüldüler. 25 Kasım Mirabel kardeşlerin anısına “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” ilan edildi.

Bu topraklarda her gün aramızdan 5 kadın öldürülüyor! Biz kadınlar evimizde, sokağımızda, en yakınımızdaki erkekler; yani kocalar, sevgililer, babalar, kardeşler tarafından öldürülüyoruz. Öldürülmek için boşanmak istememiz, gezmemiz, yemek yapmamamız, hatta erkeğin gece rüyasında aldatıldığını görmesi bile bahane olabiliyor. Öldürülmek için kadın olmamız yetiyor. Ocak ayından bu yana 73 kadın öldürüldü, 60 bin 420 kadın şiddete maruz kaldı. Bu rakamlar sadece haber alabildiklerimiz... Bu sayılara sürekli yenileri ekleniyor. Dün ve bugün de Adana’dan, Konya’dan, Diyarbakır’dan kadın cinayeti haberleri geldi.

Kadınlar evlerde, sokaklarda, cezaevinde, siyasette, iş hayatında erkeklerin tacizine ve tecavüzüne maruz kalıyor! Erkek egemen yargı kadın katili ya da tecavüzcü erkekleri koruyor, haksız tahrik indirimleri ile cezalarını düşürüyor ya da davalar sonuçsuz kalıyor. Katiller ve tecavüzcüler ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyor!

AKP geçtiğimiz sene başında “kadına yönelik şiddetle mücadele” adında güya biz kadınları korumaya yönelik bir yasa çıkardı; ancak çıkarılan yasa kadına yönelik şiddeti önlemeye yetmediği gibi aksine erkek şiddetini tırmandırdı. Bu sene açıklanan Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporuna göre Türkiye 136 ülke arasında 120’inci sırada!

Ocak ayından bu yana koruma kararı almış olan 11 kadının erkekler tarafından katledilmesine sessiz kalan devlet, bu da yetmezmiş gibi şiddetin faili olan erkeklerin koruma kararından faydalanmasına dair de düzenlemeler yaptı.

ŞÖNİM adıyla bilinen şiddet önleme ve izleme merkezleri 14 pilot ilde uygulamaya geçti; ancak hem kadınların bu merkezlere erişmesinde hem de uygulamada pek çok sorun yaşanıyor. Sığınak yürüten bağımsız kadın örgütleri işlevsiz hale getirilmeye çalışılıyor. Kadın sığınaklarının yerleri ihaleler yoluyla resmi gazetede ifşa ediliyor. Erkek devletin yetkilileri sığınaklarda kalan kadınların sosyal güvencelerini sağlamak yerine şiddet uygulayan, canını tehdit eden erkeklerle barıştırmaya zorluyor.

Erkek devlet bir yandan yasal olarak yapamadığı kürtaj yasağını fiilen devlet hastanelerinde uygulayarak kadınların hayatını tehdit edecek şartlarda kürtaj yapmasına sebep olurken bir yandan da GEBLİZ (Gebe Lohusa Bebek Çocuk İzleme ve Takip) uygulamasıyla kadınların doğurganlığına, kişisel bilgilerine dair tüm detayları kamu ve özel sağlık kuruluşları yoluyla takip ediyor! Ancak bu da yetmiyor, bir işbirlikçi gibi kadının kocasına, babasına haber veriyor. Bu ifşanın daha çok şiddete ve hatta cinayete yol açacağını hepimiz çok iyi biliyoruz.

Bakan Fatma Şahin, kadına yönelik şiddeti önlemek için kadın kurumları ile görüşmek yerine Diyanet İşleri ile protokol imzaladı ve Adalet Bakanlığı ile ortak hazırlanan proje kapsamında 20 bin evliliği kurtaracaklarını beyan etti. Bu adım AKP’nin, erkek egemen sistemin, onu üreten ve koruyan ailenin bekçisi olduğunun göstergesidir. Kadın bakanlığını aile bakanlığına çeviren AKP kadını değil, aileyi korumayı esas aldığını her fırsatta gösteriyor!

Kadınlara müjde gibi sunulan kadın istihdam yasası taslağı ile esas işiniz evdeki eş, çocuk, yaşlı, hasta ya da engelli bakımıdır, tüm bunları yapın, asıl işinizi aksatmayın ama düşük ücretli, güvencesiz, örgütsüz, itaatkar emeğinizi de sömüreyim deniyor. Kadın emeğinin çifte sömürüsünün derinleştirilmesine ve değersizleştirilmesine yönelik ve adeta doğum teşvik paketine dönen bu istihdam paketinin doğuracağı olası sonuçlarını bugünden görmek mümkün. Daha geçtiğimiz günlerde iş cinayetine kurban giden bir ev işçisi kadın, birkaç hafta önce de tarım işçisi kadınlar toprağa verildi.

Çocuk evliliklerinin çok fazla olduğu bu topraklarda iktidar, çocuk evliliklerini engelleyecek politikalar üretmek yerine 4+4+4 düzenlemesi ile kız çocuklarını erken evliliklere mahkum etti. Şimdi de liselerde evliliğin önünü açıyor. Evlilik teşvik paketi ile evlenenlere faizsiz kredi uygulaması başlatan, üniversitede okuyan öğrencilerin kredi borçlarını sileceğini açıklayan iktidarın asıl görevi evlilikleri teşvik etmek değil kadınların can güvenliğini sağlamaktır. Kadınlar için ölüm, şiddet, baskı, eşitsizlik yuvası olan evlilik ve aileyi yücelterek kadınların can güvenliğini sağlayamazsınız! Öldürülen, erkek şiddetine uğrayan her kadından siz sorumlusunuz! Artık kadın katilleri ile suç ortaklığını bırakın!

Başbakanın yaptığı “kızlı - erkekli evler, meşru- gayri meşru hayatlar” açıklamaları bu ülkede yaşayan özellikle genç kadınların hayatlarını tehlikeye attı. Başbakanın bu açıklamalarının ardından çeşitli illerden ev baskınları haberleri gelmeye başladı. Biz kadınlar üzerindeki erkek baskısı yetmiyormuş gibi devlet, kolluk güçleriyle işgüzar valileriyle ailenin erkeklerine yardıma geldi!

Kendisini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayan iktidarın homofobik ve transfobik söylemleri eşcinsel trans ve biseksüel kadınlara uygulanan şiddeti de meşrulaştırıyor. Hükümet sözcüleri her fırsatta eşcinselliği “ahlaksızlık, hastalık” olarak tanımlıyor ya da tamamen görünmez kılıyor. Kadınların cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine yönelik ayrımcılık ve şiddet, nefret cinayetlerini körüklüyor.  Uygulanan ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını, lgbt bireylerine yönelik nefret cinayetlerinin son bulması için gerekli önlemlerin alınmasını istiyoruz.

Her fırsatta kadın düşmanı politikalarla kadınlara saldıran sistem sözcüsü AKP, savaş yanlısı siyasetiyle de kadınlara şiddet uygulamaya devam ediyor. Halen KCK operasyonları ile hapsedilen Kürt kadınlar sırf siyasi kimliklerinden dolayı cezaevlerindeler. Kürt kadınlar bulundukları her yerde savaşın, göçün ve yoksulluğun tüm şiddetini yaşıyor. Yıllardır süren çatışmayı sözüm ona sonlandırdığını iddia eden AKP, Rojava’da binlerce tecavüze, katliama ve sürgüne destek vermiştir. Suriye’deki savaşı körükleyerek pek çok kadının bir eşya gibi alınıp satılarak kuma yapılmasına ya da fuhuşa zorlanmasına sebep olmuştur. Tüm bu vahşete karşı direnen, örülmek istenen duvarlara karşı bedenini siper eden Ayşe Gökkan gibi kadınlarla birlikte mücadeleye devam edeceğiz.

Erkek devlet her dönem gözaltında ve hapishanelerde kadınlara tacizi ve işkenceyi sistematik bir şiddet olarak kullandı. Ancak, bu yıl Gezi isyanında yaşananlar devletin ve kolluk kuvvetlerinin kadınlara nefretini alenen uygulamaktan çekinmediğinin en açık ifadesi oldu. Kadınlar gözaltına alınırken şiddetin her türlüsüne maruz kaldı, ”ince arama” adı altında çıplak arama ile tacize, tecavüz tehdidine maruz kaldı. Failler ise her zamanki gibi korundu.

İktidarın evli-evli olmayan, çocuklu - çocuksuz, başı açık- kapalı, söylemleriyle kadınlar arasında kurmaya çalıştığı hiyerarşiye, emeğimizin ucuzlaştırılıp yoksulluğumuzun arttırılarak, güvencesizleştirilerek, erkeklere daha bağımlı hale getirilmeye çalışılmamıza karşı çıkıyor ve diyoruz ki kiminle yaşayacağımıza, doğurup doğurmayacağımıza, nasıl giyineceğimize biz karar veririz! Biz kadınların, yaşamından, bedeninden, emeğinden elinizi çekin!

Biz kadınlar bu 25 Kasım’da da taleplerimizin yerine getirilmesi için dayanışmaya ve örgütlenmeye devam edeceğiz. Kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı; cinsiyetçiliğin, şiddetin, sömürünün, tacizin, tecavüzün tüm izlerini yeryüzünden silmek için tüm kadınları mücadeleye çağırıyoruz.

Kadınlar, örgütlenmeye, mücadeleye! 25 Kasım 2013

KADINA YÖNELİK ŞİDDETE SON!

YAŞASIN KADINLARIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ!

ADANA KADIN PLATFORMU

Son Düzenlenme Perşembe, 10 Temmuz 2014 17:05