egitimsen
Adana da1 Eylül Dünya Barış günü Uğur Mumcu Meydanında Adana Emek Ve Demokrasi İçin Güç Birliği platformu tarafından miting düzenlendi,
“Bir tek acılar mıdır payımıza düşen
Dökülsün yollara beş kıtada
Ekmek de özgürlük de barışın gülleridir. ” VEDAT TÜRKALİ
“Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir, barıştır.” YAŞAR KEMAL
“Bir toplum, hoşgörüsü kadar güçlü, sağlam ve haklıdır. Zulmü kadar zalim, zayıftır. Irkçılık ise en korkunç hastalıktır.” YAŞAR KEMAL
“Babam dünyanın en güçlü adamıydı. Bir ekmeği hepimize bölebiliyordu.” YILMAZ GÜNEY
“Zulme dayalı tüm saltanatlar yıkılacaktır! Sen babanın oğluysan bende Allah’ın kuluyum.” YILMAZ GÜNEY
“Yağmur komünisttir; çünkü herkese eşit yağar. Rüzgâr ise kapitalisttir zayıf olanı yıkar.” CHE Guevara
“Gelgelelim,
Beter, bize kısmetmiş.
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş
Genciz, namlu gibi,
Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret” A. ARİF
“Bizim barışmamız ölümümden sonra olacak. Ülkeme dönmek için ölmek zorundayım.” N. HİKMET
Faşizme, Darbelere, Savaşa Karşı Demokrasi ve Barış İstiyoruz!
Değerli Basın Emekçileri;
1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başlayan, İkinci Büyük Emperyalist Savaşı ardında milyonlarca ölü, milyonlarca yaralı, harabeye dönmüş kentler ile büyük bir acı ve gözyaşı bıraktı.
İnsanlık tarihinin bu en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşının başladığı gün, yani 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul edildi.
Ancak geçmişten bu yana emekçiler ve ezilen halklar savaşa karşı barışı savunurken, dünyayı yöneten güçler hala savaştan, kan dökmekten, barbarlıktan vazgeçmedi!
Bu gün tüm mağdurlarla, yoksullarla, dışlananlarla, işsizlerle, işçilerle, kamu emekçileriyle, mimar ve mühendislerle, aydınlarla, sanatçılarla, kadınlarla, gençlerle, emeklilerle, basın emekçileriyle omuz omuzayız. Ve bu bilinçle taleplerimizle, türkülerimizle, halaylarımızla tek yüreğiz. İnadına İnadına Barış diye haykıracağız.
Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam” diyen Emekçiler,
Yasaklara, Baskılara, Saldırılara Göğüs Gerenler,
Eve Hapsedilmeye Karşı Sokağa Çıkan Kadınlar,
Değerli Emekçiler,
Bizler, Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da katledilen ALEVİLERİZ.
Bizler, Roboski ‘de, Diyarbakır da ve Gaziantep de katledilen KÜRTLERİZ.
Bizler Suruç’ta katledilen Sosyalist Gençleriz.
Bizler 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara gar önünde katledilen Barış elçileriyiz.
Bizler, Gezi Direnişinde Katledilen Ali İsmail’iz, Ethem’iz, Ahmet’iz, Abdocan’ız, Mehmet’iz, Medeni’yiz, Hasan Ferit’iz, Berkin’iz yani GEZİ ŞEHİTLERİYİZ.
Bizler, Soma’da ve Ermenek’te katledilen 318 MADEN EMEKÇİSİYİZ.
Bizler, Adana’da EKOROMA İŞÇÇİLERİYİZ
Bizler, Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol’uz
Bizler; Barış İnsan Hakkıdır diyenleriz.
Bizler, Lazkiye ve Tartus da, Ortadoğu’da katledilen Araplarız, Kürtleriz, Türkmenleriz, Ezidileriz, Suryanileriz.
Bizler, Uğur Mumcuyuz, Hırant Dinkiz, Ahmet Taner Kışlalıyız, Musa Anter ve Tahir Elçiyiz.
Bizler, bu ülkenin sanatçılarıyız, bilim insanlarıyız, gazetecileriyiz, aydınlarıyız.
Bizler, davaları haklı, Mücadele araçları ahlaklı olan İŞÇİLERİZ, EMEKÇİLERİZ, EZİLENLERİZ.
Bizler aynı zamanda; BU ÜLKENİN GERÇEK SAHİPLERİYİZ!
Değerli Basın Emekçileri;
Küresel emperyalist güçlerin isteği ve yönlendirmesiyle, uzun süredir Suriye ve Irak’ta savaş sürüyor.
Hala kadınlar, çocuklar, gençler ölüyor, sakat kalıyor, salgın hastalıklar, evsizler, sığınmacılar çoğalıyor. Çağdışı cihatçı IŞİD vb. örgütler en çok kadınların hayatını cehenneme çeviriyor, Ortadoğu halklarına dünyayı dar ediyor. Bunun sonucunda AKP Hükümeti ve Avrupa devletleri mültecilik üzerinden insanlık değerlerini pazarlıyor, ayaklar altına alıyorlar.
Soma ve Ermenek’te yitirdiğimiz işçilerden bize kalan, sadece acı değil, böylesi katliamların yaşanmaması için mücadele görevleridir. “Kader”, “fıtrat” diyerek sorumluluklarını unutturmaya çalışanları Unutmayacağız affetmeyeceğiz. Güvenceli iş ve insanca yaşam mücadelemizi Barış Mücadelemizle birleştirerek büyütmek zorundayız.
1 Eylül’ün Dünya Barış Günü olarak ilan edilmesi üzerinden tam 77 yıl geçmesine rağmen hala ülkemizde “kutlu olsun” diyemiyoruz!
Ülkemiz yangın yeri… Çatışma, gözyaşı ve acı dört bir yanımızı sardı.
15 Temmuz’da kanlı darbe girişimi ile AKP’nin iktidar ortağı olan Cemaat ülkenin geleceğine el koymak istedi. Cemaatin kanlı planlarının boşa çıkarılması, darbe girişiminin bastırılmış olması Türkiye’nin içine sürüklendiği karanlığı ortadan kaldırmadı. OHAL uygulamalarını “milli mutabakat” ile maskelemeye çalışan AKP, darbe girişiminin oluşturduğu atmosferi faşizan, sömürücü ve savaş yanlısı dikta rejimini derinleştirmek için fırsata dönüştürdü.
Değerli Basın;
OHAL ilanı, kitlesel gözaltılar ve tutuklamalar, işten çıkarmalar, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, kadına yönelik ayrımcı politikalar ve şiddet, homofobiden beslenen şiddet ve cinayetler, Alevilere yönelik mezhepçi dayatmalar, laiklik karşıtı gerici politikalarda kaygı verici artış, çocuk istismarı, doğamızın talan edilmesi, iş cinayetleri ve daha nice insanlık onuruyla bağdaşmayan politik uygulamalar ve bombalı katliamlar, sivillerin yakıldığı bodrumlar, yakılan/yıkılan/yok edilen kentler/ilçeler/kasabalar eksik olmuyor.
Daha bir hafta önce Gaziantep’te insanların en mutlu gününe, düğüne yapılan alçakça saldırı sonucu çoğu çocuk en az 56 insanımız yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı.
En son Artvin’de ana muhalefet partisi konvoyuna yapılan saldırı ise savaş ve kaosun derinleştirildiği bu ortamda hiç birimizin can güvenliğinin olmadığını, demokrasiyi ve barışı savunmada daha ısrarcı bir tutum alınması gerektiğini gözler önüne sermiştir.
Toplumun her kesiminden kadına yönelik şiddete artık tahammülün kalmadığını gösterir sesler yükselirken, siyasal iktidarın kadınların emeğine, kimliğine ve bedenine yönelik saldırıları meşrulaştırmaktan başka işe yaramayan kadın politikalarına karşı itirazımızı, Barış Mücadelemizle birleştirerek alanlarda daha yüksek sesle haykıracağız.
Her yer yanıyor, yüreklerimiz de! Çatışmalar artarak devam ediyor, gençlerimiz, çocuklarımız birer birer toprağa düşüyor.
Bu savaş bizim savaşımız değil! Savaşa mecbur olan halklarımız ve emekçiler değil, iktidarını savaşa, gerilime ve kaosa bağlayan AKP’dir. AKP hükümetinin hem içerde hem dışarda emekçileri ve halkları kutuplaştırmak üzerine kurulu bir siyaset izlemesi savaş ve şiddet ortamını sürekli canlı tutmaktadır. Bu çılgınlıkta ısrar etmek ülkemizi çıkmaz bir felakete sürükleyecektir.
Ülkemizdeki darbelerin, savaşların ve ekonomik krizlerin bedelini halkımız ve emekçiler ödemektedir. Savaş naraları atanların çocukları değil, yoksul halkımızın çocuklarının kanı akıtılmaktadır.
O yüzden barışa dair tüm çabalar, eylemler yaşamsaldır.
Bizler, Kürt sorununda; ölüm, kan ve gözyaşı dışında bir sonuç üretmeyen savaş/şiddet odaklı politikaların derhal terkedilmesini, barışçıl ve demokratik yollarla çözüm için gerekli adımların acilen atılmasını istiyoruz.
Dünya Barış Günü olan bu gün, ses çıkartmak, halka gerçekleri anlatmak her zamankinden daha önemli ve anlamlıdır.
Bunun için ülkenin dört bir yanında Emek Ve Demokrasi İçin Güç Birliği olarak; “FAŞİZME, DARBELERE VE SAVAŞA KARŞI DEMOKRASİ VE BARIŞ İSTİYORUZ!” şiarıyla barışı sahiplenerek barışa ses veriyoruz.
Değerli Emekçiler,
Biz, bu ülkenin hep ötekileri olduk. Dinimiz, mezhebimiz, dilimiz, kültürümüz, cinsiyetimiz nedeniyle ikinci sınıf yurttaş muamelesi gördük. Yok sayıldık. Ama bizler bu ülkenin sanatçılarıyız, bilim insanlarıyız, gazetecileriyiz, aydınlarıyız. Özgürce düşünmek, araştırmak ve barış içerisinde kendimizi ifade etmek istiyoruz.
Cem evlerine ibadethane statüsünün tanıması, Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması, Madımak Otelinin utanç müzesi olması, ülkemizde gerçek laiklik ve demokrasi ile eşit yurttaşlık hakları için AİHM karalarının uygulanmasını istiyoruz.
Ülkemizin geleceğine sahip çıkmak, demokrasiyi, laikliği, bağımsızlığı, barışı, eşitliği, özgürlüğü, adaleti savunmak ve gerçek kılmak için bu gün alanlardayız.
Emperyalist ülkelerin yönlendirmesiyle Türkiye’nin girdiği bu savaşta çocuklarımızın ölmesini istemiyoruz, İncirlik üssü kapatılıp nükleer silahlar derhal imha edilmelidir. Türk ordusu bu Emperyalist müdahaleden vazgeçmelidir.
Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü, ülkemizin dört bir yanında darbeleri ve savaşı durdurmak, OHAL’i kaldırmak için sesimizi daha çok yükselteceğiz.
Vedat Türkali’yi Unutmayacağız!
Yapıtları kadar yaşamı ve kişiliği ile hepimize çok şey katan, yazdıklarıyla, barış savunuculuğuyla, sınıf mücadelesi veren, ezilen sınıfların yanında olan, edebiyatımızın incelikli ustası ve yine hapisleri, sürgünleri, baskıları iliğine kadar yaşayan yoldaşımız sana söz veriyoruz. Haramilerin Saltanatını Yıkacağız
6. Filo’ya Bekçilik Yapanların Che Guevara’dan Rahatsız Olması Doğaldır!
TBMM Başkanı İsmail Kahraman; seçildiği ilk günden itibaren ayrımcı ve kışkırtıcı açıklamalar yapmaktadır. Laiklik karşıtı sözleri ile büyük tepki çeken Meclis Başkanı, gençlerin Küba devriminin önemli isimlerinden Che Guevara’ya sempatisine tepki göstermiştir. Kahraman, “Che denen eşkıya benim gencimin yakasında olamaz” diyerek, sadece Küba ve Latin Amerika halklarının değil, eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren tüm ezilenlerin kalbinde yer edinen Ernesto Che Guevara’ya yönelik olarak kendisine yakışan ifadeler kullanmıştır. Kınıyoruz.
Değerli Basın Emekçileri
Kirli hesaplara kurban edilecek bir tek canımız bile yok.
Barışın iyileştirici gücüne hepimizin ihtiyacı var.
Haydi, hep birlikte Savaşa Hayır Barış hemen Şimdi diye haykıralım.
EMEK VE DEMOKRASİ İÇİN GÜÇ BİRLİĞİ
Tertip Komitesi Başkanı
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
1 Eylül Dünya Barış Günü Kutlu Olsun!
Türkiye içinde ve dışında çatışmaların artmasıyla birlikte, barış talebinin öne çıktığı bir dönemde 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü kutluyoruz. Bu yıl 1 Eylül Dünya Barış günü, yaşadığımız coğrafyada artan çatışma, saldırı ve katliamların, içerde ve dışarda kışkırtılan savaş ve şiddet politikalarının sonucu olarak yaşanan ölümler, baskı ve şiddet uygulamalarının yaşandığı bir döneme denk gelmiştir.
Emekçilerin kazanılmış haklarını ortadan kaldırmak için gece gündüz çalışanlar, bir taraftan işçi ve emekçilerin sofrasındaki ekmeği daha da küçültmek için peş peşe adımlar atarken, diğer taraftan içerde ve dışarıda benimsenen savaş ve şiddet politikaları ile ülkemizi sonu görünmeyen bir karanlığın içine itiyorlar.
Yıllardır şiddet ve baskı politikalarında ısrar edenlerin, “yurtta barış, dünyada barış” için mücadele etmek yerine, “içerde savaş, dışarıda savaş” politikasının benimsenmesinin bedelini, bu ülkenin gençleri, yaşamlarının baharında ölüme gönderilerek ödemek zorunda bırakılıyor.
Devletin görevi çocukları ve gençleri ölüme göndermek değil, onları her ne pahasına olursa olsun yaşatmaktır. Demokratik, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir devlet, içeride ve dışarıda barışçıl bir siyaset izlemek zorundadır. Hayatının baharında toprağa düşen gençlerin aileleri ve yakınları başta olmak üzere, Türkiye’de yaşayan herkesin barış talepleri dikkate alınmalı, savaş politikalarından derhal vazgeçilmelidir.
Yıllardır emek ve demokrasi mücadelesi yürüten biz eğitim ve bilim emekçileri açısından barış mücadelesini, diğer alanlarda yürütülen mücadelelerden ayrı değerlendirmek mümkün değildir. Gerçek anlamda demokrasinin, eşitliğin ve barışın yaşam bulmadığı ülkelerde, emekçilerin haklarını koruması ve yeni haklar kazanması söz konusu olamaz.
Eğitim ve bilim emekçilerinin savaşa karşı demokrasi ve barış için birleşmek dışında başka bir seçeneği yoktur. Çünkü demokrasiyi kazanmak, Kürt sorununun barışçıl temelde ve eşit haklar temelinde çözüme kavuşması, tüm inançların özgürce yaşanabilmesi, emekçilerin hak arayışlarının önündeki tüm engellerin kaldırılması ve gerçek anlamda demokratik bir Türkiye yaratılması hedefine bir adım daha yaklaşılması demektir.
Türkiye halklarının yıllardır özlem duyduğu, silahların tamamen susup demokratik siyasetin konuşulduğu, halklar arasındaki barış ve kardeşlik duygularının güçlendiği bir ortamın yaratılması gerekmektedir. Bugün silahların susması ve şiddetin sona ermesi, savaştan beklentileri olan barış düşmanları dışında toplumun tüm kesimlerinin ortak beklentisi haline gelmiştir.
Savaşların, işgallerin yoğunlaştığı, farklı milliyetlerden ve mezheplerden halkların birbirine karşı kışkırtılmaya çalışıldığı bugünlerde eğitim ve bilimlerine emekçilerine düşen görev, ülkenin göz göre göre savaş politikalarının içine çekilmesine karşı emek, barış ve demokrasi mücadelesini yükseltmek, her türlü baskıya ve zorba yönetim anlayışına direnmek olmalıdır.
Silahların ve savaşın konuştuğu yerde ne barış, ne demokrasi, ne de özgürlükten söz edilebilir. Eğitim Sen olarak, savaşa ve ölümlere karşı herkesi demokrasi ve barış için ortak mücadeleye çağırıyor, Türkiye ve dünya halklarının 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü kutluyoruz.
FAŞİZME, DARBELERE, SAVAŞA KARŞI BARIŞ VE DEMOKRASİ İSTİYORUZ!
1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başlayan, İkinci Büyük Emperyalist Savaşı ardında milyonlarca ölü, milyonlarca yaralı, harabeye dönmüş kentler ile büyük bir acı ve gözyaşı bıraktı. İnsanlık tarihinin bu en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşının
başladığı gün, yani 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul edildi.
Ancak geçmişten bu yana emekçiler ve ezilen halklar savaşa karşı barışı savunurken, dünyayı yöneten güçler hala savaştan, kan dökmekten, barbarlıktan vazgeçmedi!
Küresel emperyalist güçlerin isteği ve yönlendirmesiyle, uzun süredir Suriye ve Irak’ta savaş sürüyor. AKP iktidarı öteden beri yanlış olan Suriye politikasındaki ısrarını Cerablus’a yönelik saldırgan girişimini derinleştirerek sürdürüyor.
Hala kadınlar, çocuklar, gençler ölüyor, sakat kalıyor, salgın hastalıklar, evsizler, sığınmacılar çoğalıyor. Çağdışı cihatçı IŞİD vb. örgütler en çok kadınların hayatını cehenneme çeviriyor, Ortadoğu halklarına dünyayı dar ediyor.
Milyonlarca savaş mağduru insanlık dışı koşullarda hayatlarını sürdürmeye çalışıyor, binlercesi, göç yollarında can veriyor. AKP Hükümeti ve Avrupa devletleri mültecilik üzerinden insanlık değerlerini pazarlıyor, ayaklar altına alıyorlar.
1 Eylül’ün Dünya Barış Günü olarak ilan edilmesi üzerinden tam 77 yıl geçmesine rağmen hala ülkemizde “kutlu olsun” diyemiyoruz!
Çünkü ülkemiz yangın yeri… Çatışma, gözyaşı ve acı dört bir yanımızı sardı.
15 Temmuz’da kanlı darbe girişimi ile AKP’nin iktidar ortağı olan Cemaat ülkenin geleceğine el koymak istedi. Cemaatin kanlı planlarının boşa çıkarılması, darbe girişiminin bastırılmış olması Türkiye’nin içine sürüklendiği karanlığı ortadan kaldırmadı. OHAL uygulamalarını “milli mutabakat” ile maskelemeye çalışan AKP, darbe girişiminin oluşturduğu atmosferi faşizan, sömürücü ve savaş yanlısı dikta rejimini derinleştirmek için fırsata dönüştürdü.
Askeri darbe girişiminde ölen yüzlerce insanımız, demokrasiyi askıya alan sivil darbeler, OHAL ilanı, kitlesel gözaltılar ve tutuklamalar, işten çıkarmalar, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, kadına yönelik ayrımcı politikalar ve şiddet, homofobiden beslenen şiddet ve cinayetler, Alevilere yönelik mezhepçi dayatmalar, laiklik karşıtı gerici politikalarda kaygı verici artış, çocuk istismarı, doğamızın talan edilmesi, iş cinayetleri ve daha nice insanlık onuruyla bağdaşmayan politika ve uygulamalar…
“Ya biz ya kaos” denilerek Haziran 2015’ten beri ülkemizin içine sokulduğu bu tabloda, bitmek bilmeyen çatışmalar, ölümler, bombalı katliamlar, sivillerin yakıldığı bodrumlar, yakılan/yıkılan/yok edilen kentler/ilçeler/kasabalar eksik olmuyor.
Hemen her gün ülkenin dört bir yanında patlayan bombalarla onlarca insanımız hayatını kaybediyor, yüzlerce insanımız yaralanıyor.
Daha bir hafta önce Gaziantep’te insanların en mutlu gününe, düğüne yapılan alçakça saldırı sonucu çoğu çocuk en az 54 insanımız yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı. En son Artvin’de ana muhalefet partisi konvoyunu hedef alan ve Cizre’de bomba yüklü kamyonun patlatılması ile olan saldırı ise savaş ve kaosun derinleştirildiği bu ortamda hiç birimizin can güvenliğinin olmadığını, demokrasiyi ve barışı savunmada daha ısrarcı bir tutum alınması gerektiğini gözler önüne sermiştir.
Her yer yanıyor, yüreklerimiz de!
Çatışmalar artarak devam ediyor, gençlerimiz, çocuklarımız birer birer toprağa düşüyor.
Böylesi bir ortamda giriyoruz Dünya “Barış” Günü’ne…
Bu savaş bizim savaşımız değil! Savaşa mecbur olan halklarımız ve emekçiler değil, iktidarını savaşa, gerilime ve kaosa bağlayan AKP’dir. AKP hükümetinin hem içerde hem dışarda emekçileri ve halkları kutuplaştırmak üzerine kurulu bir siyaset izlemesi savaş ve şiddet ortamını sürekli canlı tutmaktadır. Bu çılgınlıkta ısrar etmek ülkemizi çıkmaz bir felakete sürükleyecektir.
Ülkemizdeki darbelerin, savaşların ve ekonomik krizlerin bedelini halkımız ve emekçiler ödemektedir. Savaş naraları atanların çocukları değil, yoksul halkımızın çocuklarının kanı akıtılmaktadır.
O yüzden barışa dair tüm çabalar, eylemler yaşamsaldır.
Bizler, savaşlarda bir canımız daha yitmesin, salgın hastalıklar, sakatlıklar toplu ölümler olmasın, insanlar evlerini terk etmesin, doğaya kıyılmasın diye bu çılgınlığı durdurmak istiyoruz.
Bizler, Kürt sorununda, Suriye konusunda; savaş/şiddet odaklı politikaların derhal terkedilmesini, barışçıl ve demokratik yollarla çözüm için gerekli adımların acilen atılmasını istiyoruz.
Bu yıl 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde alanlara çıkmak, ses çıkartmak, halka gerçekleri anlatmak her zamankinden daha önemli ve anlamlıdır.
Bunun için ülkenin dört bir yanında Emek Ve Demokrasi İçin Güç Birliği olarak; “FAŞİZME, DARBELERE VE SAVAŞA KARŞI DEMOKRASİ VE BARIŞ İSTİYORUZ!” şiarıyla barışı sahiplenecek ve barışa ses vereceğiz.
Ülkemizin geleceğine sahip çıkmak, demokrasiyi, laikliği, bağımsızlığı, barışı, eşitliği, özgürlüğü, adaleti savunmak ve gerçek kılmak için 1 Eylül’de alanlarda olacağız.
1 Eylül’de ülkemizin dört bir yanında darbeleri ve savaşı durdurmak, OHAL’i kaldırmak için sesimizi daha çok yükselteceğiz.
BARIŞ HEMEN ŞİMDİ demek için tüm yurttaşlarımızı barış için ses vermeye, bulundukları illerde gerçekleşecek ortak barış eylem ve etkinliklerine katılmaya çağırıyoruz.31.08.2016
Barışın iyileştirici gücüne hepimizin ihtiyacı var.
Haydi, hep birlikte 1 Eylül’de barış için sesimizi yükseltmeye…
EMEK VE DEMOKRASİ İÇİN GÜÇ BİRLİĞİ
TBMM Başkanı seçildiği ilk günden itibaren ayrımcı ve kışkırtıcı açıklamalar yapan, laiklik karşıtı sözleri ile büyük tepki çeken Meclis Başkanı İsmail Kahraman, gençlerin Küba devriminin önemli isimlerinden Che Guevara’ya sempatisine tepki göstermiştir. Kahraman, “Che denen eşkıya benim gencimin yakasında olamaz” diyerek, sadece Küba ve Latin Amerika halklarının değil, eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren tüm ezilenlerin kalbinde yer edinen Ernesto Che Guevara’ya yönelik olarak kendisine yakışan ifadeler kullanmıştır.
Geçmişte Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) başkanı olduğu dönemde, ABD emperyalizmine ve 6. Filo’ya karşı mücadele eden devrimci gençlere yönelik saldırılar içinde yer alan bir şahsın, yaşamını ABD emperyalizmine karşı mücadeleye adamış ve bu uğurda yaşamını yitirmiş bir devrimciye böylesine öfkeli olması, “eşkıya” diyerek kin kusması elbette tesadüf değildir.
Öldürülmesinin üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen hala hatırlanan Ernesto Che Guevara, emperyalizmin hizmetinde olmayan, eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren herkesin kalbinde ve mücadelesinde yaşamaya devam edecektir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na Yönelik Saldırıyı Kınıyoruz!
Konfederayonumuz KESK, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konvoyuna yönelik saldırıyı bir basın açıklaması yaparak kınadı. Açıklama şöyle:
“Bugün (25 Ağustos) CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Artvin’in Şavşat ilçesinden Ardanuç ilçesine gittiği sırada konvoyuna yönelik silahlı bir saldırı gerçekleşmiştir.
Ülkemizin savaş politikalarıyla hızla uçuruma sürüklendiği, her gün bombaların patladığı bu kaotik dönemde, bu vahim saldırıyı kınıyor, Sayın Kılıçdaroğlu’na ve beraberindekilere KESK olarak geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.”
“Kandırılanlar” Kamu Emekçilerinden Hesap Soruyor!
Ülkemizdeki gelişmeler tüm kamuoyunun gözleri önünde seyrediyor ve ne yazık ki her geçen gün geleceğe dair kaygılarımız büyüyor.
AKP ve Cumhurbaşkanı yaşananları İkinci Kurtuluş Savaşı olarak değerlendiriyor. Ancak “düşman kim, yıllarca destekleyenler kimlerdi, kimler iktidar olanaklarını peşkeş çekti, kimler yardım ve yataklık yaptı” sorularının cevabı verilmiş değil. “Ne istediler de vermedik” sözü ile itiraf edilen işbirliğinin darbe girişiminde gelinen noktada AKP iktidarının sorumluluğunu açıkça ortaya koymaktadır. Hal böyle iken “Kandırıldık, bilmiyorduk” denilerek suçtan muaf olunamaz.
On binlerce kamu emekçisi açığa alınmış, binlercesi memuriyetten atılmış, on binlerce kişi gözaltına alınmış ve binlercesi tutuklanmış bir cemaatin eseri olan uygulama ve politikalara yönelik hala en ufak bir değişimin olmaması, ortada hiç de bir kurtuluş savaşı olmadığını göstermektedir. AKP iktidarı boyunca neredeyse ülkenin tümü özelleştirilerek haraç mezat satıldı.
Örneğin 4+4+4 eğitim sistemi ve eğitimin ticarileştirilerek cemaatin özel okullar eliyle kadrolaşması, örgütlenmesi açık iken hala eğitim politikasında bir değişime gidilmemekte; laik, bilimsel, demokratik ve anadilinde bir eğitim sistemi getirilmemektedir. Aksine bu kez de farklı cemaatlere alan açılmakta, olanaklar sunulmaktadır.
Darbenin bastırılması onu da içinde büyüten sistemin değişmesi anlamına gelmiyor. Cemaat denilen yapılanma salt kadrolardan, militanlardan, sempatizanlardan ya da darbeci askerlerden, polislerden oluşmamaktadır. Cemaatin kullandığı yol, yöntem ve politikalar onun ayırt edici karakteridir. Cemaatin AKP eliyle iktidar politikalarına yön verdiği dönemlerde muhalif kurum ve kişilere nefes aldırmadığı, toplu gözaltı ve tutuklamalara başvurduğu, devlet şiddetini öne çıkardığı, tek’liği esas aldığı bilinmektedir. Hatırlatmak isteriz ki, Konfederasyonumuz yönetici ve üyelerine yönelik özellikle 2009-2013 yılları arasında “örgüt üyeliği” iddiasıyla soruşturma ve dava açan polis, savcı ve hâkimler terör örgütü üyeliğinden tutuklanmışlardır.
Bugün darbe gerekçe yapılarak hayata geçirilen OHAL, çıkarılan KHK’lar ve cemaatle sınırlı olmayan açığa almalar, gazete kapatmalar ve çalışanlarını gözaltına almalar, ev baskınları vb. birçok yöntem tümüyle aynı nitelikte uygulamalardır. AKP daha önce Cemaat ile birlikte hayata geçirdiklerini bugün tek başına hayata geçirmektedir.
Açıkça uyarıyoruz, bu yol yol değildir, dönüp dolaşıp getireceği yer yeni krizler, kaos ve tıkanmadır. Nitekim kontrolden çıkan araba misali herkese yönelebilecek hukuksal zeminden çıkan bir süreçten geçmekteyiz.
AKP, OHAL yasalarına ve Kanun Hükmünde Kararnamelere dayanarak kamu emekçilerinin açığa alınmaları ya da tümüyle memuriyetlerine son verilmelerinde iş çığırından çıkmıştır. Daha önce Başbakanlık bünyesinde ve Bakanlıklardan üst düzey temsilcilerinden oluştuğu söylenen komisyon eliyle yapılan açığa almalar bugünlerde illerde İl Olağanüstü Hal Bürolarında oluşturulan komisyonlar aracılığıyla yapılmaktadır.
İlimizde OHAL kapsamında Eğitim Sen üyeleri; Ramazan BOĞA, Ahmet Cemil ASLANTAŞ, Seçil SÖNMEZ, Mehmet Akif KOCADURU ve Mesut DEMİR isimli üyelerimiz sosyal medyadaki paylaşımlarından kaynaklı açığa alınmış olup adli ve idari soruşturmaları devam etmektedir.
Bitlis Valiliğinin 31.07.2016 tarihli, Bitlis Şubeler Platformumuza gönderdiği yazı içinden geçtiğimiz sürecin adeta kısa bir özeti niteliğindedir. Valilik, şubeler platformumuzdan temel hak ve özgürlüklerden olan toplantı ve gösteri yürüyüşü etkinliklerine katılanları ispiyonlamasını, üyelerimizden arkadaşlarının sosyal medya paylaşımlarını izlemelerini ve Bitlis OHAL Bürosuna bildirmelerini istemiştir.
OHAL’i de aşan, sıkıyönetim uygulamalarıyla karşı karşıyayız. Kitlesel işten çıkarmalar, AKP’nin 15 Temmuz’dan önce de önüne hedef olarak koyduğu Kamu Personel rejiminin fiilen değiştirildiğini göstermektedir. Nitekim artık iş güvencesi şifahi talimatlarla, gerekçesiz komisyon kararlarıyla ya da asılsız ihbarlarla bir çırpıda ortadan kaldırılmaktadır. Kadrolaşmanın en temel silahı olan sözlü sınav kural haline getirilmektedir.
Konfederasyonumuz ve bağlı sendikalarımız tüm darbelerde en çok saldırıya maruz kalmasına, Cemaatin hedef tahtasında olmasına, yönetici ve üyelerimizin birçok bedel ödemesine rağmen bugün itibariyle 15 Temmuz sonrasında sendika üyelerimizden toplam 452 kişi işten el çektirilmiş, 6 kişi ihraç edilmiş, 10 kişi tutuklanmıştır.
Cemaat ile mücadele adı altında başlatılan ancak giderek muhalif tüm kesimlere yönelimin en bariz örneği açığa alınan sendikamız EĞİTİM SEN üyelerinden, Barış İçin Akademisyen İnisiyatifinden 25’i akademisyendir. Bu arkadaşlarımız darbe girişimi öncesinde de hükümetin ve cumhurbaşkanının hedef tahtasında idiler.
Hükümet darbe girişimini bahane ederek torba yasalara kamu emekçilerini yakından ilgilendiren kimi maddeleri ekleyerek pamuk ipliğine bağlı iş güvencemizi ortadan kaldırmayı, personel rejim sistemini tümden değiştirmeyi hedeflemektedir. Şurası çok açık ve net; Hükümet kurtuluş savaşı değil “muhalefetten kurtulma savaşı” vermektedir.
On binlerce kamu emekçisi sorgusuz sualsiz açığa alınıp binlercesinin memuriyetine son verilirken, kendi üyelerinden de binlercesi bu şekilde mağdur olurken yandaş konfederasyondan en ufak bir itirazın çıkmaması düşündürücüdür. Bizler tüm işlemlerin hukuk zemininde gerçekleşmesini ve darbe girişiminin bir fırsata çevrilmemesi, darbelere karşı mücadelenin darbe yasalarıyla değil demokratik yol ve yöntemlerle olabileceğini savunurken yandaş konfederasyon adeta üç maymunları oynamaktadır.
Açığa alınan, işine son verilen üyelerimizle ilgili kararlar geri alınmalı, üyelerimizin işlerine dönmeleri sağlanmalıdır.
Ülkemizin içinden geçtiği bu zorlu ve kritik dönemde sebebi ne olursa olsun kimse kendisini halkın iradesi yerine koymamalıdır.
Elbette darbe girişimine katılan, destek veren, kolaylaştıran, göz yuman kurum, kuruluş ve kişiler açığa çıkarılmalı, yargılanmalı ve hesap sorulmalıdır. Ancak tüm bunlar uluslararası sözleşmeler ve hukuk normları çerçevesinde yapılmalı, OHAL derhal kaldırılmalıdır.
Askeri darbe girişimi sivil darbeye dönüştürülerek devam ettirilmemelidir. Özellikle son yıllarda uygulanan ve bugün halklarımızı, emekçileri patlama noktasına getiren, çok tehlikeli bir noktaya varan kutuplaştırma ve gerginlik siyasetine son verilmelidir.
Gerekçesi ne olursa olsun eğer ortada bir hukuksuzluk söz konusu ise bu hukuksuzluğun karşısında olacağız. Çünkü bu durum herkes için bir tehdit oluşturmaktadır. Kimse kendisine sıra gelmesini beklememeli, toplumsal sözleşme niteliğindeki demokratik hukuk ilkelerinin esas alınması konusunda mücadele edilmelidir.
Bu çerçevede; Hükümeti, sendikal hak ve özgürlüklerin karşı karşıya bulunduğu tehdit ve kaygıları ortadan kaldırılmak için anayasaya ve yasalara uygun adımlar atmaya, kamuyu tasfiye planlarından vazgeçmeye çağırıyoruz.24.08.2016
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
BASIN AÇIKLAMASINA ÇAĞRI
15 Temmuz darbe girişimi ardından ilan ettiği OHAL’i ‘fırsata çeviren’ AKP iktidarı çıkardığı Kanun Hükümde Kararnameler ve Torba Yasalarla iş güvencemiz başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerimizi ortadan kaldırmayı, personel rejimini tümden değiştirmeyi hedeflemektedir.
15 Temmuz sonrasında “cemaatle mücadele” adı altında kamuda yaklaşık 80 bin kişi açığa alınmıştır.İl Olağanüstü Hal Bürolarında oluşturulan komisyonlar aracılığıyla yapılan açığa almalar giderek bir cadı avına dönüşmüştür. Söz konusu komisyonlar, siyasi iktidar yandaşı olmayan tüm kesimlere karşı McCarty dönemini kat be kat aşan bir ihbarcılığı temel almakta, insanların gelecekleri hakkında hiçbir gerekçe göstermeden alelacele karar verebilmektedir.
Açığa almalar, ‘memuriyetten çıkarmalar’, tutuklamalar başta olmak üzere işi güvencemizi, emek ve demokrasi mücadelemizi hedef alan saldırılara, sıkıyönetim koşullarının aratmayan OHAL’e karşı sesimizi yükselmek için, ALANLARDAYIZ!
KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU
24 AĞUSTOS ÇARŞAMBA
SAAT:18.00
YER:İNÖNÜ PARKI