egitimsen
İzmir Barış Bloku’nun Cizre’de yaşanan katliamla ilgili yaptığı eylemde gözaltına alınan ve aralarında Eğitim Sen İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Bahri Akkan ile üyemiz Rafet Demirbaşı’nın da bulunduğu 29 kişinin yargılanmasına başlandı. İzmir Adliyesi 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ilk duruşmasında söz alan avukatlar, dosyanın hukuka aykırı bir şekilde hazırlandığını belirterek davanın iptal edilmesini istedi, ancak bu talep mahkeme heyeti tarafından kabul edilmedi.
Duruşmada ifade veren Eğitim Sen İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Bahri Akkan, barış bloğunun kuruluş amacını anlattı. Akkan, açıklama başlamadan önce emniyet görevlilerinin ortamı provake etmeye çalıştıklarını dile getirerek, “Açıklamanın slogansız bir şekilde devam etmesi noktasında anlaştık ancak açıklama okunurken müdahale edildi. Biz direnmediğimiz halde darp edilerek gözaltına alındık. Asıl suçlanması gereken emniyettir. İfade özgürlüğümüz engellendi.” dedi.
Savunmaların bitmesinin ardından mahkeme heyeti 15 dakika ara verdi. Ara sonrası kararını açıklayan heyet, ifade vermeyen sanıkların ifadelerini vermesi için duruşmayı 24 Kasım’a erteledi.
Barış talep ettikleri için yargılananlara destek olmak için Genel Başkanımız Kamuran Karaca, Genel Eğitim Sekreterimiz Elif Çuhadar, Merkez Kadın Sekreterimiz Ebru Yiğit ile İzmir emek ve demokrasi güçlerinin aralarında bulunduğu çok sayıda kişi duruşmaya katıldı.
Duruşma öncesince bir basın açıklaması yapan Kamuran Karaca, emek ve demokrasi mücadelesini sürdüreceklerini belirterek, davanın takipçisi olacaklarını söyledi.
Baskı, Sürgün Ve Soruşturmalara Karşı Sesimizi Yükseltiyor, Örgütlü Tepkimizi Gösteriyoruz!
Siyasi iktidar son dönemde kendisi gibi düşünmeyen tüm kesimlere uyguladığı baskı ve sindirme politikalarının bir benzerini emek örgütlerine yönelik olarak hayata geçirmeye başlamıştır.
Eğitim Sen tarafından yapılan sendikal eylem ve etkinlikler nedeniyle ülke genelinde başlatılan hukuk dışı girişimler, baskı, soruşturma ve sürgünlere son verilmesi talebiyle 12 Temmuz Salı günü Aydın’da başlayacak ve 15 Temmuz’da Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı önünde sonuçlanacak “Baskı, Sürgün, Soruşturma ve Cezalar Son Bulsun” talepli bir yürüyüş ve eylem programı oluşturulmuştur.
Eğitim Sen Genel Meclis üyelerinin (Şube Başkanları, Merkez Denetleme ve Disiplin Kurulu üyeleri) katılımıyla yapılacak yürüyüş, 12 Temmuz’da Aydın’da başlayıp 15 Temmuz’da Ankara’da MEB önünde yapılacak basın açıklaması ile sona erecektir.
Yürüyüş ve eylem programı şu şekilde olacaktır;
- 12 Temmuz Salı günü saat: 16.00’da Aydın İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde oturma eylemi ve basın açıklaması,
- 13 Temmuz’da İzmir’de, İzmir 1 No’lu Şube Başkanımızın da içinde olduğu dava duruşması öncesinde basın açıklaması ve duruşmaya katılım,
- 14 Temmuz saat 14.30’da Bursa’da yürüyüş ve basın açıklaması,
- 14 Temmuz saat 19.00’da Eskişehir’de yürüyüş ve basın açıklaması,
- 15 Temmuz saat 14.00’de Milli Eğitim Bakanlığı önünde oturma eylemi ve basın açıklaması.
Sivas Katliamı’nın Ateşi 23 Yıldır Yüreklerimizi Yakıyor!
2 Temmuz 1993 tarihi, insanlık tarihine büyük bir utanç, zihnimize unutulmayacak bir kâbus olarak yerleşeli tam 23 yıl oldu. Sivas katliamı, 23 yıldır insani değerlerini yitirmemiş herkesin yüreğinde kanayan bir yaradır. Katliamda aktif rol oynayan katillerin avukatlarından bazıları sonraki yıllarda AKP’den milletvekili seçilmiş, bakan yapılmış, hatta Anayasa Mahkemesi üyesi olarak atanmıştır. Katillerin cezalandırılmaması için ciddi çaba harcayan siyasi iktidar davanın “zaman aşımı”na uğratılmasını sağlayarak katillerin cezasız kalmasına önemli bir katkı yapmıştır.
Türkiye’de, 12 Eylül darbe sürecinin en temel pratiklerinden birisi olan Türk-İslam sentezi anlayışı ile ırkçılık ve gericiliğin gelişmesine zemin hazırlanmış, Sivas katliamı böylesi bir zemin üzerinden yaşanmıştır. Sivas katliamının hedefi, egemen inanç sisteminin dışında kalan Aleviler, yıllarca ezilen, sömürülen ve yok sayılanlar olmuştur. Saldırganların engellenmeyerek katliama çanak tutulması, ardından olayın üstünün örtülmesi ve sadece birkaç kişinin göstermelik cezalar alması, geçmişte yaşanan benzer katliamların ortak özelliği olarak dikkat çekmektedir.
Sivas katliamının, Türkiye’de yaşayan çeşitli inanç ve mezheplerden halklarımızın umudu ve aydınlık geleceği olan aydın, yazar ve sanatçıların da içinde olduğu 35 insanın ırkçı-gerici güçler tarafından katledilmesi, katillerin iktidar güçleri tarafından korunması açısından aradan geçen 23 yıla rağmen, yarattığı acıların tazeliğini sürdürmesi tesadüf değildir.
Sivas katliamı, tıpkı 1 Mayıs 77 katliamı, Malatya, Maraş, Çorum, Gazi Mahallesi katliamları gibi bilinçli bir şekilde karanlıkta bırakılarak unutturulmak istenmiş, siyasi sorumlular hesap vermemiş, katliamın arkasındaki karanlık güçler de bilinçli olarak açığa çıkarılmamıştır. Bu süreç, son bir yıl içinde yaşadığımız katliamlar sürecinde de görülmüş, siyasi sorumlular hesap vermek bir yana neredeyse katliamlarda ölenleri sorumlu tutan açıklamalar yapmışlardır.
Dün Sivas’ta katliam yapan canileri savunup, kaçmalarına göz yumanlar, katillerin avukatlarını milletvekili, bakan yapanlar, bugün Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren, Türkiye’de ve Avrupa’da katliamlar yapan katil IŞİD çetelerine ekonomik ve siyasi destek vererek gerçek kimliklerini ortaya koymuşlardır. Dün Sivas’ta canlarımızı diri diri yakanları koruyanlar, bugün aynı zihniyetin acımasız katliamlarını görmezden gelmeye ve kendi sorumluluklarını gizlemeye çalışmaktadır.
Türkiye’de geçmişte halkları birbirine karşı kışkırtarak, kitlesel katliamlara ve cinayetlere zemin hazırlayanlar, bugün ısrarla ayrımcı, tekçi, ırkçı ve gerici politikalarını sürdürerek halkların eşitliğini, barış içinde bir arada yaşama iradesini engellemek için saldırılarını yoğunlaştırmaktadır.
Toplumsal barışı tehdit eden saldırı ve katliamlar, farklı kimlik, inanç ve kültürlerin barış içinde ve kardeşçe bir arada yaşama isteğini asla kıramamıştır. Ne yaşadığımız katliamlar, ne de iktidarın bu katliamlar karşısında takındığı siyasi tavırları unutmak mümkün değildir. İnsanlık, kendisine karşı işlenmiş suçları ve bu suçları işleyenleri asla unutmamıştır ve unutmayacaktır.
Eğitim Sen olarak Sivas katliamında, öncesinde ve sonrasında yaşanan bütün katliamlarda hayatını kaybeden canlarımızı saygıyla anıyoruz.
Başsağlığı
Çukurova Üniversitesinde üyemiz Prof. Dr. MUSTAFA OKAN vefat etmiştir. Başta ailesi, dostları olmak üzere tüm eğitim ve bilim emekçilerine başsağlığı diliyoruz.
Şube Yürütme Kurulu
Cenazesi 02 Temmuz Cumartesi Saat:10.30'da Eğitim Fakültesi Önünde yapılacak törenden sonra üniversite mezarlığına defnedilecektir.
Adana Emek ve Demokrasi güçleri Yaşar Kemal Kültür Merkezi Barış Anıtı önünde Dün İstanbul Atatürk Havalimanında yapılan saldırıyı kınayan açıklama yaptı açıklamayı kurumlar adına Adana Baro Başkanı Mengücek Gazi ÇITIRIK yapmıştır.
İNSANLARIMIZIN ÖLDÜRÜLMESİNE SEYİRCİ KALMAYACAĞIZ,
İNSANLARI YAŞATMA MÜCADELEMİZ ENGELLENEMEZ!
Emek ve meslek örgütleri olarak defalarca kez, siyasi iktidarın, savaş politikalarını tırmandırarak ülkemizi sürüklediği "uçuruma” dikkat çektik. Çocukların, kadınların, gençlerin, yoksulların kanının aktığı, anaların gözyaşının kurumadığı, insanlarımızın yıllarca unutamayacakları acılar yaşayacakları ve halkların birarada yaşama umudunun gittikçe tükendiği bir savaşa ne içeride ne de dışarıda asla razı olmadığımızı her alanda dile getirdik. Endişelerimizi, taleplerimizi ve çözüm önerilerimizi her fırsatta ve her zeminde dile getirdik.
Halkın barış isteğini haykırmak için 10 Ekim'de Ankara'da yapmaya çalıştığımız uyarı mitingi kana bulandı, isimlerini tek tek burada sıralamanın mümkün olmadığı, onur duyduğumuz 101 insan katledildi, onlarcası yaralandı. Dünya kamuoyunda lanetlenen bu cani saldırı açığa çıkartılıp tüm sorumluların yargı karşısına çıkartılması gerekirken, benzer katliamlar ardı ardına devam etti. Son olarak dün İstanbul’da yaşanan katliamda 36 insan yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı. Güvenliğin maksimum düzeyde olduğu Atatürk Havalimanında bu saldırının gerçekleşmesinin tek amacı kaosu ve korkuyu derinleştirmektir.
Değerli Basın Emekçileri,
Biz emek ve meslek örgütleri olarak, sadece üyelerimize değil, halkımıza karşı da duyduğumuz sorumluluk ve vicdanlarımız gereği, bugün burada bir kez daha ülkemizin yüz yüze kaldığı bu trajediyi dile getirmek, sizin aracılığınızla kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.
Siyasi iktidar, Türkiye'nin saygın emek ve meslek örgütlerinin tüm bu endişelerine, taleplerine ve çözüm önerilerine gözünü kulağını kapatarak tam aksini yapmakta, yani savaş ve baskı politikalarını artırmakta, barış yanlılarına operasyonlar düzenlenmektedir.
AKP iktidarının gözünü kan bürüyerek içeride ve dışarıda yaptığı tüm bu akıldışı politikaları sonucunda, dışarıda neredeyse kriz yaşamadığımız komşu kalmadı, içeride ise muhalif görülen her kesim baskı ve operasyonlarla sindirilmeye çalışıldı, düşman ilan edildi.
Artık miting yapmanın, sokağa çıkmanın, hatta pencereden dışarıya bakmanın dahi ölümü göze almakla eşdeğer olduğu bir Türkiye'de yaşamaktayız!
Egemenlerin bizlere yaşattıkları bu dram ülkemizle sınırlı da değildir. Sadece bölgemiz değil tüm dünya halkları barbarlık tehdidi altındadır. Emperyalist çıkarlar doğrultusunda etnik-mezhepsel temelde bölünen ve birbirine düşürülen, yerlerinden yurtlarından edilen, yoksullaştırılan halkların oluşturduğu Ortadoğu coğrafyasında yaşananlar bugün artık tüm dünyayı etkiler hale gelmiştir.
Hükümetlerin, IŞİD ve benzeri cihatçı örgütleri besleyen politikalarının bedelini tüm insanlık ödemektedir. Ege denizinde can veren Aylan bebeklerden, Lübnan'da, Nijerya'da, Kobane'de, Reyhanlı'da, Suruç'ta, Şengal'de, Lazkiye'de, Ankara'da, Paris'te ve son olarak İstanbul’da katledilen yüzlerce insanın vebali bu insanlıktan çıkmış vahşi politikaları uygulayan egemenlerin üzerindedir.
Bizim ülkemizdeki vebali ise, iktidarını tahkim etmek ve baskıcı/otoriter bir rejim kurmak için savaş ve çatışmalardan medet uman, içeride ve dışarıda savaş konseptini tırmandırmaya devam eden AKP iktidarının boynunadır.
Biz emek ve meslek örgütleri olarak, duyduğumuz sorumluluk gereği, gidilen yolun, kan ve gözyaşlarının sel olup akacağı bir yol olduğunu; bu kirli savaşta çocukların, kadınların, yoksulların, işçilerin, emekçi halk kitlelerinin en ağır bedeller ödeyeceğini bir kez daha yineliyoruz.
AKAN KAN VE GÖZYAŞLARINI DURDURMANIN TEK ÇARESİ, BU SAVAŞI DERHAL DURDURMAKTIR!
Duymayan kulaklara, görmeyen gözlere de sesleniyoruz: Bu topraklarda KİMSENİN ÖLMESİNİ İSTEMİYORUZ! Sendikalar olarak, meslek örgütleri olarak, demokratik kitle örgütleri olarak biz BARIŞIN TARAFINDAYIZ! Görevimiz, insanlarımızın öldürülmesine seyirci kalmak değil, insanları yaşatmaktır!
Bütün emek ve demokrasi güçlerini savaşa karşı kardeşliği ve barışı inşa etmek için alanlarda yan yana olmaya davet ediyoruz. 29.06.2016
DİSK-KESK-TMMOB-ADANA TABİP ODASI-ADANA BAROSU-
ADANA ALEVİ PLATFORMU-CHP ADANA İL ÖRGÜTÜ-HDK-EMEK PARTİSİ-BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ – İHD ADANA ŞUBE
Kurumlar Adına
Mengücek Gazi ÇITIRIK
Adana Baro Başkanı
İstanbul Atatürk Havalimanı’nda Yaşanan Saldırıyı Lanetliyoruz!
Güvenlik önlemlerinin en üst düzeyde alındığı iddia edilen İstanbul Atatürk Havalimanı’na yönelik 28 Haziran 2016 tarihinde acımasız bir saldırı gerçekleşmiş, resmi açıklamalara göre 36 kişi hayatını kaybetmiş, 147 kişi yaralanmıştır. Eğitim Sen olarak İstanbul’da bu insanlık dışı saldırıyı gerçekleştirenleri ve arkasındaki güçleri lanetliyor, yakınlarını kaybedenlere başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.
Türkiye’yi izlediği yanlış politikalar nedeniyle bu tür saldırıların hedefi haline getirenler, Türkiye’nin her fırsatta “büyük ve güçlü bir ülke” olduğundan bahsedenler, yaşanan ölümlere rağmen yine “hiçbir güvenlik zafiyeti olmadığı”nı iddia ederek hepimizle dalga geçmiştir. Ülkeyi yönetenlerin halka yönelik her saldırı sonrasında benzer açıklamalar yaparak siyasi sorumluluktan kaçınmaya çalışması, katillerin ve arkasındaki güçlerin kimler olduğunun bilinmesine rağmen açıklanmaktan çekinilmesi dikkat çekicidir.
Daha önce benzer saldırılarda olduğu gibi, göz göre göre yaşanan saldırıları önlemek yerine, olay gerçekleşir gerçekleşmez “yayın yasağı” getirilmesi, iktidarın siyasi sorumluluğunu gizlemekten ve halkın doğru haber almasını engellemekten başka bir anlam taşımamaktadır.
Aylardır kimler tarafından, nasıl ve hangi amaçlarla gerçekleştirildiği bilinen bu tür saldırılar aslında insanlığın ortak değerlerini hedef almaktadır. Bu tür saldırı ve katliamlarla halkları, işçi ve emekçileri korkutmak, yıldırmak ve sindirmenin hedeflendiği açıktır.
Ortadoğu ülkelerinin yıllardır, Türkiye ve Avrupa ülkelerinin son dönemde benzer saldırıların hedefi olması, tek tek ülkelerdeki siyasi iktidarların kendi çıkarları için izlemiş oldukları emperyalist politikaların, savaş ve şiddeti besleyen adımlarının nasıl acımasız sonuçlara yol açtığını bir kez daha göstermiştir.
Ankara’da ya da İstanbul’da, Bağdat’ta ya da Paris’te, Şam’da ya da Brüksel’de, dünyanın neresinde olursa olsun, doğrudan halka yönelik olarak gerçekleştirilen bu tür saldırılar, insanlığın en temel değerlerine meydan okuyan IŞİD barbarlığına, içerdeki ve dışardaki siyasi destekçilerine karşı ortak tutum almak ve mücadele etmek gerektiğini göstermektedir.
Bugüne kadar bu tür saldırı tehditlerini hafife alanlar, tüm uyarılara rağmen görmezden gelenler, halkın can güvenliğini tehlikeye atan tüm sorumlular derhal istifa etmelidir!
Öğretmenlere Performans Değerlendirme, Tek Kitaplı, Tek Gündemli Seminer Dayatmasını Kabul Etmiyoruz!
Değerli Basın ve Kamuoyuna
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), bugüne kadar uyguladığı politikalarla okulları birer “ticari şirket” gibi yönetmek, eğitim emekçilerini daha fazla, daha yoğun çalıştırmak ve çalışmalarının her aşamasında denetlenmelerini sağlamak amacıyla bireysel performans ölçme ve değerlendirme uygulamalarını başlatmıştır.
MEB tarafından Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 54. maddesine göre “Öğretmen Performans Değerlendirme Modülü” açılmış ve büyük bölümü iktidarın siyasal kadroları olarak atanan okul müdürlerinin 30 Haziran’a kadar 50 kriterden oluşan “Performans Değerlendirme Formu”nu doldurmaları istenmiştir ve yine Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından ilkokul, ortaokul ve liselerde görev yapan öğretmenlerimiz için “Türkiye’nin Maarif Davası” tek gündemli ve tek kitaplı bir seminer başlığı belirlemiştir. Türk-İslam akımının önemli isimlerinden olan Nurettin Topçu’nun “Türkiye’nin Maarif Davası” adlı çalışması tüm Türkiye’de öğretmenlere dayatılmıştır.
Ancak, ideolojik arka planı herkes tarafından bilinen bir ismin, AKP’nin siyasi ihtiyaçları doğrultusunda tek başlık olarak belirlenmesi, bu kitabın öğretmenlere dayatılması kabul edilemez. Kaldı ki eğitim hizmetinin her kademesi sorunlar yumağı haline dönüşmüşken, eğitim emekçilerinin sorunları her geçen gün artarken MEB’in böylesi bir dayatmaya gitmesi, eğitim politikalarında neye öncelik verildiğini de göstermektedir.
Değerli Basın
Okulların yapacağı performans değerlendirmesinde, her ne kadar Bakanlıkça duyurulacak usul ve esaslar çerçevesinde, zamanında, nesnel ve tarafsız şekilde yürütülmesinden ilgili il milli eğitim müdürünün sorumlu olacağını belirtse de, geçmişte benzeri değerlendirmeler sonucunda iktidara yakın sendika üyelerine başarı belgeleri verildiği hatırlanacaktır.
Kamusal bir hizmet olması gereken eğitimin tüm süreçlerinde “piyasanın” kurallarını işletmeye çalışan, eğitimde nitelik değil, mal üretiminde geçerli olan “kalite” için çırpınan MEB’in ve siyasallaşmış kadrolarının ne kadar “bilimsel” ve “objektif” hareket edeceği tartışmalıdır.
Öğretmenlerin mevcut durumdan daha fazla çalıştırılmasına yönelik olarak uygulanmak istenen performans değerlendirmesinin, eğitim emekçilerinin karşılıksız çalışma saatlerinin artması ile sonuçlanması kaçınılmaz olduğu gibi, eğitimin niteliğinin artmasına somut bir katkısının olması mümkün değildir.
MEB, tıpkı ticari şirketler gibi eğitimde bireysel performans değerlendirme uygulamalarını uygulamadan önce şu sorulara yanıt vermelidir;
MEB, bilimsel ölçme ve değerlendirme yöntemlerini kullanmak yerine, asıl amacı “birim zamanda yapılan iş miktarını arttırmak” ve “daha az kişiyle daha çok iş yapmak” anlamına gelen performans değerlendirme dayatmasını neden tercih etmiştir?
Öğretmenlerin bireysel performans değerlendirmesi hangi bilimsel ve objektif kriterler üzerinden yapılacak, siyaseten atanan okul müdürlerinin sübjektif davranmasının önüne nasıl geçilecektir?
Eğitim emekçilerinin üzerindeki baskı, sürgün ve soruşturmaların tarihte hiç olmadığı kadar arttığı bir dönemde, okul müdürleri tarafından yapılacak değerlendirmelerin objektif ve güvenilir olması mümkün müdür?
Öğretmenlere performans değerlendirmesi adı altında puan verilmesi ve bu puanların değerlendirme ölçütü olarak kullanılacak olması, eğitimde yeni çatışmaların ortaya çıkmasına neden olacaktır. MEB’in asıl hedefi, öğretmenlerin performansını ölçmek bahanesiyle, yeni bakan İsmet Yılmaz’ın da açıkladığı gibi, eğitimde ücretli, sözleşmeli ve güvencesiz istihdamı yaygınlaştırmak, uzun vadede eğitim emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmaktır.
Eğitim Sen, yukarıda belirtilen nedenlerle eğitimde performans değerlendirme uygulamalarına haklı gerekçelerle itiraz etmekte ve karşı çıkmaktadır. Sendikamız, sadece öğretmenlerin kendileri hakkında “Performans Değerlendirme Formu” doldurmasına değil, öğretmenler hakkında bir başka meslektaşı, müfettiş, okul müdürü veya eğitim yöneticisi tarafından form doldurulmasına da karşı çıkmış, yönetmeliğin performansa ilişkin hükümlerinin iptali istemiyle dava açmıştır.
MEB, eğer eğitim sistemi için faydalı bir şey yapmak istiyorsa, eğitim emekçilerini bireysel performans değerlendirme tehdidi ile hizaya getirmek ve disipline etmekten derhal vazgeçmeli, uyguladığı eğitim politikalarının neden birer birer çöktüğünün yanıtını aramalıdır.28.06.2016
Ahmet KARAGÖZ
Şube Başkanı
Okullarda Performans Değerlenmesine İlişkin Üyelerimiz İçin Dilekçe Örneği
Bilindiği gibi MEB Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 54. maddesinde,“Bakanlığa bağlı her derece ve türden eğitim kurumunda görev yapan ve adaylık sürecini tamamlamış olan öğretmenlerin başarı, verimlilik ve gayretlerini ölçmek üzere her ders yılı sonunda, görev yaptığı eğitim kurumunun müdürü tarafından değerlendirmesi”nin yapılacağı kurala bağlanmıştır. Değerlendirmenin de Yönetmeliğin ekinde yer alan Performans Değerlendirme Formuna göre yapılacağı kurala bağlanmıştır.
Eğitim Sen öteden beri, performans değerlendirmelerine karşı çıkmış, buna ilişkin çok sayıda açıklama ve değerlendirme yapmış, Yönetmeliğin 54. maddesi ile Yönetmeliğin ekinde yayımlanan Performans Değerlendirme Formunun iptali istemiyle dava açmıştır. (Danıştay henüz bu konuda bir karar vermemiştir). Özetle sendikamız performans değerlendirmesine ilişkin olarak açık ve net bir tutum takınmıştır.
Şubelerimizden gelen bilgilere göre, çok sayıda il ve eğitim kurumunda performans değerlendirme formları büyük bölümü iktidarın siyasal kadrolarından oluşan okul yöneticilerince doldurulmuştur. Eğitim Sen olarak bilimsellikten ve objektiflikten uzak olan ve eğitimin niteliğine en küçük bir katkısı söz konusu olmayan bireysel performans değerlendirmesini onaylamamız mümkün değildir.
Sendikamız tarafından yüksek ya da düşük puan alınmış olmasına bakılmaksızın tüm üyelerimiz için performans değerlendirmelerine ilişkin bir dilekçe örneği hazırlanmış ve şubelerimize gönderilmiştir. Bu başvurunun dava açma sürecini durdurmayacağı bilinmelidir.
Dilekçeyi İndirmek İçin Tıklayınız