13 Şubat 2014 tarihinde görüşülmeye başlanılan ve kamuoyunda torba yasa olarak bilinen kanun tasarısı, eğitim alanı için de yeni tahribatlar yaratacak birçok başlığı içeriyor.

 

Türkiye`de özellikle AKP’nin tek başına iktidar olduğu son 12 yıl içinde genel olarak kamunun, özel olarak ise en geniş ve yaygın kamu hizmeti olan eğitimin hem işlevsel, hem de örgütsel açıdan piyasa merkezli bir "işletmecilik" mantığıyla sürekli olarak dönüşüme tabi tutulduğu bilinmektedir. Bugüne kadar eğitim sisteminin bütün alanlarında, eğitimin içeriğinden eğitim yönetimine kadar sayısız değişiklikler yapılmış, eğitim biliminin en temel ilkeleri ve sistemin acil ihtiyaçları göz ardı edilerek, eğitimin sorunları çözülmek bir yana daha da derinleştirilmiştir.

AKP hükümeti, dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi ve kamu kaynaklarının özel okullara aktarılması tartışmaları bahane ederek, eğitimde tarihinin en büyük ve en kapsamlı tasfiye operasyonu için düğmeye basmıştır. 6 Şubat Perşembe günü TBMM`ye sunulan ve dün itibari ile görüşülmeye başlanan "Milli Eğitim Temel Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" eğitimde yıllardır uygulanan piyasa merkezli politikaların ve siyasal kadrolaşma hamlelerinin çok daha ilerisini ifade etmektedir.

 

AKP hükümeti, bu tasarı ile kamusal eğitim alanını daha da daraltmakta, özel öğretimin doğrudan desteklenmesi eğitimin özelleştirilmesine yönelik ciddi adımlar atmaktadır. Kamusal eğitime ayrılması gereken kaynakların bu sefer dershanelerin dönüşümü bahanesiyle özel öğretime aktarılması, özel okulların eğitim içindeki payının arttırılması için sayısız teşvik ve destek getirilmek istenmesi, iktidarın eğitim politikasının merkezinde halkın değil, piyasa güçlerinin olduğunu göstermektedir.

AKP iktidarı, geçtiğimiz 12 yıl boyunca defalarca yaptığı gibi, MEB teşkilatını kendi siyasal-ideolojik hedeflerine paralel olarak yeniden biçimlendirmekte, kendi çizgisinde olmayan tek bir kişinin bile bakanlık bünyesinde eğitim yöneticisi olmaması için tarihin en büyük tasfiye adımlarını atmaktadır. Siyasi iktidar, kendi döneminde atanan tüm yöneticilere görevden el çektirmekte ve yeni yönetim kadrolarını, kendi siyasi çizgisindeki valiler aracılığıyla bakanlığa bağlı okul ve kurumlarda görevlendirmek için kapsamlı bir değişiklik yapmak istemektedir.

 

Aday öğretmenler için yeni sınav getirilmesi kabul edilemez

Taslağın getirdiği en önemli ve dikkat çekici değişiklerden birisi, 5. maddede ifade edilen aday öğretmenlerin en az bir yıl fiilen çalışması, adaylık döneminde herhangi bir disiplin cezası almamış olması ve performans değerlendirmesine göre başarılı olmak şartlarını sağlamak kaydıyla, yapılacak yazılı ve/veya sözlü sınava girmeye hak kazanacağının belirtilmesidir. Sınavda başarılı olanların öğretmen olarak atanacağı öngörülmüştür. Sınavda başarılı olamayanların bir başka il veya ilçede görevlendirileceği, bu kişilere bir yıl içinde tekrar sınava girme hakkı tanınacağı ve sınava girmeye hak kazanamayanlar ile üst üste iki defa sınavda başarılı olamayanlar aday öğretmenlerin unvanlarını kaybederek memuriyetle ilişiklerin kesileceği ifade edilmektedir.

 

Bu düzenleme ile aday öğretmenlerin asil kadrolara geçişi zorlaştırılmaktadır. Öğretmenliğin daha nitelikli bir hale getirileceği gerekçesi ile yapılan bu düzenleme ile öğretmenlikte niteliğin sadece sınav başarısına indirgenmesi kabul edilemez. Mevcut uygulamada KPSS, KPSS Eğitim Bilimleri ve KPSS Alan sınavı olmak üzere üç sınavı geçmek zorunda olan öğretmen adaylarının atandıktan sonraki ilk yıl asli kadroya geçiş yapabilmeleri için bir sınav zorunluluğunun daha getirilmesi doğru değildir. Öğretmenlikte niteliği artırmak eleme sınavları ile değil, daha bütüncül politikalarla mümkündür.

 

Öğretmenlik mesleği AKP iktidarı tarafından tamamen sınava dayalı teknik bir meslek haline dönüştürülmüştür. Adaylıktan asil kadroya geçiş koşulu sınav odaklı değil uygulama ve süreç odaklı olmak zorundadır.

 

Dershanelerin dönüşümü bahanesiyle kamu kaynakları özel okullara aktarılacaktır

Eğitim Sen, dershanelerin kapatılması ve özel okula dönüştürülmesi tartışmalarını, yıllardır gördüğümüz gibi, kamusal kaynakların eğitimin ticarileştirilmesi ve her geçen gün daha fazla oranda piyasalaştırılması için özel sermaye kesimlerine aktarılması olarak değerlendirmektedir. Taslakta öngörülen değişiklikler bu düşüncemizi doğrular niteliktedir.

Yapılmak istenen düzenleme ile 1/9/2015 tarihine kadar özel okula dönüşüm taahhüdünde bulunan dershanelere Hazine taşınmazları üzerinde eğitim tesisi yapılması amacıyla 25 yıllığına bedelsiz kullanma hakkı vermektedir. Ayrıca hazine arazisi üzerindeki Milli Eğitim Bakanlığına tahsis edilmiş taşınmazların (okullar, okulların ek binaları vb) on yıla kadar kiraya verilmesi öngörülmektedir. Bunun anlamı kamuya ait arazisi değerli okulların eğitim hizmeti dışında kullanılmasına olanak tanınması, kamuya ait taşınmazların ticari bir mantıkla değerlendirilmesidir.

 

Eğitim yöneticilerinin valiler tarafından atanması, bütün eğitim yöneticilerinin siyasi iktidara yakın isimlerden oluşması anlamına gelmektedir

Daha önce 652 sayılı KHK ile yapılan değişiklikle, okul ve kurum müdürleri, yazılı ve/veya sözlü olarak yapılarak okul veya kurum müdürlüğü sınavında başarılı olmak kaydıyla, hizmet süreleri, "performans" ve "yeterlikleri" dikkate alınarak il milli eğitim müdürünün teklifi üzerine "vali tarafından" atanması öngörülmüştür. Eğitim yöneticilerinin valiler tarafından atanmaya başlaması, önümüzdeki dönemde öğretmen alımlarının da hükümetin il başkanları gibi çalışan valiler tarafından yapılmasına zemin oluşturmaktadır.

 

Taslakta Okul ve Kurum Müdürü, Müdür Başyardımcısı ve Yardımcısı olarak görev yapan eğitim yöneticilerinin görev süresi dört yıl ve daha fazla olanların görevi, 2013-2014 eğitim öğretim yılının bitimi itibariyle başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erdirilmekte, tek bir yasa maddesi ile tarihin en büyük görevden alma operasyonu gerçekleştirilmektedir. Yine benzer bir şekilde 81 ilin milli eğitim müdürlerinin görevleri ‘kanun yürürlüğe girdiği tarihte` sona erecektir. Okul müdürü ve müdür yardımcısı atama yetkisinin doğrudan valiliklere bağlanması ile birlikte düşünüldüğünde, AKP hükümetinin eğitimde en alt kademeden en üste kadar hiçbir farklı görüşe yer vermek istemediğini, bütün eğitim yöneticilerinin siyasi iktidarın sözünden çıkmayan "siyasi kadrolar" haline getirilmek istendiğini göstermektedir.

 

Dershanelerde çalışan öğretmenler mağdur edilecek, sözlü sınav ile öğretmenliğe geçiş yeni tartışmaları beraberinde getirecektir

Devletin elinde, derslik ve okul yapacak kaynaklar varken bunları özel okullara destek amacıyla seferber etmek istemesi, eğitimin açık bir şekilde özelleştirilmesini teşvik ettiği kadar, özel okullarda esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma koşulları ile karşı karşıya kalan eğitim emekçileri açısından ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. Bugün dershanelerde çalışan ve çoğu güvencesiz olan öğretmenlerin sayısı 52 bindir. Getirilen düzenleme dershane öğretmenlerinin sorunlarına çözüm üretmemektedir. Özel okullarda ve dershanelerdeki eğitim emekçileri iş güvencesi, çalışma koşulları ve ücret güvencesi açısından en olumsuz koşullarda çalışmaktadır. Özel okul ve dershane öğretmenlerinin mesleki ve duygusal tükenmişlik düzeyleri, kamuda çalışan kadrolu öğretmenlerle kıyaslanmayacak kadar yüksektir. Dershane öğretmenlerinin sözleşmeleri 1 yıldan az süreli yapılmakta ve yılın belli aylarında işsizlik sorunu ile karşı karşıya kalmaktadırlar.

 

Taslakta dershaneler ile öğrenci etüt eğitim merkezleri işyerlerinde öğretmen olarak çalışmakta olan öğretmenlerden 1 Temmuz 2015 tarihi itibarıyla en az altı yılını dolduranların "sözlü sınav" ile MEB`e bağlı kurumlarda uygun kadrolara atanması öngörülmektedir. Bu değişiklik her açından eksiktir ve dershane öğretmenlerinin mağduriyetini karşılamadığı gibi, ataması yapılmayan 300 bini aşkın işsiz öğretmen açısından da sıkıntılıdır.

 

Dershanelerde sigortasız çalıştırılan çok sayıda öğretmen bulunmaktadır ve sigortalı öğretmenlerin çoğunun sigortası eksik yatırılmaktadır. Ücretli öğretmenlik uygulaması gibi güvencesiz istihdam biçimleri sürdürülürken, dershane öğretmenlerine sözlü sınav gibi her türlü istismara açık bir uygulama ile öğretmenliğe geçme imkânı tanınması yeni tartışmaları ve haksızlıkları beraberinde getirecektir. Sonuç olarak yasa taslağı ile eğitimde yaşanan piyasa merkezli dönüşümün son halkalarından birisi daha tamamlanmak istenmektedir. Bir taraftan dershanelerin özel okula dönüştürülmesi için gerekli altyapı çalışmaları sürdürülürken, diğer taraftan baştan sona değiştirilerek olan eğitim yöneticilerinin tıpkı bir şirket yöneticisi gibi çalışmaları kaçınılmazdır. Bugüne kadar Milli Eğitim Bakanlığında, "süreçlere odaklı" kamu yönetimi anlayışından "sonuçlara odaklanan" kamu işletmeciliği anlayışına uygun değişiklikler yapılmıştır.

 

AKP hükümetinin geçtiğimiz 12 yıl içinde eğitim sistemi üzerinden hayata geçirdiği bütün icraatlarında olduğu gibi, yine kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak için düzenlemeler yaptığı, sadece bununla yetinmeyip bütün bakanlık teşkilatını tasfiye ederek, piyasacı eğitim politikalarına uygun olarak yeni bir siyasal kadrolaşma operasyonu başlattığını söylemek mümkündür.

 

Eğitim Sen taslağın TBMM`de görüşülmesi aşamasında gündeme gelecek olan her konu başlığı ile ilgili olarak gerekli girişimlerde bulunacak ve siyasi iktidarın dayatmacı uygulamalarına karşı hukuksal ve örgütsel girişimlerini sürdürecektir.14.02.2014

 

Kamuran KARACA

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

ANGARYA ÇALIŞMAYA HAYIR

Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğünün İZLEME ve DEĞERLENDİRME Projesi hazırlamıştır.

Bu Proje çerçevesinde 2013 - 2014 yılında Eğitim Öğretim yılında Eğitim emekçilerinden form doldurmaları istenmektedir.  Bu çalışmalar görev tanımı kapsamında bulunmamaktadır. Angarya kabul edilmektedir.

Eğitim emekçilerinin bu çalışmalara katılmamaları konusunda Şube Yürütme Kurulumuz almış olduğu karar ve dilekçe örneği ekte sunulmuştur.

 

 

 

Karar Örneği İçin Tıklatın

Dilekçe Örneği İçin Tıklatın

Yolsuzluk, Yoksulluk, Zulüm Düzeninden Hesap Sormak İçin

11 OCAK’ TA ANKARA’ DA BULUŞALIM

 

On bir yılda iktidarda bulunan AKP-Cemaat koalisyonu çatırdadı; rüşvet, yolsuzluk, aşırma, yiyicilik düzeninin pislikleri etrafa yayıldı. Ortalık bozulunca birbirlerinin pis işlerini teker teker belgeleriyle ortaya koymaya başladılar.

Ağızlarını her açtıklarında “Allah, Peygamber, din, iman” sözleri dökülenlerin nasıl da dünya malına tamah ettikleri, nasıl da lüks ve şatafat düşkünü oldukları, nasıl da paraya taptıkları bir bir ortaya dökülüyor.

Yıllardır bu ülkenin emek ve demokrasi güçlerince karşı çıkılan yolsuzlukları, rüşveti ve kirlenmişliği artık gizleyemiyorlar. Her yerden pislik kokuları yükseliyor!

Her iki tarafın birbiriyle ilgili iddialarını birer itiraf olarak kabul etmiyoruz. Biliyoruz ki her ikisi de masum değil. Yolsuzluğun, yoksulluğun, zulüm düzeninin sorumlusu olduklarını biliyoruz.

AKP çatısı altında örgütlenen egemen güçler, 11 yıldır daha fazla yoksulluğun, sömürünün, baskının ve gericiliğin rejimini inşa ettiler. Bu rejimde emek yok, barış yok, demokrasi yok, adalet yok, özgürlük hiç yok!

Emekçiler için en kötü koşullarda aşırı çalıştırma, güvencesizlik ve taşeronlaştırılma, gerek kamuda gerekse özel sektörde alabildiğine yaygınlaştırıldı. Türkiye Cumhuriyeti, Taşeron Cumhuriyeti’ ne dönüştü.

Çocuk işçiler arttı, iş cinayetleriyle işyeri mezarlığına dönüştü.

Türkiye işçi sınıfının en önemli kazanımları ellerinden alındı, şimdi bu kazanımlardan biri olan Kıdem Tazminatına göz dikiliyor.

Grev hakkı tanınmayan kamu emekçileri, yandaş “sendika” yla “toplu sözleşme” adı altında yapılan “toplu satış” la yoksulluk sınırlarının altında ücretlere mahkum edildi. Emekliler açlık sınırında ölüme terk edildi.

Tüm bunların yanında gözü kardan, ranttan, paradan başka bir şey görmeyen bu zihniyet, ormanlarımızı, dağlarımızı, nehirlerimizi, kentlerimizi yağmalıyor, yaşam alanlarımızı yok ediyor.

Ortadoğu halklarını kuşatan kanlı savaşta bölgesel bir güç olmaya heves eden AKP iktidarı, ülkemizi karanlık bir tarihin işbirlikçisine, emperyalizmin askeri üssüne dönüştürdü.

Türkiye’ nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun demokratik çözümü ve halkların bir arada barış içinde özgürce yaşama talebi yükselirken; AKP bu talepleri karşılamak yerine barış ve diyalog zeminini baltalıyor. Halkların özgürlük, barış ve demokrasi taleplerinin üzerine Lice’ de ve Yüksekova’ da olduğu gibi kurşun sıkıldı.

Katliam geleneğini devam ettiren ve ülke tarihinin en mezhepçi iktidarı olan AKP, hem içerde hem de dışarıda mezhepçilikte sınır tanımadı. Farklı din, kültür, kimlik ve inançlara yönelik nefret tohumlarını toplumsal hayatımızın içinde büyütmeye devam etti. AKP’ nin dinci gerici muhafazakar dünya görüşü Alevi yurttaşlarımız üzerindeki tehdidi büyüttü, Alevi yurttaşlara yönelik saldırılar arttı. Cemevleri “terör yuvası”, Gezi Direnişi “Alevi ayaklanması” ilan edildi.

Kadın-erkek eşitsizliğini reddeden AKP iktidarı döneminde kadınların kaç çocuk doğuracağından ne giyeceğine Başbakan kendi belirlemeye kalktı. Kadına aile dışında yaşam hakkı tanınmadı, kadın cinayetleri çığ gibi büyüdü. Esnek ve güvencesiz düzenden en fazla etkilenen kadın emeği üzerindeki sömürü kat be kat arttı.

Cemaat ve tarikatların denetimindeki AKP, devleti ve toplumu dini referanslarla yönetmeye kalktı, toplumsal yaşama müdahaleyi yaşam tarzlarını hedef alarak genişletti. Kendisi gibi olmayan herkesi “günahkar”, “kafir”, “marjinal”, “çapulcu” ilan etti. Bu gerici zihniyet “kızlı, erkekli” bir arada olmayı yasakladı, gündelik hayatı dini referanslarla düzenlemeye çalıştı.

AKP’ nin baskı politikalarından sendikalar, meslek örgütleri de payını aldı. KESK’ in sendikal faaliyetlerinden dolayı 47 yönetici ve üyesi hala tutuklu. TMMOB’ ye bağlı 11 odanın idari ve mali denetimi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ na devredildi, yetkileri elinden alınmaya çalışıyor. TTB’ nin Gezi Direnişi süresince yürüttüğü hekimlik faaliyetleri soruşturma konusu yapılıyor. Torba Yasa ile kiralık doktor dönemi başlatılıyor.

Son zamanlarda sertleşen saray kavgasından darbe alanlar, yargının siyasallaştığından yakınıyorlar. Bugüne kadar toplumun devrimci, sosyalist, ilerici, muhalif tüm kesimlerini keyfi olarak tutuklayanın kendilerinin siyasallaştırdığı yargı olduğunu unutuyorlar! Adaletten yoksun olan bu düzende, sendikal faaliyetlerden dolayı yönetici ve üyelerin tutuklandığını, hak aramanın bile suç sayıldığını unutuyorlar!

Bozuk Düzende Sağlam Çark Olmaz!

Artık Yeter!

Gün, hesap sorma günüdür!

Gün, eşit, özgür ve demokratik be Barış içinde bir geleneğe dair umudu daha da büyütme günüdür!

Gün, isyanı hep bir ağızdan haykırma günüdür!

Gün, mücadeleyi büyütme günüdür!

 

 

 

DİSK  KESK  TMMOB  TTB

Kurumlar Adına

Muzaffer YÜKSEL

SES Adana Şube Başkanı

Roboski'de 35 Kürt yurttaşımızın savaş uçakları ile katledilişi üzerinden tam 2 yıl geçti.

2 yıldır ne yaşananların katliam olduğu gerçeği kabul edildi, ne sorumluları ve failleri yargı önüne çıkarıldı, ne de vicdanları rahatlatacak bir özür dilendi.

Tüm bunlar bir yana, başta öldürülen gençlerin aileleri olmak üzere, bugüne kadar Roboski’ye gitmek isteyen, sorumluların ortaya çıkmasını talep eden demokratik kurum ve kuruluşlar baskı ve zor yolu ile engellenmeye çalışıldı.

2 yıldır katliamın üzeri örtülüyor.

"Ahmet midir, Mehmet midir?" diyerek isimleri bile yok sayılan çoğu 15-20 yaşları arasında 35 yurttaşımızın katledilmesi, başta AKP ve Genelkurmay Başkanlığı’nca “savaş zayiatı” olarak değerlendirilerek geçiştirilmeye çalışıldı. Yıllardır acı ve ölümlerle dağlanmış topraklarda, katledilen çocuklarının hesabını sormak isteyen analara “kazadır” yanıtı verildi. Dahası bu yanıtı veren Başbakan, ailelere “her trafik kazasını bilemem” diyerek sorumlulukta üzerine düşen payı hiç gözünü kırpmadan geçiştirdi.

Bugün iktidar içi çatışma, rejimin tüm yolsuzluk, rüşvet pisliklerini ortaya saçarken, tek gecede emniyet teşkilatını değiştirenler, 2 senedir 35 canın hesabını vermiyor.

Banka kasalarından, ayakkabı kutularından milyon dolarların çıktığı Bakan çocuklarının gözaltına alınmasına kamera önlerinde gözyaşları dökenler, 2 yıldır gökten yağan bombalarla katledilen çocuklarının mezarı başındaki anaların gözyaşlarını görmezden geliyor.

Roboski katliamı, AKP hükümetinin Kürt sorununda izlediği askeri çizginin sonuçlarından birisidir. AKP, bugün her ne kadar diyalog ve barıştan söz etse de, özünde geçmiş politikalarının izinden gittiği ortadadır. Ölümü, katliamı sıradanlaştıran, teknikleştiren hatta 'yasa dışı bir iş yapıyorlardı' diyerek de haklılaştırmaya çalışan bu zihniyet, dünden bugüne devam etmektedir.

AKP, ölüm ve nefretle kuşanmış politikalarına artık bir son vermek ve dillerdeki barışa yanıt vermek istiyorsa, Kürt sorununun demokratik, barışçıl temelde ve diyalog yoluyla çözüm sürecinde toplumsal barışın tesis edilmesinde atmadığı adımları bir an önce atmalıdır.

Katliam, bir insanlık suçudur. Bu insanlık suçu faili meçhul kalamaz. 2 yıl, olayın ardındaki tüm sorumluların ortaya çıkarılması için uzun bir zaman, ikinci bir insanlık suçudur. AKP derhal görevini yerine getirmeli, bu suçu peş peşe işlemekten vazgeçmelidir.

Bizler, daha eşit, özgür ve demokratik bir ülkede, bir arada yaşam umudunu koruyan ve bu uğurda mücadele eden emek ve meslek örgütleri olarak, devleti yaşananların bir katliam olduğunu kabul etmeye, sorumlu ve faillerinin yargı önüne çıkarılması için üzerine düşen görevi yapmaya davet ediyoruz.28.12.2013

KESK – DİSK – TMMOB – ADANA OSMANİYE TABİP ODASI

Kurumlar Adına KESK Dönem Sözcüsü

Muzaffer YÜKSEL

SES Adana Şube Başkanı

Değerli Basın ve Kamuoyuna

Öğretmenlik mesleği 657 sayılı yasada görev tanımı yapılmış ihtisas gerektiren bir meslektir.

Ancak son dönemde Milli Eğitim Bakanlığınca öğretmenlik mesleğinin itibarı düşürülen, bir süreç yaşatılmaktadır. Öğretmenlerin az çalıştığı, çok maaş aldığı gibi suçlamaların yanı sıra eğitim öğretim görevi dışında birçok angarya işle de ilişkilendirilmek istenmektedir.

Sayıları onlarca olan (Para toplama, temizlik işlerine katkı, okulun çay ve çaycı giderlerini karşılama, fotokopi parası toplama, kalem parası toplama, kırtasiye parası toplama, yakacak parası toplama v.b) angarya işlerle uğraşmak zorunda bırakılırken son dönemde RİDEF, ADEY, öğrenci koçluğu, izleme değerlendirme çalışmaları ve ev ziyaretleri gibi yeni angaryalar yüklenmektedir.

Bu angaryalardan olan; “Aşamalı Devamsızlık Yönetimi Uygulaması” ile öğretmenler okuldaki eğitim öğretim görevi dışında ev ziyaretlerine zorlanmakta ve buralarda doldurulacak formlarla hiçbir ücret ödenmeden yeni bir angarya çalışmaya zorlanmaktadır.

Genel angaryalarda olduğu gibi, Aşamalı Devamsızlık Yönetimi Uygulamasına da itiraz eden sendikamız, öğretmenin görev tanımı dışında ve ücretlendirilmeden aşamalı devamsızlık yönetimi uygulamasına da karşı çıkmış ve danıştaya dava açılmıştı. Dava sonucunda aynı uygulama kapsamındaki ev ziyaretleri formunun anne baba tutumları özel hayata müdahale olarak değerlendirilmiş ve ev ziyaretleri formundan çıkarılmıştı. Genel uygulamaya ise itirazımız sürmektedir.

Durum böyle iken Çukurova Milli Eğitim Müdürlüğün’ce İzleme ve Değerlendirme Projesi Uygulaması konusunda liselere yeniden uygulama yazıları gönderilmiştir. 9. ve 12. Sınıf öğrencileri için izleme ve değerlendirme projesi kapsamında öğretmenlerin görevlendirilerek ev ziyaretleri yapmaları konusu Milli Eğitim Müdürlüğünün komisyon kararı olarak iletilmiştir.

Bu yaklaşımla İl Milli Eğitim Müdürlüğünün 21.11.2013 tarihli ve 3467855 sayılı yazısı dikkate alınmamakta ve öğretmenler aynı kapsamda angarya çalışmaya zorlanmaktadır.

Diğer taraftan öğrenci devamsızlığı ile ilgili rehber öğretmenlere görevlendirmeler yapılmakta, aynı çalışmayı rehber öğretmenler gerçekleştirirken farklı öğretmenlerin de görevlendirilip bu çalışmanın istenmesi aynı işin tekrar yapılması olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Öğretmenlik ve idarecilik görevleri yasalarla tanımlanmış ve eğitim öğretim faaliyetleri kapsamında yapacakları belirlenmiştir. Öğrencilerin başarısı, okula düzenli devamları konusu genel eğitim öğretim faaliyetleri içerisinde değerlendirilebilir. Ancak bu kapsamda görmediğimiz birçok formun doldurulması, ziyaretlerinin yapılması, aile anketleri yapılmasını,  öğretmenlerin eğitim öğretim çalışmalarını olumsuz etkileyen angaryalar olarak değerlendirmekteyiz.

Bu tür çalışmalar için, eğitimcilerin ve sendikalarının görüş ve önerilerini de dikkate alan yerden yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

Öğretmene ve idarecilere görevlerinin dışında bu tür angaryalar dayatılmamalıdır.

Bu tür yaklaşımlarla ilgili eğitimcilerin haklarının korunması konusunda sendika olarak gerekli girişimleri ve çalışmaları sürdüreceğimizi bir kere daha ifade ediyoruz.

Bu tür angaryaları yapmayacağımızı belirtiyoruz.25.12.2013

 

Şube Yönetim Kurulu

Gerici-faşist güçlerin saldırıları sonucu 19–25 Aralık 1978 tarihleri arasında yaşanan ve Türkiye`yi 12 Eylül darbesine götüren sürecin önemli dönemeçlerinden birisi olan ve tarihe kara bir leke olarak geçen Maraş katliamının üzerinden 35 yıl geçti.

19 Aralık 1978 gecesi, Maraş`ta anti komünist içerikli bir filmin gösterimde olduğu saatlerde, Çiçek Sineması`na tahrip gücü çok düşük bir bomba atılmış, faşistler tarafından atıldığı daha sonra ortaya çıkan bu bomba, günlerdir kentte tırmandırılmakta olan Alevi-Sünni gerginliğini çatışmaya dönüştürecek bir kıvılcım olmuştur. 20 Aralık`ta Alevilerin oturduğu bir kıraathane bombalanmış, 21 Aralık`ta iki TÖB-DER`li öğretmen öldürülmüştür.

22 Aralık`ta faşistlerin Sünni mahallelerdeki ajitasyonu sonucunda silahlananlar 23 Aralık`ta kanlı bir katliama girişmişlerdir. Valiliğin taleplerine rağmen kente askeri güç gönderilmezken, 23 Aralık`ta ‘polis-halk çatışması`nı önlemek gerekçesiyle kentteki bütün polisler devre dışı bırakıldı. 24 Aralık günü çevre köy ve ilçelerden getirilen silahlı faşist grupların takviyesi ile başlayan saldırı, Alevilerin yaşadığı mahallelere kaydırılmış ve uzun yıllar hafızalardan silinmeyen insanlık dışı bir katliam yaşanmış; yüzlerce insan katledilmiştir. 25 Aralık akşamı yaşanan katliam sonrasında resmi olarak 111 kişinin öldürüldüğü açıklanmış, yüzlerce kişi yaralanmış, 210 işyeri ve 70 ev yakılıp yıkılmıştır. Katliam sonrası binlerce Alevi Maraş`ı terk etmek zorunda kalmıştır.

Maraş katliamı, benzer pek çok katliam gibi Türkiye tarihine içinde devlet güçlerinin de yer aldığı, izlerinin silinmesi mümkün olmayan kara bir leke olarak geçmiştir. Maraş katliamı, daha sonra Çorum`da ve Sivas`ta yapılan katliamlar gibi "derin" ilişkilerin rol oynadığı faillerinin bilinçli olarak yakalanmadığı kanlı saldırılar olarak tarihe geçmiştir. Adı geçen katliamlarda rol alan çok sayıda eli kanlı katil ve onların savunucuları, sonraki yıllarda milletvekili olmuş, halka karşı işledikleri suçların hesabını vermek bir yana, resmen ödüllendirilmişlerdir.

Maraş ve diğer katliamların acısı hâlâ yüreğimizdeki tazeliğini korumaktadır. Maraş katliamı 35 yıl önce gerçekleşmiş olsa da şiddet ve linç kültürü günümüze kadar biçim değiştirerek sürdürülmüştür.

Maraş katliamı ve diğer tüm katliamlar aydınlatılmadan, içlerinde devlet görevlilerinin ve siyasilerin sorumlulukları açığa çıkarılıp hesap sorulmadan, gerçek anlamda demokratik bir ülkede yaşamak da mümkün olmayacaktır.

Üyemiz Atılan AKSOY ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU HAYATINI KAYBETMİŞTİR. Ailesine yakınlarına ve Öğretmen arkadaşlarımıza baş sağlığı diliyoruz.

Şube Yürütme Kurulu

Değerli basın emekçileri;

AKP hükümetinin neoliberal, gerici-muhafazakar, baskıcı, otoriter uygulamalarının sıklaştığı bir dönemden geçmekteyiz.

Attığı her adımda emekçilerin haklarını ellerinden alan, özgürlüklerini kısıtlayan AKP hükümeti, küresel sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda emeğe dönük saldırılarını arttırıyor.  Karşı karşıya olduğumuz yıkım politikaları, ülkemizin içinde bulunduğu karanlık tabloyu açıkça gözler önüne sermektedir.

Güvencesiz ve esnek bir çalışma yaşamı, kölelik düzeni ekseninde emekçilere dayatılmakta; işini kaybetme tehlikesini, sendikasızlaşmayı, koruyucu düzenlemelerden yoksun kalmayı, çalışanın kendisi ve bakmakla yükümlü oldukları kişiler için düşük geliri beraberinde getiren bu düzenlemeler, kamu alanında da yaygınlaştırılmaktadır.

AKP’nin ısrarla gündemde tuttuğu 657 sayılı Devlet Memurları Kanunundaki kapsamlı değişikliklerle  tüm kamu emekçileri taşeron, esnek, performansa dayalı, güvencesiz ve kuralsız bir çalışmanın ucuz işgücü haline dönüştürülmek istenmektedir.

Neoliberal politikalar sonucu emekçilere yönelik saldırılar artarken, güvencesiz, taşeron çalıştırma gibi uygulamaların en fazla etkilediği kesim olan kadınlara yönelik saldırılara, “Kadın istihdam paketi” ile yenileri eklenmektedir.

Tüm bu politikalar paralelinde 2014-2015 dönemini kapsayan toplu “satış” sözleşmesinde milyonlarca kamu emekçisinin ve emeklinin haklarının bir kez daha gasp edildiğine tanık olduk. Kamu emekçilerinin hak ve özgürlüklerini toplu olarak gasp eden AKP-Memur Sen mutabakatı, yıllardır kadro bekleyen 4/C’lilerin ve ek ödeme adaletsizliğinin kurbanı öğretmenlerin ağzına bir kaşık bal çalarak  ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması, iş güvencesi sorununun çözümü,  vergi dilimi adaletsizliğinin giderilmesi başta olmak üzere onlarca sorunu görmezden geldi. Sonuç olarak 2014 yılı için kamu emekçilerinin maaşlarında net 123 TL artış yapıldı, ne var ki o da zaten şimdiye kadar buharlaştı.

Değerli basın emekçileri;

AKP hükümetinin her attığı adım, bu tabloyu her geçen gün daha karanlık bir hale getirmektedir. Bu adımların izi bugün gündemimizde olan 2014 yılı Bütçe Kanun Taslağı’nda net bir şekilde görülmektedir.

Kaynakların nasıl ve kimlerden toplanacağından, bu kaynakların kimler için ne şekilde harcanacağına kadar varan kararları içeren bütçe, bu yıl da AKP hükümetinin sınıfsal ve siyasi tercihlerini bir kez daha ortaya koymaktadır. Emekçilerin birikimlerine el koyarak, ağır vergilerle toplanılan kaynaklar bugün bir kez daha savaşın, rantın, sermayenin, muhafazakarlığın tesis edilmesine aktarılmaktadır.

Emekçilerin tüm haklarını lağveden bu soygun düzeninde emperyalizmin taşeronluğu, toplumun tüm ezilenlerini baskı altında tutacak mekanizmaların güçlendirilmesi, emekçilerin vergileriyle finanse edilmektedir. Net bir şekilde görülmektedir ki, ülkemizde emekçilerin ödemiş olduğu her kuruş vergi kendilerine “yol, su, elektrik, okul, hastane” olarak değil, “daha fazla savaş, toma, gaz, gözaltı, baskı ve ölüm” olarak dönmektedir.

İzlenen son gelişmelerden ve AKP hükümetinin içinde bulunduğu siyasi krizle de anlaşıldığı gibi, Ortadoğu’da emperyalist müdahalelerin taşeronluğunun maliyetlerinin artacağı kaçınılmazdır. Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü süreciyle birlikte savaş harcamaları küçüleceği yerde büyümektedir. Silah üretiminde uluslararası savaş baronlarına ülkemizde yenileri eklenirken, NATO’nun ikinci büyük askeri ordusuna polis ordusu da eklenmektedir.

Bunun yanında, halkın eğitim, sağlık başta olmak üzere en temel haklara erişimi her geçen gün biraz daha engellenmekte, bu haklar sermayeye peşkeş çekilmektedir. Bütçe ise bu dönüşümü finanse etmede bir araç olarak kullanıldığı ortadadır.

Kamu sağlık harcamaları 2010 yılından 2012 yılına dek yüzde 5 düşmüştür. Bu dönem aralığında halkın kendi bütçesinden sağlık hizmeti alabilmek için yaptığı harcamalar ise yüzde 17 artmıştır.

 

10 yıllık AKP iktidarı döneminde eğitimin ticarileştirilmesi uygulamaları ile eğitim sisteminin dinselleştirilmesi uygulamaları birbirine paralel olarak hayata geçirilmiştir. Bu süre içinde eğitime ayrılan paylar da bu dönüşüm sürecine paralel bir seyir izlemektedir.

AKP, neredeyse her yıl bütçede eğitime yeterli payı ayırdığını iddia etmektedir. Oysa AKP iktidara geldiğinde eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17 iken, şu an yüzde 6 düzeyine düşmüştür.  Piyasalaşan eğitim hizmetinde, eğitimin her aşamasının paralı hale gelmesinin bir sonucu olarak her yıl yaklaşık 15 milyar TL’lik bir maliyet, halk kendi cebinden karşılanmak zorunda kalmaktadır.

Kamu sabit sermaye yatırımlarına bakıldığında aslan payının eğitim ve sağlığa değil 3. Köprü, 3. Havalimanı, Galataport ve Haliçport gibi rantiye projelerine aktarıldığı açıkça ortadadır.

2014 yılı bütçesinin, önceki bütçelerden farksız olarak emekçiler açısından siyasal iktidarın sınıfsal tercihini de ortaya koyduğu gibi toplumsal cinsiyetler açısından da eşitsizliğin uçurumlaşmasına neden olmaktadır.  Eşitsizliği giderici alanların tespit edilmesi ve bu alanlar üzerinden bütçeleme ile mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi anlayışı AKP’nin bu bütçesinde de yer almamaktadır. Kadınların ekonomik kaynaklara, kamusal hizmetlere, eğitime, sağlığa ve sosyal koruma haklarına eşitsiz erişimi göz ardı edilmektedir.

Değerli basın emekçileri;

Siyasi alanda yaşanan gelişmelerle birlikte emek alanında da uygulanan yıkım politikaları tüm boyutlarıyla karşımızdadır.

Bizler, KESK olarak tüm bu saldırılara karşı koymak, hak kayıplarını önlemek ve yeni kazanımlar elde etmek için fiili ve meşru mücadeleyi yükseltmekten başka bir yolumuzun olmadığını biliyoruz. Kamu emekçileri hükümetin artan baskılarına rağmen örgütlülüğünü ve mücadelesini büyüterek, taleplerini ezilen tüm kesimlerin talepleriyle birleştirerek bu saldırılara karşı koyacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

Bu kapsamda 2014-2015 dönemini kapsayan “toplu satış” sözleşmesinin yok saydığı haklarımızın ve irademizin takipçisi olarak, AKP iktidarının siyasi ve ideolojik hedefleri doğrultusunda hazırladığı 2014 yılı bütçesine karşı,“Satış Sözleşmesini Kabul Etmiyoruz, Bütçeden Hakkımızı İstiyoruz” ilkesiyle alanlarda olacağız.

Taleplerimiz gayet açık;

Kayıplarımızın telafisi için her kamu emekçisinin maaşına en az 300 lira zam yapılmasını,

Herkese iş ve ücret güvencesi sağlanmasını,

Ek ödemelerin emekliliğe yansıtılmasını,

Maaşlarımızın vergi artışından etkilenmemesini,

Kadın emekçilere pozitif ayrımcılık uygulanmasını,

Baskı, tutuklama ve sürgüne son verilmesini, İSTİYORUZ!

Bizler, savaşın, rantın, sermayenin, muhafazakarlığın bütçesine hayır diyor, Toplu Sözleşme döneminde ifade ettiğimiz temel taleplerimiz doğrultusunda bütçeden hakkımızı almak için mücadelemizi yükseltiyoruz.

Bu kapsamda taleplerimiz karşılanmazsa 19 Aralık 2013 Perşembe günü AKP hükümetini uyarmak içinGREV’de olacağız. Bütçeden hakkımızı alana dek mücadeleye devam edeceğiz.

Değerli basın emekçileri;

İçinden geçtiğimiz bu dönem, talepleri ve mücadelesi eşit, özgür, demokratik ve barış içinde Türkiye mücadelesinden bağımsız olmayan kamu emekçileri ve tüm demokrasi güçleri için daha güçlü bir mücadele ihtiyacını beraberinde getirmektedir.

Ülkemizin emperyalizmin Ortadoğu maşası haline getirilerek komşularıyla savaştırılmasına; kanlı tarihe ortaklık edecek bir ülkeye dönüştürülmesine asla izin vermeyeceğiz. Kürt Sorununun demokratik, barışçıl temelde ve diyalog yoluyla çözüm sürecinde toplumsal barışın tesis edilmesinde atılmayan adımların takipçisi olacağız.

Neoliberalizmin muhafazakarlıkla olan ittifakının gölgesinde AKP’nin tüm toplumun dinsel gericilikle kuşatılmasına,  her bireyi denetim altına alarak toplumun özgürlük ve demokrasi alanını daraltmasına asla geçit vermeyeceğiz.

Örgütlü örgütsüz tüm kamu emekçilerinin gasp edilen haklarına sahip çıkacağına, birlikte mücadeleyi yükselteceğine inanıyoruz.

 

Çetin ERDOLU

SES Genel Başkanı

Son Düzenlenme Perşembe, 10 Temmuz 2014 14:54

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele etkinlikleri kapsamında Eğitim Sen Adana Şube Kadın Komisyonunun  düzenlediği panel 30 Kasım 2013 Cumartesi günü Türk İş toplantı salonunda gerçekleştirildi.

Katılımın yoğun olduğu etkinlikte  Şube Kadın sekreterimiz Esra ARSLAN’ın "25 Kasım kadına yönelik şiddetle uluslararası mücadele günü  kapsamında yaptığı  açılış konuşmasının ardından  panelist Av. Hülya GÜLBAHAR “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Yolun neresindeyiz” konulu bir sunum gercekleştirmiştir. Dev Sağlık-iş Genel örgütlenme  uzmanı  Özge YURTTAŞ ise Son Dönemde AKP iktidarının cinsiyetçi ve muhafazakar politikalarının bir sonucu olarak ortaya atmış olduğu kadın istihdam paketi üzerine  “Kadın istihdam paketi Kadınlara Ne getiriyor?” başlıklı bir sunum gercekleştirmiştir. Sunumumun ardında soru cevap şeklinde panel tamamlanmıştır.

Panele katkı sunan tüm arkadaşlarımıza teşekkür ederiz.

Şube Yürütme Kurulu