egitimsen
MEB’in Performans Değerlendirme Dayatması Kabul Edilemez!
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), bugüne kadar uyguladığı politikalarla okulları birer “ticari şirket” gibi yönetmek, eğitim emekçilerinin daha fazla çalıştırılmasını sağlamak amacıyla performans değerlendirme uygulamalarına başlayacağı bizzat Bakan İsmet Yılmaz tarafından açıklanmıştır. Bakan Yılmaz, hem velilerin hem de öğrencilerin öğretmeni değerlendireceğini, değerlendirmenin her yıl yapılarak öğrenci ve velilerin öğretmenlere not vereceğini açıklamıştır.
Kamusal bir hizmet olması gereken eğitimin tüm süreçlerinde “piyasanın” kurallarını işletmeye çalışan, eğitimde nitelik değil, mal üretiminde geçerli olan “kalite” için çırpınan tamamen siyasallaşmış kadroların performans değerlendirme uygulaması ile ne kadar “bilimsel” ve “objektif” hareket edeceği, geçmiş uygulamalarına bakıldığında apaçık ortadadır.
MEB tarafından uygulanmak istenen performans değerlendirme sistemi, öğretmenlik mesleğini değersizleştirmenin geldiği noktayı göstermektedir. Öğretmen-öğrenci ilişkisini alt üst etmesi kaçınılmaz olan ve öğrenci ve velileri “müşteri memnuniyeti” anlayışı çerçevesinde değerlendiren bu uygulamanın, öğretmenlerin müşterileri (öğrencileri) memnun etmek için daha fazla çalışmaya itmesi, dolayısıyla çalışma saatlerinin artması ile sonuçlanması kaçınılmazdır.
İlk bakışta okulların ve öğretmenlerin öğrenciler ve veliler tarafından denetleneceği, bunun da eğitimin daha sağlıklı işlemesi için gerekli olduğu iddia ediliyor olsa da, ortaya çıkacak sonucun tam tersi olması kaçınılmazdır. MEB, performans değerlendirmesi uygulamasını uygulamadan önce şu sorulara yanıt vermelidir;
- Öğrenci ve veliler, öğretmen ve yöneticilerin performans değerlendirmesini hangi objektif ve bilimsel kriterler üzerinden yapacaktır?
- Öğretmenin öğrenci tarafından bir tür sınava tabi tutulması ve not ile değerlendirilmesi eğitim sürecindeki öğretmen-öğrenci ilişkisini nereye taşıyacaktır? Bu durum öğretmenin öğrenciyi değerlendirme sürecini olumsuz etkilemeyecek midir?
- Böyle bir uygulamayla öğretmenin üzerindeki bu “Demokles’in Kılıcı” misali baskı ile mesleğini gerçek anlamda etik ilkeler üzerinden yürütebilmesi mümkün müdür?
- Eğitim emekçilerinin üzerindeki baskı, sürgün ve cezalar devam ederken, eğitimde yaşanan siyasi kadrolaşma uygulamaları bütün hızıyla sürerken yapılacak değerlendirmelerin objektif ve güvenilir olması ne kadar mümkündür?
Öğretmenlere performans değerlendirmesi adı altında puan verilmesi ve bu puanların değerlendirme ölçütü olarak kullanılacak olması, eğitimde yeni çatışmaların ortaya çıkmasına neden olacaktır. MEB’in asıl hedefi, öğretmenlerin performansını ölçmek bahanesiyle, eğitimde ücretli, sözleşmeli ve güvencesiz istihdamı yaygınlaştırmak, uzun vadede eğitim emekçilerinin sınırlı iş güvencesini ortadan kaldırmaktır.
Performans değerlendirmesi uygulamasında öğretmenlerin yaptıkları işin niteliğinden çok “yüksek performans” üzerinden bireysel değerlendirmeye tabi tutulması, okullarda herkesin birbirinin “rakibi” olduğunu düşüncesinin gelişmesine ve iş barışının bozulmasına neden olacaktır. Bu uygulama ile ayrıca okullarda görev yapan eğitim emekçileri ile öğrenci ve veliler başta olmak üzere, eğitimdeki çeşitli kademelerde yer alan yönetim organları (okul yönetimi, ilçe milli eğitim müdürlüğü, il milli eğitim müdürlüğü vb) ile ilişkilerde koşullandırılmış ve bağımlılık (yaranma, tabi olma, hoş görünme vb) ilişkilerini daha da geliştirmesi kaçınılmazdır.
Eğitimde başarının arttırılması için uygulandığı iddia edilen performans değerlendirme uygulamalarının on binlerce ücretli öğretmenin güvencesiz olarak çalıştırıldığı, sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının hızla yaygınlaştığı ve siyasi-ideolojik müdahalelerle sürekli değiştirilen eğitim sistemine en küçük bir katkı sunması mümkün değildir.
Milli Eğitim Bakanlığı eğitim emekçilerine performans dayatması yaparak onları daha fazla çalıştırmaya, adım adım güvencesiz çalışma ilişkilerine mahkum etmek yerine, öncelikle eğitimde yaşanan sorunlar karşısında neden kalıcı çözümler üretemediğini sorgulamalıdır.
Eğitim Sen olarak “performans değerlendirmesi” bahanesiyle öğretmenleri öğrenciler ve velilerle karşı karşıya getirecek, öğrenciyi memnun edilecek müşteri, öğretmeni “satış görevlisi”, öğrencileri ve velileri birer “müşteri” olarak gören piyasacı mantığı eğitim sürecinin her aşamasında meşrulaştıracak böylesi bir uygulamayı onaylamak mümkün değildir.
MEB, eğer eğitim sistemi için faydalı bir şey yapmak istiyorsa, eğitim emekçilerini bireysel performans değerlendirme tehdidi ile hizaya getirmek ve disipline etmekten derhal vazgeçmeli, uyguladığı eğitim politikalarının neden birer birer çöktüğünün yanıtını aramalıdır.
Açığa alınan üyemiz Murat Kurşunyağar'ın keman atölyesini ziyaret ettik
PTT DE DE CADI AVI BAŞLADI
15 Temmuz’daki darbe girişiminin engellenmesi sonrasında kamu kurumlarında yürütülen “açığa alma” dalgası artık PTT’ ye de ulaştı.
Başta Merkez Yönetim Kurulu üyelerimiz, Şube Yöneticilerimiz ve il temsilcilerimiz OHAL bahane edilerek Kanun Hükmündeki Kararnameleriyle sadece sendikal faaliyet yürütmelerinden dolayı açığa alınmışlardır.
Darbeye, darbecilere karşı kameraların önünde özgürlük ve demokrasi nutukları atanlar özgürlük ve demokrasiyi sadece kendileri için istediklerini kısa sürede gösterdiler.
Çalışanların hak ve çıkarlarını savunmak adına yapılan sendikal faaliyetlerimiz darbe girişimi fırsatçıları tarafından açığa almaların, gerekçesi haline getiriliyor.
Kamu emekçilerini kendisine biat eden “kapı kullarına” dönüştürmeyi hedefleyen iktidar ve onların kurumlardaki temsilcileri onların hükümlerine boyun eğmeyen biat etmeyen sendika yönetici ve üyelerimizi açığa alıyor. Haber-Sen her türlü baskıya, engellemeye rağmen herkese güvenceli iş güvenli gelecek talebinden taviz vermeyen kamu emekçilerinin mücadele örgütüdür.
Tüm kurumlarda olduğu gibi PTT’de de“darbecileri temizliyoruz” maskesinin altında muhalif tüm kesimleri saldırı harekâtı başlatıldı.
Açığa alınan yönetici ve üyelerimize imzalatılan”2016/4 sayılı Başbakanlık Genelgesini istinaden, terör örgütleri ile bağlantısı veya ilişkisi oldukları şüphesiyle görevi başında bulunmasında sakınca görülen personelin hakkında disiplin soruşturması yürütülmesi ve soruşturmanın selameti açısından 399 Sayılı KHK nin 51 ve 52 maddeleri gereğince görevden uzaklaştırılmasına makam oluru ile uygun görülmüştür” denilmektedir.
Böyle gerekçeleri asla kabul etmiyoruz ve etmeyeceğiz.
PTT yönetimini hukuka uygun davranmaya davet ediyoruz.
Darbe girişimi hukuk-yargı yolunun kapatılması ile kamu emekçilerinin iş güvencesinin tamamen ortadan kaldırılmasının dayanağı haline getirilmek istenmektedir.
Hiçbir hukuki gerekçe ileri sürülmeden, hukukun en temel ilkeleri yok sayılarak bir anda açığa alınması kabul edilemez!
Başta hükümet olmak üzere TBMM’deki siyasi partileri, darbe girişimine karşı yürütülen sürecin siyasi bir cadı avına dönmesinin engellenmesini, herkesin temel hak ve hukukunun korunmasını ve soruşturmaların evrensel hukuk ilkeleri içerisinde kalınarak yürütülmesini sağlamaya çağırıyoruz.
Haber-Sen ve Konfederasyonumuz KESK, mücadele tarihi boyunca darbelerin, baskıların ve anti-demokratik uygulamaların hedefi olmuştur.
OHAL adı altında ülkeye giydirilmek istenen deli gömleğini parçalamak, tek adam diktasına dayalı yeni rejimine karşı durmak, hukukun, adaletin, barışın hakim olduğu, laik, demokratik bir ülkeyi yaratmak için emek, barış ve demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi dışında başka bir yol görülmemektedir.
Bizler buradan bir kere daha ilan ediyoruz ki, hukuku, adaleti, barışı, laikliği, demokrasiyi kazanmak için sokak sokak, meydan meydan, işyeri işyeri kol kola, omuz omuza demokratik mücadele hakkımızı kullanacağız.
Konfederasyonumuza ve Konfederasyonumuza bağlı sendikalara yapılan baskılar tekrar şunu göstermiştir ki, 15 Temmuz 2016 ‘da Türkiye’nin darbeler tarihine bir yenisinin eklenmesi girişimine karşı açık bir tutum almıştır.
Biz, eşit, özgür, demokratik ve barış içinde bir Türkiye için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.
Sivil ya da askeri darbeler çözüm değil!
Çözüm emek, barış ve demokrasi güçlerinin ellerinde, halkların ortak geleceğindedir!
Baskılar bizi yıldıramaz! 26.10.2016
HABER-SEN
Haber Sen’in açığa almalar ile ilgili Adana Cemal paşa postanesi önünde yaptığı basın açıklamasına Eğitim Sen Genel Başkanımız Kamuran KARACA’da katıldı.
Karaca; "Bugün burada yapılan açıklamada Haber Sen 7 nolu şube başkanı arkadaşımız Selman Gül aynı zamanda da Adanayı da kapsayan örgütlülüğün temsilcisi diğer taraftan aynı şubenin yöneticisi Ahmet AYDOĞAN arkadaşımız bu iki arkadaşımızın açığa alınması ihraç istemiyle açığa alınması sürecini paylaşmak için buradayız.
Tabloyu hepimiz çok iyi biliyoruz ki Türkiye’de 15 Temmuz darbe sürecinden önce başlamıştı bu müdahale bu saldırılar 15 Temmuz darbe sürecinden öncede sendika hakları için, emek mücadelesi çerçevesinde, demokrasi mücadelesi çerçevesinde en meşru, en insanı, en temel haklarımız için alanlara çıktığımızda da benzer baskıları yaşıyorduk, benzer baskılarla karşı karşıya kalıyorduk.
Mücadele kolay geçmiyordu. Ama 15 Temmuz darbe sürecinden sonra olay bir başka yöne evirilmeye çalışılıyor. 15 Temmuz darbe süreci ki bugüne kadar olan darbelerde en fazla bedeli ödemiş kesim olan KESK’li kamu çalışanları ki daha önce ki örgütlülüklerin de de yaşanan darbe süreçlerinde binlerce üyesi açığa alınmış, binlerce üyesi cezaevlerine tıkılmıştı.
15 Temmuz darbe sürecinde bu süreçleri paylaşan KESK’liler kamu çalışanları elbette ki darbenin karşısındaydı. Dün olduğu gibi bugün yapılmak istenen 15 Temmuz da ortaya konulmak istenen darbe ve senaryonun karşında yer aldılar, tutum aldılar. Ama darbe sürecinden önce hedef gösterenler bu süreci fırsata çevirmekte gecikmediler. Binlerce KESK’li geçtiğimiz süre içersin de çeşitli sendikalarımızın üyesidir bu arkadaşlarımız açığa alındılar. Gene Bu kapsamda 80 bine yakın büyük kısmı eğitimci olan kamu çalışanı ya açığa alındı ya görevden çıkarıldı.
Bu açığa alınan ve görevden çıkarılan kamu çalışanlarını dikkatlice incelendiğimizde elbette ki küçük bir kısmı da olsa belki darbe sürecinin içinde aktif rol almıştır. Ama çok büyük bir kısmı sadece kamu çalışanı olarak görevini yaparken bu süreçte suçlanmıştır. Bu sadece eğitimciler ile haberciler için değil kamudaki bütün iş kollarında bu mağduriyeti yaşanan şimdi Türkiye’de binler var. Aileleriyle beraber düşündüğümüzde yüz binlerce kamu çalışanı ve aileleri var.
Eğitimcilerden, güvenlik biriminde çalışan güvenlik görevlileri de bu süreçteki suçlamalara maruz kalan çok sayıda kamu çalışanı suçlamaları kendine bir biçimiyle kabul etmeyerek, sindiremeyerek intihara kadar sürüklendi bu süreçte. Bu süreci yönetenler, bu süreci yürütenler ortadayken siyasetten hesap vermeleri gerekirken, ülkeyi bu duruma getirmenin hesabını vermeleri gerekirken, tabloyu kamu çalışanlarının üzerine yıkmak istemekteler.
İşte bu kapsamda her iş kolunda kamu çalışanları suçlanmakta, açığa alınmakta görevinden çıkarılmaktadır. İşte bu kapsamda 80 bine yakın eğitimci görevinden çıkarılmakta ihraç edilmekte, işte bu kapsamda Haber Sen yöneticisi arkadaşlarımız hem Adana’da hem Genel merkezde görevlerinden çıkarılmakta, ihraç edilmekte bize dönük saldırının özellikle KESK ve bağlı sendikalara üyelerine dönük saldırının, ihraçların, işten çıkarılmalarının arkasında bir boyut daha var. Özellikle biz diğerleri gibi sessiz kalmadık. Kamu çalışanlarının mücadelesinde nasıl sokaktaysak, bu darbe sürecinde sonrasında ortaya konan haksız uygulamalara karşıda başta üyelerimiz olmak üzere, üyemiz olmayan bütün kamu çalışanlarına da kapımızı açtık, avukatlarımızı görevlendirdik hukuken de yanlarında olduk, fiilen de yanlarında olduk.
Bu darbe sürecinde hiç sorumluluğu bulunmayan kamu çalışanlarının hukuksal sorunlarında avukatlarımızla yanlarında olduk yanlarında olmaya devam edeceğiz. Bugün burada olduğu gibi fiilen alanlarda olduk olmaya devam edeceğiz. Bunları sadece üyelerimiz için değil. Haksızlığa uğrayan bütün kamu çalışanları itibarlarını ve işlerini yeniden kazanana kadar sürdüreceğiz.
Türkiye’de bugün yaşanan tabloda toplumsal olarak insanlar karşı karşı ya getirilmeye çalışılıyor. Toplumsal yaşamın bütün alanlarına bakıldığında kurumların hiçbir kıymeti kalmadı. Eğitim, sağlık ya da başka bir kurum hepsi işleyişine bakıldığında, kamu çalışanlarının keyifle gitmediği keyifle iş yapmak istemediği kurumlar haline geldi.
Türkiye tablosu böyle bir hale geldi bunun sorumlusu görevinden alınan, kendilerini gizlemek için yaratılmak istenen tabloda bedel ödeyen kamu çalışanları mı, halk mı, toplumsal kesimler mi, yoksa ülkeyi bu hale getiren bizi yöneten siyasiler, mi AKP gericiliği mi? Elbette ki hesabı AKP’nin siyaseten vermesi gerekir.
Kamu çalışanları başta olmak üzere saldırdıkları, yerle bir ettikleri işleyemez hale getirdikleri kurumlarımızın itibarını kazanana kadar, bu kapsamda görevden çıkarılan arkadaşlarımız, işini kaybeden arkadaşlarımız işlerine dönünceye kadar ve bu alanda toplumsal olarak hak etmediğimiz bu tablodan ülkemizi hep birlikte kurtarana kadar biz KESK’liler olarak mücadelenin içinde olacağız, mücadelenin önünde olacağız, toplumsal dayanışmayla yan yana omuz omuza, bütün toplumsal kesimlerle mücadeleyi sürdüreceğiz, ama bu mücadelenin sonun da inanıyoruz ki kazan mutlaka biz olacağız, Kazanan mutlaka ülkemiz olacak.
Kaybeden ve hesabı vermesi gereken siyasal sorumluluğu olan siyasal iktidar günün birinde mutlaka özellikle hukuk önünde hesabı, yaptıklarının hesabını elbette verecek.
Bu konuda inancımız tam, mücadeleyi birlikte yürüteceğiz. Açığa alınan bugün buradan açığa alınan arkadaşlarıma geçmiş olsun diyorum, morallerini bozmasınlar elbette bu karanlığın sonu yakın olacaktır. Yeter ki dayanışma içinde olalım." dedi
İş Güvencemize, Geleceğimize ve Kazanımlarımıza Sahip Çıkıyoruz! AKP’nin Allah’ın lütfu olarak değerlendirdiği darbe girişimini, her türlü hukuksuz, keyfi uygulamasına dayanak yapmaya, içeride ve dışarıda savaş politikalarını derinleştirmeye ve ülkede tek adam diktatörlüğüne dayalı bir rejimi hayata geçirmek için ülkeyi kaosa ve karanlığa sürüklemeye devam ediyor.
Siyasi iktidar darbe girişimini fırsat bilerek ilan ettiği OHAL’i her türlü keyfi uygulamasına dayanak yapmakta. Anayasal tüm kurumlar ve hakların fiilen ortadan kaldırıldığı, parlamentonun baypas edildiği, yerel halk iradesine darbe yapıldığı, KHK’larla her gün yeni bir hukuksuzluğun dayatıldığı ve emeğe dönük saldırıların askeri darbe süreçlerini arattığını görüyoruz. AKP bu süreci sermaye için gül bahçesine çevirmeye, emeğe, emekçilere ve onların mücadele örgütlerine saldırarak sömürüyü derinleştirmeye çalışmaktadır.
Darbecilerle mücadele adı altında kamuyu tamamen tasfiye ederek piyasacı, tekçi, mezhepçi, cinsiyetçi bir biçimde yenden yapılandırmak, zaten sınırlı hale gelmiş olan kamu emekçilerinin iş güvencesini tümden ortadan kaldırmak istemektedir. Kurulduğu günden bu yana laik, bilimsel, nitelikli, parasız, anadilinde kamu hizmetini savunan ve tüm kamu emekçilerinin sözcüsü ve mücadele örgütü olan konfederasyonumuz KESK ve bağlı sendikalarımızın AKP tarafından adeta düşman ilan edilmesi aslında yapmak istedikleri önünde KESK’i engel olarak görmesindendir. OHAL ve KHK’lerle Üyelerimize, sendikalarımıza ve konfederasyonumuza dönük baskı yerini adeta tümden tasfiye etme girişimine dönüşmüş durumda. 200’ün üstünde KESK üyesi sorgusuz sualsiz ihraç edilmiş, binlerce üyemiz açığa alınmıştır.
Bugün ise Haber Sen Genel Merkez yöneticileri Musa ÖZDEMİR, Seyran ŞIK, Medine ŞAHİN, İlimizde Haber Sen 7 Nolu Şube Sekreteri Selman GÜL ve Adana İl Temsilcisi Ahmet AYDOĞAN’nın da içinde olduğu 25 üye ve yönetici açığa alınmıştır. OHAL süreciyle birlikte binlerce üyemize dönük sistemli bir saldırıya dönüştürülen bu keyfi uygulamaların altına imza atanlar bilsinler ki biz mücadelemizden ve kazanımlarımızdan asla taviz vermeyeceğiz ama onlar mutlaka hukuk önünde hesap verecek.
Adana Emek ve Demokrasi Güçleri olarak buradan; bir kez daha kararlılıkla ifade ediyoruz: Dün olduğu gibi bugünde emeğimize, barış ve demokrasiye sahip çıkmaya devam edeceğiz. Bize ölmeyi buyuranlara karşı eşitlik temelinde bir arada ve insanca yaşamı savunmaya, eşitlik, emek, barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesini yükseltmeye devam edeceğiz.
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz
Yaşasın KESK
Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
OTURMA EYLEMİNE ÇAĞRI
KESK Adana Şubeler Platformu olarak OHAL'in kaldırılması ve açığa alınan ve ihraç edilen kamu emekçilerinin görevlerine iade edilmesi için eylemlerimize devam ediyoruz. "Baskı, sürgün ve açığa almalara teslim olmayacağız" konulu oturma eylemimiz
25 Ekim 2016 Salı günü Saat:18.00-19.00 arasında Atatürk Parkında Yapılacaktır.
Desteğinizi Bekliyoruz.
KESK Adana Şubeler Platformu.
Hükümeti Eğitim Vaatlerinde Gerçekçi Olmaya Çağırıyor, Somut Adımlar Bekliyoruz!
Başbakan Binali Yıldırım, 2017-2019 ekonomik hedeflerini açıkladığı basın toplantısında, önümüzdeki üç yıl içinde eğitimde yapılması planlanan değişikliklerle ilgili bilgiler vermiştir. Başbakan, 2019 yılına kadar ikili eğitimin kaldırılarak tam gün eğitime geçileceğini, okul öncesi eğitimin zorunlu hale getirileceğini ve 5. Sınıfta sadece Türkçe ve yabancı dil eğitimi verileceğini açıklamıştır.
Tam Gün Eğitim İçin MEB Bütçesi ve Yatırımları Arttırılmalı
Bugüne kadar eğitim alanında çoktan atılması gereken böylesine önemli adımların, önümüzdeki üç yıl içinde atılacağının iddia edilmesi, bütün eksikliklerine rağmen önemlidir. Ancak hükümetin geçtiğimiz 14 yıl içinde eğitim alanında attığı adımlar, yapılan değişiklikler ve eğitim sisteminin mevcut durumu, Başbakan’ın açıkladığı hedeflerin önemli olmakla birlikte, üç yıl içinde gerçekleşmesinin çok zor olduğunu göstermektedir.
MEB’in son açıkladığı 2015-2016 örgün eğitim istatistiklerine göre örgün eğitimde 14 milyon 540 bin öğrenci eğitim görmektedir. Başka bir ifade ile geçtiğimiz eğitim öğretim döneminde 14 milyon 540 bin öğrenci 553 bin 66 derslikte eğitim görmüştür. Öğrenci sayısının derslik sayısına böldüğümüzde derslik başına ortalama 26 öğrencinin düştüğü görülmektedir. Eğer geçtiğimiz eğitim öğretim yılında bütün okullarda tekli eğitim yapılıyor olsaydı, derslik başına ortalama 26 öğrenci düştüğünü söylemek mümkündü. Ancak ikili eğitim uygulaması nedeniyle özellikle ekonomik olarak az gelişmiş bölgelerde, illerde, hatta mahallelerde derslik başına düşen öğrenci sayısını büyük farklılık göstermektedir.
Türkiye’de okulöncesi, ilkokul, ortaokul ve liselerde okuyan öğrencilerin tam gün eğitim yapabilmesi için bugün itibariyle ortalama 21 öğrenci esas alındığında en az 140 bin dersliğe ihtiyaç vardır. MEB’in iddiası ise her sınıfta ortalama 30 kişinin olduğu 80 bin dersliğin ve üç yıl içinde yapılacak 3 bin okulun yeterli olacağı yönündedir. Türkiye’de özellikle büyük şehirlerde bulunan ortaokul ve liselerde ikili eğitim uygulaması yaygın olarak yapılmakta, özellikle bazı okullarda sınıf mevcutları yığılma nedeniyle yasal olarak belirlenen sınırların çok üzerine çıkabilmektedir. MEB’in verdiği rakamlarla okullarda tam gün eğitime geçilebilmesi mümkün değildir.
Hükümetin tam gün eğitim başta olmak üzere eğitime yönelik vaatlerinin ne kadar gerçekçi olduğu MEB bütçesinin ne kadar arttırılacağı ile doğrudan bağlantılıdır. Sadece MEB’in açıkladığı okul ve derslik sayısının yapılması için MEB bütçesinin en az iki kat arttırılması gerekmektedir. Bugüne kadar yapılan bütçe artışları dikkate alındığında, söylenen sözlerin sadece vaat olarak kalması kaçınılmazdır!
Okulöncesi Eğitime Gerekli Önem Verilmiyor
MEB, geçtiğimiz yıllarda yaptığı bir yönetmelik değişikliği ile 2014-2015 eğitim öğretim yılından itibaren tüm okulöncesi eğitim kurumlarında ikili eğitime geçilmesi kararı almış, bu tartışmalı kararla okul öncesi eğitim çağındaki çocuklar ve velileri ciddi anlamda mağdur edilmiştir. Üstelik MEB, 2009 yılından bu yana okul öncesi eğitimi zorunlu yapacağını iddia etmekte fakat bu konuda gerekli adımları atmaktan geri durmaktadır. Bakanlığın iki yıl önce okul öncesinde tam gün eğitimi yönetmelik değişliği ile kaldırarak ikili eğitime geçmesi, bu konuda ne kadar samimi olunduğunu görmek açısından önemlidir.
Çocuklarının tam gün okulöncesi eğitim almasını isteyen çok sayıda öğrenci velisi ekonomik koşullarını zorlayarak özel okullara yönelmiş, bazıları çocuklarını MEB’in fiilen yönlendirmeleri ile Diyanet’in, dini vakıf ve cemaatlerin açtığı okulöncesi eğitim kurumlarına göndermiştir. Başbakan’ın okulöncesi eğitimin zorunlu olacağı yönündeki açıklamaları ile MEB’in uygulamaları birbiri ile taban tabana zıt olması dikkat çekicidir.
Okulöncesi eğitimde mevcut okullaşma oranları, derslik ve öğretmen sayısı dikkate alındığında, okulöncesi çağdaki çocukların tam gün zorunlu eğitim alması mümkün değildir. Bu konuda çok ciddi altyapı yatırımları yapılması gerekmekte, okul bahçelerine konteyner yapılarak okulöncesi eğitim sorununu çözme hayallerinden vazgeçilmelidir.
Mevcut Koşullarda Zorunlu Yabancı Dil Eğitimi Mümkün Mü?
Başbakan, 5. Sınıfta sadece Türkçe ve yabancı dil derslerinin verileceğini, dolayısıyla 5. sınıfın ortaokul hazırlık sınıfı haline getirileceğini açıklamıştır. Böylece 5. sınıf dersleri 4. ve 6. sınıflara dağıtılacaktır. Öncelikle belirtmek gerekir ki bu tür köklü değişiklikleri bugünden yarına hayata geçirmek mümkün değildir.
Türkiye, pek çok konuda olduğu gibi yabancı dil eğitimi konusunda da OECD ülkeleri içinde son sıralarda yer almaktadır. 5. sınıfta yabancı dil eğitimi tartışılırken, 2016 itibariyle sadece İngilizce öğretmenliği alanında 14 binin üzerinde öğretmen ihtiyacı bulunmakta, MEB ise her yıl ortalama 1.500 İngilizce öğretmeni ataması yapmaktadır. Yabancı dil eğitiminde mevcut sorunları bile çözmekten uzak olan MEB’in tüm 5. Sınıflarda zorunlu yabancı dil eğitimini hayata geçirebilmesi çok zor görünmektedir.
Yabancı dil eğitimi konusunda İngilizcenin dışında diğer yabancı dillerin de devreye girecek olması, sadece bu alanda on binlerce öğretmen atanmasını gerektirecektir. Bakanlığın öğretmen atama politikasındaki belirsizlik, sözleşmeli öğretmenlik ve mülakat yöntemine yönelik eleştiriler dikkate alındığında, Başbakan’ın sözlerinin tıpkı öncelikler gibi vaat olmaktan ileri gitmesi mümkün görünmemektedir.
Eğitim Sen olarak Başbakan’ı ve MEB’i eğitime ilişkin politika ve hedeflerinde gerçekçi olmaya çağırıyor, tüm toplumu ve geleceğimizi ilgilendiren böylesine önemli bir konuda vaatlerin ilerisine geçilerek somut adımlar atmaya davet ediyoruz.