ZORUNLU HİZMETİÇİ EĞİTİM KURSLARI İÇİN DİLEKÇE
Milli Eğitim Bakanlığı birçok ilde iki haftalık 40 saat süren ders, ek ders görevlerini yerine getirdikleri halde mesai saatleri dışında öğretmenlerin katılmak zorunlu tutulduğu "Kapsayıcı Eğitim Okul, Aile ve Toplum İşbirliği Kursu" düzenlemektedir. Öğretmenlerin ders, ek ders görevlerini yerine getirdikleri halde mesai saatleri dışında herhangi bir ücret almadan bu kursa katılmak zorunlu tutulması Anayasa'nın 18.maddesinde kurala bağlanan angarya yasağının ihlalidir. Bu. nedenle üyelerimiz bu emri veren makama(valilik, il/ilçe milli eğitim müdürlüğü) gönderilmek üzere okul müdürlüklerine dilekçeyle başvurup evrak numarası alarak 657 sayılı yasanın 11 .maddesinin 2.fıkrası uyarınca söz konusu hizmetiçi eğitimi zorunlu tutan emrin mevzuata aykırı olduğunu belirtebilirler. Bu dilekçeye cevap verilinceye kadar üyelerimiz söz konusu hizmetiçi eğitime katılmak zorunda değildir. Söz konusu dilekçeye karşılık emri veren makam üyelerimizin söz konusu hizmetiçi eğitime katılmasında yazılı biçimde ısrar edebilir da cevap vermeyebilir. Dilekçeye cevap verilmediği sürece üyelerimizin söz konusu hizmetiçi eğitime katılmalarına hukuken gerek yoktur. Eğer emri veren makam üyelerimizin söz konusu hizmetiçi eğitime katılmasını yazılı biçimde ısrar ederse üyelerimiz ya hizmetiçi eğitime katılır ve kurs sonunda 40 saat üzerinden ek ders ölçüsünde emri makama maddi tazminat ve/veya manevi tazminat davası açar. Ya da sendikamızın 14.09.2018 tarihli "Angaryayı Reddediyoruz. Mesleğimize Sahip Çıkıyoruz" kapsamında aldığı 14.09.2018 tarihli ve 54 sayılı MYK kararının 1 .maddesine dayanarak söz konusu hizmetiçi eğitime katılmayacağını belirten bir dilekçeyi okul müdürlüğüne vererek bu kursa katılmayabilir.
Okullar Sorunlarla Açılıyor Ama Kararlıyız!
Bu Yıl Öğretmenlerin Ders Yılı Olacak!
2018-2019 eğitim öğretim yılının, başta öğrenciler ve öğretmenler olmak üzere tüm eğitim emekçileri ve veliler için çözüm bekleyen sorunların gölgesinde, her zamankinden daha zor koşullarda açılıyor.
Her ne kadar Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, göreve geldiği günlerdeki açıklamalarıyla toplumun farklı kesimlerinin dikkatini çekmişse de, eğitim alanında yıllardır izlenen politikalarda köklü bir değişikliğe gidilmeyeceği artık açıkça görülüyor.
Kamuda ve eğitimde siyasi ve idari kararlarla hayata geçirilen hukuksuz ihraçlar, açığa almalar, sendikal faaliyetler nedeniyle yaşanan sürgünler, bilime meydan okuyan yeni müfredat, öğrencilerin yarış atı gibi sınavdan sınava koşturması, öğretmenlerin mülakat sınavı ile sözleşmeli istihdam edilerek güvencesiz çalışmaya mahkûm edilmesi, siyasal kadrolaşmanın arttığı, eğitimde farklı dil ve kimliklerin dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin ülkemize ve çocuklarımıza olumlu bir katkı yapması mümkün değildir.
Eğitim emekçilerinin haklarını geliştirebilmenin, çocuklarımızın ve öğrencilerimizin nitelikli bir eğitime ulaşabilmesini sağlamanın yolu bugüne kadar izlenen eğitim politikalarından ciddi bir kopuşu gerektirmektedir. Kaygımız, bu karanlık tablonun daha da derinleşeceğidir. Eğitim sisteminin içine itildiği karanlıktan çıkmasının tek yolu, eğitimde ve toplumsal yaşamda demokratik bir siyasi iklimin sağlanması ve eğitimin kamusal, parasız, bilimsel, laik, nitelikli ve anadilinde örgütlenmesinin sağlanmasından geçmektedir.
Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan ve katlanarak artan sorunlar, MEB’in yayımladığı örgün eğitim istatistiklerine çeşitli yönleriyle yansımış bulunmaktadır. Açıklanan resmi veriler, eğitimin içler acısı durumunu gözler önüne sermekte, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir amacının olmadığı görülmektedir.
Eğitimde siyasal kadrolaşma uygulamalarının yukarıdan aşağıya doğru organize bir şekilde gerçekleştirilmesi, okullarda yaşanan şiddetin artması, eğitim emekçilerine yönelik çeşitli saldırı ve tehditlerin (ihraç, açığa alma, sürgün vb.) sürmesi gibi uygulamalar, tıpkı ülke genelinde olduğu gibi, okullarımızın ve üniversitelerin fiilen kışla ya da cezaevi haline getirilmesine neden olmuştur.
Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine, sınıf mevcutlarından eğitimin laik, bilimsel ilkeler doğrultusunda verilmesine kadar her alanda eğitimin demokratik ve kamusal yönünün geliştirilmesine özen gösterilmelidir. Derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alanında köklü bir değişime gereksinim vardır.
Bizler eğitim ve bilim emekçileri olarak, ne öğrencilerimizin ne velilerimizin ne de eğitim emekçilerinin bu karanlık tabloya mahkum olmadığının bilinmesini istiyoruz. Bu eğitim öğretim yılında da emeğimiz, haklarımız ve öğrencilerimiz için tüm örgütlü gücümüzle sorunlarımızı ve taleplerimizi gür sesle dile getireceğimizin bilinmesini istiyoruz. Kamusal, parasız, demokratik, nitelikli, bilimsel ve anadilinde eğitimin önündeki engellerin kaldırılması için somut adımlar atılmalı, eğitimde ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adımlarına derhal son verilmelidir. Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okul öncesinden üniversiteye kadar bilimin değil, dini inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçilerinin, öğrenci ve velilerle birlikte kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi arttırarak sürdüreceğimiz bilinmelidir. 17.09.2018
Seçil SÖNMEZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
İş yerlerine serbest kılık-kıyafetle gitme eylem kararımız (2018-2019)yenilenmiştir.
Yeni eğitim öğretim yılının başlamasıyla birlikte, daha önce sendikamızın almış olduğu özgür kılık kıyafet eylem kararının devam edip etmediği yönünde sorular gelmektedir.
Sendikamız Eğitim Sen’in tek tipleştirmeye tepki olarak ortaya koyduğu iş yerlerine serbest kılık-kıyafetle gitme eylem kararı yenilenmiştir.
Üyelerimiz, Merkez Yürütme Kurulumuzun 30.06.2017 tarihli kararına dayanarak 1 Temmuz 2018 tarihine kadar iş yerlerine özgür kılık-kıyafetle gidebilecektir.
Serbest kılık-kıyafet tercihinden dolayı hiç bir üyemiz cezai yaptırıma uğramamaktadır.
İş yerlerine serbest kılık-kıyafetle gittiği için sözlü/yazılı müdahaleye maruz kalan üyelerimiz şube hukuk sekreterliğimize başvurabilir.
Şube Özlük ve Hukuk Sekreteri Okan BOLAT 05353473936
Bir Öğretmen Dünyayı Değiștirir…
Değerli öğretmen arkadașım, İlk günlerin heyecanı ya da birikmiș hikâyeleri paylașmanın engellenemeyen arzusu tüm gücüyle sınıflarımıza doldu. Üzerinden yıllar geçse de unutulamayacak anıların kapısı aralandı.
Her birimizin yașamında olduğu gibi șimdi öğrencilerimiz de yıllar geçse de unutamayacakları, kendi yașamlarında örnek alacakları öğretmenleriyle karșı karșıyalar. Yani sevgili meslektașlarım, bir tebessümün, bir kitabın, sevgi dolu bir dokunușun hayatı değiștirecek gücü ellerimizde.
Öğrencilerimize sevgiyle, emekle, fedakârlıkla dokunușlarımız, her kușağın zihninde derin izler bırakıyor. Eğitimin her türlü yapısal sorununa rağmen yaratıcılığını, potansiyelini desteklediğimiz öğrencilerimizin yașantısında; eșitlikten, barıștan, laiklikten, özgürlükten, insandan ve emekten yana aydınlık nesillerin yetișmesinde katkımızın olduğunu görmenin mutluluğunu yașıyoruz.
Ancak mesleğimizi hakkıyla yerine getirmeye çalıșırken bizlere öğretmenliği değil, kapı kulu olmayı dayatan uygulamalara maruz kalıyoruz. Yașanan ihraçları, sürgünleri, haksızlıkları sineye çekmemizi isteyenler, her an ișten çıkarılma kaygısıyla yașamayı bizlere reva görenler, hukuksuz uygulamalar karșısında susmamızı telkin edenler bugünümüze ve yarınımıza ipotek koyuyor, geleceği ellerinden alınan kușaklar yetiștirmelerine sessiz kalmamızı istiyor.
Sevgili Meslektașım,
Yüzbinlerce ataması yapılmayan öğretmene; aynı iși yapmamıza rağmen örülen duvarlarla birbirinden sözleșmeli, ücretli, kadrolu denilerek ayrıștırılan öğretmenlere; eğitim hizmetinin yok sayılan, görülmeyen emekçileri hizmetli, idari ve teknik personele de aba altından sopa sallanıyor.
Özveriyle yürüttüğümüz mesleğimiz ve emeğimiz her gün daha fazla itibarsızlaștırılıyor. Ekonomik kayıplarımız had safhaya çıktığı; zamlarla, artan enflasyon ve vergilerle hayat pahalılığının geçinmemizi zorlaștırdığı ve sadece çalıșabiliyor olmanın kendisinin lütufmuș gibi sunulduğu günleri yașıyoruz.
Haklarımızın ve gelirlerimizin her gün daha fazla eksilmesi; eğitim sisteminin içinden çıkılması güç sorunlarla karșı karșıya kalması yetmezmiș gibi șimdi de sorunun muhatap ve sorumluları bizlere sosyal medyadan sanal umutlar dağıtıyor. Bizler kendimizi değerli ve güvende hissetmek isterken, sesimiz ve taleplerimiz görmezden geliniyor.
İyi Dersler Öğretmenim…
Güvencesiz istihdamın kalıcı istihdam biçimine dönüștürüldüğü, mesleğimizin itibarsızlaștırıldığı, yarınımız ne olacak kaygısıyla yașamak zorunda bırakıldığımız bir dönemde tek tek serzenișlerimizle sesimizi, taleplerimizi duyuramayacağımızı bilmek için kâhin olmamıza gerek yok.
Bizler, sorunların ve umudun iç içe geçtiği bir mesleği icra etmenin getirdiği gücün farkında olmalıyız. Sorunlarımızın karșısında karalar bağlamanın da sorunlarımızın bizatihi yaratıcıları tarafından bir gün çözüleceğini beklemenin de bizlere bir yararının olmadığını görmeliyiz.
Peki, ne yapmalıyız? Eğitim emekçileri olarak sorunlarımızın çözümünü ancak birlikte üretebileceğimiz gerçeğiyle hareket etmeliyiz. Emeğimizi sahiplenmek, haklarımızı geliștirmek ve geleceğe güvenle bakabilmek için el ele vermeliyiz. Bizleri ayrıștırmak isteyenlere, angarya dayatmalarına, eğitimi sorunlar yumağına dönüștürenlere karșı güvenceli iș, güvenli gelecek talebimizde ısrarcı olmalıyız. Kısacası taleplerimiz etrafında yan yana durmalı, bir arada tutum geliștirmeliyiz.
Bunları ve daha fazlasını ancak örgütlü gücümüzle, birlikte bașarabiliriz…
Ders verme sırası bizlerde! İyi dersler öğretmenim!
Eğitim Sen Genel Bașkanı
Feray Aytekin Aydoğan
Bugün resmi gazetede yayınlanan, 12 Eylül 2018 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile üniversitelere ağır bir darbe indirildi.
Söz konusu kararnamenin 12 Eylül’e denk gelmesinin sembolik anlamı bir yana, norm kadro uygulamasının içerdiği tasfiye mantığı 12 Eylül ruhunun diriliğini göstermektedir.
Kararname ile öğretim elemanı kadrolarına YÖK tarafından 60 gün içerisinde çıkarılacak norm kadro yönetmeliğince atama yapılacağı ve yönetmelik yayınlanana kadar yükseköğretim kurumlarının atama yetkisini kullanabileceği düzenlenmiştir.
Bu düzenlemenin anlamı, yönetmelik hazırlanana kadar üniversitelerin atamalarını, dolayısıyla kadrolaşama çabalarını hızlandırması ve hazırlanan yönetmelik sonrasında da çok sayıda öğretim elemanının norm kadro fazlası ilan edilmesidir.
Bilindiği üzere norm kadro uygulaması, piyasacı bir mantığı, yani maliyet ve verimlilik arasındaki ilişkiyi temel almaktadır. MEB uygulamalarından çok iyi bildiğimiz norm kadro düzenlemesi, maliyetleri düşürüp, verimliliği artırmayı hedefleyen ve emekçilerin özlük haklarında tahribatlar yaratan bir içeriğe sahiptir.
Dolayısıyla AKP’nin üniversiteler üzerinde yürüttüğü tasfiye politikasıyla birlikte bu düzenleme ele alındığında, norm kadro fazlası olacak öğretim elemanlarının sözleşmelerinin yenilenmemesi, doçent ve profesör kadrolarındaki bilim insanlarının rotasyon ya da geçici görevlendirme adı altında sürgün edilebilmesinin önünün açılacağı açıktır. Üstelik akademik teşvik sistemi ve akademik yükselme kriterleri ile birlikte öğretim elemanlarının puan avcısına dönüştürüldüğü bir sistemde, norm kadro uygulamasının sadece iş güvencesini değil, siyasi iktidarın makbul gördüğü bilginin üretilmesini ve haliyle makbul üniversitenin inşasını hedeflediği de açıktır.
Özetle, üniversiteler norm kadro uygulamasının siyasi iktidar tarafından makbul görülmeyen akademisyenlerin tasfiyesini, bununla birlikte de yeni rejimin yeni üniversitelerini makbul kadrolarla inşa etmeyi amaçlayacağı bilinmelidir. Üstelik aynı kararname ile cumhurbaşkanı tarafından atanacak rektörlerde “en az üç yıl profesörlük yapmış olma” şartındaki “üç yıl” kriteri de kaldırılmıştır. “Üç yıl” kriterine dahi tahammül edilememesi, siyasi iktidarın arzularının önüne geçecek küçücük sınırlamayı dahi kabul etmediğini gözler önüne sermektedir.
Eğitim Sen olarak, öğretim elemanlarının haklarına darbe indirecek norm kadro uygulamasını, üniversitelerin saray vesayetine bağlanmasını, bilim özgürlüğünün ve üniversitelerin kurumsal özerkliğinin yok sayılmasını kabul etmiyor, örgütlü gücümüzle gerekli adımları atacağımızın bilinmesini istiyoruz.
Milli Eğitim Bakanlığı Kurum Açama, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliği’nde 10 Eylül 2018 tarihinde yapılan değişiklikler ve arkasından başlayan tartışmalar sonucunda, siyasi iktidarın eğitim politikalarına yön veren yaklaşım yeniden görünür hale geldi. İlgili yönetmeliğin 7. maddesinin 11. fıkrasının yönetmelikten çıkarılması karma eğitimle ilgili yeni bir adım atılıyor kaygısı yarattı. Madde 7-(11) Çok programlı Anadolu lisesi, mesleki ve teknik eğitim merkezi ve mesleki eğitim merkezinde karma eğitim yapılır. Bu maddenin çıkarılmasının ardından MEB tarafından yapılan açıklamada, söz konusu değişikliğin bir yargı kararının gereği olarak yapıldığı ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 15. maddesinin karma eğitimle ilgili bir düzenleme içermesinden kaynaklı, ayrıca yönetmelikte yer verilmesine gerek olmadığı ifade edildi. MEB açıklamasında ayrıca karma eğitimin kaldırılmasına dönük bir çalışmalarının olmadığını da belirtti.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise ”Bakanlığımız bu konuda açıklama yaptı. Bir mahkeme kararına istinaden bir düzenleme yapıldı. ‘Karma eğitim kaldırılıyor’ gibi propagandaya dönüştürüldü. Karma eğitim olduğu halde devam ediyor. Karma eğitimin ortadan kaldırılması gibi bir şey söz konusu değil. Fakat belli okullarda kız-erkek ayrımı şeklinde eğitim verilmesine imkân sağlayan bir karar da var ortada. Burada tercihlerin daraltılması değil çoğaltılması söz konusu. Demokratik toplumlarda aslolan vatandaşın bu tür taleplerini karşılayacak seçeneklerin arttırılmasıdır. Hiç kimse, hiçbir veliye karmaya ya da olmayana göndermek zorundasın diye bir şey empoze etmiyor. Ama alternatifleri sunuyoruz. Devletin yapması gereken de budur.” diyerek tartışmayı ayrı bir boyuta taşıdı.
1739 sayılı yasanın 15. maddesi “Okullarda kız ve erkek karma eğitim yapılması esastır. Ancak eğitimin türüne imkân ve zorluklara göre bazı okullar, yalnızca kız veya yalnızca erkek öğrencilere ayrılabilir.” şeklindedir. Yasa açıkça karma eğitimin temel olduğunu vurgulamakta ancak ikinci bölümde ifade edilen tür, imkan ve zorluklar bölümü kullanarak çok sayıda Anadolu lisesi ve Anadolu imam hatip lisesi sadece kız öğrenciler için açılmaktadır. Söz konusu yönetmelikte MEB hangi okul türlerinin, hangi imkan ve zorluklara göre sadece kız veya erkek öğrencilere ayrılabileceğine dair bir düzenleme yapmayarak karma eğitim dışı uygulamaların önünü açmaktadır. Herhangi bir düzenleme yapılmamış olması istenen her okulun karma eğitim dışına çıkarılmasına olanak sağlamaktadır.
10 Eylül 2018 tarihinde MEB tarafından yapılan ise hakkında düzenleme yapılmış olan üç okul türüne dair maddeyi kaldırarak bu okulları da aynı keyfiyet torbasına dahil etmesidir. Bu okullarla ilgili yönetmelikte açıkça “…karma eğitim yapılır.” ibaresi bulunduğu için bu okullar karma eğitim dışına çıkarılamamış idi. Yapılan değişiklikle, bu okullarda “görülen lüzum” üzerine sadece kız veya sadece erkekler için ayrılabilecek. MEB yaptığı açıklamada samimi olsaydı, bu maddeyi çıkarmak yerine maddeyi 1739 sayılı yasanın 15. maddesine uygun hale getirir ve “Tüm kademelerdeki eğitim kurumlarında karma eğitim esastır.” şeklinde düzenlerdi. Bu nedenle maddeyi yasaya uygun şekilde düzenlemek yerine, madde metnini olduğu gibi yönetmelikten çıkarmak karma eğitim dışı uygulamalara engel olabilecek düzenlemelerin kaldırılması olarak yorumlanmalıdır.
Karma eğitim ile ilgili tartışmalar planlı şekilde sürdürülmekte ve karma eğitimin zararlarına dönük akıl, bilim dışı düşünceler yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Yaşamın kendi doğallığı, toplumsal işbölümü ve evrensel çocuk hakları ve eğitim bilimi dikkate alındığında karma eğitimden vazgeçmenin olası ve doğru olmadığı görülmektedir. Tüm bunlara rağmen karma eğitim dışı uygulamalarda ısrar etmenin “çocuğun okuyacağı okulun türünü seçme özgürlüğü” ile açıklanamayacağı da ortadadır.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın tarafından yapılan açıklama ise asıl niyetin karma eğitim dışı pratiklerin artırılması ve eğitimde yaşanan gerici dönüşümün sürdürülmesi olduğunu göstermektedir. İnşa edilmekte olan yeni rejim için eğitim kurucu bir işleve sahiptir. Bu işlevin istendiği şekilde yerine getirilmesi için ise eğitimin piyasa ile uyumlu ve aynı zamanda da siyasi iktidarı her gün yeniden üreten şekilde işlemesi hedeflenmiştir. Bu nedenle karma eğitim dışı pratiklerin artırılması ile beraber aynı zamanda akademik eğitim alan öğrenci sayılarının baskı altında tutularak, öğrencilerin çoğunluğunun imam hatip okullarına ve meslek okullarına yönlendirilmesi hedeflenmiş ve tüm mevzuat bu hedefe uygun olarak düzenlenmeye çalışılmıştır. Söz konusu yönetmelik bu nedenle ortaöğretim genel müdürlüğüne bağlı okulların açılmasını katı kurallara bağlayarak zorlaştırırken, imam hatip okulları ve meslek liselerinin çoğunluğunun açılmasında adeta hiçbir şart aramamaktadır.
Siyasi iktidar velilere ve öğrencilere imam hatip okullarını işaret etmekte, öğrencilerin bu okullara gitmelerini istemektedir. Ancak yapılan bu çağrı genel olarak kabul görmemekte, yapılan tüm yönlendirme, özendirme ve kimi zaman örtülü zorlamalara rağmen öğrenciler tercihlerini bilimden, sanattan ve spordan yana yapmaktadır. MEB öğrencilerin tercihleri ortada olmasına rağmen, fen, sosyal bilimler, Anadolu, güzel sanatlar ve spor liselerinin açılmasını ve kontenjanlarını sınırlandırmaktadır. Oysa yapılması gereken öğrencilerin ilgi, istek, tercih ve gereksinimleri ile uyumlu bir okullaşma politikasını yaşama geçirmek olmalıdır.
Kurulduğu günden bu yana laik, bilimsel, kamusal, anadilinde, eşit ve ücretsiz eğitim hakkını her koşulda savunmuş olan Eğitim Sen, tüm öğrencilerin eğitim hakkının hiçbir engel olmadan kullanılmasını savunmaktadır. Karma eğitim ile ilgili tartışmaların kendisi pedagojik ve bilimsel temellerde değil, siyasal referanslarla tartışılmakta ve bunun olumsuz sonuçlarına da öğrencilerimiz katlanmak durumunda kalmaktadır. Bu nedenle önümüzdeki dönemin en temel önceliklerinden birini de eğitim alanında yaşanan gerici ve piyasacı dönüşüme karşı çıkmak ve tüm öğrencilerin istedikleri okul türünde ve okulda eğitim almasını sağlamak oluşturmaktadır.
30 AĞUSTOS
Emperyalizme karşı verilen mücadelenin sonucunda; bağımsız, laik, demokratik ve eşit yurttaşlık üzerine kurulacak cumhuriyetin habercisi olan zaferdi. Sadece bizim için değil, ezilmiş, sömürülmüş tüm dünya halklarının umuduydu 30 Ağustos. EĞİTİM SEN olarak bu onurlu mücadelenin önderi Mustafa Kemal ATATÜRK ve Kurtuluş Savaşının isimsiz kahramanlarına saygı ve şükranla 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyoruz.
Şakirpaşa Anadolu Lisesinde üyemiz Nesrin ŞAH vefat etmiştir. Başta ailesi, dostları olmak üzere tüm eğitim ve bilim emekçilerine başsağlığı diliyoruz.
Şube Yürütme Kurulu
Dahası...
Ortaöğretime geçiş sisteminde yapılan değişiklik ve öğrencilerimizin karşı karşıya olduğu durumun kabul edilebilir hiçbir yönü yoktur. Pek çok gerekçe ile kaldırılan TEOG yerine getirilen bu yeni sistem vaat edilen hiçbir hususu gerçekleştirememiş, aksine çocuklarımızın hayallerini, beklentilerini, geleceklerini olumsuz şekilde etkileyerek, derin bir belirsizliğe sürüklemiştir. 30 Temmuz 2018 tarihinde açıklanan yerleştirme sonuçları ise tüm öğrenci ve velilerde kaygı, hoşnutsuzluk, belirsizlik oluşturmuştur. Açıklanan sonuçlar öğrencilerde ve velilerde tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır.
Eğitim Sen olarak bizlerin de sık sık vurguladığı ve yerleştirme sonuçlarının açığa çıkardığı en önemli husus, öğrencilerin tercihlerinin ve yönelimlerinin akademik eğitim almaktan yana olduğudur. Yerel yerleştirme sonuçlarına göre Anadolu liselerinin doluluk oranı % 95,1; mesleki ve teknik Anadolu liselerinin doluluk oranı % 55,5, Anadolu imam hatip liselerinin doluluk oranı % 52,3 olmuştur. Bu veriler dahi MEB’in okullaşma politikasının neden şu an olduğu gibi olmaması gerektiğini açığa çıkarmaktadır. Bakanlığın yapması gereken öğrencilerin ilgi, istek, gereksinim ve tercihlerine dayalı bir okullaşma politikası oluşturmaktır. Bunu yapmak yerine, okullaşmayı siyasi iktidarın kendini yeniden üretebilmesinin aracı olarak kurgularsanız işte bugünkü tablo karşınıza çıkar.
Yukarıda ifade edilen duruma bir de “Yerleştirme Kılavuzu” aracılığı ile aynı okul türünden en fazla üç tercih yapma sınırı eklendiğinde durum daha da vahimleşmektir. Yerel yerleştirme sonucunda yerleşmeyen öğrenci sayısı 91.687’dir. Bu sayıya 4. ve 5. tercihine yerleşen 92.010 öğrenci de eklendiğinde öncelikle tercih ettiği lisede okuma şansını baştan kaybetmiş 183.697 öğrenciden bahsetmek mümkündür. Bunların 21.070 tanesi boş kalan Anadolu liselerine yerleşse dahi geriye 162.627 öğrenci kalmaktadır. Öncelikle hiç yerleşemeyen 91.687 öğrenci “Nakil ve Yerleştirme Komisyonu” tarafından, tercihleri dahi alınmadan boş kontenjanlara yerleştirilecektir. Öğrencilerin iradesini yok sayarak yapılacak olan bu yerleştirme çocuk haklarına da insan haklarına da aykırıdır.
Yerleştirme sonuçları dikkatle incelendiğinde ortaya çıkan bir diğer sonuç ise “merkezi yerleştirme” ile yerleşen 127.480 öğrencinin toplam merkezi yerleştirme tercihi yapan 437.070 öğrenciye olan oranının % 29,1 olmasıdır. Diğer bir ifade ile merkezi olarak yerleşmek isteyen öğrencilerin %70,9’u tercihlerinden birine yerleşememiştir. Bunlardan kaçı yerel yerleştirmede istediği bir okula yerleşmiş veya hiç yerleşememiştir? Bu konu ile ilgili MEB bir bilgi açıklamamıştır. Bu durumda bulunan 309.590 öğrencinin zorunlu olarak yerel yerleştirme tercihinde bulunduğu dikkate alındığında, rakamların ne kadar yanıltıcı olabileceği gerçeği ile karşılaşmaktayız.
2017-2018 eğitim-öğretim yılında 8. sınıfta okuyan toplam öğrenci sayısının MEB eski Bakanı İsmet Yılmaz tarafından ortalama 1.180.000 olarak açıklandığı ve yerel yerleştirmeye toplam 1.017.891 öğrenci başvurduğu dikkate alındığında, başvuru yapmayan 162.109 öğrencinin büyük bir bölümünün tercihinin baştan özel okullar olduğu ortaya çıkmaktadır. Ortaöğretime geçiş sisteminde değişiklik tartışmalarının başından bu yana yapılan uyarılar maalesef doğru çıkmış, yaratılan kaygı ve belirsizlik ortamı özel okulların kontenjanlarının dolmasına hizmet etmiştir.
MEB yaşanan bunca soruna seyirci kalmamalı ve hızla adım atmalıdır. Öncelikle öğrencilerin tercihlerinin akademik eğitim almaktan yana olduğu gerçeğinden hareketle okulların kontenjanlarının artırılması sağlanmalıdır. ”Yerleştirme Kılavuzu” ile tercihe getirilen sayı ve okul türü sınırlandırılması kaldırılarak, öğrencilere yeniden tercih hakkı verilmelidir. Tek bir öğrencinin bile istemediği bir okul türüne gitmesine izin verilmemelidir.
Yerleşemeyen veya yerleştiği okuldan başka bir okula geçmek isteyen öğrencilerin tercihlerini sağlıklı şekilde yapabilmeleri için okulların açık olan kontenjanları ilan edilmelidir. Ayrıca “Öğrenci Nakil Ve Yerleştirme Komisyonu” tarafından 10-14 Eylül 2018 tarihleri arasında hiçbir ortaöğretim kurumuna yerleşememiş öğrencilerin başvuruları alınacaktır. Yayınlanan takvime göre bu başvuruların sonucunda yerleştirme işlemlerinin 16 Eylül 2018 tarihine kadar sonlandırılması gerekmektedir. “Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği” başvuru ve yerleştirme işlemlerinin öğrencilerin tercihlerine göre yapılmasını düzenlerken, “Ortaöğretime Geçiş, Tercih ve Yerleştirme Kılavuzu” öğrencilerin tercih hakkını yok saymaktadır. Yönetmelik ile tanınan bir hakkın kılavuz ile sınırlandırılması hukuken mümkün değildir. Aksi durumda öğrenciler kendilerinin değil, komisyonun tercih ettiği okullara yerleşmek zorunda kalacaklardır. Bu durum eğitim hakkının engellenmesi anlamına gelir.
En önemlisi ise öğrencilerin ilgi, istek, tercih ve gereksinimlerini yok sayan bu “Ortaöğretime Geçiş Sistemi Uygulamasının ” derhal sonlandırılması ve her öğrencinin istediği okul türünde ve okulda eğitim almasına olanak sağlayacak bir sistemin inşası için tartışma başlatılmasıdır.
Ancak bu ağır sorunların altından MEB’e yapılan çağrılarla kalkılamayacağı da ortadadır. Yaşanan bu vahim durum ve öğrencilerimizin mağduriyeti biz eğitim emekçilerine, öğrenci velilerine, eğitim alanında çalışma yürüten tüm kitle örgütlerine, derneklere, vakıflara ve diğer kesimlere ağır sorumluluklar yüklemektedir. Öncelikle yapılması gereken yaşanan mağduriyetleri kayıt altına almak ve kamuoyunun bilgilendirilmesini sağlamaktır. Bu nedenle tanık olduğunuz, sizlere iletilen tüm soru ve sorunları bizlere iletin. Emin olun ki Eğitim Sen sonuna dek bunların takipçisi olacaktır.
Yapılması gereken tüm mağdurların ve yaşananlardan hoşnut olmayanların, itirazı olanların, başka bir dünya mümkün diyenlerin yan yana gelerek bu olumsuzluğa dur demesi ve çocuklarımızın çıkaramadığı ses olmasıdır. Çocuklarımızın düşleri ve umutları için sorumluluk bizdedir, hepimizdedir.
*Açıklamada kullanılan tüm sayısal veriler MEB tarafından 30.07.2018 tarihinde yapılan basın açıklamasından alınmıştır.
http://www.meb.gov.tr/basin-aciklamasi/haber/16884/tr
AĞITLARIMIZ, GÖZYAŞIMIZ, ACILARIMIZ VE ÖFKEMİZLE YOĞRULAN ADALET MÜCADELEMİZ HİÇ BİTMEYECEK!
10 Ekim Ankara katliamının karar duruşması 31 Temmuz-2 Ağustos 2018 tarihleri arasında Sincan Cezaevi Kampüsü Mahkeme Salonunda gerçekleştirilecek. Öncelikle kaybettiğimiz güzel insanları, mücadele arkadaşlarımızı, hasretle ve saygıyla anıyoruz.
DİSK-KESK-TMMOB ve TTB tarafından 10 Ekim 2015’te düzenlenen “Emek, Barış Ve Demokrasi Mitingi”ne yönelik saldırıda 103 arkadaşımız hayatını yitirdi. 500’e yakın arkadaşımız ise yaralandı, çok sayıda arkadaşımız farklı organ kayıplarına uğrayarak hayatlarını devam ettiriyor.
Katliamın milyonların ruhunda, yüreğinde yarattığı yaralar ise hala geçmedi.
Evet acımız tarifsiz, hasretimiz derin. Öte yandan öfkemiz de büyük.
Öfkemiz büyük çünkü, 2012 yılından beri emniyet tarafında izlenen ve kimlikleri bilinen katiller itiraf edildiği gibi “kendilerini patlatmadan” yakalanmamıştır”.
Öfkemiz büyük çünkü, emniyet canlı bomba saldırısı istihbaratı nedeniyle polisin kendini korumasını istemiş ancak bu istihbaratı mitingin tertip komitesinden, mitinge katılan on binlerden gizlemiştir.
Öfkemiz büyük çünkü, pimi çekenler (diğer mitinglerimizin aksine) polisin yol uygulamasına ara verdiği saatlerde Ankara’ya giren adı, sanı, eşgali bilinen kişilerdir.
Öfkemiz büyük çünkü, bombaların patlatılmasının ardından yüzlerce yaralının olduğu alana ambulanslardan önce gelen TOMA’lar ve zırhlı araçlar gaz bombası atarak yaralı arkadaşlarımızın nefeslerini kesmiş, sağlık ekiplerinin müdahalesini zorlaştırmış, ölü sayısının artmasına neden olmuştur.
Öfkemiz büyük çünkü, katliamın ardından yapılan cenaze törenleri, anma törenleri de hedef alınmış, acımız ve öfkemiz plastik mermilerle, gaz bombalarıyla, soruşturmalarla bastırılmak istenmiştir.
Öfkemiz büyük çünkü, Bizim acımız ve öfkemiz şiddetle bastırılmak istenirken, dönemin başbakanı “Saldırının ardından oylarımız yükseliyor” diyerek bu saldırıdan siyasi kazançla çıktıklarını ifade edebilmiştir.
Öfkemiz büyük çünkü, devlet en tepesinden alelacele yapılan açıklamalarda katliamın bir çok örgüt tarafından ortak gerçekleştirilen “kokteyl terör” eylemi olduğunu iddia edilmiş, ancak soruşturma ve mahkeme sürecinde bu konuda hiçbir bulgu olmadığı açığa çıkmış, bu açıklamanın devletin soruşturmayı saptırma/bulandırma amacı taşıdığı netleşmiştir.
Öfkeliyiz çünkü, katliama göz yuman, soruşturmayı bulandıran, sorumluluğu bulunan hiçbir kamu görevlisi yargılamaya dahil edilmeyerek devletin sorumluluğunun üstü örtülmüştür. Müfettiş raporlarına ve Ankara Bölge İdare Mahkemesi’nin kararına rağmen sorumluluğu bulunan kamu görevlileri hukuksuz biçimde korunmuştur. Aynı devlet 10 Ekim katliamına ilişkin haber yapan gazeteciler, katliamı protesto eden yurttaşlar ve avukatların ifadelerini almış, haklarında ceza istemiyle davalar açmıştır. Duruşmalarda “katliam” tanımını bile duymak istememişlerdir.
Öfkeliyiz çünkü, tüm delillere, dosyaya sunulan bilimsel görüşlere rağmen sanıkların insanlığa karşı suç yönünden cezalandırma talebimiz göz ardı edilmiştir. Katliamla ilişkili, yöneticilik konumunda olan sanıkların bir kısmı için sadece üyelikten ceza talep edilmiştir.
Öfkeliyiz çünkü, 23 ay 50 celse Sıhhiye Adliyesinde görülen dava, karar duruşması olması beklenen duruşma için Sincan’a kaçırılmıştır. Soma katliamı davasının karar duruşmasının siyasi hesaplarla ertelenmesinin ardından, işçileri göz göre göre ölüme gönderenlere verilen ödül gibi cezalar henüz hafızalardayken, 1o Ekim katliamının karar duruşmasının Sincan’a kaçırılması manidardır.
Bu davayı savcılığın oldukça eksik ve kabul edilemez mütalaasındaki bu haliyle kapatmaya çalışanlar bilsinler ki, ağıtlarımız, gözyaşımız, acılarımız ve öfkemizle yoğrulan adalet mücadelemiz hiç bitmeyecek! Katliamın tüm sorumluları yargılanana ve hak ettikleri cezayı alana kadar bu dava sürecek!
Yitirdiğimiz arkadaşlarımızın bizlere bıraktığı en değerli emanet olan emek, barış, demokrasi mücadelesini de hep beraber, kol kola omuz omuza büyütmeye kararlıyız. Er ya da geç, katiller kaybedecek; emek kazanacak, demokrasi kazanacak, barış kazanacak!
KESK Adana Şubeler Platformu
Seçil SÖNMEZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Çocuklarımızın Düşleri İçin Çocuk Katillerinin Peşindeyiz!
Ülkemizde 16 yıldır artarak devam eden Şiddet vakalarının devam etmesi toplumsal bir sorun haline gelmiştir. Bu sorunların ana sebebi ülkemizdeki eğitim sisteminin yozlaştırılmasıdır. Eğitimsiz ve dar gelirli toplumların yaşadıkları sıkıntılar kendisini taciz ve şiddet vakaları olarak göstermektedir.
Çocuklarımız geleceğimizdir ve bizler geleceğimize sahip çıkmak zorundayız.
Türkiye’de günde 32 çocuğun kaybolduğunu, TÜİK verilerine göre 2008-2016 yılları arasında kaybolan çocuk sayısının 104 bin 531’dir. Kadına ve çocuğa yönelik cinsel istismar ve şiddet vakaları son 16 yılda artarak devam eden toplumsal bir sorun haline gelmiştir. Bu suçlar cinsel edim değil şiddet eylemleridir.
Ülkemizde yaşanan şiddet olaylarının ve artan istismar vakalarının tesadüf olmadığı ortadadır; Bu süreçte Çocuk yaşta evliliklere izin verildi. 4+4+4 eğitim sistemine geçildi. ‘Bir kereden bir şey olmaz’ denildi. Diyanetin ve iktidar tarafından itibar gösterilen dini vakıf yöneticilerinin çocuğu ve kadını meta gören anlayışların uzantısıdır.
Sevgili mücadele arkadaşlarım bugün burada çocuklarımızın düşleri için toplandık, bugün burada çocuklarımız öldürülmesin diye toplandık, çocuklarımız büyüyebilsin diye toplandık. Ancak bunlardan sonra çocuklarımıza iyi bir gelecek kurma mücadelesini verebileceğiz. Ancak bundan sonra çocuklarımızın gönencine, çocuklarımızın üstün yararını odağına alan çocukların kendilerini gerçekleştirebilecekleri özgür bireyler olarak büyümesini sağlayabilen politikaları konuşabileceğiz çünkü çocuklarımız kaçırılıyor, çocuklarımızı öldürüyor, tacize ve tecavüze maruz bırakılıyor.
Son 10 yılda cinsel istismarda yüzde 700 artış var AKP iktidarında. Açılabilen 40 bin davanın sadece 13 bininde mahkûmiyet kararı çıkmış ve bu mahkûmiyet kararları çoğunlukla kravat taktı diye iyi hal indirimiyle sonuçlanıyor. Düşünebiliyor musunuz cezasızlık ve sorumsuzluk, hükümetin politikaları çocuklarımızın hayatlarını çalmaya devam ediyor.
Ensar’da 41 çocuğa tecavüz edildiğinde bir kadın bakan çıkıp ne dedi? Bir kereden bir şey olmaz, bir kerelik bir şey o kurumu karalamaya yetmez dedi. Arkasından Adıyaman geldi, Kilis geldi, Dikili geldi. Her yerde çocuklarımız tacize, tecavüze uğramaya devam ediyor. Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi’ndeki olay hala hafızamızda. O olayda istismarcıları bulmak, cezalandırmak yerine istismarı ortaya çıkaran çalışan cezalandırıldı. Pozantı Cezaevi’nde istismara uğrayan çocuğu haber yaptı diye bir gazeteciye dava açıldı. İstismarı gerçekleştirenler değil istismarı ortaya çıkaran, önlenmesini talep eden ve istismara karşı mücadele edenler cezalandırılıyor.
Ensar Vakfı ile ilgili verilen soru önergesi red edildiğinde yüzlerindeki o pişkin gülümseme hepimizin hafızasında. Çocuk istismarının önlenmesi için verilen araştırma önergeleri, araştırma komisyonu kurulması önergeleri, soru önergeleri, kimin oylarıyla red edildi? AKP milletvekillerinin oylarıyla.
9 yaşındaki kız çocukları evlendirilebilir diyen Diyanet yetkilileri fetvalarıyla hala çocukların, kadınların hayatlarını karartmaya devam ediyor. Birkaç ay önceki bütün bu olayları üst üste koyduğunuzda bunun tesadüf olmadığını zaten biliyoruz ama sizi biraz geriye götürmek istiyorum, 2009 yılında milli eğitimin orta öğretim kurumlarıyla ilgili yapılan bir yönetmelik değişikliği ile çocuk yaşta evliliklere izin verildi. 2012’de yapılan bir değişiklikle evlenen çocukların, zorla evlendirilen çocukların açık liselere yönlendirilmesi değişikliği getirildi, yine 2012 yılında 4+4+4 sistemine geçildi, çocuk evlilikleri arttı, kız çocukları okuldan çekildi. Kız çocukları artık okula gidemez duruma getirildi, zorla evlendirildi.
İşte bu tam da AKP’nin yaslandığı çocuğu meta gören, kadını sadece toplumun ve onları yeniden üretilmesini sağlayacak bir meta anlayışın uzantısıdır. Biz bu anlayışı red ediyoruz.
Çocuklar bireydir, çocuklar hakları olan bireydir, 18 yaş altı her birey çocuktur. Fakat AKP ne yaptı? Cinsel ilişki rıza yaşını 15’e çektiği yetmedi, Anayasa Mahkemesi kararı ile onu da 12’ye indirmenin yolunu açtı. 12 yaşındaki çocukların altında cinsel istismara uğrayanların daha ağır cezalandırılması demek 12 yaşın rıza yaşı kabul edilmesi demektir. Biz bu politikaların hepsine karşıyız. Fetvalarıyla, yasalarıyla, söylemleriyle bütün bu durumları meşrulaştıran çocuk istismarını arttıran hükümet yetmedi bizim müftülük yasası olarak adlandırdığımız yasayı meclisten geçirdi. Bundan sonraki her çocuk istismarını meşrulaştırdı. Hükümetin bundaki payı çok açıktır.
Gelelim hadım tartışmasına, gelelim idam tartışmasına. Yaşam hakkı devredilemez, vazgeçilemez en temel insan hakkıdır ve bir cezalandırma konusu asla ve asla olamaz, gündemden derhal düşürülmelidir.
Asıl olan ideolojik, politik, kültürel sosyo-ekonomik koşulları ortadan kaldırmaktır istismara yol açan, bu koşullar neler? Ataerkil, erkek egemen zihniyet ve kapitalizm. Bizim mücadelemiz de öncelikle ataerkile, erkek egemen zihniyete, kapitalizme karşı olmalıdır. Önleyici tedbirler alınmalıdır. 18 yaş altındaki her birey çocuk kabul edilmeli, bütün mevzuat buna uygun düzenlenmelidir. Ve önleyici tedbirler, çocuk haklarının ihlalini izleme merkezleri oluşturulduğu gibi her şekilde sivil toplum kuruluşlarıyla, sendikalarla, çocuk dernekleriyle, ortak bir çalışma yürütülmelidir. KHK’lerle çocuk haklarını gündem yapan kurumlar kapatılmamalıdır. KHK’lerle toplum susturulmamalıdır, demokratik tepkilerimizi dile getirmeye devam etmek durumundayız. Eğitimdeki gerici uygulamalar derhal son verilmelidir. Hastanelerde, eğitim kurumlarında haremlik-selamlık uygulamaları ortadan kaldırılmalıdır. Çocuklarımızın mutluluğunu, hayallerini, gönencini, kendini gerçekleştirebilecekleri koşulları odağına alan politikalar geliştirilmelidir.
Sınavlarla çocuklarımızın geleceğini imam-hatipleştirmeye, imam-hatiplere teslim etmeye çalışıyorlar, yetmiyor protokollerle dinci-gerici vakıf-cemaatler eliyle, TÜRGEV’i, ENSAR’ıyla çocuklarımızın üzerinde zorbaca dinci-gerici bir iktidar kurmaya çalışıyorlar. Buna karşı mücadelemizi sonuna kadar devam ettireceğiz. Önleyici politikalar hayata geçirilene, çocuk istismarına, tacize, tecavüze, kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddete yol açan bütün koşullar ortadan kaldırılıncaya kadar ataerkine, erkek egemen sisteme ve kapitalizme karşı mücadelemizi yılmadan sürdüreceğiz.
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Seçil SÖNMEZ
Eğitim Sen Şube Başkanı
Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçen Sivas Katliamı’nın üzerinden 25 yıl geçti. 25 yıldır hiç durmadan kanayan yaramız olan Sivas Katliamı’nı bugün bir kez daha lanetliyoruz. Sivas Katliamı, 25 yıldır temel insani değerlerini yitirmemiş herkesin yüreğini acıtmaya devam etmektedir.
Geçmişte Çorum’da, Maraş’ta yaşanan vahşetlerin bir devamı olarak gerçekleşen Sivas Katliamı, ülkemizin ve halklarımızın umudu ve aydınlık geleceği aydın, yazar ve sanatçıların da içinde olduğu 35 insanın ırkçı-gerici ve derin güçlerce katledilişiyle sonuçlanmıştı. Sivas Katliamı, tıpkı Malatya, Maraş, Çorum, 1 Mayıs 77, Beyazıt, Gazi katliamları gibi karanlıkta bırakılmış, arkasındaki güçler kasıtlı olarak ortaya çıkarılmamıştır. Sivas’ta saldırganların engellenmemesi, katliamın üstünün örtülmesi ve sadece birkaç kişinin göstermelik cezalar alması, geçmişte yaşanan benzer katliamların ortak özelliği olarak dikkat çekmektedir.
Türkiye’de, 12 Eylül darbeci hukukunun ve onun yarattığı tekçi-otoriter kültürün ana unsurlarından biri olan ve topluma dayatılan Türk-İslam sentezi anlayışı sonucunda ırkçılık ve gericiliğin gelişmesine zemin hazırlanmış ve Sivas Katliamı bu zeminde gerçekleştirilmiştir. Sivas Katliamı’nın hedefi başta Aleviler olmak üzere, resmi ideolojinin dışında kalan kimlik, inanç ve mezhepler, yıllarca ezilen, sömürülen ve yok sayılanlar olmuştur. Sivas katliamı sonrasında da Alevilere yönelik ayrımcı ve hedef gösteren uygulamalar sürmüştür. Eğitim müfredatı mezhepçi bir içerikte oluşturulmuş, çeşitli illerde Alevilerin evleri işaretlenerek yeni saldırı ve katliamlara zemin yaratılmak istenmiştir.
2 Temmuz 1993 tarihi, insanlık tarihine büyük bir utanç, yüreğimizi yakan bir ateş olarak düşmüş ve yüreğimizdeki yangın hiçbir zaman sönmemiştir. 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nin kuşatılıp ateşe verilmesinde seyirci kalan devletin ‘güvenlik güçleri’ ve bu güçlerin sorumlusu olan makamlarda oturanlar hakkında bugüne kadar hiç bir soruşturma açılmamıştır. Baskının, ayrımcılığın ve sömürünün devam etmesinden yana olan güçler, işlenen katliamların üzerindeki karanlık perdeyi kaldırmadıkları gibi, bugün de halkları birbirine karşı kışkırtıp, bu durumdan faydalanmayı kendilerine görev edinmişlerdir.
Yıllarca katillerin ceza almaması için adeta seferber olan siyasi iktidarlar, Sivas Katliamı davasının zamanaşımına uğratılması için elinden geleni yaparak, katillerin cezasız kalmasını sağlamıştır. Sivas Katliamı her ne kadar zamanaşımı üzerinden unutturulmak istense de, insanlığa karşı işlenen suçlarda zamanaşımı yoktur. Ne yaşadığımız katliamları, ne de iktidarın bu katliamlar karşısında takındığı siyasi tavrı unutmamız elbette mümkün değildir.
Toplumsal barışı tehdit eden her türlü girişim ve katliamlar, Anadolu’nun farklı renklerinin birlikte yaşama isteğini asla kıramamıştır ve buna güçleri yetmeyecektir. İnsanlık, kendisine karşı işlenmiş suçları asla unutmamıştır ve unutmayacaktır.
Türkiye’de geçmişte halkları birbirine karşı kışkırtarak, kitlesel katliamlara ve cinayetlere zemin hazırlayanlar, bugün ısrarla ayrımcı, tekçi, otoriter, ırkçı ve gerici politikalarını sürdürmekte, halkların barış içinde bir arada yaşama iradesini engellemek adına tehlikeli adımlar atmaya devam etmektedir.
İnsan hak ve özgürlüklerinden, eşitlikten, barıştan ve kardeşlikten yana olan herkesi, demokratik kitle örgütlerini ve siyasi partileri, bugün Sivas Madımak Oteli önünde ve ülkenin dört bir yanında Sivas katliamı başta olmak üzere, yaşadığımız tüm katliamları lanetlemeye ve gerici-ırkçı saldırılar karşısında dimdik ayakta olduğumuzu göstermeye davet ediyoruz.
Sivas Katliamı’ nda hayatını kaybedenlerin direnci, bilinci ve inancının hepimize ışık olacağına inanıyor, katliamda yaşamını yitiren canlarımızı bir kez daha saygıyla anıyoruz.