Hakkari'de patlama sonrası gerginlik Bugün Hakkari’de meydana gelen ve dokuz kişinin ölümüyle ve 4 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı saldırıyı kınıyoruz. Ölenlerin yakınlarına baş sağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.Türkiye’nin daha fazla şiddet ve kaos ortamına çekilmek istendiği bir dönemde meydana gelen bu üzücü olayın demokrasi, barış ve kardeşlik duygularının gelişmesini engellemeye yönelik olduğu açıktır.

Türkiye de yaşayan herkes, yıllardır barışa ve huzura özlem duymakta, silahların olmadığı, bombaların peş peşe patlamadığı bir ülkede yaşamak istemektedir. Bir taraftan yoğun bir propaganda eşliğinde savaş naraları atılırken, diğer taraftan bombaların patlamasının hangi amaca hizmet ettiği açıktır. Savaşların ve bombaların sorunları çözmek yerine daha da derinleştiği ortadayken, bu tür provokasyonlara ve bu provokasyonları kullanarak halklar arasında düşmanlık yaratmak isteyenlere fırsat ve izin verilmemelidir.

   12 Eylül sonrası bir milyon insanımızı gözaltına alanlar, yüz binlercesini işkence tezgâhlarından geçirenler, 30 yıldır dağları bombalayanlar, ormanları yakanlar, ısrarla ve inatla “kirli savaşı” yürütenlerden hesap sorulmadığı sürece,.

   Adı konulmamış savaşta 17 bin insanımızı kuyulara atanlardan, köprü altlarında infaz edenlerden hesap sorulmadığı sürece,

   Faili meçhul cinayetlerin devlet politikası olduğunu ikrar edenlerden hesap sorulmadığı sürece,

   30 yıldır silahların devreden çıkarılması için 7 kez ortaya çıkan fırsatı küçük hesaplarla heder edenlerden, şimdi yeniden doğan çatışmasızlığı sağlama fırsatını ortadan kaldırmak için elini tetikten çekenleri,  sivil insanları katledenlerden, Israrla son kişiyi öldürene kadar, askeri operasyonlara devam etmek isteyenlerden hesap sorulmadığı sürece,

   Sınır karakollarında, dağlarda öldürülen gençlerin acılarına son vermekten kaçınanlardan hesap sorulmadığı sürece,

   Anaların gözyaşının gerçekten dinmesi ve evlat acısının son bulması için çaba göstermeyenlerden hesap sorulmadığı sürece, Özgür, eşit ve demokratik bir ülkede bir arada yaşamak ne kadar mümkün olur?

Adil ve eşit barış isteyen herkesi, çözüm isteyen herkesi, birlikte olmaya operasyonlara, katliamlara evlatlarımızın öldürülmesine karşı sesini yükseltmeye çağırıyoruz. Emek ve Meslek Örgütleri olarak saldırıyı bir kez daha kınıyor, tüm halkımızı bu ve benzeri provokasyonlara karşı barış ve kardeşlik duygularıyla kenetlenmeye çağırıyoruz. 16.09.2010  

TMMOB Adana İKK, DİSK Adana Bölge, KESK Adana Şubeler Platformu, Adana Tabip Odası, İHD Adana Şubesi   adına 

KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU

Dönem Sözcüsü

GÜVEN BOĞA

EĞİTİM SEN ADANA ŞUBE BAŞKANI

Operasyonlara, Katliamlara, Evlatlarımızın Öldürülmesine Karşı Barışın ve Kardeşliğin Sesini Yükseltelim

Dün Hakkari’de meydana gelen ve dokuz kişinin ölümüyle ve 4 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı saldırıyı kınıyoruz. Ölenlerin yakınlarına baş sağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

Türkiye’nin daha fazla şiddet ve kaos ortamına çekilmek istendiği bir dönemde meydana gelen bu üzücü olayın demokrasi, barış ve kardeşlik duygularının gelişmesini engellemeye yönelik olduğu açıktır. Türkiye de yaşayan herkes, yıllardır barışa ve huzura özlem duymakta, silahların olmadığı, bombaların peş peşe patlamadığı bir ülkede yaşamak istemektedir.

Bir taraftan yoğun bir propaganda eşliğinde savaş naraları atılırken, diğer taraftan bombaların patlamasının hangi amaca hizmet ettiği açıktır. Savaşların ve bombaların sorunları çözmek yerine daha da derinleştiği ortadayken, bu tür provokasyonlara ve bu provokasyonları kullanarak halklar arasında düşmanlık yaratmak isteyenlere fırsat ve izin verilmemelidir.

   12 Eylül sonrası bir milyon insanımızı gözaltına alanlardan yüz binlercesini işkence tezgâhlarından geçirenlerden, 30 yıldır dağları bombalayanlardan, ormanları yakanlardan, ısrarla ve inatla “kirli savaşı” yürütenlerden hesap sorulmadığı sürece,.

   Adı konulmamış savaşta 17 bin insanımızı kuyulara atanlardan, köprü altlarında, sokak ortasında infaz edenlerden hesap sorulmadığı sürece,

   Faili meçhul cinayetlerin, devlet politikası olduğunu ikrar edenlerden hesap sorulmadığı sürece,

   30 yıldır silahların devreden çıkarılması için 7 kez ortaya çıkan fırsatı, küçük hesaplarla heder edenlerden, şimdi yeniden doğan çatışmasızlığı sağlama fırsatını ortadan kaldırmak için elini tetikten çekenleri ve  sivil insanları katledenlerden, Israrla son kişiyi öldürene kadar, askeri operasyonlara devam etmek isteyenlerden hesap sorulmadığı sürece,

   Sınır karakollarında, dağlarda öldürülen gençlerin ailelerinin acılarına son vermekten kaçınanlardan hesap sorulmadığı sürece,

   Anaların gözyaşının gerçekten dinmesi ve evlat acısının son bulması için çaba göstermeyenlerden hesap sorulmadığı sürece, Özgür, eşit ve demokratik bir ülkede bir arada yaşamak ne kadar mümkün olur?

Adil ve eşit barış isteyen herkesi, çözüm isteyen herkesi, birlikte olmaya operasyonlara, katliamlara evlatlarımızın öldürülmesine karşı sesini yükseltmeye çağırıyoruz. Sendikalar, kitle örgütleri, siyasi partiler olarak saldırıyı bir kez daha kınıyor, tüm halkımızı bu ve benzeri provokasyonlara karşı barış ve kardeşlik duygularıyla kenetlenmeye çağırıyoruz. 17.09.2010  

ADANA BARIŞ MECLİSİ, DİSK ADANA BÖLGE, KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU, TMMOB ADANA İKK, ADANA TABİP ODASI, İHD ADANA ŞUBESİ, ADANA HALKEVLERİ, BDP, EMEP, ÖDP, HAK-PAR, EDP, ATAK, ESP, 68’LİLER, OTOBÜSÇÜLER, PAZARCILAR, KABZIMALCILAR, KEBAPÇILAR VE LOKANTACILAR, BOSTANCILAR, KUNDURACILAR, DOLMUŞÇULAR, FIRINCILAR, KASAPLAR, HURDACILAR, PİDECİLER, OTO LASTİKÇİLER, KUAFÖRLER, KAHVECİLER, ELBİSE VE EŞYACILAR, ELEKTRİKÇİLER ODALARI, DENİZLİ, ÖZEN, TOPEL, ŞAKİRPAŞA, ÖNDERLER, YEŞİLEVLER, ANADOLU, MEYDAN, YAMAÇLI DOLMUŞLARI KOOPERATİFLERİ,  ADANA TÜCCARLAR VE SEVKİYATÇILAR,TUHAY DER, MKM DER, MAYA DER, HAZROLULAR, BULAMLAR DERNEKLERİ, TUNCELİLER DERNEĞİ

ÇÖZÜLMEYEN SORUNLAR, ADANA’DA EĞİTİMİ OLUMSUZ ETKİLİYOR

2010–2011 Eğitim Öğretim yılı okullarda yaşanan sorunlarla sıkıntılı bir şekilde devam ediyor. Okulların açılmasının üzerinden dört gün geçmesine rağmen aşağıda sıraladığımız sorunlar çözüm bekliyor.   

  

      

 

Başlıca sorunlar şunlardır.

1)Birçok branştan öğretmen açığı giderilememiştir. Özellikle Adana’nın güney mahallerinde ki öğretmen açığı başka ilçelerde bulunan okullara göre çok daha fazla. Bu sorun yakıcı bir şekilde çözüm beklemektedir. Milli eğitimin bu sorunu çözüm yöntemi ise ücretli öğretmenliği kalıcı hale getirmek. Atanamayan öğretmenler başta olmak üzere, ücretli ve sözleşmeli öğretmenlerin kadrolu ataması yapılmadan bu sorun çözülemez.

2)20 Eylül’de öğretmenlere ödenmesi gereken eğitim öğretim tazminatı 23 Eylül itibariyle ödenmemiştir. Bu tazminatın başta güvencesiz olarak çalıştırılan ücretli öğretmenlerde olmak üzere tüm eğitim çalışanlarına (hizmetli ve memurlara) ödenmesi gerekmektedir.

3)Okullara ödenek gönderilmediği için okullar sorunların altında boğulmuş durumda. Okulların temel gereksinimlerin karşılanması için öğretmen ve idareciler velilerle karşı karşıya gelmektedir.

4) Birçok okulda kurulmuş olan Bilgisayar Laboratuarında bulunan bilgisayarlar yıllarca hiç değiştirilmemiş olup hiç biri faal değildir. Bazı okullara bilgisayar öğretmenleri atanmış fakat teknoloji dışı kalmış bilgisayarlar kullanılabilecekleri durumda olmadıkları için öğretmenler ne yapacağını bilememektedir. Örneğin Sadıka Sabancı İlköğretim Okulunda 1998 yılında kurulmuş olan 2 bilgisayar laboratuarında bulunan bilgisayarlar 12 yıldan beri hiç değiştirilmemiş olup hiç biri faal değildir. Çalışır duruma getirilse bile yeni teknolojiyle uyumlu değildir. Bilgisayar Laboratuarı olmasından kaynaklı seçmeli ders olarak yıllardan beri bilişim teknolojileri dersini seçmek zorunda kalmıştır. 3 yıldan beri okulda bilgisayar öğretmeni yoktur. Bu yıl 2 bilgisayar öğretmeni verilmiş olup ancak laboratuarda bulunan bilgisayar çalışmadığından öğretmenler ne yapacağını bilememektedir.

5)Ders kitapları bazı okullara halen ulaşmamış olup,   kitapların ulaştığı okullarda ise birçok kitabın eksik olduğu görülmektedir.

6)Bu yıl en ücra okullarda bile kayıt parası 50 TL olarak alınmıştır. Okullardaki kayıt paraları 50 ile 3000 TL arasında değişmektedir. Adres dışından alınan kayıtlar için talep edilen paralar ürkütücü rakamlara ulaşmaktadır.

7)Hizmetli olmaması nedeniyle okullarda temizlik çok ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Okul temizliği öğretmen ve öğrencilerin fedakârlıkları sonucu yapılıyor. İyi aidat ve kayıt parası alan okullar bu işi temizlik işçisi tutarak çözmekteler,

8)2010-2011 Eğitim yılı 20 Eylül’de başladı fakat Beşocak Lisesi, Şehit Temel Cingöz Lisesi, İbrahim Atalı Lisesi ve Çobanoğlu Ticaret Meslek Lisesinde tadilat nedeniyle eğitim yok.  Bu okullarda ki tadilatların ne zaman sona ereceği bilinmemektedir. Beşocak Lisesi öğrencileri Mithat Paşa İlköğretim Okulunda,  Şehit Temel Cingöz Lisesi öğrencileri Recep Birsin Özen İ.Ö.O’da, İbrahim Atalı Lisesi öğrencileri Adana Kız Lisesinde ders görmekte. Dışarıdan gelen öğrenciler Sabahçı devrede, okulun kendi öğrencileri ise öğlenci devrede eğitim görmektedir.

9) Bazı liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesi nedeniyle o yerleşim biriminde ikamet eden yüzlerce öğrenci kendilerini kaydedecek okul aramak zorunda kalmışlar. Adres olarak gösterilen liseler ise kayıtlarının dolduğunu ileri sürerek öğrencilerin kayıtlarını savsaklamışlardır.

10)Yeni eğitim öğretim yılında sınıflarda ki öğrenci sayısı resmi yetkililerin açıkladığı 30 sayısının çok üzerindedir. Bunu öğrenmek isteyenler makamlarına en yakın okullara giderek sınıflarda ki gerçek sayıları sayabilirler. Özelliklede liselerde bu sayı 30 un çok üzerindedir.

11)İşletmelerde Mesleki Eğitim Yapan Meslek Lisesi Öğrencilerinden Staj Defteri İçin 80 TL Ücret İsteniyor. Meslek Ders Kitapları 5 yıldır verilmiyor

12)Ders araç, gereçleri, sınıf içi dolaplar, öğrencilerin oturacağı sıralar eksikliğini koruyor. Talep edilen her ihtiyaç için yetkililerin verdiği yanıt “kendi sorununu kendin çöz” biçiminde olmaktadır.

13)Bazı okullarda personel sayısı fazla olmasına rağmen personelin çocuklarının kalabileceği kreş sorunu çözülememiştir.

14)Anadolu liselerine 40 - 60 puan arasında puan alarak atanan öğretmenlerin yeni mağduriyetleri doğmuştur. Bir sendikanın açtığı dava sonucu 40-60 puan alarak atanan öğretmenlerin eski görev yerlerine gönderilmesi tehlikesi birçok okulda ki eğitimi aksatacağı gibi, öğretmenleri de mağdur edecektir. MEB’in zaten uygulamaya sokacağı düz liselerin Anadolu liselerine ve bir kısmının meslek liselerine dönüştürülme projesinde öğretmenler bulundukları okullarda sınavsız Anadolu lisesine kadrolu geçebilecekken bu yeni mahkeme kararı yeni sorunları gündeme getirmektedir.

15)Öğretmenevimiz bir türlü bitirilememiştir ya da bitirilmek istenmemektedir.

16)İktidara yakın bazı yandaş kadrolar, okullarda sınıfı ve görevi olmasına rağmen Milli Eğitim Müdürlükleri ve benzeri yerlerde geçici olarak pasif işlerde görevlendirilerek, bunların yerine ise okullarda ücretli öğretmenler görevlendirilmektedir.

17)Bazı okul ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine değişik sorunlarla ilgili verilen dilekçeler kabul edilmemekte ve geri çevrilmektedir. Oysa ki dilekçe kanununa göre hakaret hakaret ve benzeri ibareler olmadığı sürece dilekçenin kabul edilmemesi suç teşkil etmektedir.

2010-2011 eğitim öğretim yılının üzerinden daha dört gün geçmiş olmasına rağmen sizlerle paylaştığımız sorunlar çözülemeyecek sorunlar değildir. Yetkililerin eğitim yılı başında basına verdikleri bilgilerle eğitim alanında yaşanılan sorunlar birbiri ile örtüşmemektedir. Eğitim Sen olarak eğitim alanında yaşanılan sorunların çözümü noktasında yetkilileri daha duyarlı olmaya çağırıyoruz. Saygılarımla.  23.09.2010                                                                                                                                       

Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına

Güven BOĞA

Şube Başkanı

KESK olarak siyasi iktidarın baskı düzeni yaratmaya yönelik politikalarına teslim olmadık, olmayacağız. 

 

Hükümetin tüm söylem ve iddialarının aksine muhalif kurum ve kişilere yönelik baskılar, saldırılar, yıldırma politikaları yaygınlaşarak devam ediyor. Hükümetin çalışma yaşamındaki anti demokratik yaklaşım ve politikalarına yönelik mücadele kararlılığımız ve faaliyetlerimiz saldırılardan nasibimizi almamıza yetiyor! Birçok yöneticimiz ve üyemiz adli ve idari soruşturmalara, sürgünlere, ayrımcı politikalara maruz kalırken kimisi de tutuklanıyor.

KESK'li tutuklular serbest bırakılsın. Bilindiği gibi ülke genelinde birçok arkadaşımız özgürlüklerinden alıkonulmaktadır. SES Ankara Şube Yöneticisi Seher TÜMER,   SES eski MYK üyesi Olcay KANLIBAŞ,  TÜM BEL SEN Diyarbakır Şube üyesi Ahmet ZİREK, SES Manisa şube üyesi Dr. Özcan SAKINCI, TÜM BEL SEN Cizre Temsilcisi Metin FINDIK,  TÜM BEL SEN Siirt Şube Başkanı Ferit ÖZDEMİR, Kars EĞİTİM SEN eski şube yöneticilerinden Ayhan KURTULAN, Eğitim Sen eski Şube Başkanımız Tuncer UŞAR ve KESK'e bağlı DİVES Genel Başkanı Lokman Özdemir tutukludur.Uzun süredir Konfederasyonumuz yönetici ve üyelerine yönelik baskı, saldırı, gözdağı ve yıldırma politikaları uygulanmaktadır. Aradan bir yıl geçmesine rağmen tutuklu kimi arkadaşlarımız hala mahkeme önüne çıkarılmış değildir.

Basın açıklaması yapmak ya da katılmak bu iktidar için gözaltına alma, tutuklama bahanesi haline getirilmiştir. Siyasi iktidar hak arayanlara karşı tahammülsüzdür. Son zamanlarda giderek artan ırkçı-şoven Linç çetelerinin yurttaşlara yönelik saldırıları söz konusu olduğunda hoşgörü göstermekten başka bir yöntem bilmeyen AKP zihniyeti, hak arayan, itiraz eden, karşı çıkan emekçiler söz konusu olunca her türden baskıya başvurmakta beis görmemektedir.

Hakkını arayan, mücadele eden herkese saldırmaktadır.Üyelerimize yönelik sadece gözaltı/tutuklamalarda değil; adli ve idari soruşturmalarda, sürgünlerde, kınama-uyarı ya da para gibi disiplin cezalarında, tehdit ve gözdağı politikalarında da ciddi artış vardır. AKP Hükümeti, sendika, demokratik kitle örgütleri, barış ve demokrasi güçleri temsilcilerini sindirerek toplumsal muhalefeti bitireceğini, iktidarını sürdüreceğini sanıyorsa aldanmaktadır.

Siyasi iktidarın baskı düzeni yaratmaya yönelik politikalara teslim olmadık, olmayacağız. Sudan gerekçelerle tutuklanan arkadaşlarımız hemen serbest bırakılmalı, demokratik hakların kullanımının engellenmesine son verilmelidir.25.09.2010 

KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU adına

Güven BOĞA

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü nedeniyle 5 Ekim 2010 Salı günü Saat:11.00'de Eğitim Sen üyesi öğretmenler Uğur Mumcu alanından İl Milli Eğitim Müdürlüğü önüne zincirli bir yürüyüş ardından da İl Milli Eğitim Müdürlüğü önüne bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasının ardında Kurttepe Endüstri Meslek Lisesinde Sendika Temsilcilik Odası açılışı ve okul öğretmenlerinin günü kutlandı.

5 EKİM DÜNYA ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN.

Çözüm Öğretmenle, Öğretmeni Anlamakla Başlar. 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO tarafından 1994 yılında Dünya Öğretmenler Günü olarak ilan edilmiş bir gün olan 5 Ekim, bu tarihten itibaren her yıl dünya öğretmenler günü olarak kutlanmaktadır. Türkiye’deki öğretmenler, her geçen yıl biraz daha zorlaşan ekonomik, demokratik ve mesleki sorunlarla 5 Ekim’i kutlamaktadır. Eğitimin ve eğitim emekçilerinin niteliğini olumsuz yönde etkileyen sorunların giderilmesi talebi, her yıl olduğu gibi bu yıl da Dünya Öğretmenler Günü’nde öncelikli talebimizdir.

 

ÖĞRETMENLERİMİZ, DÜNYA ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ SIRALAYACAĞIMIZ ŞU SORUNLARLA KARŞILIYOR VE BU YÜZDEN BURUK KUTLUYORLAR!

·         Öğretmenlik mesleğinin standartları düşürülmüş, nitelikli öğretmen yetiştirme politikaları terk edilmiştir;

·         Öğretmenler, sık sık değişen eğitim politikalarının ve siyasi iktidarların tasarruflarının mağduru olmuştur;

·         Ülkemizdeki öğretmenler, OECD ülkeleri içerisinde en çok çalışan, en düşük maaş alan öğretmenler arasındadır;

·         Öğretmenlerin bugünkü kazançlarıyla kendilerini yetiştirmeleri ve geliştirmeleri mümkün değildir;

·         Öğretmenler geçinebilmek için ek iş yapmak zorunda kalmaktadır;

·         Öğretmen açıkları gün geçtikçe artmakta, 350 bin işsiz öğretmen atama beklemektedir;

·         Öğretmen açıkları sözleşmeli ve ücretli öğretmenler eliyle kapatılmak istenmekte, eğitimde kadrolu çalıştırma politikasından adım adım vazgeçilmektedir;

·         Eğitimde benimsenen esnek çalışma uygulamaları aynı işi yapan farklı statülerde öğretmen istihdamını gündeme getirmiş, kariyer basamakları uygulaması ile öğretmenlerin sınıflandırılması, eğitimin niteliğini olumsuz etkilemiştir;

·         Eğitimde güvencesiz istihdam son yıllarda belirgin bir şekilde artmış, ücretli öğretmenler saati 6 TL’den ayda 720 TL’ye istihdam edilmeye başlanmıştır;

·         Eğitime bütçeden yeterli pay ayrılmamasının ve eğitimin gün geçtikçe paralı hale getirilmesinin bir sonucu olarak öğretmenler “katkı payı” toplayan birer “tahsildar” durumuna düşürülmüştür;

·         Sınıf mevcutlarının fazla oluşu eğitimi ve öğretmenlerin mesleklerini sağlıklı bir şekildeyapmalarını engellemektedir;·         Öğretmenlerin iş yükünün fazlalaşması ve çalışma ortamından kaynaklı meslek hastalıklarında artış söz konusudur;

·         Demokratik haklarını kullandıkları ve sendikal çalışmalara katıldıkları için her yıl çok sayıdaöğretmen soruşturma geçirmekte, cezalandırılmakta ya da sürgün edilmektedir;

·         Ülkemizde Kreş Hakkı olmadığı gibi, doğum izinleri de evrensel standartların çok altındadır;

·         Öğretmenler öğretmen evlerinden yeterince yararlanamamaktadır;

·         Sınıf öğretmenlerinden kesilen paralarla kurulan İLKSAN amacına uygun hizmet vermemektedir;

·         Öğretmenlerin ulaşım ve barınma sorunları devam etmektedir. Öğretmenlerin büyük bölümü kirada oturmaktadır;

·         Öğretmenlerin çeşitli ödenekleri (ek ders, yolluk, sağlık giderleri vb.) zamanında ödenmemektedir;

Eğitim Sen olarak, tüm öğretmenlerimizin, eğitim ve bilim emekçilerinin 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’nü kutluyor, eğitim ve bilim emekçilerini daha iyi çalışma ve yaşama koşulları ve daha aydınlık bir gelecek için birlik olmaya ve sendikamızla birlikte örgütlü mücadeleye çağırıyoruz.  Saygılarımızla. 5.10.2010

Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına

Güven BOĞA,

Şube Başkanı

Tüm Yurttaşlarımızın Cumhuriyet Bayramı’nı Kutluyoruz

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 87. yıl dönümünün kutlandığı bugünlerde Türkiye’nin içinde bulunduğu süreç, ciddi bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Uzun bir dönemdir hükümette bulunan AKP bir yandan neoliberal politikaların sadık uygulayıcısı olma konumunu sürdürürken, bir yandan da gericileşmenin ve muhafazakârlaşmanın toplumda giderek artan bir şekilde yer bulmasını sağlayacak uygulamalarına artan bir şekilde devam etmektedir.

Ekonomik anlamda küresel sermayenin yeni liberal politikalarını bütünüyle içselleştiren bu süreç, sonuç itibariyle özelleştirmelerle ülke kaynaklarının bir bir satılması, çalışma koşullarının sermayenin ihtiyaçlarına göre ayarlanması, halkın giderek açlık ve yoksulluğa terk edilmesi, gençlerin geleceksizleştirilmesi vb birçok sonucu ortaya çıkarmaktadır. Ülkenin bir bütün olarak sermayenin hizmetine sunulması anlamına gelen böylesi bir süreçte hiçbir sorun yokmuşçasına davranmak, bu olumsuz gidişatı görmezden gelen bir tavır içinde olmak “halk egemenliğinin” sağlanması olarak ifade edilen Cumhuriyet kavramının içini boşaltarak, “sermaye ve gerici güçlerin egemenliğinin” sağlandığı bir sisteme onay vermek anlamına gelecektir.

 

Türkiye bir halklar mozaiğidir ve emperyalist ülkelerin işgaline karşı savaş tüm Türkiye halkları tarafından ciddi bedeller ödenerek verilmiştir. Cumhuriyetin temel ilkelerinden biri bu ülkenin topraklarında eşit ve özgür ve demokratik bir şekilde yaşama garantisi ise bugün Türkiye halkları arasında bir kardeş kavgasına dönüştürülen bu sürecin ciddi bir şekilde sorgulanması gerekir.

 

AKP hükümeti döneminde giderek yükselen gericilik ve toplum yaşamının dinsel öğelerle adeta kuşatma altına alınması ve bu süreçte sözde Cumhuriyet savunusuyla ortaya çıkan kimi statükocu yaklaşımlar Cumhuriyetin laiklik ilkesine dair önemli bir değerlendirme ihtiyacını daha ortaya koymaktadır. Bu değerlendirmeler ışığında şunu ifade ediyoruz ki; ekonomik, sosyal, siyasal anlamda gerçek bir halk egemenliğine dayanmayan, halkların eşit, özgür ve demokratik bir şekilde yaşamadığı bir süreç, Cumhuriyet kavramının altını boşaltmak ve bu uğurda yaşamını yitirmiş yüz binlerce insanımıza haksızlık etmek dışında bir anlam ifade etmeyecektir.

 

Cumhuriyetin 87. yılının kutlandığı bu günlerde yapılması gereken en anlamlı görev ülke olarak içinde bulunduğumuz sıkıntılı süreci sorgulayarak, gerçek anlamda özgürlükçü, demokratik bir işleyişe sahip, barış ve kardeşlik içinde yaşayabileceğimiz bir Cumhuriyete ulaşmanın mücadelesini vermektir. Bu anlayış doğrultusunda Eğitim Sen olarak tüm yurttaşlarımızın Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyoruz. Demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü ve halkların birbirine karşı kışkırtılmadan kardeşçe bir arada yaşadığı Türkiye özlemini hep birlikte mücadele ederek başarıya ulaşacağımıza inanıyoruz. 28.10.2010

   

Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu adına

 

Güven BOĞA

 

Şube Başkanı

 

12 Eylül Darbesi Ürünü YÖK Kaldırılmalıdır! 

Yükseköğretim Kurulu (YÖK), 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından üniversiteler üzerinde bir baskı aracı olarak kurulmuştur. Bu özelliğinden hiçbir şey kaybetmeden ve siyasi iktidarların üniversiteler üzerindeki denetimini 29 yıl boyunca yeniden üreterek bu işlevini kesintisiz olarak sürdürmektedir. Ancak YÖK’ün asker postalı ile birlikte anılması her ne kadar kuruluşundaki izleri güçlü bir şekilde yansıtsa da günümüzdeki dönüşümü ifade etmekte yetersiz kalmaktadır. Çünkü YÖK, denetimi ve kontrolü tekeline alarak iktidarı bir merkezde toplayan ve bu iktidarını da hükümetlerin huzuruna sunabilen/sunan bir kurum olarak örgütlenmiştir. Daha açık söylemek gerekirse siyasi iktidarların üniversiteler üzerindeki hem kalemi, hem kılıcı olma işlevi görmektedir.

 

Bugün Türkiye üniversiteleri 12 Eylül askeri darbesinin etkisini, hukuksal düzenlemelerde, YÖK ve üniversite yönetimleri anlayışında büyük ölçüde taşımaktadır. Korku üreten “kışla üniversitesi” hiyerarşik yapılanması ile sürerken, devlet ve piyasaya bağımlı “güdümlü üniversite” neo-liberal renklerini üniversiteye hızla yaymaktadır.

 

2001'de Gürüz döneminde Türkiye'nin de imzalayarak dahil olduğu Bologna Süreci (Avrupa Yüksek Öğretim Alanı) çerçevesinde tüm yükseköğretim paralı hale getirilmeye, yönetim kurullarının yerine mütevelli heyetleri geçirilmeye, böylece üniversiteler küresel sermayeye teslim edilmeye çalışılmaktadır. Önümüzdeki Anayasa değişiklileri ile mütevelli heyetleri oluşturulmasının, yabancıların ve şirketlerin üniversite açabilmesinin önündeki kısmi engeller de kaldırılacaktır.

 

Bugün üniversite içinde üretilen hizmetlerin pek çoğu özelleştirilmektedir. Örneğin öğrenim harçları birinci öğretimde alınmaya devam ederken, özellikle ikinci öğretim hızla ticarileşmektedir.  İkinci öğretim veren üniversitelerde ortalama öğrenci maliyetinin yarısı düzeyinde fiyatlandırma yapılmaktadır. Üniversitelerde araştırma faaliyetleri özel–ticari proje anlayışıyla fiyatlandırılarak üretilmeye başlanmıştır. Üniversitelere kamu bütçesinden ayrılan fonlar azaltılmaktadır. Bu kapsamda üniversiteler bir yandan ikinci öğretim ve yaz okulları gibi süreklilik taşıyan gelir yaratma yollarına hızla başvurmaya zorlanırken, bir yandan da farklı kanallarla kaynak çeşitlemesine gitmektedir. Çeşitlenen gelir kaynakları, sürekli eğitim, uzaktan eğitim, yaşam boyu eğitim merkezleri ve teknoparklar gibi piyasa benzeri yapılar yoluyla artırılmak istenmektedir. Son dönemde öğretmen eğitimi, paralı sertifika programlarıyla üniversite içinde pazarlanmaya başlamıştır. Ayrıca üniversitede yemek, ulaşım, barınma, temizlik, spor gibi pek çok kolektif hizmet, belli anlaşmalarla taşerona devredilmektedir. Böylece üniversitelerde her şeyin değişim değeri üzerinden alınıp satılır hale getirilmesi yönünde faaliyetler hızlanmaktadır. Bu durum piyasanın ve sermayenin üniversiteyi ilgilendiren kararlarda etkili olmasının yollarını da açmıştır.

 

Üniversitelerde akademik kadroların dağıtımında, keyfi ve ayrımcılık içeren uygulamalar giderek yaygınlaşmaktadır. Kadroların sağlanmasında, her türden ayrımcılığı engelleyen, liyakata dayalı sistemler geliştirilmelidir; haksızlıklar karşısında öğretim elemanlarının haklarını arayabileceği etik kurullar ve diğer yapılar oluşturulmalıdır. Akademik özgürlükler bakımından iş güvencesi son derece önemlidir. Örneğin yardımcı doçentlerin, doçentler ve profesörler gibi daimi kadroda görev yapmaları sağlanmalıdır. İş güvencesinin akademik özgürlüklerin önemli bir koşulu olduğu ve tüm statüleri kapsaması gerektiği gerçeği asla göz ardı edilmemelidir.

 

Yükseköğretim kurumlarında genel idari hizmetler, yardımcı hizmetler ve teknik hizmetler gibi kadrolarda çalışan personelin özlük hakları konusunda önemli sorunlar yaşanmaktadır. Gerçekleştirilen uygulamalar ve önümüzdeki dönem için yapılan hazırlıklar dikkate alındığında, akademik olmayan personelin daha yoğun hak kaybı yaşayacağı görülmektedir. Genel idari hizmetlerde kadrolu personel uygulamasından vazgeçilerek hizmetlerin taşeron firmalara devredilmesi, kısmi zamanlı öğrenci çalıştırılması, 4/b ve 4/c uygulamaları güvencesiz istihdam biçimleri olarak yaygınlaştırılmaktadır. Bu durum kamu görevlisi istihdamı açısından bir tehdit oluşturmaktadır. Üniversitelerin çoğunda terfiler ve yükselme kriterlerine uyulmamakta, görevde yükselme sınavları yapılmamaktadır. Yoğun hak kayıplarına neden olan bu durumun görevde yükselme yönetmeliğinin açıklarından yararlanılarak yapıldığı gözlenmektedir. Yönetmelik yeniden düzenlenerek rektörlüklerin keyfi uygulamaları ve kadrolaşmanın önüne geçilmelidir. Bu kapsamda hak eden tüm emekçilerin kadrolarının verilmesi mücadelesi ve sözleşmeli personelin görevde yükselme sınavına girmelerinin sağlanması önemini artırmaktadır. Eski adıyla Kurum İdari Kurulları etkin çalıştırılarak servis, yemek, yol ücreti, promosyon ve diğer sosyal haklar kapsamındaki sorunların çözümü konusunda çalışanın söz sahibi olması gerekmektedir. Performansa dayalı ücretlendirme çalışmalarına karşı etkin mücadele giderek önemini artırmıştır. 

 Değişen YÖK ve üniversite yönetim kadrolarıyla birlikte yaygınlaşan mobbing uygulamalarını önleyecek izleme kurulları oluşturulmalı ve etik kurullar amacına uygun olarak etkin çalıştırılmalıdır. Üniversite idari personelinin üniversite yönetim kurullarında temsilinin sağlanması demokratik bir üniversitenin oluşmasına katkı sağlayacaktır.

Üniversitelerde sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yaşanan dönüşüme paralel olarak araştırma görevlilerinin istihdam edilme biçimleri çeşitlenmiş ve esnekleştirilmiştir. Farklı adlar altında (50/d, 33/a, ÖYP, 35, teaching asistant) aynı işi yapan, kamuda ve vakıf üniversitelerinde çalışan araştırma görevlileri iş güvencesinden yoksun durumdadır. Dahası vakıf üniversitelerinde görev yapan araştırma görevlilerinin çoğu sosyal güvenceden yoksundur. Son dönemlerde bunlara ilaveten üniversitelerde proje asistanlığı, öğrenci asistanlık gibi uygulamalar devreye sokulmuş ve giderek artan biçimde bu örnekler kadrolu asistanlığın yerini almıştır. Ayrıca giderek yaygınlaşan asistan öğrencilik, kısmi zamanlı öğrenci çalıştırılması gibi uygulamaların yerine, karşılıksız burslarla öğrenciye destek sağlanması amaçlanmalıdır. Asistanların farklılaştırılan statülerine bakılmaksızın, aynı işi yapmaları sebebiyle tüm asistanlık biçimlerinin iş güvencesine kavuşturulması zorunludur.

Türkiye üniversiteleri “insanın özgürleşmesi” amacından ayrılıp, akademik kapitalizme geçişin öyküsünü trajik bir biçimde yaşamaktadır. Üniversite özerkliği ve akademik özgürlükler kavramlarının içi boşaltılmıştır. Üniversite özerkliğinin içeriği yönetişim anlayışıyla doldurulmuştur. Üniversitede gerçeği arama ve ifade etme özgürlüğü yok edilmek istenmektedir. Üniversite yönetimleri, üniversite bileşenlerinin farklı düşüncelerine ve kendilerini ifade etme biçimlerine tahammül edememektedir. Düşüncelerini özgürce ifade etmek, diğerlerine kendilerini anlatmak isteyen tüm üniversite bileşenleri üzerinde baskılar sürmektedir. Gücünü 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu’ndan alan Öğrenci Disiplin yönetmeliği ve benzer biçimde Personel Disiplin Yönetmeliği anti demokratik / baskı yaratıcı uygulamalara kaynaklık etmektedir. Öğrenci soruşturmalarının sayısı üniversiteden üniversiteye farklılık göstermekle birlikte giderek çoğalmaktadır. Türkiye üniversiteleri, yaşattıkları kültür bakımından çok kültürlü ve çok dilli Anadolu coğrafyasının renklerini yansıtmamaktadır. Temel insan haklarından biri olan anadilinde eğitim üniversitelerde özgür bir biçimde tartışılmamaktadır. Üniversitelerde türban sorununun çözümü konusunda, siyasal iktidarın muktedir ve güçlü olmasına karşın konuyu sürüncemede bırakması ve mağdur rolü oynaması dikkat çekicidir. Yükseköğretimde türban konusu, yasakçı bir zihniyete teslim olmadan, eğitim hakkı ve üniversitedeki diğer özgürlük sorunlarıyla bütünlük içinde ele alınmalıdır. Aksi taktirde yaşanan kutuplaşmalar yeniden üretilecek ve sorunlar çözülemeyecektir. Bu süreç içerisinde türban sorununun çözümünde gerekli yasal düzenlemenin yapılmaması nedeniyle, rektör ve dekanların sorumluluğundaki konularda öğrenci ve öğretim elemanlarının karşı karşıya getirilmesi, üniversite eğitimine zarar vereceğinden asla kabul edilemez bir durumdur.

Sivil polis, özel güvenlik birimleri ve diğer tedbirler, güvenli ve özgür düşüncenin mekânları olması gereken üniversiteleri güvenlik gerekçesiyle baskı kuşatması altına almaktadır. Üniversitelerde öğrenme ve öğretme özgürlüklerini, güvenlik gerekçesiyle açık ve/veya örtük biçimde baskılayan bu tür uygulamalara derhal son verilmelidir. Silahların gölgesinde bilim yapılamayacağı herkes tarafından bilinmelidir.

Bizler, YÖK’ün kaldırılarak Üniversiteler Arası Kurul türü eşgüdüm işlevi yerine getirecek yeni bir örgütlenme gerçekleştirilmesini, tüm kurul ve organların, üniversite bileşenlerinin demokratik katılımıyla oluşturulmasını, dışsal değerlendirme yerine içsel katılımı ve denetimi savunmaktayız. Bunun yolu “bilimsel, özgür, demokratik üniversite ve parasız eğitim”dir. 

Belirtmek isteriz ki üniversitelerde anti-demokratik uygulamalara kaynaklık eden 12 Eylül mirasçısı YÖK'ten demokratikleşme beklemek, otoriter cunta rejiminden demokrasi beklemekten farksızdır. YÖK, 12 Eylül askeri darbesinin ürünüdür ve YÖK kalkmadan, üniversiteler de, bilim de özgürleşemez.06.11.2010

 

Güven BOĞA

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

 

Eğitim Sen Adana Şubesi  / Çukurova Öğretim Elemanları Derneği

Çukurova Üniversitesi Öğrencileri/ KESK / Adana Tabip Odası

DİSK Dev Sağlık İş / ATAK Dergisi

24 Kasım Öğretmenler Günü” 12 Eylül döneminin bir ürünü

 

24 Kasım Öğretmenler Günü”nün 12 Eylül döneminin bir ürünü, 12 Eylül zihniyetinin nasıl bir öğretmen istediğinin simgeleştiği bir gün olduğu gerçeği unutulmamalıdır.

Bugüne kadar hiçbir öğretmenler gününde, öğretmenlerin gerçek sorunları tartışılmamış, yüz binlerce eğitim emekçisinin sosyal ve ekonomik sorunları çözmek yönünde herhangi bir adım atılmamış olması düşündürücüdür.

 

24 Kasım’ın, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Millet Mektepleri Başöğretmenliğini” kabul ettiği gün olması açısından tarihsel bir gerçekliği ve önemi bulunmasına karşın, “24 Kasım Öğretmenler Günü”nün 12 Eylül döneminin bir ürünü, 12 Eylül zihniyetinin nasıl bir öğretmen istediğinin simgeleştiği bir gün olduğu gerçeği unutulmamalıdır.

Türkiye’nin sadece öğretmenleri değil, bütün eğitim ve bilim emekçileri yılda sadece bir gün hatırlanmayı değil, yıllardır yaşadıkları ekonomik, sosyal ve özlük sorunlarına sağlıklı ve gerçekçi çözümler üretilmesini beklemekte ve talep etmektedir.

Eğitim sisteminin öncelikli sorunları arasında yer alan ve eğitim hizmetlerinin nitelikli ve sağlıklı yürütülmesini güçleştiren öğretmen açıkları yıllardır alarm vermektedir. 2010 yılı sonu itibariyle atama bekleyen 350 bini aşkın işsiz öğretmenin bulunmaktadır. Öğrencilerin öğretmensiz, öğretmenlerimizin işsiz olduğu bir ülkede “öğretmenler günü” gibi bir gün nasıl kutlanabilir.

Milli Eğitim Bakanlığı yıllardır eğitim ve bilim emekçilerinin, sendikaların eleştiri ve önerilerine kulaklarını tıkamakta, bildiğini okumaya devam etmektedir. Öğretmen açıklarını kadrolu öğretmen atamaları ile kapatmak yerine, eğitimde sözleşmeli, ücretli öğretmenlik gibi güvencesiz istihdam biçimlerinin yaygınlaşması düşündürücüdür. Ücret, sosyal ve özlük haklar açısından öğretmenler arasında farklılık yaratan güvencesiz istihdam uygulamalarından vazgeçilmeli, eğitimin bütün kademelerinde sadece kadrolu istihdam benimsenmelidir.

Ülkemizde öğretmenler yoksulluk sınırının altında, memur ve hizmetliler açlık sınırında maaş almayı sürdürmektedir. Hükümetin eğitimin ve eğitim emekçilerinin taleplerine kulaklarını tıkamış olması, yaşanan yoksulluğu mutlak olarak arttırmış, diğer ülkelerde çalışan eğitim emekçileri ile aramızdaki sosyo-ekonomik uçurum her geçen yıl büyümüştür. 35 ülkenin üye olduğu OECD ülkelerinde öğretmenlerin ortalama çalışma saati 1.652 saat iken, bu rakam ülkemizde 1832 saattir.  Sadece bu kriter çerçevesinde değerlendirdiğimizde bile Türkiye’de görev yapan bir öğretmen OECD üyesi ülkelerdeki öğretmenlerden her yıl 180 saat daha fazla çalışmasına rağmen, daha düşük ücret almaktadır.

Okul türlerine göre öğretmen başına düşen öğrenci sayısı açısından bir karşılaştırma yaptığımızda İlköğretimde görev yapan bir öğretmen başına düşen öğrenci sayısı OECD ülkelerinde ortalama 16 iken, Türkiye’de 42’dir. Ortaöğretimde çalışan öğretmen başına düşen öğrenci sayısı OECD ülkelerinde ortalama 13 iken, bu sayı Türkiye’de 49’dur. Türkiye OECD’ye 2010 yılının rakamlarını bildirmediği için veriler OECD’nin Bir Bakışta Eğitim (2009) raporu ile MEB’in 2009-2010 Örgün Eğitim İstatistikleri’nde belirtilen, Türkiye’deki (resmi + özel) bütün okullardaki öğrenci ve öğretmen sayıları ile karşılaştırılarak hesaplanmıştır.

OECD ülkeleri ile yapılan karşılaştırmalardan da anlaşılabileceği gibi, Türkiye’de öğretmenler, dünyanın çeşitli ülkelerindeki meslektaşlarına göre birim saat olarak daha fazla mesai harcamasına, daha fazla çalışmasına, daha fazla sayıda öğrencinin sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmasına rağmen emeğinin karşılığı olan hak ettiği değeri alamamaktadır.

Son yıllarda eğitim sisteminde yapılan değişiklikler, yıllardır yaşanan sorunlara yeni mağduriyetler eklemiştir. Resim, müzik ve beden eğitimi gibi, çocuk ve gençlerimizin sosyal ve kültürel gelişimi açısından önemli derslerin ders saati azaltılmış, bu branşlarda görev yapan öğretmenler mağdur edilmiştir. Sanat eğitimi, beden, resim, müzik ve bilişim teknolojileri gibi derslerin ders saatleri arttırılmalı ve zorunlu olmalıdır.

Ek ders ücretlerine ilişkin sorunlar yıllardır devam etmekte, ek ders yönetmeliğinde yapılan her değişiklik yeni mağduriyetler yaratmaktadır. Bu konuda yıllardır sorun yaşanmasının nedeni bakanlığın yönetmeliği tek başına belirlemesidir. Ek ders yönetmeliğinin yarattığı mağduriyetler giderilmeli, bakanlık ek ders yönetmeliğini sendikalarla birlikte ele almalıdır.

Eğitim Sen, yıllardır ücretlerin, sosyal ve özlük hakların tek taraflı olarak değil, grev hakkını da içerek gerçek bir toplu sözleşme düzeni ile belirlenmesini savunmakta ve talep etmektedir. Bugünkü durumun var olan sorunların çözümsüzlüğünü sürdürmekten başka bir işe yaramayacağı ortadadır.

Yüz binlerce öğretmeni, eğitim ve emekçisini yıllardır yoksulluğun kıskacına alan, yaptığı işe ve mesleğine karşı küstüren uygulamalara karşı bilimsel, demokratik, nitelikli bir eğitim yaratmak için taleplerimize yanıt, sorunlarımıza çözüm üretilmesini bekliyoruz.

Eğitim ve bilim emekçilerine insanca yaşayabilecekleri, kendilerini yenileyerek daha nitelikli ve sağlıklı hizmet verebilecekleri çalışma ve yaşama koşulları yaratılmalıdır. Bunun için sadece öğretmenlerin değil, bütün eğitim ve bilim emekçilerinin başta maaşları olmak üzere mesleki, sosyal ve özlük hakları iyileştirilmeli, koşulları insan onuruna yaraşır bir düzeye yükseltilmelidir. 23.11.2010

Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

Güven BOĞA

KADINLARIN EN DEMOKRATİK TALEPLERİ İÇİN, KADIN CİNAYETLERİNE, CİNSEL İSTİSMARA, EMEK SÖMÜRÜSÜNE KARŞI YÜRÜYÜŞ YAPAN

KESK’Lİ KADINLARA YAPILAN POLİS SALDIRISINI ŞİDDETLE KINIYORUZ.

"Kimliğimin, bedenimin ve emeğimin sömürülmesine karşı mücadele ediyor, barış için yürüyorum" sloganıyla Ankara'ya doğru başlatılan yürüyüş kapsamında Hakkari'den yola çıkan kadınlara Urfa'da polis sert müdahalede bulundu.

 

Müdahalede otobüste bulunan tüm kadınlar gözaltına alındı.KESK Kadın Sekreterliği, İHD ve Ankara Barış İçin Kadın Girişimi öncülüğünde Türkiyeli kadınların başlattığı, "Kimliğimin, bedenimin ve emeğimin sömürülmesine karşı mücadele ediyor, barış için yürüyorum" yürüyüşünün birinci kolu olan Hakkari'den yola çıkan ve Van, Siirt, Batman polis engelleriyle karşılaşan kadınlara polis Urfa'da müdahale etti. Eyüp Peygamber Makamı önüne Urfalı kadınlar tarafından karşılanan kadın yürüyüşçüler, buradan Urfa Cezaevi'ne doğru yürüyüşe geçti. Bir süre yürüyen kadınların önünde barikat kuran polis, kadınlara coplarla müdahale etti.

Müdahale sırasından polis, KESK Urfa Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü ve Eğitim Sen Şube Başkanı Sıtkı Dehşet, Eğitim Sen Şube Sekreteri Halit Şahin, Eğitim Sen Eğitim Sekreteri Yasin Öztürkoğlu, Ali Polat ile Hakkari'den yürüyüşe katılan tüm kadınlar gözaltına alındı. Polis gözaltına aldıklarını yerlerde sürükleyerek, ellerini kelepçeledi.

Yürüyüş kolları 12 Kasım’da Ankara’da Demirtepe’de bir araya gelecek ve Başbakanlığa yürüyecek. İllerden getirilen dosyalar Başbakanlığa sunulacakken bu saldırı ile kadın sorunlarına ve barışa suskun bir iktidarın gerçek yüzünü gözler önüne sermesi açısından önemlidir. Bu yürüyüşle, Türkiye’deki bütün kadınların yaşadığı her türlü sorun bir bütün olarak birlikte ele alınmak istenmekte ve kadınların gücünü açığa çıkarmayı hedeflemektedir.

Özellikle son dönemlerde emek sömürüsünün, kadın cinayetlerinin ve çocuk istismarının çokça yaşandığı ve aynı zamanda her türlü sorunun katmerli bir şekilde artığı ülkemizde bu yürüyüş sorunların dile getirilmesi açısından önem arz etmekteydi. Saldırıyı şiddetle kınıyoruz.12.11.2010 

Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu Adına

Güven BOĞA

Şube Başkanı

KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI MÜCADELE VE ULUSLARARASI DAYANIŞMA GÜNÜ

25 Kasım’ın her yıl kadına yönelik şiddete karşı birlik, dayanışma ve şiddetle mücadele günü olarak anılması, Dominik Cumhuriyeti’nde kanlı bir diktatörlüğe karşı mücadele eden Mirabel Kız kardeşlerin 1960 yılında 25 Kasım tarihinde tecavüz edilerek öldürülmelerine dayanmaktadır. 1981 yılında Kolombiya’da toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı’nda 25 Kasım tarihi, Mirabel Kardeşlerin anısına “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” ilan edilir. Birleşmiş Milletler de, 1999 yılında 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak kararlaştırır.

 

 

Türkiye kadına yönelik şiddette dünya ikincisi. Kadın-erkek eşitliği sıralamasında ise 134 ülke arasında 129. sırada.  Her 5 kadından 1’i yaşamında en az bir kez tecavüze veya tecavüz girişimine maruz kalıyor. Türkiye’de 3800 sığınma evinin bulunması gerekiyor. Ancak şu anda faaliyette olan sığınma evi sayısı 70 civarında.

Kadına yönelik şiddet 2010 yılında önceki yıllara oranla kat kat artmıştır. Kadınlar evde, sokakta, işyerlerinde, çoğunlukla tanıdıkları erkeklerin tacizine, tecavüzüne, yaralayıcı ve öldürücü saldırılarına maruz kaldılar. Siirt’te olduğu gibi devletin koruması altındaki kurumlarda, okullarda yaşanan taciz ve tecavüz vakaları, kadına yönelik şiddetin sadece aile üyeleriyle sınırlı kalmadığını, çok daha geniş ve sistematik bir hal aldığını gösterdi. Yasalarda kimi düzeltmeler olsa bile genel olarak zihniyet ve uygulama halen kadını erkeğe tabi görmekte ve aile içi şiddeti meşrulaştırmaktadır. Uygulama ile düzenlemeler arasında çelişkiler devam etmektedir.

Yoksulluk da bir tür şiddet.  Milyonlarca kadının hiçbir geliri ve hiçbir güvencesi yok. Kadınların emeği kamusal alanda ve ev içerisinde sömürülüyor. Erkeklerin yapmayı tercih etmedikleri güvencesiz işlerde kadınlar çalışıyor. Kadınların işgücüne katılım oranı kriz bahanesiyle son yılların en düşük seviyesine geriledi. Bu nedenle kadınların işe alınmasında cins ayrımcı uygulamalar yasaklanmalıdır.

Öte yandan çalışan kadınlar bu yıl da işyerinde cinsel taciz ve mobbing uygulamalarına maruz kalmaya devam ettiler. KESK-AR’ın kadına yönelik şiddet araştırması şiddetin boyutlarını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Araştırmaya göre; çalışan kadınların %5,6’sı işyerlerinde, %11,3’ü sokakta şiddete maruz kalıyor.  % 11,5’i eşlerinden şiddet gördüğünü ifade ediyor. Eş şiddeti bununla da kalmıyor,  %23’ü maaşlarını eşlerine veriyor. Kadınların %24’ü amirlerinin kendilerine bağırıp azarladığını ifade ediyor. İşyerinde şiddete maruz kalan kadınların çoğunluğunu ise yaygın kanının aksine yüksek eğitimli kadınlar oluşturuyor.  Araştırmanın bir sonucu da her beş kadından birinin etnik, dinsel ya da politik kimliği nedeniyle hakarete uğraması.

Bu nedenlerle, kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin bu günde vurgulanması da çok anlamlıdır. Kadına yönelik şiddet devam ettikçe kadınların şiddetsiz bir dünya mücadelesi de devam edecektir. Kadına yönelik şiddet, sadece kadınlara zarar vermekle kalmamakta, bütün şiddet biçimlerini de besleyerek güçlendirmektedir. Bu nedenle kadınların şiddete karşı mücadelesi aynı zamanda diğer bütün şiddet biçimlerine karşı mücadeleyi de içermektedir.

25 Kasım'da bir kez daha bizlere uygulanan her türlü şiddeti kınıyoruz! Ve geleceğin ellerimizde olduğu inancıyla, mücadelemizi bütün eşitsizlikler yok oluncaya dek sürdüreceğimizi bildiriyoruz.

Ülkemizde toplumun şiddetten arındırılması, toplumsal barışın sağlanması için her tür ayrımcılık önlenmeli ve toplumsal sorunlara yönelik demokratik çözümü esas alan politikalar geliştirilmelidir.

Başta eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik olmak üzere kamusal hizmetlere, kültürel ve çevresel kaynaklara bütçeden daha fazla pay ayrılmalıdır. İş Kanunundaki işyerinde cinsel taciz bölümü tanımı da eklenerek etkin bir şekilde uygulanmalıdır. Ayrımcılık da bir şiddettir ve kadınların işe giriş ile işyerinde karşılaştıkları her türlü ayrımcı uygulamaya son verilmelidir. ,

 

Bedenime Kimliğime Emeğime Dokunma!

KESK emekçileri kadına yönelik şiddette karşı çıkıyor! 

KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU

KADIN KOMİSYONU ADINA

Halide İnci