egitimsen

egitimsen

Beynine ve vücuduna değer vermek kendine değer vermektir.

İnsan Kendisine Zaman Ayırmasını Bilmeli

İnsanlığın kısa tarihinde öğrendiği önemli olgulardan biri sanırım kendisine değer vermesi ve kendisine zaman ayırmasıdır. Her insanın sağlıklı ve mutlu yaşaması için kendisine zaman ayırması birkaç yönden önemli. Her şeyden önce insanın düşünmesi ve kendisini yenilemesi için kendisine zaman ayırması gerekir. İnsanın kendine zaman ayırması aynı zamanda kendine değer vermesi demektir. İnsan vücuduna ve beynine değer vererek farklılaşır. Günlük sağlıklı beslenmesi, temizlik, egzersiz yapması kendine yakışır giyinmesi sağlıklı mesaj vermesi gibi. Beynine değer vermesi ise farklı kaynaklardan okumalar yapması, sinema, tiyatro, geziler yapması beynin işlevi ve zindeliği için ayrıca gereklidir.

İnsanın kendisine değer vermesi kendisine olan saygısına da bağlıdır. Kendisine saygısı olmayanın başkasına da saygısı olamaz. Saygıda bir bilinç ve emek iştir. Kolay kazanılmıyor. Saygı duymak ve/ya saygı göstermek içinde toplumun içinde olmak, yaşama katılmak, yaşamın bir tarafından tutmak ve özellikle de mürekkep yalamak gerekir. 

Kitap Okumak Beyni Beslemenin Önemli Aracıdır

Ortaokul yıllardan beri olanaklar ölçüsünde hep okurum. Dilin güzelliğini ve inceliklerini anlamak ve yaşamın anlatılış şekillinin verdiği haz ancak okuyunca anlaşılıyor. Hele yazar dil anlatım zenginliğine sahipse ve yeni kelimler önünüze koyduysa ve siz de düşürtüyorsa okumak daha da keyifli ve eğitici olmaktadır.

Babam kendisi okul yüzü görmediği için çocuklarını okula gönderme konusunda çok istekli ve ısrarcıydı. Sağ olsunlar o dönemde öğretmenlerimiz okuma alışkanlığı kazandırma konusunda hevesliydiler. Kimin ne tür kitap okuduğu değil kitap okumak önemliydi. Klasikleri okumak, gazete okumak, tartışmalara katılmak bu bakımdan bir ayrıcalıktı. O dönemde genelde okuyan arkadaşlarımızın sonrada farklılaştıklarını ve şimdilerde devlete değiller, ancak kendiişlerinde ve yaşam başarılarının yüksek olduğunu görüyorum. Genelde okumaktan itina eden veya önemini fark etmeyen arkadaşların çoğunu sıradanlaştığını görüyorum. Farkına varıla bilirliği erken gelişmiş, dünyayı okuyan insanlar bulundukları ortamı değiştirmiş, yeni atmosferler yaratıklarını gördüm. Orta ve ortanın altı düzeyindeki liyakatsiz ve okumayan insanların ise eline aldığı yüzüne gözüne bulaştırdığını ve vermişiz kaldıklarına şahit oldum. Bu bağlamda okumanın önemini ilk gençlik yıllarımda fark etmiştim.

Kendime Zaman Ayıramadım

Bilim hayatım boyunca da tarım-toprak ve bitki besleme bilimcisi olarak yazları sürekli sera ve tarla denmeleri nedeniyle neredeyse (bir iki birkaç günlük izinler hariç) hiç izin kullanmadım. Şimdi geriye doğru baktığımda maalesef başta ailem olmak üzere kendimize hep haksızlık etiğimizi görüyorum. İlk gençlik yıllarımdan bu yana ülkemiz hep zor dönemlerde geçiyor hem de her geç gün daha da zor dönemlerde geçmektedir. Hep fedakârlık yaptık, ülkemiz Mustafa Kemal’in hedeflediği muasır medeniyetler seviyesine çıksın, ülkemiz daha demokratik olsun, hukuk sitemimiz daha evrensel olsun, kimse ötekileştirmesin devletin kapıları liyakate dayalı olarak herkese açık olsun, yurttaşlar haklardan eşit yaralansın diye hep çalıştık ve istekte bulunduk. Bu süre zarfında gençliğimizi nerdeyse hiç yaşamadık. Üniversite öncesi köyümde ve üniversite yaşamımda da tarlada ot yoldum, çapa yaptım, sulama yaptım. Almanya'da, İngiltere'de öğrencilik yılları ve ABD'de doktora sonrası çalışmalarda Cumartesi, Pazar günleri de laboratuvarlara gittim. Şimdilerde halen her Cumartesi çalışmak için bölüme giderim. “Çalışan demir ışıldar” örneği önemli. Gerçekten çok çalıştım ve okudum ve binlerce sayfa da yazım. Verdiğim her dersin ders notlarını hazırladım, yüzlerce konferansta konuştum, 40 küsur ülkede bilimsel toplantıya katıldım. Gerçekten bu süre zarfında kendimize ayıracak çok zamanımız olmadı. Yaşananlardan pişman mıyım? HAYIR. Yaşadıklarımızın çoğu gelişmiş demokratik ülkelerde olsaydık yaşanmayabilirdi. Yine de yaşadıklarımız da çok şey öğretti. Yaşanan zorluklar en büyük öğreticidir. Buradan ders çıkarabildiysek ne mutlu.

Bunların tümünü yukarıda belirtiğim “okumaya” bir diğer ifade ile "BEYNİMİ BESLEMEYE" borçlu olduğumu düşünüyorum. Bundan sonrada akıl ve ruh sağlığım elverdiğince beynimi beslemeye ve öğrendiklerimi ülkemin geleceği için kullanmaya devam edeceğim.

Her Türlü Zorluğa Rağmen Ülkemizin Aydınlık Geleceği İçin Daha Çok Çalışmak Zorundayız

Geriye doğru bakınca yaşanmamış gençlik yılarım, yaşadığım maddi ve manevi zorluklar ve bugünlerde ülkemde kurşun gibi ağırlaşan hava heveslerin kırmasına ve morallerin bozulmasına yol açabilir. Ancak yine de enseyi karartmadan yaşanan yaşandı, “ah keşke demeden” ileriye güzel günler için daha çok çalışmak ve ülkemizin aydınlık geleceğine karınca kaderince katkıda bulunmak durumundayız. Ülkemizin eğitilmiş insanından beklediği de umut ile aşk ile geleceğin ışığını toplum göstermektir. Uygarlıklar kavşağı Anadolu her türlü zorluğun üstesinden gelecektir. Ülkemiz insanına kendini ifade etme ortamı sağlanırsa, üniversiteleri özerk olursa, demokratik yaşam ortamı hazırlanırsa, liyakate dayalı bir çalışma ortamı hazırlanırsa bütün bu sorunların üstesinde rahatlıkla gelebilir. Maalesef ülkemiz bir türlü arzu edilen rahatlığa kavuşamadı. Bu durum bir bütün olarak ülkenin, toplumun özelliklede eğitimli kesimin enerjisini tüketiyor ve çalışma şevkini olumsuz etkiliyor.

Devletimiz Okuyandan Hep Uzak Durdu

Zaman zaman ülkemizin neden yetenekli, okuyan, araştıran gençlerini devlet katına almadı. Araştıran ve sorgulayandan devletimiz nedense hep batılıların da telkinleri ile uzak durdu. Gerçekten okuyan ve sıra dışı liyakat sahibi insanları devletimiz kurumlarında istihdam edilseydi acaba ülkemiz bugün bu zorlukları yaşar mıydı diye de beyniniz sormadan edemiyor.

Pazar Günleri Beynimi Besleme Günümdür

Her insanın günün belirli saatleri en üretken oldukları dönemlerdir. Ben de genelde özellikle Pazar sabahları erkenden okumaya ve yazmaya ayırım. Sabahın sakinliği ve yalnızlığında çalışmak ayrı bir keyiftir.

Dört mevsimin ayları arasından bir tercih yapsam herhâlde en çok sevdiğim Eylül Ayı’dır. Eylülün ilk pazar gününü beynimi beslemeye ayıracağım. Bilimsel çalışmalardan dolayı okuyamadığım birikmiş, gazete dergi, kitaplarımı okuyacağım. Ayrıca almam gereken notlar var.  Bugün ayrıca kendime ve aileme de zaman ayıracağım.

Sonuç ve özet:

Doğadan ve insandan yana duruşumuzla kendimize ve çevremize de değer vermemiz ve onlarla birlikte mutluluk içinde yaşamamız kendimize değer vermenin en önemli göstergesidir. Yaşamı ve yaşamın bize sunduğu ortamı ve imkânları tanımak anlamak ve ona uygun yaşamak için beynimize değer verme ile anlaşılır. Yoksa gelir geçer sıradanlaşırız.

Yaşamak için çalışanlardan mısınız, yoksa çalışmak için yaşayanlardan mısınız?

4 Eylül 2016 Adana

Prof.Dr. İBRAHİM ORTAŞ

 

 

NOT: Üniversiteyi yeni kazanan öğrencilerimize yararlı olması dileği ile

 

 

Örgütlenme Çalışmalarımız Devam Ediyor!
Yüreğir Ömer Refika Halıcılar Ortaokulunda Salahattin KILIÇ emek ve demokrasi mücadelemizi takdir ettikleri ve bu mücadelenin içinde yer almak istediklerini belirterek sendikamıza üye olmuştur.

Örgütlenme Çalışmalarımız Devam Ediyor!
Yüreğir Ömer Refika Halıcılar Ortaokulunda Salahattin KILIÇ emek ve demokrasi mücadelemizi takdir ettikleri ve bu mücadelenin içinde yer almak istediklerini belirterek sendikamıza üye olmuştur.

BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ
Eğitim Sen üyeleri, yıllardır sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi sürecinde baskılara, cezalara, soruşturma ve sürgünlere, hatta görevden almalara maruz bırakılmış, siyasi iktidarın yıldırma politikaları ile hizaya getirilmeye çalışılmıştır. 
Sendikamızın mücadele tarihiyle yaşıt hale gelen baskılar, özellikle de OHAL ile ülke çapında başlatılan "cadı avı" ile sürdürülmesi dikkat çekicidir. AKP’nin ideolojik çizgisinde siyasallaşmış idari makamların disiplin soruşturmaları, verdikleri sürgün ve görevden alma kararları bizler için ne ilktir ne de son olacak gibi görünmektedir. 



Bugün neden buradayız sorusuna cevap verelim. 
13 Mart 2016 tarihinde Ankara’da gerçekleşen, 37 insanımızın yaşamını yitirmesine, onlarcasının yaralanmasına neden olan saldırıyı Adana’da Emek ve Demokrasi güçleri, Adana Barosu ve CHP Adana Milletvekilli İbrahim ÖZDİŞ’inde içinde olduğu grup, 15 Mart 2016 tarihinde Adana Büyükşehir Belediyesi önünde toplanıp Atatürk Parkında yapılacak olan bir basın açıklamasına yürüyüş esnasında polis gaz ve copla müdahale ederek grubun yürüyüşünü engellemişti,

5 Haziran 2015 tarihinden buyana ülkede sivil halka yönelik 19 katliam yaşanmış olup, binlerce insan yaşamını yitirmiş, binlerce insan sakat kalmış ve yaralanmıştır. Toplumsal barışı ilke edinmiş insanların bu tür katliamlar karşısında refleks göstererek tepki vermeleri gayet doğal iken bugün yaşanan katliamları lanetleyenlerin yargılanmasına bir anlam veremiyoruz. 

15 Mart 2016 tarihinde gerçekleştirilen eylem ile ilgili Emniyet Müdürlüğü emek ve meslek örgütlerinin üye ve yöneticilerinin de içinde olduğu kişilerin ifadelerini almış olup, konuyla ilgili açılan adli soruşturmada arkadaşlarımızın büyük bir kısmına kovuşturmaya yer olmadığına dair adli kararlar mevcut iken; Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğünün 14 üye ve yöneticimize idari soruşturma açmış olmasına bir anlam veremediğimizi ifade etmek isteriz.

Adana Baro Başkanı, CHP Adana Milletvekili İbrahim ÖZDİŞ ve Adana emek ve meslek örgütlerimizin üye ve yöneticilerinin büyük bir kısmı polisler tarafından sıkılan gaz ile hastanelik olmuştu. Hepimizin elinde darp raporları mevcut iken bugün yalnızca mağdurların yargılanması hukukun hangi aşamada işlediğinin göstergesidir. 

Örgütlenme ve ifade özgürlüğünü önemseyen, savaşlar karşısında barışı savunarak demokratik tepkilerini gösteren üye ve yöneticilerimizin son derece keyfi gerekçelerle cezalandırılmak istenmesi hukukun en temel ilkelerinin bile ayaklar altına alındığının göstergesidir.
KESK`e bağlı sendikaların üye ve yöneticilerine karşı uygulanan bu tutum ve tavır bize göre kesinlikle rastlantı değildir. AKP kendi siyasal ve ideolojik ihtiyaçlarının karşılayacak bir model yaratma çabasıyla toplumsal muhalefeti örgütleyen Eğitim Sen’ni susturmak istiyor ama nafile.
AKP, her konuda olduğu gibi, demokrasi ve özgürlükler konusunda da sadece kendine demokrat, kendine özgürlükçüdür. Kendisi gibi düşünmeyen, zulme karşı boyun eğmeyen herkes bugün siyasi iktidarın hedefi haline gelmiştir. Böylesine büyük bir abluka ortamında geri adım atmamız, savunduğumuz ilke ve değerlerimizden vazgeçmemiz asla mümkün değildir. 

Buradan AKP hükümetine, Milli Eğitim Bakanlığına ve siyasi iktidarı temsil eden diğer yetkililere sesleniyoruz: Bizler, bugüne kadar olduğu gibi örgütlü mücadelemiz ile bu kuşatmayı kırmaya kararlıyız. Soruşturma, sürgün ve cezalandırmalara karşı bugüne kadar sürdürdüğümüz örgütsel ve hukuksal mücadelemiz bundan sonra da aynı kararlılıkla sürecektir. Bugüne kadar mücadelemizi engellemeyi başaramadığınız gibi, bugünden sonra da başaramayacaksınız. 

Ahmet KARAGÖZ
Şube Başkanı

Başbakan’ın Eğitim Emekçilerine Yönelik Tehdit Dolu Sözleri, Baskı, Korutma ve Sindirme Amaçlıdır, Kabul Edilemez!

Hükümet, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında başlattığı ve darbeciler yönelik olduğu iddia edilen soruşturmalar, açığa almalar ve ihraçlar üzerinden kendisine muhalif olarak gördüğü geniş kesimlere yönelik cadı avını sürdürmektedir.

1 Eylül gece yarısı çıkarılan 672 sayılı KHK ile 28 bini MEB bünyesinde olmak üzere, 50 bini aşkın kamu personeli savunma hakkı bile tanınmadan kamu görevinden ihraç edilmiştir. Hükümetin ulusal ve uluslararası hukukun en temel ilkeleri ayaklar altına alınarak gerçekleştirdiği ihraçlar ve açığa almaların darbeci zihniyetten hiçbir farkı olmadığı gibi, hukuk dışı karar ve uygulamaların ısrarla sürdürülmek istenmesi dikkat çekicidir.

Başbakan Binali Yıldırım, 2 Eylül tarihinde bölgede “terörle iç içe olmuş 14 bin öğretmenin bulunduğunu ve zorunlu yer değişikliği yapılacağını” açıklamış, daha sonra 4 Eylül Pazar günü Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “terörle iç içe olduğundan şüphe edilen 14 bin öğretmenin ve kamu görevlilerinin tedbir olarak açığa alınacağını” açıklamıştır. OHAL’in arkasına sığınılarak yapılan bu açıklamanın ardından, hükümetin siyasi uzantıları tarafından kamuoyunda ve sosyal medyada eğitim emekçilerinin mücadele kesimlerine yönelik tehdit, korkutma ve sindirme amaçlı büyük bir linç kampanyası başlatılmıştır.

Hükümetin kendileri gibi düşünmeyen, haksızlıklar karşısında sesini yükseltenlere karşı gösterdiği tahammülsüzlüğün son dönemde belirgin bir şekilde arttığı, en temel sendikal eylemlerin bile suç kapsamına alınmaya çalışıldığı bilinmektedir. Yıllardır iktidarın ve onun toplum içindeki siyasi uzantılarının pervasız saldırılarına, iftira ve suçlamalarına itiraz eden, sesi yükselten her birey, her kurum “bertaraf” edilmesi gereken potansiyel hedef olarak belirlenmiştir.

Başbakan’ın, OHAL hukukunun arkasına sığınarak, “şüphe duyulan 14 bin öğretmenin açığa alınabileceğini” açıklaması, hükümetin olası hukuki sonuçlarını bile bile tamamen siyasi bir karar alınmak istediğini göstermektedir. Başbakan’ın açıklamaları, bugüne kadar iktidarın anti demokratik uygulamalarına karşı çıkan tüm eğitim emekçilerine yönelik bir açık bir gözdağı olmasının ötesinde, tamamen korkutmak ve sindirmek amaçlıdır ve kabul edilmesi mümkün değildir.

Bugüne kadar iktidarın eğitim başta olmak üzere, toplumsal yaşamın tüm alanlarında hayata geçirdiği anti demokratik uygulamalara karşı çıkan kesimlerin hedef haline getirilmiş olmaları, darbe fırsatçılığının geldiği tehlikeli noktanın görülmesi açısından önemlidir. Benzer örneklerini ancak faşist rejimlerde görebileceğimiz geniş kapsamlı “cadı avı” uygulamalarının asıl amacı kamuoyunun kafasında soru işaretleri oluşturmak, eğitim emekçilerinin mücadeleci kesimlerini susturmaktır.

Başbakan tarafından bu tür tehdit dolu açıklamaların aslında hangi amaçlarla yapıldığı, yıllardır ülkenin dört bir yanında fedakârca çalışan eğitim emekçilerine ne tür mesajlar verildiği herkes tarafından bilinmektedir. Hükümetin bugüne kadar hayata geçirdiği hukuk dışı ve anti demokratik tüm karar ve uygulamaları gerek ulusal, gerekse uluslararası yargı tarafından da eleştirilmiş ve benzeri hukuk dışı kararlar nedeniyle Türkiye hükümeti defalarca mahkum edilmiştir.

Ülkenin içinden geçmekte olduğu olağanüstü koşulları fırsata çevirerek OHAL hukuku dayanak yapılarak hayata geçirilmek istenen yeni tasfiye girişimlerinin kabul edilmesi mümkün değildir. Eğitim emekçileri, darbeci zihniyetten hiçbir farkı olmayan, korkutmak ve sindirmek amaçlı olarak gündeme getirilen bu tür hukuk dışı girişimlere pabuç bırakmayacak kadar köklü bir mücadele geleneğine sahiptir.

Hükümete çağrımız, OHAL hukukunun arkasına sığınarak hiçbir hukuk dışı girişimde bulunmaması, siyasi intikam duygusuyla hareket etmekten uzak durmasıdır. Eğitim Sen, nereden ya da kimden gelirse gelsin, eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesini hedef alan, iktidarın baskıcı ve anti demokratik uygulamalarına zemin hazırlayan her türlü girişim ve saldırının karşısında hukuksal ve örgütlü mücadelesiyle durmayı sürdürecektir.

 

Örtülü Faşizmden Açık Faşizme Doğru!

Değerli basın ve kamuoyuna;

AKP Hükümeti, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde OHAL kapsamında yayınladığı 672 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kendisine muhalif olarak gördüğü tüm kamu emekçilerine karşı adeta savaş başlattığını ilan etti. Son çıkan bu KHK’lar 15 Temmuz darbe girişiminin tüm hukuksuzluklara kılıf olarak kullanılacağını çok daha güçlü şekilde açığa çıkarmış oldu.

672 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 28 bin 163’ü MEB, 2.346 YÖK kapsamında olmak üzere, toplamda 50.875 kamu personeli kamu görevinden ihraç edilmiştir. İhraçlar herhangi bir delil sunma ihtiyacı duymaksızın, hiçbir hukuki kaygı güdülmeksizin “yaptım oldu” gibi faşizme has nitelikte kesinleşmiş karar olarak duyurulmaktadır.

İhraç edilenler arasında Konfederasyonumuza bağlı sendikalarımız üyelerinden çok sayıda arkadaşımızın aynı zamanda şube yöneticisi olması AKP’yi suçüstü yakalatmıştır. Sendikamız EĞİTİM SEN’nin Adıyaman, Batman, Bingöl, Bitlis, Dersim, Gaziantep, Mardin şube başkanları bu ihraçlardan sadece birkaçıdır. Örneğin 7 kişilik Adıyaman EĞİTİM SEN şube yöneticilerinden 6’sı ihraç edilmiştir!

AKP açıkça sendikal örgütlülüğü, temel hak ve özgürlükleri hedef almakta, muhalif sesleri susturmayı kendi deyimleriyle “ölüm kalım” meselesi olarak görmektedir.

Darbe girişimi AKP’ye yarım kalmış operasyonlarını tamamlamak için de bir bahaneye dönüşmüş durumdadır. Bunun en somut örneği Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’ne yönelik baskıların OHAL fırsat bilinerek ihraçlar ile devam ettirilmesidir. AKP, “barış”, “demokrasi” “çözüm”, “diyalog” gibi çağrıları ve kavramları “terör” faaliyetleri olarak görmekte, suç kapsamına almaktadır.

Kamudan ihraç edilenlerin büyük bölümü muhtemelen banka hesabı, sendika üyeliği ve gazete aboneliği gibi asla suç olarak değerlendirilemeyecek şeyler yüzünden ağır şekilde cezalandırıldılar.

Anayasanın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde belirtilen "adil yargılanma hakkı" açıkça ihlal edildi. Kamudan ihraç edilenlere yönelik herhangi bir suçlama yapılmadığı gibi, savunma hakkı da tanınmayarak büyük bir hukuk skandalına imza atıldığı çok açık.

Hangi görüşten olursa olsun, bir devletin kendi hukuk kurallarını bile yok sayarak siyasi intikam duygusuyla hareket etmesi elbette kabul edilemez.

Bir kez daha hatırlatmak isteriz ki, bir kamu emekçisinin hiçbir adil soruşturma geçirmeden, savunma hakkı verilmeden ve sadece OHAL süresince değil ömür boyu meslekten ihracı düzenlemesi hukukun ayaklar altına alınmasıdır. Hükümetin OHAL üzerinden KHK’lar ile ihraçları gerçekleştirmesi bu gerçekliği değiştirmemektedir.

KHK’lar ile her şeyin yapılabileceği bir hukuki düzlem yaratmak, gerek Anayasa gerek ise Uluslararası sözleşmelere açıkça aykırıdır.

İş iyice çığırından çıkmadan bu gidişata son verilmelidir.

İhraç edilen arkadaşlarımız tekrar görevlerine dönene kadar kesintisiz bir mücadele yürüteceğimizde kuşku duyulmamalıdır.

Bir üyesine yapılmış haksızlığı tüm üyelerine yönelik olarak kabul eden bir gelenekten gelen KESK ve bağlı sendikalarımız AKP faşizmine teslim olmayacaktır.

Fiili ve meşru mücadelemizi saltanatlarına karşı tehdit olarak görenlere inat fiili ve meşru mücadelemizi her koşul altında büyüterek devam ettireceğiz.03.09.2016

KESK Adana Şubeler Platformu adına

Sabahat MUTLUAY

 

BES Adana Şube Başkanı

Kamuda Gerçekleştirilen İhraçlar Hukuki Değil, Siyasi Gerekçelerle Yapılmıştır!

 

 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kamuda başlatılan ve darbecilere yönelik olduğu iddia edilen soruşturmalarla kitlesel açığa almalar yaşanmıştır. Eğitim Sen, kamuda yürütülen darbe soruşturmalarında açığa alınanların, hangi siyasi görüşten olduğuna, hangi sendikaya üye olup olmadığına bakılmaksızın, mutlaka hukuk kuralları içinde ve büyük bir titizlikle yapılmasını, tek bir kişinin bile mağdur edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.

1 Eylül gece yarısı, OHAL kapsamında yayınlanan 672 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile 28 bin 163’ü MEB, 2.346 YÖK kapsamında olmak üzere, toplamda 50.875 kamu personeli kamu görevinden ihraç edilmiştir. Darbe girişiminin üzerinden 1,5 ay gibi kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen, tüm kamuda tarihin en kitlesel tasfiyesi gerçekleştirilmiştir. Bu kadar kısa süre içinde bitirilmesi mümkün olmayan, ulusal ve uluslararası hukukun en temel ilkeleri ayaklar altına alınarak yapılan ihraçların somut hukuki delillerden çok, büyük ölçüde siyasi fişlemeler üzerinden yapıldığı anlaşılmaktadır.

Hükümet, kamudan ihraç edilenlerin hangi somut gerekçelerle ihraç edildiklerini, ihraç edilenlerin darbe girişimi ile aralarında hangi somut bağlar bulunduğunu en küçük bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklamak zorundadır. Kamuda yaşanan ihraçlara bakıldığında “darbecilerle mücadele” söyleminin gerçeği yansıtmadığı anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı tarafından “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirilen 15 Temmuz darbe süreci, hükümet tarafından kendilerinden farklı düşünenleri de tasfiye etmek için bir fırsat olarak kullanılmıştır.  

672 sayılı KHK ile ihraç edilenler arasında, “Artık kimsenin ölmesini istemiyoruz” diyen Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’nin, 15 Temmuz darbe girişimi karşısında net bir tutum alan Eğitim Sen üye ve yöneticilerinin de yer alması, sürecin hükümet tarafından kendileri gibi düşünmeyenleri de hedef alacak şekilde değerlendirildiğini göstermektedir.

Bugün saat 13.00 itibariyle sendikamıza gelen bilgiler doğrultusunda aralarında Adıyaman, Batman, Bingöl, Bitlis, Dersim, Gaziantep, Mardin şube başkanlarımızın da yer aldığı 100’ü aşkın Eğitim Sen’li, yine çeşitli üniversitelerden Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza atan 30’u aşkın üyemiz rektörler tarafından hazırlanan özel listeler üzerinden tamamen keyfi bir şekilde ihraç edilmiştir. Bugüne kadar üyelerimize yönelik tüm hukuk dışı girişimlerde olduğu gibi, bugün de hukuksuz bir şekilde ihraç edilen üyelerimizin hakkını sonuna kadar savunacağımız bilinmelidir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta, binlerce üyesi bir gece yarısı çıkarılan KHK ile ihraç edilen diğer sendikalardan en küçük bir itiraz gelmemiş olmasıdır. Üyelerinin hak ve çıkarlarını savunmayan bir sendikanın meşruluğu tartışmalıdır.

Bugüne kadar hiçbir Eğitim Sen üyesi, iktidarın baskı ve sindirme politikaları karşısında diz çökmemiştir. Kime karşı yapılıyor olursa olsun, her türlü haksızlık ve hukuksuzluk karşısında hukuksal ve örgütsel mücadeleden geri durmayacağımız bilinmelidir.

Kamuoyu, Eğitim Sen’i de gayet iyi tanımakta, hak ve özgürlükler yolundaki kararlı ve onurlu duruşunu çok iyi bilmektedir. Bizleri çerçevesini hükümetin belirlediği sınırlar içinde hapsetmeye, yandaş sendikalar gibi hizaya getirmeye çalışanlar büyük bir yanılgı içindedir. Kimlerin hangi amaçlarla bizleri sindirmek istediği er ya da geç mutlaka ortaya çıkacak, bugün hukuku ayaklar altına alarak hareket edenler, yok saydıkları hukuk karşısında mutlaka hesap vereceklerdir.

 

Eğitim Sen, bu tür saldırılara pabuç bırakmayacak kadar köklü bir mücadele geleneğine sahip bir sendikadır. Haksız ve hukuksuz şekilde ihraç edilen tüm kamu görevlileri görevlerine iade edilmelidir. Sendika olarak açığa alınan ve hukuk dışı bir şekilde ihraç edilen tüm üyelerimizin arkasında olduğumuz ve üyelerimizin görevlerine geri dönmesi için bütün hukuksal ve örgütsel olanaklarımızı seferber edeceğimiz bilinmelidir.