Öğretmen Arkadaşımıza Yapılan Saldırıyı Kınıyoruz.

Ülkemizde ve ilimizde birçok imkansızlıklarla eğitim görevlerini yerine getirmeye çalışan öğretmen arkadaşlarımız son dönemde çeşitli şekillerde saldırı ve şiddete maruz kalmaktadırlar.

Toplum, yaşadığı işsizlik, düşük ücretle geçinememe, eğitim ve sağlık giderlerini karşılayamama gibi pek çok sorunun çözümünü, kendilerini yönetenlerin çözüm görevi olduğunu adeta unutarak, hiç bilmiyormuş gibi davranarak, sorun yaşadığı en yakın kuruma ve kurum çalışanlarına saldırarak çözebileceği yanlışına sürüklenmektedir.

Okullar ve eğitim çalışanları da bu tür davranışları hemen her gün, her okulda yaşamaktadır. Bunun son örneği burada Tahsilli İlköğretim okulunda yaşanmıştır.

Okulun öğretmeni Zeynep AKINCI’ya 17 Ekim 2011, Pazartesi günü bir veli tarafından sınıfında saldırı yapılmış, sınıfta öğrencilerin içinde darp edilmiş, hakaretlere uğramıştır.

Bu durum karşısında öğretmen Zeynep AKINCI Cumhuriyet savcılığına şikayette bulunmuş, bunu öğrenen aynı veli, öğretmene yeniden sözlü sataşmada ve aşağılayıcı hakaretlerde bulunmuştur.

21 Ekim Cuma günü, bayrak töreni bitiminde Zeynep AKINCI tekrar şiddetli darp ve hakaretlere uğramıştır.

Yapılan bu saldırıları şiddetle kınıyor, öğretmen arkadaşımıza sahip çıkacağımızı ifade ediyoruz. Buradan velilere de seslenmek istiyoruz. Sistemin getirdiği tıkanıklıkların ve sorunların muhatapları okul çalışanlarını değil, ülke yöneticileridir. Okul çalışanları, kendilerine verilen görevlerin tüm zorluklar içinde sadece uygulayıcılarıdırlar. Sorunların çözümünü yanlış yerde ve yanlış şekilde aramak son dönemde hızla artan, toplumsal karmaşayı daha da azdıracak, kurumlara ve kurum çalışanlarına yönelik haksız saldırıları hızla artıracaktır.

Son dönemde velilerin doldurması gereken, ancak öğretmene angarya yüklenmek istenen birçok formun ve evrakın farkında bile olmayan velilerimizi, eğitimin paralı hale getirilmesi uygulamalarına karşı aydınlatmaya çalışan ve tüm bunlar için hiçbir karşılık beklemeyen öğrencilerine bir anne, baba sevgisiyle yaklaşan öğretmen arkadaşlarımız, bu tür saldırıları asla hak etmiyor diye düşünüyoruz.

Saldırıya uğrayan öğretmen arkadaşımıza ve okul personeline bir kez daha geçmiş olsun diyoruz.

Şehrin merkezinde bir öğretmene bir hafta içinde 3 defa hakaretler yağdırıp, darp etme cesaretini gösteren bu kişiler hakkında yetkilileri derhal gereğini yapmaya çağırıyoruz.28.10.2011

 Kamuran KARACA

Eğitim Sen Adan Şube Başkanı

Cumhuriyetin 88. Yılı Kutlu Olsun

Türkiye’de yaşayan her dilden ve her inançtan halkların omuz omuza emperyalist işgale karşı verdikleri mücadele sonucunda kurdukları Cumhuriyet’in 88. yılına Van’da yaşanan ve hepimizi üzüntüye boğan depremin gölgesinde giriyoruz.

Yan yana, omuz omuza mücadele eden farklı milliyetlerden halkların kurduğu Cumhuriyet’in üzerinden 88 yıl geçti. Cumhuriyet’in 88. yılında, eğitim ve sağlık, ulaşım, barınma gibi en temel yurttaşlık haklarının paralı hale getirildiği, halkların birbirine düşman edilmeye çalışıldığı, Van depreminin bile ırkçı-şoven söylemlerle karşılandığı bir tablo ile karşı karşıyayız.

Van depreminde içlerinde henüz mesleklerinin başında olan 66 eğitim emekçisinin de bulunduğu yüzlerce yurttaşımızı kaybettik. Deprem sonrasında yaşanan yardım rezaleti, gazete, TV ve sosyal paylaşım sitelerinde rastladığımız ırkçı ve faşizan söylemler, insanlıktan nasibini almamış kişilerin kışkırtıcı açıklamaları; yıllardır aynı ülke topraklarında kardeşçe yaşamaktan başka bir isteği olmayan insanlarımızın acılarını ve üzüntülerini daha da arttırmıştır.

Türkiye halklarının ihtiyaç duyduğu, emperyalizmin güdümünde olmayan, gerçekten laik ve demokratik bir cumhuriyettir. Bugün en büyük özlemimiz; Türkiye’de yaşayan halkların tam hak eşitliğine sahip oldukları, Alevilerin ve farklı inançların ayrımcılığa tabi tutulmadıkları üzerlerindeki baskıların son bulduğu, her dilden, her inançtan ve her kültürden halkımızın eşit ve özgür olarak yaşadıkları, gelir dağılımında uçurumun olmadığı, işsizliğin, açlığın ve sefalettin değil; barışın, kardeşliğin ve mutluluğun kol gezdiği bir ülkede yaşamaktır.

Ortadoğu halklarıyla ilişkilerinde emperyalist planların uzantısı olarak hareket eden, eşitlik, özgürlük ve demokrasi temellerine oturmayan bir anayasa ile yönetilen, farklı diller ve kültürlerin özgür ve eşit olmadığı bir cumhuriyetin; demokratik, laik ve bağımsız olduğundan söz etmemiz mümkün değildir.

Van depremi sonrasında batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine ülke çapında yaşanan büyük dayanışma, Türkiye’de yaşayan halkları, ırkçı-şoven söylemlerle birbirine karşı kışkırtanlara, depremin yarattığı acılar ortadayken yapılan kışkırtıcı açıklamalara en güzel yanıt olmuştur.

Eğitim Sen olarak Cumhuriyet’in 88. yılını geride bıraktığımız bugünlerde, Van depreminde yaşamını yitiren eğitim emekçileri ve yurttaşlarımızın yakınlarına bir kez daha başsağlığı ve ülkemizin bu tür acılarla bir kez daha karşı karşıya kalmamasını diliyoruz.

Kamuran KARACA

Şube Başkanı

Hükümetin Gözaltı Operasyonları Bilim İnsanlarına Kadar Uzandı!

Türkiye Van’da yaşanan depremin yaralarını sarmaya çalışırken, depreme müdahalede yetersiz kalan AKP Hükümeti, kendisine yönelik eleştirilerin yoğunlaştığı bir dönemde "KCK operasyonu" bahanesiyle aralarında sendikamız üyesi Büşra ERSANLI ve Türkiye Yayıncılar Birliği Yayımlama Özgürlüğü Komitesi Başkanı yazar Ragıp ZARAKOLU’nun da bulunduğu onlarca kişiyi gözaltına almıştır.

12 Eylül referandumunun ardından yüksek yargı organları başta olmak üzere, hukuk ve adalet mekanizmasını kendi siyasal ideolojik çizgisinde yeniden biçimlendirmeye çalışan AKP Hükümeti'nin, halkın bütün ilgisi ve dikkati Van depreminin üzerinde iken, içlerinde kamuoyu tarafından yakından tanınan akademisyen ve yazarların da bulunduğu kişilere yönelik gözaltı operasyonuna girişmesi dikkat çekicidir.

 

AKP, gün geçtikçe sertleşen, otoriter bir yönetim anlayışıyla hareket etmekte, kendisine muhalif olan tüm kesimleri çeşitli adlar altında başlatılan operasyonlarla hizaya getirmeye çalışmaktadır. Son yaşanan göz altıları, bir yönüyle “hukuk devleti” anlayışının ayaklar altına alınması olarak değerlendirebileceğimiz gibi, muhalif kişi ve kurumlara yönelik büyük bir gözdağı olarak görmek de mümkündür.

 

Eğitim Sen üyesi, aynı zamanda TBMM’de oluşturulan yeni anayasa çalışmaları ile ilgili komisyonda görevli olan değerli bilim insanı Prof. Dr. Büşra ERSANLI, “KCK operasyonu” adı altında yürütülen siyasi operasyonun son mağdurlarından birisi olmuştur. Büşra ERSANLI hocamız, siyasi düşüncesi AKP Hükümeti tarafından beğenilmediği için gözaltına alınan ilk bilim insanı değildir. Bugün AKP’nin önünde diz çökmeyen, onun siyasal-ideolojik kuşatmasına karşı kararlılıkla direnen herkesin, özellikle eğitim ve bilim camiasına yönelik saldırılara karşı birlik olması ve ülkemizde yaşanan baskı ve gözaltı terörüne “DUR” demesi gerekmektedir.

 

Bizler, hükümetin siyasi operasyonları sonucu gözaltına alınarak sindirilmek ve susturulmak istenen bilim insanlarımızın, aydınlarımızın yanında olduğumuzu belirtiyor, siyasal linç operasyonları ve baskılara karşı örgütsel ve hukuksal mücadelemizi sürdüreceğimizin bilinmesini istiyoruz.

 

EĞİTİM SEN – SES - Halkların Demokratik Kongresi Adana Meclisi

DHF-İHD

 

Kurumlar Adına

 

Yalçın ALÇİÇEK

 Eğitim Sen Adana Şube Sekreteri

12 Eylül Darbesi Ürünü YÖK Kaldırılmalı,

Özgür Bilim, Özerk Demokratik Üniversite İstiyoruz!

 

12 Eylül’ün manidar kurumlarından birisi kuşkusuz YÖK’tür. Yükseköğretim Kurulu (YÖK), 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından üniversiteler üzerinde bir baskı aracı olarak kurulmuş ve bu özelliğinden 30 yıldır hiçbir şey kaybetmemiştir. AKP ise kendisine meşruiyet sağlamak için darbe karşıtlığı üzerinden sürekli gündemde kalmaya çalışmaktadır.

 

 

 

Hükümet, iktidarını üniversitelerin en ücra köşelerinde dahi hissettiren YÖK’ü kaldırma talebini görmezlikten gelmeye devam etmektedir. Çünkü YÖK, denetimi ve kontrolü tekeline alarak iktidarını hükümetlerin huzuruna sunabilen bir kurum olarak örgütlenmiştir. YÖK’ün siyasi iktidarların üniversiteler üzerindeki hem kalemi, hem kılıcı olma işlevi görmesi, AKP’nin Türk-İslam sentezi ideolojisi ile biçimlendirilmiş YÖK’ü neden koruyup kolladığını göstermektedir. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın, görevde olduğu 4 yılda yaptığı en önemli üç işi “Kontenjanın arttırılması, kılık kıyafet engelinin kaldırılması ve katsayı farkının azaltılması” diye sıralaması bu gerçeği açıkça ifade etmektedir.

 

YÖK üniversiteler üzerinde düzenin baskı aygıtı işlevi ile birlikte, üniversitelerin yeni liberal politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırılmasında da etkin rol almıştır. YÖK’ün kuruluşu ile birlikte özel üniversiteler kurulmuş, kamu üniversitelerinde paralı eğitim uygulamaları harçlarla yaygınlaştırılmıştır. 

 

30 yıllık tarihi boyunca YÖK’ün yapmak istediği özünde sermayeyi üniversitelerde doğrudan etkin kılmak olmuştur. Bologna süreci ve YÖK’ün buna paralel olarak hazırladığı strateji raporu “üniversitelerin bir işletme olarak kendi kaynaklarını yaratması, öğrencilerin ekonomik gelir kaynağı olarak tanımlanması, bilginin piyasa için üretilerek üniversitelerin piyasada rekabet eder hale gelmesi” vb önlemleri içermektedir. Bu tanımlamanın benimsenmesinden itibaren özel üniversitelerin yanı sıra artık kamu üniversiteleri de işletme mantığı ile ele alınıp düzenlenmeye başlanmış, üniversitelerin kamusal niteliği büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır.

 

Kamusal niteliğin ortadan kalkması bir yanıyla üniversiteyi bilimsellikten ve toplumsallıktan uzaklaştırıp piyasa aktörü haline getirirken, diğer yandan da öğrencilerin müşteri olarak daha fazla sömürülebilmesinin önünü açmaktadır. Gerek harç sisteminde yapılan düzenlemeler, gerekse banka kartlarından oluşturulan üniversite kimlik kartları bu müşterileştirme sürecinin geldiği boyutları açıkça göstermektedir.

 

Teknolojinin sadece denetim ve kontrol mekanizmaları hizmetine sunulduğu, özel güvenlik birimleri, turnikeler ve kameralar ile “yüksek koruma” altına alınan üniversitelerin kime ve neye karşı korunmak istendiği açıktır. Üzerinde bu kadar göz olan üniversite öğrencilerinin ve akademisyenlerin AKP’nin nazarından korunabilmelerinin tek yolu sunulanı sunulduğu kadarıyla kabul etmekten geçmektedir. Buna karşı direnmenin sonucunu ise gerek “paralı eğitime hayır” pankartı asan öğrencilerin, gerekse akademik faaliyetlerinden dolayı tutuklanan akademisyenlerin maruz kaldığı baskı, şiddet ve hukuksuzlukta görmek mümkündür.

 

Göreve gelmeden önce üniversitelerin politize olduğunu ifade eden YÖK Başkanı’nın üniversiteleri kastederek, “Ordu gibi işini yapmayıp siyasetle uğraşıyordu, şimdi mecramıza döndük” demesi kimin işini ordu gibi yaptığını göstermektedir. Yaklaşık 500 öğrencinin tutuklu olduğu, binlerce öğrencinin 12 Eylül ürünü disiplin yönetmelikleriyle soruşturmalardan geçirildiği ve akademisyenlerin düşüncelerinin hapsedilmeye çalışıldığı bir ülkede YÖK’ün günümüzdeki mecrasının generallerinkinden farklı olmadığı ortadadır.

 

Bu nedenle Eğitim Sen olarak, YÖK’ün kuruluşunun 30.  yılında;

 

·         12 Eylül Darbesi Ürünü YÖK Kaldırılsın Talebimizi Bir Kez Daha Vurguluyoruz!

 

·         Şirketleşmeye, Baskılara, Kadrolaşmaya HAYIR Diyoruz!

 

·         Parasız, Özgür, Demokratik Üniversite İstiyoruz!

 

Eğitim Sen olarak, üniversitelerin bütün bileşenleri ile birlikte özgür, eşit ve demokratik bir Türkiye; özgür bilim, özerk demokratik ve kamusal üniversite için YÖK ve sahip olduğu ideoloji ortadan kalkıncaya kadar mücadelemizi sürdürmeye kararlıyız. 04.11.2011

  

Şube Yönetim Kurulu Adına

 

Kamuran KARACA

 

Şube Başkanı

 

Ölümünün 73. Yıldönümünde

Mustafa Kemal Atatürk’ü Saygıyla Anıyoruz!

 

Bugün 10 Kasım 2011, Atatürk’ün ölümünün 73. yıldönümü. Emperyalist kuvvetlere karşı yürütülen ve başarıyla sonuçlandırılan Ulusal Kurtuluş Savaşımızın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin öncüsü olan Atatürk’ü bir kez daha saygıyla anmaktayız. 10.11.2011

 

Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu  

BİZ DÖNÜYORDUK AMA YÜREĞİMİZ ERÇİŞ’TE KALDI

 

Yaşanan savaş ve acılardan dolayı bayramların  artık unutulduğu ve anlamsızlaştığı bu günlerde birde doğal afet sonucu yaralanan VAN ve ERCİŞ halkının yanında olmak ve bir nebzede olsa yaraların sarılmasında küçük bir katkı olur diye   EĞİTİM-SEN,      SES, BTS, HABER-SEN, İHD yöneticileri  ve Ankara’dan bir öğrenci arkadaşımızdan oluşan 10 kişilik bir gönüllü grubuyla 5 kasım günü depremin merkezi Van Erçiş bölgesine gitmek üzere yola çıktık.

 

 

Tüm Fotoğrafları

 

 

   6 Kasım günü sabah 6:30 gibi deprem sonucu yıkılan binaların arasında günün ilk ışıklarıyla deprem bölgesi olan Erciş’e giriyoruz. Kente büyük bir sessizlik çökmüş.çevrede vatandaşlardan birine önceden iletişim kurduğumuz Ses,TTB ve Diyarbakır büyükşehir belediyesinin ortak kurduğu sağlık merkezini soruyoruz.ve birazdan ses genel merkezinden iletişim kurduğumuz arkadaş Zilan parkı içerisinde kurulan sağlık merkezinde bizi karşılıyor

 

ve yine zilan parkı içinde kurulan aş evinde bir kase çorbayla kahvaltı eşliğinde ses ve TTB den gönüllü olarak gelen arkadaşlarla kısa bir tanışma oluyor. Bu esnasında Bizle beraber aynı gün Cizre Belediyesinden gönüllüler de gelmişti. . Sonrasında Van 100.Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Ali bize kısa bir bilgilendirme yapıyor.

  Ali: Depremin ilk gününden beri buradayım. İlk günden itibaren devlet tarafından hiçbir yardım gelmediği gibi devlet tarafından dışlanan bir bölge. İlk günlerde basın dahi buraya gelmedi. Basına yansıdığı gibi kurtarma çalışmaları yapılmadı. 3-4 gün önce bile hala burada insanlar kurtarıldı. Hatta ilk sağlık merkezimizi kurduğumuz hükümet konağının yanında, İstanbul’dan gelen bir yardım heyetine yer açmak için bizim buarayı terk etmemiz söylendi Bunun üzerine bizde zilan parkı içerisinde çadırlarımızı ve sağlık merkezimizi kurduk. . İlk günden beri burada kriz masası kuruldu. 1000′in üzerinde ölümler var. Deprem bölgesi Erciş’te yıkılan ev sayısı çok. Van’da 6-7 bina  yıkıldı ama köylerde basına yansıyan kısımdan çok daha fazla yıkımlar var.

Cizre belediyesinde çalışan bir ambulans görevlisi; deprem günü gece 2-3 gibi Ercişe geldik biran önce yaralılara yardım etmek istiyorduk fakat devlet yetkilileri  tarafından sürekli engelleniyorduk ve meşru görülmüyorduk.bizde telsizlerimizi sürekli açık tutuyor ve kendimize iş çıkarıyorduk

 

 

 

Anadilde sağlık; Mevcut  Ana Sağlık Merkezi’ne günde 5-10 hasta başvururken SES, TTB ve Diyarbakır büyük şehir Beleyesi Sağlık Merkezine günde ortalama 400 hasta başvuruyor. Buraya gelen hastalar başta anadilde sağlık hizmeti gördükleri ve daha nitelikli hizmet aldıkları için tercih ediyordu. Annelerin deprem sonrası sütleri kesilmiş. Çok iyi donatılmış ilaç konteynırı mevcut sağlık merkezinin. Burada çok iyi olmasa da iyi denilecek şekilde sistem oturtturulmuş. Döneceğimiz gün 30 kişilik bir gönüllü grup geldi.

 

Sabahki bu görüşmelerden sonra Erciş merkezde kısa bir gezi yaptık.bu arada kalabalığın yoğunlaştığı bir yöne doğrulduk ve kalabalığın arasında Osman Baydemir ve Selim Sadak’ın belirdiğini gördük. Birlikte geldiğimiz 2 sağlıkçı arkadaşı görev almaları için sağlık merkezine bırakarak en çok yardım bekleyen Çelebibağı Belediyesi, KESK ve BDP  Belediyeleri Afet Destek Noktasına geldik. Burada bizi koordinasyondan sorumlu bir arkadaş karşılayarak kısa bir bilgi verdi. 7 komisyon oluşturmuşlar öncelikle. Mahalle,köy ve halkla ilişkiler gibi. İlk etapta ne yapacağımızı bilmeden etrafımıza baktık. Bizden önce Diyarbakır’dan bir grup gelmiş, buradaki birtakım işleri (dağıtım vs.gibi) onlar üstlenmiş. Önce burada bulunan Diyarbakır grubuyla ortak nasıl bir çalışma yürütebileceğimizi konuştuk. Gelen yardımlar çok dağınık üst üste istif edilmiş. İlk önce gelen yardımlardan giyecekleri, erzakları, çocuk mamalarını ve bezlerini, ayakkabıları sınıflayarak tanzim ettik. Dağıtım yapılacak ana depoya taşınmak üzere hazırladık. Bu arada da Diyarbakır grubuyla kolektif bir çalışma grubu olduk. Yerel gençlikle mola aralarında sohbet ederek tanıştık. Çalışma grubumuzun içerisinde tanıştığımız gençlerden biri de Ceylan Önkol’un abisiydi. Kısa bir öğle yemeğinin ardından tekrar işe koyulduk. Bu kez biraz daha organize çalışıyorduk. Hem sohbetlerle, çalışma gurubuyla dostluklar artıyor hem de neyin nerde olduğunu öğreniyorduk. Yorucu bir günü sonunda akşam olmuştu. Aş evinden gelen akşam yemeği için çağrı yapıldığında biz elimizdeki işleri bırakmak istemiyorduk. Ancak hava kararmıştı, bir de akşam soğuğu bıçak gibi kesiyordu. Mecburen işi bıraktık yemek yemeye gittik.

 

 Akşam yemeğinin ardından yerel gençlik bir bidon içerisinde ateş yaktı. Ateş etrafında sohbetler başladı. Çay eşliğinde Kürtçe şarkılar da. Gençlikten biri Kürtçe şarkısını söylerken biri Kürtçe hip hop yaptı  . Hava soğuktu ama dostluk çok sıcaktı. Sakarya, Kars, Van üniversite öğrencilerinin okullarını bırakarak yardıma geldiklerini öğrendik. Uzun yolun üzerine bir de çalışma olunca oldukça yorulmuştuk. Akşam kalacağımız çadırlar gündüz yağan yağmurdan ıslanmıştı. Bizden gelen bir arkadaşın Tatvan’da oturan akrabalarında geceyi geçirdik.

 

İkinci gün sabah 06:00′da kalktık. Kahvaltının ardından Erciş’e geri gelerek dağıtım yapılacak gruba dahil olduk. Adana grubu olarak ikiye ayrıldık. Bir grup köylere dağıtıma gidenlere bir grup olarak da mahalle dağıtımlarına çıktık. Dahil olduğumuz grupla Çelebibağı beldesine bağlı Cumhuriyet mahallesine dağıtıma çıktık. Kamyonla tek tek evleri dolaşarak 150′nin üzerinde eve geceden hazırlanan erzak ve battaniyeleri dağıttık. Her eve uğradığımıza bahçelere halkın kendi imkânları ile brandalarla çadır kurduğunu gördük. Kızılay çadırları çok azdı.Dağıtım yaptığımız esnada 5-6 yaşlarında soğuktan yanakları kızarmış bir çocuk yanaşıyor ve şöyle bir cümle kuruyor.’’ jı kerama xwera dikari cadıreki bavemındi, ma cıbiye tu cadıreki bavemindi’’ne olur babama bir çadır verin ,ne olur babama bir çadır verseniz?’’Yüreğimizi parçalayan bu diyalogdan sonra Erciş’i depremden daha çok caresizlik ve yoksulluğun vurduğunu  gördük. Sabah çıktığımız dağıtım akşam 16:00 gibi bitti. Akşam tekrar Çelebibağı Belediyesi ile BDP Belediyeleri Afet Destek Noktasına döndük. Akşam raporumuzu hazırlayarak bulunduğumuz afet destek noktasına teslim ettik. Raporumuzda eksikleri ve yaşanan olumsuzlukları belirterek, bundan sonra gelecek gönüllülerin daha iyi çalışabilmesi için alınacak önlemler ve yapılacak organizasyon önerilerinde bulunduk.

 

 Erciş’te sarsıntılar devam ediyor. Gittiğimiz gün hafif sarsıntılar olurken ikinci gün 4,6 ölçekli bir sarsıntı oldu. Erciş sokakları ilk gün çöpten ve pislikten geçilmiyordu. Bizim geldiğimiz sabah Diyarbakır Belediyesi temizlik işçileri de gelmişti. Tüm sokaklar ve caddeler Diyarbakır Belediye işçileri tarafından temizlendi. Avea, Turkcell, Ziraat Bankası kuruluşlar da gezici para makinelerini de getirmeyi ihmal etmemişler! Hemen yanında Enkaz No:32 Emrah Apt. yazılı tabela var. 14 katlı bina yerle bir olmuş, kurtulan var mı bilinmiyor.

 

Bayramın ikinci günü dağıtım ekipleri akşam yemekte buluştuk. Bugün işe yarar bir şeyler yapmanın gönül hoşluğu ile hep birlikte yemekler yenildi. Ankara’dan 3 kişilik bir grup da gelmişti. Hep beraber yakılan ateş etrafında sohbetlerimizi yaptık, çaylarımızı içtik. Gece boyunca Diyarbakır grubu Kürtçe ve Türkçe şarkılar,  söylerken yerel gençlik de onlara eşlik ettiler. . Şarkılar gece boyunca sürdü. Gece saat 02:00 sularında yatmak için çadırlarımıza geçtik, ama sohbetler burada da devam etti.

 

 Üçüncü gün sabah Sağlık Merkezinde kahvaltımızı yaptıktan sonra ana depoya gittik. Burada gelen erzakları depolara taşıma işlerine yardım ettikten sonra erzakları ayrıştırarak dağıtıma hazırladık. Saat öğlen 12:30 olmuştu. Yapacağımız işi bitirdikten sonra dostlarla vedalaşmak üzerek konumlandığımız Çelebibağı Belediyesi ve Afet Destek Noktasına döndük. Ayrılık zordu. Diyarbakır grubuyla iyi bir ekip olmuş, yerel gençlikle gönül bağını geliştirmiştik. Vedalaşma abartısız 1 saat sürdü. Biz dönüyorduk ama yüreğimiz Erciş’te kalıyordu.

 

Kaldığımız 3 gün boyunca Erciş’e bağlı Çelebibağı Belediyesi, KESK ve BDP Belediyeleri Afet Destek Noktasında görev aldık. Bulunduğumuz yerde yapılacak çok iş olunca çevre köylere ve Van merkeze gitme imkânımız olmadı. Dolayısıyla çok fazla gözlem de yapamadık. Ancak şu da gerçek ki AKP hükümeti  Erciş’te yok. Burada başta Diyarbakır Büyükşehir belediyesi olmak üzere Nusaybin Belediyesi, Silvan Belediyesi, Cizre Belediyesi, Batman Belediyesi Sağlık ekibi gece gündüz çalışma yürütüyorlar. Geleceğimiz gün Batman TTB odası çalışanları geldi.

 

Deprem merkezi Erciş ve Van merkezde görev alacak gönüllülere çok ihtiyaç var. Özellikle çadıra ve sağlık ekiplerine, öncülere daha çok ihtiyaç var.

 

Buradan Adana ve Diyarbakır grubu dostlara, yerelden tanıştığımız tüm yürek dostlarına sevgiler.

KESK ve İHD Yöneticileri Adına

Esra Arslan KÖSELE

Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri 

DERSİM 1937-1938 

“HİÇ BİR ŞEYİ UNUTMADIK… HİÇ BİR ŞEYİ AFFETMEDİK…”

 

 “Tunceli Tedip ve Tenkil Harekatı” olarak bilinen Dersim Halkına yönelik toplu İmha kararı 4 Mayıs 1937’de T.B.M.M.’de Yapılan bir Bakanlar Kurulu Toplantısında alınmıştır. Aynı gün başlanan askeri harekat yaklaşık iki yıl süreyle devam etmiş ve bu süre zarfında binlerce Dersimli, kadın, erkek, yaşlı genç denmeden öldürülmüştür ve bir o kadarı da bilinmeyen yerlere sürgün edilerek 20.yüzyılın ikinci çeyreğinde İnsanlık tekrar büyük bir trajedi yaşamıştır.

 

 

 

 

Saygı Değer Basın, Değerli Kurum Temsilcileri      

         

Genel Kurmay Arşivlerinden basına sızan belgelerde  Dersimde Toplu Kıyıma Uğrayan İnsan sayısı ise  8-13 bin olarak ifade edilmektedir. Halk arasında  ve kimi yazarların çalışmalarında bu rakamın  50-70 bin olduğu yönünde ciddi bir kanaat oluşmuştur.

 

Bu kıyımın canlı tanıklarından olan ve bir dönem TBMM Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanı vekilliği yapmış İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL’in Dersimlilerin mağaralara iltica ederken nasıl fare gibi zehirletildiklerini anlatması ve  keza yine Dersim de askeri  harekatta bulunmuş olan  Muhsin BATUR’un anılarını yazdığı kitabının bir yerinde özür dileyerek gördüklerini, yaşadıklarını atlaması-yazmaması Dersim kıyımının boyutunu göstermesi açısından düşündürücüdür.    

                                                                    

Bu sebepledir ki ” 4 Mayıs 1937 ” Dersim Tertelesinin-soykırımını- anma günüdür. Dolayısıyla “Dersim 37/38 “ resmi tarihin yazdığı “birlik-beraberliğimizi nasıl kuruduk” hikayesinin en kanlı sayfasıdır. Ve şimdi bu sayfada unutulamayan, unutturulamayan acı, bütün zamanların baskılarına, yasaklarına galebe çalmış bir gerçek olarak kendisini bize hatırlatıyor. Gerçek bir “birlik ve beraberlik”, Dersim 37/38 acısı ile yüzleşmeden, bu yarayı onarmadan mümkün değildir. Bu nedenle Dersim 37/38 sadece Dersimlilerin değil, Türkiye’de yaşayan herkesin meselesi ve derdidir.

 

EN BÜYÜK AYIP, ACILARIN SİYASİ MALZEME YAPILMASIDIR

 

Bu sebeple Dersimde devlet eliyle yaşatılan bu kıyım, bugüne kadar yine yalan ve hileyle üstü örtbas edilmek istendi. Bu yalan perdesini yırtıp atmak Türkiye halklarının ortak çabasıyla ancak mümkündür. Devletin imkanlarını elinde bulunduran bugünkü siyasilerin “İleri Demokrasi” adına yapacağı en büyük iyilik, Sayın Başbakanın, siyasi malzeme olarak Dersim dosyasını elinde tutması değil, tarihimizin en önemli KARAKUTUSU olan Dersim dosyasının açılmasına ve sorumluların tarih önünde mahkum edilmesine yardımcı olmasıdır. Hiçbir siyasi kaygıya düşülmeden bugün yapılması gereken budur.

 

Mazlum halkların bir neferi olan Dersim’ li Seyit Rızanın Zalimlere Karşı, yalvarma-yakarma yerine “SİZİN YALANLARINIZLA, HİLELERİNİZLE BAŞ EDEMEDİM, BU BANA DERT OLDU. BEN DE SİZİN ÖNÜNÜZDE DİZ ÇÖKMEDİM BU DA SİZE DERT OLSUN”  özdeyişindeki vakur duruşu, insanlık onurunu yücelten önemli bir andır, bu anı daim kılmak, abideleştirmek bizim görevimizdir. Bu sebeple Dersim 37/38 hem bizi “biz” yapan bir tarihtir ve hem de bizi” biz” olmaktan çıkaran kanlı geçmiş…     

                                                                               

Son bir haftadır, Türkiye gündemine Tunceli Milletvekili Sayın Hüseyin AYGÜN’ ün getirdiği Dersim kıyımını konu alan açıklamasını doğru ve yerinde görüyoruz. Sayın Hüseyin AYGÜN’nün siyasi kaygılardan uzak bu onurlu çabasını desteklediğimizi ve yanında olduğumuzu ifade etmek istiyoruz. 

 

Sayın Hüseyin Aygün’nün bu saygın duruşu karşısında, Haluk KOÇ’un başını çektiği bir gurup yeni ittihatçı CHP Milletvekillerinin açıklamalarını insanı değil, devleti koruma refleksiyle yapılan bir açıklama olarak görüyor, bu davranışlarını vicdansızlık ve insafsızlık olarak değerlendiriyoruz.

 

Ancak; Sayın Başbakan ERDOĞAN’nın da Dersim kıyımını gündemine alma ve kamuoyuna sunuş şeklini de şiddetle eleştiriyoruz. Açıklamaları bir Başbakana yakışır ağırlıkta ve olgunlukta olmamıştır. Oysa Dersim kıyımı bir devlet politikasıydı ve halen acılarıyla tazeliğini korumaktadır. Bugün devletin tüm tasarruflarını elinde bulunduran Sayın Başbakan, devletin sürekliliğine inanıyorsa, acilen Dersim kıyımını siyasi rehin malzemesi olmaktan çıkarmalı ve Hakikatleri araştırma (Dersim v.b katliamları araştırmak üzere) komisyonunun kurulması için TBMM’de ön açıcı adımlar atmalıdır. İstanbul’da ki Sabiha GÖKÇEN havaalanın isminin değiştirilmesini sağlamalıdır. Bugün, devleti temsil edenlerin acılarımızı siyasi malzeme olmaktan çıkarması ve  Dersim HALKINDAN ÖZÜR dilemesi en doğru davranıştır.. 

  

Özür Dileme ve Yeni Bir Yarın:

 

Bizler, 1937/38'de yaşananlar için resmi bir özür bekliyoruz. Dersim 38 katliamının mağduru Dersimlilerden, onların torunlarından maruz kaldıkları acı, keder, hüzün ve ızdırap için bir özür çok mu acaba? İnsanlık değerleri ayaklar altına alınarak imha edilen büyüklerimizi, onurlarının iade  edilmesini istiyoruz. Tüm bunların toplumsal barış, iç huzur, adalet ve kardeşlik için şart olduğuna inanıyoruz.  

 

Dersim Halkı hiçbir zaman kan davası gütmedi. Töremizin, kültürümüzün bize öğrettiği insan sevgisidir, intikam duygusu değil. Şu yazdıklarımızı da bir intikam veya kan davası duygusuyla yazmıyoruz. Tam aksine, toplumsal barışa, kardeşliğe bir çağrıdır bizim yaptığımız. Devletin kendi insanını 'tehdit' olarak gören politikalarının sona ermesini, toplumsal barış ve huzur için, geçmişte yaşanmış acılarla yüzleşilmesini istiyoruz. Dersim 1937/38'de yaşanan tarihi haksızlıkların açığa çıkmasını istiyoruz.

 

Vicdanı ile muhasebe yapacak, tarihi hakikatler ile yüzleşecek namuslu ve vicdanlı bir hükümete ihtiyacımız vardır. Türkiye insanı artık tarihi ile yüzleşmeyi onur sayacak bir hükümet istiyor. Halka sürekli olarak yalan söyleyen ve genc kuşakları yalan ile besleyen hükümetler istemiyoruz. Yalanı ve iftirayı  politika haline getirmiş, insanların kitleler halinde öldürülmesini 'terörizmle mücadele' olarak sunan hükümetler bize yakışmıyor. 

 

4 Mayıs Dersim 38 Tertelesi Gününde ölülerimizi anmak istiyoruz. Coğrafyamızda yaşanan katliamların bilinmesini, tarihimizin, kültürümüzün, dilimizin ve inancımızın yaşamasını ve yaşatılmasını istiyoruz.

 

Buradan Sayın Başbakan Erdoğan'a açık bir çağrıda bulunuyoruz: 'Dersim Katliamı' dediniz, 'elimde belgeler var' dediniz, bu sözlerinizi geleceğimize ilişkin bir umut ışığı olarak görmek isteriz. Eğer samimi iseniz, Dersim'in acılarını basit politik bir argüman olarak suistimal etmiyorsanız 'Dersim Katliamı'na ilişkin elinizde var olduğunu söylediğiniz belgeleri bizlerle ve kamuoyu ile paylaşarak adaletin yerini bulmasına yardımcı olmanızı bekliyoruz. Siz de bilirsiniz ki, cinayetin belgesini ve bilgisini saklamak suçtur. Cinayetin belgesini rakiplerinizi tehdit için kullanmak yerine, yarınlarımız aydınlatmak için kullanınız. Arşivler açılsın, bilinenler açığa çıksın ki Türkiye kendi gerçekleri ile yüzleşebilsin ve karanlıklar aydınlansın. Elinizdeki bilgileri saklamaya devam ettikçe bizi de kendinizi de, Türkiye insanını da karanlıkta bırakmaya mahkum ettiğinizi biliyorsunuzdur. Karanlıklardan bıktık. Gelin hep beraber aydınlık yarınlara gidelim.

 Sayın Başbakan, sayın Cumhurbaşkanı, 4 Mayıs'da bizim ile beraber anmalara katılın; Dersim 38 mağdurlarının üzüntülerini paylaşın. Sizlerden, 4 Mayıs’ı resmi anma günü ilan ederek katledilen onbinlerce kadın, çocuk, yaşlı masum insanın anısı önünde eğilmenizi bekliyoruz.

Demokrasi'den, insan haklarından, insan sevgisinden ve adaletten yana olan herkesi bu acılı günümüzde aramızda görmek istiyor, tüm insanları yanımızda olmaya çağırıyoruz. 22.11.2011

 

Kurumlar Adına

 

Yılmaz Zeroğlu

 

Adana Tunceliler Derneği Başkanı

  DESTEK SUNAN KURUMLAR

·     TUNCELİLER DERNEĞİ

 

  • ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ
  • DİSK ADANA BÖLGE
  • TÜMTİS ADANA ŞUBE
  • TEZ KOOP İŞ
  • TMMOB ADANA İKK
  • KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU
  • ÇHD (Çağdaş Hukukçular Derneği)
  • İHD (İnsan Hakları Derneği)
  • TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı)
  • HAKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ
  • ÖDP

KADINA YÖNELİK ŞİDDET SÜRÜYOR İSYANIMIZ BÜYÜYOR 

 Adana'da da Adana Kadın Platformu'nun gerçekleştirdiği 25 Kasım eylemi için Adana Büyükşehir Belediyesi tiyatrosu önünde buluşuldu. "Kadına yönelik şiddet sürüyor, isyanımız büyüyor" pankartı ile 5 Ocak Meydanı'na yapılan yürüyüşün sonunda yapılan basın açıklamasını Avukat Sevil Aracı okudu.

Kadınlar; şiddet gören, ölümle tehdit edilen kadınların tüm yasal haklarının sağlanmasını, kadınların özel önlemlerle korunma altına alınmasını, şikayetlerin üstünün kapatılmamasını, devlet görevlilerinin görevlerini yerine getirmelerini sağlayacak yaptırımların geliştirilmesini istediler.

 
 
 

 

Meydanın cinsel ve fiziksel şiddeti kışkırtan erkek egemen diline karşı yaptırım da talep eden kadınlar,"Şiddete uğrayan kadını korumak ve şiddeti ortadan kaldırmak devletin sorumluluğudur. Uluslararası anlaşmaların gereği yerine getirilmeli, kadınların taleplerine kulak verilmelidir.

Değerli Basın Emekçileri,

 AKP'nin "ileri demokrasi" balonu ve yalanı orta yerde patladı. Bırakalım "ileri"sini, en geri demokrasilerde bile olmayan uygulamalar günlük yaşamımızın bir parçası haline geldi. AKP için demokrasinin kıstası AKP'li olmak, AKP politikalarını kayıtsız şartsız desteklemektir. AKP'ye göre en tehlikeli iş ise AKP karşıtlığıdır. En tehlikeli düşünce AKP'yi eleştirmektir. Ve AKP için "bombadan bile tehlikeli" olan şey, politikalarını eleştiren yazılar, kitaplardır. Bu yüzden AKP, muhalif olan herkesi hedef alıyor, düşman görüyor.

 

Tüm Eylem Resimleri

Türkiye bir açık hava cezaevine dönüşüyor. Her yeni güne tutuklama haberleriyle başlıyoruz. İnsanca yaşamak isteyen işçiler, suyunu ve toprağını korumak isteyen köylüler, parasız eğitim isteyen öğrenciler, ülkemizde füze kalkanı istemeyenler, gerçeğin peşindeki gazeteciler, adalet arayan avukatlar yani haklarını arayan herkes tutuklanıyor. Tutuklamalar, seçilmiş milletvekillerine ve belediye başkanlarına kadar uzanıyor. AKP hükümetini eleştiren, AKP politikalarına karşı çıkan herkes tutuklanma endişesi yaşıyor.

  

İlk kez Hitler Almanya’sında duyduğumuz "eş zamanlı operasyonlar" büyük başarı olarak sunuluyor. AKP yargısı adalet dağıtmıyor, korku salıyor. Özel yetkili savcı ve yargıçlar "özel konumlar" elde etme adına hukuk ilkelerini ayaklar altına alıyor.

  

"Sıra ne zaman bana gelecek" korkusuyla düşünemez, talep edemez, hareket edemez hale getirilmek isteniyoruz. Emperyalizmin jandarmalığı karşılığında satılan "İleri teknoloji" ile her yerde ve anda kontrol altında tutulmak isteniyoruz. Toplum "AKP karşıtı" ya da "yandaş" olarak fişleniyor.

  

  

Değerli Basın Emekçileri,

 

Yıllarca kadrolaşma  politikaları sonucu devlet AKP'lileşti. AKP'li olmayan demokratik kurum ve kuruluşlar, hatta kişiler topyekûn bir saldırı ve baskı dalgasıyla karşı karşıyadır.  Yıllarca alanlarda "Susma, sustukça sıra sana gelecek" diye haykırdık! Maalesef öngörümüz gerçekleşti. Bu gidişat durdurulmazsa sıra herkese gelecek!

  

Çünkü faşist yönelim kurumsallaşıyor. Toplumsal muhalefet önce tehditle, soruşturmalarla, sürgünlerle, copla, biber gazıyla  terbiye edilmeye çalışılıyor. Bu yetmeyince her an, herkesi içine alabilecek şekilde toplu gözaltı ve tutuklama ile bitirilmek isteniyor.

  

Derelerine, çayına sahip çıkan onurlu Hopa halkı, parasız eğitim isteyen, devrimci önderlerin anmasına katılan gençler bu saldırılardan nasibini aldı.

  

Seçilmişler, üniversite öğretim görevlileri, Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi muhalif gazeteciler, siyasi parti temsilcileri, demokratik kitle örgütü temsilcileri, gençler, AKP'li olmayan belediyeler AKP'nin hedef tahtasında. Tutukluluk cezaya dönüştürülmüş durumda. AKP, hem tutukluyor hem de savunma hakkından yoksun bırakıyor. Darbe dönemlerinde  bile şahit olmadığımız şekilde onlarca avukat aynı gün gözaltına alındı, 33'ü tutuklandı.

  

KESK Genel Başkanı, eski Genel Sekreteri, eski Kadın Sekreteri, EĞİTİM SEN eski ve yeni Kadın Sekreterleri, üç Genel Meclis üyesinin de aralarında bulunduğu  25 KESK'li Sendikal faaliyetleri nedeniyle 6'şar yıl 3'er ay ceza ile cezalandırıldılar. Halen 33 KESK'li çeşitli cezaevlerinde tutukludur. İnsan haklarına aykırı şekilde mahkum muayenesine karşı çıktıkları için, çevre kirliliği konusunda halkı bilgilendirdikleri için, Sağlık Bakanlığı politikalarına karşı çıktıkları için doktorlarımız cezalandırıldı.

  

Tutuklama furyasında bir adım da İzmir’de atıldı. Sendikal faaliyet sürdüren ve taşeron uygulamasına karşı güvenli iş, güvenli gelecek mücadelesi veren DİSK/Genel-İş Sendikası şube yöneticileri Cafer Konca, Memiş Sarı, Yakup Yıldırım, işyeri temsilcileri Necip Binici, Cafer Alt  ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bazı çalışanları ve yöneticileri tutuklandı.

  

AKP'nin operasyonlarına meşruiyet kazandırmak için ortaya çıkardığı yeni "öcü" KCK oldu! Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü isteyen herkes "KCK'lidir" iddiasıyla tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya. Bunun en son örneği Prof. Büşra Ersanlı, yazar Ragıp Zarakoğlu ve Deniz Zarakoğlu, KESK eski Genel Sekreteri Mustafa Avcı'dır.

  

Değerli Basın Emekçileri,

 

Askeri ve sıkıyönetim Mahkemelerinin yerine kurulan DGM'ler eskilerini arattı. DGM'lerin yerine kurulan Ağır Ceza ve Özel Yetkili Mahkemeler ise DGM'lere rahmet okutur durumda. Başbakan ne zaman birilerini hedef yaparsa hemen ertesinde özel yetkili mahkemeler ve savcılar harekete geçiyor. Daha operasyon yapılmadan yalaka medyada operasyon bilgileri yer alıyor, kişiler hedef gösteriliyor. Avukatların bile görmediği, görmesi yasaklanan dosyalar yalaka medyada sayfa sayfa yayınlanıyor. Hiçbir dönem olmadığı kadar yargı siyasi iktidarın yönlendirmesi ve etkisi altında. Hükümet aleyhine en ufak bir soruşturma açan savcı ya da hakimler ya görevden alınıyor, ya da görev yerleri değiştiriliyor. Hükümetin politikalarına uygun hareket edenler ise terfi ettirilerek ödüllendiriliyor. Tuzun koktuğu yer tam da yargının şu an içinde bulunduğu durumdur.

  

Cezaevleri tıka basa doldu. Başbakan yeni okulların, hastanelerin, yolların yapılacağı ya da insanca yaşayacak ücret müjdesi değil yeni cezaevi yapma müjdesi veriyor!

  

Artık yeter diyoruz. Bu gidişata son verilmelidir. Onlar son vermese bizler son vereceğiz.

  

Ülkemizde devrimci bir dönüşüme ihtiyaç olduğu açıktır. Bu dönüşümü emekten, demokrasiden, özgürlükten ve barıştan yana olan güçler gerçekleştirecektir. Bu dönüşümü emek ve demokrasi mücadelesinin zor olduğunu bilen bizler gerçekleştireceğiz.

  

Bu nedenle diyoruz ki;

 

Özel Yetkili Mahkemeler ve Terörle Mücadele Yasası kaldırılmalıdır!

 

Gözaltı operasyonları durdurulmalıdır!

 

Hukuka aykırı tutuklananlar derhal serbest bırakılmalıdır!

  

Taleplerimiz dikkate alınmaz, gereği yapılmazsa okulda, sırada, içeride, dışarıda, fabrikada, işyerlerinde, her yerde direnişi yükselteceğiz. Ya onlar ülkeyi cehenneme çevirecek ya da bizler geleceğimize sahip çıkarak eşit, özgür, adil ve barış içinde bir ülkeyi kuracağız...

  

KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!

  

EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ

 

AKP MÜCADELEYİ BÜYÜTMEKTEN

BAŞKA SEÇENEK BIRAKMIYOR!

“Kamu Emekçileriyle Toplu Sözleşme Yapacağız” Söylemi Kocaman Bir Yalandır!
AKP hükümeti , kamu emekçilerinin yıllardır verdiği meşru mücadeleyi, uluslararası sözleşmeleri ve anayasayı yok sayarak grevli toplu sözleşme hakkımızı engellemeye devam ediyor. İki milyon kamu emekçisinin geleceğini yandaş konfederasyonunu tek yetkili yaparak çalmak isti yor.
Hazırlanan yasa taslağında;
Grev Hakkı, Örgütlenme Özgürlüğü, Özlük ve Demokrati k Haklarımızın Toplu Sözleşmede Görüşülmesi YOK!
Yani bir sendika yasasında olması gereken vazgeçilemez düzenlemeler YOK!
Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti nin yedi üyesinden dördünün yandaş konfederasyona verilmesi, Toplu sözleşmenin kapsamını kuşa çevirerek sadece mali ve sosyal haklarla sınırlanması, Belediyelerde toplu sözleşme yapılmasının imkânsız hale geti rilmesi, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun çoğunluğunun hükümet tarafı ndan atanması VAR!
Kamu emekçilerinin geleceklerini çalmayı hedefleyen 4688 sayılı yasa taslağına karşı mücadelesini sürdürecektir!

 

İNSANCA BİR YAŞAMİÇİN

21 Aralık'ta GREVDEYİZ

 

 

Grev hakkımızın yasal teminat altı na alındığı bir Toplu Sözleşme düzeni için,

Kamu hizmetlerinin ti carileşti rilmesine son verilmesi için,

“KHK Demokrasi ”sine son verilmesi için,

4/c, 4/b, 50/d, 4924 veya taşeron adı altı nda sürdürülen güvencesiz çalıştı rmaya

son verilerek tüm çalışanlara iş güvencesi sağlanması için,

Demokratik, nitelikli, kamusal, laik ve anadilde bir eğitim için,

 

Tüm çalışanlara insan onuruna yakışır bir ücret ve sağlıklıçalışma koşullarının

sağlanması, çalışma yaşamının demokrati kleşti rilmesi için,

Emekçilere dayatı lan angarya ve zorunlu fazla mesaiye son verilmesi için,

Temel ücretlerin artı rılarak, gerçek bir eşit işe eşit ücret sistemi için,

Ek ödemelerin tüm emekçiler için eşitlenerek emekliliğe yansılması için,

Net asgari ücreti n 1.000 TL’ye çıkarılarak tüm ücret ve maaşlarda bu tutarın

vergi kesinti si dışında bırakılması için,

Hukuksuz, haksız ve mesnetsiz biçimde yapılan gözaltı ve tutuklamalara son

verilmesi, tutukluların serbest bırakılması için,